Hattat Hamid AYTAÇ kaddesa'llâhu sırrahû (ö. 1891-1982)
XX. yüzyılın meşhur Türk hattatı.
BİBLİYOGRAFYA:
[AYTAÇ, Hamit - M. Hüsrev Subaşı]
Kaynak: İslam ansiklopedisi, cilt: 04; sayfa: 287-289
Memleketin en meşhur hattatı
idi.
işinin erbabıydı.
Fakat harf devriminden sonra,
eski yazıya rağbet iyice azalmıştı. Eskisi gibi iş gelmiyordu artık…
Kocaman bir işhanında küçük bir
bürosu vardı.
Uzun zamandır iş yoktu.
Yüzlerce talebe yetiştiren usta
hattat, dükkânının kirasını bile ödeyemiyordu.
Han sahibi yaşlı bir Ermeniydi…
Hattatı sabah işe gelirken
gördü.
– Usta, kirayı ödemezsen, Cuma
gününe kadar büroyu boşalt! Dedi.
Bir şey diyemedi hattat.
Büktü boynunu:
– Bakarız bir çaresine, dedi.
Bizi bugüne kadar darda bırakmayan Rabbim, bundan sonra da bırakmaz.
Derin bir nefes aldı usta
hattat.
“O ne güzel
vekildir”diye
düşündü. Hat ile çok yazmıştı bu âyeti.
Cuma gününe kadar birkaç parça
iş gelseydi, iyi olacaktı.
Ama Cuma sabahına kadar iş
gelmedi-
Cuma sabahı olunca, onu büyük
bir makam sahibi yanına çağırdı ve yüklü miktarda iş verdi
Hattat, gece-gündüz çalışarak
işleri yetiştirdi ve ücretini fazlasıyla aldı.
Kirayı hazırlamıştı…
İhtiyar Ermeninin oğlu öğlen
vakti dükkâna geldi.
Hattat hazırladığı kirayı vermek
çizere çekmecesine uzandı.
Çocuk:
– Amca, dedi. Babam iki gün önce
vefat etti… Bu han da bana kaldı. Seni seviyorum. Dürüst adamsın… Birikmiş kira
borcun varmış. Senin için uygun zamanda ödersin. Bunun için kendini üzme deyip
gitti. Sh:147-148
**
Kaynak: Ahmet Sırrı ARVAS, Herkesin Bir Hikâyesi
Var, Şubat-2003, İstanbul
**************************
Hattat Hamid Bey artık son
günlerini yaşadığını fark etmiş ve hattan ayrı düşmek istemediği için ölümden
tedirginlik duymaktadır. Bu ruh haliyle bir gece rüyasında genç yaşta vefat
eden talebesi Hattat Halim (Özyazıcı) Efendi’yi görür. Halim Efendi yemyeşil
bahçeler içinde habire yazmaktadır. Tıpkı hayatında olduğu gibi hızlı hızlı
yazmakta her yan yazıyla dolmuş durumdadır. Halim Efendi; “Hocam kabrimde de
habire yazıyorum” der.
Ertesi gün Hattat Hamid, neşeli
bir vaziyette öğrencilerine rüyasını anlatır ve “Çocuklar artık rahatça
ölebilirim” der.
Hattat Hamid Bey 18 Mayıs
1982’de vefat etmiş, vasiyeti üzerine Karacaahmet Mezarlığında Şeyhü’l-hattâtîn
Şeyh Hamdullah’ın yakınında bir yerde toprağa verilmiştir.
İrfan Özfatura/9.12.2007
Yaklaşık 5 yıldır iz bırakanları
hazırlıyoruz. Zaman zaman bize “Nereden buluyorsunuz bu mevzuları, bu bilgilere
nasıl ulaşıyorsunuz?” diye soruyorlar. Konu bulmak hakikaten zor. Zira biz
hikayesi olan insanları arıyoruz, inişler çıkışlar yaşayan, “vay beee”
dedirten, hayatı beklenmedik şekilde sonlanan…
Yoksa büyük adam çoook. Filan
yerde doğdu, idadiyi şurada rüşdiyeyi burada okudu, filanca fakülteden mezun
oldu şu şu şu vazifelerde bulundu, öldü, gömüldü. Evet bu da bir tarz ama
gazete okuyucusunu sarmaz.
Birçok ünlüyü araştırıyoruz,
çoğundan malzeme çıkmıyor. “Bak bu yazılmalı işte” dedin mi iş belge bilgi
toplamaya kalıyor. Sizden saklayacak değilim, bir kere Google müthiş bir imkan.
O zat hakkında ne söylenmişse karşınıza çıkıyor. CTRL X , CTRL V… Kes yapıştır,
kes yapıştır. Dosyanızda yüzlerce sayfa birikiyor. Ancak internetten alacağınız
bilgiler dağınık ve kirli. Ölçü yok, kimi yerin dibine batırıyor, kimi göklere
çıkarıyor, sevenler sövenler birbirine giriyor… Sonra bıktıracak kadar tekrar
bulunuyor. Tasnifi bir yana doğrulatmak için yine kitap karıştırmanız
gerekiyor.
Kitap deyince akla ilk gelen
kaynak hatıralar. Üstelik birinci tekil şahsın ağzından çıktığı için emin,
buradan alacağınız hiçbir cümlenin tekzip şansı bulunmuyor. Ancak biyografiler
okuyucuyu pek de alâkadar etmeyen teferruatlarla dolu ve tuğla cesametindeki
kitabı devirmek bir haftanızı mal oluyor. İşin en temizi ne biliyor musunuz?
Bahsi geçen zatı yakinen tanıyan biri olacak. Basacaksınız teybin düğmesine
anlatacak. Ohhh kurtuldu hafta, keyfler keka…
Bu kolay ele geçen bir nimet
değil ama bu defa talihimiz yaver gidiyor. Üç beş hafta evvel koridorda
karşılaştığım Hattat Cemil Ağabey “Sana Hamid Aytaç’ı anlatsam yazar mısın?”
diyor. Emrin olur ağam… Hastaya ilaç soruyor. Ayaküstü bir sohbet başlıyor
“Aslında ressamdım” diyor ve ekliyor: “Bir büyüğümüzün tavsiyesi ile hat
sanatına niyetlendim, gidip Hamid Beyin kapısını çaldım…”
Özet geçiyorum: Hattat Hamid o
günlerde Ankara Caddesi üzerindeki Reşit Efendi Han’ında bir oda kiralamıştır.
Ki avluya bakan izbenin küçük bir penceresi vardır, havasızdır, güneş almaz.
Bir somya, yazı masası,
piştahta… Başka şey arama… Dar mı dar, hani üç misafir gelse zor sığar. Üstelik
rutubetlidir, akar. Tavandan kırk mumluk bir ampul sallanır, etrafına
iliştirilen kağıt güya ışığı toplar.
Geceleri el ayak kesilince
ocakçılar kaybolur, o sabahlara kadar yazar da yazar. Gece sessiz, tek tük
Cağaloğlu yokuşunu tırmanan arabalar… Kağıt üzerinde cızır cızır gezinen kamış,
martı çığlıkları, dem çeken kumrular…
Ayak altında Arap zamkları,
porselen havanlar… Hamid Hoca baca islerini itina ile ezer, mürekkebini de
kendi yapar.
Odası perişandır. Temizlemek
isteyene de izin vermez, düzeninin bozulmasından hoşlanmaz.
Geceleri çalıştığından olacak
gündüz içi geçer, gözleri ufalmaya başlar. Bazen harfin ortasında hareketleri
donar, başka âlemlere dalar. Bir lahza hareketsiz kalır, başı düşünce sıçrar,
gözlüklerinin üstünden mahcup mahcup etrafına bakar. Düşünebiliyor musun bir
şey olmamış gibi yazıyı tamamlar ve hat asla bozulmaz.
Yaşlıdır, zor yürür, kırk yılın
bir başı dışarı çıkar, berbere filan uğrar. Üstü başı temizdir ama mürekkep
lekesini lekeden saymaz.
Bu odacık akademi kesilir,
talebelerin biri gider, biri gelir, Mısır’dan, Suriye’den koşan koşana…
Hoşsohbettir de, ders esnasında menkıbeler, hatıralar anlatır, ağzından bal
damlar.
Rahmetli âdeta yazıyla yatar,
yazıyla kalkar. Şişli Camii’nin kapı üstündeki müsenna hattı istiflerken
lamelifleri bir türlü oturtamaz, işin içinden rüyasında gördüğü usulle çıkar.
Bütün eslafa hürmet besler,
adlarını saygıyla anar. Hassaten Hattat Rakım’ı beğenir, taklit ettiğini
söylemekten kaçınmaz. Huzuruna gelen talibleri sülüs nesih “Rabbiyessir” meşki
ile pişirmeye bakar. Önce bir tane kendi yazar, mesafeleri baklava dilimi gibi
noktalarla belirler, kurallarını koyar. Çalışmaları tashih eder, hataları
gösterir, beğendi mi “aferin” demekten sakınmaz. Ama ona beğendirebilmek kolay
değildir, bir sene boyunca Rabbiyesir yazarsınız yine de hata çıkar. İşin
içinden kopya çekerek sıyrılmaya çalışanları anlar, ancak bunu yutmuş görünür,
heves kırmaz.
Mektupla gönderilen çalışmaları
da inceler, üzerine şu olmuş, bu olmamış kabilinden notlar yazar, geri yollar.
Öyle uzun uzun tafsilattan
hoşlanmaz. Hevesli dediğin el hareketine bakarak da hisse kapar.
Doğrusu fukara sayılır, çorbası
zar zor kaynar. Bu yüzden kırık dökük işlerle de oyalanır, bir ara gider
Paşabahçe’de cam işi yapar.
Bazen yazdıklarını eşe dosta
teklif eder, ne verirlerse “he” der, yüksekten uçmaz.
Öyle Halim Efendi gibi
seriu’l-kalem değildir, acele etmez, tadını çıkara çıkara yazar. Evvela kurşun
kalemle bir taslak (müsvedde) hazırlar, sonra kamışla şeffaf kağıda geçirir,
yazıyı ince ince tashih eder, rötuş yapar, adeta harflerle oynar. Bıkmaz,
usanmaz, “içine sinesiye” tekrarlar. Ona göre bir hamlede çıkan yazıya bir kere
bakılır, emek verilenden ise göz alınamaz!
Aceleye gelemez, elinde iş var
diye talebelerinden kopamaz. Bu yüzden uyanık müşteriler Hattat Hamid’e sipariş
verdikten sonra kapıya “Meşgulüm, rahatsız etmeyin” yazan bir kağıt
yapıştırırlar. Garibim günlerce insan yüzüne hasret kalır, o kuytu han odasında
bir başına tıkırdar.
Bir ara han sahibi onu çıkarmak
ister. Hamid Hoca, boynunu büker. Ama bakın şu işe ki han sahibi ölür, o
yerinden oynamaz. Hanın yeni sahibi ondan kira mira almaz.
Hattat Hamid’in son günleri
hastane köşelerinde geçer. Orada da boş durmaz, parmaklarının titrediği
günlerde bile elinden kamışı bırakmaz.
(Bunları yazıya döküp Hattat Cemil
Ağabeye götürüyorum, şüphesiz ilaveleri olacak. Ancak beynine giden damarlardan
birinin aniden tıkandığını öğreniyorum. Dileriz iyileşir, şu muhabbet yarım
kalmaz. Şimdilik bununla yetinin, onun adına sizden dua istiyorum.)
Hattat Hamid velüd bir
sanatkârdır, yazdığı tevafuklu Kur’an-ı kerim ve Kırk Hadis özenle basılır.
Şişli Camii’nin nefis yazıları onun elinden çıkar. Ankara Kocatepe, Eyüp,
Söğütlüçeşme’nin yazıları sayısız kitap kapağı, hilyeler, mezar taşları,
levhalar…
Diyarıbekirli Musa Azmi Amidî,
Celep Zülfikar Ağa’nın oğlu, Hattat Seyyid Adem Efendi’nin torunu olur ki eli
çocuk yaşta kalem tutar. Henüz sıbyan mektebinde iken Mushaf-ı şeriflerin
kenarına ayetler yazar. İlk hocası Diyarbakır Meb’usu Mustafa Akif Efendi’den çok
şey kapar. Rüşdiye mektebinde Hoca A.Vahid Efendi’den rik’a, jandarma kolağası
Ahmed Hilmi Efendi’den de sülüs öğrenir. Sonra Kavas-ı Sağır imamı Said ve
Abdü’s-selam Efendilerin peşi sıra koşar. Üsküdarlı Ali Rıza’nın talebesi Hilmi
Efendi’nin nezaretinde resim yapar. Hasan Ferid Bey’in atlasından bakarak
çizdiği haritalar öyle hoş olur ki okulun müzesine kaldırırlar.
Musa Azmi vaktini resim ve
yazıya ayırdığı için dersleri pek iç açmaz. Bu yüzden babası ona (muvakkaten)
hat resim yasağı koyar. Ancak gizli saklı hazırladığı tuğra Ulu Hakan’ın
ihsan-ı şahanesine lâyık olunca, oğlunun kıratını fark eder, artık önünde
durmaz.
Nitekim “İstanbul’a gideceğim”
deyince de (16 yaşındadır) mani olmaz. Musa Azmi Sanayî-i Nefise mektebinde
ünlülerle tanışır. Saray müzehhibi İranlı Hüseyin Tahirzade ve Büyük Postanenin
mimarı Vedat Bey gibi mesela…
Tahsil tam istediği gibi
gitmektedir, lâkin babası ölünce ekmek parası kovalamak mecburiyetinde kalır.
Maarif nezaretinde münhal yazı hocalıkları vardır ama yaşı tutmaz. Erkanı
Harbiye-i umumiye Ser Hattatı Hacı Nafiz Bey yine de elinden tutar, tıfıllara
ders vermesini sağlar.
Mâlum devlet memurları ilave iş
yapamazlar. Ancak o paraya sıkışınca gider Nuruosmaniye’de ufak bir dükkan
açar, tabelaya mecburen müstear bir isim (Hattat Hamid) yazar. Kısa sürede
ünlenir, amirleri “Git şu Hattat Hamid’le konuş, onu işe alalım” buyururlar.
“Gitmesem filan” diye kıvranır
ama ısrarcı davranırlar. “O Hamid benim” deyince iş çatallanır, mahkemeye
çağırırlar. Olacak bu ya hakim İbrahim Hakkı Altunbezer’in ahbabı çıkar, işi
usulüne uydurur, beraatını yazar. Ama bu saatten sonra memuriyette kalamaz,
istifasını sunar.
O günlerde Ankara Caddesi’ndeki
Arif Hikmet Yazı Yurdunun (şimdiki Afitab mağazası) sahibi vefat eder, dul
kalan hanımı matbaacılıktan anlamaz. Hattat Hamid burada çalışmaya başlar ve
işleri yoluna koyar, bir süre sonra evlerini de birleştirir ve yeni bir yuva
kurarlar. Hattat Hamid vakayı veciz bir cümle ile özetler “Azmi iken azmettim
Hamid oldum şimdi Allah-ü tealaya hamd ediyorum!”
Her ne kadar parayı mühür,
klişe, etiket ve kartvizitten kazanırlarsa da, gönlünde hat yatar. İlerleyen
yıllarda matbaadan tamamen kopar.
Hattat Hamid velüd bir
sanatkârdır, yazdığı tevafuklu Kur’an-ı kerim ve Kırk Hadis özenle basılır.
Şişli Camii’nin nefis yazıları onun elinden çıkar. Ankara Kocatepe, Eyüp,
Söğütlüçeşme, Yeni Postane arkasındaki mescidin yazıları, sayısız kitap kapağı,
hilyeler, mezar taşları, levhalar…
Hamid Hoca dışarıda da iyi
tanınır. Sadece Irak’a binlerce levha yazar. Arap al-Umme dergisi onu “Şeyh’ul
hattatin fi’lkarnil işrin” (20. asırdaki hattatların piri) diye tanıtır,
Japonya’dan bile röportaja koşarlar.
Hattat Hamid; Hacı Kamil Akdik,
Hulusi Yazgan, Neyzen Emin Dede gibi sanatkârlardan istifade etse de kendi
kendinin muallimidir, Yesari ve Rakım Efendilerin yazılarını inceleyip dersler
çıkarır. Yenicami şadırvanında Sami Efendi’nin hattına bakar, bakar, bi daha
bakar. Yağmura çamura aldırmaz. Alimi alim anlar derler, şüphesiz hattatı da hattat!
Bir kitapçı vitrininde Yesari’ye
ait celi ta’lik levha görünce adeta abone olur. Kepenk kalkar kalkmaz dükkanın
önüne dikilir, saatlerce seyreder. Bir gün… İki gün… Üç gün…
Sahaf da huzursuz olur ama ses
çıkaramaz. Bir gün yine gelir yazıya dalar, dükkan sahibi: “Eee sıktın ama”
der, “Al senin olsun, bizi de rahat bırak!”
Nasıl sevinir anlatılamaz.
Hat sanatının harf devrimi ile
amansız darbe yediği günlerde çok bunalır. Baskılar artınca levhalarını
alelacele elden çıkarmaya bakar.
Hasılı o güzelim tablolar ehil
olmayanların eline geçer, büyük bir kısmı yurt dışına çıkar. Tavan aralarında
solanlar, gömülenler, yakılanlar…
Garibim “Marifet iltifata
tabidir, müşterisiz meta zayidir” diye dertlenir. Anlayana…
Bazıları ondan Latin harfleriyle
estetik istifler yapmasını arzular, Hamid Bey, “İslâm harfleri asr-ı saadetten
beri yazıldı” der, “Üstünde binlerce sanatkârın, emeği, zekâsı, üslubu var.
Yeni yazıyı şekle sokmaya ömrüm yetmez, uğraşamam da!”
Hamid Bey; Rakım, Sami, Nafiz
efendilerin yolundan gitse de sülüse, kendine has bir şive katar. Erbabı,
Hoca’ya ait bir yazıyı uzaktan tanır. Hele celi sülüs istiflerindeki tenasüp,
kıvraklık, akıcılık, rahatlık, denge ve leke dağılımı parmak ısırtır. Bu, onun
kuru bir mukallit olmadığını ispatlar ki eslaftan aldığı emanete çok şey katar.
“Yazı, dilin eli, elin dilidir” demişler, o eliyle konuşur, duyana…
Bir ara handa yangın çıkar,
kâhya kapıyı döver, “Üstad!… Üstad!” diye yırtınır “Çabuk çık, yanacaksın!”
Bina ahşap, tavan taban çıtır çıtır tahta… Hattat Hâmid hiç istifini bozmaz,
“Biz Allah (Celle Celalüh) yazıyoruz kardeşim” der, “Git sen başının çaresine
bak!” Dediği gibi olur, yangını yan odada kontrol altına alırlar.
M. Uğur Derman anlatır: Hâmid
Bey, Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını anlatan ‘hilye – i
nebevî’ler yazmaya bayılırdı. Bunlardan Dervişzâde Hasan Fehmi’de de bir tane
vardı. Bakmaya doyamazdım. Bir ara bu ta’lik hilyeyi lupla inceledim, tek kusur
bulamadım. Gidip üstada anlattım… “Yâhu, ben onun tashihi için 2.5 yıl
uğraştım” dedi, “kolay mı?”
Hattat Hamid kamışları ustalıkla
açar, iki tarafını da sivriltir. Sorar gibi bakan talebelerine “Sivriltelim ki”
der, “Şeytanlar oturmasınlar!” Ayet-i kerime, hadis-i şerif yazan bir kamışın
üstüne şeytan oturabilir mi? Onu bilmiyoruz ama riyadan, kibirden pek korkar.
Kamış yongalarını titizlikle saklar, yakınlarına “Defin suyum bunlarla
ısıtılsın” diye fısıldar. Hattat Hamid bir Miraç gecesi dostlarına kavuşur (18
Mayıs 1982). Vasiyeti üzerine Karacaahmet Kabristanında (Şeyh Hamdullah’ın yanı
başına) toprağa bırakırlar.
Odasını açarlar. Bir divan,
kafasına ısıtıcı takılmış bir piknik tüpü ve bir masa… Sağda solda yarım kalmış
birkaç levha.. Karalamalar kalıplar… Han sahibi “Birileri şu emanetleri alsın”
dese de talibi çıkmaz. Keşke metrukatı toplanabilse de müze yapılsa… “Olmak
için ölmek lâzım” diyen Hamid Usta, ne yazık ki ölünce de adam yerine konulmaz.
Adı haber bültenlerine çıkmaz, (IRCICA’yı saymazsanız) belgeseli yapılmaz. Şu
vefasızlığımıza bakın ki ruhuna okutulan Mevlid-i şerif ve Kur’an-ı kerim
ziyafetlerine bile ahım şahım katılım olmaz.
Hattat Hamid, Ankara Caddesi
üzerindeki Reşit Efendi Han’ında avluya bakan küçücük bir odada onlarca
sanatkâr yetiştirdi.
Acaba bu han “hat müzesi”
yapılabilir mi?
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/irfan-ozfatura/357536.aspxNot: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar