Ebul Hasan Harakanî'den
Milâdî 1033 yılında ölen bir
başka İranlı sûfî Ebû’l-Hasan-el-Hurkânî’nin hayatı, Şark vahdet-i vücutçusunun
bir tasvirini vermekte ve istenilen açıklıkta hususiyet bakımından karmaşık bir
büyüklük ve yüceliğini ortaya koymaktadır.
…
“Bir defasında şeyh şöyle dedi:
‘Bu gece pek çok kimse (bunların tam sayısını vererek) falan falan çölde şâkiler tarafından yaralandı.’
Soruşturma sonunda, onun ifadesinin tamamiyle
doğru olduğunu gördüler. Gariptir ki, aynı gece oğlunun başı kesilerek
kapısının eşiğine bırakıldı. Fakat kendisinin bundan hiç haberi olmadı. Ona
inanmayan karısı şöyle haykırdı:
‘Ta uzaklarda vuku bulan
olaylardan haber verebilen, fakat kendi oğlunun başı kesilip kapısının önüne
terk edildiğinden haberi olmayan bir şahıs hakkında sen ne düşünürsün?’ Evet’, dedi
şeyh, ‘onu gördüğüm zaman perde kalkmıştı; fakat oğlum öldüğünde perde tekrar
indirilmiş bulunuyordu.’ ”
“Birgün Ebû’l-Hasan el-Harkânî,
yumruğunu sıkarak serçe parmağını uzattı ve dedi ki,
‘îşte kıble! Kim sûfî olmayı
dilerse.’
Bu sözler büyük Şeyh’e
nakledildi. İki kıblenin bir arada bulunmasını İlâhî birliğe hakaret sayan Şeyh
şöyle bağırdı;
İkinci bir kıble göründüğüne göre
ilkini iptal edeceğim.’
Bundan sonra hiçbir hacı Mekke’ye
ulaşamadı. Bazıları yolda yok oldu. Bazıları da soyguncuların eline düştü veya
bazı sebeplerle seyahatlerini yerine getirmeleri engellendi. Ertesi yıl bir
derviş, büyük Şeyh’e şunu sordu:
‘Halkı Beytullah’tan
alıkoymanın ne anlamı var?’
Bunun üzerine büyük Şeyh bir
işaret yaptı ve yol tekrar açıldı. Derviş sordu:’ Bütün bu kimselerin yok
olmasının kabahati kimdedir? Büyük Şeyh cevap verdi:
‘Filler birbirini itip
kakarken birkaç zavallı kuşun ölmesi kimin umurundadır?’ ”
“Seyahata çıkacak olan bazı
kimseler Harkânî’den yoldaki tehlikelerden kendilerini koruyacak bir dûa
öğretmesini rica ettiler. Hurkânî şöyle dedi: ‘Herhangi bir talihsizliğe
uğrarsanız adımı zikredin.’
Bu cevap onların hoşuna gitmedi.
Bununla birlikte, yola çıktılar ve seyahat sırasında şakilerin saldırısına
uğradılar. İçlerinden birisi velînin adını zikretti ve şakilerin büyük
şaşkınlığını çekecek bir tarzda gözden kayboldu. Şakiler onun ne devesini ne de
ticarî eşyasını bulabildiler. Ötekiler ise bütün elbise ve mallarını
kaptırdılar. Ülkelerine döndüklerinde Şeyh’e, bu sırrı açıklamasını rica ettiler
ve dediler ki: ‘Hepimiz Allah’a yakardık, sesimizi duyuramadık. Seni
zikreden şahıs ise soyguncuların. gözleri önünde kayboldu.’ Şeyh de şunları
söyledi:
‘Siz Allah’a şeklen
yakarıyorsunuz. / Oysa ben O’nu gerçekten anıyorum. Bundan dolayı beni anar ve
ben de sizin adınıza Allah’ı anarsam, dualarınız kabul olur. Bununla birlikte
Allah’a şeklen ve usûlen yakarmanızın faydası yoktur.’ ”
“Bir gece namaz kılarken bir
çığlık işitti.
‘Hey Ebû’l-Hasan! Halka senin
hakkında bildiklerimi söyleyip te, onların seni taşa tutarak öldürmelerini ister
misin?’
‘Ey yüce Rabbim! dedi,’ halka
Senin rahmetin hakkında bildiklerimi ve Senin lütfundan idrak ettiklerimi
söyleyip de, onların namazda Sana artık secde etmemelerini ister misin?
‘Ses cevap verdi: ‘Sen sırrını
sakla, Ben de Benimkini saklıyayım.’ ”
“Dedi ki: ‘Allahım, bana Azrâili
gönderme çünkü ben ona ruhumu teslim
etmem. Ruhumu ondan almadım ki ona vereyim. Ruhumu Senden aldım, yalnız sana
teslim ederim.’ ”
“Dedi ki:
Ben ölünce Azrail benim neslimden
birine gelecek, ruhunu almaya çalışacak ve ona sert davranacaktır. İşte o zaman
ben, mezarımdan ellerimi kaldırıp Allah’ın lütfunu onun dudakları üzerine
akıtacağım.’ ”
“Dedi ki: ‘Eğer arş-ı âlâya hareket etmesini
emretseydim, boyun eğerdi. Güneş’e durmasını söyleseydim, yörüngesinde dönmeyi
durdururdu.’ ”
“Dedi ki: ‘Ben ne bir âbid ne bir
zahid, ne bir mütekellim, ne de bir sûfîyim. Allahım, Sen Bir’sin, Senin
Birliğinle ben de birim.’ ”
“Dedi ki: ‘Kafatasım Arş-1
âlâdır. Ayaklarım yerin altındadır, iki elim de Doğu ve Batıdır.’ ”
“Dedi ki: ‘Eğer bir kimse
Kıyâmet’te dirileceğine ve ben rehberlik edene kadar Cennete giremiyeceğine
inanmazsa, beni selâmlamak için buraya gelmesin.’ ”
“Dedi: ‘Allah beni benden
çıkardığı için Cennet benim peşimdedir; Cehennem ise benden korkmaktadır.
Cennet ve Cehennem benim bulunduğum bu yerden geçecek olsaydı, her ikisi de,
ihtiva ettikleri bütün insanlarla birlikte bende yok olurdu.’ ”
“Dedi ki: ‘Sırtüstü yatmış
uyuyordum. Allah’ın arşının bir köşesinden, ağzıma birşey sızdı; ve içimde bir
tatlılık hissettim.’ ”
“Dedi ki: ‘Eğer velinin teni
altında bulunan şeyden birkaç damlası, dudakları arasından dışarı çıkacak
olsaydı / yer ve gökteki bütün yaratıklar dehşete düşerdi.’ ”
‘Dedi: ‘Dûa sâyesinde veliler,
balığı denizde yüzmekten alıkoyabilir ve yeryüzünü öyle bir titretir ki, halk
deprem oluyor sanır.’ ”
“Dedi ki: ‘Dostlarının gönlündeki
Allah aşkı apaçık ortaya konsa idi, âlemi sel ve ateşle doldururdu.’ ”
“Dedi: ‘Allah’la yaşayan, bütün
şeyleri görür, işitilenleri işitir; yapılacakları yapar ve bilinecekleri
bilir.’ ”
“Dedi ki: ‘Herşey bendedir; fakat
bende, kendim için yer yoktur.’ ”
“Dedi: ‘Kerametler, Allah’a giden
yolun bin merhalesinden yalnız biridir.’ ”
“Dedi ki: ‘Aranmadıkça arama; çünkü
aradığını bulduğun zaman, o sana benzeyecektir.’ ”
“Dedi: ‘Ebedî hayatı kazanmak
için her gün bin defa ölüp bin defa dirilmelisin.’ ”
“Dedi ki: ‘Sen yokluğunu Allah’a
verdiğinde, o da sana bütün Kendini verir.’ ”
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar