Print Friendly and PDF

HAZRET-İ OSMÂN “radıyallahü teâlâ anh”I NİÇİN ÇOK SEVERİZ?

Bunlarada Bakarsınız


İkinci Menâkıb:
Muhyissünne imâm-ı Begavî hazretleri (Meâlim üt-tenzîl) kitâbında, sûre-i Bekaranın sonunda meâl-i şerîfi (Mallarını Allah yolunda infâk edenler,  dağıtanlar..) olan 262.ci âyet-i kerîmesinin tefsîrinde Kelebîden nakl buyurmuşlar ki, bu âyet-i kerîme, hazret-i Osmân bin Affân ve hazret-i Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü anhümâ” hakkında nâzil olmuşdur.
Abdürrahmân bin Avf, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna dört bin dirhem getirdi, koydu. Dedi ki, yanımda sekizbin dirhem var idi. Dörtbin dirhemi kendime ve âileme alıkoydum. Dörtbin dirhemi Rabbime ödünc verdim. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ona buyurdu ki, (Evinde bırakdığına ve borç verdiğine, Allahü teâlâ bereket versin!)
Ammâ Osmân “radıyallahü teâlâ anh” müslimânları Tebûk  gazâsında techîz etdi. Ticâret develerini, hevedleri ve çulları ile berâber verdi. O iki serverin hakkında bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Abdürrahmân bin Sümre “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, Ceyş-i Usretde hazret-i Osmân, bin dinâr ile geldi. Ceyş-i Usretden murâd, Tebük gazâsıdır.
Hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve  sellem”  kucağına altınları döktü. Ben gördüm. Resûlullah mubârek elini altınlar arasına dâhil kılıp, karıştırdı.
Buyurdu ki, (Osmân’a bundan sonra yaptıkları zarar vermez.)
Allahü teâlâ hazretleri meâl-i şerîfi, (Allah yolunda mallarını sarf eden  kimseler, dağıttıkları şeyler ile karşısındakileri ezâda ve minnetde bırakmazlar. Onların ecrini onların Rabbi verir. Onlar için korku ve üzüntü yokdur.) olan âyet-i kerîmeyi gönderdi.
İmâm-ı  Begavî   (Mesâbîh-i  şerîf)de hasen hadîslerin birinde, Abdürrahmân bin Habbâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet etdi ki, hadîs-i şerîfin mazmûn- ı şerîfi böyle beyân olunmuş ki, Abdürrahmân dedi, ben hâzır oldum. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri nasîhat edip, Eshâb-ı kirâmı Tebük gazvesine teşvîk ederlerdi. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp, dedi ki,
yâ Resûlallah! Yüz deve, çulları ile [palanları ile] ve hevedler ile, fîsebîlillah benim üzerime olsun! Sonra Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yine tergîb etdiler [teşvîk etdiler].
Yine hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp dedi ki, yâ Resûlallah! Üçyüz deve, çulları ile ve hevedleri ile, fîsebîlillah benim üzerime olsun! Ben gördüm, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” minberden iner. Sonra buyurur: (Osmân bundan sonra, nâfilelerden bir amel etmez ise de, bir be’is yokdur. Zîrâ o yapdığı hasene ona bütün nâfileler yerine kifâyet eder.) Mutarrîzi böyle demişdir.
Sh:201-203
**
Kırksekizinci Menâkıb:
Haberde gelmişdir. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” bir gün, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, kendi evlerine hiç yiyecek [ta’âm] göndermediğini işitmişdi. Evdekilerin rengi açlıkdan değişmişdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mescid-i şerîfe teşrîf buyurmuş ve nemâz kılıyorlar idi. Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” bu hâli haber aldı. Hazret-i Selmâna ıtab eyledi ki, niçin acele haber vermedin. O sâat bir semîz koyun, bir mikdâr bal ve bir dank un getirtip, Âişe-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin hücre-i şerîfine [evine] gönderdi. Yâ Âişe, yâ ümmül mü’minîn! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bunu hanımları [evleri] arasında taksim edeceğini biliyorum! Sen söyle ki taksim etmesin. Ben her eve bu kadar gönderdim. Âişe-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdular ki, ben emr etdim. Koyunu boğazladılar. Ekmeği pişirdim. Resûlullah  “sallallahü  teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, devletle ve se’âdetle mescid-i şerîfden geldiler. Bu unu, ekmeği ve balı gördüler. Bunlar nereden geldi diye sordular. Hâdiseyi söyledim. İstedi ki, diğer evlere [hânelerine] de taksim  etsin.  Hazret-i  Osmânın söylediğini haber verdim. Mubârek ellerini kaldırıp, buyurdu ki:
(Yâ Rabbî! Osmânın gelmiş ve gelecek gizli ve âşikâr günâhlarını afv et!)
Kırkdokuzuncu Menâkıb:
 Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden süâl etdiler. Yâ Emîr-el mü’minîn! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri hakkı için söyle ki, bu makâma ne ile ulaşdın. Cevâb verdi ki, Kitâbullahı sağ tarafıma koydum. Sünnet-i Resûlullahı sol tarafıma koydum. Bilirdim ki,  Allahü teâlâ hazretleri benim sırlarımı bilir.
Haberde gelmişdir. Hazret-i Alî kerremallahü vecheh ve radıyallahü anh”, Fâtimâ-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhâ” üzerine bir başka hanım dahâ almak istedi.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine kerîh [Nefse kerahetlik vercek kabahat] gelip, Hazret-i Alî’ye üzüldüler.
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü  teâlâ anh” şefâ’at etdi.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem afv etmedi.
Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” şefâ’at etdi.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem afv etmedi.
Osmân bin  Affân  “radıyallahü teâlâ anh” şefâ’at etdi.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem afv buyurdular.
Sonra sordular ki,
Yâ Fahr-i âlem ve yâ seyyid-i veledi benî âdem! neden Ebû Bekr ve Ömerin şefâ’atini kabûl etmediniz de Osmânın şefâ’atini kabûl edip, afv etdiniz.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki,
(Bir kimsenin şefâ’atini kabûl etdim ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine hitâb edip dese ki, yâ Rab! Bu yer ile gökü yer değişdir, yer değişdirir. Veyâ dese ki, yâ Rab! Ümmet-i Muhammedin cümle âsîlerine rahmet eyle! Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri şefâ’atini kabûl edip, cümlesini afv eder.)
Ellinci Menâkıb:
Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Âişe-i Sıddîkanın “radıyallahü teâlâ anhâ” hücresinde [evinde] otururdu.
Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” dört deve yükü buğdayı Fahr-i kâinâta hediyye etdiler. Hizmetcileri geri gelip dediler ki,
yâ efendi, buğdayı Habîb-i Rabbil âlemîn, muhâcirîne verdiler.
Hazret-i Osmân dört deve yükü dahâ buğdayı gönderdi. Onu da Resûl-i ekrem hazretleri Ensâra dağıtdılar.
Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” dört deve yükü buğdayı dahâ gönderdi.
Fahr-i kâinât onu da ıyâli arasında taksîm edip, evlerine gönderdiler.
Getiren hizmetcilere sordular ki, seyyidinize kaç deve yükü buğday getirmişlerdi.
Hizmetciler dediler, oniki yük. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular. (Temâmını bize gönderdi. Kendi için bir mikdâr alıkoymadı.) Mubârek ellerini kaldırıp, buyurdu:
(Yâ Rab! Ben Osmânın ihsânından âciz oldum. Her kim bana ihsân etdi, Ben ona mükâfatını verdim. Ammâ Osmânın mükâfâtından âcizim yâ Rab. Sen Osmâna karşılığını ver.)
Derhâl Cebrâîl aleyhisselâm geldi.  Buyurdu,
(Yâ Muhammed! Cebbâr-i âlem sana selâm eder. Buyurdu ki, Osmâna benden selâm söyle. Söyle ki, biz ondan râzı olduk.  Onu  Cennetde  Muhammede refîk etdik. Arasat hesâbını ondan ref’ etdik. Eğer sen ona mükâfatdan âciz isen, biz ona mükâfatdan âciz değiliz.)
Ellibirinci Menâkıb:
Bir gün hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” yedi tabağı altın ile doldurup, yedi hizmetcinin eline verdi. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine hediyye gönderdi. Hizmetciler, tabakları huzûruna koydular.
Hazret-i Resûl-i ekrem buyurdular ki, geri gidin, efendinize selâm götürün. Hizmetciler [köleler] dediler ki:
Yâ Resûlallah, efendimiz bizi de tabaklar ile size hibe etmişdir. Resûlullah hazretleri buyurdular ki, (Yâ Rabbî! Osmânı sana havâle etdim.)
Hemen Cebrâîl aleyhisselâm geldi ki, 
(Allahü teâlâ sana selâm eder ve buyurur ki, Osmâna benden selâm erişdir ve de ki, Huld ve Na’îm Cennetini bu hediyyesine karşılık olarak ona bağışladım.)
Elliikinci Menâkıb:
Aliyyül-Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” Fâtıma-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerine düğün yapmak istedi. Dünyâlıkdan hiçbir nesnesi yok idi ki, harc etsin. Kendi zırhını pazara gönderdi. Satıp, düğününe harc edecekdi. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” pazarda gezerken, hazret-i Alînin zırhını tanıdı.
Dellâlı çağırıp dedi ki, bu zırha, sâhibi ne behâ [fiyât] ister. Dellâl dedi, dörtyüz dirhem ister. Osmân “radıyallahü anh” buyurdu ki, gel akçasını al.
Se’âdethânesine vardı. Zırhı dellâldan alıp, behâsını verdi.
Bir dörtyüz dirhem de sayıp, zırhı da üzerine koyup, hazret-i Alîye gönderdi.
Buyurdu ki, bu zırh senden gayriye lâyık değildir. Bu akçayı da düğüne harc et. Bizim özrümüzü de kabûl et.
Elliüçüncü Menâkıb:
Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” Şâmdan yüz deve yükü buğday getiren kervânı geldi. Medîne-i münevverede kaht [kıtlık] var idi. Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” işitdiler ki, hazret-i Osmânın kervânı gelmiş, satlık buğdayı varmış. Varıp müşterî oldular. Bir menn’ine yedi dirhem verdiler.
Hazret-i Osmân satmam, dedi. Niçin dediler. Sizden dahâ fazla fiyât ile alıcı var. Her kim dahâ fazla verirse ona veririm, dedi. Sahâbe-i kirâm mağmûm   [gamlı]   ve   mahzûn   dönüp,   Ebû   Bekr-i   Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin huzûruna varıp, söylediler. Dediler, yâ Sıddîk, yâ halîfe-i resûl-i muhtâr; bilmezsin ki, Osmân bu gün bize neyledi. Biz buğdayını almağa vardık. Her menn’ine yedi dirhem verdik. Vermedi. Bize, sizden dahâ fazla fiyât ile müşterî var. Ona vereceğim diye de cevâb verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin eshâbına böyle cevâb vermesi lâyık mıdır.
Eshâbdan ve Muhâcir ve Ensârdan olarak  kim vardır  ki, böyle ihtiyâc mahallinde malını satmayıp, ziyâde [çok] para  ister.  Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular, sizin Osmân ile münâkaşanız olmamışdır. Onun hakkında kötü düşünmeyiniz ki, o Cennet-i Me’vâda Resûlullahın refîkidir. Resûlullahın dâmâdıdır. Siz Osmânın sözünü düşünmemişsinizdir.
Sonra Sahâbe-i güzîne buyurdular ki, benim ile geliniz. Se’âdet ile kalkıp, hazret-i Osmânın yanına geldiler. Hazret-i Osmâna buyurdular ki: Yâ Osmân! Eshâb sizden şikâyet edip, sizin bir sözünüze üzülmüşler. Hazret-i Osmân dedi ki; yâ halîfe-i Resûlillah, söylediklerim hakkında ne söylerler.
Ebû Bekr “radıyallahü anh” dedi ki: Sen demişsin ki, sizden dahâ fazla fiyât ile almak istiyen var. Hazret-i Osmân dedi ki: Evet yâ halîfe-i Resûlillah! O fazlaya alan, onun birini yediyüze alır. Bunlar biri yediye alır. Biz bu buğdayı ona verdik ki, biri yediyüze alır. O yüz deve yükü buğdayı Medîne fukarâsına tasadduk edip ve develeri de kurban etdi.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” bunu görüp, şâd oldu. Kalkıp, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin alnından öpdü.
Buyurdu ki: Ben bilmişdim ki, Eshâb senin sözünü anlamamışlardır ve murâdının ne olduğunu bilmemişlerdir. O gece emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve  sellem”  hazretlerini rü’yâda gördü. Hulleler giymiş, mubârek başına sarığını sarmış; mübârek elinde bir demet menekşe ile, nâzik civânlar gibi gülerek bağdan geliyordu. Hazret-i Ebû Bekr-i  Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, (Yâ Resûlallah! Nereden teşrîf edersiniz.)
Buyurdular: (Osmân bin Affânın ziyâfetinden geliyorum. İyi sadaka verdi. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri dörtyüz yük misk ve anber hazret-i Osmâna verdi.)
Ellidördüncü Menâkıb:
Haberde gelmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Osmân bin Affânın şehîd olduğu vaktde, kıyâmet gününe kadar her kim müslimânların erkeğinden ve kadınından, Osmânın şehâdetini okuyunca; yâhud  dinleyince, yâhud  fikr edince [düşününce], onun sebebi ile mahzûn ve mağmûm [gamlı] olup, gözünden yaş gelirse, o kimsenin kulağı, ölüm zemânında Lâ büşrâ [müjde yok] nidâsını işitmez. Onun gözü kabrde ve kıyâmetde karanlık ve körlük görmez. Onun gönlü dünyâda ve âhıretde ayrılık derdi ile dertlenmez.) [Ya’nî müjde var nidâsını işitir. Kabr ve karanlıkda görür. Gönlü açık olur.]
Ellibeşinci Menâkıb:
Hazret-i Aliyyül Mürtedâ “kerremallahü vecheh”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sordu:
(Yâ Resûlallah! Kıyâmet günü evvelâ kimin hesâbını görürler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki,
(Evvelâ hesâbı görülen benim. Sonra Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra sen yâ Alî!).
Hazret-i Alî dedi ki, (Osmânın hesâbı nasıl olur?) Buyurdular ki,
 (Benim bir vakt Osmâna bir hâcetim düşdü [ihtiyâcım oldu]. O hâceti Osmân’dan gizli taleb etdim [Gizlice yapmasını istedim]. Osmân o hâcetimi [isteğimi] gizlice yerine getirdi. Ben Hak sübhânehü ve teâlâdan ricâ etdim [istedim], Osmânın hesâbı gizli olsun.)
Sh:247-251
Emîr-el mü’minîn Osmân “radıyallahü teâlâ anh” dâimâ bu duâyı okurdu: (Allahım! Dînimi, islâmımı, emânetimi ve îmânımı, fercimi [hayâmı] muhâfaza eyle!)
DÖRDÜNCÜ BÂB Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbı hakkındadır:
Kaynak: Seyyid Eyyûb bin Sıddîk , MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN (Dört Halîfenin Üstünlükleri),Hakîkat Ltd.Şti. Yayınları No: 13 Altıncı Baskı, 2001-Fâtih-İSTANBUL


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar