Print Friendly and PDF

CİNLERLE İNSANLARIN EVLİLİĞİ: BÜYÜ (SİHİR-MAJİ)

Bunlarada Bakarsınız







Gerek insan bilimi, gerekse kültürel olarak toplumların inanç ve düşünce yapılarına baktığımızda bunların temelle­rinde ya din veya sihir olgusuna rastlamak mümkündür ki, bu umumiyetle tabiat güçlerini elinde bulundurup idare eden insanüstü ilahi güçlerin varlığına inanma olgusudur yahut da insanların kimileri tarafından öğretilmek suretiyle de kazanılabilen yetenekler vasıtasıyla toplumun ihtiyaçlarına göre yönlendirilebilen insanüstü güçlerin ve bedensiz varlıkların mevcudiyetine inanma olgusudur.
Birincisini din, ikincisini ise sihir tabirleri ile ifade ettiğimiz bu iki olgu kimi toplumlarda birbirlerinin içine gir­mişler, kimilerinde din kaybolmuş sihir bir din gibi algılanmış, kimilerinde ise sihir kutsallaştırılarak ancak özel kişilerin anlayıp uygulayabildikleri olgular olarak kabul edilmiştir. Olağanüstülükler oluşturma yönünden sihre, çoğun­lukla uygulayıcılarına tabiatüstü ilâhilik yakıştırmaları yapılmak suretiyle, dinî bir kisve büründürme çabasına giril­miştir. Nitekim pek çok dinde bunun örneklerine rastlanılabilir. İnsanlardaki bu saplantılar yani dinî ve ilâhî kis­veye büründürme çabası, hak rasüllerin bu gibi ameliyelerin benzeri ya da daha üstün hallerini sihrî bir sisteme başvurmadan, doğrudan ilahî güçlerle uygulama girişimlerini zorunlu hale getirmiştir ki biz, bunlara mucize gösterme diyoruz. Böylece rasüllerin gönderilme sebeplerinden birisi de sihir ile dinin arasını ayırarak, sihirbazlarla vasıta görevi yapan bedensiz varlıkların (cinlerin) ilâhîleştirilmelerinin önlenmesidir. Nitekim bu tavır yasak­lanarak bir inanç bozukluğunun önü alınmaya çalışılmıştır. Buna en bariz misallerden birisi eski Yunan mitolojisi ve dinidir. Din ile sihir Grek kültüründe baş­langıçta mevcut idi; hatta Aristo ve Platon'da ifade bulan tevhid inancı hâkimdi. Ancak sihirde kullanılan üstün be­densiz varlıklar ilahileştirilerek tanrılara dönüştürüldü; böylece tevhid dini yozlaşmış oldu, küfür ve şirk hâkim oldu. Çok tanrılı dinlerin meydana gelişinde sihir önemli roller oy­namıştır.
Sihir İslamiyet’in başlarında Arab yarımadasında ya­şamış olan toplumların birçoğunda pratik olarak uygulanan bir hâdise olarak karşımızda durmaktadır. Şöyle ki putpe­rest Araplar, Kabala ya da Yahudi sihrini uygulayan Muse­viler sihrin çeşitli örneklerini ve astrolojik bazı işlemleri uy­gulamakta idiler. Bu, onlara geçmiş toplumlardan miras ola­rak geçmiş idi.
Cahiliye dönemi Arab toplumunda sihir yapılarak etki altına alınanlara meshûr deniliyordu. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de nübüvvetinin ilk yıllarında ilâhi davetine icabet ederek pek çok kişinin putperestlikten sıyrılıp tevhid inancına sahip ol­malarına vesile olduğu için insanların düşüncelerini sihirle etki altına aldığı suçlamaları ile karşı karşıya kalmış; bazen kendisi cinlenmiş, bazen de sihirbaz tabirleri ile suçlan­mıştır. O, bu davetlerinde umumiyetle sadece Kur'ân'dan pa­sajlar okuyup dinlettiği için bazen Kur'ân için de bu yakış­tırmalar yapılmıştır.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, gösterdiği pek çok çeşit mucizeler ile hem insanların inançlarını etki­leyerek sarsmış, hem de uygulanmakta olan sihri hak ettiği seviyeye indirgemiş ve dini üst plana çıkarmıştır. Buna karşılık sihrin insana yararlı olan sahalarında uygulama­lara izin vermiş, ancak kendisi bizzat bu gibi hâdiselerde sihri uygulamamış, bütünüyle mucizesi ile tabiatüstü müdahaleler icra etmiştir. Mesela olağanüstü tıbbî müda­haleleri müşahede edilmiştir. Akrep ve yılan sokmaları ile göz değmelerine karşı putperest Arabların şirk içermeyen sihri formülasyonlarını bazı ufak tefek değişikliklerle onay­lamış ve insana "yararlı" olması şartıyla uygulamalarına izin vermiştir. Bununla birlikte bazı ruhsal ve fizyolojik has­talıklarda Kur'ân'dan âyetleri bizzat kendisi okumak veya ashabına öğretmek suretiyle de İslâmî Nebevi temellerini atmıştır. Böylece İslâmî özge gerçek rukye (dua), aslını Nebevi buyruk ve bilgilerden temel almıştır.
İslâm duada ile dinî inançların arasında kesin bir çizgi vardır. Uygulamalarda ilâhi sözler kullanılır. İslâm inancında rukye duanın bir türüdür. Bazen vasıta ola­rak bedensiz varlıklar (melekler-cinler) kullanılır. Ancak hiçbir zaman bu varlıklar ilahlaştırılmazlar.
Tarihsel olarak baktığımızda rukye uygulama­da Kur'ân esaslı olmayan yabancı orijinli uygulamaları da görebilmekteyiz. Mesela Batıda "sihirli dörtgenler" diye de tabir olunan vefk uygulamaları ve harflerin "bast ve teksiri" gibi ameliyeler başka sihir ekollerden, İslâmîleştirilmek suretiyle sonradan sokulmuş şekiller olarak dikkatimizi çekmektedir. Bu uygulamanın sebebi, ev­velki sihir ekolleri kendi bünyesi işine alıp eritme yani İslâmîleştirme gayesine matuftur. İşte bu husus, aslında tahrif olunmuş dinlerin orijinlerinin tevhid inancı olduğunu vurgular gibi, sihir ekollerin çoğunluğunun da orijinlerinin bir olduğunu vurgulamaktadır.
Pek çok kültürlerde olduğu gibi İslâm toplumunda da dindar bir müslüman din karşısında sihrin seviyesini ve inanç karşısında olumlu ya da olumsuz taşıdığı değeri bilmemektedir. Hatta bu bilgi noksanlığı topluma öğretme ve on­ları bilgilendirme konumunda olan imamlar ve bilginlerde bile mevcuttur. Onlar sihri yeterli olarak tanımadıkların­dan topluma da hatalı telkinlerde bulunabilmektedirler. Bu telkinler özellikle Hanefî Mezhebi toplumlarda (şehirli) sihri inkâra yönelik bir merada seyretmiştir. Başlangıçta toplumun sihirle çok fazla ilgili bulunmayışı, ona yönelik itikadî ve şerî bakış açısını da etkilemiştir. Kûfe ve çevresi kültürel olarak sihir ile fazla içli dışlı olmadığı için Hanefilerin sihir olgularına bakışı inkâra yöneliktir. Buna karşılık tarihsel ve kül­türel bir olgu olarak Kuzey Afrika, sihir ile oldukça içli-dışlı olduğu için Mâlikî Mezhebi, sihri oldukça yapıcı yaklaşımlarda bulunarak tevile yönelmişlerdir. Belki de Mâlikîlerin bu tu­tumu "İslâmî Rukye" bu yörede kökleşip, bir sistem olarak ortaya çıkmasında önemli bir etken olmuştur.
Sihrin İslâm toplumlarında bazı yörelerde diğerlerine nisbetle daha az ya da çok mevcut olmasının bir diğer önemli nedeni de ekonomik etkenlerdir. Yoksul yörelerde sihrî çözümlere daha çok başvurulmaktadır. Buna karşılık fakir­liğin az görüldüğü, zenginlik ve refahın olduğu şehirlerde sihir uygulamaları azalmaktadır. Bu husus sadece İslâmî kültürlere has bir olgu değildir. (sh:11-15)

SİHRİN UYGULAMA ALANLARI
Sihrin, daha geniş bir ifâde ile ele alırsak sihirnin icra edilip, tatbik edildiği sahalar, insanın yaşadığı ve tâbi olduğu tüm alan ve kurumlar içine girmiştir. Bu sahaları konu başlıkları ve örnek operasyonlarla ele alalım:
Sosyal sihir: Evlilik (kısmet kapama ve açma, kalp tes­hiri, problemli evliler arasında sevgi oluşturma, geçimsiz ev­lileri ayırma), komşuluk (kötü komşuları yerinden etme), düşman (zâlimin zulmünden korunma, hakkını alma, zâlim­den intikam, kötü kişilerin arasına kin îkâ etme), teshir (muhabbet, atıf, ülfet ve celb ameliyeleri).
Tıbbî sihir: Hastalık teşhisi, genel sağlık, hijyen, genel şifa operasyonları, ağrıların giderilmesi, yılan, akrep ve haşerat sokmalarına karşı efsunlar, çocuk hastalıkları, psişik ve manik hastalıklar, obsesyon vak'alanmn tedavileri, uyku problemleri...
Büyü bağlama ve açma ameliyeleri, idrar, dil, cinsel bağlar, kısmet açma ve bağlama...
Ceza sihri: Hastalatma ve hastalık gönderme ameli­yeleri, sar'alatma, irsâl-i hatif (cin gönderme), düşman ve şer evlerinin taşlanması ve tahribi, düşmanın helaki.
Kriminal sihir: Hırsızın tesbiti ve cezalandırılması, kayıp insan ve malın bulunması ve kaybolduğu yere celbi, kayıp hakkında haber alınması.
Adlî sihir: Hâkim veya savcıyı sakinleştirmek, mahke­meyi kazanmak, mahpusu hapisten kurtarmak.
Hıfz sihri: Kaza, belâ ve musibetlere karşı genel ko­runma, yolcuyu çeşitli tehlikelerden koruma, dükkan, tarla ve depodaki mal ve tahılları zararlılardan koruma.
8.    Arkeolojik sihir: Define aramakla ilgili konular.
9.    Veteriner sihri: Koyun, sığır süt ve yağlarının arttırılması, at ve koyun hastalıklarının tedavisi, hayvanların kurt gibi yırtıcılara karşı korunması...
10. Parasal sihir: Kağıt taksîsleri, mal ve kazançta bereketin artırılması, kağıt tasrifleri, deri ve yaprak gibi maddelerin kıymetli kağıt ve metallere dönüştürülmesi, cinlerden
para celbi, müşteri celbi...
11. Şeytânla ilişki için sihir: Cin davetleri ve tasrifler.
12.  Haber alma sihri: Su vasıtasıyla haber alma (mendel), istihare, rüyada haber alma, cinlerden direkt bilgi edinme.
Ziraî sihir: Ot, tahıl ve meyve ağaçlarının kolay ve bol ürün vermesini temin eden operasyonlar, meyve düşüren ağaçların tedavisi.
Haşeratlarla mücadele: Pire toplama operasyonları, fare, akrep ve benzeri haşeratın kovulması.
Medyumsal sihir: İstintak(sorgulanacak hale getirme), hipnoz hâline sokarak konuşturma ve soruşturma.
Bu listedeki örneklerden de görülebileceği gibi insanın ih­tiyaç duyduğu hemen her hususta ve özellikle alışılmış metodların yetersiz kaldığı hallerde sihre başvurulmaktadır. Tabii ki bu başvuru, toplumun refah seviyesinin yükselmesi ile ters orantılıdır. Sihrinin uygulamaları yoksul toplumlarda Batı toplumlarına göre çok daha ileridir ve kültürlere göre sihir ekollerinde din her ne kadar değişiklikler arzediyor olsa da, listede zikredilen konuların pek çoğunda uygulama saha­ları mevcuttur.
Aşağıda sihrin insan yaşamının çeşitli safha ve kurumlarını ne denli etkileyebileceğini gözler önüne serecek işaretler verilecektir:
İbnu'l-Hâcc, Şumûsu'l-envâr'ın 1329 H. baskısının 75. sayfasında 5. mesele başlığı altında sihirlerin 30 grubunu saymıştır.
Bir süre önce hizmetinde bulunduğum Dehmûşu'l-ifrît’i elde etmiştim. Bana sayısız meselelerde hizmet veren bu meleğe (cinne) bir gün sihir yapılmış kişinin alâmetlerinden sor­dum. Bana:
"Sihir 30 grupta kendini gösterir" dedi. Ben de:
"Bana bunları, Allah'a ve Süleyman peygamberin ahitlerine yemin ederek yalan söylemeyeceğini söyledikten sonra say" dedim. O da şöyle karşılık verdi:
"Kendisine sihir yapılan ki­şi kapısı kapalı bir eve benzer ki, içine bu kapısından başka hiçbir giriş imkânı yoktur. Bir anahtar olmazsa eve girmek kabil olabilir mi?". Ben de:
"Hayır" dedim. Şöyle devam etti:
"Bir insanın vücuduna bir diken veya ok saplansa, bunları çıkarmadan ağrısının dinmesi mümkün değildir, değil mi?". Ben de
"Evet" dedim. Sonra da sihrin uygulama yerlerini an­latmaya başladı:
Kocaya öyle hükmeder ki, karısından nefret eder. Sihir yapılmadan önce karısını ne kadar çok seviyorsa, o derece tiksinir hâle gelir.
Kadına hükmeder, kocasından nefret ettirir. Ondan o derece tiksinir ki gözüne sanki kocası değil de, bir domuz veya bir düşman görünür.
Kız veya kadınların evlenmelerine engel olur. Böyle si­hir yapılmış kişileri istemeye gelenler bu isteklerinden vaz­geçerek geri dönerler. (Dolayısıyla kısmetleri bağlanmış olur.)
Bakirelere yapılır. Öyle ki, bu kadınlar sokağa çıkmaz­lar. Kimse de bunların oturdukları mahalle uğramaz. Sihir yapılanın evine gelen kişi (sanki ölümden kaçar gibi) uzak­laşır (Bunların da kısmetleri bağlandığı için isteyenleri de çıkmaz).
Erkek aile reisine yapılır. Çoluk çocuğuna, ailesine söver ve döver.
Koyunlara yapılır, karınlarındaki döllerini öldürür. "Bu, nasıl olur?" dedim. Dehmûş şöyle cevap verdi:
"Göğü di­reksiz ayakta tutan Allah Teâlâ'ya yemin olsun ki, sihir yapılıp da koyun sürüsü üzerine tatbik edildiği zaman, şeytanlar bu sürünün hayvanlarına havale edilirler. Bunlar da, koyun­ların rahimlerinde döl hasıl olmasına mâni olurlar."
Evcil hayvanlara musallat olup, eklemlerinde hastalık yaparlar.
(Yapıldığı zaman müvekkel kılınan şeytanlar) koyunun rahmine darbe vurup, dölünü düşürürler.
İneğe yapılır, süt vermez, verse de yağsız olur. Bundan sonra Dehmûş dedi ki: Şeytanlar, katır, eşek ve ata sihrin hükmünü icra ettiremezler. Bunlarda ortaya çıkan hastalık belirtileri "kötü göz"dendir. Bu ise, Allah korusun, döl vere­cek kısraklara doğum anlarında ârız olur.
İnsan çocuğunun ölümü için yapılır. Sihir yapılan kadının çok az çocuğu hayatta kalabilir. Sihrin tesir ettiği kadının üzerine şeytanlar hücum ederek, kasıklarına, makadına ve karnına türlü çeşit sihirlerle vurarak dölünü düşü­rürler.
Kimi zaman da küçük çocukların ölümleri için yapılır. Bu hâlde, şeytanların müvekkel kılındığı çocuklar, bunların çeşitli darbelerine maruz kalırlar. Daha kötüsü: şeytanlar, Bahr-ı azrak (mavi deniz) denen malum yerdeki bir kaynak­tan getirdikleri suyu içirirler ki, bu sudan içen çocuk aniden hastalanarak ölür. Bu sudan yetişkinlere içirildiği takdirde, bunların karınları şişer ve su toplar.
Salı veya Cuma günü Başak burcunun tâli' olduğu bir zamanda bir kadın resmi çizilip de istenilen herhangi bir ka­dın üzerine tatbik edilirse, o kadının her doğuracağı çocuk kız çocuğu olur. Bunun üzerine:
"Ey Dehmûş, nasıl olur da erkek çocuk doğurabilecek bir kadın (sihir yapıldıktan sonra) yalnızca kız çocuk doğurur hâle gelir?" dedim. Buna şöyle ce­vap verdi:
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi âlemlere peygamber ve resul olarak gönderene yemin olsun ki, doğru­dan başka bir şey bildirmedim ve gerçekten gayri bir şey ko­nuşmadım. Mağrib (Kuzey Afrika)'nın denize yakın ücra bir yerinde malum bir bitki yetişir. Türlü türlü sihirlere müvek­kel (vekil olan) olan şeytanlar, işte bu bitkiyi alıp sihir yapılan kadına yedirirler. Bunun üzerine kız çocuktan başka çocuk doğur­maz olur. Zaten bu bitkiden hangi kadın yerse yalnızca kız çocuk doğurur (Yani sihir yapılmasa bile aynı etkiyi gös­terir).
Öyle sihir yaparlar ki, koca karısına cinsel yakla­şımda bulunamaz.
Geline isabet eder, damattan nefret eder.
Kadına isabet eder, kocası ile münasebetten tiksinti duyar ve ona ilişkiden hoşlanmadığım söyler.
Adama yapılır ve eklemlerinde hastalık yapar.
Kadına yapılır, bununla başına ve karnına su birikir.
Kadınlara isabet edip, suratlarım değiştirir (Yani me­sela ağzı ve yüzü çarpılır)
Kadına yapılır, çocuk doğuramaz olur. Gören de kısır zanneder. Bilindiği gibi çocuk doğurabilecek kadın hayız gö­rür. Böyle sihir yapılmış kadın, hayız gördüğü halde çocuk doğuramaz (Çünkü şeytanlar rahmin faaliyetine mâni olur­lar).
Yapıldığı zaman mal, eşya ve hayvanlar telef olur.
Karı kocanın arasını açmak için yapılır.
Yapıldığında, bir aile veya grup içinde anlaşmazlık ve kin doğmasına neden olur.
Erkek olsun, kadın olsun, insanların gözünde hor ve hakir yapar (Hiç kimse böyle kişilere değer vermez).
Adama yapılır, çalıştığı işinden veya görevinden uzak­laştırılır.
Yapıldığı kişinin elinde mal ve para cinsinden ne var­sa alıp gider (İflas eder veya fakirleşir).
Kadına yapılır, ne evlendiği koca ona sabreder, ne de kadın evlendiği kocasına dayanabilir. Her iki şekilde de ge­nellikle boşanma vâki olur (Yani kadının evlilik hayatı ka­rarsız olur).
Sihrin yapıldığı kişi vatanında kalamaz. Sihir tesirini gösterdiği sürece türlü nedenlerle gurbette kalıp vatanına dönemez.
Güzel bir kadına yapıldığı zaman, onu kocasının ve insanların gözünde çirkin gösterir.
30.  Erkek veya kadın olsun yapıldığı zaman, rengi değişir, sararır ve aklını yitirir. (sh:48-53)

Obsesyon(bir bedensiz ruhun bir bedenliyi (insanı) hükmedecek derecede etkisi altına alması), şeytanın fırsat buldukça uygulamaya çalıştığı bir zarar biçimidir. Meselâ bir nebi olarak Hz. Eyyüb aleyhisselâmın bile malı, çocukları ve her şeyden önce bedenine taar­ruz ederek hasta etmiştir. Bunun delili Sâd sûresinin 41. ayetidir. Meâlen Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
"(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyub'u da zikret. O, Rabbine nida ede­rek: "Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve azap verdi" diye seslenmişti."
Cinnin, insan bedenine tasallut etmesinin sebeplerini İbn Teymiyye şöyle sıralamıştır:
1. Cinnin, insana âşık ol­ması,
2. Cinnin seksüel ilişki kurma isteği (şehvet),
3. Cin­nin insana karşı nefret beslemesi,
4. Şu hallerde insanın on­lara eziyette bulunması: üzerlerine işemek ve su dökmek, bi­lerek ya da bilmeyerek onlardan birisini öldürmek. Cinlerde zulüm ve cehalet insana göre daha yoğun olduğu için, inşam hakettiğinden fazlası ile cezalandırmaktan çekinmezler.
Obsesyonu kolaylaştıran haller:
Kadında aybaşı ve lohusalık hâlleri gibi onu cismanî ve ruhanî yönlerden zayıflatacak patolojik (hastalık) durumlar;
Tüm üzüntü ve depresyon halleri; beyne zarar veren darbeler ve patolojik durumlar; cenabet hâlinin sürekliliği ve cünüpken yapılması yasak olan amellerin ya­pılması; cin davetleri gibi formülasyonlarla cinlerin zorlan­ması.
Obsesyonun tedavisinde bu durumların düzeltilmesi­ne çalışılır. Aslolan tedbiri elden bırakmayarak taharet üze­re bulunup, ruhsal uyanıklığım muhafaza etmek gereklidir. (sh:186)
YORUM:
Yukarıdaki bilgiler ışığında söylenen durumların hepsinde cin unsurunun muhakkak uzaktan ve yakından bir ilgisi vardır. Başlıkta kullandığımız “CİNLERLE İNSANLARIN EVLİLİĞİ: BÜYÜ” cümlesi bir gerçeğin habercisidir. İnsanlar evlilik denilince mana yönünü daraltırlar. Aslında evlilik, iradeli ayrılığı olmayan birleşme demektir. İstekli birleşmeler diyebileceğimiz evliliklerdeki ayrılmalar genellikle istenmeyen olaylar neticesinde gerçekleşir. Bu nedenle büyü işi ile uğraşanlar eninde sonunda yaptığı tılsımla, muskayla, cin daveti ile cinlerle evlenirler. Birçok insanda bunun ya farkına ya da varamaz. Bu evlilik zıt şeylerin birleşmesine benzer ve karma karışık olur. Bilindiği üzere zıt şeyleri ayırmak benzer unsurlarınkine benzemez. Sonuçta tehlikeli durumlar oluşur. Bu nedenle sihir demek cinlerle ilişkiye girmek denilmesinin ne anlama geldiği açıklanmış oldu. Hiçbir şekilde dinimiz dua ve çocuklara yapılan rukyenin dışında bu şeyleri tavsiye etmemiştir. Ancak sihir yapılmış kişinin sihirden kurtarılması için bu ilmi bilmenin gereği olduğu için bazı telif edilmiş eserler bulunur. Bunlar ise şeytânî düşünceli kişiler tarafından istismar edilmektedir.
Ayrıca, medyum, bu işle uğraşan hoca denilen kişilerin genellikle hayatları incelenirse cinler ile bir ilişkisinin muhakkak olduğu görülecektir. Bazen bu ilişkiler o seviye varır ki bu kişiler cinlerin isteklerini yapmaya başlarlar.
Hulasa büyü yapan ve isteyen kişi, cinni hayatî alanında kendisiyle ilişkilendirmiş demektir. Birde bu işlerde para alma verme mevzusu varsa o kimselere acımaktan başka bir şey diyemiyoruz. Alanın kötü olduğunu herkes bilir. Unutulan verenin kendi zayıflığını ortaya çıkarmasıdır.
Allah Teâlâ’ya sığınırız.


Kaynakça:
ÖZBEK Yusuf, İslam Açısından Sihir -Maji [Kitap]. - İstanbul: İz, 1994.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar