DARKAPIYI GEÇERKEN AŞK MI, ERMİŞLİK Mİ?
Önemli
Not:
Andre Gide’nin Darkapı”sından düzenlenerek hazırlanmıştır.
Andre Gide’nin Darkapı”sından düzenlenerek hazırlanmıştır.
Hayatın biricik anlamı olacak kadar derin bir aşkın
trajediye dönüştüğü Dar Kapı’da sorgulanan, erdeme giden yolun zorluğudur. Bazı
insanlar bütün erdemlerini aşkıyla ayakta tutarken, bazıları ise gerçek erdemin
her şeyden arınmış olması gerektiğine inanır.
Fedakârlık nedir, insan aşk için nelerden vazgeçer?
Peki ya ilahi aşk?..
İnsan, Tanrı’ya tertemiz geri dönmek ve saflık için,
erdem olarak kabul edilen değerleri korumak için hayatını verebilir mi?
Dostum!
Senin yanında kendimi öyle mutlu hissediyordum ki,
böyle hissedilebileceğime inanmazdım... Ama inan bana: “Biz mutluluk için
doğmamışız."
Sorarsan ;
"Ruh mutluluk yerine neyi tercih
edebilir!"
Derim ki;
"Ermişliği " diyebilirim.
"Ancak ben buna sensiz ulaşamam. Bilmelisin ki,
alnımı dizlerinin üzerine koyarak bir çocuk gibi ağlamayı çok isterdim. Ama
üzüntüden değil, aşktan.” Çünkü hayatım
"Sensiz olmaz, sensiz olmaz!"
Evet!
Elimde olmadan bütün sabahlar ve akşamlar hep seni
aradım. Gittiğine inanamadım. Sözümüzü tuttuğun için sana çok öfkeliydim.
Gidişini bir oyun diye düşündüm. Her çalının arkasında seni görecekmişim gibi
geliyordu, ama hayır!
Gidişin gerçekmiş.
Shakspeare'in şu dizelerini hatırlasana
Sönüp giden o ezgiyi duyuyorum yine
Bir menekşe tarlasının üzerinden eserek kokular
yayan
Tatlı güney rüzgarı gibi uğulduyor kulaklarımda
Ama yetsin bu kadar! Yeter!
Eskisi gibi tatlı gelmiyor artık bana...
…
Sana da anlatmak istediğim, sürekli kafamı
kurcalayan bazı düşüncelere takılmış olarak günlerimi geçiriyorum. Eğer onları
sana anlatmazsam daha sonra senden bir şeyler saklamış alocağımın ve senin
sitemlerini hak edeceğimin tuhaf ve belirgin korkusuna kapılıyorum.
Senin yanındayken bütün varlığımla duyduğum o tuhaf
memnuniyet beni şimdi çabucak endişeye soktu;
'Öyle bir memnuniyetti ki bu, diyordun bana, bunun
ötesinde hiçbir şey istemem!'
Yazık! İşte beni kaygılandıran şey bu...
Yanlış anlaşılmaktan korkuyorum dostum. Özellikle de
ruhumun en şiddetli anlatımından başka bir şey olmayan bu akıl yürütmede bir
kurnazlık olduğunu sanmandan korkuyorum. (Ah, ne kadar beceriksizce olurdu bu!)
'Eğer yetmeseydi, mutluluk olmazdı'
demiştin bana, hatırlıyor musun?
Ne cevap vereceğimi bilememiştim.
Hayır, bize yetmiyor. Bize yetmemeli. Derin
mutluluklarla dolu bu memnuniyeti gerçek diye kabul edemem ben.
Bu sonbaharda nasıl bir sıkıntıyla kaplı olduğunu
anlamadık mı?
Gerçek!
Ah!
Tanrı bizi gerçek olmasından korusun!
Biz başka bir mutluluk için doğduk...
Daha önceki mektuplaşmalarımız nasıl sonbahardaki
görüşmemizi mahvetmişse, dün burada olmanın hatırası da bu mektubun büyüsünü
bozuyor. Sana yazmaktan duyduğum o büyük hazza ne oldu?
Aşkımızın hak edebileceği mutluluğun bütün saflığını
mektuplarla ve buluşmalarla mahvettik. Ve şimdi elimde olmadan Soir des
Rois'nın Orsino'su gibi yazıyorum:
'Yeter! Daha fazlasını istemez!
Biraz önceki kadar tatlı değil artık!'
Dostum.
Hic incipit amor Dei (Tanrı sevgisi burada başlar).
Ah! Seni ne kadar sevdiğimi hiç anlayabilecek misin?
Hayatının sonuna kadar hep senin olacak ben.
Erdemin tuzağına karşı savunmasız kalıyorum. Bütün
kahramanlıklar gözlerimi kamaştırarak kendine çekiyorlardı beni, çünkü seni aşktan
artık ayıramıyorum.
Tanrı biliyor ki, kendimi daha çok erdeme doğru
gitmeye sırf onun için zorluyordum. Her yol, yokuş da olsa beni onunla
kavuşmaya götürecekti.
Ah!
Üzerinde yalnız ikimizi taşımak için hiç bu kadar
hızlı daralmayacaktı toprak!
Yazık!
Aldatmacasındaki incelikten şüphelenmiyordum, bir
doruğa ulaştıktan sonra benden tekrar kaçabileceğini aklıma getiremiyordum.
Çoğu kez bana öyle geliyor ki, sana diyordum,...
Aşkım kendimde sakladığım en iyi şeydir, bütün
erdemlerim ona asılıdır, kendi kendimi aşarım onunla. Ve onsuz çok sıradan bir
yaradılışın o değersiz düzeyine düşerdim. Sana kavuşma umuduyla en güç yollar
bile bana en iyileri gibi görünecektir.
Bana şu cevabı vermeye iten başka neler eklemiş
olabilirim:
Ama, dostum, ermişlik bir seçim
değildir: Bu bir Zorunluluktur Eğer sen sandığım kişiysen, sen bile
çekip çıkaramazsın kendini bundan.
Hepsi bu kadar.
Mektuplaşmamızın burada kesileceğini, en kurnaz
öğüdün de, en inatçı isteğin de buna karşı koyamayacağını anladım, daha doğrusu
sezdim.
Bununla birlikte ben yine de uzun uzun, sevecenlikle
sana sürekli yazmıştım.
Dostum!
Sana bir daha yazmamak gibi herhangi bir karar
aldığımı sanma. Sadece artık bundan zevk almıyorum. Buna rağmen mektuplarım
beni sevindiriyor. Ama düşüncelerini bu kadar meşgul ettiğim için kendime
gittikçe daha çok kızıyorum.
Yazacak bir şey kalmadı. Bir süre mektuplaşmayı
bırakalım. Sessizliğini beni onaylaman olarak kabul edeceğim, bana cevap
vermemeni diliyorum.
Sana hayranlığım minnettarlıkla, birbirine karışıyor..
" bu ezelden iyi olan ruhlar için olan bir husustur"
Tanrım bana, kendimi sevincime bırakmama izin
veriyormuş gibi geliyor.
Ben "Gücünün tükeneceğini hayal bile
edemem..." "Sen ki hiçbir zaman yakınmazsın"
Kendime önceleri açıklamakta bu kadar zorlandığım
şeyleri, nasıl hemen basit bir yazıyla anlatabilirim ki?
O anda kendimi koyverdiğim sıkıntıdan başka ne ile
anlatabilirim burada?
Çünkü en yapmacık görünüşün örtüsü altında aşkın
hala çırpınmakta olduğunu hissetmeyi bilemediğim için kendimi affedecek hiçbir
neden bugün bulamıyorsam, yalnızca bu yapmacık görüntüyü görmüş ve arkadaşımı
artık tanıyamaz olduğum için suçlamıştım kendimi...
Hayır!
O zaman bile suçlamadım seni! Ama artık
tanıyamadığım için umutsuzca ağlıyorum. Şimdiyse susuşunun kurnazlığı ve
acımasız oyunlarıyla aşkının gücünü ölçebildiğime göre, bana yaşattığın bu
canavarca yıkım kadar sevmeli miyim seni? Bu..
Küçümseme mi?
Soğukluk mu?
Hayır, üstesinden gelinebilecek bir şey değil,
mücadele bile edemeyeceğim bir şey. Sebebi o kadar inceydi
"Ne önemi var. Her türlü pazarlık kuşkusundan
ayrılsın diye bazı şeylerin belirsiz kalmasını isterim. Çünkü Tanrı'ya tutkulu
ruh, erdemin içine ancak doğal bir asillikle dalabilir, ödül kazanma umuduyla
değil." Durumum Pascal gibi birinin asaletinin sığındığı
gizemli şüphecilikte belki buradan geliyordur.
”Kutsal Kitap'taki bizi endişelendiren ve iyi
anlamamış olmaktan korktuğumuz şu ayeti hatırlıyor musun:
“Kendilerine vaat edileni elde edemediler, Tanrı
onları daha iyi şeyler için sakladığından..."
”Bu sözlere hala inanıyor musun?”
”İnanmak gerek.”
Ne kadar mutlu olursa olsun, ilerleme olmayan hiçbir
durumu kabul edemem.
İlahi mutluluğu Tanrı'da erime olarak değil sonsuz,
hep devam eden bir yakınlaşma olarak hayal ediyorum kafamda... Ve eğer bir sözcük
üzerinde oynamaktan korkmasaydım, ilerleyici olmayan bir mutluluğu hiç
önemsemezdim.
Sırf senin yüzünden çok güzel olmayı dilerdim. Şimdi
bana öyle geliyor ki, sadece senin için kusursuzluğa ulaşmak istemişim ve o
olmadan bu kusursuzluğa ulaşılamaz ki.
Ah Tanrım!
Bana öğretilenlerin arasında ruhumun dengesini en
çok bozan da bu.
Erdemin ve aşkın birlikte kaynaştığı ruh ne kadar
mutlu olmalıdır!
Bazen sevmekten başka bir erdemin olup olmadığını
düşünüyorum, mümkün olduğu kadar çok sevmekten, her zaman daha çok sevmekten...
Ama ne yazık ki bazı günler erdem bana aşka karşı bir direniş gibi geliyor.
Neler diyorum ben!
Kalbimin en doğal eğilimini erdem diye adlandırmaya
nasıl cesaret ederim!
Ah yanıltmacanın çekiciliği!
Ah yanıltıcı davet!
Mutluluğu tuzağa düşüren serabı!
Bu sabah La Bruyere'den şunları okudum:
"Yaşam boyunca bazen bizden saklanan öyle
değerli zevkler, öyle tatlı verilmiş sözler vardır ki, bunların bize
bağışlanmasını en azından dilemek bile çok doğaldır: Ancak erdem yoluyla
bunlardan vazgeçildiğini bilmekle geride bırakılabilir bu büyük çekicilik.
"
Öyleyse neden savunma bulmak zorunda kalayım ki?
Yoksa beni aşktan daha kuvvetli, daha tatlı, gizli
bir güzellik mi çekiyor kendisine?
Ah!
İkimizin ruhunu birden aşkın gücüyle aşkın ötesine
sürükleyebilmek!
Yazık!
Şimdi çok daha iyi anlıyorum:
Tanrı ve seninle aramda benden başka bir engel yok.
Bana söylediğin gibi, bana olan aşkın ilk önceleri
beni Tanrı'ya doğru eğmişti. Şimdi bu aşk beni engelliyor, benim yüzümden
gecikiyor, beni tercih ediyor ve benide erdemde daha ileriye gitmesinden onu
alıkoyan bir idol haline dönüştürüyor.
İkimizden birinin erdeme ulaşması gerekiyor ve zayıf
kalbimin içinde bu aşkın üstesinden gelememenin umutsuzluğuyla, Tanrım, sana
beni sevmemeyi öğretme gücünü versin. Öyle ki benimkiler yerine senin çok daha
önemli olan değerlerini sana getireyim...Eğer bugün ruhum seni kaybetmekten
hıçkırıklara boğulmuşsa, bu seni daha sonra Sen'de bulabilmem için değil mi?
…
Söyler misin Tanrım!
Hangi ruh sana layıktır?
Onu beni sevmekten daha iyi şeyler için yaratmadın
mı?
Eğer benim olacak olsaydı, onu bu kadar sever
miydin?
Kahramanca sayılabilecek her şey mutluluğun içinde
ne kadar küçülüyor!...
Ey Tanrım!
Yoksa bizi daha iyi şeyler için saklıyorsun...
**
Dostum!
Seni her zamanki gibi sonsuz bir şefkatle seviyorum,
ama bunu sana asla söylemeyeceğim. Gözlerime, dudaklarıma, ruhuma zorla kabul
ettirdiğim bu sıkıntı öyle acı ki, seni terk etmek benim için bir kurtuluş, acı
bir hoşnutluk...
Kendimi mantıklı hareket etmeye zorluyorum, ama
harekete geçeceğim sırada mantığım benden kaçıyor ya da çılgınca görünüyor
bana, ona inanmaz oluyorum ...
Senden kaçmamın nedenleri ne?
O sözlerine inanmıyorum artık...Ama yine de
kaçıyorum senden, kederle ve neden kaçtığımı anlamadan.
…
Tanrım!
Biz, o ve ben sana doğru ilerleyebilseydik,
birlikte, destekle, iki hacı gibi yürüyebilseydik hayat denen bu yolu. Birinin
"yaslan bana dostum eğer yorulduysan" deyip, diğerinin "seni
yanımda hissetmek bana yetiyor..." dediği iki hacı. Ama hayır!
Bize öğrettiğin yol Tanrım, dar bir yol, iki kişinin
yan yana yürüyemeyeceği kadar dar.
Tanrım!
Bir çocuğun inancının canlılığıyla ve meleklerin
insanüstü sesiyle sana doğru haykırdığım zaman...
"İnsana güvenen insanın vay haline.”
…
Dostum!
Biliyorum ki bütün bunlar benden değil, senden
geliyor.
Ama o zaman neden seninle benim arama onun
görüntüsünü koyuyorsun?
Ne kadar değersiz, üzücü bir erdeme ulaştım ben!
Kendimden çok şey mi istedim?
Artık bundan acı duymamak.
Güç vermesi için sürekli Tanrı'ya yalvarmak nasıl
bir korkaklıktır! Şu sıralar bütün dualarım ağlamaklı.
"Kırlardaki zambaklara bakın..."
Bu basit cümlen bu sabah beni hiçbir şeyin
koparamayacağı bir hüzne soktu.
“Kırlara çıktım, elimde olmayarak durmadan
tekrarladığım bu kelimeler kalbimi ve gözlerimi yaşla da dolduruyordu. Sabanına
eğilmiş işçinin üzerinde çalıştığı engin düz ovayı seyrediyordum...” Kırlardaki
zambaklar...”
Ama Tanrım, neredeler?...
"Acılarımı taşımak ve tutkumuzdan bize acı
veren ne kalmışsa bende devam ettirmek için kalbime ve ruhuma girin. "
"Kendisini sürükleyen kişiyi isteyerek
izlediğinde aranızdaki bağı hissetmezsin, ama ona karşı direnmeye ve ondan
uzaklaşarak yürümeye başladığında çok acı çekersin. "
Dualar …..acı çeken dualar.
….
Tanrım, sana kalbimi verebilmem için onu bana ver.
Tanrım yalnızca tekrar görmeme izin ver onu.
Tanrım, sana kalbimi vermeye söz veriyorum; aşkımın
senden istediğini bağışla bana.
Hayattan bana kalacak ne varsa yalnızca sana
vereceğim ...
Tanrım, bu aşağılık dua için beni affet; ama ne
ismini dudaklarımdan uzaklaştırabiliyorum, ne de kalbimin acısını
unutabiliyorum.
Tanrım, sana sesleniyorum, sıkıntılarımı al benim.
Beni her şeyden yoksun bırakan kıskanç Tanrım,
kalbimi de al benden.
Bundan sonra bütün sıcaklığını yitirdi ve hiçbir şey
ilgilendirmeyecek artık onu.
Benden geriye kalan bu üzüntüyü yenmeme yardımcı ol.
Ah!
Düşüncesiz kalbimin dilediği son derece insanî
sevinç...
Bu çığlığı duymak için mi beni böyle umutsuzluğa
düşürdün Tanrım?
Tanrım!
Bu ev, bu bahçe dayanılmaz bir şekilde
cesaretlendiriyor aşkımı. Yine de senden başkasını göremeyeceğim bir yere
kaçmak isterdim.
Servet olarak neyim varsa onlardan yoksulların
yararlanması için yardım edip dağıtırdım.
"Tanrı olmayan hiçbir şey bekleyişimin yerini
dolduramaz. " derdim.
Hakimiyetin gelsin artık! Öyle bir ulaşsın ki bana,
sadece sen, bütün benliğime hükmet. Kalbimin pazarlığını yapmak istemiyorum
artık.
Sanki çok yaşlıymış gibi yorgun ruhum garip bir
çocuksuluk saklıyor içinde.
Bilirsin ki,
"Hissettikleri sıkıntıyı yaymak büyük kalplere
yakışmaz".
"Sevinç, sevinç, sevinç, sevinç gözyaşları...”
İnsani sevincin üstünde ve her türlü acının ötesinde
hissediyorum bu ışıldayan sevinci. Ulaşamadığım bu kayalığın bir ismi olduğunu
biliyorum:
Mutluluk...
Eğer bu mutlulukla sona ermeyecekse, bütün hayatımın
boşuna olduğunu anlıyorum...
Ah!
Oysa sen onu her şeyden vazgeçen saf bir ruha vaat
ediyordun.
"Şimdiden mutludur" diyordu kutsal
sözlerin, "Tanrı ile ölenler şimdiden mutludur".
Ölüme kadar beklemek zorunda mıyım?
İşte burada sarsılıyor inancım.
Tanrım!
Bütün gücümle haykırıyorum sana.
Gecenin içindeyim, şafağı bekliyorum.
Ölümüne haykırıyorum sana.
Ne olur kalbimin susuzluğunu gider.
Öyle susadım ki bu mutluluğa...
Ya da ona sahip olacağıma inanmalı mıyım?
Ve seherden önce haykıran, günün gelişini haber
vermekten çok onu çağıran sabırsız kuş gibi, şarkı söylemek için gecenin
solmasını beklememem mi gerekiyor?
Tanrım!
Küfre düşmeden sonuna kadar gidebilecek miyim?
…
Dostum!
Yeni de kalkabildim yataktan. Bir çocuk gibi diz
çöktüm...
Hemen ölmek istiyorum, yalnız olduğumu bir daha anlamadan önce.
Biliyorum diyorsun ki:
"Hadi."
"Uyanman
gerek."
"Dar
kapıdan girmeye çabalayalım.”
"Bu
kapıdan girmek isteyenler çok... "
"Fakat
bu yolu bulanlar çok azdır."
"Çünkü
gerçek yaşama götüren yol dardır... "
…
Senin benimle ilgili düşündüklerini kabul ediyorum.
Ancak bundan kendime pay çıkardığımı sanma. Sanıyorum başka türlü
yapamayacağım. Eğer tanrıdan başka birini, seni seviyormuş gibi görünebilirdim
ancak.
"Hayatın her gün sevgimi söndürmeden üstüne
üfleyeceğini" biliyorum.
"Öyleyse sende kalbinde ümitsiz bir aşkı bu
kadar uzun bir süre saklayabileceğine nasıl inanıyorsun?"
Dostun
Kaynak: Andre Gide, Darkapı, Çeviri: Buket YılmazTimaş
Yayınları, Şubat 2009, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar