ARUSİLİK NASIL BİR TARİKAT
Musevileri koruyan tarikat:
Arusiler
Öte yandan Fevzi Çakmak, Rauf Orbay, Küçük Hüseyin
Efendi, Ömer Fevzi Mardin, Azra-Üzeyir Garih ile Alpaslan Türkeş’i bir noktada
çakıştırdığı iddia edilen Arusilik nasıl bir tarikattı?
Türkiye’ye nereden ve nasıl gelmişti?
Bugünlere kadar devam eden Arusilik kimler tarafından
destekleniyordu?
Arusi Şeyhleri, Musevilere nasıl bakıyordu?
Bu soruların cevaplarını aramaya çalışacağız. Bu
soruların cevapları aynı zamanda tasavvufun toplumsal ve kültürel dokudaki
yerinin irdelenmesi kadar yakın tarihin gizli ilişkiler yumağının çözülmesine
küçük bir katkıda bulunacağını söylemek mümkün.
Genç okurların resmi tarihte bulamayacakları pek çok
gerçeğin günışığına çıkması, Türkiye’nin geleceğinde yer almak isteyenlerin
oluşturacakları devlet siyaseti için de önemli ipuçları sağlayacak.
Bu herşeyden önce toplumu, kültürel dokuyu iyi
okumaktan geçiyor. 28 Şubat sürecinde iyice örselenen dindarlık,
muhafazakarlık, laiklik ve çağdaşlık gibi kavramların yakın tarihin
gerçekleriyle birlikte yeniden ve daha sağlıklı şekilde yorumlanmasına yararı
da olabilir. Arusilik, Türkiye’ye geç dönemlerde giren Kuzey Afrika meşeli bir
tarikat. Arusilik hakkında ilk bilgiler, yine bu tarikatın bilinen ilk
müntesiplerden meşhur Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi tarafından verildi.
İkinci Abdulhamit döneminde Türkiye’ye gelen Arusiliğin yıldızı ise Osmanlı
Devleti’nin son yıl arında parlıyor.
Arusiliğin Türkiye’de bir tekke ve tarikat biçiminde
örgütlenmesi Ömer Fevzi Mardin tarafından gerçekleştiriliyor. Bu nedenle Ömer
Fevzi Mardin, Arusiliğin bilinen ilk şeyhidir. Öte yandan Şeyh Küçük Hüseyin
Efendi’nin de Arusilik icazeti verdiği de ifade ediliyor. Ömer Fevzi Mardin de
Mevlana Küçük Hüseyin Efendi’nin halifeleri arasındadır. Sultan II. Abdulhamit
tarafından Fizan’a sürgün edilen Filibeli Ahmet Hilmi, burada Arusilik ile
tanıştı. Asitane-i Arusi Selamiye’yi ziyaret eden Ahmet Hilmi, Arusi
Dergahı’nın Şeyhi’ne intisap etti. İstanbul’a döndükten sonra Arusi ligi tanıtan
bir de broşür hazırladı. Ahmet
Hilmi, Şeyh Mihriddin Arusi takma ismiyle “İki gavs-ı Enam: Abdulkadir ve
Abduselam” ismindeki risaleyi 1913 yılında neşretti. Ahmet Hilmi kitabında Kadiri
Tarikatı’nın kurucusu Şeyh Abdulkadir Geylani ile Arusiliği canlandıran Şeyh
Abdusselam El Esmer’i anlattı. Ahmet Hilmi, iki tarikat arasındaki yakın
ilişkiye de ele alıyordu. Bu nedenle Arusilik ile Kadirilik, Türkiye’de Ömer
Fevzi Mardin tarafından birbirine geçiriliyor. Ömer Fevzi Efendi, Abdulkadir
Geylani’nin soyundan geldiği belirtilen Mardin’deki Kasımiye Medreselerini
kuran Mardinizadelerdendir. Mardinizadeler arasında pek çok Kadiri Şeyhi de
bulunuyor. Bir Nakşibendi şeyhi olan Mevlana Küçük Hüseyin Efendi’nin halifesi
Ömer Fevzi Mardin, Arusi SelamiÖmeriye Tarikati’nin de kurucusu sıfatını
alıyor.
Tef çalıyor diye kuyuya atıldı
Ömer Fevzi Mardin’in Türkiye kolunu oluşturduğu
Arusuliğin kökeni 1400’lü yıl ara uzanıyor.
Arusiliğin kurucusu Ahmed bin Mulıammed el-Arus’tur.
1463 yılında vefat ettiği belirtilen Ahmet bin Arus, Şazeliye Tarikatı’nın
Kuzey Afrika kol arından olan Arusiliğin ilk şeyhidir. Şazeli tarikatının Fas
kol arından biri olan Zerrukiye’nin kurucusu Ahmed ez-Zerruk da Ahmet el
Arus’un halifeleri arasında yer alıyor. Arusiliğin Kuzey Afrika’ya, tarikat
silsilesinde yer alan Fethul ah el-Acemi vasıtasıyla Horasan’dan geldiği iddia
ediliyor. Şeyh Arus’un Horasan menşeli tarikat prensipleri ile Şazeli tarikatı
esaslarını birleştirdiği ifade ediliyor. Ancak Arusiliğin, asıl olarak 1574
yılında vefat eden Şeyh Abdusselam el-Esmer döneminde canlandığı ve bütün Kuzey
Afrika’ya yayıldığı kaydediliyor. Bundan ötürü El-Esmer, Arusiliğin Selamiye
kolunun kurucusu olarak tanınıyor.
Coşkulu bir kişiliği olan El Esmer, gençliğinde
Arusilere ait bir medresede okurken Bendir denilen bir def çaldığı için
cezalandırıldı. O dönemde Bendir çalmak şeriate aykırı olarak kabul ediliyor.
Tarikat kaynaklarında konuyla ilgili bir keramet de
anlatılıyor. Buna göre Abdusselam el Esmer Bendir çaldığı için bir kuyuya
hapsediliyor. Ancak kuyudan bendir sesleri gelmeye de devam ediyor. O günlerde
medreseyi ziyaret eden tarikatın şeyhi durumdan haberdar ediliyor. Şeyh, “Hele
çağırınız, huzurumuzda çalsın bakalım nasıl şeydir” diyor. El-Esmer elinde
bendiri ile içeri girip çalmaya başlayınca, Şeyh’i aşk-ı ilahi kaplayıp,
iradesine hakim olamayarak ayağa kalkıyor, cezbe ve mestlik içinde bazı
hareketlerde bulunuyor, hatta sema ediyor, dönüyor. Abdusselam el-Esmer’i
kucaklayan Şeyh, “Oğulcuğum! Mevla’nın fazlına nihayet
yoktur. Diğer müridlerime izin vermemekle beraber, seni Allah! Allah! diye
inleyen bu acayip defi çalmadan men etmiyorum” diyor. Öte yandan Şeyh Ahmet
bin Arus’un şeyhi Ebul Abbas Ahmed bin ükbe el Hadrami’nin Kadiri Tarikatı
silsilesi içinde yer almasından ötürü, Arusiliğin aynı zamanda Kadiri
tarikatının kol arından biri olduğunu savunanlar da bulunuyor. Arusilik halen
Kuzey Afrika’da faaliyetlerini sürdürüyor. 19.yüzyılda Türklere bağlılığı ile
tanınan Arusiler, Birinci Dünya Savaşı ‘nda da Osmanlı Devleti’nin yanında
oldular. Çanakkale savaşlarına katılan bazı Arusi şahsiyetler, Nezihe Araz’in
Anadolu Evliyaları isimli kitabında da tanıtılıyor. Şeyh Abdusselam’ın dergahı
Libya Zileytin kasabasında bulunuyor. Şeyhin türbesi de dergahın içinde.
Trablusgarp Savaşı’nda pek çok Türk subayı Arusilik ile tanıştı. Bunlar
arasında Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay ile yakın arkadaşı Ömer Fevzi Mardin de
yer alıyordu.
Arusi Filibeli’yi kim zehirledi?
Filibeli Ahmet Hilmi İkinci Meşrutiye! döneminin ünlü
fikir adamları arasında yer alıyor. Konsolos (Şehbender) Süleyman Bey ile
Şevkiye Hanım’ın evliliğinden 1865’de Filibe’de(Bulgaristan) doğan Ahmet Hilmi,
Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. 1890’da Düyunu Umıımiye’de işe başladı. Posta ve
Telgraf Nezareti’nde çalıştı. Jöntürklerle ilişki karan Ahmet Hilmi Beyrut’ta
görev yaparken Mısır’a kaçtı. Burada Terakki-i Osmani Cemiyeti’ne girdi. Orada
Çaylak isimli bir mizah dergisi neşretti.
1901’de İstanbul’a döndü, siyasi suçlu olarak
yakalanarak Fizan’a sürüldü. Burada tasavvufa meyletti, Arusi Tarikatı’na
girdi. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a döndü. İttihad-ı İslam adlı
haftalık gazete çıkardı. Darulfünun’da felsefe hocalığı yaptı. Gazetenin
kapanması üzerine pek çok gazetede yazarlık yaptı. 1910’da haftalık Hikmet
ceride-i İslamiyesi’ni ve Hikmet Matbaa-i İslamiyesi’ni kurdu. İslam dünyasında
pek çok bölgeye gönderilen Hikmet dergisinde Mihriddin Arus müstear ismiyle
makaleler yazdı. İttihad-ı İslam siyasetini savunan Ahmet Hilmi 1911 ‘de
Hikmet’i günlük olarak çıkarmaya başladı. İttihat ve Terakki’yi eleştirmeye
başladı. Beş defa kapatılan Hikmet’in yayınına süresiz olarak ara verildi.
Bursa’ya sürgün edilen Ahmet Hilmi, 1912’de Hikmet’i yeniden çıkardı, dergide
Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı’nın çıkacağına dair yazılar yazdı. Hikmet
adlı felsefe dergisi çıkardı. Dergiyi daha sonra gazeteye çevirdi. Batı
felsefesine vakıf olan Ahmet Hilmi, tasavvuf ve vahdet-i vücud felsefesini
savundu. Yazılarında tasavvuf felsefesi ile Batı felsefesini birbirine
yaklaştırmaya çalıştı. Felsefi konulan halka indirmeyi görev sayan Ahmet Hilmi,
Amak-ı Hayal(Hayalin Derinlikleri) ismindeki meşhur romanında kahramanını uzun
bir fikir ve felsefe yolculuğuna çıkardıktan sonra onu vahdet şehrine
ulaştırdı. Feminizm üzerine makaleler de yazan Ahmet Hilmi’nin İslam Tarihi
isimli iki ciltlik eserinin Vehhabilerle ilgili bölümü, Vehhabiliği tanımak
isteyenler için önemli bir kaynak olarak zikrediliyor. Fırtınalı bir hayat
yaşayan Ahmet Hilmi’nin 1914 yılındaki erken ölümü kuşkuyla karşılandı. Bakır
zehirlenmesinden öldüğü belirtilen Ahmet Hilmi’nin Siyonizm ve Masonluk
meselesini ilk ele alan isimlerden olması nedeniyle masonlar tarafından
zehirletildiği şeklinde bir iddia bulunuyor.
Türkiye’de Arusiliğin asıl olarak Ömer Fevzi Mardin
ile kurulduğunu belirtimiştik.Hatta tarikatın, kaynaklarda Ömer Fevzi’ye
nispetle Arusi-Selamiye-Ömeriye olarak nitelendirildiğine de eğinmiştik. Ömer
Fevzi Mardin, Mardin’de yerleşik, Peygamber soyundan gelen ve bu yüzden Seyyid
diye anılan Şirin Dede adıyla maruf zatın ailesindendir. Mardinizadeler olarak
bilinen ailenin ünlü isimleri arasında diplomatlar, sanayiciler, edebiyatçılar,
bilimadamları ve hukukçular da yer alıyor.
Ord. Prof. Ebul’ula Mardin, Prof. Şerif Mardin, Betül
Mardin ve Arif Mardin ailenin bugün bilinen ünlü isimleri arasında yer
alıyorlar. Avni Özgürel, Türkiye’nin ilk ABD büyükelçisi Münir Ertegün’ün de
aynı aileden olduğunu iddia ediyor. Buna göre Amerika’nın ünlü müzik
sanayicilerinden Ahmet Ertegün de Ömer Fevzi Mardin’in akrabaları arasında yer
alıyor. Öte yandan Ertegün ailesi Özbekler Tekkesi şeyhleriyle de akraba
oluyorlar.
Ömer Fevzi Mardin, 1903 yılında İstanbul’da vefat eden
Mardinizade Yusuf Sıdkı Efendi’nin torunu-dur. Ünlü hukukçu Ord. Prof. Ebul’ula
Mardin, Ömer Fevzi Bey’in amcası oluyor. Yusuf Sıdkı Efendi, müftilik, kadılık,
vali vekilliği, kazaskerlik yaptı. Kadiri, Mevlevi ve Nakşi olarak biliniyor.
İmam Gazali’nin İhyaül Ulum’unu 9 cilt halinde ilk kez olmak üzere Türkçe’ye
tercüme ve şerh etti. 12 yıl süren bu çalışma sonucunda görme yeteneğini büyük
ölçüde yitirdi. Yusuf Sıdkı Efendi, bu eseri yüzünden kendisini çekemeyen ve
Abdulhamit’e yakınlığıyla bilinen Ebül’huda tarafından jurnal edildi. Bitlis’e
sürülen Sıdkı Efendi yıl ar sonra İstanbul’a dönebildi. Yusuf Sıdkı Efendi’nin
babası Ömer Şevki Efendi de müftilik yaptı. Kadiri ve Rufai olan Ömer Şevki
Efendi dini ilimlerde bilgisine güvenilen bir şahsiyet. Yusuf Sıdki Efendi,
Fatih Camii naziresinde defnedildi.
Ömer Fevzi Mardin, Ebul’ula Mardin’in kardeşi Mehmet
Arif Bey’in oğlu. 1852’de Mardin’de doğan Mehmet Arif Bey, kaymakamlık,
savcılık, mahkeme reisliği, Şura-yı Devlet azalığı, Basra, Suriye ve Yemen
Valiliklerinde bulundu, Mısır’da Kavalalı Prens Mustafa Paşa’nın Kethüdalığını
yaptı.
İngilizce, Fransızca, Arapça ve Farsça bilen Mehmet
Arif Bey, 1920 yılında 68 yaşında Kahire’de vefat etti Ömer Fevzi Mardin’in
annesi Halil Şeref Paşa’nın kızı Şerife Leyla Hanımdır. Ömer Fevzi’nin kardeşi
emekli büyükelçi Şemsettin Mardin 1989’da Kahire’de vefat etti. Şerif Mardin’in
babası. Ömer Fevzi Mardin’in kızkardeşi Fatma Aliyye Hanım, Süreyya İlmen
Paşa’nın oğlu Atıf İlmen ile evlendi.
1927-1930 yıl an arasında İstanbul Milletvekilliği
yapan Süreyya İlmen, Serbest Fırka’nın kurucuları arasında yer aldı. 1949’da
Toprak, Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi’nin de kurucularından. 1957’de ölen
Süreyya İlmen, İstanbul’un ünlü Süreya Plajı, sineması ve hastanesinin de
sahibiydi. Atıf İlmen’in oğlu Erdem İlmen ise İsmet Paşa’nın yeğeniyle evlendi.
Ö. Fevzi Mardin yeğeni vasıtasıyla İsmet Paşa ailesiyle hısım oluyor. Ömer
Fevzi Mardin’in diğer kardeşi Muhiddin Arif Mardin ise Betül Mardin ile ABD’nin
ünlü plakçılarından Arif Mardin’in babasıdır.
Ömer Fevzi nasıl Arusi oldu?
Arusi kaynaklarında Ömer Fevzi Mardin’in Rauf Orbay
ile birlikte Flamidiye Kahramanları arasında yer aldığı belirtiliyor. Aynı
kaynaklarda Ömer Fevzi Mardin’in Arusiliğe girmesi şöyle anlatılıyor:
“1911-1912 Trablusgarp Savaşı’nda Libya’da Gazi
Hamidiye’nin kumandanı iken Hazreti pirin manevi daveti şöyle gerçekleşmiştir:
Ömer Fevzi Mardin hazretleri büyük bir manevi edeple 500 metre kadar uzaktan
Hazreti piri ziyaretleri sırasında devamlı olarak yalnız Cenabı Pirin soyundan
gelen türbedarlarından o günkü zat-ı şerif aldığı emirle doğruca kendilerine
gelir ve der ki: ‘Ömer Fevzi Bey siz misiniz?’ sorusuna evet cevabını alınca
‘Pirimiz Seyyid Abduselam el Esmer Hazretleri sizi huzur-u şeriflerine davet
ediyorlar. Buyurunuz’ demesi üserine Ömer Fevzi Mardin hazretleri, kızgın çölde
ve hararetli güneşin altında 500 metrelik mesafeyi dizleri ve dirsekleri
üzerinde kat ederek Türbe-i Şerifin eşiğine başını koyarlar. Vaki davet üzerine
de huzuru şerife dahil olurlar. İki ulu zatın aralarındaki çok mahrem
görüşmenin bundan sonraki safahatı insanların bilgisi dışında tutulmuştur.
Cenabı Allah Teâlâ’nın Ömer Fevzi Mardin hazretlerine
lütfettiği Piri sanilik unvanı da bu gizlilik içerisinde aleniyet kazanmıştır.
Demek ki yüce manevi makamlar ilahi bir nimet olarak hep bu ve benzeri misulli
hallerle elde ediliyor. Cenabı Allah sırlarını takdis eylesin ve ali himmetleri
üzerimize olsun”
İsmet İnönü’ye niçin mektup yazdı?
6 Mayıs 1878’de doğduğu, askeri okul arda eğitim
gördüğü ve Deniz Binbaşılığına kadar yükseldiği Arusi kaynaklarında belirtilen
Ömer Fevzi Mardin, Sultan Mehmed Reşad zamanında Tahran Sefareti’nde Askeri
Ateşe olarak görev yaptı. Tahran’da iki kez suikast girişimine maruz kaldığı
ifade edilen Ömer Fevzi Efendi ‘nin Almanların düşmanlığını üzerine çektiği kaydediliyor.
Selanik Rüştiyesi’nde Atatürk ve İsmet İnönü ile aynı dönemde okuyan Mardin,
Harp Okulu’nu Topçu Subayı olarak bitirdikten sonra Avusturya’da Atış Okulu’nda
eğitim gördü. Tarikat kaynaklarında Ömer Fevzi Mardin’in Hamidiye harbinden
sonra Rauf Orbay’in işaretiyle İstanbul’da Nakşibendi-Halidi Meşayihinden
Hüseyin Hüsnü Ankaravi namı ile maruf Küçük Hüseyin Efendi’ye intisab
ettiği ve ondan Nakşibendi İcazeti aldığı kaydediliyor. Deniz kuvvetlerinden
kurmay yarbay olarak emekliye ayrılan Mardin, Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi’nin
1930 yılında vefatından sonra irşada başladı, Nakşibendi, Kadiri, Mevlevi,
Şabani dersi verip talebeler, müridler yetiştirdi. Arusi tarikatindan ilk ders
verdiği kişi, daha sonra yerine geçecek olan Bedirhanzade Seyyid Mustafa Aziz
Çınar Efendi’ydi. Aksiyon dergisinin 15-21 Eylül 2001 tarihli sayısında
Ömer Fevzi Efendi’nin 1930’larda İstiklal Mahkemeleri kurulduğunda Ömer Fevzi
Bey’in ismi de gündeme geliyor.
Mardin,
yakın arkadaşı Başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup yazarak hayatının tehlikede
olup olmadığını sorar. İsmet Paşa cevaben yazdığı mektupta, “Siyasete girmezsen hayatın
müemmendir”
ifadesini kul anıyor. Ömer Fevzi bey’de karşılık
olarak, Siz iktidarda olduğunuz sürece siyasetle
ilgilenmeyeceğimden emin olabilirsiniz” diyor. Gerçekten de Ömer Fevzi Bey, çevresindeki
insanlara günlük politikadan uzak olmaları tavsiyesinde bulunuyor. Ömer Fevzi
bey, 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasından sonra halk arasında demokrasi
bilincinin kökleşmesi için kitaplar yazmakla yetiniyor. “Köylü Kardeş, Türk
ve Demokrasi” kitaplarını yazıyor.
Musevilere yardım ettiler
Yine Aksiyon dergisinde anlatıldığına göre 1940’ların
başında Museviler ile dindarlar arasındaki dayanışmada da Ömer Fevzi Bey önemli
bir rol oynuyor. Varlık Vergisi olayı’ndan bunalan ve Aşkale gönderilen
Musevilerin ailelerine yardımlarda bulunuyor Arusiler. 1942’de Kadiköy’de
kurduğu İlahiyat Kültür Telifleri Derneği, Müslümanlar ve gayr-ı müslimler
arasındaki diyalogda etkili oluyor.
Ömer Fevzi Bey, şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’nin Azra
Garih ile olan yakın dostluğunu hatırlatarak çevresine, “Hepimiz aynı Allah’ın kullarıyız. Hidayet ancak ve ancak Allah’ın
elindedir. İnsanların içindeki inancı ancak Allah bilir. Biz sadece sevgi ve
saygı göstermekle mükellefiz” şeklinde telkinlerde bulunuyor. Aynı dönemde Kitab-ı
Mukaddes Yayınevi’nin sorumlusu Dr.Lee Mc Gallum bir mevlit kandilinde
Süleymaniye Camii’ne gidip tebriklerde bulunurken, ünlü mevlithan Kani Karaca
da Musevi Sinagogu’na giderek okunan Hallilere elleriyle ritim tutuyor. Pek çok
Musevi de Ömer Fevzi Efendi’yi ziyaret ediyor. Fethullah Gülen Hoca ile uzlaşma
kültürüne katkıda bulunmaya çalışan Üzeyir Garih, babasının yakın dostu olan
Küçük Hüseyin Efendi’nin halifesi Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin ve çevresinde gelişmelerden
haberdardı. Ömer Fevzi Mardin Türkiye Musevileri için pek de huzurlu olmayan
1940’lı yıl arda “Musevilere Çıkış Yolu” isimli bir de kitap neşrediyor.
Arusi-Selamiye Tarikatı’nın Ömeriye kolunu kuran.Ömer
Fevzi Mardin 1953’de vefat etti, Karacaahmet’te aile kabristanında toprağa
verildi. Mardin vefat ettiğinde yerine zat halifelerinde Nafiz (Baba) Uncu (1886-1958) geçti.
Nafiz Baba’dan sonra, onun yerine Bedirhani Mustafa Aziz Çınar(1909-1979)geçti. Vasıf Çınar ve Cemal Kutay ile aynı aileden gelen Mustafa
Aziz Çınar eski Kadıköylü olarak biliniyor. Çınar’ın sohbetleri yakınları
tarafından derlenerek Varidat-ı Şerifeler(Hatıra düşen notlar) ismiyle
neşredildi. Çınar’dan sonra Necmettin Oyman görevi uhdesine aldı. Cami ve Türbe
Koruma Yaptırma ve Yaşatma Derneği kurucusu, Saldır Şeyh Camii ve Türbesinin
inşası ile ibadete açılmasının yanı sıra 6 kadar türbenin restore edilmesine
öncülük eden emekli lise tarih hocası, 1995’de 1995’de vefat eden Mahmut Murat Tengiz de Tarikatı Arusi-yi Selami şeyhlerinden. Üzeyir
Garih’in babasının gizli müslüman olduğunu babası Hulusi Efendi’den işittiğini
açıklayan Abdurrahim Güzelyazıcı da Ömer Fevzi Mardin’e intisap eden
isimler arasında yer alıyor.
Ömer Fevzi Mardin’in Musevilere
bakışı
Ömer Fevzi Mardin’in 1950’de neşrettiği Kur’an-ı
Kerim’in mevzulara göre tasnifinin şerhli Türkçesinde, “Te’dip iradesi
tecellisi” başlıklı bölümde Musevilerle ilgili ilgili te’dip ayetlerinden 5.nci
sure’nin 64. Ve 81 ayeti ile 7.sure-168. vel38. ayetlerini şöyle açıklıyordu:
“Dikkat: Fakat iyi dikkat edelim
ki: bu lanet; Hazret-i Davud veya Hazret-î İsa tarafından değil, Allah
tarafından edilmiştir. Allah Teâlâ, ettiği lanet için Hazret-i Davud ve
Hazret-i îsayı ifade vasıtası olarak kul anmıştır. Şimdi, Allah Teâlâ’dan gayri
hiç kîmse, (Nebî olsun, velî olsun, her kim olursa olsun) kendiliğinden değil
bir milleti, hatta bir ferdi bile tahkir, tezlîl etmek hakkını haiz değildir.
Bu hak; yalnız Allah Teâlâ’nındır. insanların Rabbı; Allah Teâlâ-ı azîmüşşanındır.
Yaradan, yaşatan O dur; O ister azarlar, ister över, hak O’nundur, mahluk
O’nundur.
İnsanlara düşen vazîfe; bîr insan
veya kavim hakkında Allah Teâlâ’nın ettiği muahaze veya medihden ibret, hisse,
ders almak, muahaze edilen hallerden, hareketlerden kaçınmak, övülenlerine
doğrulup özenmektir. Yoksa, Allah falan kimseye veya falen millete ağır
tenkitte bulunmuştur diye onlara karşı ayni lisanı kul anmak, ayni tavrı
takınmak kimsenin hakkı, haddi değildir. Bundan büyük küstahlık, terbiyesizlik
olmaz. İyi bilelim ki böyleleri; azarlanıp muahaze edilenden daha tehlikeli bir
gaflete kendini kaptırmıştır. Allah Teâlâ’nın gayreti; kulu kula ezdirmeğe,
hırpalatmağa müsait değildir. Musevî mukaddes kitabında bir Allah kelamı
vardır. Meali sudur. ‘Sen, harab ettin, gel şimdi de sen harab edileceksin.’
buyurulduğu gibi böyle küstahlara da bir gün Allah Teâlâ; (sen hırpaladın gel
şimdi de sen hırpalanacaksın) diye hakkında gazab izhar edebilir. Hakikat sudur
: Allah Teâlâ’nın kulunu tahkîr eden; Allah Teâlâ’ya hürmetsizlik etmiş olur.
Allah Teâlâ’nın kulunu inciten; Allah Teâlâ’yı incitir. Kula eziyet eden, Allah
Teâlâ’ya eziyet eder. İnsanlara düşen vazife, cümle hakkında salah niyazıdır;
Şimdi su ayet-i kerîmeyi okuyalım: (5__14)_: ‘Mîsak ve ahidlerinde durmamaları
sebebiyle onlara lanet ettik, ve kalplerini katı kıldık.
Kelamı (Tevratı) tağyir ve tahrif
ederler. Onda zikr ve ihtar olunan şeyden nasiblerinî unutup terk ederler. Sen
onların hıyanetlerine daima muttali olursun. Onlardan ancak pek azı hiyanet
etmezler.
[Fakat] onlara af ile muamele et,
Allah Teâlâ-, iyilik ve ihsan edenleri sever’ İşte : Cenabı Hak ayet-î kerîmede
de ayni muahazayı tekrar ediyor ve Peygamber efendimize (sen de onların
hiyanetlerine daima muttali oluyorsun) buyuruyor. Fakat sen onlara af ve
müsamaha ile muamele et dîye îkaz ediyor. Demek ki tenkît ve takbih hakkı
yalnız Allah Teâlâ’nındır. Kulun kula fena muamelesine cevaz yoktur.”
1940’lı yıl arda Ömer Fevzi Mardin’in Museviler
hakkında yaptığı açıklamalar böyleydi.
Bundan Garih’in haberdar olmaması zor.
Kore’ye asker göndermeyi savundu
Ömer Fevzi Mardin, “Kitap Ehli Ailesi”, “Dinde Güzel
Sanatlar Telakkisi”, “Dinde askerlik kültürü”,
“Müslüman Olmayanların Din Durumları” ile “Kan Gütme
Davası” isimli kitapların da yazarıdır.
Mardin, 1950’de DP iktidarında Kore’ye asker
gönderilmesi kararını da savunan bir din adamı olarak dikkat çekti. Hatta bu
amaçla, “Kore Savunmasına katılmamızda Dini ve siyasi Zaruret” isimli kitabı
yazdı. Kur’an-ı Kerim’in her yirmibeş yılda tefsir edilmesi gerektiğini savunan
Ömer Fevzi Mardin,
“Dini Hasbihal” isimli kitabında ilginç bir
muhafazakarlık tanımı da yapıyor. “Din saik-i terakkidir” başlığı altında
Mardin,
“Muhafazakarlık, yalnız esasat-ı
diniyyede ve asalet-i milliyeye aid hususat ve an’anatda makbuldür. Hatta
Farzdır. Maada hususat için merduddur, mennudur. Çünkü zaman nasıl mütemadiyen
ilerliyorsa herşeyin de zaman ile birlikte terakki etmesi lazımdır. Hayat demek
sa’y ve amel demektir. Bu ise terakki içindir. Tarih-i hilkat-i Adem ile bugünkü
devri arasındaki zaman safahat-ı terakkiden ibarettir. Yoksa kurunu
ula(ilkçağlar) mebde’indeki insanların hayat-ı maişeti ile bugünkilerin
arasında bir fark olmazdı. Bakınız Seyyidil-kainat efendimiz ne buyuruyor: ‘İki
gününü müsavi kılanın bir günü zayidir’. Demek ki bugünün dünden, yarının
bugünden daha müterakki, daha mes’ud geçmesi için çalışmak; bir vazife-i
diniyedir. Nerede kaldı ki hal-i sabıktan beter olmak”
ibarelerine yer veriyordu. (Ömer Fevzi Mardin, Dini
Hasbihal, sh. 58-63, İrfan Yayınevi)
Arusiliğin bugün önemli isimlerinden biri de Mehmet
Faik Erbil’dir. Ünlü denizci komutan Koca Turgut Reis soyundan geldiğini
belirten Mehmet Faik Erbil, Arusilik hakkında şunları anlatıyor:
“Hz. Pir Seyyid Abdusselam el Esmer ülkemizde layıkı
veçhiyle tanınmamakta ve bilinmemektedir.
Halbuki Filibeli Ahmet Hilmi beyin de bildirdiği gibi,
Cenabı pir tavsiyelerinde dervişanına “Türkler İslam’ın hizmetkarı ve
İslam’ın muzaffer askerleridir. Onlara muhabbet ediniz” buyurmuşlardır.
Osmanlıları Libya’ya davet eden de bizzat Hazreti
Pirdir. Sözkonusu işbu manevi telkinlerin Türk leventlerinin ve özellikle
Kaptanı derya Malta Fatihi ve Kuzey Afrika Beylerbeyi Şehit Turgut Reis Paşanın
Kuzey Afrika’yı ve Trablusgarb’ı Osmanlı mülküne dahil etmede tesiri olmakla
beraber Hazreti Pirin büyük himmetini gördükleri de gerçeğin ta kendisidir.
Yine kendisi gibi öz be öz Türk evladı ve yardımcısı olan değerli bir kumandan
Trablusgarp Valisi Murad Ağa Hazretleri de bizzat Hazreti Pirin huzurlarında
bulunmuş, halifesi olmuş ve himmetlerini görmüşlerdir. Her iki mübarek zatın
türbe-i şerifleri de Libya’dadır. Buradan da anlaşılıyor ki, Hz. Pirin Türk
milletine muhabbeti ziyadedir. Mevzu ile alakalı çok daha geniş bilgi “Gerçek
Tanrı erleri” kitabımızdadır” ibaresine yer veriyordu. Arusilerin Türkleri
kardeş gibi sevip Osmanlıya samimiyetle bağlandıklarını ifade eden Erbil, “Bu muhabbet hala devam etmektedir. Hazreti pirin manevi işaretleriyle Hacı
Mesut Çanakkale savaşlarına iştirak etmiş, muhaberelerin en kararnlık
devresinde savaşın kazanıldığını müjdelemiştir. Milli mücadele sırasında Arusi
tarikatı şerifi mensupları, Senusiler gibi Türklerin yanında olmuşlardır” diyor. (Seyyid Abdusselam,
İrfan Yayınevi, M. Faik Erbil’in takdimi)
Kıbrıs Harekatı’nda Arusilerin
kerameti
Erbil’in Arusi Şeyhi Abdusselam el-Esmer ile ilgili
olarak anlattığı menkıbeler sadece bu kadar değildi. El Esmer manevi şahsiyeti
ile Kıbrıs Harekatı sırasında da Türk askerlerine yardım ediyor.
Erbil bu arada çok ilginç bir açıklamada daha
bulunuyordu.
MHP Lideri Alpaslan Türkeş de Arusi Şeyhi Abdusselam’a
büyük saygı duyuyordu. İşte Erbil’in anlattıkları:
“Kıbrıs hareketi sırasında da her türlü aksaklığa
rağmen Hazreti Pir Gavs ı Azam Esseyyid Abdusselam el Esmer’in himmetleriyle
netice alınmıştır. Mevzu ile alakalı olarak, Rahmetli Alpaslan Türkeş’in bize
naklettiği veçhile, bu harekata Diyarbakır’dan kalkan uçak filomuzun kumandanı
Hava Kurmay Albay Ertuğrul Sabuncu Bey, ‘yüzde altmışımızın döneceğini
sanmıyorum’ diyerek pilotlarla telsiz vasıtasıyla helalleşmiş ve Ada
üzerine geldikleri zaman Kıbrıs Adası büyüklüğünde bir elin aşağıda yine Kıbrıs
Adası büyüklüğünde bir elin de yukarıda olduğunu ve kendilerinin de bu iki elin
himayesi altında bulunduklarını aleni müşahade etmişler ve heyacandan
titreyerek, harekatı hiçbir zayiat vermeden tamamlayarak tekrar üslerine
dönmüşlerdir.. Nur içinde yatsın.”
Türkeş, Arusilere niçin teşekkür
etti?
Alpaslan Türkeş’in Arusi Şeyhi Abdusselam el-Esmer’in
manevi yardımlarına muhatap olduğu da Türkeş’in ağzından aktarıyordu Mehmet
Faik Erbil aktarıyor: “Muhterem Alpaslan Türkeş acizaneme üç şeyi heyacanla
nakletti: Birincisi 11 aralık 1987’de Hz Mevlana ihtifaline giderken
karşılaştığımda başbaşa sohbet ederken şöyle demişti: ‘Hakkımdaki idam fermanı
önceden verilmiş ve üç bacaklı sehpa kurulmuştu. Çok büyük bir evliya olan
Hazreti Pir Seyyid Abdusselam el Esmer Sultanın yüzü suyu hürmetine bu belanın
üzerimden ref-i def olması için Cenab-ı Allah Teâlâ’dan niyaz ettim. O mübarek
zat bir tekme attı sehpaya, üç bacağını birden kırdı. Kendilerine medyun-u
şükranım. İkincisi: haksız yere yattığım hapisten sonra çoluk çocuğumla
Avrupa’ya gittim. Alman hükümeti, yapılan fitne üzerine, hava meydanından geri
dönmemi istedi. Yarım saat içerisinde Seyyid Abdusselam Hazretleri’nin
himmetini gördüm. Alman istihbarat Başkanı benden özür diledi ve Frankfurt’a
girdim. Üçüncüsü: Yine İngiltere’ye gitmek üzere iken Fransa’ya inmek zarureti
hasıl oldu. Aynı şekilde Paris’e girmeme müsaade edilmedi. Yine o mübarek Pirin
himmetleri ile onbeş dakika içinde bizzat Paris Emniyet Müdürü gelerek özür
diledi. Paris’e oradan da İngiltere’ye geçtim. Ya Allah’ım! Bu büyük evliyayı
nasıl sevip de ona hürmet etmeyeyim’. Ayrıca acizaneme hitaben şöyle dedi:
“Beni herkesin terk ettiği en kara günlerimde ve en zor zamanlarımda gerçek bir
karagün dostu olduğunu unutmam mümkün değildir. Evlatlarımın, katillerin, vatan
hainlerinin zalim kurşunlarına hedef olmaması hususunda bize gösterdiğin alaka
beni çok mütehassıs etmiştir. Allah senden razı olsun.” * Arusilerin önde
gelen isimlerinden olan Erbil’in sözlerinden Türkiye’deki Arusilerin 12 Eylül
öncesinde MHP’ye yakın oldukları en azından moral destek sağladıkları
anlaşılıyor.
Gün Sazak’ın eşi Arusilere yardım
etti
MHP camiasından 1980 Mayıs’ında sol bir örgütün
kurşunlarına hedef olarak hayatını kaybeden Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak’ın
eşi Nilgün Sazak da Arusilere yakınlık duyan isimler arasında yer alıyor.
Nilgün Sazak’ın Filibeli Ahmet Hilmi’nin Mihriddin Arusi ismiyle 1913’de
yazdığı “İki Gavs’ul Enam” isimli kitabın neşredilmesinde maddi yardımda
bulunduğu, adı geçen kitabın ön-sözünde belirtilerek, kendisine teşekkür
ediliyordu. “Bu eserin meydana getirilişinde maddi olarak hiçbir yardımı
esirgemeyen ve edep ölçüleri içerisinde gizli gizli, herhangi bir karşılık
beklemeksizin Allah Teâlâ’nın rızasını tahsil hususunda nice Allah kuluna
çeşitli sahalarda yardım eden hayırsever insan Sayın Nilgün Sazak’a müştereken
teşekkür etmeyi bir borç bilir, Cenabı Al anın kendilerinden razı ve hoşnut
olmasını niyaz ederim. Allah Fakiri Esseyyid Mehmet Faik Erbil” Filibeli Ahmet
Hilmi’nin ‘İki Gavs-ı Enam” isimli risalesi ile Ömer Fevzi Mardin’in İrfan
Yayınevi’nden neşredilen, “Dini Hasbihal” kitabını bugünkü dile çeviren kişi
ise Prof. Mim Kemal Öke’ydi. Dünya sosyetesinin ünlü isimlerinden Ender
Mermerci’nin yanı sıra MHP Eskişehir Milletvekili Süleyman Servet Sazak’ın
annesi Nilgün Sazak’ın da özel yaşamlarında tasavvufa meyletmeleri ilginçti.
Başörtüsü sorununa farklı bir
bakış
Mehmet Faik Erbil, Türkiye’de uygulanan başörtüsü
yasağına da farklı bir çözüm öneriyor. Ömer Fevzi Mardin’in Ahzap Suresi 59
ayetinin manasını, “Tesettür, yani örtünmek keyfiyeti, kadınların emniyet ve
tahaffuzu esasında bir zaruret olarak emir buyurulmuştur” şeklinde şerh
ettiğini belirten Erbil, “Kur’an-ı Kerim ile kurulan Yüce İslam dini bil-cümle
yaratılmışlar üzerine güneş gibi doğmuştur. Bu noktada insanlık alemi hususiyet
arzeder. Tevhid esasını getiren yüce dinimiz, adalet, müsavat, hakkaniyet, hoşgörü
ve bağışlayıcılık ile çalışmayı ve selamet üzere huzur içerisinde kazanan
insanların birbiriyle yardımlaşma esasını amir olan bir içtimai birliği
emretmekle devletin bölünmez bütünlüğü nokta-ı nazarından bizlere orta yol
üzere olmamızı göstermiş bulunmaktadır.
Öyle ise birbirimize karşı merhametli ve muhabbetli
olmak mecburiyetimiz bizatihi doğmaktadır.
Önemine binane bir hadisi şerifi dercediyoruz; ‘Bir
ülke küfürlü yaşar, zulümme yaşamaz’. İş bu hadis-i şerife göre beyanımız şu
olmalıdır: Her devletin kendine mahsus idare şekli vardır. İcra vekilerinin
kendi milletinin yönetimine mahsus devletini korumak için vazettiği kanunlar
çerçevesinde veya yönetmelik ölçüleri içerisinde aşırı olmayan bazı sakındırıcı
kararlarına uymak, nizamı temin etmek, içtimai hayatta zaruret halini alır.
Huzurun temini bakımından medeni ölçüler dışında aksi davranış hoş karşılanmaz.
Mevzu ile alakalı olarak bir hadis-i şerifi burada kayda değer buluyoruz:
‘Muhakkak Allah Teâlâ, dini fücur ehli bir kimse ile
de teyid eder’. En doğrusu orta yolu bulmaktır. Çok güzel bir örnek olarak
mübarek Ehl-i Beyti Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ailesi hakkında yüce
kitabımız Ahzap Suresi 33. Ayet-i kerimesinde şöyle öğüt buyurur: ‘Evlerinizde
karar edin. İlk cahiliyettekilerin(putperestlerin devrindeki kadınların)
süslenip sokaklarda dolaştıkları gibi süslenerek sokaklarda dolaşmayın.
Namazınızı kılın, zekatınızı verin. Allah ve Resulüne
itaat edin. Ey Ehl-i Beyt Allah sizden murdarlığı musaffa kılıp kemale erdirmek
ister.’ Bu emri ilahi doğrudan doğruya Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimizin mübarek aile efradına aittir. İsteyen akıl sahibi kimseler ne güzel
bir örnek olarak benimserler.” (Seyyid Abdusselam. İrfan Yayımcılık, Sh.
292-293)
Arusiliğin önde gelen isimlerinden M. Faik Erbil’in
başörtüsü yasağına karşı önerdiği çözüm böyleydi. Arusilik, Türkiye’de devletle
çatışmamaya, günlük politikaya bulaşmamaya özen gösteren geleneksel bir eğilimi
temsil ediyor. Kuzey Afrika Arusileri de Osmanlı Devleti’ni desteklediler.
İkinci Meşrutiyet döneminde Türkiye’ye girdiği anlaşılan Arusilik, Osmanlı
Devleti’ni, İstanbul’u İslam dünyasının merkezi olarak gördüler. Türkiye’yi
merkeze alan bu eğilim Cumhuriyet döneminde de aşağı yukarı varlığını sürdürdü.
Üzeyir Garih’in öldürülmesiyle birlikte Türkiye’de pek çok insan Arusilik diye
bir tasavvufi akımın varlığından haberdar oldu. Oysa Türkiye’de Arusiliğin
tarihi neredeyse bir yüz yılı buluyor.
Sh:121-135
Kaynak: ABDULLAH MURADOĞLU, GARİH-
(Sıradışı Bir Musevi’nin Portresi) Bakış Yayınları, Kasım 2001, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar