GİZLİ TARİKATLER BAĞLILARINI NASIL ELE GEÇERİYORLAR
Yazan: Muhammed Hammadi
B. Mâlik B. Ebulfedail
“ Bir
kimsenin aslının ve kime mensup olduğunu bilmiyorsanız
onun işleri size aslının nereye dayandığını haber verir.” Hadis
onun işleri size aslının nereye dayandığını haber verir.” Hadis
Ruhsatlı dâvetçiler (propagandacılar) adını verdiği bir
takım naip ve vekilleri ve av köpeklerine benzetmek üzere mükellebler (muâllem
köpekler) lâkabını taktığı başka aveneleri de vardır. Bunlar insanlara tuzak
ve ağ kurarlar; onları hilelerle gailelere düşürürler; aklı başında olanlardan
çekinip sokulmazlar; tuzağa düşürmek için kuşa tane saçan gibi her cahile
yanaşıp bâtıl bir mâna kasdederek hak bir kelime söylemekle zihnini
karıştırırlar; telhisler yaparlar; onu, Namaz, Zekât ve Oruç gibi müslümanlık
yollarına sureten teşvik ederler.Onu, bir seneden
fazla bu hal üzere bırakırlar; fakat önemle gözedip sabrına bakarlar; iş ve
hareketlerini gözden geçirirler. Hazreti peygamberden naklolunup değiştirilmiş
birtakım rivayetlerle ve yaldızlı sözlerle onu aldatmaya kalkışırlar; ona bâzı
Kur’an âyetlerini mahsus olarak eğri ve yanlış okurlar ; bâzı kelimelerinin
lâfız veya mânasını tahrif ederler.
Bunun üzerine eğer kendisinde bu sözlere düşkünlük, meyi ve
kabul etmek, öğrettiklerini beğenmek, emirlerine itaat eylemek hallerini
görürlerse o vakıtta kendisine: ;
(Sırları keşfetmeye bak; avamın kanaat ettiği dış mânalara
kanaat edip kalma; kendin için bu hale razı olma; Kur'anı ve remizlerini iyi
düşün; meselelerini ve ne mânaya misal olduklarını bil; Namaz, taharet ve
peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizden açık ve ibare ile değil,
Rumuz ve işaretle rivayet olunan emirlerin mânalarını belle. Çünkü bütün
insanların din adına yaptıkları işler perde altında olan birtakım mânalar için
birer darbı meseldir. Buna binaen sen namazı ve içindekini bil, iç mânalarını
bellemeye bak; çünkü bilgisiz yapılan iş, sahibine fayda vermez...) derler.
O bîçare cahil, ne sorayım der.
Dâvetçi; Allah Teâlâ (Namazı doğrultarak eda ediniz; zekâtı
veriniz) buyurmuştur. Zekât yılda bir kere farz kılınmıştır; namaz da
böyle. Herkim onu yılda bir kere kılarsa emrolunan namazı tekrarsız eda etmiş
olur) der. Bir de, namaz ve zekâtın (dış yüzleri olduğu gibi) birer iç
yüzleri de vardır: Çünkü namaz, zekât, oruç ve hac ikişerdir. Cenabı Allah’ın
yarattığı her şeyin bir zahiri ve görünüşü olduğu gibi, onun bir de bâtını, içi
vardır. Buna (günahın zahir ve batınını bırakınız) ve (de ki rabbım
ancak fahiş günahların zahir ve bâtınını haram kılmıştır) mealindeki
âyetleri delâlet eder.
Görmüyor musun ki, yumurtanın dışı ve içi vardır.
Buna binaen zâhir, insanların bilmesinde eşit olup havas ve âvamın bildikleri
şeydir; bâtıl ise, bütün insanların değil
pek az kimselerin bildiği şeydir. Cenabı Hakkın, ona (Nuha) inanıp pek
az kimseden başka onunla beraber (gemiye) binen olmadı (onlar “îman edip iyi
âmel işleyenler” çok azdır) ve (kullarımdan çok teşekkür edenler pek
azdır) sözleri bu yüzdendir. Buna göre cahil, çokluğu teşkil eden
akılsızlardandır. Bundan başka Es-salat, Ez-zekât kelimeleri yedişer
harftir. Muhammed ve Ali’ye birer remz ve delildir; çünkü ikisi de yedi
harftir.
Buna binaen Es-salat Vez-zekâttan maksud mâna
Muhammed ve Ali’ye muhabbet beslemek ve ikisine taraftar bulunmaktır. Artık,
herkim onları candan severse Namazı edâ etmiş ve zekâtı vermiş olur . derler.
İşte bu dâvetçi ve muallem köpekler bu gibi hezeyanlarla din
ve şeriatın lüzumunu, Kur’anı ve peygamberin sünnetlerini bilmeyenleri vehim ve
hataya düşürürler ve bu sözler; o aldanmış bîçarelerin yanında geçer ve kabul
görür ; çünkü bu meşreb nefse ravet verir, her şeyi mubah ve hâlal kılar;
halkın avamını, şeriatın gerektirdiği Allaha itaat kaydından kurtarır ve haram
kıldığı fenalıkları kendilerine caiz gösterir.
Bunların sözleriyle aldanmış cahil bu telkinlerini kabul
ederse, ona: (Allaha yakınlık kazandıracak bir sadaka ver ki, ermeğe sana
bir merdiven ve kurtuluşa vesile olsun ve biz de sana mevlâmızdan namazları senin üzerinden kaldırmasını ve bu
ağır yükü senden indirmesini isteyelim) derler. Aldatılmış
Medû; tutar dâvetçiye on iki lira verir.
Dâvetçi onu Mevlâları huzuruna götürür ve (Mevlâna: kulun falan kimse namazı ve mânalarını öğrendi,
ondan namazı kaldır ve bu ağır yükü sırtından indir ve işte on iki lira)der.
Mevlâları, cemaatına: (Şahid
olun ki, ben üzerinden namazı kaldırdım)der ve kendisine (ve
sırtındaki ağır yüklerini, toka ve kayıtlan üzerlerinden indirecektir)
âyetini okur. O vakit, evvelce bu davet ve tarikatı benimseyenler, bu aklanmışa
iltifatlarda bulunur, onu kutlarlar ve senin beline ağırlık veren yükünü
indiren Allaha hamdolsun derler.
Bir müddet sonra, dâvetçi, o suretle iğva edilene: (Namazın
neden ibaret olduğunu anladın. Bu bilgi, ilk derecedir. Ben Allahın seni en
yüksek dereceye eriştireceğini umarına. Artık, sor, araştır) der.
Sapıtılmış mürid; ne sorayım? der.
Dâvetçi, ona, (Allah Teâlânın nehyettiği içki ve kumarın
ne olduğunu bilirmisin? sor. ikisi Ebu Bekir ve Ömerden ibarettir. Hazreti
Ali’ye muhalefet edip hilâfeti ondan gasbettikleri için, onları sevmekten
kaçınılması emrolunmuştur. Yoksa yaş veya kuru üzümden, buğday ve başka
maddelerden yapılan ve asıl hamır adı verilen şerap ise haram değildir. Çünkü
yerin bitirdiği şeylerden çıkarılmıştır),. der ve ona karşı, (Cenabı
Allahın kullarına çıkardığı zîneti. ve hoş rızıkları kim haram kıldı?) ve “İman edip
iyi amel işliyenlere yeyip içtiklerinde günah yoktur” âyetlerini sonlarına kadar okur ,
Bundan sonra dâvetçi, o sapığa, Ramazan orucunu da
bıraktırmak hususunda iğvaya geçerek, der ki; savm ile oruç sır saklamaktır ve
ona her kim Ramazan ayında hazır, mukim bulunursa onu oruçla geçirsin âyetini
okur. Orucu (Nübüvvet hanedanından) hak imamların, zalimlerden korkarak
gizlendikleri vakıtta saklandıkları yerleri söylememekle tefsir eder.
Buna delil getirerek, hazreti Meryemin, Allahın eniriyle
babasız olarak İsa’yı doğurduktan sonra, göreceği insanlara karşı söylemesi
emrolunan (Ben, Rahmana oruç adadım da artık bugün hiçbir insanla
konuşamıyacağım) sözünü bildiren âyeti okur ve eğer oruç âyetinden yemek
yememeyi kasdetseydi, Meryemin âyette söylemesi emir olunduğu sözde (Ben
bugün bir şey yemiyeceğim) der idi. Böyle dememesi orucun susmak mânasına
olduğuna delâlet eder, der .
Dâvetçinin bu sözleri üzerine o aldanmışın küfür ve tuğyanı
artar ve telkinlerine meyl ve düşkünlük eder. Çünkü nefsanî arzusuna uygun
bulur. Nefis ise her vakit fenalığı emreder. Sonra dâvetçi ona, fidyeyi ver ki
erişmene merdiven ve vesile olsun; tâ ki Mevlâmızdan
orucu senden kaldırmasını isteyelim der, sapık ta on iki lirayı verir. Dâvetçi
onu Mevlâna dediklerine götürür; Mevlâna! Kulun falan, orucun hakikî mânasını
belledi; ona Ramazanda yiyip içmeyi helâl kıl, der.
Mevlâları; Dâvetçiye sırlarımıza karşı bu müride güvenip
emin oldun mu? der.
Dâvetçi— Evet, der.
Mevlâları: — Ben de oruç ödevini üzerinden kaldırdım, der.
Sapıtılmış mürid bir müddet daha durduktan sonra yine
dâvetçi ona gelir, der ki, şimdiye kadar mezhebimizden üç derece tanıdın; şimdi
de, Taharetin te’vilde ne olduğunu ve Cünüblüğün mânasını bil. Mürîd, bunları
bana tefsir et ,der, Dâvetçi ona
Bil ki, Taharetin mânası kalp temizliğidir. Mû’min haddi
zatında temizdir, kâfir ise pistir. Onu ne su, ne de başka birşey temizliyemez.
Cünüblük ise peygamberlerin ve ehlibeytten olan imamların zıdlarını,
düşmanlarını sevmektir.
Meniye gelince, murdar değildir. Cenabı Allah ondan
peygamberleri, veli’leri ve taat ehlini yaratmıştır. Adem 'neslinin
yaradılışının başlangıcı olduğu ve onun üzerine yapısının temeli kurulduğu
halde, nasıl necis olur? Eğer ondan gusletmek dinin emirlerinden olsa idi,
büyük ve küçük abdestİerden de tamamiyle yıkanmak daha vacib olurdu; çünkü
ikisi aynen pis ve necistir.
(Ve eğer cenabetli
olursanız iyi temizlenin) âyetinin mânası:
Eğer bâtın ilmini bilmez iseniz öğrenin, bedenlere
hayat getiren su gibi canlara hayat veren ilmi de belleyiniz demektir. Allah
Teâlâ (her diri şeyi sudan yaptık) ve (insan; neden, yaratıldığına
bir baksın, şiddetle atıp dökülen bir sudan yaratıldı) buyurdu: Allah
meniye su adım verince temiz olduğuna delâlet etti, der.
İşte, dâvetçi o aldanmış sapığı bu sözlerle
vehme düşürür; Sonra usulleri üzere ona on iki lira vermesini emreder; mürid
verir; dâvetçi onu Mevlâlarına götürür; Mevlâna; kulun falan, taharetin
hakikî mânasını tanıdı, işte sana tekarrüb vesilesi, der. Habîs mevlâları;
cemaatına şahid olun ki, ben ona cünüblükten yıkanmamayı helâl kıldım, der.
Tamamiyle aldatılmış mürid, bir müddet o haller üzere
durduktan sonra dâvetçi ona: (Sen şimdiye kadar
tarikatımızdan dört derece tanıdın; şimdi sana tanınması lâzımgelen beşinci
derece kaldı, bunu da keşfetmeye bak. Çünkü işin sonu ve saadetin gayesidir,
der ve ona: (Hiç bir nefis onlara, hakikî olgun mû’minlere, sonsuz sevinç verip
gözlerini aydınlatan nimetlerden. neler sakladığını bilemez) âyetini
okur.
Mürid — bu dereceyi de bana lütfederek bildir ve delâlet
eyleyerek beni ona erdir, der.
Dâvetçi ona: (Sen bu hususta büyük gaflet içinde idin.
Gözünden perdeyi kaldırdık. Artık gözün bugün keskindir, her hakikati açık
görürsün) âyetini okur. Sonra ona dünyada iken cennete girmek ister misin?
der.
Mürid — Benim için buna yol var mıdır? der.
Dâvetçi, bu soruya ve gösterilen arzuya karşı, müride "ahiret
ve dünya bizimdir”, ve “de ki, Allahın kullarına çıkardığı ziyneti ve
hoş rızıkları kim haram kıldı ? O, kıyamet gününde, dünyada iken iman edenlere
halife ve mahsustur' âyetlerini (96) okur.
Bu âyetteki ziyneti, mahsus kimselerden başkalarının
göremedikleri kadın sırlarından insanlara gizli kalan şeylerdir, diye tefsir
eder. Bu ziynet; (kadınlar, ziynetlerini kocalarından başkalarına
göstermesinler.) âyetindeki ayni ziynettir. Ziynet gizli ve kapalıdır,
herkese açık ve belli değildir der; sonra ona: (Sadef içinde saklı inci gibi
iri gözlü huriler de çevrelerinde dolaşırlar) âyetini de okur ve der ki,
dünyada iken cennete ermeyen, ahirette de ona ermez. Çünkü cennet cahillere
değil, akıllılara mahsustur. Zira eşyadan beğenilen, ancak gizli kalanıdır.
Bu yüzden cennete, gizli olduğu için Cennet denilmiş; cin
taifesine insanlardan gizlendikleri için Cinn; kabristana içindeki
mevtaları sakladığı için Mecenne; kalkana, düşmanın kılıcına karşı
örttüğü için Micenn adları verilmiştir.
Buna binaen, dünyada cennet, ilimleri ve akıllan olmayan bu
ters mahluktan gizlenen birşeydir.
Dâvetçinin, cahili boğan bu yaldızlı sözleri üzerine
alıklaşan bu müridin hayranlığı arttıkça artar ve mel’ûne: lütuf buyurup, beni
teşvik ettiğin dünya cennetine ulaştır der. Dâvetçi, Necvalık [Gizli fısıltı] on iki lirayı
ver, sana Allaha yaklaşma vesilesi olsun der.
Şaşkın mürid on iki lirayı verir.
Dâvetçi onu en büyük mel’ûna götürür! Mevlâna! Kulun falanın
içi sağlamlaşarak düzeldi ve sınavı saflaşarak duruldu. Şimdi de, kendisini cennete sokmanızı; ciddî ve hakikî hükümlere
erdirmenizi ve hurilerle evlendirmenizi istiyor, der.
Mevlâları dâvetçiye der ki, — ona emniyet ve itimad ettin
mi?
Dâvetçi — evet ben ona eminim, onu iyi sınadım; hakka karşı
sabırlı ve senin nimetlerine teşekkür edici buldum.
Mevlâları — bizim ilmimiz zordur, nefse gayet güç gelir; onu
halka gönderilmiş bir peygamber, ya Allaha yaklaştırılmış bir melek, veyahut
kalbi Allah tarafından imanla denenmiş bir kuldan başkası taşıyamaz. Eğer senin
nazarında hali sağlamlaşmışsa, onu, eşin yanına götür, ikisini yalnız bir arada
bulundur, der.
Dâvetçi, Allaha ve Mevlânaya itaat olmak üzere baş
üstüne der ve hemen onu kendi evine götürür. O gece davetçinin karısıyla yatar,
sabah olunca dâvetçi kapılarını çalar ve bu cahil halk bizim halimizi bilmeden
kalkınız, der.
Tam sapıtılmış mürid, dâvetçiya teşekkür ve dualar eder.
Dâvetçi: bu iyilik benden değildir, Mevlânamn fazlındandır.-
Mürid dâvetçinin evinden çıkınca, bu melûn dâvet
ve tarikat adamları işidirler; hepsi de bu dâvetçinin yaptığı gibi müridi
evlerine götürüp eşleriyle yatırırlar.
Sonra dâvetçi müride — Mevlânanın yanında en büyük
toplantıyı da görmelisin, Allaha yakınlık vesilesini, ver.
Mürid on iki lirayı verir.
Dâvetçi onu Meviâları huzuruna götürür, Mevlâna! Kulun
falan, en büyük toplantıyı görmek ister; şu da Necva vesilesi der.
Mevlâları en büyük gece içtimainin kurulmasını emreder.
Akşam karanlığı basıp kadehler dolaşır; başlar kızar;
nefisler çakır keyf olunca, bu mel’ûn tarikatın bütün mensupları karılarını
getirirler; her kapıdan erkeklerin yanlarına girerler; çıraları ve mumları
söndürürler ve herbiri eline geçeni tutar;
Sonra önderleri Mevlâna dedikleri kerata da, karısına,
mel’ün dâvetçinin ve diğer bütün müridlerin yaptıkları gibi, yani müride teslim
olmasını emreder.
Yoldan artık tamamiyle çıkmış olan bu mürid, Mevlânanın ona
yaptığı bu iyiliğe teşekkür eder. .
Önderleri — bu benim ihsanımdan değildir, Mevlâna emirulmümininin
fazlındandır, ona teşekkür ederiz. Sizin bağınızı çözdüğüne, ağır yüklerinizi
sırtınızdan indirdiğine, güç teklifleri üzerinizden kaldırdığına,
cahillerinizin (hocaların)haram saydıklarının bazısını size halâl kıldığına
karşı nankörlük etmeyiniz, der; ve (Buna sabredenlerden başkaları ulaşamaz»
ancak büyük bir haz Sahibi ulaşır) âyetini teşvik için okur.
Müellif Mâlik Oğlu Muhammed rahmetüllahi aleyh der ki: İşte,
(Tarikatlarının temeli olan bu beş derecenin beyanında)) zikrettiklerim,
bu fırkanın küfür ve dalâletlerinden muttali, olduğum itikad ve hareketleridir.
Allah taalâ hazretleri onları gözleyicidir. .Bana .karsı da,
fiil, küfür ve cehillerinden vâkıf olabildiğim hallerden naklettiklerimin
hepsine şahiddir; görüp kendilerinden duyduğumu bilir. Herkim aleyhlerine
haksız yere bir söz söylerse, Allahın, Meleklerin, bütün insanların ve lânet
okuyanların lânetler onun üzerine olsun. Allah onlara iftira edenleri rusvay
etsin; ona en fena varılacak yer olan cehennemi hazırlasın ve her kim ki
kendilerinde bulunmayan halü hareketleri naklederse Allahın havlü kuvvetinden
ilgisi kesilip: şeytanın havlu kuvvetine sığınsın . . .
Buna binaen. Cenabı Allahın bana zaptını farz kıldığı bu şehadete
göre müslümanlara bu nasihat ödevimi verine getirdim. Zir'a Allah, şehadetin
zaptını, -hakkı ile gözetip işitmeyen-'
lere söyleyerek ulaştırmasını emretmiş (şehadetleri
yazılacak ve ondan sorulacaklardır) buyurmuştur.
Allahtan dilerim ki, bizi müslüman olarak vefat ettirsin,
müslümanlığı minnet ve rahmetiyle bize ihsan ettikten son» bizden geri almasın;
âmin.
Ey insanlar!
Cenâbı Allah bizi ve
sizi doğruya muvaffak buyursun ve bizleri küfür ve şüphelere düşmek
yollarından, uzaklaştırsın. Ben, bu mel’un davetin hallerini zikretmek istedim
ki, mezheplerine meyleden olmasın; akıllı bir kimse sözlerine kulak vermesin ve
bu kitapta, bu kadarcık söze bakana bir korku verme ve ona vakıf olup iyi
düşünene karşı özür belirtme bulunsun.
Sh: 40-49
Kaynak:
Bâtınîlerin Ve karmatîlerin İçyüzü, Yazan: Muhammed Hammadi B. Mâlik B. Ebulfedail, Türkçeye Çeviren:
Hatay Müftüsü: İsmail Hatib ERZEN, 1948, Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar