AKIL-SAF AKIL- SİYASÎ AKL’IN ELEŞTİRİ ve MUVAZENESİ
Günümüz müslümanı artık, hayatı, toplumu,
ekonomiyi, “akıl”ı, “saf aklı” ve “siyasî aklı” vb.
eleştirmekle yükümlüdür... Ancak bu eleştirileri ilmî bir ruhla yapmalıdır.
Yoksa Müslümanlar için bir “Uyanış”, “ilerleme” ve “İslâm
Dünyasının Birliği”nden söz etmek, yalnızca hayal ve kuruntudan ibaret kalacaktır
diye düşünüyoruz. Bahsettiğimiz mevzu içinde akılların da eleştirisini ve
muvâzenesini sağlarsak Allah Teâlâ’nın emri olan ilâ-i kelimetullâh ve neticede
İslâm’ın dünya üzerindeki hâkimiyetinin önü açılmış olur. Eleştiri ve muvazene
hususu üzerinde çok sözler söylenebilir. Ancak basiret sahibi olmanın
gerekliliği ve yanlış alınan kararların nasıl bir zarar verici olduğunu görmek
için şu hatırayı tekrarlayalım.
Hz. Osman radiyallâhü anh döneminde ortaya
çıkan yeni durum, görev süresinin "insanları usandıracak ölçüde"
uzamasıydı.
Yetmiş yaşında bey'at edilen, yaşlı bir
adamdı. - Şûra sırasında- onu genç Hz. Ali bin Ebî Talib kerremallâhü
vecheye yeğ tutanlar arasında, yalnızca ömrünün yakında biteceğini bekledikleri
için yeğlediklerini düşünenler vardı. Ama, durum tamamen tersi olup, ömrü
uzun oldu. Sorunlar katmerleşti, anlaşmazlıklar giderek büyüdü. Bir
şekilde "kabile", "ganimet" ve
"akîde" de bunalım için "zorunlu buluşma" ortaya
çıkmadı. Bunun yanı sıra anayasa bunalımı da doğdu. Halife, hem yaşı
açısından, hem de karar alan ve kötü davranan çevresindeki yakın grup ve çıkar
sahipleri açısından eleştiriliyordu. Durumu düzeltmek için yapılan
nasihatlarda fayda etmiyordu. Çünkü halifenin etrafındaki "baskı
grubu" ve "karar vericiler", vaadlerinden ve düzeltme
sözlerinden onu nasıl döndüreceklerini çok iyi biliyorlardı. (Emeviler)
Öyleyse, halifeyi indirmek isteyenler ve isyancıların önündeki tek seçenek
kalmıştı, istifasıydı.
Ama nasıl?
Ondan sonra görevi kim üstlenecekti?
Sahabenin tereddüdü işte buradan doğdu. Sonunda
isyancılar halifeyi kuşatmaya aldılar ve ayrılmasını istediler. Kabul etmeye
yanaşmadı: Hangi "kanun"a göre istifası isteniyordu, belli
değildi? (Çünkü onu yetkili kılanlar, görevi verirken sadece her şey için biat
etmişlerdi.) Çözüm ancak kan dökülerek çözülebilen bir anayasa
bunalımına dönüşmüştü.
KANUN OLMAYINCA, SÖZ KILICINDIR.
Hz. Osman'dan sonra da müslümanlar yönetimde
bu boşluklarla karşılaşmaya devam ettiler. Çünkü iktidar, "zamanın
sahibi" nden sonra veliahdlerinden veya başkalarından halef olacak
kişiye ancak ölümü durumunda geçiyordu. Tabiî ölüm gecikince, çözüm zehirleme
ya da başka bir yolla hazırlanan ölümle sağlanacaktı.
Hata o zaman nerede idi?
Önceden olduğu gibi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve
hem de Hz. Osman'a bey'at sırasında (sınırsız yetki) tekrarlanmış olan bu
yanlış hareket ve anlayış tarzı yani "halife" nin görevlerinin
belirlenmeyişi”, “anayasa boşluğu”, "iş" (iktidar,
otorite ve hilâfet), bu görevlerin anlam ve içeriğini çeşitli yorumlara açık
bırkınca tabii ki sorunların çıkmasımecburî olmuştu. (Hızır kıssasında Allah
Teâlâ hataların üçüncüsünde ayrılığı tahakkuk ettirmiştir.)
Haksızlık vardı, ama, kimde?
Bunu belirlemek vicdanlara kalıyordu. Bu
minvalden Hz. Osman’a görevini bırakmalarını isteyenlerin halifeliği verirken
neyi teslim ettiklerini belirlemediklerinden ondaki itirazın oluşmasına tahammül
etmeleri gerekirdi. Ancak bu şekilde olmamıştı. Hz. Osman radiyallâhü anhın
anlayışında
"Hz Osman’ın görevi ve yönetme
görevlerini “kayıtsızlık gören anlayış” da olunca isyancıların cevabı
aynen şöyle oldu:
"Dediler ki: Yemin olsun ki, ya yaparsın,
ya azledilirsin, ya da öldürülürsün. Seçimi sen yap.",
Hz. Osman ise;
"Allah Teâlâ'nın
giydirdiği bir gömleği asla çıkarmayacağım." diyerek, isteklerini yapmayı kabul etmeyip ve
iktidarda kalmakta ısrar edince, kendisi kırk gece kuşatma altında kaldı.
Sonunda olay, Muhammed bin Ebî Bekir'in önderlik ettiği bir grubun köşkünün
duvarlarına tırmanmasıyla bitti. Hz. Osman Kur'an okuduğu Mushaf elindeyken
şehid oldu.”[1]
Bu olayda bahsettiğimiz akıllar ile
yetkilerin, her verilen kararda oldu bitti ile kalmadığını, içtimâi ve ferdî
sorunlar çıkardığını aşikâr etmiştir. Daha sonraki zamanlarda da Müslümanlar
siyasî sorunları tamamen ortadan kaldırmak için "genel bir
düşünce " olarak "Kim güçlenirse, ona itaat
gerekir" "İlâhî meşruluk" "kaza ve kader" "İlahî
irade" "Allah'ın önceki bilgisi" "Allah'ın iradesi ve
isteği" gibi tevillerle kaosa dönüşmüş siyaset bilgisi içerisinde
içinden çıkılmaz bir hal içine düşmüştü. Düşüncelerde hep, “Siyasetle
ilgili her yazı yanlı bir siyâsi yazıdır.”[2] icabınca tarafgirlik içinde oluşunca
zayıflamak ve sıkıntılar çekmekte mukadder olmuştu. Bu nedenle her
meselede dinin akıl ile olan arkadaşlığında sorun çözücü olarak;
düşünceler ve icraatlardaki, sevapları kabul etmek, hataları eleştirmek, şüphe
etmek ve güvenmek üzere kafa yormamız ve objektif olmamız elzemdir.
Zorla da olsa iktidarı ele geçiren kişinin
zihniyetini görülüp gereği yapılmazsa iyi ve dürüst olmanın, bu dünya nizamında
zararda kalmaya sebep olduğunu görmekteyiz. Allah Teâlâ kulları için merhametli
olanı sever. Ancak gelecek vadetmeyen ve sorun çıkaran iyiliklerde ısrarcı
olmak özgürlükleri kaybettiriyorsa bir sorun var demektir. (Nerede?) Buna göre
bir meselede yüz tane unsur varsa hepsini de ortaya koyup o şekilde hareket
etmeliyiz. Mesela Muaviye’nin
“Sopamın yettiği yere kılıcımı
koymam. Dilimin yettiği yere sopamı koymam...Bizim iktidarımıza uzanmadıkları
sürece insanların konuşmasını engellemem” [3] düşüncesi gibi
bir karar karşısında alacağımız tedbirler için daha dikkatli olmamız
gerekmektedir. Unutmayalım ki, "Hatanın ancak ikisine izin verilmiş,
üçüncüsünde ise kader tahakkuk etmiştir."
"Allah Teâlâ’m her işimizde
sana sığındık ve kendimizi sana emanet ediyoruz. Velimiz ve vekilimiz ancak
Sen’den başkası değildir."
[1] Bkz: Cabirî, İslâm’da Siyasal Akıl; trc:
Vecdi Akyüz, İslâm’da Siyasal Akıl, İstanbul, 1997, s.727
[2] Vecdi Akyüz, İslâm’da Siyasal Akıl, İstanbul,
1997, s.717
[3] İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, (I-II),
el-Muessesetu'l-Mısrıyyetu'l-Amme li'l- Kitab, Kahire 1963, c. I, s. 9; Hasan
İbrahim Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, c. II, s. 132;
Cabirî, İslâm’da Siyasal Akıl, s.592; trc: Vecdi Akyüz, İslâm’da Siyasal Akıl,
İstanbul, 1997, s.715
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar