Print Friendly and PDF

Hayatın Cin Tarafı



Londra Üniversitesi sosyoloji Profösörü, Westermarck
tercüme: ŞAHAP NAZMI COŞKUNLAR
Cinden başka «Nazar değmesi» de bütün müslüman memleketlerinde başa gelebilecek fenalığın, felâketin en açık sebeplerinden olarak görülür. Bunun hakkındaki izahatımı Fasta kendi yaptığım incelemeler üzerine kuracağım. Fakat başka yerde tafsilâtile gösterdiğim üzere diğer müslüman memleketlerin itikad ve amelleri onunla kuvvetli bir uygunluk (tetabuk) halindedir. 
Mağrib atalar sözünde şunlar vardır:
“Kötü göz evleri boşaltır, mezarları doldurur,,.
“insan cinsinin yarısı nazar değmesile ölür,,.
“Mezarların üçte ikisi nazara, isabeti ay ne aittir „.
Bu suretle Fas ülkesinde “nazar,, itikadı ö kadar kökleşmiştir ki bir yerde bir düğün veya her hangi bir toplantıda bir kaza olur ve orada kötü gözlü olarak tanınmış kimse bulunursa kaza o adama isnat olunur ve ziyan ona tazmin ettirilir. Böyle bir adam birisinin hayvanına bakarsa, o da az zaman sonra ölecek olursa bu zarardan at sahibine karşı mes’ul tutulur.
Kötü göz itikadı açık surette iki esasa ayrılır: Biri ifadesi şiddetli, tesirli göz, diğeri uğursuz gözdür. Biri fena arzuları nakleden bir vasıta, bir âlet gibi görülür, öbürü gözün sahibi olan insanda orijinal tehlikeli bir enerji membaından kendi arzusu hilâfına çıkan uğursuz bakış olarak tasavvur edilir. Pacon «imrenme fiilinde gözden bir nazarın fırlayıp geçmesi ve şualanması kabul ve tasdik edilir» diyor. Eğer böyle bir bakışa bir de söz karışırsa o zaman tehlike çok daha büyük olur: Yalnız şum göz değil şom ağız da vardır, insanların en fenası ağzı tatlı kalbi siyah olanlardır. Şakalı, kinayeli yahut methedici sözler bir “bakış„la beraber giderse böyle düşmanca hislerin, imrenmelerin yaptığı fenalık kadar korkunç birşey olur. Bu yolda şuursuzca oğlunu öldüren babalardan, babasın! Öldüren oğullardan bahsedildiğini işittim; Bir kimsenin bakışına senakâr (beğenici, methedici) sözler de katışırsa tehlike büyüktür. Bunun için bir ihtiyat tedbiri olmak üzere daima (Tebarekâllah) cümlesinin ilâvesi ister istemez gerek (zarurî) dir. Bu nevi batıl itikatlar Avrupada pek şayi olan bazı korkulara benzer görünüyor: Birinin sıhhat ve servetinden bahsederken bir nevi ihtiyatsızlık hissile korkulması ve uğursuzluğa maruz bırakmamak, fenalığı geri çevirmek için tahtaya vurulması (Touche du bois, Touch Wood, Unberufen) vesaire gibi.
İyi bir şeyi meth ve takdiretmek psikolojinin Tedai kanunlarına, bilhassa zıddı, aksi ile tedaiye göre insanın hayalinde fenalığın aksini uyandırır. Bu, büyücülüğe müteallik şeylerde çok vakidir. İstikbale ait şeyler bu suretle kat’î ve muayyen değildir ve mukadderata bel bağlanamaz.
Herkes böyle keskin kötü göze malik olmak iktidarını haiz değildir ve bazı insanlarda bu hâssa diğerlerinden yukarı derecelerdedir. Gözleri fazla çukur ve kaşları birbirine bitişik olanlar hepisinden fazla tehlikelidir. Açık renkli, mavi göz (İngilizcesi Fair fransızcaya bleu diye tercüme edilmiş) nerede azsa orada korku uyandırır ve binnetice ıztırab verir. Fakat Büyük Atlas Berberilerinde değil, çünkü onlarda mavi göz pek çoktur. Kadın gözleri, bilhassa yaşlılarınki ve gelinlerinki diğer insanlannkinden daha korkunçtur. Ziyafet toplantılarında kadınların önce yemesine müsaade edilmesi nezaket icabı değildir. Birisi bana şöyle dedi : «Aç kadın, kötü gözle bize bakarken onun karşısında biz nasıl yemek yiyebiliriz» ? Nazar değme tehlikesi şüphesiz yemek esnasında daha büyüktür; çünkü o kötü gözün bakışındaki zehir yemekle beraber hemen vücuda girebilir. Bu tehlikeye meydan vermemek için herkes birden yemeğe çağrılır veya herkese ayrı ayrı dağıtılır. Yemek yenirken orada bulunan köpek veya kediye biraz yemek vermelidir, bu suretle haris gözler başka bir yere çevrilmiş olur;
Nazardan hasıl olacak korkulardan kurtulmak veya ona, karşıkoyabilmek için başvurulan sayısız usuller vardır. Ben yalnız neticesi ehemmiyetli olan pek azını zikredeceğim. İhtiyat tedbirlerinin en selâmeti şüphesiz fena nazara maruz kalmamaktır. İşte İslâm âleminde kadınların kapalı tutulmasının ve pek umumî bir âdet olan yüzlerini örtme kaidesinin sebeplerinden biri de yalnız erkeğin kıskançlığı olmayıp, fena gözün bu sevimli mahlûklara değmesi korkusundandır.
Eski Arabistanda birçok güzel, endamlı erkekler düğün ve panayırlarda kendilerini kem nazardan korumak için yüzlerini örterlerdi, Gelin, yüzünü gözlerde beraber pek sıkı kapar hattâ Fasın (Marokun) bazı yerlerinde gelin yeni evine bir sandık veya kafes içinde götürülür, bu suretle hem kendisini kötü gözden korumuş hem de kendi uğursuz nazarlarile başkalarına zarar veremiyecek ihtiyatî bir durum almış olur.
Nazar değme korkusu ile Mağripliler birçok ahvalde maksatlarını söyliyemezler. «Kapalı ağıza sinek giremez» darbımeseli gibi bir ata sözleri vardır. Fakat diğer bazı şerait içinde fena-gözden sakınmak için daha az münasip usulleri de vardır. Birisi bir şeyi meselâ (benim tüfeğimi veya atımı satın almak için büyük bir arzu hissederse benin için akıllılık onu hemen satmaktır. Böyle yapmadığım takdirde tüfenk kolayca bozulur ve at ölür. Birisi size ait bir şeyi medheder, fakat yukarıda söylediğim «Tebarekâllah» sözünü ihmal ederse bu malın bundan sonra hiç bir kıymeti kalmaz. Bizzat ben kendimi bu nevi hoşa gitmez ihtimalden muhafaza tedbirini almağa lüzum görmüştüm: Büyük Atlas dağlarında bulunduğum sırada orada mevcut bulunmayan hükümet reisinin yerine ev sahipliğini yapan oğlu bana çok dikkat ve alâka göstermeğe başlamıştı. Sık sık çadırıma gelirdi. Birgün açılır kapanır sandalyeme — şüphesiz o zamana kadar hiç sandalye görmemişti — aşikâr bir sevinçle oturdu ve dürbünümle bakmak için müsaade istedi. Öyle memnuniyet gösteriyodu ki bunları almak istediğine şüphem kalmadı. Orada hüküm süren âdet beni, arzusunu yapmağa, onları vermeğe mecbur edecekti... Zihnime bir fikir geldi, neden akçesini kendisine iade itmemeyeyim? (Neden kendi silâhile mukabelede bulunmayayım?...) Bir defasında pek güzel bir katıra binmiş olarak geldi gene benim sandalyem ve dürbünüm üzerine dil dökmeğe koyuldu. Ben de katırını medhüsena etmeğe başladım. O hemen sözünü değiştirdi, başka şeyleri konuşmağa çevirdi. Tehlike bu suretle bertaraf olmuştu.
Başkasının gözüne gelmeğe (nazarı değmesine) karşı kendini korumanın en kısa yolu şudur:
O adama karşı sağ elinizi, parmakları açık, uzatacaksınız ve «beş gözünün içine» yahut «beş gözünün üstüne» diyeceksiniz ve sağ elinizin bu hareketinin aynını sol elinizle de tekrar edeceksiniz. Yalnız bu defa «beş ve küçük beş» yahut beş yerine «beşler» diyeceksiniz. Bana ısrarla temin edildi ki bu hareketlerin ve sözlerin mevzuu şeameti geri çevirmek ve gözden çıkan fena, nazarı geldiği yere atmaktır. «Beş gözünün üstüne » sözü tehlikeli nazara karşı yolları kapamak fikrini temsil eder. El kaldırmakla da tatbikatı yapılmıştır. «Beş gözünün içine » cümlesi « gözün çıkarılması» fikrini gösterip Cezayir'de Mister Hilton Simpson a bir yerli şu izahatı vermiştir : İmrenme nazarı atanın (fena bir gözle bakanın gözüne zihnen parmaklar ve baş parmak daldırılır. Bu fikir yalnız iki parmakla da temsil ediliyor. Şimalî Afrikanın bazı kısımlarında böyle olduğu rivayet ediliyor ve Rif çanak çömlek mamulatı üzerindeki şekillerle bu fikir tasvir ediliyor, (Şekil 20).
«Beş gözünün içine» «beş gözünün üstüne» cümleleri el ile hiç bir hareket yapılmadan da söylenir. Buna benzer yolda kullanılan başka tabirler de vardır: «Beş ve on beş» «aramızda beş ve elli» «beş gözünün üstüne altı kalbinin üstüne (on bir yapar, tek tir uğursuz sayıdır) » «Biz bize (Peygamberin dostları kadar) on kişiyiz». (Aşerei mübeşşere olacak) Beş adedi ve- beşle birleşen şeyler nazara karşı bir tılsım bir muskadır. Bir seyahat beş gün, beş sene (Fransızcaya tercümesinde «beş ay » da var) devam ederse gün ve sene sayısı yüzünden seyahat esnasında bir dereceye kadar fenalıklardan muhafaza edilmiş sayılır. Perşembe(Yevmülhamis, Penç;şenbe) haftanın beşinci günü olduğu için insanı koruyan bir kudreti haizdir. Birisinin uğursuz gözle baktığından nazar değecek diye korkarsanız «Beş ve Perşembe» deyerek belâyı defetmiş- olursunuz. Eğer çocuğunuz hakkında birisinin sözünden sıhhat ve saadetine zarar geleceğini düşünüp korkarsanız bir Perşembe günü doğduğunu mülâhaza etmekle koruyabilmiş olursunuz. Beş sayısı ile meş’um göz fikri o kadar sıkı birleştirilmiştir ki meselâ bir hükümet adamiyle konuşurken beş adedini hattâ on beş, yirmi beş, elli gibi ona benziyenleri zikretmek münasebetsiz bir hareket sayılır. Bu rakamlar yerine «dört ve bir, on dört ve bir, yirmi dört ve bir, kırk dokuz ve bir» yahut yirmi altıdan bir eksik.... v. s. demeğe mecbursunuz: Fas şehrinde beş sayısı hediyelerde bile yasaktır. Bir insanın beş parça şeker, beş piliç, beş parça para., şeklinde bir hediye vermesi kabul edilemiyecek kadar uygunsuz bir hareket olur. Fena tesirlere karşı bir büyü (bir tılsım bir muska) gibi kullanılan bu sayının yasak olması şübhesiz biraz sihir enerjisi olanların zihninde derhal uğursuz •duygular ve nâhoş tedâiler hasıl etmesindendir,
El ve elin parmakları tehlikeli bakışa karşı bir koruma vazifesi gördüğü gibi onları temsil edenlerin de ayni tesiri haiz olması tabiîdir. Büyü (sihir) de realite, mevcut olan hakikat ile onu temsil eden hayal arasındaki fark kaybolur ve hayalin hakikate benzeyip benzemediğine ya pek az dikkat olunur veya hiç ehemmiyet verilmez. Gümüşten yapılmış düz küçük el nümuneleri en çok kullanılan tılsımlardır. Fas da kadınlar böyle «el» lerden şakaklarına takarlar. Bir Berber kabilesinde oğlan çocuklarının kulağında böyle «el» li halkaların takılmış olduğunu gördüm.
Bazı şehirlerde meselâ Merakiş» de tek bir ev hattâ bir dükkân bulunmaz ki duvarlarında yahut kapısında şu veya bu şekilde beş parmak tasvir edilmiş olmasın. Bazan beş parmağı açık kaba bir surette çizilmiş bir el resmi, pek ziyade âdet olduğu üzere elin ön kısmı, bazan da ufkî bir çizgi ile birleştirilmiş beş parmak. En ziyade uzun veya kısa beş ayrı çizgi, nihayet ihtisar edilerek küçültülmüş sıra ile beş nokta... (Şekil 1-5) Bu muhtelif tiplerin bir serisini sıralamıştır. Şekil 6 - 8 bir sap üstünde beş parmağı gösterir. Bunlar katran, kırmızı toprak, yahut mavi ile boyanır. Bu maddeler esasen kendileri de nazara karşı koruyucu bir tılsım teşkil eden şeylerdir.
Fas civarındaki köylü kadınların sağ  kollarının yukarı tarafında 7 numaralı şeklin mavi iki döğme (vesme) yaptırılmış markaları vardır. Bir Berber delikanlısının burnunun ucunda 9 numaralı şekildeki resmin döğme yapılmasıyle elde edilmiş bir nişanı olduğunu gördüm.'
Beş sayısı kötü göze karşı muska (nüsha; olarak muhtelif şekillerde kullanılır.
Umumî muskalardan biri içinde beş tane (Şekil: 9) bulunan bakla kabuğudur veya bir kabukta başka olmayıp yalnız beş tanesi bir yerde olarak deri veya bezden küçük kese içine ayrı ayrı dikilmiş bulunan muskalardır. (Şekil 10-11)
Atlantik sahillerinden bedevi (Şekil: 10) (Şekil: 11) (göçebe) kabilelerinden birinden topladığım muskaları gösteriyor. Şekil 10 küçük bir bez parçasına bağlanmış beş kabuğu gösteriyor, diğeri (Şekil 11) muhtelif renkte iki daire üzerine sıralanmış boncuğu ihtiva ediyor. Göze karşı bir muska olarak kullanılan « beş » tasvirlerinden biri de (muhammesi muntazam) Düzgün beşgen veya kalemi hiç kaldırmadan çizilen beş kenarlı yıldızdır. 12, 13, 14 numaralı şekiller Muhamsa (muhammese olacak) denilen el şeklindeki tılsıma benziyen iki muskayı temsil ediyor. Muskalar gümüşten yapılır. Bunların insanı koruma kabiliyetleri bir taraftan beş tane çıkıntıya, kısmen levhanın vereceği intihalara, kısmen de renkli küçük camlar (boncuklar) a tabidir.
Boncuklar biri büyük biri küçük olmak üzere iki takım beş boncuk teşkil eder. Tam ortalarında her ikisine ait bir cam bulunur. Bu muskaların üzerindeki yumru (çıkıntılar haç şeklinde toplanmıştır. Kolları içerideki beş yumru ile birleşir. (Beş) ile (haç) ın bu suretle imtizaç ettikleri, birleştikleri de vaki olur. 15-17 inci şekiller hem kadın ziyneti hem ayni zamanda tılsımlık muskaların hizmetini görür. 15 inci şeklin ortasında dairevî şekilde bir kabartma vardır, Etrafında damlaya benzer dört çıkıntı haç şeklini alır. 16-17 inci şekillerde ortada bir dairevî yumru üzerinde sekiz tane yaprak veya kazılmış (hakkedilmiş) tır. Bunlar hep birlikte biri büyük diğeri küçük iki haç teşkil eder. Bu çapraz yaprak veya çizgiler merkezindeki çıkıntı ile pek aşikâr bir surette şekil 13-14 deki iki «beş» i tasvir etmektedir. ,
İki çizginin birbirini dikeyaçı (kaim zaviye) teşkil eder şekilde kesmesinden hasıl olan bir haç şekli, hususî bir merkez işareti olmaksızın da nazar koruyucusu olarak kullanılır.
Şekil 18 Benim bir tazmin başında kına ile boyanmış gördüğüm böyle bir tılsımı gösterir. Kadınlar yüzlerine küçük bir salip döğdürürler. Kadın erkek her iki cinsin burunlarının ucunda böyle bir haç döğmesine malikdirler. Burun vücudun her çıkıntı yeri gibi böyle tılsımlar için en uygun yerlerdendir. Dostlarımdan bir Berberin burnunda böyle haçtan bir süs vardı, bana anlattı ki kendisinden evvel iki erkek kardeşi doğumdan az sonra öldükleri için çocukluğunda bir döğme yapılmıştır. Sağ el şehadet parmağı üzerine küçük haç döğdürmüş kadın ve erkekler de görülür. Fakat bu âdet Allah'ın nefret ve gazabını muciptir deniliyor. Böyle bir şahsın camide ibadet etmesine müsaade edilemez, onun kestiği hayvanın yenilmesi caiz değildir ve öldükten sonra ahrette o haç resmi bozdurulacaktır. Bu hüküm salibin fiiliyatta hristiyanlığın alâmeti sayılmasındandır. Bazı müellifler şimali Afrika Berberlerinin salibi bir nazar muskası gibi kullanmalarından hristiyanlığın aralarında yayıldığı zamandan kalma bir âdet olduğunu iddia, ediyorlar, fakat haç şekli hristiyanlıktan çok eskidir .
Eski Mısır abideleri üzerindeki libyalı tasvirlerinde haç şeklinde motifler görülüyor. İşitmiştim ki haç şekli bir tılsım olarak kötü gözün ilk şuamı çeker. En tehlikeli görünen de bu ilk nazardır. Fakat daha derin bir fikir bu tılsımla birleşir. (Beş) in en ziyade haç şeklinde temsili ihtimalki bundandır. Gözden çıkan zehirli nazarı dört tarafa dağıtır, bu suretle şahsı veya maddeyi bu fena gözden muhafaza eder. Birçok insanlar tarafından haçlara, haç şeklinde çaprazlaşan yol dönemeçlerine açıktan açığa şu veya bu cinsten fenalıkları dağıtmak faziletini haiz nazariyle bakılır.
Beş sayısı fenalık getiren göz şualarına karşı yalnız insanları, hayvanları değil cansız eşyayı da muhafaza eder: Tüfek, çanak, çömlek, tepsi, torba, örtü, halı vesaire üzerindeki resimlerde bu sayı pek sık görünür ekseriya sihri tesirlerini kaybeder ise de (nazarlık)lara benzemelerinden asıllarında böyle bir maksat olduğu aşikâr görülür. Söz arasında her nekadar süsten ibaret denilse bile türlü vesilelerle daha hususî bir tarzda, filiyatta bu şekillere az çok nazar değmesine karşı (siperi saika gibi) siperi nazar gözile bakıldığı pek bellidir. Muhtelif nevi eşya üzerindeki resimlerden birkaç numune alınsa «beş gözünün içine» sözünü anlatan el hareketinin mağrib tezyinat san’atının temelini teşkil ettiği görülür,  
Rif Berberlerinin çanak, çömleği (el) resimlerinden birçok misaller gösterir. Şekil 19-20 birçok ahvalde tekmillemek hatırı için vücudun diğer kısımlarını da resmederler, her ne kadar islâmiyet insan vücudu resmini menediyorsa da...
Böyle resimlerin çoğu hakikatte islâmiyetten evvele aittir. Finike ve Pun abidelerinde tasvir edilen şekil 21-23 açık kollu vücutlar ve buna benzeyen resimler Tunus’ta döğme olarak kullanılır.  
Şekil 20 iki çift elden başka iki çift elin açık parmaklarını gösterir bu resimde sihir ile san’at arasına bir hudut çizgisi çizmek mümkün değildir. Bunları kadınlar yapar. Kadınlar bilhassa büyü, sihir esrarını iyi bilirler. 24 numaralı şekil bir kumaşın kenar işlemesinin el biçiminde örnek kalıbıdır. Bir evin dış kısmı üzerine yapılan sihirli resme (şekil 7) benzediği aşikârdır. 25 numaralı şekil büyük atlas dağlarında at eğeri örtüsü üzerine işlenen tezyinatı gösterir.
Şekil 26 Berberi tüfeğinin üzerinden alınmıştır. Şekil 27 ayni örneğin iki kat yapılmış numunesidir. Madenden yapılan eşyada sık görülen bu resim bir müşterek merkezle (iki beş) i tasvir eder. Bu yaprak takımından biri donuk diğeri cilâlıdır.
Sekiz yapraklı rozeti müşterek dairevî merkezli veya merkezsiz ve muhtelif renklerde işlenmiş olarak çantalar üzerinde daima görülen süslerdendir. Şekil 28 çanta üstünde bir resim gösterir ki sekiz yapraklı rozetle merkezi iyi gösterilmiş çift salip arasında bir şeydir. Şekil 29-30 dericilik üzerine yapılan örneklerdir. Yuvarlak siyahlar ve haç şeklindeki çizgiler ayni fikri, beş sayısını temsil eder. Sekiz yapraklı rozet evlerin girilecek yerinde iki tarafta evi koruyan bir sihir ve tılsım olarak görülür.
«İki katlı haç» ve «sekiz yapraklı rozet» den diğer yeni şekiller çıkarılmıştır. İki haçın uç çizgilerini birleştirerek başka bir resim «iki katlı kare ile» yapılmıştır. Bu şekil nakış işlerinde olduğu gibi maden ve ağaç işlerinde de çok kullanılmaktadır. 31 ve 32 inci şekil bunun yan yana getirilmesinden hasıl olmuş nakış örneklerindendir.
Bu 31 inci şekle, ayrı renklerle işlenmiş iki haçın birleşmiş hali nazariyle bakılır ve bir çok ahval birbirini kateden iki karenin (murabbaın) iki katlı haç şeklinde inkişafından ileri geldiğine delâlet eder. Bir ağaç levhaya bu murabbaları yapmak istiyen usta, evvelâ çift salibi çizer, onun üzerine resmi yapar. Şekil 32 de bu haçlardan birinin murabbaın içinde kısmen muhafaza edildiğini görürüz. Bundan başka iki haçın, murabbam dılı’larmı katettiği noktalar eğer mahfuz kalmışsa açık bir surette alâmet olur. Bu ispat eder ki karelerin kenarlarına iki haçın uçları birleştirilmesinden hasıl olmuş iki çizgi nazariyle bakılır. Salibin kolları daire içinde yarı çap (nısıf kutur) lar gibidir. Bundan dolayıdır ki o noktalar bazan düz çizgilerle değil, iğri (münhani; çizgilerle birleştirilir. Şekil 33-34 madenî tepsilerin ortasında bulunan nakışlardır. 
Her ikisi de (iki katlı haç) tan çıkarılmıştır. 33 üncü şekilde haçın uçlarını bağlıyan çizgiler doğru, 34 teki iğridir.
Haçların uçlarının neden birleştiği sorulacak, îhtimalki yalnız türlülük değişiklik (tenevvü) ihtiyacı kâfi bir izahdır. Fakat ben zannederim ki daha derin bir sebebi olsa gerektir. Belki elin ve beş sayısının bir göz veya çift göz resminin de nazara karşı bir koruyucu büyü olarak yapıldığını ve bu cins muhafızaların da diğerlerde birlikte çok kullanıldığını göstereceğim. Bazı mağripli tılsımlarında göz murabba şeklinde tersim edilir, ve Filistinde kapı direklerinin iki yanındaki sütunlar ya peri yahut daire resimlerde işaretlidir. İşte birbirine geçen murabbalar bir çift gözü temsil edebilirler. Mukabil murabbaların isterse yalnız olarak isterse bazı sihirli kelime işaretlerde bir kâğıda çizilmiş olarak uğursuz göze (nazar değmesine) karşı bir koruma ilâcı muskası makamında kullanıldığı tekrar kayda değer.
Yazılmış muskaların kabında bunları gördüm, bu maksatla kullanıldığını da bana açıkça söylediler. Böyle birbirine geçen kare içi boş (Düzgün sekizgen) in zuhura gelmesine yol açmıştır ki tahta üzerine boyanmış veya tahta o şekilde kesilmiş olarak marangoz işlerinde çok görülür. Usta bu şekli, karelerin etrafında vücuda getirdikleri açıları, zaviyeleri boyayarak bu iki murabbaı meydana çıkarmak suretile yapar. Külliyetli surette (Düzgün sekizgen) şeklini taşıyan tahta levhalar pencere olarak çok kullanılır.
Yukarıdaki şekillerin incelenmesinde hem nazar değmesine karşı tılsım hem de tezyinat olmak üzere daima beş sayısını elde etmeğe çalışmak hususunda amelî bir meyil müşahede olunuyor. «İki kat beş», «Çift salip», çift kare yahut sekiz kenarlı rozet... Bunun sebebi sihrî tesirin menşinin atfedildiği koruyucu el hareketi olsa gerektir. Sağ ve sol elin her ikisile bu tesir ikmal edilir. Bu farziye realite ile teeyyüd eder. Bu tip tılsımlardaki dahilî beş ayni isimle anılır. «Küçük beş» denilen işte bu sol elin açık parmaklarile yapılan jeste refakat eden (o hareketle beraber söylenen) sözlerdir. Beş sayısı yalnız (iki kat) ile kalmaz, bazan üç misli yapılır. Hem tılsım hem tezyinat sanatında beşin emsali yukarıya doğru artırılarak kullanılır. Sekiz yapraklı rozet, on ikili, on altı yapraklı şekillerde inkişaf eder (Şekil 33, 34 e bakınız). 34 ün ortasındaki resim açık bir surette gösterir ki asıl sekiz yaprağın her birinden ikişer yaprak yapılmak suretile on altı hasıl olmuştur.
Bir Mağribi evinin içinden alınmış 35 inci şekilde merkezdeki kemerin üzerindeki (resimde güç görünüyor) iki katlı murabbaın her ikisinde bir on ikilik rozet vardır ve buradaki büyük süsün ortasını da on altı yapraklık bir rozet işgaleder, bu rozetin kendisi « beşli * resmin merkezidir ve diğer dördün her birisi de birer "el"den ibarettir. On altı yapraklı rozetin nazar değmesine karşı ilâç ve tılsım olduğu kat’î olarak söylenilmiştir.
Uğursuz gözden çıkan fenalığı defetmek için el parmaklarından başka sık kullanılan bir vasıta daha vardır: Göz resmi. Meş’um kuvvet gözle nakledilince gözle de def edilebileceği aşikârdır. Bir göze veya iki göze benzeyen her hangi bir şey umumiyetle koruma tılsımı olarak kullanılır. Bazen hakikî bir kuşgözü, Hoopoe yahut baykuş gözü bir ipe bağlanarak çocukların boynuna takmak suretile bu maksat için kullanılır. Gördüğüm tılsımlar arasında gözün en hakikî örneğini teşkil eden «kedi gözü» denilen, bir mücevherdi. Beyaz yumru bir taş ki yukarı tarafında siyah bir nokta (Şekil: 36-37) vardır gümüş veya altın bir yüzüğün taşı olarak kullanılır.,
36 ve 37 inci şekil murabba kare şeklinde yapılan bir gözdür. Ye diğeri murabba içine konmuştur. Bu hal iç içe bir birini kateden karelerin san’at göz tılsımı makamında kullanıldığı hakkında yukarıda geçen mütalâamı kuvvetlendiriyor. 38 inci şekil bir nakış örneğidir el, duvarlar üzerine çizilen tılsımlar arasında daha evvel tesadüf ettiğimiz tiplerdendir şekil 7. Yedinci ve sekizinci şekiller ayni veçhile el ve gözden mürekkeptir. 
Etrafındaki noktalar da gözleri temsil eder. Kötü gözden çıkan uğursuzluğu geriye atan, defeden şekiller yerine fena gözü söküp çıkarma mefhumunu daha iyi tasvir etmek maksadiyle bunlar bu tarzda konulmuştur. 39 cu şekil renkli cam parçalarile yapılmış bir tılsımın orta kısmını gösteriyor. Bütün tılsım beş çift göz ihtiva eder şekilde yalnız iki çift göz görünür. Gözlere ve sihri tesirlerine dikkatimi çeken şeyleri kendilerinden aldığım bedevi kabile kızları bu maddeleri taşıyan insanların nazardan kendilerini koruduğunu söylüyorlardı.
Merkezdeki cam parçasının da bir göz taklidini ifade etmesi ihtimalden daha kuvvetli bir şeydir. 40 ıncı şekildeki iki küçük murabba da, bir beyaz atın sırtına kırmızı ile boyanmış bir resim olarak gördüm.. Bu da tahminen itibarî bir çift göz demektir. 41 inci şekil ahalinin içinde altınlarım sakladıkları bir küçük sandık üzerinde bulduğum bir resmi gösteriyor. Bu resim şüphesiz her şeyden evvel sandığı ve içimdekileri harîs göz şuamdan korumak maksadım izleyor. Rif bölgesi çanak çömlekleri üzerine yapılan şekiller buna benzeyen bir tip gözlerdir (Şekil 19, 20 ye bakınız).
Kötü göz itikadının tesirde yapılan resimlerden pek ziyade dikkat ve hayreti çekeni Büyük Atlas Berberilerinin giydikleri manto üzerindeki şekillerdir. (Şekil 42)
Mantonun hemen bütün arkası cesim bir gözle örtülmüştür. Umumiyetle turuncu renkte ortasında, ihtimal gözbebeğini temsil eden, özenle yapılmış işlemeleri vardır. Arkadan gelecek nazar tehlikesini bertaraf etmek için şüphe yok ki pek mükemmel bir fikir. Şimalî Fas dağlılarının mantolarının üzerine muşambalı, gösterişli işlenmiş «göz » leri vardır ki bilhassa fena göze karşı kendilerini muhafaza hassasını haizdir.
43 den 47 inciye kadar olan şekiller türlü renklerde çift gözlerdir. En orijinal (hususî bir asıldan olup başkasına benzemiyen) ları Berberi tüfekleri üzerine süs olarak yerleştirilmiş kemiklerdir ve tılsım maksadile kullandıkları pek belli olur.
46 mcı şekilde özel bir ilgi (hususî bir alâka) ile itibarî bir insan başı vardır ki oraya «göz» leri yüzünden konulmuştur. Bunlar İyonik, (İionic, İonique) sütun başlıklarına veya kornişlerine biraz benzer 47 a. ve böyle yüksek derecede üslûb ile yapılan çift gözler şekil 47 b de resmi çıkarılan meşin bir çantanın üzerinde yukarı kısmında bulunmuştur.
48 inci şekil pirinç kaplama bir çekmece resmidir. Mağripli buna bazan dinî kitaplarını koyar. Oradaki yuvarlak cam mavidir. Mavi gözler bilhassa (şeâmet) i, uğursuzluğu nakletmeğe ve bu suretle alıp geri atmağa müstaittir. Resim gözlerden ve çift başlardan mürekkeptir. Merkezde, gözün etrafında dört çift göz vardır ki merkezdeki şekille bir «beş» teşkil ederler. Fazla olarak dört tek göz vardır ki merkezle beraber bir (küçük beş) yapar. Ve bütün bu şekiller büyük bir gözün içine yerleştirilmiştir. Yukarıdaki resimlerin birçoğu (beş) veya gözden yapılmış bir terkib göstermektedir. Şekil 13, 14 deki «iki katlı beş» «göz» den ibarettir.
Merkezindeki mavi cam parçası seyredenin dikkatini celbeder. 11 inci şekilde cam parçalarından iki göz vardır, 15-17, 26-28, 33-34 numaralı şekillerde ve 35 inci şekildeki duvar tezyinatı merkez olarak (Şekil: 48) birer göze maliktirler. 26, 28 - 30 uncu şekiller bir göz temsil eder, 15 inci şekildeki beş kabuğun göz dokunmasına karşı bir tılsım olması yalnız sayısından ötürü değil kısmen bu kabukların kendisinin de sayılmalarından hiç olmazsa, kısmen de, fikrimce göz şeklinde bulunmuş olmalarındandır. Beş sayısı fena göze karşı bir tılsım olarak kullanılan beş parmağı temsil ettiği için tılsım dolayısile üzerindeki bütün yuvarlak olan şeyler, münhani çizgilerde «göz» e az çok benzemeleri sebebile bir tılsım olabilirler. Buna dair misaller zikredilebilir. Göz ekseriya müselles üçgen şeklinde tasvir edilir. Şekil 49, deriden bir tüfek kılıfı üzerinde gördüğüm bir resimdir. (Göz)ü ifade etmek istediğinde pek az bile şüphe edilemez. Bu vaziyette üçgen (müselles) şekli maddeye en uygun gelmiştir. Şarkî Marok dağlılarının da çanta ve deri torbaları üzerine yapılmış büyük müsellesleri vardır. Bunların yanında sadece yuvarlak bir âletle deri üzerine basılan küçük daireler (göz) bulunur. Mademki göz bu suretle bir müselles itibar ediliyor, birbirini kat’eden ve ortalarında küçük toparlak bir şekil bulunan iki müsellesi müşterek bebekleri (hadaka) olan bir çift göz farzedebiliriz.
Bu şekil çok umumîdir. Meselâ Mağrip paralarında bulunur (Şekil 50). Kâğıt üzerine çizilerek ve etrafına (Kur’an) dan âyetler dizilerek nazar değmesine karşı muska olarak kullanılır. Bazan müselleslerin reslerine şekil 51 de gösterildiği gibi küçük (göz) ilâve edilerek bir tılsım yapılır. Faşta bu suretle kullanılır. 52 inci şekil gözün bir başka örneğidir: Yuvarlak nokta göz ve üzerindeki kaş itibar olunmuştur. Bu resmi hizmetçilerimden birinin kolunda dövme (isle, iğne ile vücuda yapılan çıkmaz nakışlar) yapılmış olarak gördüm. Kendi kabilesinde buna benzer dövmeler yapılması umumî âdet olduğunu bana söyledi.
Memleketin ayrı ayrı bölgelerindeki kadınların burun köprüleri üzerinde birbirinden biraz farklı olmakla beraber bu resmin hemen tıpkısının ve ayni tipten diğer şekillerde dövme yapıldığım gördüm.
Şekil 53-61. Bu vaziyetlerde kaşın bir üçgenin iki kenarı şeklinde yapılmasının Vgk* sebebini anlamak güç değildir: Deri içne münhani çizmekten iki düz çizgi yapmak daha kolaydır. Bununla beraber iğri çizginin de şekil 61 de görüldüğü üzere yapıldığı vardır.
Bu şekil bazı Berberi kadınlarının yüzlerinin ayni kısmında yapılan düğmeleri gösterir. (Şekil 52 - 57) ve 62 arasında açık bir benzeyiş vardır. 62 Büyükatlasta eğer veya at üzerine işlenmiş bir nakış resmidir. Gözün kendisi burada müselles şeklindedir. O ise kaş kola, ve alma yapılan şekillerin tamamen eşidir.
Dokumacılık tekniğinde iyi tatbik edilen ve seri halinde dizilen birbirinden az farklı şekillerdeki resimler Berber halılarında pek ziyade görülür, (şekil 63 - 64).
O sahada birçok yeni kombinezonlara ve sadeleşmelere uğramaktadır. 65 deki resim bir şeklin tekrarlanmasından hasıl olmuş bir vetire bir çizgi serisi gösterir. 66 - 67 dekiler görüldüğü üzere sade bir zikzak bir çizgiden ibarettir ki itibarî surette bir sıra kaş demektir.
 66 ncı şekil 63 deki kaş çizgisinin tam eşidir. Resimlerin arasındaki biricik (yegâne) fark 66 da gözün kaldırılmasıdır. Bu örnek bütün resmin bulunduğu ayni halı ve örtünün üzerinde de olur. Kaş resmi mimarlıkta da kullanılır. 35 nci şekilde gösterilen kemer üzerindeki oyma resimleriyle şekil 62 mukayese edilecek olursa aralarında o kadar büyük benzerlik görülür ki ayni tipin türlüleri (tenevvüü) olduğuna hükmederiz. 35 nci şekildeki büyük duvar tezyinatı içine bir sıraya konulan (beş) in üzerinde yukarıki gözün altındaki sekiz şekil de bunun doğruluğunu teyid eder.
Geniş bir surette yayılmış (şayi) olan resimleri Marok ta hüküm süren itikad, hareket ve tılsımlarla izah etmeğe çalıştığıma ihtimal ki itiraz olunur. Herhangi bir suret, aslından büsbütün müstakil bir halde, eğer halkın itikadına uygun bir şekilde tefsir edilebilirse nazar değmesine karşı bir tılsım olarak kullanılmağa başlamış olabilir. Yahut sadece, şöyle ve böyle sebeplerle, hangi halktan alınmış ise onlar da bu şekilde kullanılmakta idi. Meselâ salip hakkında böyledir. Salip kolaylıkla muhtelif şartlar altında muhtelif asıllardan gelmiş bir şekildir ve iptidaî bir surette içinde (zımnî) taşıdığı fikirlerden biri de fenalığı dağıtmak fikri olabilir. (Sekiz dılı’lı şekil) yahut (beş kenarlı yıldız) ve (dörtlü) ve sekiz yapraklı rozet, ortasında bir gözü de olduğu halde etrafa çok yayılmış ve çok eski suretlerdir. Rozet Mısırda   Kaidede (Gildanilerde)   çok umumî bir şekil idi. Cypriote, Kodian, Melian (Milo), Nankreotic (Gai's) de çok bol (mebzul) bulunurdu. Korent vazosu denilenlerle, Kartaca yazılarında (mahkûkâtında) dörtlü, sekizli, on altılı rozetler, el ve göz resimleriyle yanyana bulunur. (Şekil 68 - 70) e bakınız ki bunların o zaman nazar değmesine karşı tılsım olarak kullanıldığı muhakkak gibi görülür.   Rozet (Nilüfer çiçeği) nin bir motifi   fârzedildi. Fakat resmin biçimi bir çiçeğin ilhamiyle olsa bile merkezdeki gözün etrafım çeviren yaprakların sayısını bu suretle izah kabil değildir. Esasını ayni fikre borçlu olmalıdır.
Marokta beş parmak dolayısile beş sayısının göz değmesine karşı koruyucu (vaki) hassası olması itikadı rozetle birleşmiştir. Beş parmağı açık el tasviri eski Mısraı, Babilin, Fenikenin, Kartaca ve Hindistanın binalarında, mezarlarında bulunmuştur, El şeklinde muskalar Mısırlılar, Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar tarafından kullanılmıştı. Birçok ahval ve şerait altında yapılan bu el tasvirlerinin o zaman da nazar değmesine karşı koruma tılsımı olduğuna inanmağa hakkımız vardır. Bu ondaki kuvvetli itikad ve büyük korkunun telkiniyle olmuştur ki pek eski zamandan beri Akdeniz havzasındaki halk arasında hüküm sürmüş ve bilhassa Kartacadan kalan eserlerde tesadüfen göz ile açık el hep birlikte bulunmuştur. İslâmiyetin ilk zamanlarındaki hamail ve tılsımlara gelince Elhamranın büyük kapısını teşkil eden mağrib tarzı dış kemerinin kilit taşı üzerindeki büyük dik el resmi-  ve merkezindeki (gözü) ile sekizli bir vizenin de Kahirenin bir çok bina abidelerinde mevcud olduğu   hatırlatmakla iktifa ediyorum. Bugün bile el tasviri şu veya bu tarzda bir tılsım olarak bütün şimalî Afrikada Suriye, Filistin; İran, Hindistan ve Cenubî Avrupada kullanılmaktadır. Parmakları açık el jesti Cezayerde, Tunusta, Suriye ve Filistin de, İngiliz - Mısır Sudandaki Sennoar, Kababis 1er arasında ve şimdiki Yunanistanda görülüyor.   Adı geçen ilk dört memlekette şu cümlelerle beraber bulunuyor : «Beş gözünün içine», «beş gözünün üstüne* «beş sana» yahut «beş düşmanın yüzüne». 
Eski Romalıların buna benzer bir jesti şu kelimelerle beraber kullandıkları görülüyor: Ecce tibi dono quinque  . Diğer ülkeler üzerinde şu sonuca varmıştır ki İtalyanın birinci demir devrinde beş sayısı büyüye ait (sihirî) bir mana ifade etmiş olmalıdır.
El tasviri gibi tek veya çift göz resimleri de eski Akdeniz ahalisinde — Mısırlılarda, Fenikelilerde, Kartacalılarda, Yunanlılarda, Et- rüsklerde ve Romalılarda — cari idi  . Kartaca müzesinde, meselâ eski mezarlardan çıkarılan eşya arasında mavi çini eşyalarından hayvan başı nümuneleri vardir ki yan tarafında büyük bir göz bulunur ve bütün eşyayı yer yer açmağa yariyan deliklerle mücehhezdir. Evvelce söylediğim gibi Pun kitabelerinde el ve rozetin yanında göz tasvirleri ve (Şekil 71).  
Eski Mısırlılar muska olarak, dik bakan ve takmak için bir kaytan deliği olan bir çift göz takarlardı. Tılsımlar arasında çok görülenlerden birisi de mumyaları örten (göz) dür (ki Erman gibi bir Mısır tarihi âlimini çok şaşırtmıştı)  . İtalyada, Kıbrısta, Anadoluda, Filistinde göze benzeyen camlar nazara karşı muska olarak takılır. Eğer bu suretle göze azçok benziyen bazı maddeler veya suretleri Akdeniz havzası ahalisi tarafından nazara karşı tılsım olarak kullanılıyorsa Fas ülkesinde ayni şerait altında ayni tılsımlarda bulduğum için bu benzeyiş dolayısile orada da ayni maksat için istimal edildikleri neticesini çıkarabiliriz;
Akdeniz memleketlerinde, Arabistan ve Hindistanda müselles de tılsım muska olarak kullanılır. Eski bir seyyah söylüyor ki Türkler ve araplar müselles şekline konulmuş bir kâğıda yazılan tılsımları katlarlar müselles biçiminde ve deri bir kese içine koyarlar. «Haris gözlerin dokunmasına mani olmak için» atlarının boyunlarına asarlar Doughty   Hicazda bir köyde sokak kapısı üzerinde «en çok kırmızı toprakla boyanmış yahut kömürle karartılmış» ve üzerine Kur’andan âyet yazılmış bir müselles işareti görmüştür? . Tunusda ahali atlarını, katırlarını kadife veya başka bir kumaştan yapılmış iki küçük müselles yastık şeklinde, telle işlenmiş parlak renkli düğüm ve püsküllerle nihayetlenen kordonlarla bağlanmış bir muska ile nazardan muhafaza ederler  . Altı kenarlı yıldız teşkil eden çift müselles şimalî Afrikada pek yayılmış ve alışılmış bir tılsımdır   ve Suriye   ve Filistin   de müslümanlar gözden korunmak için evlerini bununla işaretlerler;
Sir William Ridgery Akdeniz memleketlerinde Avrupamn şarkı cenubisinde hilâl’in nazara karşı uzun zaman ve hâlâ tılsım olduğunu göstermeğe çalışıyor. Bunun pek eski zamanlardan- beri bu memleketlerde aynı maksat için kullanılan yaban domuzu azı dişlerinin inkişaf ve tekâmülde bu şekli aldığını söylüyor ve madenî hilâllerin azı dişlerinin taklidi olduğunu şüphe etmez tarzda ilâve ediyor.   Bununla beraber ben hilâl’in müstakil bir asıldan geldiğinde ısrar ederim. — Ay ile an’anavî rabıtadan tamamen ayrı olarak ki ben buna Mister William kadar ehemmiyet vermiyorum. Bu bir göze alâmet olabilir, göz kapağını tasvir edebilir, azı dişinin yalnız birisi veya ikisi bir hilâl teşkil edebilir. Bunlar biribirine benzer asıldan gelmiş olabilir ve yaban domuzunun kuvveti ve yırtıcılığı da büyünün (sihirin) kuvvetini ilham edebilir.,
Bir kaplumbağanın iğri çene kemiği yahut diğer bazı küçük hayvanlar, bir karga gagası veya pençeli bir ayağı da Fas’ta göz değmesine karşı nazar boncuğu tılsımı olarak kullanılır. Bir Kartaca kitabesinde ki iki hilâl «şekil 72* birleşmiş Tabakai kuzahiye ile iki göz kapağını gösterir. Ye buna benzer birleşmemiş bir göz kapağı daha vardır. Şekil 70. Böyle tabakaikuzehiye ile birleşmemiş göz kapağı hilâle ve yıldıza doğru gidebilir. Aynı surette diğer iki işaret vardır ki bir mağribimin deri çantasından alınmış (şekil 47 a) olanlara benzer. Yüksek bir üslûb ile şema halinde çift göz itibar edilmiştir. Göz ve diğer şekillerle Pun’un kitabelerinde İyonik sütun başlığını buluyoruz. Şekil (73) Bu benim şekil 46 ve 47 a yı tetkik ederken bunların aslan fena göze karşı tılsım oldukları hakkında koyduğum tahmin ve zannımı kuvvetleştiriyor. Filhakika birbirile birleşmiş kaşlarıyla bir çift göze pek ziyade benzediğine şüphe yoktur.
Bunun bir kopyasını ihtiyar bir mağrip muharririne gösterdiğim zaman o birdenbire o bir çift göz resmini de yahut onların «göz» lerinin merkezinde ekseriya iyi tebarüz ettirilmiş göz bebekleri vardır ki bazan yine ayrıca kendisi de tılsım olan sekiz yapraklı rozeti ihtiva eder.   Sütun başlığının iki tarafındaki kıvırımları birbirine bağlayan alt çizginin bir az İyonik olması   estetik nizama tabi bir motif diye telâkki edilebilirse de buran köprüsü üzerinden birbirile birleşmiş iki kaş temsili olduğu söylenirse başka hiç bir izaha hacet kalmaz. Eski Yunanistan’da böyle bitişik kaşların zararı dokunan fena gözün en emin bir alâmeti diye düşünüldüğü söylemeğe değer.   O halde birleşik kaşlı göz resminin bu «göze gelme» âfetine karşı tesirli bir tılsım olarak düşüneleceği tabiîdir. İyonik başlık hakkında şimdiye kadar beni tatmin edebilecek hiç bir izahtan haberdar değilim. Ne nilüfer çiçeği Lotus   ne zambak ne de Von Luschari’in dediği gibi hurma ağacı yaprağı   buna en az benzeyen şeylerdir. Görülüyor ki bir çift göze pek benzediğinden dolayı ancak sonradan zamanla tılsım olarak kabul edildiği faraziyesini değil ona ta başlangıçtan beri nazara karşı bir tılsım nazariyle bakılması doğru olduğunu söylemem çok makul olur.
Kudsiyet ve mübareklik diğer musibetler gibi fena gözün de tecavüzüne maruzdur.   Eski Yunanlılar mübarek (lyres) lerini fena göze karşı bir çift göz tılsımı ile muhafaza ediyorlarsa (Şekil 74) hiç şaşılacak bir şey değildir ki ayni tarzda ibadethanelerini de nazardan korumak istemesinler.
Ayni surette görüşüme nazarına İslâm dünyası tezyinat sanatına bu (nazar değmesi) itikadı çok derin bir tesir yapmıştır. Arab ve Mağribiler arasından Avrupa'ya da geniş mikyasta geçmiştir. Diyebilirim ki nazara karşı bu kadar kuvvetli bir itikada sahip olan halkın kendilerini ve mallarını bu korkunç düşmana karşı muhafaza için bütün iktidar ve gayretleriyle çalışmalarından daha tabiî hiç bir şey görünmez. Bunu yapmak için bir usul çizmek, resim yapmak, kazıma, hak işleri, vücuda döğme işleri, dikiş iğne işleri, dokuma işleri ile benzeyiş ve münasebetlerine göre el ve beş parmağı ve göz suretlerini temsil ederler ve bu suretle kendilerini (Şekil: 74) bu maksad için büyünün istediği kuvveti elde etmiş farzederler. Bu tasvirler maddeye uygunluk, ustalık kuvveti, mahareti, estetik duygusu, değişiklik arzusu ve diğer âmil ve sebeblerin tesiri altındadır.
Resim ve işaretlerin bu kadar mütenevvi olması bundandır ve bazı şekiller bir defa koruma maksadları içine girdi mi yavaş yavaş güzellik ve süs için kullanılmağa başlar ve tedricen, gitgide sayısız değişikliklere (tadilât) ve ihtilâtlara uğrayarak o kadar farklı şekiller alır ki eğer hangi tılsımın inkişaf ve tekâmülünden hasıl olduğunu bilmezsek aslını anlamak bizim için imkânsız olur. Misal olarak Elhamranın hayret verici tezyinatı ve eski Mağrib halılarının örnek bolluğu zikredilebilir. Ayni zamanda İslâm sanatında bendesi şekillerin pek fazla galebesi de şüphesiz en ziyade İslâmiyette hayvan ve insan resimlerinden mürekkeb terkiplerin menedilmiş olmasından ileri gelmiştir.
Mağribilerin ve diğer müslüman ahalinin meşum göz hakkındaki eski itikadı ve ona aid amelleri İslâm, kültürleriyle birleşmiştir. (Kuran) nazar değmesini bir realite olarak tanır:   «Söyle, tanyeri tanrısına sığınırım, yarattıklarının fenalığından... Hased ettiği zaman hased edenin şerrinden...»   An’ane olarak anlatıldığına göre bir gün peygambere «uğursuz» gözün dokunmasına karşı hangi büyü ve sihiri yapmalıdır ? » Diye sordukları zaman şu cevabı vermiştir: Evet, göz tam bir tesire maliktir. Eğer hakikaten mukadderata galebe çalan bir şey mevcud olsaydı muhakkak o «fena göz» olabilirdi.   Bununla beraber peygamberin nazar değmesi hakkındaki itikadı Arab ecdadının mirası idi. O eslâf  diğer Sâmi kavimlerle beraber bu itikadlara hissedar eder.   Nazar fikrine pek mübtelâ olan yahudiler Babili aslı vatanları sayarlardı;   Babillilerin Talmudunda denilmiştir ki yüz kişiden ancak biri tabiî ölümden ölür. Diğerleri hep nazara (isabeti ayne) kurban olarak gider.   Asurî büyücülüğünde kötü göz hastanın sıhhatini bozan sebeblerden olarak sık sık zikredilir.   Çok muhtemeldir ki kötü göz hakkındaki Musevi, Fenikeli ve Kartaca itikadları ve ona uydurulan hareketler Akdeniz müslümanları üzerine büyük tesirler yapmıştır. Bununla beraber Sâmi olmayan tesirlere de uğramıştır.
Fas ülkesinin ve Şimalî Afrikanın göz hakkındaki batıl itikadları yalnız şarkın diğer müslüman memleketlerindekiler değil eski ve yeni Avrupada cari olan fikirlerle büyük benzerlikler gösterir. Pek eski zamanlardan beri Aryanlar da. kötü göz itikadının mevcud olduğu malûmdur. Vedas ve  Zendavesta   eski Yunan ve Roma da   ve İskandinavyada   edebiyatlarında sözü çok geçiyor. Slavlar arasında ve Britanya adalarında evvelce mevcuddu ve hâlâ bilhassa Selt cinsinden olan ahali arasında   çok görülmektedir. Etrüsklerde olduğu mezarlarında çıkan muskalardan anlaşılır. Mısırlıların Hiyerogliflerinde doğrudan doğruya kötü göz itikadına aid işaret ve imalar vardır.   Herhalde Şimalî Afrikanın şimdiki kötü göz itikadı1 yalnız Asyadan değil eski berberden de intikal etmiştir.   Her ne kadar halis berber unsurlarının hangisi ve ne dereceye kadar olduğunu bilemezsek te...
Pliny tarafından zikredilen Nymphodosus, Isigonus, Afrikada bazı büyücü ailelerin meth ve sena etmek yolile ehli hayvanları mahv etmeğe- ve ağaçları kurutmağa, çocukları öldürmeğe muvaffak olduklarını bildiriyorlar.  aynı muharrirlerin salâhiyetine ilâveten Aulus Gellius’de Afrika ahalisinden bazı ailelerden bahsediyor ki üyeleri «kendi dilleri ile teshir etmek kudretine maliktiler.» Meselâ tesadüfen güzel ağaçları, feyizli mahsulâtı, sevimli çocukları, mükemmel atları, iyi beslenmiş semiz hayvanları pek fazla methetmeğe koyulurlarsa bunların hepsi, başka bir şeyle değil, yalnız bu sebeble âni olarak ölürler.  Bu durumda şum ağızın şum gözden daha fena, olduğu suali hatıra gelir fakat bunların her ikisi el ele yürürler.
Umumiyetle denilebilir ki, Sâmi, Aryanî, Akdenizlilerin kötü göz hakkındaki itikad ve amelleri hem tafsilât hem kuvvet ve ehemmiyet noktasından o kadar benzerler ki tek ve karışık bir halita gibi görünürler bundan dolayı hangi ırkın değeri üzerine tesir yaptığını ayırmak mümkün değildir. Yalnız bir memleketten yayılıp geldiğini ileriye sürmeğe hakkımız yoktur. Kötü göz itikadı Afrika'nın Negros, Hamites ve Bantus’larında, kezalik Bushmen Çinlilerde, Tibetlilerde ve ne Sâmi ne Aryen (arî) olmayan diğer Asya ahalisinde, MaJay adalarında Polinezyada, bazı Avustralyalı yerliler de ve şimalî, vasati ve cenubî Amerika'nın müteaddit yerli kabilelerinde ve halkı arasında az çok bulunmuştur. Bu kadar geniş bir surette yapılan bir ittihada — kuvvetli bir delil olmadıkça — bilhassa kötü göz itikadında olduğu gibi psikolojik bir esas (istinatgâh) mevcut olduğuna işaret edilebilir yalnız münferit bir milletten çıkmış nazarile bakılması mümkün değildir.
Kaynak: Kötü Göz –Nazar, Çeviren : Şahap Nazmı COŞKUNLAR, Londra Üniversitesi sosyoloji Profesörü, Westermarck'ın bu adı taşıyan kitabının ikinci fasikülü, Adana Kız Lisesi Direktörü,  Marifet Basımevi,1938,  İstanbul

İnsanoğlunun en kuvvetli bir özelliği gizeme ve kuvvete dayanmak/tapmaktır. Bunu doğru/eğri bir şekilde bulabilir. Bulmazsa kendi dünyasında muhakkak oluşturacaktır. Allah Teâlâ, bu nedenle fıtratının gereği dayanma/tapma ihtiyacı olan insanoğluna peygamberler göndermiştir. Ancak bazı insanlar bu verilen doğru bilgiler yerine kendi havsalalarından oluşturdukları gizeme tapmayı, dolayısıyla kendi tanrısını ve inancını yaratmak istemiştir. Gereklilik olan bu ihtiyacın sorgulamasını yapmakta çeşitli yorumlar olsa da, inanç, iman olarak hepimizde bulunmaktadır. Asıl bu konuda değinmek istediğimiz şeytanın izin aldığı illegal faaliyetleridir. Onun etkisi ve noksan bilgiler ile yeni yeni inançlar sürekli çıkmıştır. Zaman içinde bu tür saçma inançlar kaybolsa da tekrar yeşeren/bulunan bilgiler, inanç dünyasında yer almakta ve insanlar hoşlanmaktadır.
Mesela doğan çocuğunun isminin orijinal olsun diye günlerce araştıran insanların, hayatında faal ve bağımlı olacağı inanç dünyasını kendince oluşturma gayreti de normal karşılanabilir. Eski bir dine inanmak yerine yeni bir din çıkarmak ve tapmak gurur verici bir hadisedir. İspatlanması hala zor, katman katman olan gizemli dünya, sihir, mistik ve gnostikler bütünüyle sembollerin altına itilmiş,  çözülmesi zor tılsımlar altında insanoğlu, tanrılaşma güdüsünü de iç dünyasından alarak, bu yöne doğru kendini sevk etmektedir. Ancak temelsiz ve sapık seviyesine kadar düşen yeni yetme inançlar bahsedilenler etkili olsaydı yeryüzü muhakkak bütünüyle fesada uğrar düzen bozulurdu.
Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir. Enbiya 22
Günümüz modası uzaylılara inceden değinecek olursak:
Reptilianlar: Cinler;
Galaktik Federasyon; Melekler
İllimünati: Azgın İnsanlar
Buna benzer sınıflamalar yapabileceğimiz gizemli bilgilerin safi içeriği Allah Teâlâ'ya inancın silinmesi temelinde geliştirilmiştir. Günümüzün pozitivizm ve nihilizm temelli felsefi yaklaşımlarını rahatsız etmeyecek entelektüel bakış açısına yakın olan uzaylı kültürüyle inançsızlık yavaş yavaş sindirilerek, insanların manevi dünyası işgal altına alınmaktadır. Görünen ve görünmeyen dünyanın arasındaki etkileşimleri karma/renakarnasyon temeli altında tarihte olmuş melekler ve cin savaşlarını hatırlayan ve tarih okuması yapan cinler ile geçmiş ve gelecek birbirine karıştırılmıştır. Medyumlar bir nevi kafa karışıklığında başrol oynamaktadırlar. Unutmayalım ki, spritüalizimde "zaman en sevilmeyen kavramdır". Aşk, seks, kadın fonksiyonel elamandır. Seksin gücünü kullanılmakta olan bu tür inançlarda kapalı iç devre gibi masonik yapılanma vardır. Bütün sistemi cinsel birleşmedeki tahrik ve boşalma ile gerçekleştirirler. Yanlarında bulundurdukları sihir ve büyü ritüelleri boyutlar arasında atlamalara neden olabilirler. Oluşan bilgilerde zayıflıkların tesiriyle başkalaşım gösterir. Her şeyiyle kaos bu alemin tek sermayesidir. Onların zamanı kabul etmemelerinden dolayı geçmiş olayları günümüzde yaşanmış gibi algılamalarına verdiğimiz örnek melekler ve cinlerin savaşı hakkında nakledildiğine göre,
"...Yeryüzünde ilk önce cinler yaşarlardı. Onlar yeryüzünde kan döktüler, , birbirlerini öldürdüler. Allah onlara, İblisin komutasında da meleklerden askerler gönderdi, bunlar meleklerin cin adını taşıyan boyundandı. İblis ile komutası altında bulunanlar, öteki cinlerle savaşarak onları denizlerdeki adalara ve dağların etraflarına sürdüler...” denilmektedir.
[ Tabarî, Câmhı’l-Beyân, I, 199, 201-, Krş. Aydemir, Tefsirde İsrâiliyat, s. 98]
Şeytanın da meleklerin komutanı olduğundan bahsedilişi ile ortak bilgileri olan cinler ve meleklerin mücadelesi günümüz itibarıyla devam edeceği kesindir.
Bu meyanda şeytanlara sığınan insanların karizmatik vasıflar kazanmak için nefislerine hoş gelen ritüller hoşlarına gideceğinden, yeni nesil dinlerin temelinde cinler eskisinden daha fazla aktif yer almaları bir gerçektir.
Allah Teâlâ yolunda olanlar olduğu gibi, şeytanında hizbi vardır. Bu hiziplerin çarpışması ile şiddetlenen ortamda kendimizi muhafaza etmek eskisinden daha kolay olmayacaktır. Ancak  Allah Teâlâ'nın bir vaadi vardır.
“İşte bana varan dosdoğru yol, bu (ihlâslı kullardan olmak yolu) dur.”
“Şüphesiz ki benim kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyet (ve nüfûzun) yoktur!. Ancak azgınlardan sana uyanlar hâriç!” (Hicr, 41-42)
“Elbette benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir te’sîrin olmayacaktır. (Zîrâ onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.” (İsrâ, 65)
Hadîs-i kudsîde ise şöyle buyurulur:
“İhlâs, benim sırlarımdan (öyle) bir sırdır (ki), onu kullarımdan (ancak) sevdiğim kimsenin kalbine emanet ederim. Onu (ecir defterine) yazmak için bir melek ve ifsâd etmek için de bir şeytan ona (ihlâsa) muttalî olamaz.”
Sonuçta kendimizi korumak ve inancımızı muhafaza etmek için çok gayret göstermeliyiz.
İhramcızâde İsmail Hakkı
***
Aşağıdaki okumalar konu hakkında sizlere faydalı olacaktır.
1- Deki: Hakikat bir takım cinnin Kur´ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur´ân dinledik.
2- O Kur´ân hidayete erdiriyor, biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.
3- Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yüksektir. Ne bir arkadaş edinmiştir, ne de bir çocuk.
4- Meğer bizim beyinsiz (İblis), Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.
5- Doğrusu biz insanları ve cinleri Allah´a karşı asla yalan söylemez sanmışız.
6- Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklıklarını artırırlardı.
7- Doğrusu onlar sizin zannettiğiniz gibi, zannetmişlerdi ki, Allah asla kimseyi Peygamber göndermeyecek.
8- (Cinler, dediler ki): "Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu bulduk."
9- "Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor."
10- "Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?"
11- Doğrusu bizler; bizden iyi olanlar da var, olmayanlar da var. Biz çeşitli yollara ayrılmışız.
12- "Doğrusu biz anladık ki, Allah´ı yerde acze düşürmemize imkân yok. Kaçmakla da O´nu asla âciz bırakamayacağız."
13- "Doğrusu biz o hidayet rehberini dinlediğimizde ona iman ettik. Kim Rabbine inanırsa, ne hakkının eksik verilmesinden korkar, ne de kendisine kötülük edilmesinden."
14- "Ve biz, bizlerden Müslümanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Müslüman olanlar, işte onlar doğru yolu arayanlardır."
15- Ama yoldan çıkanlar, işte onlar cehenneme odun olmuşlardır.
16. Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerine bol bir su verirdik.
17- Ki onları onunla sınayalım. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.
18- Mescitler kuşkusuz Allah´ındır. O halde Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın.
19- Allah´ın kulu (Hz. Peygamber) kalkmış O´na dua ederken, neredeyse (cinler) onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.
20- De ki: "Ben ancak Rabbime dua eder ve O´na hiçbir şeyi ortak koşmam"
21- De ki, "Haberiniz olsun, ben size kendiliğimden ne bir zarar verebilirim, ne de bir yol gösterebilirim."
22- De ki, "Allah´tan beni kimse kurtaramaz ve ben O´ndan başka bir sığınacak bulamam."
23- "Benim yapabileceğim, sadece Allah´tan size duyuru yapmak ve O´nun elçilik görevlerini yerine getirmektir." Artık kim Allah´a ve onun elçisine baş kaldırırsa, ona içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.
24- Kendilerine vaad edilen şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcısının en zayıf ve en az olduğunu bileceklerdir.
25- De ki: "Ben bilmem, o size vaad edilen şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar.."
26- O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz.
27- Ancak seçtiği elçiye açar. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar.
28-Bilsin diye ki, onlar Rablerinin elçiliklerini yerine getirmişlerdir. Allah onlarda bulunan her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.
Hzl:Prof. Dr. A. Saim KILAVUZ
Çağımızda her şeyi madde, deney, pozitif bilim verileri ve duyular âlemiyle açıklamaya çalışan, fızikölesi âlem ve varlıkları, bu arada cinlerin varlığını da inkar eden materlayalist ve pozitivist yaklaşımların yanında, onların mevcudiyetini kabul edip, mahiyetleri ve nitelikleri konusunda yeni bir takım açıklamalar getiren görüşler de bulunmaktadır. Bu görüşlerin başlıcaları şunlardır:
a. Cinler, vaktiyle bir gezegende yaşayan daha sonra bu gezegenin komşu gezegenin çekim gücüyle dağılması sebebiyle üzerindeki hayatın kalıntılarıyla yeryüzüne gelmiş varlıklar olup, insandan önceki tekamül safhasının yaratıklarıdır. Yeryüzündeki cin kavmi fesat çıkartmış ve kan dökmüş sert mizaçlı varlıklardır. Bu görüşe göre “canın ateşten bir mâricden yarattık” ayetindeki mâric, ateşten katılan demektir. Bu deyim, karbon bileşimlerinin ilki olan karbon asidini ifade eder. O halde cinler, karbon asidinden yaratılmıştır.    Bu görüş Cin suresi 72/8-9 ayetlerinin tevili zorlanarak üçlülendirilmek istenmiştir.
b.       Cinle., maddeye nüfuz edici ve dumansız ateşten yani ışınlardan ezelde yaratılmış, varlığını ve canlılığını ruhtan alan varlıklardır. Cinnin, kendi varlığını bilmesi, perisperi ve (rûh-i hayvânî) bürünmesinden itibaren olmaktadır. Bu da bir anlamda cinlerin doğumu demektir. Mutlak manadaki ölümleri kıyametle meydana gelecek olan cinlerin, basit ölümleri, kendileri için belirlenmiş sürenin sonunda perisperilerinden soyunmaları tarzında olmaktadır. Yine bu görüşe göre cinlerin kendi öz zamanlarına göre altmış-yetmiş yıl olan ömürleri insanlara göre bin yıla yakın olduğundan, insanların bilmediği bazı şevleri bilmeleri mümkündür. Onlar geçmiş bir takım olayları bilebilirler. Bu da seyyal bir yapıya sahip olmaları ve maddeyle kayıtlı bulunmamalanndandır. Cinlerin yapıları çok gelişmiş olmakla beraber düşünce ve şuur açısından insandan geridirler. Ruh çağırma denilen şey bazı insanların cinlerle temas kurmasıdır. UFO (Unidentified Flying Objcets*Bilinmeyen Uçan Objeler) veya onlarla gelen kişiler görüntüsünü, veren varlıklar cinlerdir. Bu görüşte yer alan cinlerin ezelde yaratıldığı fikri ile doğum ve ölümlerinin olduğu fikri bir çelişki oluşturmaktadır. Ayrıca cinler, insanlar gibi sonradan yaratılmış (hadis) varlıklardır. Bu görüşün, cinlerin varlık ve canlılığını kendisinden aldıkları şey olarak ileri sürdüğü ruh da kelamcılara göre sonradan yaratılmıştır, ezelî değildir.
c.       Maddeyi son derece yoğun bir enerji, enerjiyi de son derece seyrek bir madde olarak ele alan bir görüşe göre cinler akıllı enerjidirler. Enerjinin ölümlü olması sebebiyle ölürler. Cinler, maddî unsurlarla uğrama biçiminde teğetleştikleri gibi, melekût alemle de teğetleşebilirler ve bu yolla Mele-i A’lâ’yı dinleyerek geleceği öğrenmek isterler. Fakat cinlerin bu mekanizması Kur’an’da da ifade edildiği gibi yasaklanmış, dinleme mevkilerinde kendilerini izleyen ve gözetleyen sert bekçiler olan kozmik şihaplar oraya gelen cinleri yakmıştır.  Bu görüşe göre de dünya atmosferinde gözüken UFO’Iar cinlerdir. Uzaylılar uydurması da cinler tarafından tezgahlanmaktadır.
d.         Cinler ateşin siyahıyla karışmış olan alev (mâric)den, bir başka ifade ile ışınların biraz daha yoğunlaşıp maddeye yaklaşmış şeklinden yaratılmıştır.
Bu görüşe göre yaratılış sırası melek, cin, insan şeklindedir. Melek tamamen soyut ruhtur. Ruhun hiçbir maddî özellik almayıp ancak belli bir şekle (kalıba) sokulmasıyla melek yaratılmıştır. Biraz maddeye yaklaşmakla birlikte ruhanî tarafı fazla olan varlık ise cindir.
Ruhanî ve maddî yönü dengeli biçimde yaratılan varlık ise insandır. Melek tamamen soyut ruh olduğundan ve maddî hiç bir yönü bulunmadığından kötülüğe eğilimi yoktur. Cin lâtîf cisim olmakla birlikte maddî yönü dolayısiyle iyi ve kötülüğü eğilimi olan fakat madde ve ruhanîyet dengeli olmadığı için kötülük ve hafiflik tarafı ağır basan varlıktır. Yaptığı işler kendi şuurlarına dayandığından dolayı sorumludurlar.
e.         Cinler, bazı hastalıkların sebebi olan mikroplardan ibarettir. Yukarda zikrettiğimiz cinlerin mahiyetlerinin karbon asidinden, ezelde var edilen ışınlardan,  UFO’Iardan ve enerjiden yahut mikroplardan ibaret olduğu tarzındaki görüşler, İlmî bakımdan henüz temellendirilememiş bazı teoriler, faraziyeler ve yorumlar niteliğindedir. Zira duyular ötesi varlıklardan olmaları sebebiyle sadece nakil yoluyla doğru bilgi edinebileceğimiz cinlerin mahiyeti hakkında nasslarda ateşten yaratıldıklarının ötesinde bir bilgi mevcut değildir. Bu konuda müslümanın inanması gereken şey, cinlerin ateşten yaratılmış olmasıdır. Onun dışındakiler yorum ve şahsi görüşlerden ibarettir. Ban Haşviyye mensuplan hariç tutulursa" İslâm alimlerinin hemen hepsine göre mükellef yaratıklar olan cinler, mükellefiyetin üstesinden gelebilmeleri için şuur, idrak ve irade gücüne sahip olmaları gerekir ki, bu hususu çağımızda ileri sürülen cinlerin karbon asidi, enerji, ışın, mikrop vb. şeylerden ibaret olması hususuyla bağdaştırmak mümkün görünmemekledir. Çünkü anılan şeylerde şuur, idrak ve iradeden söz edilemez.
Sh: 33-37
Kaynak: Prof. Dr. A. Saim KILAVUZ, İSLÂM İNANCINDA CİN, U.Ü. İlahiyat Fak. Öğ. Üyesi ,KapIıkaya, 1994

Reptilian adı verilen varlıklarla ilgili ilk bilgiler ufoloji dahilinde yani ilk ufo gözlemleriyle ortaya çıkmıştır. Uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia eden insanların anlattıkları ortak noktalardan edinilen bilgilerle, reptilianlar hakkında bildiklerimiz oluşmaya başlamıştır.
İnsanoğlu, dünya dışı yaşam ile tarih boyunca ilişki kurmuştur. Bunun kanıtlarına birçok tarihi belgede hatta taş devrine ait mağara resimlerinde dahi rastlamak mümkündür. Ancak biz bu süreci yakın tarihimiz üzerinden incelemek istersek, çağdaş zamanlı dünya dışı varlıklarla temas akımının, Polonyalı profesör “George Adamski” ile başladığını görüyoruz. Adamski, insana benzeyen uzaylılarla tanıştığını dile getiren ilk kişidir.
Reptilian meselesini ilk ortaya atan kişi David Icke dır. Bu meseleyi anlamamız önemlidir çünkü İlluminati üzerinde dönen pek çok yalan-yanlış bilgilerden biride bu sürengen ırk meselesidir. David Icke bugün dünya çapında oldukça meşhur birisidir. Dünya'yı gezerek bu adına reptilian dediğimiz sürüngen ırk ve İlluminati hakkında seminerler, konferanslar düzenliyor. Güzel tespitleri olmasına karşın kendisi dinleri reddeder ve İlluminati dediğimiz elit kimselerin insanlık tarihi boyunca bu tip dini inançları kendilerine siper ederek insanları kandırdıklarını buna binaen de insanlık tarihi boyunca din gibi insanları kontrol altında tutucak sistemleri bu ırkın kurduğunu söyler.
David Icke İlluminati hakkında büyük gerçeklikleri ortaya çıkaran insanlardan birisi ve uzun yıllardır piyasada. Kendisini biraz bile takip ederseniz muazzam tespitleri olduğunu farkedersiniz. Reptilian ırkı meselesini de ilk ortaya atan kişi kendisidir. Bu teori kabaca İlluminati denen örgüt üyeleri aslında cinlerle falan iletişim kurmuyorda sürüngenimsi ve dünya dışından gelen bir ırk olan ve dünyaya nesiller boyunca kanbağı ile hükmeden reptilianların devamı üzerine kurulu olmasıdır. Evet Icke'a göre insanları yöneten ağababaları aslında uzaylılardır ve bu uzaylılar o kadar üstün bir ırktır ki herhangi bir insanın bilinç seviyesiyle algılanamazlar. Icke uzun yıllardan beri bu konuda ısrarını sürdürüyor. İllüminati üyelerinin satanist ritüellerinde başka boyutlarla iletişim kurabildiğini red etmiyor fakat bu ritüeller esnasında cinlerle değil de reptilian denen varlıkları çağırabildiklerini ileri sürüyor. Ona göre reptilianlar sadece başka bir gezegenden gelmiş uzaylılar değiller, aynı zamanda başka bir boyuttanda geliyorlar.
1- Programlanmış insanlardır yani reptilianlar tarafından kontrole alınmış insanlardır. Bilinçten ve özgür iradeden yoksundurlar. Günümüz Gençleri bunları İlluminati'nin sanatçıları olarak bilir.
2- İkinci grup koyun sürüsü olan insanlar. İnsanlığın tamamına yakınını bu kitle oluşturur. Bilince sahiptirler fakat büyük abiler tarafından önemsenmezler çünkü ne söylenirse onu yaparlar. Sorgulamadan koyulan kuralları uygularlar. Dünyaya hakim olduğu ileri sürülen ırkın, en büyük geçim ve sömürü kaynağı bu gruptaki insanlardır. Bu grupta ki insanlar aynı zamanda 1.grupta ki insanları çok fazla önemseyip hayatlarını onlara adarlar.
3-  Bu grup ise en önemlisi. Sayıca en az olan grup budur. Çünkü bu insanlar ilüzyonun/yanılsamanın arkasındaki gerçeği görebilirler. Matrix`teki Neo gibi insanlardır ve toplum tarafından “ deli ” gözüyle bakılırlar. David Icke ve illuminati diye bir oluşumun farkında olan insanlar buraya dahil edilebilir.
**
Cinlerde mantıksal bir bütünlük mevcut değildir, devamlı çelişkili bilgiler verip bu yönlü vizyonlar oluştururlar. Benlikleri, büyüklük duyguları ise, çok yüksektir. Kendilerini kontrol edemeyip seviyelerini bir türlü sabit tutamazlar. Verdikleri tebliğlerde de devamlı tekrarlar bulunmaktadır. Mesajlarında ve halüsinasyon türü uyku-uyanık hallerinde gösterdikleri rüya ve imajlarda bu temel dört özelliği görmek daima mümkündür. Bu ve diğer başka özelliklerini günümüzde de en yoğun olarak uzaylılar şeklinde göstermektedirler ki, bunlar da Cinlerin ortaya koydukları olayların farklı şekle bürünmüş, ama genelde hep aynı oyunlarından başka bir şey değildir.
Ufolar akla gelince de genelde bunu hemen ya fizikçilere ya da Astronomlara sorarlar. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü, uzaylılar konusunda, üzerinde araştırma yapılacak ne madde, ne molekül, ne atom ne de atom-altı parçacıkları bulunmaktadır. Dolayısıyla olmayan şeyin bilimi ve bilim adamı da olamaz.
Çeşitli ruhsal ve fiziksel temaslarda kendilerini ülkemizdeki Müslüman toplumuna, önce "Cinler" olarak tanıtırken daha sonra birden çeşitli insan ya da varlıkların Ruhları olarak göstermeye, bilim ve teknolojinin gelişmesiyle de gökten gelen uzaylı yaratıklar şeklinde bildirmeye başlamışlar, fakat en sonunda yine kendilerinin Cin olduklarını çünkü, kendileri hakkında en geniş ve detaylı bilgileri veren Kuran ve Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem açıklamalarında Cinlerin ters ve kötü varlıklar olarak anlatıldığı için saklanmak ihtiyacı gösterdiklerini belirtmektedirler.
Ayrıca şunu da hemen söylemek gerekirse Ufo yani, tanımlanamaz uçan nesneler olarak adlandırılan görüntülerin birçoğu uçak, balon, füze, kuyruklu yıldız, oldukça parlak görünen Sirus yıldızı, Venüs gezegeni, yıldırımlar veya başka atmosferik ya da yer altı hareketlerinin, gazlarının neden olduğu plazma (ışık) topları gibi normal doğal olayları iken, bazı görüntülerin bunlardan tamamen farklı ve ayırt edici özellikli olması, bazı varlıklarla çeşitli şekil ve düzeylerde ilişkiye geçilmesi ve bunların belli felsefelerinin bulunması, olayı başka noktalara taşımaktadır ki, işte biz bunları incelemekteyiz.
Tamamıyla kendi deneyimlerine dayanan, bunun dışında, hiçbir insanın tanık olmadığı, olamadığı Ufo olaylarındaki meşhur araçlar; havada, karada, deniz içinde veya üstünde pilotlara, kaptanlara, yolculara, çok büyük oranla da ıssız yollarda, gece karanlığında görünmekte, bazılarını takip edip kovalamakta, bazen de güya uçakların, gemilerin, araçların motor ve elektrik sistemlerini geçici olarak etkileyip durdurmakta, bozmakta, eğer bu evlerin yakınında cereyan ediyorsa bu sefer de elektrikli ev aletleri aynı şekilde stop etmekte, bunun yanında bazı insan ve hayvanların hareketlerini bloke edip geçici olarak felç geçirmelerini sağlamakta ve bu araçlar ya da içindeki uzaylı varlıklar gözden kaybolunca da tüm bu durumlar eski hallerine dönmektedir.
Oysa radarlara yakalanmalarına, bilinen tüm fizik yasalarına aykırı olarak ani ses üstü hızlarda birden yer değiştirip manevralar yapmalarına (ki bu durum da ses üstü hızlara geçen araçlarda olduğu gibi, şok dalgaları yani ses patlamaları duyulması gerekirken tiz bir vızıltı türü ufak sesler ya da hiçbir ses duyulmamaktadır) bir anda ortadan kaybolmalarına rağmen, tüm bu ve diğer olayların gerçekten fiziksel görüntüler, yaşanmış olaylar değil, bir başka boyuttan projekte edilen holografik görüntüler olduğu, yapılan bazı laboratuar araştırmalarıyla da gösterilmiştir.
Mesela, hile olmadığı kanıtlanan filmlerin devamlı olmayıp çok, çok kısa süreler içinde gidip gelen (yok olup beliren) görüntüler oldukları açıkça ispatlanmıştır. Hatta bazı ufo gözlemleri ve sahte olmayan filmlerde bu araçların somut maddesel bir yapıda görünürken birden şeffaflaştıkları ve tamamen ışıklar saçar hale geldikleri, çok parlak ve canlı ışınlara dönüştükleri ya da çeşitli geometrik şekil ve büyüklükteki uzay gemilerinin birden diğer bir türe dönüştükleri açıkça görülmektedir ki bu da onların gerçekten maddi olmadıkları anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla, kişilerce görüldükleri yerden bu araçların bir anda yok olmaları, sahip oldukları yüksek hız teknolojileri nedeniyle değil, tamamen birer soyut görüntü olduklarından ileri gelmektedir. Bazen de bunlara, havaya uçup gittikleri görüntüsü eşlik etmektedir.
Yine maddi bir niteliğe sahip olmadıklarını, bunun yerine başka bir boyutun varlıkları olan Cinler tarafından insan beyinlerinden projekte edilen görüntüler olduklarını belgeleyen bir diğer olay da, bu uzay gemilerinin ve içindeki yaratıkların havada, gökyüzündeki boşluk yerine evlerdeki, iş yerlerindeki küçücük bir odanın ortasından, duvarından, tavanından ya da çalışmayan TV ekranından da çeşitli şekillerde görünmeleri, o insanlarla bağlantıya geçip birtakım mesajlar vermeleri ve hatta bu yolla da gemilerine alıp onları çeşitli mekanlara kaçırmaları, gezdirmeleri... v.b. türlü, türlü oyunlar oynamalarıdır.
Zaten buna maruz kalanların çok gerçekçi bir biçimde görüp yaşadıkları tüm bu şeylerin rüya mı yoksa gerçek mi olduklarına emin olamamaları, bazılarının da yaşadıkları olayı ve varlıkları, flu olarak görmeleri bütün bunları onaylamaktadır. Uzaylılarla maddi ve manevi karşılaşmaların çok sayıda olması da bunların uzaylı oldukları fikrini ortadan kaldırmaktadır.
Ufolarla karşılaşmalar yanında, dördüncü türden yakın ilişkiler adı verilen, kişilerin gönüllü olarak ya da zorla onlar tarafından kaçırıldıklarını iddia ettikleri olaylar da vardır. Bu olaylar da incelendiğinde açıkça görülmektedir ki, bu kişiler bir yerlere götürülmekten çok, oldukları yerde (genelde gece ve sabaha karşı olmakta) sekerat halinde ya da uyuyorken veya uyutulmak suretiyle belli vizyon ve algı oyunlarına maruz kalmaktadırlar.
Gerçekte bu türden şeyler, insanların hayal dünyalarında meydana getirdikleri,
ancak, kendilerinin bizatihi olmuş zannettikleri, deneyimledikleri olaylarda ise, uzay gemilerinin yere indikleri, içindeki varlıkların yaklaşarak onları arabadan veya araçlardan çıkartıp beraberce yürüyerek gemilerine götürdükleri, bazılarında da direkt uçan dairelere ışınlanmak suretiyle veya su üzerinde yürüyen, havada sabit durabilen, süzülüp uçabilen imajlarını gösteren bu uzaylılarca taşınarak gönüllü, tatlı sert ya da zorla gemilere alındıkları belirtilmektedir.
Hatta bazı vizyonlar öyle abartılmaktadır ki, içinde gittikleri aracın boyutları hiç düşünülmeksizin, güya büyük güçler uygulanarak araçla birlikte gemilere de alınmaktalar. Elbette rüyalar, pardon olaylar, burada bitmemekte, insan beyinlerinde hazırladıkları dekorlar, geminin içinde de devam etmektedir. Bunlar geminin içinde üstün teknolojik aletlerin bulunduğu dişçi koltuğuna benzer ameliyat masasına incelenmek amacıyla yatırılmakta, bir çeşit ameliyata sokulmakta, bu yüzden vücutlarında kesikler, delikler oluşturulmakta, kan nakilleri yapılmakta, et, tırnak, saç, deri örnekleri alınmakta, uzaktan o kişileri daha sonra da izlemeleri ya da belli nedenlerden ötürü vücutlarının herhangi bir yerine parçalar, fiber optik kablolar, çipler takılmakta sonra da sözüm ona insanların geleceklerini de bildiklerinden ameliyatlar sırasında bu kurbanların geleceklerini de programlamakta, sonra yine aldıkları yere bırakmaktadırlar. Kimileri bu esnada acı çekerken, kimi de bir şey hissetmemekte. Bu esnada, deneklerin büyük çoğunluğu kendilerini yine uyurken bulmaktadır.
Genelde bu yaşanılanları unuttukları ya da unutturulduğu için, daha sonra da vücutlarında belli değişiklikler olduğu izlenimini veren, hafif yara ve iğne deliği izleri, çeşitli kızarıklıklar, yanıklar... v.b. olduğunu fark etmekte, doktora gidip film çektiklerinde de vücutlarında belli nesnelerin olduğunu görmekte ve olayları çeşitli şekillerde hatırlamaya başladıklarında ise, uzaylı varlıklarca kaçırıldıklarını söylemektedirler.
Tüm bunların açıklamalarına gelince, bir defa Cinlerin geleceği büyük bir oranla bilemeyeceğini, bilseler de detayına inemediklerini daha önceki bölümlerde anlatmıştık. Ayrıca, bugün bilim adamları insan beyinlerinin çeşitli bölümlerine belli frekanslarda dalga ya da elektrik akımı vererek o bölgeleri irrite etmekle o kişide belli çağrışımlar, duygular, hisler uyandırılabilmekte, çeşitli kokuları algılaması, belli sesleri duyması sağlanabilmekte ve belli şeyleri hatırlayıp çeşitli şekillerde tıpkı gerçekmiş gibi vizyonlar görmesi temin edilebilmekte, bunun yanında acı, ıstırap ya da tam tersi mutluluk verici... v.b. haller oluşturulabilmektedir.
İşte paralel boyutumuzun varlıkları olan Cinler de yapılarının gereği olarak, çok iyi bildikleri insan beyinlerine bu türden dalgalar göndermek suretiyle kişilerin veri tabanlarına uygun, hali ve durumlarına göre çeşitli vizyon ve seslerin, kokuların... her tür somut algılamalar ile o kişilerde geçici süreler boyunca süren mutluluk, huzur duygusu yada vecd hali, sonsuzluğa ulaşmış-zamansızlık hissi, duygusu... vs. sanrıları meydana getirebilmektedirler.
Vücutlarında görülen çeşitli izlere, maddelere gelince, onların da yapılan araştırmalarda dünyaya ait maddeler oldukları ve bunların genelde çocukken ya da daha önceden vücutlarına batan, ağız veya burun yoluyla içlerine giren ve oldukça da küçük cam, porselen, metal türü şeyler oldukları, ama bunları o güne kadar fark etmedikleri anlaşılmıştır. Bu durum bazı yara izlerinin oluşmasını da açıklamaktadır.
Cinler kimi olaylarda insanların bu durumlarını kullandıkları gibi, tıpkı reenkarnasyon vakalarında ya da cinlerin insanlara musallat oldukları poltergeist olaylarında görüldüğü üzere, insan bedeninde birtakım fiziksel etkiler meydana getirerek, vücutlarına giren parçacıklara şekiller vererek, biçimlendirerek, onlara yaşattıkları hayallerin gerçekliğine ilişkin dayanak oluşturmaktadırlar.
Genelde gördükleri ufoların hemen ertesi ya da bir iki hafta içinde yaşanılan bu kaçırma esnasında, kişilerin felç benzeri bir hal geçirip transa girmeleri, şehrin göbeğindeki gökdelenin penceresinden dışarı alınarak gemilere bindirilmesine rağmen, hiç kimsenin bu araçları görmemesi, aynı anda birden fazla kişinin bu ve benzeri deneyimleri yaşarken yanlarında bulunan diğer kişi ya da kişilerin bunları hiç görmemeleri, duymamaları, algılamamaları, radarların bir kaçında görünürken diğer radarlarda hiç görünmemeleri, bu olayların tamamen insan zihninde ve birkaç cihaz üzerinde oluşturulan etkiler olduğunu açıkça göstermektedir. Yine beyin aracılığıyla sinir sistemini etkilemeleri bu geçici blokajlara açıklama getirmektedir.
Gemilerde yaşanıldığı iddia edilen bir başka durum da, Cinlerin eskiden beri hep yapa geldikleri, ama burada şekil değiştirdikleri, insan görünümlü uzaylı varlıklarca cinsel tacizlere, cinsel ilişkilere hatta tecavüzlere de maruz kalmalarıdır. Bu kurbanların çoğu da kadınlardır. Nadir de olsa erkekler, insanları büyüleyecek düzeyde çok güzel kadın suretindeki bu uzaylılarla ilişkiye girdiklerinde bu varlıklar bunun sebebini, inceleme araştırma amaçlı olmanın ötesinde ara türler, melez ırklar oluşturmak için hamile kalmak istediklerini söylemişlerdir.
Elbette çok, çok yakışıklı erkek uzaylıların da kadınlarla girdikleri cinsel ilişkinin nedeni budur. Bazen de bunu erkeklerden ve kadınlardan sperm ve yumurtalık örnekleri alarak yapmaktadırlar. Bazı kadınlar da, bu yollarla önce hamile bırakıldıklarını sonra da karınlarındaki ceninlerin alınarak bunların belli bölümlerde fabrikasyon ortamdaki tüplerin içinde büyümelerinin sağlandığını, en sonunda da bunların uyandırılıp tüplerden çıkarıldıklarını, bu melez ırklar ve kendi çocuklarının onlara gösterildiklerini, gerekiyorsa sonradan onlarla bağlantıya geçmelerinin yöntemlerinin anlatıldığını ya da bunun direkt onlar tarafından sağlandığını anlatmaktadırlar.
Kimi önceden hamile kalmış kadınlar ise, kaçırılma olayını yaşadıktan sonra hamileliklerinin ve bu özelliklerinin tamamen ortadan kaldırıldığını iddia etmişlerdir. Oysa yapılan ciddi araştırmalarda, gerçekte bu olayın kendilerinden başka kimse tarafından görülmediği, izlenmediği, bu olayların tanığının da sadece kendileri olduğu ve bunların somut olarak da kanıtlanamadığı ortaya çıkmıştır.
Hamileliklerinin tamamen ortadan kalkması ise, yine tamamen kendilerinde olan böyle bir özelliğin onlar tarafından algı oyunlarıyla kullanılmasından başka bir şey değildir. Ayrıca bu olayda çok eskiden beri bilinen, Cinlerin insanları etkilemek için çok, çok güzel kadın ve erkek suretlerine girerek insanlarla zorla cinsel ilişkide bulunmalarının ve bu ilişkilerinin sonucunda da cinlerden çocukları olduğu (çocuk edindikleri) yalanıyla aynıdır. Bununla birlikte bu yolla cinsel tacize uğrayan kadınların bu olayın neden olduğu travmadan ötürü kendilerini eve, odaya hapsedip yaşadıklarını sadece kendilerinin bilmesi, durumlarını saklamaları da cinlerin onlar üzerinde oynadıkları oyunların kökleşmesini sağlamakta ve bunların açığa çıkmasını önlemektedir.
Bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarda, uzaylıların tacizine uğrayan insanların, kendilerini uzaylı dışında farklı varlık şeklinde tanıtan Cinlerin benzer saldırısına ya da gerçek tecavüze maruz kalanlarla aynı ruhsal travmaları geçirdikleri, bunun yanında diğer türden uzaylılarla karşılaşma olaylarını yaşayan bazı kişilerin de şok geçirip yıllarca tedavi görmeleri veya akıl rahatsızlıkları geçirmeleri bu varlıkların iddia ettikleri, edildikleri gibi dost, yardım sever, insanlığın iyiliği ve çıkarı için çalışan... varlıklar daha doğrusu uzaylı varlıklar olmadığını ispatlamaktadır.
Hiçbir mantıklı varlık, bir diğer varlığa zarar vererek yardımda bulunmaz. Uzayın bilmem ne kadar uzaklığından üstün teknolojileriyle gelip kendilerini çok üstün akıllılar olarak gösterenlerin yaptıkları bu basit, sıradan şeylerde en ufak mantıklı bir davranış, açıklanabilecek bir izah da yok ama çelişki çok. Burada görülen bariz bilimsel bir hata da birincisi, bizden tamamen farklı evrimleşmiş olan bir türün insanlara ilgi duyması İkincisi de, daha dünyada bilinen türler arasında genetik uyuşmazlık nedeniyle tohumlama gerçekleşmezken (mesela bir fille bir köpek...) bizden çok farklı bir türle cinsel birleşme yoluyla üremenin gerçekleşmesidir ki bu da tamamen imkansızdır. Kısacası bunların, dışarıda bilfiil gerçekleşen olaylardan çok, insan beyni içinde gerçekleşen olaylar olduğu açıkça görülmektedir.
Cinlerin, uzaydan geldikleri, insanlarla ilgilendikleri yalanını yutturma yöntemlerinden biri de, deprem, yanardağ patlamaları...v.b. afetler öncesinde, deprem fayları, ley hatları, yer altı maden yataklarının olduğu bölgeler, uzay ve diğer teknolojik lab. ve üsler, nükleer ve askeri tesislerin bulunduğu yerler, eski çağlarda kutsal olarak kabul edilen (ki bunlardan bir kısmı şu anda deniz altındadır) yüksek enerji merkezleri (odakları), tesisleri üzerlerinde daha sık görüntü vermeleridir. Bununla birlikte, bunlardan bir kısmının doğal etkenler olduğunu daha önceden belirtmiştik.
Uzaylı varlıkların, uzaydan geldikleri yolundaki görüşe hiç uymayacak türden ilginçliklerinden, çelişkilerinden biri de, bunlar bir taraftan güya, farklı yıldız sistemleri, galaksiler... v.b. evrenin çeşitli yerlerinden, sistemlerden geldiklerini bu yüzden de farklı evrime uğramaları dolayısıyla farklı şekil ve tiplerde olduklarını söylerken, diğer taraftan da deneklerin gemilerde gördükleri gibi, bir türden diğer bir türe ve bazen de kendilerinin tanıdığı kişilere ya da kurbanın görmek istediği suretlere dönüşebilmekte, bu şekilde görünebilmektedirler.
Mesela, önceleri insan suretinde yolda, sokakta,... dostça görünüp onlarla arkadaş olmak, yardım talebinde bulunmak suretiyle yaklaştıkları bu insanları, bir nedenden ötürü bir yere götürüp orada beliren uçan dairelerin içine almaları ve en sonunda bu dostun suretinin değişerek bilinen uzaylı tipine bürünmesi gibi. Çok ilginçtir ki, uzaylılarla hiçbir ilgisi olmayan ve çok çok eski zamanlardan beri insanlara çeşitli şekillerde musallat olan, ıssız eski köy yollarında, mezarlıklarda, tekinsiz evlerde olmadık suret ve olaylarla insanların karşısına çıkan, arada bir de suretten surete dönüşen Cinler, " uzaylılar" diye ortaya çıkan varlık tipleriyle tıpatıp aynıdır. Bunlardan daha sık görüneni ise, bildiğimiz uzaylı tipi yani, koca üçgen kafalı, büyük gözlü, kılsız, burnu ve ağzı küçük olan cüce tipidir.
İnsanların hayal dünyalarına hükmetmek suretiyle gerçekmiş, maddeselmiş izlenimi, görüntüsü veren bu varlıkların uzaylı olamayacağını gösteren bir önemli kanıt da bu uzaylı tipleridir.
Bunlardan kimi, insan suretinde ama uzun boylu, beyaz tenli sarışın ya da kızıl, mavi gözlü, çok güzel ve yakışıklı görünmekte olup (ki bunlara, İskandinavyalIlara benzediği için kuzeyli anlamına gelen Nordik ismi verilmekte) kimi, bildiğimiz uzaylı tiplerinde kimi, gorillere benzeyen türlü, türlü kıllı yaratıklar biçiminde kimi de, sürüngen ya da kuş kafalı olup belden aşağısı insan veya başka bir yaratık, belden üstü de ayrı bir yaratık suretinde görüntü vermektedirler.
Görüldüğü üzere bunlar, hep dünyadan bildiğimiz, dünya üzerinde yaşamakta olan insan ya da hayvan türlerinden varlıklardır. Bunlar gerçekten uzaylı olsalardı, çok çok farklı suretlerde, bizlerin hayal bile edemeyeceği türde olmaları gerekirdi. Çünkü evrim bunu gerektirir. Oysa, durum bunun tam tersi.
Bu türden uzaylı görüntüsü vermelerinin önemli bir başka nedeni de, bir yandan ulaşılamayacak derecede çok güzel görüntü vererek, insanların kökeninin aslında kendileri oldukları imajını vermek suretiyle bizleri küçük göstermek, diğer yandan da, hayvan türü yaratıklar şeklinde görünerek insanların yaratılışı, sahip oldukları yetenek ve idrak kapasitesince hayvanlardan da daha aşağı olduğunu vurgulamak böylece, dalga geçip, bizleri aşağılayarak egolarını tatmin etmektedirler.
İnsanların halife özelliğiyle yaratılmış olduğunu hazmedemeyen ve benlikleri aşırı derecede güçlü olan şeytani vasıflı Cinler, her fırsatta insanları aşağılık, seviyesiz, ilkel; kendilerinin ise üstün ve her şeye hükmedici olduklarını göstermeye çalışmaktadırlar. Bu özelliklerini, ortaya koydukları tüm senaryolarda açıkça görebiliriz.
Bir başka çelişki de, bazı uzaylılar tarafından verilen bir kısım bilgilere göre, bu dört tipleme içinde insan suretinde olan türün bunların en akıllısı, en zekisi ve tümünün üstatları oldukları, diğerlerinin ise, bunların altında, onların hükmettiği, programladıkları varlıklar olduğu söylenmektedir. Halbuki, başka yerlerde de diğerinin, geri kalanların başı ve önderi olduğu belirtilmektedir ki tüm bu çelişkili ifadelerin en önde gelen sebebi, Cinlerin kendi aralarındaki üstünlük kavgasını uzaylı kimliklerine yansıtmalarından ibarettir. Sonuçta, uzaylıların bu tutarsız hareketleri bize, bunların gerçek olmadığının kanıtlarını açıkça göstermektedir.
Çok keskin bir zekaya sahip olan Cinlerin, insanların hayal dünyalarıyla istedikleri gibi oynamaları, ortaya koydukları senaryolar sınırları zorlamakta, ipin ucunu iyiden iyiye kaçırmaktadırlar.
Aslında, sıradan bir aklın küçük bir analiziyle bile bunların gerçek olamayacağını gösteren böyle bir hayal de, güya uzay gemilerine götürülenlerden hepsi zorla kaçırılan insanlar olmayıp bazıları gönüllü olarak tamamen eğitim amaçlı olmalarıymış.
Kaçırıldığını söyleyenlerin bir kısmı, ameliyatlarının hemen akabinde geri gönderilirken kimi de, ameliyat sonrası insanları çeşitli konularda bilgilendirmek daha doğrusu çaldıkları minareye kılıf uydurmak için mesela, Venüs'e, Mars'a, Satürn'e, Ay'a ve bilhassa Dünya'dan hiç görünmeyen Ay'ın karanlık yüzüne ya da başka yıldız sistemlerindeki gezegenlerin yörüngesinde hareket eden dev uzay gemilere alınarak gezdirilmekte, teknolojileri, uygarlıkları, uçan dairelerin çalışma prensipleri, insanlık için amaçları ve insanların ev ödevlerini yapmadıkları taktirde başlarına neler geleceği ile ilgili, öğütler verilmekte, oralarda yaşayan halk ve yaşam formları (ki bu kendilerininki de olabilmekte) hakkında görüntüler seyrettirilip detaylı bilgiler sunulmakta, bazıları da orada hiçbir koruma önlemi almaksızın çıkıp gezebilmekte, oradaki yaşayan varlıklarla da rahatlıkla çeşitli yakın ilişkilere geçebilmekteymişler. Bunların yanında o kişilere, insanların evrendeki yeri, geleceği, Yaratıcıyla olan bağlantıları ve sistemle ile ilgili çeşitli bilgiler de sunulmaktaymış. Tüm bunları tek kişi deneyimleyebildiği gibi, bunlara nispetle az sayıda görülen bir den fazla arkadaş grubu da bunu deneyimleyebilmekteymişler.
Bununla birlikte, bu tür olayları yaşamış olan sözüm ona lider konumundaki kişiler, uzaylılardan gelen bir biçimde 5-6 yaş gibi daha küçük yaşlarda iken (cinlerin bilhassa bu yaştan itibaren kendilerine yatkın, beyinleri hassas insanları etkilemeye başladıklarına başka yazılarımızda değinmiştik) onlarla bağlantıya diyaloğa geçmekte, gemilere alınmakta ve onlar tarafından belli özellikler, güçler verilerek beden dışı deneyimler (o.b.e), ışınlama, materyalizasyon, uzaktan görme, algılama... v.b. olağan üstü yeteneklere sahip olmaktaymışlar.
Yine kimileri, o küçük yaşlardan itibaren bunun farkında bilincinde iken, kimileri de onlarla açık bağlantıya geçtikleri sırada ya da hemen sonra geçmişte onlarla her an irtibatta olduğunu anlamakta, hatırlamakta ve bu tür normal üstü yeteneklere o andan itibaren sahip olmakta, gözlerindeki perdeler kalkarak her tür ruhsal varlıklarla her an görüşebilmekte, insanlığın gelişimi, evrimi için uzaylılarla birlikte evrensel plandan sorumluluklar yüklenmekteymişler.
Bu tür bağlantılara geçen hemen hemen bütün insanların da yeteneklerinde az ya da çok belli artışlar olmakta bunun sonucunda da metafizik konula eğilmekte, hayatlarını tamamıyla bu temeller üzerine yeniden inşa etmekte, hayatları ve yaşama bakış açıları tamamen değiştirmekteymiş.
İster zorla isterse de eğitim amaçlı, gönüllü olsun fark etmez, bu uzay gezileri, birden çok fazla da olabilmekte, tekrarlanabilmekteymiş. Bazen de bu üstün varlıklarla, fiziki beden yerine yine onlar tarafından oluşturulan beden dışı deneyimler dediğimiz, ruhun bedenden ayrılmasıyla da çeşitli ortamlarda, gemilerde... görüşmeler yapılabilmekteymiş.
Kaçırılma olaylarının bu bölümüne baktığımızda da, yine bir yığın çelişkili durumlar, sistemde olmayan birtakım yanılgıların varlığı bulunmaktadır. Öncelikle bunların hayalde yaşanılan şeyler olduklarını gösteren önemli bir olay da, götürüldüklerini söyledikleri uzay araçlarının dıştan çok küçük olmalarına karşın, içine girdiklerinde içinin çok büyük olmasıdır. (Öyle ki, 3 m. çapındaki bir uçan dairenin içinde koridorlar, odalar, araştırma lab.... vs. bulunmaktadır. )
Ayrıca bugün çok iyi bilindiği gibi, güneş sisteminde dünya dışında hayatı barındıracak hiçbir gezegen ve uydu yoktur. Bunlardan kimi yüzlerce derece sıcakken, kimi, birkaç yüz derece soğuktur. Bununla birlikte, bunlardan bir kısmı da tamamen gazdan oluşup üzerine basılacak bir katı yüzeyi yoktur. Dolayısıyla insan ya da uzaylı gibi görünen varlıkların yaşaması mümkün değildir. Kaldı ki bir insanın, atmosfer dışında koruyucu bir elbise giymeden bulunması, bizler için hayati önem taşıyan oksijen, basınç, ısı... v.b. faktörlerin yanında, uzaydan ve güneşten gelen kozmik radyasyonlar, insan bedenini saniye mertebelerinde yakması için yeterlidir.
Bunun gerçekten olduğunu iddia edenlerden bazıları da bu olayların, planetlerin maddesel boyutlarında değil de, alt boyutlarındaki ışınsal yapısında gerçekleştiğini söylemektedirler ki bu da mümkün değildir.
Çünkü, ışınsal boyutlara ışınsal bedenle gidilir. Maddi beden, o ortamlarda yer alamaz. Üst düzey Velilerin yapmış olduğu bedenen Tayyı Mekân bile, dünya ile sınırlıdır.
Yani, bu bedeninizle ruh boyutunda bulunamazsınız. Keza cehennemde insan, Ruh ( Nari) bedeni, cennette de, Nur bedeniyle yaşama devam eder. Madde beden ise, önce toprağa karışıp çözünecek sonra da güneşin dünya ve diğer birkaç planeti yutmasıyla, yeryüzüyle birlikte buharlaşacaktır. Her beden bulunduğu boyutun şartlarına tabi olarak mevcut olup, bir boyuttan diğer boyuta geçişte hükmünü yitirir.
Eğer bunlar uzaylıların yani Cinlerin gücüyle O. b. e yoluyla yapılan seyahatlerse; o zaman bu varlıkların, iddia edildiklerinin aksine uzaylı değil, bizim paralel boyutlarımızda yer alan Nari boyutun varlıkları Cinler olduğu ortaya çıkmaktadır ki
bu yollu, sözüm ona seyahatlerin varlığını bir yukarıda belirtmiştik.
Aynı şekilde, uzaylı varlıkların da insani özellik gösterip dünya atmosferine hemen adapte olmaları, mikroplara karşı enfeksiyon geçirmemeleri, hastalanmamaları da çok büyük bir çelişkidir.
Bunun yanında, insanların yaptıklarının karşılığı olarak başlarına gelecek şeyler için hiçbir yaptırımları olmadığını, hiçbir işe karışmadıklarını ifade eden uzaylıların binlerce, milyonlarca ışık yılı uzaklığındaki bilmem ne sistemlerinden buralara kadar zahmet edip ekstradan bizleri uyarmalarına da hiç ihtiyaç yoktur. Bu durum mantıklı da değildir. Çünkü bunları sıradan basit bir vatandaş da rahatlıkla düşünebilmekte, aynı söylemleri dile getirebilmektedir.
Bununla birlikte siz, bir üstün teknolojik bilgiyi ya da yaşam formlarıyla ilgili... vs. bilimsel verileri bu işin uzmanı olan bilim adamlarına mı verirdiniz yoksa kaçırıldığını iddia eden insanların büyük çoğunluğunda olduğu gibi, hayatı boyunca nereden gelip nereye gittiğini düşünmeyen ya da konuyla ilgisi bulunmayan taksici, sarhoş, çiftçi ya da esnaf... vs. gibi sıradan hayat yaşayan insanlara mı?..
Bizim uzaylılar, üstün bilgeliğe, uygarlığa sahipler, ama bu kadar basit, sıradan bir şeyi dahi düşünemiyorlar. Ayrıca, çok büyük teknolojilere sahipler, her şeyden haberleri var, ama tüm bunlara gerek kalmaksızın ya da gerekli tüm bilgileri, en kötüsüyle bir, iki inceleme sonucunda çok gelişmiş haberleşme ağı ile çok rahat öğrenebilecekken bunun yerine hâlâ, insan ya da hayvan kaçırıp inceliyor, yerlerden numune topluyorlar.
Kısacası, hem her şeyden haberdarlar, hem de hiçbir şey bilmiyorlar gibi davranmaktadırlar ki, bu büyük çelişki de bunların uzaylı olmadıklarını açıkça göstermektedir. Binlerce, milyonlarca... ışık yılı uzaklıkları büyük zahmetlerle aşıp gelen bu uzay araçları, beyaz sarayın bahçesine ya da Kremlin meydanına inecekleri, resmi ilişkilere geçecekleri yerde parkta oynayan çocukların, insanların ortasına inip içlerindeki araçların dışına çıkarak garip ses tonlarıyla konuşmaları ya da bir şeyler verir gibi yapıp hiçbir şey vermeksizin tekrardan araçlarına binip bir anda yok olmaları, sadece konulardan tamamen uzak insanlara, halka görünmeleri, hem bu türden hem de kitlesel görüntüleri tamamıyla show amaçlı olup bunların fiziksel olmadıklarının ayrı bir kanıtıdır.
Ayrıca insani yüz ifadelerine, duygulara, davranışlarına sahip oluşları, bulundukları toplumun dillerinde konuşmaları, diyaloga geçmeleri de bunların uzaylı oldukları fikrini zayıflatmakta diğer olayları göz önüne aldığımızda ise, bunun ötesinde tüm bu gerçekliği çürütmektedir.
Bazı insanların belli güçlere, özelliklere sahip olmalarına gelince... Daha önceleri birçok yazımızda değindiğimiz üzere, cinlerin insanlara çeşitli düzeylerden verdikleri birtakım yetenek ve güçler bir; insanların onları çeşitli yöntemlerle etki altına almaları, iki; cinlerin insanları tek yönlü olarak kendilerinden akan bir biçimde etki altına almalarıyla meydana gelmektedir ki büyük çoğunluğu böyledir. İkincisinde tamamen kontrol Cinlerindir.
Uzaylı olayında olduğu gibi. Birçok şeyi cinler yapar, buna karşın çevresindeki insanlar, bunların o kişiden kaynaklandığını sanırlar. Bazen, o kişi de bunun farkında değildir. Bir de bunun yanında cinlerin oyuncağı olan bu kişi, kendi hayallerinde yarattığı ya da onun için yaratılan dünyada, o dünyanın tanrısı olarak dilediğince senaryolar, güçler ortaya koyar ki, bunu da kendisinden başkası bilmez ve görmez.
Cinlerin insanları aldatma yöntemlerinden biri de, insanlara seçilmiş olduklarını, onların ayrıcalıklı bir konumda olduklarını empoze ederek egolarını okşamakta, böylece bu insanlar da, özel kişiler, üstün nitelikli insanlar olduklarını zannederek, o hayallerle ölüm ötesi boyuta geçerler.
Bu konuda en önde gelen büyük çelişkilerinden biri de bu uzaylılar, İnsanları çeşitli planetlere, yıldız sistemlerine, galaksi ve ötesine... ya da farklı, farklı evrenlere (?) çok kısa süreler içinde götürebilmelerine karşın buna kıyasla onlar açısından çok kolay ve basit olan aynı olayı dünya üzerinde bir türlü gerçekleştirememektedirler. Bu insanlardan sadece birini, bırakın ülkeler veya şehirler arasını bir semtten diğer bir semte, mahalleye bile götüremiyorlar. Anlaşılacağı üzere, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi bu olayda da, somut olan hiçbir şey yok. Olmadık soyut hayaller ise, oldukça çok.
Cinlerin, insanları küçük, zavallı durumlara düşürmek, alay konusu haline gelmelerini sağlamak için, seçilmişlik duygusunu zirveye taşıdıkları, hatta işi komediye dönüştürdükleri bir olayda "yıldız insanları- yıldız yardımcıları" denilen, daha önceki zamanlarda uzaylıların yeryüzündeki insanlarla olan evliliklerinden dünyaya gelmiş insanların genetiğini taşıdığı ya da o dönemlerde uzaylılara yardım edenlerin torunları olduğu söylenen, o ruhsal gücün varlığını hisseden kişiler varmış ki, uzaylılarla dördüncü türden yakın ilişkiler kuranların büyük çoğunluğu, aslında kendilerinin de sonradan hissettikleri veya hatırladıkları üzere bunlarmış. Ve bu "ışık işçileri" güya, uzaylı varlıklarca kendilerine getirilip belli bilgiler, güçler, yetenekler kazandırılarak, insanlığın zor geçiş dönemlerini daha yumuşak yaşamaları, karşılaşacakları çetin şartlara karşı çeşitli şekillerde onlara yardımcı olmaları amacıyla çok yönlü vazifeler yüklenmekteymişler.
Yine belirttiklerine göre, insan suretine giren bazı uzaylıların bir kısmı da belli görevler üstlenip bizzat insanlar arasında hayatın her alanında okulda, vergi dairesinde, bankada,... çalışmakta ve kendilerini fark ettirmeden insanlara çeşitli yardımlarda, insanlığın gelişmesine katkıda bulunmakta, belli negatif olayların oluşmasını önlemekte ya da etkilerini azaltmakta, yeni yeni yaşam formları oluşturmakta... vs. imişler. Fakat buna karşılık, ne hikmetse seçilmiş olanlar hariç, bizler bunların hiçbirini görememekte, algılayamamaktaymışız.
Bunun yanında, geçmişteki yaşantılarını unutup ya da görmezden gelip kendilerini direkt uzaylı gören, uzaydan geldiğini düşünen, şartlanan, düş âleminde gezinen insanlar da bulunmaktadır. Hatta bunların içinde, zamanda yolculuk yaptığını ve tüm bunları da bir senaryo içinde gerçekçi biçimde yaşadığını zanneden insanlar da yok değil. Buna benzer bir olayda, kendilerinin kayıp kıta Atlantis, Mu veya yer altı ülkesi (ki gerçekte hayallerde olan) Agharta isimli uygarlığın torunları olduğunu ve bunların ruhlarıyla da devamlı irtibatta olduklarını iddia eden ve onlarla görüştüklerini zanneden insanlar da mevcuttur. Demek ki bu tür şeyler, sadece uzaylılara özgü olmayıp onlar olmasa da bu türden, benzer şeyler yaşanabiliyormuş.
Cinler, hep sergileye durdukları özelliklerini uzaylı kimliğinde de sürdürmekte, bunu da, önce ciddi birtakım bilgiler, vizyonlar göstermeye özen gösterirken daha sonra işi ciddiyetten uzak, insanlarla alay edercesine, komik bilgilere, algılamalara dönüştürerek göstermektedirler. Genelde de Ufocular bu tür şeylerden ya da gemilerde yaşanılan bu olaylardan hiç bahsetmezler.
Mesela, kaçırılma vakalarında bilinen uzaylı tipleri, yukarıda da bahsettiğimiz üzere bir anda Nazi üniformalarıyla ortaya çıkıp SS (es es) subayları gibi davranışlar sergilemeye başlamakta, gemilerde ciddi olarak başlayan olaylar gayri ciddi şekillerde devam ederek bir anda patates... v.b. gibi nesneler belirmekte ve bunları birbirlerine, kurbanların üzerlerine atmakta, durup dururken hiçbir anlamı olmayan garip ve komik şarkılar söylemekteler. Bu durum tebliğlerde ise,... uzaylı zolton... gibi komik isimlerle diyaloğa geçmeleri, seans sırasında araya başka kanalların girerek birbirleriyle mahalle kadınları gibi tartışmaları, bir anda uzayın büyüklüğünden bahsederken, evrensel birtakım gerçeklerden bahsediyormuş havasında iken, bir anda konuyla hiç alakası olmayan, fındık kabuğunu doldurmayacak konulara girmeleri... şeklindedir.
Cinlerin başka bir uygarlıktan geldiği yalanıyla insanları kandırma oyunlarının en büyüklerinden biri de, kaçırılma ya da karşılaşma olaylarındaki kayıp zaman durumu. Bu da kısaca şöyle:
Kaçırılan kişiler durumu önce algılayamamakta, ancak aylar ya da yıllar sonra karşılaştıkları, yaşadıkları çeşitli olaylarla bu unutulanları parça parça hatırlamakta veya tedavi için gittiği uzmanlarca yapılan hipnoz sonucu o anda yaşadıklarını ayrıntılarıyla anımsamaktaymışlar.
Bazen bu durumlarını hipnoz sırasında tesadüfi olarak da öğrenebilmekteymişler. Mesela, bazı kişi ya da kişiler, arabayla... vs. giderken bu uzay aracı ve varlıklarla çeşitli şekillerde temaslarının bitişi ve bu ufoların ortadan kaybolmalarıyla kaldıkları yerden yollarına devam etmekte, kimi de geçici bir bilinçsizlik, uyku durumundayken tekrar kendilerine gelerek araç başında yoluna devam etmekte olduğunu görmektedir.
Ancak, burada alışılmışın dışındaki durum, bu kişi ya da kişilerin kendi açılarından olayları kesintisiz biçimde belli bir süre boyunca bir, beş, on, yirmi... dakika yaşamalarına karşın, gerçekte bir ya da bir kaç saat gibi uzun bir zaman diliminin geçmiş olmasıdır. Buna karşılık, çok çok nadir bazı yakın karşılaşmalarda ise, hafıza kaybı, zaman yitimi yoktur. Olaylar kesintisiz, direkt yaşanılır ve biter. Fakat bu da durumu değiştirmiyor.
Olağanüstü olaylarmış gibi görünen bu varlıklar ve yaptıklarının, gerçekte olmadığını gösteren bir durum da, karşılaşma esnasında ortamın anormal derecede sessiz ve sakin oluşudur. Kimisi bunun az öncesinde tiz bir ses de duymaktadır. Kişilerin yakın çevresi o kadar sessizdir ki, ne ağaç dalları ve yaprakların hışırtısı, ne kuş ya da hayvan sesi ne de herhangi bir şeye ait sesler duyulmaktadır. Bu sırada beyinlerinde de güçlü bir basınç hissederler. Bu uçan nesne, ışıklı küre uzaklaştığı ya da ortadan kaybolduğunda ise, çevrenin sesi tekrardan canlanmakta, üzerlerinde hissettikleri basınç duygusu birden kalkmakta, her şey eski haline geri dönmektedir. O döneme ait gördükleri rüyalar ya da bu olayın oluşturduğu çeşitli rahatsızlıklar dolayısıyla gittikleri uzman doktorların yapmış oldukları hipnoz veya çeşitli yöntemlerle (ki bu olayların çıkartılması için tek yöntem hipnoz değildir) o zamanı yeniden anımsadıklarında da, kayıp zaman olgusu aydınlanmakta ameliyatlar, tecavüzler, uzay gezintileri... vs. hatırlanmaktadır.
Çok kısa bir süre içinde, çok uzun şeyler yaşamış hissi, duygusu ve algısı aslında, uzaylıyız kisvesi altında insanları etkileme olayından önce ya da ayrı olarak kendilerini hiç fark ettirmeksizin veya başka kimlikler altında insan beyinlerinde meydana getirdikleri zaman kayması dediğimiz olayla aynıdır.
Bununla ilgili örneklere daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Dolayısıyla, bu türden olayların yaşanması için uzaylılara hiç gerek yoktur. Yani bu hal, uzaylılara ait bir olgu değildir. Kaldı ki, zaman kayması olmaksızın bir anda uzun süreler boyunca farklı olaylar yaşayan insanların varlığı da bilinmektedir.
Bununla birlikte cinlerin, bilhassa günümüzde orijinalliğini ve amaçlarını tamamen yitirmiş tarikat mensuplarına oynadıkları oyunların başında yine bu olay gelmektedir. Ayrıca, ufo olaylarında kayıp zaman durumunun gerçekte var olmadığını gösteren veriler yine bu olayların kendi içinde de mevcuttur.
Çünkü, onların yanında olup da uykuda oldukları için aracın dışına çıkmayan bunu deneyimlemeyen, bu olayları dışarıdan izleyenlerin diğerlerine bazı hareketlerini, davranışlarını ya da uzun süre ne yaptıklarını sorduklarında asla böyle bir şey yapmadıklarını, sadece bir ışık gördüklerini ya da bozulan arabalarını tamir ettiklerini... vs. belirtmişlerdir. Yani, dışarıdan aynı olaya objektif olarak bakanlara göre bu insanların ya hiçbir şey yapmadıkları ya da basit, sıradan şeyler yaparken bu türden şeyleri (çeşitli türden karşılaşmaları, kaçırılmaları) algıladıkları, deneyimledikleri görülmüştür.
Aslında, bu türden olaylar, Cinlerin çeşitli oyunları dışında kader kapsamı içinde insanlara çeşitli yardımların yapılması, insanların imanlarının artması ve tazelemesi, yoldan çıkmışsa tekrar o yola dönmesi amacıyla birtakım melekler ile Veliler tarafından da oluşturulmaktadır.
Mesela kişi (kişiler), çok zor durumdadır, bir yere ya da uzak bir yerde ise, bir yerleşim bölgesine gelir. Oradaki insanlar tarafından çeşitli yardımlar görür ve ihtiyacı giderilir. Daha sonra o kişi (kişiler) ona yardım eden insan ya da insanların yanına geldiğinde ve olayları tek tek ayrıntısıyla anlatmasına karşın o insanların bu kişiyi, kişileri hiç görmedikleri ve söylediği vakitte ise, bazılarının orada olmadıkları, başka yerde başka şeyler yaptıkları veya o yerleşim yerine geldiklerinde öyle bir yeri, yerlerin, kişi-kişilerin olmadığını yanı sıra da ya orada başka bir yer yada boş bir yer olduğunu görürler.
Geçmiş evliyaların hayatlarına bakıldığında keramet olarak bazı insanlara birkaç saniye, dakika içinde yıllar süren olaylar yaşattıkları bilinmektedir. Ancak altını çizerek belirtmek gerekir ki, bunlar belli bir sistem içerisinde, evrensel sistemde karşılığı olan, tamamıyla insanlarda olumlu, yararlı sonuçlar oluşturan olaylardır. Cin kaynaklı benzerleri ise, bunun tam tersi olarak sistemde yeri ve karşılığı olmayan, insanlarda zararlı ve olumsuz oluşumlar meydana getiren, insanları sistemde yeri olmayan olmadık hayallere yönelten, iten ve bunun hem bu boyutta hem de ölüm ötesi boyutlarda sonuçlarını yaşatan olaylardır.
Onlara inananlarınca bile ortak bir görüş etrafında toplanamayan, kesinliği tam olarak anlaşılamayan uzaylıların kimi, evrenin çok uzak noktalarından gelmelerinin yanı sıra kimi tebliğlere göre de bunlar, gelecekten geçmişe doğru yolculuk yapan torunlarımız, kimileri de madde planındaki paralelimiz olan boyutlarda, fakat yine bizler gibi üç boyutlu maddesel yapıları ile yaşayan varlıklar oldukları ve araçlarıyla dünyamıza bu boyutlardan geçiş yapmış üstün varlıklarmış.
Oysa, sonsuz sayıdaki evrenleri bir kenara bırakıp, algıladığımız evrenin boyutlarını göz önüne alsak dahi, ne kadar üstün zekâya sahip olursa olsunlar bu türden görüşlerin tamamen imkansız olduğunu görmekteyiz. Anlaşılan uzaylılar, insanları küçültüp kendilerini büyük göstermek için, çok büyük boyutlardan konuşup caka satabiliyorlar, ama evrenin gerçek büyüklüklerinden haberleri yok.
Ayrıca dini kaynaklar ile fetih ve keşif sahibi evliyaullaha göre, bizim gibi maddesel varlıkların sadece dünyada yaşadıkları bazılarında da, uzayın diğer planetlerinde sadece mikroskopik düzeyde var olduklarıdır. Bunların dışında ise, evrenin görünmeyen her boyutunun tıka basa canlı varlıklarla dolu olduğudur.
Aslında kainatta var olan canlılar üç türdür. Birinci tür, sadece dünya üzerinde yaşayan biz canlılar. İkinci tür, bizimle birlikte aramızda, dünya atmosferi içinde ya da bizim güneş sistemi içinde ve dışındaki yıldızların planet ve uyduların ikiz boyutlarında yaşayan cinlerdir. Üçüncü tür ise, meleklerdir.
Cinler de aslında iki grupta yer alırlar. İlki, yedi sınıf içinde olanlar, İkincisi yine yıldız ve planetlerinde yaşayan, biri diğer türden tamamen farklı dalga yapılı bilinçli varlıklardır.
Aslen melek olmasına rağmen, cin boyutunda yer alan melekler de bunlardandır. Mesela, kendini bilen ve güneşin ikiz boyutunda yaşam sürdüren zebaniler gibi. Keza, Muhyiddin Arabi kuddise sırruhu'l-âlînin iletişim kurduğu, âlemlerine gittiği, tanıştığı konuşup bilgi alış verişinde bulunduğu varlıklar da cin kökenlidir.
Yedi sınıf içinde olanlar ise, inanan ya da inanmayan olarak ikiye ayrılırlar. İman edenler ulvi, büyük çoğunluğunu teşkil eden inanmayan, şeytani vasıflı olanları ise, süfli olarak nitelendirilirler.
Cinlerin ikinci türde olanları ile ancak, fetih ya da keşif sahibi evliya ile iletişim kurabilirken, bunun dışında her tür iletişim, ilişki, birinci türden olanlar ile olmaktadır.
Yedi sınıftaki ulvi vasıflı olanlar, insanlarla direkt ilişki kurmaları yasaklandığından ve buna uymadıkları taktirde süfli niteliğe (kâfir olma durumuna) dönüştüğünden bugün kimle olunursa olunsun, ister manevi isterse de maddi, ne türden bir ilişkiye geçilirse geçilsin, kendilerini ne şekilde tanıtırsa tanıtsınlar fark etmez, bunların hepsi şeytaniyet vasıflı cinler olmakta ve olacaktır da...
Bazı ufo gözlemlerine göre (inananlarınca onların varlığına ilişkin en önemli kanıtlardan biri olarak gördükleri) ufo'ların, çevreye ve canlılara çeşitli şekillerde direkt fiziksel etkilerde bulundukları, radara yakalanıp izlenebildikleri (ki bu da kendi istekleri doğrultusunda olmakta, dilediklerinde bu görüntüyü vermeyebilmektedirler) araçlardan kaza ile bazı parçaların düştüğü, araçlar yerde iken (bazen de havada belli bir mesafede sabit kalarak toprağa değmeyecek şekilde, sadece içinden uzunca bir merdiven çıkmaktaymış) üzerinde durduğu çubuk ayakların toprakta çukur, delik açtığını, toprakta, çimende..., yanık, ezilme, belli bir baskıya basınca maruz kaldığını gösteren izlerin bulunduğu ve ufo'ların indikleri ya da görüldükleri yerde (toprakta...), bölgede radyasyonun fazla tespit edildiğine... v.b. ilişkin durumların açıklamasına gelince; bunların cevaplarının da birçok ayağı var.
Bir defa, daha önce de değindiğimiz üzere, bunlar sadece bunu yaşayanların beyinlerinde oluşmakta ya da oluşturulmaktadır ki bu olayların bazılarının fiziksel olarak gerçek olmadığı görülmüştür. İki; fiziki etkilerin olduğu yerler daha önceden doğal ya da insanlar tarafından çeşitli nedenlerden ötürü oluşturulmuş olup cinlerin, bunları insan beyinlerindeki projektelerinde kullanmaları sonucu sanki o anda oluşmuş izlenimi vermektedirler. Üç; bazı durumlara şahit olanların kendileri bunları oluşturmakta, fakat o anda onların zihninde karşılaşmalar, kaçırılmalar türünden algı projeksiyonları meydana getirildiğinden bunları fark edememekte, sonucunda da bunları, algıladıklarının içinde oluşan şeyler zannetmektedirler. Dördüncü olarak da, bazı nadir olaylarda bu varlıkların (cinlerin) üst düzeyde bulunanlarının, gerçekten de belli fiziksel etkiler meydana getirebildikleridir.
Bu varlıkların görüldükleri ya da yere indikleri yerlerde radyasyonun güçlü olduğu iddiası da, bu bölgelerden alınan numunelerin laboratuvar sonuçlarına göre bir kısmında, böyle bir şeye rastlanamazken diğer kısmında da yüksek olduğu görülmüş ancak, buraların da zaten bu varlıklarca çok kolay tespit edilen yerler olup onların oyunlarının gerçekliğine ilişkin dekorları oluşturmaktadır.
Uzaylıların gemilerinden kazayla düşürdükleri ya da bazı insanlara verdiği söylenilen parçaların açıklaması da şöyledir:
Kesinlikle, bunlar yabancı bir gezegene ait parçalar olmayıp tamamıyla dünyaya ait küçük parçalardır, cinler tarafından belli dalgalarla, elektriksek güçlerle yabancı madde süsü veren biçimlere dönüştürülmesiyle meydana getirilmişlerdir. Mesela kömürün yüksek basınçta elmasa dönüştürülmesi gibi. Şayet onlardan üstün teknolojilerine ait araçlar, parçalar, aletler istenilirse, bunu asla gerçekleştiremeyeceklerdir. Tıpkı, bugüne kadar onca görüntülere, etkilere, fiziki iletişimlere rağmen gerçekleştiremedikleri gibi.
Kaynak: Fizik Müh. Kenan Keskin, Cinlerin Deşifresi, Boyutlar ve Maddeleşmeler, Yorumsuzdan

Eliphas Levi takma adıyla ünlü, Dogme et Rituel de la Haute Magie kitabının yazarı Alphonse Louis Constant, 19. yüzyılda modern cinciliğin de temelini atmış oldu. Maji ile ilgili ilginç fikirler üretmesine rağmen, Eliphas Levi hayatında yalnız bir kere bu sanatın pratiğine yeltenmiş, o olayda da her şeyi berbat edip deneyi yarıda bırak­mıştır: Levi bir gün okuduğu kitapların etkisinde kalarak, Tyana'lı Apollonius'un ruhunu çağırıp cinlerle ilgili sorular sormak istemiş. Ge­cenin uygun saati gelince, evinde bu iş için hazırladığı odaya mangalı yerleştirmiş, asasını eline alıp cüppesini giymiş ve heyecan içinde dört bir yana işaretler çizerek tılsımlı sözleri okumaya başlamış. Ama, ne bir cin gelmiş ne de Apollonius'un ruhu. Bu sefer yeni baştan işe ko­yulmuş, heyecandan da elleri titriyormuş. Tam asasını ileriye doğru uzatarak "görün, ey yüce Apollonius!" diye bağırırken, koluna sanki birisi dokunuyormuş gibi bir hisse kapılınca, korkudan şak diye oraya yığılıp kalmış. Levi bu ödlekliğini kamufle etmek için, "mangaldaki odun kömüründen çıkan gazlar beni fena etkiledi", der. Ama, aslında Levi'nin ne denli marifetli bir cinci olduğunu göstermeye yetiyor bu olay.
Eliphas Levi'nin Fransız okültistleri arasında olduğu kadar bütün Avrupa'da da ünü yaygındı. Ancak, bu alanda asıl hamleyi İngiltere'de 1887 yılının sonunda kurulan The Hermetic Order of the Golden Dawn adlı gizli cemiyetin üyeleri yaptı. Kurucularından egzantrik ruh­lu İskoçyalı Samuel Liddell MacGregor Mathers (son iki adı kendi uydurmuştur), aslında hiçbir baltaya sap olamamış ama zeki ve bilgili bir adamdı. Rosenroth'un Kabbalah Denudata adlı eserini tercüme ederken yazdığı uzun giriş bölümünde, Yahudi Mistisizmini gayet iyi anladığı görülmektedir.
Kabalistik sisteme göre on Sephiroth'dan oluşan kainatın cinlerle ilgili bölümünde, Mathers her bir gezegene uygun gelen cin isimlerini şöyle sıralar:
Yer'de Nahemoth, Ay'da Gamaliel, Merkür'de Samael, Venüs'te Harab-Serapel, Güneş'te Tagaririm, Mars'ta Galab, Jüpiter'de Gamchicoth, Satürn'de Satariel, Burçlar Kuşağı'nda Chaigidel, Esas Devingen'de Thamiel.
Golden Dawn cemiyetinde üstadlar çok bilgili ve deneyimli olduklarını iddia etmelerine rağmen, kısa sürede birbirlerini çekemez hale gelirler ve sonunda büyük bir cinler savaşı patlak verir. Mathers gibi dikkafalı bir adamın otoritesine karşı çıkan diğer büyücü ise Aleister Crowley adındaki bir başka kendini beğenmiş İngilizdir. Her iki büyücü, karşılıklı olarak cinlerini harekete geçirirler ve sonunda Crowley, Mathers'a ağız dolusu küfürler yağdırarak cemiyeti terk eder.
Modern cincilerin babası olarak büyük rağbet gören Crowley, simyadan astrolojiye kadar her konuda bir sürü kitap yazmıştır. Kendisini Edward Kelley'in reenkarnasyonu olarak ilan etmiş, aynı zamanda da Kutsal Kitap'ta adı geçen Deccal olduğunu söylemiştir. Enochian Majisi’ni en iyi kendisinin bildiğini iddia eden Crowley, Aiwass adındaki bir cinin etkisiyle yazdığını söylediği The Book of tbe Law adlı ese­rinde, insanın yalnızca kendi iradesine tabi olarak yaşaması gerektiğini savunur.
Crowley'in aşırı içki ve uyuşturucu kullanma alışkanlığının yanısıra, okul yıllarından kalma vazgeçemediği homoseksüel ilişkileri, cinlerle irtibat kurma yöntemlerinde tuhaf usuller icat etmesine yol açmıştı.
1914 senesinde Paris'teki çalışmalarında, tanrı Jüpiter ve Hermes'e bağlı cinleri ele geçirmek bahanesiyle gözüne kestirdiği bir erkek­le günlerce odasına kapanmış, ama sonunda sarhoş ve bitkin bir halde cinleri elinden kaçırdığını söylemişti. Birlikte cinlerin güçlerine sahip olacağız diyerek kandırdığı kadınlar ve erkeklerle düzenlediği toplu seks âlemlerinde bol miktarda içki ve uyuşturucu kullanması bir yana, Crowley'in bu alanda yaşamış en renkli kişilerden biri olduğu muhakkaktır.
Günümüzde bazı cemiyetlerde Crowley'in gelmiş geçmiş en büyük üstad olduğu kabul edilmekte ve dolayısıyla onun icat ettiği cinsel sapıklıklarla dolu cin çağırma ayinlerine de devam edilmektedir.
Magick in Theory and Practice adlı kitabında, Crowley satırlar arasında bu işin aslında yazılıp çizilenlerden çok farklı bir biçimde gerçekleştiğini hissettirir okuyucuya.
Ama, Anglo-Sakson geleneği olarak, Britanya adasından çıkan cinciler "drama"nın etkisinden kurtulamamışlar ve saatler süren saçma sapan ritüellerle, gizli güçleri çağırma veya davet etme operasyonlarını adeta bir panayır tiyatrosu sahne­sine benzetmişlerdir. Oysa bütün bu işlemlerin özündeki başarı faktö­rü, insanın kendi benliğindeki gerekli değişimi ne ölçüde yapabildiği­ne bağlıdır.
Cinlerle olan ilişkisi bakımından, çağımızda yaşamış farklı bir İngilizden, Austin Osman Spare'den de bahsetmek gerek. Bu sanatçı, çocuk denecek yaşta iken, kendisinden hayli yaşlı ve cadı olduğunu söyleyen tuhaf bir kadınla karşılaşmış. Spare'in “cadı annem dediği bu kadın, ona cinleri nasıl çağıracağını ve elementalleri nasıl görebile­ceğini öğretmiş. Zengin bir imajinasyon yeteneği olan Spare, aynı zamanda başarılı bir sanatçıydı. “Cadı anne”sinden öğrendiği tekniklerle gördüğü vizyonları çok canlı bir biçimde resmetmiştir.
1913'te yayınlanan The Book of Pleasure - Psychology of Ecstasy adlı kitabında da, uyku ile uyanıklık arasında yaşadığı ilginç deneyimlerini anlatmış­tır.
Spare'e göre, insanüstü güçler, şuuraltının en derin bölgelerinde sı­kışıp kalmıştı. “Atavistic Resurgence dediği bir yöntem geliştiren Spare, bu tekniği uygularken iki tanık ile birlikte çalışıyordu. Deneylerin yoğun etkisine dayanamayan tanıklardan biri daha sonra intihar etmiş, diğeri ise aklını yitirmiştir.
Osman Spare'in Atavizmi, insanın en eski çağlardan bu yana beraberinde getirdiği şuur birikimleri kavramına dayanır. Bu teoriye göre, günümüzün insanı, tarih öncesi çağlarda yarı insan yarı hayvan biçiminde bir yaratık olarak yaşamını sürdürürken, şimdikinden çok farklı güçlere ve arzulara sahipti. Aynı zamanda, cinler ve diğer doğaüstü yaratıklar ile çok yakın bir ilişki içindeydi. Çağlar boyunca devam eden insanlaşma süreci içinde bu özellikler kaybolmadı, ama hep şuurun alt bölgelerine itildi. Bu kabuklaşmış şuuraltına girildiği takdirde, uyuyan bir canavar gibi bekleyen güçleri açığa çıkarmak da mümkün olacaktı. Bulduğu yöntem ile Spare, bu güçlere ulaşabildiğini iddia et­miştir.
Cadı annesi, Spare'i cadıların geleneksel Sabbath ayinine de sokmuştur. Bu ayinlere defalarca katıldığını iddia eden Spare, toplantıların bildiğimiz fizik alemde değil de farklı bir şuurluluk halinde girilen fizik ötesi bir ortamda gerçekleştiğini söyler. Sık sık bilinen mekanın dı­şındaki bir mekandan söz eden Spare, bu ortama belirli bir şuur transformasyonundan sonra aniden girildiğini anlatmaktadır. Sanatı ile yaygın bir üne kavuşan Spare, kendisine duyulan hayranlıktan ve gös­terilen ilgiden hep kaçmıştır. 1956'daki ölümüne kadar, Londra'nın gü­neyindeki sefil bir mahallede çok sevdiği kedileri ile birlikte insanlar­dan uzak bir yaşam sürdürmüştür.
Sh:29-32 
Kaynak: Halûk Akçam, BATI  İNANÇLARINDA CİNLER  VE  CİNCİLİK, 22 Haziran 1996
**
Evet...
Ummü Seleme (radıya'llâhu anha)'dan:
Ebu Hureyre (radıya'llâhu anh.)dan:
Not: Dövme yapanlara nazar çok değer olduğuna da işaret edilmektedir.
İblis, şaşırtması hakkında şöyle demiştir:
İblis, Musa aleyhisselâm rastladı ve şöyle dedi:
-Ey Musa! Allah seni peygamberlikle seçti ve seninle konuştu. Ben, Allah'ın yaratıklarından biriyim, günah işledim; tevbe etmek istiyorum, ne olur şefaat et de Rabbim tevbemi kabul etsin.
Bunun üzerine Musa aleyhisselâm dua etti. Şöyle denildi:
"Ey Musa, haydi işin görüldü."
Sonra Musa, İblisle karşılaştı ve şöyle dedi:
"Âdem'in  kabrine secde edersen Allah senin tevbeni kabul edecek.”
Şeytan bu teklife karşı kibirlendi ve gazab ederek şöyle dedi:
"Ben onun dirisine secde etmedim de ölüsüne mi secde edeceğim?"
Sonra İblis şöyle dedi:
"Rabbinin katında benim için aracı olduğun için bir hakkın geçti! Onun için üç şeyde beni hatırlayıp dikkatli olmanı tavsiye ederim:
1)         Kızdığın zaman beni hatırla; çünkü ben kalbinde bir işaretim, gözüm gözünde olup senin kanının aktığı yerde (damarında) dolaşırım...
2)         Düşmanla karşılaştığın zaman beni hatırla, çünkü ben Ademoğluna, düşmanla karşılaştığında gelirim; çocuğunu, karısını ve tüm ailesini hatırlatırım, o da harbden kaçar.
3)         Sakın mahremin olmayan kadının yanında oturma; çünkü ben ondan sana, senden de ona bir elçiyim!.."
Mekhul Ebu Osman der ki:
İsa Aleyhisselam dağ başında namaz kılıyordu. İblis gelip ona şöyle dedi:
-Kaza ve kadere inanıyorsun değil mi?
-Evet!
-Öyleyse tepeden aşağı kendini at; sana ancak Allah'ın takdir ettiği şey isabet eder.
diyerek şeytanı rezil eder." (İbn-i ebid-Dünya)
Şurası bir gerçektir ki: Cinlerin kafirleri ve şeytanları sapık yolları seçerler, insanları aldatıp günah işletirler, onlara vesvese verip iğva ile yaklaşırlar. İblis ve askerlerinin bütün işleri; hile yapmak, insanları kötüye sevk etmek ve bunu büyük bir hırsla yapmaktır. Hattâ İblis şöyle dedi:
"İzzetin hakkı için ben onları mutlaka iğva edeceğim. Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna!.." Sâd, 82-83
Yine şöyle dedi:
"Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen and olsun ki azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım." İsrâ, 62
İnsanoğlunun ruh yapısı bozulunca, kendine zararlı olan şeylerden hoşlanmaya, hattâ onlara aşık olmaya başlar. Kötü ruhlu şeytana bazı tılsım ve büyülerle yaklaşınca, şeytanın bu pek hoşuna gider; onu küfre ve şirke sürüklemek için bunu bir fırsat telakki eder, hattâ ona bu bir rüşvet gibi gelir ve o habis insanın bazı arzularını yerine getirir. Bunun üzerine kötü ruhlu insan da Allah’ın kelamını necasetle yazmaya başlar. Meselâ (Kul Huvellahu Ehad)'ı, harflerinin yerlerini değiştirerek yazar. Yahut "Yâsin" sûresini tersine okur. Bu da şeytan m isteyip de bulamayacağı şey olduğu için pek hoşlanır.
Şeytanların sevip hoşlandıkları şeyleri söyledikleri veya yazdıkları zaman, onlar, bazı arzularını yerine götürmek için insanlara yardımcı olurlar, suları körletmek, bazı yerlere getirmek için onları havada taşımak, onlara insanların paralarını çalıp getirmek, veya düşmanlarından birini rahatsız etmek gibi...
Sh:83

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar