FERİDÜDDİN ATTAR, Mantıkut-tayr- Kuş Dili
Nizamülmülk, ölüm haline gelince dedi ki:
Ya Rabbi, gidiyorum, elimde ancak hava var!
Ey yaratıcı!
Ey Rabbim, ben, senden bahseden kimi gördümse;
Ne çeşit konuşursa etsin, sözünü satın aldım, ona yardımda
bulundum, ona dost oldum.
Seni satın almayı öğrendim, fakat bir gün olsun
seni, kimseye satmadım.
Seni, bir hayli satın aldım ben, fakat herkes
gibi aslâ satmadım seni.
Bunun hakkı için, sen dostu olmayanların dostusun.
Bana yardım et, son nefesimde satma beni!
Ya Rabbi,' senden başka kimse olmayacak, öyle bir an
gelecek. O anda bir soluk bana dost ol, yardım et!
Sh:378
Kaynak. FERIDÜDDIN ATTAR, Mantıkut-tayr- Kuş
Dili, Türkçesi: Yaşar Keçeci, Kırkambar,
1998, İstanbul
Bir hırsız, zavallının birini tutup ellerini sıkıca bağladı,
evine götürdü, kendisi kılıcını almaya gitti.
Kılıçla kafasını kesecekti ama tam o sıralarda hırsızın
karısı, adama bir parçacık ekmek verdi.
Hırsız, kılıcım alıp gelince bir de baktı ki adamın elinde
ekmek var.
"A adam olmayan kişi, bu ekmeği kim verdi sana?" dedi. Adam, "Kadın verdi" diye cevap
verdi.
Hırsız bu cevabı duyunca dedi ki:
"Seni öldürmek bize haram oldu. Çünkü bizim ekmeğimizi
yiyene kılıç çekemeyiz. Ekmeğimizi yiyenden canımızı esirgemeyiz.. hal böyleyken
ben nasıl olur da onu öldürür, kanım dökerim?"
Ey beni yaratan, bu yola girdim gireli
sofrandayım. Senin ekmeğini yiyip duruyorum.
Bir kimse, bir kimsenin ekmeğini yedi mi ona hakkı geçer, o
da o hakka adamakıllı uyar!
Sense yüz binlerce cömertlik denizinin sahibisin., senin
ekmeğini çok yedim., hukuk gözet!
Ey âlemlerin Rabbi, âcizim kanlara gömüldüm, karada gemi
yüzdürdüm!
Elimi tut, feryadıma yetiş! Ne zamana kadar sinek gibi
ellerimi başıma götürüp durayım?
Ey suçları bağışlayan, bana af dilemeyi öğreten Allah'ım,
bunca yandım. Beni yakıp da ne yapacaksın, ne istersin benden?
Sıcaklığınla kanım kaynıyor.. Adamlıktan dışarı ne işler
ettim., ört onları Yarabbi!
Ben, gafletle yüzlerce günah ettim, sen ise karşılık olarak
yüzlerce rahmetlerde bulundun.
Padişahım, bu yoksul kula bak., kötülüklerimi gördüysen
onlar, geldi geçti, onlara bakma da aczime, feryadıma bak!
Bilmedim, yanıldım., sen bağışla. Şu gönlüme, şu dertli
canıma acı; affet!
Gözlerim açıktan ağlamıyor, yaş dökmüyorsa canım, gizlice ve
iştiyakla zârı zârı ağlamada.
Ey yaradanım, iyilik de ettiysem kendime ettim, kötülük de
ettiysem kendime!
Himmetteki kusurumu affet, hürmetsizliklerime ise bakma,
onları mahveyle!
Kendime müptelâyım, senin de hayranınım.. iyiysem de
şeninim, kötüysem de senin!
Sensiz eksiğim lütfet de bana bir bak; bak ki küle döneyim.
Bir kerecik şu kanlarla dolu gönlüme bak., bütün bu
dertlerden, musibetlerden çek çıkar. Kurtar beni!
Bir kerecik "Benim adam olmayan kulum" desen
kimsecikler izimin tozuna erişmez.
Ben kim oluyorum ki
sana karşı adam olacak, adamlık taslayacağım. Senin adam olmayan kulun olayım,
bu da yeter bana!
Nasıl olur da ben, senin yüzü kara kulunum diyebilirim? Ben senin köpeğine yüzü kara bir
kul kesilmişim!
Allah'ım belimde senin kulluk kemerin.. Habeş kullar gibi
dağınla dağlandım, senin kulun olduğuma işaretim var!
Senin yüzü kara kulun değilsem neden bu devlete erdim, neden
makbul oldum ya? Sana yüzü kara bir kulum da ondan gönlüm aydın!
Kulluk işaretini
taşıyan bu kulu satma.. kulağıma bir kulluk küpesinı tak!
Ey eşi, benzeri olmayan Rabbim, bu bir avuç topraktan ibaret
yoksula lütfettiğin hil’atler, sırf senin iyiliğinin çok oluşundandır.
Allah'ım, ihsanından kimse ümit kesmez, mahrum kalmaz.,
kulağıma taktığın halka, bana vurduğun dağ ebediyen yeter., bunlar kâfidir
bana!
Kimin yüreğinde derdin var da bu dertten hoşnut değilse neşe
yüzü görmesin., o, senin adamın değildir!
Ey derdime derman olan Allah'ım, bana bir zerre dert ver.,
senin derdin olmazsa canım, ölür gider!
Kâfire küfür gerek, dindara din.. Attâr'ın gönlüne de
derdinden bir zerre!
Yarabbi, benim Yarabbi deyişlerimi bilir, duyarsın; geceleri
çektiğim yaslarda benimle berabersin.
Yaşım haddi aştı., bana bir neşe, bir sevinç gönder.
Karanlıklar içindeyim, bir nur yolla!
Bu yasta sen yardımcım ol. Kimsem yok; elimden sen tut!
Bana Müslümanlık nurundan lezzet ver., karanlıklara uyan
nefsimi yok et!
Bir gölge içinde kaybolmuş bir zerreciğim .Varlıktan bir
sermayem yok!
O güneşe benzer tapıdan istemekteyim. Belki o ziyadan bana
da birazcık kudret gelir de;
Başı dönmüş zerre gibi sıçrar, el çırpar, neşelenirim!
Artık buradan çıkayım. Önümdeki o aydınlık âleme dalayım..
Canım dudağıma gelmedikçe ne çeşit olursa olsun, bir gönlüm
vardı, bana yoldaşlık ederdi.
Fakat can verirken senden başka kimsem yok. Son nefeste
canıma sen yoldaş ol!
Yerim, benden halı kalınca yoldaşım olmazsa vay bana!
Ümidim var, elbette bana yoldaşlık edersin. Dilersen gücün
yeter buna Allah'ım!
Sh:33-36
Kaynak. FERIDÜDDIN ATTAR, Mantıkut-tayr- Kuş
Dili, Türkçesi: Yaşar Keçeci, Kırkambar,
1998, İstanbul
Yüce Allah, Hz. Musa'ya gizlice dedi ki: İblisten de
gizli birşey öğren.
Hz. Musa yolda İblis i görünce İblisten bir gizli şey, bir
işaret öğrenmek istedi.
İblis dedi ki: Daima şu sözü hatırında tut; ben ben deme
de benim gibi olma!!
Sende bir kıl ucu kadar bile varlık, benlik olursa kâfirsin;
sende kulluk yoktur!
Yolun sonu, muradsızlıktadır; erin şöhreti, adının kötüye
çıkmasındadır!
Çünkü bu yolda murada erdin mi derhal o anda sende yüzlerce
varlık, benlik baş gösterir!
s:256
Kaynak. FERIDÜDDİN ATTAR, Mantıkut-tayr- Kuş
Dili, Türkçesi: Yaşar Keçeci, Kırkambar,
1998, İstanbul
Bir şeyhin yanında bir pis köpek vardı; şeyh, o köpekten hiç
çekinmez, dokunmasın diye eteğini toplamazdı.
Birisi, ey temiz ve ulu kişi dedi: neden bu köpekten
çekinmiyorsun?
Şeyh dedi ki; Bu köpeğin dışı pis; hâlbuki benim içimdeki
pislik görünmüyor.
Onun dışında bulunup görünen pislik bu yoksulun içindedir ve
gizlidir.
İçim, köpeğin dışı gibi pis olduktan sonra niçin ondan
kaçayım? O da benimle eş!
Pek ehemmiyetsiz birşey bile mademki yolunu kesiyor; ister
dağ olsun, ister saman çöpü; hepsi bir!
s:257
Canım, boş şeylere bulaştı., bu bulaşıklığa gücüm yok!
Ya beni bu pislikten kurtar, temizle; yahut da kanımı dök,
beni toprak et gitsin.
Halk, senden korkar; bense kendimden korkarım. Çünkü senden
iyilik gördüm, kendimden kötülük.
Bir ölüyüm ben, yeryüzünde yürüyüp gidiyorum. Ey can
bağışlayan yüce Allah'ım, canımı dirilt!
Mümin de, kâfir de hep kanlara bulanmış.. ya başları yüce,
ya baş aşağı düşmüş, kahrolmuşlar.
Lütfedip de çağırdın mı işte yücelik; kahredip de kovdun mu
işte perişanlık, düşkünlük!
Padişahım, gönlüm kanlara bulanmış, tepeden tırnağa kadar felek
gibi başım dönmede!
Sözüm, özüm gece gündüz seninle., bir an bile senden aylak
değilim., hep seni arıyor, seni istiyorum.
Âdeta seninle komşuyum ben, sen, güneş gibisin, ben de
gölgeye benziyorum.
Ey sermayesizlere sermayeler veren, lûtuflar eden Allah'ım,
ne olur komşu hakkını gözetsen!
Gönlüm dertlerle, canım pişmanlıklarla dolu.. Arzunla bulut
gibi ağlıyor, göz yaşı döküyorum.
Derdimi söylesem mecalsiz bir hale gelirim.. derdimi
arzetmeme de imkân yok!
Kılavuzum ol., yolumu yitirdim; bana devlet ver., vakitsiz
gelip çattım!
Senin civarında kime devlet, yar olduysa o, kendinden
bezdi., sende kendini kaybetti!
Ümitsiz değilim, kararım yok., ümidim şu: Belki yüz binlerce
kişinin içinde beni tutar, bana lütfedip verirsin, olur ya!
S: 31-32
Bir aziz dedi ki. Yarın tek yaratıcı olan Rabbim mahşer
sahrasında benden sorar;
"Ey aziz kişi, geldiğin yerden ne getirdin" derse derim ki:
"Ya Rabbi, zindandan ne getireyim?"
Talihim döndü. Musibetlere boğuldum, zindandan çıkıp
gelmişim; başımı, ayağımı kaybetmişim; hayran bir haldeyim.
Avucumda yel, eşiğine toprak oldum; senin yolunda zindanlara
düşmüş bir kulum.
Şunu hayal ediyorum: Beni atmaz, lütuf giysileri giydirir,
donatırsın!
Bütün bu pisliklerden arıtır, müslümanlıkta başımı yüceltir,
beni topraklardan kaldırırsın!
Vücudum, toprak ve kerpiç içine gizlendi mi
iyi, kötü ne yaptıysa hepsinden geçersin.
Beni, hiçbir güçlük çekmeden yarattın ya...
yine öylece bağışlayıverirsin. Buna da gücün yeter!
Sh:377
Müfsit bir adam günahlar işleyerek öldü gitti. Tabutunu
yola çıkardılar.
Bir zahit görünce o fesatçı herifin namazını kılmamak
için hemen oradan savuştu.
Geceleyin rüyasında o kötü adamı cennete girmiş gördü;
yüzü güneş gibi parlıyordu.
Zahit, ona dedi ki:
A kişi, bu makamı nereden buldun?
Sen dünyada durdukça günah edip durdun; tepeden tırnağa
kadar kötülüklere bulandın.
O adam cevap verdi:
Şu aşk, oyununa bak; ne hikmetler meydana getiriyor.
Birisi inkâr ediyor, Allah ise merhamet edip bağışlıyor.
Herkes namaza, niyaza koyulsaydı âşıklığın, hikmetine
sığmaması lâzım gelirdi.
Halbuki bu durumda hikmeti tamamlanmaz, noksan kalırdı.
Kısaca bu işi, böyle oldu işte!
Yolunda yüz binlerce hikmet vardır. Bir damlanın bile
rahmet denizinden payı var.
Oğul, bu yedi pergel, senin için dönüp duruyor, senin
için iş görüyor.
Melekler de senin için ibadet ediyorlar. Cennetle
cehennem, senin lütuf ve kahrının yansıması.
Meleklerin hepsi sana secde etmiştir. Parça ve bütün,
senin varlığında boğulmuştur.
Kendini pek o kadar hor görme; senden ilerde hiç bir
mahlûk yoktur ve olamaz da.
Senin cismin parçadır; canın da bütünün bütünü. Öyle
horluğa düşüp kendini tamamıyle horlayarak güçsüz bir hale getirme!
Bütünün parladı, cüzün zuhura geldi. Canın açığa çıktı,
âzan meydana geldi.
Ten, candan ayrı değildir, onun parçasından bir
uzuvdur.
Tek olan Allah’ın şu birlik yolunda sayı olmadığından
ta ebede kadar parça, bütün sözleri boş laftır. Böyle sözler söylemek caiz
değildir.
Üstünde, hasretini artırmak üzere sana rahmet saçmak
için yüz binlerce rahmet bulutu vardır.
Bütünün yücelme zamanı gelince bütüne ait elbiseler,
hep senin içindir.
S: 161-163
Abbâse dedi ki: Kıyamet günü korkudan herkes birbirine
düşünce Bir an içinde isyankar ve gafillerin yüzleri, günahlarından dolayı
kararır.
Ellerinde bir sermaye olmayanlar şaşırıp kalırlar.
Herkes bir çeşit perişanlığa düşer.
Allah, yeryüzünden ta dokuz kat göklere kadar bütün
genişliği dolduran meleklerin yüz binlerce yıllık ibadetlerini tamamen alır da
lütfuyla bu bir avuç toprağın başına atar!
Meleklerden bir sestir kopar: Yarabbi, bu kavim,
neden bizim yolumuzu kesiyor, neden bizi mahrum ediyor?
Yüce Allah der ki:
S: 163
Meryem oğlu İsa aleyhisselâm, neşeli bir peygamber
olduğu halde ölümünü hatırlayınca
O kadar neşesi gider, yüreğine öyle bir korku düşerdi
ki
Oturduğu yer bile teriyle ıslanırdı. O ter, tepeden
tırnağa kadar onu kanlara bulardı!
s:210
Yüce bir er, Mecnun'u gördü; dertli dertli yoldaki
topraklan karışştırıp duruyordu.
"Ey Mecnun, böyle ne arıyorsun? "dedi. Mecnun,
"Leylâ'mı arayıp duruyorum" diye cevap verdi.
Adam dedi ki:
"Leylâ, topraklarda ne gezer? Hiç öyle tertemiz
inci, yoldaki topraklarda bulunur mu?"
"Mecnun, ben neresi olursa olsun
arayayım da belki bir an gelir, onu bir yerde buluveririm," dedi.
S:282
Kendinden haberi olmayanın biri, Allah'a yalvarıyor 'Ya
Rabbi, lütfet de bana bir kapı aç" diyordu.
Tesadüfen Rabia da orada oturuyordu. Dedi ki:
A gafil, bu kapı ne vakit kapalıydı ki?
S:285
Mecnun dedi ki:
Bütün yeryüzündekiler, her an bana aferin deseler, her an
beni beğenseler ne çıkar?
Ben kimsenin takdirini istemem. Bana övgü,
Leylâ'nın sövüp saymasıdır, bu yeter bana!
Onun bir sövmesi, yüzlerce övgüden daha hoştur.
Onun adı, âlem saltanatından daha iyidir!
Ey aziz, sana yolumu yordamımı söyledim işte. Hor görsende
ne çıkar ki?
Yücelik kıvılcımı çaktı mı bütün canları, kökünden yaktı
yandırdı mı...
Can, yüzlerce elemle yanıp giderse ne olur ki? Yanıp
gittikten sonra yüceliğin ne faydası var, horluğun ne zararı?
Kuşlar, o yanıp yakılan çaresizler, bu sefer dile gelip
dediler ki: Canımızı, yanıp tutuşan ateşe atmaya hazırız biz.
Hiç pervane, ateşten bıkar mı? Onun huzuru ateştedir zaten.
Sevgiliye kavuşamazsak da hiç olmazsa yanarız. İşte bu da
bir iştirl
Bu makama erişmemiz mümkün değilse bile geri dönmeyi
gönlümüz istemiyor!
s:344
Dindar pak birisi dedi ki: Tam otuzyıldır, öyle bir ömür
sürüp duruyorum ki!
Babası, İsmail'in başını keseceği zaman İsmail, nasıl
dertlere dalmış kaybolmuşsa ben de öyle dertlere dalmış gitmişim.
Bütün ömrü, İsmail'in o anı gibi geçen kişi ne
haldedir, nasıldır? İşte ben o haldeyim, öyleyim!
Dertler içinde mahpusum. Ömrümü nasıl geçiriyorum, gecem
gündüzüm nasıl gelip geçiyor? Kim bilecek?
Bazen mum gibi bekliyorum, yanıp duruyorum. Bazen ilkbahar
bulutu gibi ağlıyorum.
Sen, mumun ışığını görüyorsun; hâlâ ama başındaki ateşi
görmüyorum ki.
Birisine uzaktan bakan, gönlüne nerden yol bulacak, içinde
ne var, nereden bilecek?
Top oynayanın ayağına bağlı top gibi hiçbir yerde Karârım
yok: ne başımı fark ediyorum, ne ayağımı!
Varlığımdan hiçbir fayda elde etmedim. Ne yaptıysam, ne
söylediysem hepsi hiç!
Yazıklar olsun! Kimse bana yardım etmiyor. Bu işsizlikle
ömrüm ziyan oldu gitti!
Kudret elimdeyken ne fayda. Hiçbir şey bilmedim, öğrenmedim.
Bilip öğrenince de kudretim kalmadı, bittim!
Şimdi kendime acizlikten, çaresizlikten, dertlere düşmekten
başka bir çare bilmiyorum.
s:372-373
Ebu Saîdi Mihne hamamda yıkanıyordu. Yıkayan tellâk, acemi
bir adamdı.
Şeyh'i keselerken bütün kirlerini kollarına sürüp önüne
yığıyordu.
Bir aralık Şeyh'e dedi ki: Âlemde erlik nedir? Söyle
ey temiz adam!
Şeyh cevap verdi:
Kirleri gizleyip sahibine göstermemek. Halkın gözü önüne
yığmamak!
Bu cevap, pek büyük bir cevaptı. Tellâk, derhal Şeyh'in
ayaklarına kapandı.
Bilgisizliğini kabul etti, tövbe etti. Şeyh de bu işten
hoşlandı.
Ey bizi yaratan, besleyip yetiştiren, bize nimetler veren
Allah’ım!
Ey padişah, ey kulların işlerini yapan, onlara keremlerde
bulunan!
Bütün âlem halkının erliği, kerem ve lütfü, senin ihsan
denizinden bir çiğ tanesidir.
Zatıyla mutlak olarak kalıcı olan sensin. Keremin, lütfün
övülemez, anlatılmaz!
Bizim
kirliliğimizden, utanmazlığımızdan geç; kirliliğimizi gözümüzün önüne getirme;
yüzümüze vurma!
S:381
Yol kılavuzu bir pir, bir yolda bir bölük meleğe rastladı.
Önlerinde bir avuç ayan tam geçer akçe vardı... hepsi de
bu paraları, birbirlerinden kapışmaktaydılar.
Pir, onlara bu hali sordu, bu paralar nedir, anlatın bana,
dedi.
Kuş şeklindeki bir melek dedi ki:
Ey yol piri, buradan bir dertli geçiyordu.
Ta gönlünden tertemiz bir ah çekip gitti. Toprağa sıcak
gözyaşları döküp yürüdü.
Şimdi biz o sıcak gözyaşıyla o soğuk ahı alıyor,
birbirimizden bu yoldaki akçeleri kapmaya çalışıyoruz!
Ya Rabbi, bir hayli ah ediyor, bir hayli gözyaşları
döküyorum. Hiçbir şeyim yoksa bile elimde bunlar var.
Madem ki burada gözyaşıyla ah geçiyor, bu kulda da o değerli
şey var işte.
Ahla can evimi arıt, sonra da gözyaşlarımla amellerimin
defterini yıka.
Bana yol göster, amellerimin defterimi arıt... gönül
levhimden iki âleme ait ne varsa, hepsini sil.
Gönlümde sonsuz dertler var, canım varsa bile senden
utanıyor.
Ömrümü dertle, gamla bitirdim... keşke daha böyle yüz ömrüm
olsa da
Hepsini senin derdinle tüketsem... her an yeni bir derde
giriftar olsam!
Yüzlerce eziyetlere düştüm, elden çıktım. Ey elimden
tutanım, sen tut benim elimden!
Ayağım bağlı... kuyuda, zindanda kalmışım... Böyle bir yerde
senden başka kim benim elimden tutar?
Hem bu zindanın malı olan gönlüm, kötülüklere bulaştı, hem
mihnetler çeken tenim yıprandı bitti !
Yola pek pis, pek kirli girdim ama affet, hapisten
kurtuldum, zindandan çıktım, ne yapayım?
Sh:375-76
Hakikatten haberi olmayan birisinin bir küp altını vardı.
Ölünce o altın bir yerde saklı kaldı.
Bir yıl sonra oğlu, rüyada babasını gördü. Yüzü fareye
dönmüştü. Gözleri yaşlıydı.
İçine altın doldurduğu küpü koyduğu yere varmış, orasının
etrafında fare gibi hızlı hızlı dönüp duruyordu.
Oğlu dedi ki: Babama "buraya niçin geldin?
Anlatsana”. dedim.
Bana, şuraya para koymuştum., bilmem kimse buldu mu diye
cevap verdi.
Dedim ki: Peki, neden yüzün fareye dönmüş, neden böyle
çarpılmışsın? Dedi ki:
Altın
sevgisini taşıyan gönül sahipleri, hep böyle fare şekline döner. Bana bak da
ibret al, öğüt tut, para sevgisinden vazgeç oğlum!
s:95
Yüce Allah dedi ki: Ey Musa, Karun, ağlayıp inleyerek
seni tam yetmiş kere çağırdı da.
Bir kerecik olsun cevap vermedin. O şekilde bir kere bana
seslenseydi.
Ruhundaki kötülük dalını kökünden söker, sırtına din
elbisesini giydiriverirdim.
Ey Musa, sen onu yüzlerce dertle helak ettin, baş aşağı
toprağa batırdın.
Eğer onu sen yaratmış
olsaydın bu kadar çabuk azab etmezdin, zaman verirdin ona!
Merhametsizlere bile merhamet eden Allah, merhametlileri,
insanlara velinimet eder.
İhsan denizini, hiç kimseden esirgemez. O denize karşı bizim
günahımız buluttan dökülen bir damlacıktan ibarettir.
Bu derece, lütfü, bu derece ihsanı bulunan, nasıl olur da
bir görünüşe kapılıp bulanır, huyunu değiştirir?
Günahkârları ayıplayan kişi, kendisini zalimler arasına
katar, kötülerden olur gider!
Sh:160-161
Kaynak. FERİDÜDDİN ATTAR, Mantıkut-tayr- Kuş
Dili, Türkçesi: Yaşar Keçeci, Kırkambar,
1998, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar