Hz. MEVLANA’NIN ŞEMS’E PLATONİK MEKTUPLARI
Işıl
Özgentürk
27 Mayıs 2015 Çarşamba
Beni
bilirsiniz, mistik konuları pek sevmem, ne Budistlerin saatlerce süren
meditasyonu beni ilgilendirir ne de Sufilerin derin mistik sözleri. Olsa olsa
Bektaşilerle bir yakınlığım vardır, fıkralarından ötürü. Ama merak bu ya, eski
solcu günümüzün en zengin işadamlarından Ethem Sancak’ın “Erdoğan’ı
tanıdıkça âşık oldum. Doğrusu solculuk dönemlerimde
Mevlana ve Şems arasındaki aşka anlam
veremiyordum, sonra gördüm ki, böyle bir aşk iki erkek arasında
olabiliyormuş” sözlerini okuyunca merak saldım, şu
“Mevlana ile Şems-i Tebrizi arasındaki aşk, nasıl
bir aşk” diye.
Önce
biraz bilgi, Şems’i tanıyana kadar Konya’da mütevazı bir din bilgini olan,
öğrencileriyle, ailesiyle vakit geçiren Mevlana’nın günlerden bir gün Konya’nın
İpekçiler Çarşısı’na gelen tüccar Şems’i görünce dünyası değişmiş. İki erkek
sürekli eve kapanıp sohbet etmeye başlamışlar. Mevlana’nın önce kılık
kıyafeti değişmiş, abartılı bir giyim tarzını benimsemiş, ardından ailesini, öğrencilerini
ona bağlı müritlerini ihmal etmeye başlamış, öyle ki, müritlerin çoğu Şems’e
düşman olmuşlar. Bunun üstüne Şems bir gün gözden kaybolmuş, müritler önce
çok sevinmişler ama Mevlana öyle bir yemeden içmeden kesilmiş, öyle bir elden
ayaktan düşmüş ki, sonunda müritler Şems’i bulup yeniden Konya’ya getirmeye
karar vermişler. Getirmişler ve bu kez Mevlana, Şems yeniden gitmesin diye
68’lik Şems’le 18’lik üvey kızı Kimya’yı evlendirmiş. Ama bu
evlilikten hemen sonra Kimya sararıp solmuş ve ölmüş. Şems de temelli Konya’dan
ayrılmış rivayete göre, öldürülüp bir kuyuya atılmış.
İtalyanların yaptığı, İspanyol Papa ailesi Borgiaları
anlatan muhteşem bir dizi var. İçinde olmayan yok ve pek çoğu gerçek. Ne
platonik aşklar efendim, ne platonik aşklar, bu hikâye de öyle muhteşem bir
dizi olabilir.
18
yaşında bir kız, 68’lik Şems ve yanıp tutuşan bir Mevlana.
Bana
kötü niyetli demeyin, ben sadece bir senaryo yazarı gibi olaylara bakıyorum.
İşin platonik yanını Mevlana’dan öğreneceğim. Şimdi bu aşkı Mevlana’nın Şems’e
yazdığı bir mektubu okuyarak daha derinden kavrayalım:
“Ah ah!
Gönlüm çilem, aşkım, kederim, acım, gönlüm! Sustukça hoş
geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Kopup saçılan
gerdanlığında soylu nedimelerini savrulan incileri yere inen
hüzünlerim. Aramadan bulduğum yola koyulmuş göçüm. Bir türlü
kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım. Dışında olamadığım, içinden
çıkamadığım. Gecelerin hâkimi, gözyaşlarımın pınarı efendim. Tozunu
yıkamaya erişemediğim, pasını silemediğim. Karanlığım, güneşim.
Gönlüm, aziz dostum! Nerelerdesin, ya dön artık yurduna ya da iki
satır yaz bize…Kim gücendirdi senin o nazende yüreğini, hangi kem söz,
hangi sinsi nazar seni benden kopardı ey Şems. Varım yoğum sensin.
Sen de yoksan ben bir hiçim bilmez misin? Kavline mestan olan
Mevlana’ya ayrılığı hediye etme. Etme Şems. Seninle öyle doluyum ki,
kafatasım çatlayacaktı. Damarlarımda akan kan, sendin. Göğüs
boşluğumdaki kalp senin kalbindi. Damarlarım çatlayacak, göğsüm
yarılacaktı. Seni teneffüs ediyordum, hicran kanatları beni gökten yere
indirdi. Oysa seninle kanat çırpıyorduk. Sensiz her geceyi hummalı
yaşadım, belki humma daha güzeldi. Ne belkisi? Ama uzviyet ne kadar
dayanabilir ki bu gerginliğe? Aşka teşekkür borçluyum. Ben o hummanın
içinde erimek istiyorum. O alevin içinde yanmak, kül olmak biricik
muradım. Kül olmak, ışık olmak, efsane olmak.
Ben senim, sen de bensin. Aynı kokuları, aynı heyecanları, aynı acıları yaşıyoruz.
Cennete araftan girilir. Mecdelli Meryem, İsa’nın yaralı ayaklarını gözyaşlarıyla yıkadı ve saçlarıyla kuruladı. Gelsen de yılların yorgunluğuna düçar, yolların dikenlerine bizar ayaklarını yıkayan olsam ey Sertaçım.
Ben senim, sen de bensin. Aynı kokuları, aynı heyecanları, aynı acıları yaşıyoruz.
Cennete araftan girilir. Mecdelli Meryem, İsa’nın yaralı ayaklarını gözyaşlarıyla yıkadı ve saçlarıyla kuruladı. Gelsen de yılların yorgunluğuna düçar, yolların dikenlerine bizar ayaklarını yıkayan olsam ey Sertaçım.
Ey
Şems’im! Senin hasretin yanında Selahaddin Zerkubumun
gözyaşları, içimdeki ateşi bir nebze dahi söndüremiyor. İlla sen.
Ancak sen. Ah bir gelsen. Meccanen bir deli gibi yollara düşsem,
yalvarsam, ağlasam, çatlasam göklerin sidresine namzet. Sanemler
devşirsem şahikalardan, sırf senin için uçurumlar yutsam, fasıl fasıl
anlatsam yürek sancımı ve ağlasam. Çatlarcasına ağlasam. Gururum halvethane
olmuş desem, hece yok desem. Yollarında üryan olan gözlerimde
çiseler umut umut dökülüyor desem. Yine de gelmez misin
Şems’im!”
Hz.
Mevlana.
Nasıl ama, aşk dediğin böyle olur. Sizin yaşadığınız da aşk mı? Ve son söz, parayı veren düdüğü çalar.
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/285493/Mevlana_nin_Sems_e_platonik_mektuplari.html
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar