HRİSTİYANLIK YAHUDİLİK ÇATIŞMASININ ANLAMI NEDİR?
Son
zamanlarda bir HıristiyanlıkYahudilik çatışması başladı. “Da Vinci’nin Şifresi”
adlı kitapta Hz. İsa’nın evlendiği, çocuk sahibi olduğu, soyunun bu çocuktan
devam ettiği, bu soyun son temsilcisinin de hayatta olduğu iddia ediliyor.
Kitap dünya kitap listelerinde en çok satanlar listesinin başında yer alıyor.
Bu iddialar Hıristiyanlığın temel inanç sistemine bir saldırı anlamı taşıyor
olmalı ki, “Hz. İsa’nın Çilesi” adlı bir film yapıldı ve şu günlerde tüm dünya
sinemalarında gösterilmeye başlandı. Filmde Hz. İsa’yı Yahudilerin öldürdüğü
konusu işleniyor. Bu çekişmenin arkasında neler var?
M. KAYNAK: Evet son zamanlarda şunu görüyoruz, dünya
üzerinde kitaplar yayınlanıyor ve bu kitaplar dünyadaki temel çatışmanın dini
olduğunu ifade ediyor. Mesela "Da Vincinin Şifresi" adlı kitapta
İsa’nın soyundan gelen insanların hala bir takım yönlendirmeler yaptığı iddia
olunuyor. Ben 2000 sene sonra insanların soyundan gelenlerin, hala etkili olabileceğini
bilmiyorum. Ona tıp adamları karar verirler. Ama şunu gözlüyoruz, bugünkü
mücadeleler geçmişte Birinci Dünya Savaşı'na, İkinci Dünya Savaşı'na ya da
soğuk savaşa yön veren temel çatışmalardan çok farklı değil. Ama metot değişik.
Bugünkü din çatışmasını aslında bu mücadelenin temeli değil, sadece bir aracı
olarak görmek lazım. O bakımdan yazılan bir sürü kitaplara bakılarak dünyada
gerçekten dinsel bir çatışma olduğunu zannetmek hatadır. Ama bu kitaplar
okunarak tarafların nasıl bir metot uyguladığı öğrenilebilir.
Soğuk savaş döneminde çatışma, sağ ile sol
arasında idi veya NATO ile Varşova Paktı arasındaydı. Şu anda bakıyoruz ki,
bütün bunlar hiç ortada yok. Sadece dünya üzerinde dinsel bir çatışma var gibi
gözüküyor. Ama
aslında o gün ne için çatışılıyorsa, dünya üzerinde hegemonya kurmak, iktisadi
çıkarlar, siyasi çıkarlar var ise, bugünde aynı çıkarlar için çatışılıyor. Dini
çatışmaları, meselenin özü olarak görmek yerine, araçları olarak görmek lazım.
Bu açıdan şunu görüyoruz, mesela "Da Vinci'nin
Şifresi" kitabı, Hz. İsa'yı küçültücü bir tavır takınırken "İsa'nın
Çilesi" filmi de Yahudileri itham eden bir tavır sergiliyor. Bu
dinsel bir farklılıktan kaynaklanmıyor, siyasi ayrıştırmalardan kaynaklanıyor.
Bu kitabı yazdırma gereği duymalarının sebebi, dünya üzerinde çatışan güçler,
aslında bir kitap değil, çoktan beri "Tapınak Şövalyeleri"
gibi, bir sürü yayınlar yapılıyor, savaş aracı olarak dini seçtiler. Dini
seçtiklerine göre halkı bu savaşa inandırmak ve bunun arkasında toplamak
gerekiyordu. O yüzden de böyle kitap furyası ortaya çıktı. Dikkat ederseniz
sadece Hıristiyanlığın içinde değil, daha evvel Medeniyetler Çatışması'nda da
temelde İslam olan bir düşünce ile Batıyı karşı karşıya getirmek gibi bir
strateji izlendi. Bizim söylediğimiz, bunu önündeki bir perde olarak görün
fakat onun arkasındaki siyasi hesaplar değişmez. Geçmişte ne için savaşılıyorsa
onun için savaşılıyor. Ve meseleyi din savaşı olarak görmeyiniz.
Eğer dünya üzerinde
savaşmaya, mücadele etmeye karar veren kimseler, dini bir alet olarak
kullanmaya başlamışlarsa bunun dışında Türkiye de kalamaz. İster istemez din
çatışmasının ya konusu ya tarafı olacaktır. Bunda dikkatli olmak ve özellikle
bu oyuna düşmemesi lazımdır. Dini çatışmaları tahrik edecek özellikle,
içerideki grupları birbirine düşürecek tavırlardan sakınmaları gerekir. Türkiye
içerisinde din ile laiklik arasındaki çatışmalar, aslında onların projelerinin
gerçekleştirilmesi anlamına gelir. Bizim yaptığımız şey şudur, kim ne istiyor
ve burada Türkiye'den beklenen nedir, Türkiye'yi yönelttikleri yer neresidir,
buna rasyonel cevap vermektir.
Bu
çatışmanın içine İslam’ın da mutlaka çekileceğini mi söylüyorsunuz?
M. KAYNAK: Kesinlikle. Zaten başından beri Büyük
Ortadoğu dediğimiz zaman burası bir İslam coğrafyası, eğer araç din ise, İslam
üzerinde bir takım operasyonların yapılması kaçınılmaz olur. Bu dini
ayrışmalara baktığınız zaman, biraz dinden soyutlayınız, tarafları bulursunuz,
bunun içinde. Mesela
İsa çarmıha gerildiği zaman neden Katolikler bundan çok rahatsız oluyor,
etkileniyorlar da, Amerika Birleşik Devletleri'n de Evangelistler neden bundan
etkilenmiyor. Veya diğer dini gruplar bu kadar tepki göstermiyor, sadece Katolikler
içinde bu etki ciddi biçimde büyük oluyor. Bunun sebebi aslında bir yerde
siyasi kamplaşmanın da fotoğrafı gibidir.
Katoliklik Avrupa ve G.
Amerika’da yaygın... Amerika Birleşik Devletleri'nde Evangelistlerle Yahudiler
bir cephede, Katolikler de karşı cephede yer alıyorlar. Bunun yansıması şu
olur, Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasi amaçlarla yaptığı bu çıkış esas
itibari ile İslam coğrafyasında yapılacak olmakla beraber, yeni bir unsur
olarak Hıristiyanların arasında bir bölünme de olmuştur. Bu acaba Avrupa,
Amerika bölünmesine tekabül ediyor mu sorusunu sormak lazım.
Bir de Katoliklerin
özellikle Güney Amerika'daki etkilerini göze aldığımız zaman ve orada
anti-Amerikan tavırlara da baktığımız zaman acaba Katoliklik, Amerikan
karşıtlığı bir siyasi hareketin maskesi mi olacaktır, sorularına cevap vermemiz
lazım.
E. GÜRSES: Buradan yola çıkarsak işin temelinde dinin
sadece bir maske olduğu, siyasi projelerle süslenmiş olduğu, asıl temelinde
ekonomik nedenler yattığını söyleyebiliriz. Haçlı seferlerinden bu yana
baktığımız zaman aynı şeyleri görüyoruz. Günümüzde birbirlerine karşı cephe
alan bu çevrelere baktığımız zaman şunu görüyoruz. Katolikliğin merkezi Vatikan
soğuk savaşın son dönemlerinde, Polonya'daki Solidarnos hareketi konusunda çok
etkileri olduğu, mali kaynakların kullanıldığı, Papa'ya suikastın bununla
bağlantılı olduğu, gibi çok şeyler söylendi. Bunların bir kısmı doğru
şeylerdir. Son dönemlerde Vatikan'ın, Orta ve Güney Amerika'da etkisini
artırmaya başladığını görüyoruz. Orta, Latin Amerika'da böyle bir etkinlik
yarışı var. Amerikalıların burada aslında kilisenin dini faaliyetlerine
karıştığı yok. Ancak o dini faaliyetler üzerinden Amerika'nın o bölgedeki
ticari ekonomik faaliyetleri de etkilenmeye başlıyor.
Katolik
dünyasında ilginç bir gelenek vardır, bizim dindar Müslümanlar gibidirler.
Katolikler de tüketim konusunda, kültür konusunda, gelenek konusunda
Müslümanlara benzerler. Bazı Avrupa
ülkelerinde Katolikler davranışları ile sanki isim değiştirmiş Müslümanlar gibi
bir yaşam tarzı benimsemişlerdir. İşte bu yaşam tarzı uluslararası kapitalizmin
işine gelmez. Onlar için iyi din
Protestanlıktır. Yani para kazan ne
kadar kazanırsan o kadar iyisin, Hıristiyanlık inancın da bunun bir kenarında
dursun. Batı kapitalizmi iyi Hıristiyanlık derken, Protestanlığı anlar,
Ortodoksluk ve Katoliklik işine gelmez. Bunu nereden öğreniyoruz, Türkiye'den
devşirmek için götürüyorlar öğrencileri, bizden bazı öğrencileri de götürdüler
İngiltere'de bir kampa. Güney Amerika'dan, Türkiye'den, Orta Asya'dan... her
yerden öğrenciler getiriyorlar. Orada ders anlatan öğretmen şunu söylüyor,
Müslümanlık, Katoliklik, Ortodoksluk hepsi aynıdır. Gerçek din İsa’nın dini
Protestanlıktır. Onun için Müslümanlık, Katoliklik, Ortodoksluk kötüdür.
Protestan olmak lazımdır. O toplantıdan bizim Türk çocuklar da vardı. Orta ve
Güney Amerika'dan gelen Katolik gençler bunlara demişler ki, burada Hıristiyan
düşmanlığı yapılıyor.
Burada asıl amaç
insanları Hıristiyan Ortodoks ya da Katolik yapmak değil. Protestan yapmaktır,
çünkü Protestan felsefe kapitalizmin hizmetindedir. Onun için şimdi Vatikan'a
karşı kampanyanın arkasında bu da düşünülmelidir. Yani Amerikan finans kapitali
(mali sermaye) ve onlarla işbirliği içinde olanlar, kapitalin hareket alanını
kontrol etmeye çalışıyorlar. O alanda, Amerikan finans kapitalizminin
hesaplarına uygun tüketim toplumu yaratma önünde engel görüyorlar bunları.
Büyük Ortadoğu Projesi de bu çerçevede düşünülmelidir. Ne diyorlar? demokrasi,
serbest pazar... Ne içindir bu? Kapitalizmin önünde İslam engel, Katoliklik engel,
Ortodoksluk engel. O zaman onları terbiye etmek lazım. Nasıl terbiye
edeceksiniz, bu projelerle. Katolikliğe vuruş yapılıyor.
Bunun arkasında ekonomik
neden var. Amerika Birleşik Devletleri'nde Kuzey Batı Avrupa kökenli büyük
sermaye, finans kapital, biraz dışlanmış gibi görüyor kendini. Önemli ölçüde ABD'deki çok uluslu şirketler, mali
piyasalar v.s. Yahudi finans kapitalin eline geçti. Bu dışlanmışlığa
karşı bir kampanya mıdır, diye de düşünmemek elde değil. Böyle bir ekonomik savaş
var gibi görülüyor. Bunun için, bugün İsa’yı kullanırlar, yarın başka bir şey
yaparlar, ondan sonra İslam'a karşı derler ki, Hz. Ali'yi, Hz. Osman'ı, bunları
da Müslümanlar öldürdü. Buraya da
gidebilir iş. Din tarihten beri kullanılmıştır. Şimdi de sıkıntılı buhranlı
günlerde insanlar daha fazla dine yapışıyor. Çünkü elinde başka tutunacak şeyi
yok. O zaman dini kullanmak gerekir. Hz. Isa'yı öldürdünüz diyerek Yahudilere
yükleniyorlar. Burada rol alan Romalı askeri yetkililerin hiç mi suçu yok? Hz.
İsa öleli yaklaşık 2 bin yıl olmuş, şimdiye kadar neredeydiler. Batıda
Hıristiyan-Yahudi ortak uygarlığının yüceliği anlatıldı okullarda şimdiye
kadar.
M. KAYNAK: Yahudi ve Protestan diyoruz. Amerika
Birleşik Devletleri'nde bunun adını değiştir kapitalist koy. Diğerlerini de
fakir, fukara halk yap, bundan evvelki sosyalizm, kapitalizm çatışmasının
aynısı ortaya çıkar. Bugün Yahudilerin iki kimliği var. Biri zenginliği diğeri
dini. Acaba onu bir zengin olarak kapitali kullandığı için mi karşıya
alıyorlar, yoksa Yahudi olduğu için mi karşıya alıyorlar, sorusunu sormak
lazım. Bize göre temeldeki çatışma aynı devam ediyor. Ve bugün dikkat
ederseniz, Güney Amerika'da Katolik dediğimiz zaman, bu aynı zamanda halkı
temsil eder, ezilen insanı temsil eder. İslam dünyası şu anda fakirlerin
sözcüsü gibi bir ideoloji haline geldi. Böyle büyük çatışma dünya üzerinde bir
sınıf çatışması olarak da algılanabilir.. Papa, gelir adaletsizliğine karşı
tavır aldı.
Bu tavrı dine bağladı.
Bu uluslararası finans kapitali en ürküten şeydir. Çünkü arkasına dini alırsa
tehlikelidir, çünkü ideolojik hareketlerin bir tehlike olmadığı gördük, onu
yıktılar. Ama dini arkasına alırsa, o zaman nasıl duracaklar, Papalığın
karşısında.
Sonuç olarak bir
ekonomik mücadele, dinsel bir mücadele haline dönüştü. Dinsel mücadele haline
dönüşünce, Amerika Birleşik Devletleri şunu düşünüyor olmalı, nasıl geçmişte
İslam'da komünizme karşı dinsizlik ileri sürüldü, onun iddiaları bu şekilde
çürütüldü. Bu sefer de din adına diyorlar ki, sizin dininize husumet var.
Çatışmayı din esasına göre tertipliyorlar. Bunun sonucu olarak da dünya
üzerinde bu bölgede, mesela Amerika Birleşik Devletleri Büyük Ortadoğu
Projesi'ni uygularken, buradaki dinsel ve etnik çatışmaları mutlaka tahrik
edecektir, bunu göreceğiz. Ve çatışma mutlaka görünüm itibariyle dinsel planda
olacaktır.
Bu
Medeniyetler Çatışması tezini farklı bir yere götürür mü?
M. KAYNAK: Geçmişte medeniyetler çatışması, aslında şu
temel üzerine kuruluydu; batıyı ekonomik bir bütün olarak almak ve Doğuya karşı
bunları seferber etmek amacına yönelikti. Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nin
bugünkü politikası Batıyı bir bütün olarak almıyor. Avrupa'yı kendi dışında
tutmak amacında, onu kontrol etmek amacında, onu mahkûm etmek amacında. O
bakımdan farklıdır. Yani bir bütün Batı âlemiyle, Doğuyu, İslam dünyasını,
Rusya, Çin, Japon'u karşısına almak ve böyle ikiye bölmek vardı. Şimdi Amerika
Birleşik Devletleri bunu farklı bir çizgi üzerinde yapıyor, Yahudi-Protestan
veya büyük kapitalistler Büyük Ortadoğu'yu da kontrolleri altına alarak,
ekonomik bir egemenlik kurmak istiyorlar. O açıdan medeniyetler çatışmasından
farklı.
Amerika Birleşik
Devletleri'nde Evangelist ittifakı dediğimiz güçler Büyük Ortadoğu dediğimiz
alanı kontrol etmek istiyor. Bu bir kapitalizmdir. Uluslararası büyük sermaye,
bu pazarları da, iki amaçla ele geçirmek istiyor. Bugüne kadar Amerika Birleşik
Devletleri ticaretini büyük ölçüde Avrupa, Ortadoğu ve Japonya’yla yapıyordu.
Ve buradan bir rant elde ediyordu. Onlar ihracat yapıyordu, bunun karşılığında
da sadece kâğıt alıyorlardı. Şimdi buralardaki uyanış ve Amerika Birleşik
Devletleri dışında pazarlar aramaları, Amerika Birleşik Devletlerini telaşa
düşürdü.
Avrupa'nın, Amerika
Birleşik Devletleri ile ticaretinden vazgeçmesi için yeni pazarlara ihtiyacı
vardır. Bu Pazar da Büyük Ortadoğu projesi dediğimiz alanı kapsar. Biz buna
daha evvel Avrasya diyorduk. Ö halde Avrupa'nın yeni pazarlar bulmasının önünü
kesmek için Amerika Birleşik Devletleri burada egemenlik kurmak istiyor. Ve
bunun sonucunda da, eski düzen devam eder; Avrupa, Ortadoğu ve Japonya bizimle
ticaret yapmaya mecbur kalır, yeni ticaret yollarını ve alanlarını biz kontrol
etmiş durumda oluruz diyor. İkincisi de şu, buraları kontrol ettiğimiz zaman
buradaki değerleri de biz kendi hesabımıza kullanabiliriz diyor. Yani dünya
üzerinde ekonomik çatışma var ama bu çatışmanın görünüm araçları din olarak
kullanılıyor.
E. GÜRSES: Yeni NATO genel sekreteri seçilerek Ocak
ayında görevi devralan Hollanda'lı Jacop Gijsbert (Jaap) de Hoop Scheffer Amerika
Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush’la birlikte yaptıkları basın
toplantısında şunu söylüyordu; "NATO, Afganistan’daki olaylara tarafsız
kalamaz". NATO bundan sonra hattı müdafaayı bırakıp sathı
müdafaaya geçmek zorundadır. Hattı müdafaası neydi? Batı Avrupa. Orası
pazarıydı. O pazar bir süre sonra yeterli olmadığı için Sovyetler Birliği'nin
kontrol altında tuttuğu alanlara uzanma hesabı içine girdi. En önemli pazar
neresiydi?
Eğitim, sanayi düzeyi
yüksek Doğu Avrupa’ydı. Çünkü onların potansiyel tüketim düzeyi yüksekti.
Tüketimi yüksek Amerikan mallarını talep edebilecek uygun ülkelerdi. Hem bu
pazarları açıyor hem de uygun kuralları dayatarak bu pazarları geliştiriyor.
Bunun için, demokrasi ancak serbest pazarla olur anlayışı etkili kılınmaya çalışılıyor.
Yani bir yerde demokrasi olabilmesi için serbest pazarın olması gerekir,
serbest pazar yoksa demokrasi yoktur demeye getiriyorlar.
Neden bunu
söylüyorlar, serbest pazar olacak ki, oraya girme imkanı olsun. Ama bu pazara
girebilmesi için, buranın da belirli bir tüketim düzeyinin olması lazım. Şimdi
bakıyor İslam coğrafyasına; hemen paraya dönüşebilecek kaynakların burada
olduğunu görüyorlar. Bu nedenle coğrafya önemli hegemonya yarışında.
Avrupa'ya bakıyor sadece
kuzeyde petrol var. Merkezi Avrupa enerji ihtiyacını başka yerden sağlaması
lazım. Bakıyor Japonya'ya yine Amerika Birleşik Devletleri'ne bir alternatif
güç olabilecek bir merkez burası da, yaklaşık 120 milyon nüfuslu bir yer, bir
ada. Fakat burası da enerjide dışarıya bağlı. Bunların enerji ihtiyaçlarını
karşılayacakları yerleri eğer Amerika Birleşik Devletleri kontrol edemezse,
1992 tarihli Pentagon raporunda da bir risk olarak gösterildiği gibi, başka
güçlerin yani Amerika Birleşik Devletlerine alternatif olabilecek güçlerin bu
bölgelere girerek buralardan pay almaları sonucu Amerika'nın kontrolünden çıkma
riski gündeme gelebilir. Amerika Birleşik Devletlerinin kontrolünden
çıkarlarsa, Avrupa ya da Avrupa'nın öncü devletleri kendi ayaklan üzerinde
durmaya ve dünya politikasında bağımsız bir aktör gibi hareket etmeye başlar.
Enerjisini önemli oranda Ortadoğu'dan ya da Kuzey Afrika'dan karşılayan ve
ordusunu kurmuş bir Avrupa, Amerika Birleşik Devletlerinin kontrolünden çıkarsa
Amerika'nın II. Dünya Savaşı'ndan sonra yaptığı, bütün planlar boşa gider.
Neydi bu planlar? Avrupa’yı ayaklan üzerinde tutarsam Pazar garantim olacağı
için benim zenginliğimi sürdürmeme katkısı olur. Doğu Avrupa’yı Almanya'nın,
Kuzey Afrika’yı Fransa'nın kontrol ettiği bir Avrupa’nın ABD'yi bölgeden
dışlayacağı ve Dr. Kissinger'ın belirttiği gibi ABD Avrasya'nın kenarında bir
ada haline gelebilir. Amerika Birleşik Devletleri, pazarlarını nasıl kontrol
edecek?
Doğu Avrupa’yı ben
kontrol edeceğim diyor, Kuzey Afrika’yı da ben kontrol edeceğim diyor.
Ortadoğu'yu da, petrolünü de ben kontrol edeceğim... Bu projenin başarılı
olması zorunludur tek başına hegemonyasını sürdürmek istiyorsa.
Şimdi Amerika’nın bütün
operasyonları bunun üzerine kurulmuş. Doğu Avrupa’yı kontrol etmek için,
NATO’yu Doğu Avrupa'ya yönlendiriyor. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti,
Romanya, Bulgaristan'a doğru bir hat çiziyor. Almanya'nın doğuya genişlemesini,
bu pazarları kontrol etmesini, Rusya ile yakınlaşmasını engellemeye çalışıyor.
Zaten kendileri diyor ki, bu pazarları Almanya'ya bırakmak için almadık.
Sovyetleri biz çökerttik, bu pazarlar bizim. Fransa'yla kavga etmiyorlardı.
Fransa'ya Kuzey Afrika'yı bıraktılar izlenimi vardı. Ama şimdi görüyoruz ki,
Kuzey Afrika'yı da bırakmadılar Fransa'ya. Kuzey Afrika Büyük Ortadoğu
Projesi'nin içinde. Fransa'ya da Almanya'ya yapılan muamele yapılmaya
çalışılıyor. Soğuk Savaş döneminin Sovyetler Birliği'ne karşı uyguladığı tahdit
politikası şimdi rakip liberal ülkelere karşı uygulanmaya çalışılıyor. Demek ki
mücadele pazarın kontrol edilip edilememesiyle ilgiliymiş, yoksa komünizmle
değil. Sovyetler Birliği'ni şeytanın imparatorluğu diye tanımlayanlar komünist
Çin'le yakın ilişkilerini sürdürüyorlardı.
Geniş Orta Doğu konusunu
dile getirmeye 1990’lı yıllarda başladılar. 1995'te zaten Rand Corporation’da
'Greater Middle East' diye bir bölüm kurdular. Geniş Ortadoğu diye. Bunun
tanımını yaparken, Afganistan'dan başladılar ta Kuzey Afrika'yı da içine alan
bir hat çizdiler. Kafkasya'nın da bir kısmını aldılar. Yani kuzeye pek
çıkmıyorlar, Rusya ile böyle bir kavga içine girmek istemiyorlar. Balkanları da
bu işin içine katanlar vardı. Fakat en son Balkan felaketinden sonra Avrupa ile
geçici bir anlaşmaya vardılar. Herhalde şu anda Amerika Birleşik Devletleri,
Balkanların sadece Romanya, Bulgaristan hattını kontrol etmeye çalışıyor. Çünkü
Avrupa'nın Karadeniz'e inmesini böyle engellerim diye düşünüyor.
Tabi Büyük Orta Doğu
Projesi'nin merkezinde Türkiye var. 28-29 Haziran'da NATO toplantısı yapılacak
İstanbul'da. Mart 1999'da Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan üyeliğe kabul
edilmişlerdi. 29 mart 2004'te NATO yedi yeni ülkeyi üyeliğe aldı (Bulgaristan,
Romanya, Estonya, Latvia, Litvanya, Slovakya, Slovenya). Toplam 26 üye oldu.
NATO toplantısında önemli ölçüde NATO'nun Geniş Orta Doğu'da üstlenebileceği
rol konuşulacak. Elimizde Dick Cheney'nin bir konuşması var. 24 Ocak 2004
tarihinde İsviçre'de, Dünya Ekonomi Forumu'nda yaptığı konuşmasında proje
konusunda ipuçları veriyor. Diyor ki, özgürlük ve demokrasinin Büyük
Ortadoğu'da yaygınlaştırılması hepimizin çıkarınadır. Bunu Arap ülkeleri de
istiyor diyor. Hesap, güvenli bir pazarın kontrol altında genişletilmesi.
Mübarek diyor ki, tabi
ki istiyoruz, ama bunu dışarıdan bir proje olarak istemiyoruz. Suudi Arabistan
prensi ile demeç veriyorlar, böyle bir proje bölgede kavgayı daha da arttırır
diyorlar. Irak türü bir müdahaleye yol açabilir. Buraya özgürlük ve demokrasi
getireceksiniz, nasıl getireceksiniz? Örnek olarak Irak ve Afganistan var
diyorlar. Bu örneklerle girerseniz bölgeyi daha büyük felaketler bekliyor demektir.
Amerika Birleşik
Devletleri'ndeki bu gidişe muhalif güçler de var. Ama Amerika Birleşik
Devletleri'nde bu işi organize edenler, bu işi güç kullanarak yapalım dediler.
Ama şimdi Irak’tan bir türlü kurtulamıyorlar. Irak'a felaket getirdiler. Ve
Irak’ı daha büyük felaketler bekliyor.
Bu geniş Ortadoğu
Projesi, eski projedir. Bizim basın organlarında bir süredir kıyametler kopuyor
yeni proje diye. Bu projenin sırası gelmiştir. Vakti gelmiştir. Şimdi Libya'yla
anlaşmaya varıldı çünkü dışlanan Libya kaçınılmaz olarak Almanya-Fransa hattına
yanaşacaktı. Buradaki enerji kaynakları kontrolden çıkabilecekti. Nijerya'da,
Fransa ve İngiltere İbolar ve Hausalar arasındaki kabile anlaşmazlığını
karşılıklı olarak uzun süre kullandılar. Amerika oraya müdahil oldu. Diyor ki,
artık Kuzey Afrika ve Kuzey Afrika'nın Atlantik'e bakan yüzü de demokrasiden
nasibini almalıdır. Bunu dedikleri zaman aklımıza ne geliyor? Buradaki enerji
kaynaklarının kontrolünü de bırakmayacağı görülüyor.
Vatikan'la kavgası da
pazarın kontrol dışına çıkmasına yol açabilecek bir dini anlayışın yayılma
riskinden dolayıdır. Vatikan ortaya eşitlik diye laflar çıkarınca, pazarın
kapanması da geliyor gündeme. Refahın halka eşit dağıtılması gündeme geldi mi,
sömüren için sorunlar başlar. O zaman, bunu söyleyenler düşman ilan edilir.
Önemli değil Hıristiyan olması.
Öyle olsaydı emperyalizm Latin Amerika'yı
mahvetmezdi. Dine bakmaz. Pazarı kim kapatıyor ona bakar. Onun için burada
Geniş Ortadoğu Projesi'nin kalemşörleri talimatla yazıyorlar. Irak için ne dediler?
Demokratik emperyalizm iyidir dediler. Aynı şeyi
bu bölgeye uygulamaya çalışacaklar. Fakat Amerika'nın içinde buna tepki var;
biz Irak'ta başımıza bela aldık, oradan çıkmaya uğraşıyoruz, yeni belalar
yaratmayalım diyorlar. Amerika'nın
içinde kavga yoğunlaşmıştır. Bush yeniden kazanırsa ABD'nin çıkmazları
artabilir. Bunu engellemek için yeni bir sahife açıyoruz diyerek ilişkileri
düzene sokmaya çalışanlar Bush'un tasfiyesi için birleşeceklerdir.
M. KAYNAK: Amerika demek ki, burada liberalleşme,
demokrasi istediği zaman iki şey amaçlıyor. Bunlardan bir tanesi demokrasinin
temeli, liberal ekonomidir diyor. İkincisi de, bu kanalla oradaki yönetimlere
istediği biçimi vereceğini düşünüyor. Ama meselenin bir başka yeri de var;
Amerika burayı kontrol etmese de yine kazanmış olacak. Diyelim ki, Büyük
Ortadoğu dediğimiz yeri, bir yangın yerine çevirdi ve burada ciddi bir
istikrarsızlık oldu. Ve düzelmiyor. Bu Amerika'nın zaferidir. Çünkü, bu
taktirde bu Büyük Ortadoğu'yu Avrupa da kullanamaz. Yani Avrupa için yeni
pazarlar ihtimali de ortadan kalkar. Mesela Irak'ta bugünkü müdahale olmasaydı ne olurdu?
Amerika'nın bu müdahaleden kazanacağı hiçbir şey yok. Ama
Irak pazarını Avrupa'ya kapattı. Çünkü, Irak bir pazar olmaktan çıktı. Yani
diyor ki, ya benim pazarım, ya hiç kimsenin pazarı değil. Bu şuna benzer;
çorbanın tamamını içmek için, içine tükürmeye benzer. Başkası da içemez, içerse
kendi içer.
Sh:43-61
Kaynak: Büyük Ortadoğu Projesi, Mahir KAYNAK, Röportaj: Faruk BİLGİN,
İlk Yayınları, 7. Baskı:
Ağustos 2004Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar