HZ. MUSA Aleyhisselâmdan YAHUDİLERE KORKU FENOMENİ
Hz. Musa aleyhisselâm kıssasının anlatıldığı Kur’ân-ı
Kerim pasajlarında en çok dikkat çeken konu, korku fenomenidir. Hz. Musa
yaşamış olduğu bütün korku tecrübelerini Allah’a güvenerek aşmıştır. Musa
kıssasında, korkuyla başa çıkmada kullanılabilecek birçok yöntem uygulamalı
olarak gösterilmiştir. Yine bu
kıssada korkaklığın bir toplumun belirgin özelliği haline gelebileceği
vurgulanmıştır. Kur’an, baskıcı yönetimlerin, varlıklarını sürdürmek
için toplumda güvensizlik ve korku yarattıklarını belirtmiştir. İlâhî korumaya karşı çıkanların,
sadece maddi güce güvenenlerin sonsuza kadar emniyet içerisinde
kalamayacaklarını açıklamıştır. Bu nedenle Yahudilerinde diğer
ümmetler gibi peygamberlerinin
durumundan paydâr oldukları ve izinden gittikleri nedeniyle “korku fenomeni”
hayatlarının temelini oluşturan faktörlerdendir.
Yahudi kavmi her zaman/her yerde korkuyu yüreklerinin ta
derinlerinde hissettikleri ve inançlarından uzaklaştıkça da huzur bulmadıkları
için, milletlerini/ırklarını din üzere tutmakta ısrar etmeleri ve
dinlerine/ilkelerini bağnaz denilecek bir halde bağımlı kalmaları, hep bu korku
fenomeni nedeniyledir. Aşağıda Yrd. Doç. Dr.Abdurrahman KASAPOĞLU’nun
hazırladığı [Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VIII (2008), sayı:l ]
makaleden bu konuyu derinlemesine inceleyebilirsiniz.
Korku Yahudinin damarlarında kan gibi akarken, seni
yok edeceğim tahriki ile üzerine gitmek fıtratı tağyir etmek gibidir. Korkan
ile alaşma masasına oturmak, hileye maruz kalınılacak demektir. Bu nedenle
Müslümanlar yeni bir siyaset takip etmeleri gerekiyor. Hristiyanların bu iki
din mensuplarının zaafiyeti kullanarak yıllardır [Yahudiler ve Araplar]
ihtilafı körüklemişlerdir. İki kardeşten türeyen bu insanlar aynı kutuplar gibi
birbirlerini itip duruyorlar. Öyleki bir noktada birleşmeleri mümkün olmayacak
zıt yollara girmiş gibiler. Onları aynı istikamete çevirecek tarihi çare/gerçek
olarak yalnızca Türk Milleti vardır. Çünkü Yahudi ve Arabın geçmişinde Türkün
eli kanlarına bulaşmamıştır. Ancak Fırat’ın Altın Dağını paylaşmak istemeyenler
Türkün başına birçok gaileler açmıştır. Osmanlı bir onbaşısıyla sükûnetle
yönettiği bu toprakları huzur yerine kaosa doğru itmeye çalışıyorlar.
Unutmayalım ki Türk rahat, Ortadoğu rahattır.
Korkuyu güven ile yenip dost olmaya bakmalıyız. Bu
dünyada ölümsüz kalma ihtimali hiçbir şekilde yoktur.
Kur’an’da yer alan kıssaların önemli
amaçlarından birisi, insanları inanç, tutum ve davranış yönünden eğitmektir.
Kıssalar aracılığıyla insanın eğitilen yönlerinden birisi güven ihtiyacı ve
korku heyecanıdır. Korku durumunun ve güven ihtiyacının en çok vurgulandığı
kıssaların başında Hz. Mûsâ’nın hayatının anlatıldığı kesitler gelir. Bu
kıssanın ağırlıklı ve yoğun bir şekilde işlediği konuların başında korku
heyecanı ve güven duygusu yer alır. Bunun en önemli kanıtlarından birisi Mûsâ
kıssasında korkuya ve güvene ve bunlarla ilişkili diğer duygulara ilişkin kavramlara
oldukça fazla yer verilmiş olmasıdır.
Hz. Mûsâ’nın kıssasının anlatıldığı
âyetlerde korku olgusunu ifade etmek için en çok kullanılan kelime “havf’tır.[2]
Yine bu kıssada “haşyet”[3],
“rahb”[4],
“hazr”[5]
kelimeleriyle de korku fenomeni dile getirilmiştir. Ayrıca kıssada, korku
duygusuyla birlikte ortaya çıkan diğer bazı duyguları anlatmak için “hüzn”[6]
ve “ğamm”[7]
kelimelerine de yer verilmiştir. Kıssada, korkunun karşıtı olan güven
duygusunu anlatmak için de “emn”,[8]
“avz”,[9]
ve “tevekkül”[10]
kelimelerinin kullanıldığı dikkat çeker.
Havf, kelimesi korku anlamındadır. Rahb
kelimesi de havf yani korku anlamını içerir. Bu tür korkuda insan, sakınma tepkisi
gösterirken ayrıca acı hisseder. Rahb kelimesinden türetilerek aslana “merhûb”
denir. Arapça’da haşyet kelimesi de havf kelimesiyle açıklanır yani korku
durumunu belirtir. Bu kelimenin, korkunun ileri derecesini belirttiği de
söylenir.[11]
Hazr kelimesi ise, dikkatli ve uyanık olmak, korkutucu olan şeyden sakınmak
manasına gelir.[12]
Hüzn kelimesi, kaygı edişe, tasa, üzüntü
anlamındadır, sevinmenin zıddı olan durumu ifade eder. Ğamm, ise, sıkıntı hüzün
manasına gelir.[13]
Arapça’da korkunun zıddı olan durum “emn” kelimesiyle dile getirilir. Avz
kelimesi ise iltica, sığınma anlamındadır. Tevekkül kelimesi, genel anlamda
acizliğin / güçsüzlüğün ortaya konmasını ve birisine güvenmeyi dile getirir.
Özel olarak ise, her konuda Allah’a güvenmeyi ifade eder.[14]
Araştırmamızda Mûsâ kıssasında korkuyu ve
güven ihtiyacını konu alan kesitleri tarihsel bir süreç izleyerek ele
alacağız. Hz. Mûsâ’nın doğumundan başlayarak, Peygamberlik mücadelesinin en
ileri safhalarına kadar kıssada yaşanan korku ve güven ihtiyacını ortaya
koymaya çalışacağız. Bu bağlamda sırasıyla, Firavun’un kendi geleceği
hakkında duyduğu korkudan, Mûsâ’nın doğumuyla birlikte annesinin yaşadığı
korkudan, bebekliğinde Mûsâ’ya sağlanan güvenden, Firavun’un kendi düşmanını
eliyle yetiştirmesinden, Mûsâ’nın bir kişinin ölümüne sebebiyet vermesi
yüzünden yaşamış olduğu korkudan, güven sembolü olarak Mûsâ’ya verilen asâdan,
Allah’ın Mûsâ’ya her fırsatta güven aşılamasından, korkuya karşı ona maddî ve
manevî destek sağlamasından, Firavun’un başa çıkma yöntemi olarak korkutmaya
başvurmasından, büyü-korku ilişkisinden, Firavun’un iman eden büyücülere
yaptığı tehditten, İsrâil oğullarının Mısır’dan kaçarken yaşadıkları korkudan,
yine İsrâil oğullarının kendilerine vaat edilen topraklar için savaşmaktan
korkmasından bahsedeceğiz.
Araştırmamızda, Mûsâ kıssasında korku ve
güven duygusunu tasvir eden kesitleri incelemeye geçmeden önce, psikolojideki
temel güven ihtiyacı ve korkuya dair öğretilere, korkunun psikolojik boyutuna,
korkuyla başa çıkma yollarına değineceğiz.
Psikologlar, insanda güven ihtiyacını
ortaya çıkaran temel sebeplere ve kaygı durumlarının iç ve dış kaynaklarına
dair araştırmalar yapmış, fikir yürütmüşlerdir. Korkuya ve güvene dair özgün
fikirleriyle ön plana çıkan düşünürlerden Maslow, Freud, E.H. Erikson ve
Horney’in bakış açılarına burada yer vermek istiyoruz.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramında
güvenlik ihtiyacı: Güvenlik ihtiyacı, fiziksel ve duygusal tehlikelerden
korunmayı, korkudan kurtulma ve kaygıdan uzak olmayı içerir. Fizyolojik ve
psikolojik açıdan insanın dengesini, normal halini muhafaza edebilmek için
karşılanması gereken ihtiyaçları kapsar.[15]
Fizyolojik ihtiyaçları karşılanan birey,
kendini güvende ve tehlikeden uzak hissetmek ister. Oysa korku ve kaygı insanın
güvensizlik duymasına yol açar.[16]
Freud, korku genelde dış dünyada var olan
herhangi bir şeye karşı duyulan bir his olduğu için, anksiete kelimesini
korkuya tercih etmiştir. İnsanın sadece dış tehlikelerden değil, iç tehlikelerden
de korkabileceğini ileri sürmüştür. Buna bağlı olarak anksieteyi kaynakları
bakımından objektif, nörotik ve ahlâkî olmak üzere üçe ayırmıştır.[17]
Objektif anksietede, tehlikenin kaynağı
dış dünyadadır. İnsan zehirli bir yılandan, kontrolden çıkan bir arabadan,
yaşam için zorunlu olan bir nesnenin çevrede bulunmamasından korkar. Nörotik
anksietede, tehdit id’in içgüdüsel nesne seçimi içerisinde yer alır. Böyle bir
durumda kişi, kendisine zararlı olabilecek bir davranışta bulunmasına ya da
düşünmesine sebep olabilecek kontrol edilemez bir isteğe yenilmekten korkar.
Bir başka deyişle nörotik anksiete, fevri, dürtüsel isteklerin açığa vurulması
sebebiyle cezalandırılma korusudur.[18]
Ahlâkî anksietede ise, korkunun kaynağı
süperego sisteminin vicdanıdır. İnsan, benlik ülküsünün standartlarına aykırı
bir eylemde bulunmak ya da düşünmekten dolayı vicdan tarafından
cezalandırılmaktan korkar.[19]
Erikson’un gelişim kuramında temel güven
ya da güvensizlik: Erikson’a göre, güven duygusu sağlıklı bir kişilik örüntüsü
geliştirebilmek açısından hayatî öneme sahiptir. Sağlıklı kişiliğin önemli
unsurlarından birisi hem başkalarına hem de kendine güven geliştirmektir.[20]
Bebeğin anne-baba ya da onların yerine
geçen kimseler ile ilişkileri, onun güven ya da güvensizlik duygusu
geliştirmesinde belirleyici etkendir. Özellikle annelerin bebeklerin ihtiyaç ve
beklentilerini düzenli bir şekilde karşılamaları halinde güven duygusu
oluşur. Anne, çocuğuna dünyanın güvenilir bir yer olduğunu, en azından
kendisine güvenebileceğini hissettirebilmelidir. Bebek ile anne ilişkisinin
tutarlı, rahat, sevecen ve sıcak bir iletişim örüntüsü içerinde gerçekleşmesi
bebeğin kişisel güven duygusunu pekiştirir. Annesinin kendisini sevdiğinden ve
bırakmayacağından emin olan çocuk, hem annesine hem çevresindeki dünyaya
güvenir. Bu durum çocukta iyimserlik ve mutluluk gibi duyguları ortaya
çıkarır.[21]
Horney’in temel kaygı öğretisi: Horney,
çaresiz bir bebeğin düşmanca ve tehdit edici bir dünyada güvenlik arayışını ele
almıştır. Çocuğun doğduğu andan itibaren yabancı, düşman bir dünya karşısında
yalnız, yardımcısız, çaresiz durumda olduğunu ve bundan dolayı kaygı ve
güvensizlik duyduğunu ileri sürmüştür. O, insan davranışının kararlı güdüleyici
gücünün güvenlik ihtiyacı, emniyet ve korkudan emin olma olduğunu belirtmiştir.
Ona göre, potansiyel açıdan tehlikeli olarak algılanan bir dünyaya yönelik
temel çaresizlik duygusunu yaratan şey yabancılaşma, düşmanlık, korku ve azalan
özgüven duygularının birleşimidir. Temel kaygı ve güvensizlik, bireyde
güvenliğe yönelik bazı katkı arayışlarını zorunlu kılar. Bu temel kaygı,
kişiliğin bütünlüğü üzerinde çocukluk döneminden itibaren etkili bir güç
oluşturur.[22]
Horney, insanın ölüm veya doğa kuvvetleri
karşısında duyduğu anksiyeteyi normal aksiyete olarak tanımlar. O, güven duygusunu
zedeleyerek tehlikeye düşüren bir psişik impulsun anksiyete yarattığını kabul
eder.[23]
Güvensizlik yaratan faktörler bağlamında
ilk anılması gereken, ekonomik ve toplumsal alanda varolan güvensizliktir. Potansiyel
düşmanca gerilimlerin yarattığı korkular, başkalarını ezme, aşağılama ve
sömürme eğilimleri nedeniyle misilleme korkuları, bireyler arası ilişkilerden
kaynaklanan duygusal yalıtım ve buna eşlik eden dayanışma yokluğu güvensizlik
yaratan faktörler arasında sayılır.[24]
İlk gelişim dönemlerinde korkunun kaynağı
fiziksel desteğin kaybolması, beklenmedik şekilde ortaya çıkan ve bireyin
önceden karşılaşmadığı durumlardır. Daha sonraları, itibarını kaybetme, aşağılanma
ve alaya maruz kalma gibi sosyal tehditler, bedensel hastalıklar, ekonomik
sıkıntılar korkutucu olmaya başlar.[25]
Korku, zayıflık, düşkünlük ve
beceriksizlik duygularının bir sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Uzun süre
kişiye başarısızlığının ve zayıflığının gösterilmesi, öne sürülmesi korku
uyandırır ve durumun daha da kötüleşmesine yol açar. [26]
Bazı nesne ve olaylar korku duygusunu o
derece tahrik eder ki, yaşanan bu durum karşısında birey işe yarayacağını düşündüğü
bazı tepkiler geliştir. Çekinme, sinme, kaçma gibi davranışlar, tipik korku
tepkileridir. Paniğe kapılmış kimseler düzensiz el kol hareketi yaparlar,
nereye gittiklerini bilmeden kaçmaya çalışırlar. Tehlikeli bir durumda kaçma
davranışı hayvanların da gösterdikleri tipik tepkilerden birisidir.[27]
Korku sırasında örgensel fonksiyonlarda
bozulma olur, örneğin, nefes tıkanır, ağız kurur, insan soğuk soğuk terler,
sık sık yutkunur, konuşurken kekeler. Yine korku, kan dolaşımını etkiler, kalp
şiddetle çarpar, kan damarları şiddetli basıncın etkisiyle daralır. [28]
Psikologlar, nedeni belli olan durumlar ya
da olaylar hakkında korku terimini kullanmayı uygun görürken, sorunun ne
olduğu bilinmeksizin duyulan korkulara kaygı nitelemesinde bulunurlar. Bu
sınıflamaya göre korku kaygıdan daha şiddetledir. Yine korku kaygıya göre daha
kısa sürelidir. [29]
Her insanın kaygıları ve korkularının
olması doğal bir durumdur. Eğer korkunun derecesi bireyin günlük yaşamını aksatacak
bir düzeye erişirse, onun normal görevlerini yapmasını engellemeye başlarsa bu
durum doğal olmaktan çıkar. Korkunun aldığı bu duruma fobi denir.
Oldukça iyi belirlenmiş bir nesne ya da durumdan kaynaklanan korkuya basit fobi
adı verilir. Bunlar en sık görülen ve her zaman tedaviye gerek duyulmayan
fobilerdir. Örneği, ofidofobi yani yılandan korkmak basit fobidir.[30]
III. Korkuyla Başa Çıkmanın Yolları
Korkuyu gidermenin çeşitli yolları vardır.
Bunlardan birisi, korkan bireye, korkulan durumu etkili bir şekilde karşılama
imkanı sağlayan yetenekleri öğretmektir. Örneğin, bir kimse zorba birisinin
saldırısından korku duyuyorsa, saldırıya uğradığında kendisini koruyabilecek
savunma tekniklerini öğrenmesi korku karşısında etkili olur. İnsan ne
yapacağını bilir ve bildiklerini yapmak için sahip olduğu yeteneklere güvenirse
korkuya kapılma olasılığı azalır. Korkuya karşı en etkili çözüm bilgidir.
Evreni ve evrende geçerli olan yasaları bilmek korkuyu yenmede önemli bir
güçtür. [31]
Korkuları aşmanın ikinci yolu, korkulan
nesne ya da duruma alışma imkanı sağlamaktır. Korkulan durumlara alışmanın,
korkuyu azaltmakta etkili olacağına dair günlük yaşantıda çok sayıda örnekler
görülebilir. Mesela, tavşandan korkan bir çocuk bir süre tavşanların yanında
bulunduktan ve tavşanın kendisine bir zarar vermeyeceğini gördükten sonra,
artık bu durumdan korkmaz. Karanlık bir odada yalnız başına yatmaya alıştırılmış
bir çocuk karanlıkta kalmaktan ve yalnızlıktan korku duymaz.[32]
Korku tedavisinin en etkili yolu korkuya
maruz kalmaktır. İnsan, korkunun nesnelerinden ve durumundan ne kadar kaçınırsa
o kadar kaygı geliştirir. Aldığı riskleri azalttıkça dünyası daha çok
sınırlanmaya başlar.
Korkuyla yüzleşme cesareti gösterip
karşısına dikilmek, onunla başa çıkmanın yollarından biridir. Korkuyu
saklamanın neredeyse hiçbir yararı olmaz. Onu dile getirmek, üstesinden
gelmeyi kolaylaştırır.[33]
Üçüncü yol, korkan kimseye, korkulan
durumdan korkmayan kimseleri örnek göstermektir. Böyle bir
örnek verilirse, birey korkusuzluk duygusu geliştirebilir, korkusunun temelsiz
olduğu sonucunu çıkarabilir. Başka çocukların köpekten korkmadığını gören çocuk
da köpekten korkmaz. Başarısızlıktan korkan kimseleri eğitmek için, onlara
diğer kimselerden daha iyi yaptıkları şeyleri ortaya koymalarını önermek
yararlı olur. Böylece kendi gücüne ve üstünlüğüne inandırılan bireyin korkuları
azalır. [34]
Korkuyu önlemenin dördüncü yolu, ikaz ve
uyarılarda bulunmaktır. Uyarılar bazen, yeni bir durum karşısında duyulan
korkuyu önlemeye yardım eder. Bireyin yeni duruma birden bire değil, aşamalı
bir şekilde alıştırılması bu uygulamada önemli bir yer tutar. Korkuyu yenmesi
için, bireye süre tanımak ve sorunun çözümünü yavaştan almak yararlı olur.
Örneğin sudan korkan bir çocuğu, zorla suya sokmak yerine, kumsalda oynamaya
bırakarak suyla barışmasını sağlamak daha uygundur. Köpekten korkan bir çocuğu
kocaman bir çoban köpeğini okşamaya alıştırmak yerine, işe yavru bir köpekle
başlamak daha verimli olur.[35]
Korkuyla başa çıkarken, soruna yol açan
nesne ya da durumla hemen karşılaşmak yerine, sistematik duyarsızlaşma yöntemi
kullanılmalı yani adım adım uygulanan, tedrici yöntemlere başvurulmalıdır.
Korkunun giderilmesi, yavaş yavaş ve zaman içerisinde gerçekleştirilmelidir.[36]
Korkuların başlıca sebeplerinden birisi,
beklenmedik durumlardır. Bu gibi durumlarla başa çıkabilmenin en iyi yolu,
önceden düşünmek ve korku doğurabilecek olaylara karşı kendini hazırlamaktır. [37]
Eğer korkan birisine destek olacaksak, ona
güvende olduğu duygusu verilmeli ve korkusunun üstesinden gelebileceğine ikna
edilmelidir. Böylece kendini koruma altında ve güven içinde hisseden birey
sorunlarına yaratıcı bir bakış açısıyla yaklaşır.[38]
Bireye, korku veren uyaranla birlikte,
hoşa giden ve istenen uyaranı birlikte vermek, onun yeniden şartlandırılmasını
kolaylaştırabilir. Kişi korktuğu şeylerle hoşa gitmeyen ilişki ve tecrübeler
yaşar. Bu durumda onun dikkatini, aynı konuda hoşa giden ilişkilere çekmek
uygun olur. Örneğin sudan korkan bir çocuğun su ile değişik oyunlar oynaması
ya da küçük bir kayığa bindirilmesi sağlanabilir.[39]
Korkuyla mücadele ederken bu heyecanı
uyandıran durum hakkında yeterli bilgiye sahip olmak gerekir. Eğer birey
korkuya yol açan durum hakkında bilgi sahibi olursa, bu duruma uyum sağlaması
ve dolayısıyla korkusunun azalması mümkün olur. [40]
Bu bölümde mümkün olduğunca tarihsel
süreci takip ederek, Hz. Musâ’nın yaşadığı korku deneyimlerini, korkuya yol
açan ortam ve koşulları, korkuyla başa çıkmada işaret edilen yöntemleri,
korkuya ve güvene dair sunulan sembol ve tasvirleri değerlendireceğiz.
Özgürlükçü olmayan yönetimlerde kamu
düzeni belli kişi ya da gurupların etkinliğine ve üstünlüğüne göre kurulur. Bu
tür toplumlarda yetkiyi elinde bulunduran birey ya da gurup etkinliğini
sürdürmek amacıyla gücünü saldırganlıktan, şiddetten, öldürmekten, yıkıp yok
etmekten alır. Bunun için toplumu susturmaya, duyarsız ve tepkisiz hale
getirmeye çalışır.
Otoriter eğilimli kişiler, özgürlüğü ve
çoğulculuğu tehdit olarak algılarlar. Bu algılamanın etkisiyle devamlı korku
içinde yaşar ve kimseye güvenmemeye başlar. Korkan kişi, suçluları şiddetle
cezalandırır, denetimleri aşırı biçimde artırır ve özgürlükleri olabildiğince
kısıtlar. Böylesi kimseler çocuklarını, “düşmanını tanı” öğretisiyle
büyütürler. Egemen konumlarını korumak için oluşturdukları kuşkuculuk
paranoyasının etkisi altında kaldıkları için sağlıklı düşünemezler.[41]
Başkaları için tehdit teşkil eden,
başkalarına korku salan kimse, kendisini güvenli bir konumda sayar. Kendisini
emniyette hissettiği yerde diğerleri için tehdit unsuru olmayı başarır. Üzerinde
yer aldığı zeminin güven içinde olmadığını gördüğü anda, tehdit odağı olmayı
göze alamaz. Bu durum genellikle kendini emniyet içinde gören ve inisiyatifi
elinde bulunduran herkes için geçerlidir. Elinde güç ve inisiyatif
bulunduranlar, sahip oldukları imkanların başkaları tarafından tehdit edildiği
zannına kapılabilirler. Sahip oldukları gücün ellerinden çıkacağı korkusunu yaşayabilirler.
Bu yüzden, sahip oldukları imkanı ellerinden kaçırmamak için başkalarını korku
altında bulundurmanın yollarını ararlar. Aslında onların korkuları, korku
altında tutmaya çalıştıkları insanlardan daha baskındır.
Firavun, yönetimi altındaki bazı
insanların kendi egemenliğini yıkmak ve üstünlüğüne son vermek amacıyla bir
araya gelip örgütleşmesinden korku duymuştur. O, her zaman sert bir karaktere
sahip, insanlara ürperti veren, kalplere korku salan, tehditler savurup kan
döken bir şahsiyet olmuştur:
“Ve onları o yerde (Mısır’da ve Şam’da) hâkim kılalım, Firavun’a,
Hâmân’a ve askerlerine, onlardan (yani İsrâil oğulları yüzünden başlarına
gelmesinden) korktukları şeyi gösterelim ” [42]
Mısır’ın yerlileri, Mısır’ı istila eden,
sonra da İbranilerle ittifak kuran önceki Hiksos hanedanını unutmamışlardır.
İbraniler’in kendilerinden daha güçlü ve sayıca fazla olduklarından endişe duymuşlardır.
İbraniler’in gelecekte de yabancı istilacılarla işbirliği içerisine
girmelerinden ya da mevcut yönetime karşı ayaklanıp devrim yapmalarından
korkmuşlardır. İşte böyle bir tehlikeye karşı kendilerini korumak için zekice
bir hileye başvurmuşlar ve onların çoğalmalarını önlemeye çalışmışlardır. Bu
amaçla İbranileri zorla köleleştirmişler ve kız çocuklarını bırakıp erkek
çocuklarını öldürmeye karar vermişlerdir. Kız çocuklarından korkmamışlardır. [43]
Yüce Allah, firavun ve çevresindeki güç
odaklarının korkmakta olduğu şeyi onların başına getireceğini ve bunu bizzat
kendilerine göstereceğini açıklamıştır. Korku duyup çare aradıkları yenilgiye
maruz kalacaklarını, hakimiyetlerinin kendi içlerinden -İsrâil oğulları
arasından- çıkacak bir çocuk vasıtasıyla son bulacağını açıklamıştır. [44]
Firavun ve çevresi İsrâil oğullarını kendi
saltanatlarının geleceği konusunda tehdit olarak algılamışlardır. Egemen konumlarını
muhafaza etmek konusunda ileri derecede kuşku duymuşlardır. Sahip oldukları
güç ve inisiyatifin İsrâil oğulları tarafından tehdit edildiği zannına
kapılmışlardır. Saltanatlarının ellerinden gideceği korkusunu yaşamışlardır.
Allah, Firavun ve hanedanının korktukları şeyin başlarına geleceğini ve
hakimiyetlerinin son bulacağını, onların hüküm sürdüğü yerlere İsrâil
oğullarının egemen olacağını açıklamıştır.
Firavun ve çevresi, İsrâil oğullarına
karşı sömürme ve aşağılama politikası gütmekteydi. Doğal olarak onlardan bir
misillemenin geleceği endişesi taşıyorlardı.
Kendi geleceğini güvende hissetmeyen ve
tehditlerin odağı haline geldiğini düşünen Firavun ve hanedanı, gücünü,
etkinliğini sürdürmek amacıyla İsrâil oğullarını zayıflatma ve sindirme
politikası izlemiştir. Kendi korkularından kurtulmak için İsrâil oğullarını
korku altında yaşamaya mahkum etmişlerdir.
II. Hz. Mûsâ’nın Doğumunda Annesinin Yaşadığı Korku
Firavun, İsrâil oğullarının erkek
çocuklarının öldürülmesini kendi geleceği için zorunlu görmüştür. İsrâil
oğullarının erkek çocuklarının öldürüldüğü ortamda Hz. Mûsâ dünyaya gelmiştir.
Hz. Mûsâ’nın geleceği konusunda en çok kaygılanan kişi annesi olmuştur. Oğlunu
uzun süre saklayamayacağının farkındadır. İşte bu koşullarda ilâhî
yönlendirmeler doğrultusunda oğlunu bir sandık içerisinde Nil nehrinin sularına
bırakmıştır. Yüce Allah, yaptığı telkin ve verdiği güvencelerle Mûsâ’nın
annesinin duyduğu korku ve kaygıları gidermeye çalışmıştır:
“Mûsâ’nın annesine, “O (çocuğunu) emzir, başına bir şey
gelmesinden korkuyorsan (bir sandık içinde) onu nehre (Nil’e) bırak, korkma,
üzülme biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu elçilerden yapacağız. ” diye
vahyettik.”[45]
Hz. Mûsâ’nın annesine verilen emir, doğar
doğmaz değil, gerçek bir tehlike sezince çocuğu bir sandığın içine koyup nehre
(Nil’e) bırakmasıdır. Yüce Allah, anneden, çocuğunun aç kalmasından,
kaybolmasından, öldürülmesinden -o günlerde Firavun, İsrâil oğullarının erkek
çocuklarını öldürtüyordu-, boğulmasından ya da benzer sebeplerden dolayı
endişe etmemesini, ondan ayrı kalacağı için üzüntü duymamasını istemiştir.
Allah, annenin kalbine öylesine bir güven vermiştir ki, çocuğu bir kutunun
içine koyup nehre bıraktığında, çocuk kurtulacak ve tekrar annesine geri
dönecektir. Böylece Allah, anneyi teselli etmiş, kalbini yatıştırmış, içini
sevinç ve mutlulukla doldurmuştur.[46]
Âyette hem “havf” hem de “hüzn” kelimesine
yer verilmiştir. Havf, insanın muhtemel bir durumdan dolayı duyduğu kaygı, hüzn
ise, gerçekleşen bir durumun yol açtığı kaygıdır. Mûsâ’nın annesi, çocuğundan
ayrı kaldığında ve onu tehlikeyle baş başa bıraktığında, hüzünlenmiştir. [47]
Yüce Allah, tayin ettiği kader uyarınca Hz.
Mûsâ’yı tekrar annesine vererek, annenin kaygı ve üzüntülerini sona erdirmiştir:
“Böylece biz onu,
annesine geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah’ın vadinin gerçek
olduğunu bilsin. Fakat çokları bunu bilmezler. ”[48]
Yüce Allah; ayrılık acısı çekmesin,
Allah’ın vadine kesin bir şekilde inansın ve bundan asla kuşkuya düşmesin,
çocuğunun güvende olmasından mutluluk duysun, onu kendisi terbiye etsin diye
Hz. Mûsâ’yı tekrar annesine geri vermiştir.[49]
Yüce Allah, Mûsâ’nın annesine korkuyu
yenebilmesi için ikaz ve uyarılarda bulunmuştur. Korkusunun üstesinden gelebileceğine
onu ikna etmiş, ona güven duygusu telkin ederek destek olmuştur. Aldığı bu
destek sayesinde Mûsâ’nın annesi, korkularını yenebilmiştir.
III. Hz. Mûsâ’ya Bebekliğinde Sağlanan Temel Güven ve İlâhî Koruma
Anne, bir bebek için besin kaynağı
olmaktan çok sevgi ve güven kaynağıdır. Bunun temelinde anneyle dokunsal
temasın sağladığı rahatlık vardır. Temas rahatlığı sağlanan çocukların daha
cesur ve sevgi dolu olduğu görülmüştür. [50]
Yüce Allah, Mûsâ’yı annesinin emzirmesine imkân
sağlamıştır. Böylece bir çocuğun ihtiyaç duyduğu sevgi ve güven ortamını en
iyi şekilde oluşturmuştur: “(Mûsâ’nın) kız kardeşine “Onun izini takip et”, dedi. O da onlar
farkına varmadan onu uzaktan gözetledi. Biz daha önce ona, süt verelerin sütünü
emmeyi haram etmiştik. (Hiçbir kadının sütünü emmiyordu. Firavun ve ailesi,
çocuğun emeceği bir dadı bulma telaşı içind,e idiler. Kız kardeşi uzaktan
durumu görünce sokuldu): “Sizin için onun bakımını üstlenecek ve öğüt verip onu
güzelce eğitecek bir aileyi göstereyim mi?” dedi. Böylece biz onu, annesine
geri verdik...”[51]
İnsan sevgi alırken ve verirken güvenlik
duyumsar. Kendi benliğiyle ve diğer insanlarla yakınlık kurduğunda kendini güvende
hisseder. Bebek doğar doğmaz sevgi ihtiyacına doyum arar. Kişilik gelişiminde
önemli rol oynayan sevgi ihtiyacı yeterince doyurulmazsa güvensizlik yaratır.
Sevgi ihtiyacının giderilmesi, insanın kendisine ve çevresine güven duymasını
kolaylaştırır.
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’ya bebekliğinde
çevresindekilerin sevgi göstermelerini sağlamıştır. Böylece onun kendisini
güvende hissetmesine, dolayısıyla kişiliğinin doğru yönde gelişmesine imkan
tanımıştır: “(Ey Mûsâ), gözümün önünde büyüyesin diye senin üzerine benden
bir sevgi koydum ”[52]
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’ya gözetimi altında,
sevgi ve şefkat içerisinde büyüme imkanı sağlamıştır. Ona gelebilecek her türlü
zarar konusunda özenli davranmıştır. Onu devamlı kollayıp muhafaza etmiştir.
İsrâil oğullarının erkek çocuklarını doğar doğmaz öldüren Firavun, Mûsâ’yı
görünce, ona karşı sevgi duymaktan kendini alamamıştır. Yüce Allah “vedûd”
sıfatının bir yansıması olarak Mâsâ’yı hem sevmiş hem de sevdirmiştir.[53]
Bebekliğinde Hz. Mûsâ’nın en yakınında
olanlardan birisi Firavun’un karısıdır. Kur’an, bu kadının Mûsâ’ya en çok
sevgiyle yaklaşanlardan birisi olduğunu açıklamaktadır. Hem annesinin hem
Firavun’un karısının Mûsâ’nın etrafında bir sevgi ve güven ortamı oluşturdukları
anlaşılmaktadır: “Firavun’un karısı (çocuğu sandıktan çıkarınca): “Bana da,
sana da göz bebeği olacak, çok sevimli bir çocuk. Onu öldürmeyin, belki
bize faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz” dedi. ”[54]
Burada Firavun’un karısı, annelik duygusuna
ve bu duygunun barındırdığı içtenlik ve şefkat hislerine sahip bir kişilik olarak
sunulmaktadır. Bununla birlikte Firavun’un ailesi genel olarak Hz.
Mûsâ’ya sıcak ilgi gösterip, onu yetiştirmek için yanlarında alıkoymuşlardır.[55]
Yüce Allah’ın Mûsâ’yı başta Firavun’un eşi
olmak üzere, saray halkına sevdirmesi, ona bir çocuğun ihtiyaç duyduğu güvenli
çevreyi oluşturması anlamına gelir. Mûsâ’nın annesiyle ve Firavun’un ailesiyle
olan ilişkisi rahat, sevecen ve sıcak bir iletişim örüntüsü içerisinde gerçekleşmiştir.
Bu durum Mûsâ’nın çevresindeki insanlara güvenle yaklaşmasına, sağlıklı bir
güven duygusu geliştirmesine imkan sağlamıştır. Mûsâ, yaşadığı çevrede
kendisini çaresiz, yalnız, yardımcısız hissetmemiştir. Sağlıklı bir kişilik
geliştirebilmek için bebekliğinde ihtiyaç duyduğu sevgi ve güven ortamına
fazlasıyla sahip olmuştur.
IV. Firavun’un Düşmanını Kendi Eliyle Yetiştirmesi
İnsanları, korktukları şeylerden mutlak
manada kurtarabilecek olan Yüce Allah’tır. Hiç kimse sahip olduğu güç ve imkanlarla,
düşmanlarına uyguladığı şiddet ve baskılarla güvende kalamaz. Er ya da geç
korktuğu başına gelir. Firavun ve çevresi İsrâil oğullarından gelebilecek
tehditler karşısında her türlü önlemi almaya çalışmış, fakat sonlarını
hazırlayacak İsrâil oğlunu yani Mûsâ’yı kendi elleriyle yetiştirmişlerdir.
Maddî güce dayanarak ve şiddete
başvurularak sağlanmaya çalışılan güvenlik anlayışları sonuç vermemiştir.
Allah’ın onlar için takdir ettiği son, çok ironik bir mahiyette tezahür
etmiştir. Sudan kurtardıkları bir çocuk onların suda boğulmasına aracı
olmuştur.
“Nihayet onu Firavun ailesi aldı ki, kendilerine bir düşman ve
başlarına dert olsun. Gerçekten Firavun, Hâmân ve askerleri yanılıyorlardı. ”[56]
Firavun ve çevresindeki güç odakları kendi
geleceklerini garanti altına almak için çare aramaktaydılar. Fakat ilâhî
takdir, korktukları çocuğu onların arasına soktu. Aldıkları bütün önlemlere
rağmen kaderin önüne geçemediler. Kendilerini kurtarmak için nice çocuğu
öldüren firavun ve çevresindekiler, farkında olmadan, sonlarını hazırlayacak
çocuğu yanlarında yetiştirmek, gözetmek ve beslemek durumunda kaldılar.[57]
Firavun ve çevresi büyük zulüm yapmış
suçlar işlemişti. Yüce Allah, onları öyle bir cezalandırdı ki, sonlarını
hazırlayacak düşmanlarını kendi elleriyle yetiştirdiler. Yetiştirdikleri bu
çocuktan yarar umarak büyük bir yanılgıya düştüler. Yıkılış ve yok oluşlarının
bu çocuk vasıtasıyla meydana geleceğini fark etmediler. Göz aydınlığı diye
sahiplendikleri çocuk, onlar için sadece bir hüzün sebebi olacaktı. Bu çocuk
onların boğulmalarına ve saltanatlarının sona ermesine yol açacaktı.[58]
Çocuğu bulduklarında henüz ondan herhangi
bir düşmanlık görmeleri söz konusu değildi. Ama gelecekte çocuk onlar için bir
üzüntü sebebi olacaktı.[59]
Mûsâ’nın Firavunun sarayında
yetiştirilmesi konusunda aklımıza şöyle bir soru gelmektedir. Yüce Allah, neden
Mûsâ’nın Firavun’un sarayında yetişmesini dilemiştir? Kanaatimizce, bunun
amaçlarından birisi, Mûsâ’nın Firavun’u ve onun çevresini çok iyi
tanıyabilmesidir. Böylece Mûsâ, ilâhî mesajları Firavun’a götürürken kiminle ve
nelerle karşılaşacağı konusunda bilgi sahibi kılınmıştır. Firavun’a ilâhî
mesajları götürürken neyle karşılaşacağını bilmesi, Mûsâ’ya bu duruma uyum
sağlama imkanı tanımıştır. Bu imkan ise, onun korkusunun azalmasını, heyecanının
yatışmasını kolaylaştırmıştır. Burada, korkulan durum hakkında bilgi sahibi
olmanın, korkuyla başa çıkmada etkili olduğuna ilişkin kuralın bir
uygulamasını görmekteyiz.
V.Hz. Mûsâ’nın Yaşadığı İlk Korku Tecrübesi
Hz. Mûsâ, yetişkinlik döneminde, bir
insanın ölümüne sebebiyet verir. Kendi kabilesinden bir İsrail oğluna yardım
etmek isterken bir Kıptîyi öldürür. Neden olduğu bu ölüm hadisesinden dolayı
cezalandırılma korkusuna kapılır. Böylece ilk kez ciddi olarak bir korku tecrübesini
yaşar. Bu, onun daha sonra yaşayacağı korkular zincirinin ilk halkasıdır:
“Şehirde korku içind,e (sonucu) gözetleyerek sabahladı. Bir de
baktı ki dün kendisind,en yardım isteyen (İsrâil oğlu), yine kendisine feryat
edip yardım istiyor. Mûsâ, ona: “Belli ki sen azgınsın” dedi.”[60]
Hz. Mûsâ sebep olduğu ölüm hadisesinden
dolayı korku içinde bekleyerek, kendisine ne gibi bir muamele yapılacağını
düşünerek geceyi endişe içerisinde geçirdi.[61]
Yaşadığı ilk ciddi korku deneyimi karşısında
Mûsâ’nın tutumu dikkat çekicidir. Mûsâ, korkusuna sığınak olarak Yüce Allah’ı
seçmiştir. İçinde bulunduğu tehlikeden kurtulmak için Allah’a sığınmıştır. O,
bu davranışıyla genel ilâhî öğretilere uygun bir seçim yapmıştır: “Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi:
“Ey Mûsâ, d,edi, ileri gelenler seni öldürmek için aralarında konuşuyorlar.
Sen (buradan) çık git, ben sana öğüt verenlerdenim. ” (Mûsâ etrafı) kollayarak,
korka korka oradan çıktı: “Rabb’im, beni şu zâlim kavimden kurtar. ” dedi.
”[62]
Hz. Mûsâ, Firavun’un adamlarından korkarak
Mısır şehrini terk etti. Şehirden çıkarken de takip edileceği, yakalanacağı,
yolda saldırıya uğrayacağı endişesiyle çevresini kollayıp gözetledi. Onun
duyduğu bu korku, Allah’ı bilmesine ve O’na güvenmesine ters düşen bir durum
değildi. Ne de olsa o da bir insandı.[63]
Korku, insanı olumsuz yönde etkileyebilir,
onu çaresiz, eylemsiz, sığınaksız, güvencesiz ve sürekli bir kaygı içerisinde
bırakabilir. Fakat burada Hz. Mûsâ, yaşamış olduğu korkunun motivasyonuyla
Allah’a sığınmakta ve O’na her zamankinden daha fazla güvenmeye başlamaktadır.
Yaşadığı korku Mûsâ’yı, güvenin mutlak kaynağına doğru yönlendirmektedir. Mûsâ,
maruz kaldığı sıkıntı ve korkudan kurtarması için Allah’a sığınmaktadır. Burada,
korkunun ona olumlu katkı yaptığını söyleyebiliriz.
Hz. Mûsâ, hayatı boyunca korkuya maruz
kaldığı her koşulda, ondan olumlu bir şekilde yararlanmayı bilmiştir. Yaşadığı
korku ve güven arayışı onu her zaman Allah’a sığınmaya götürmüştür. Kıssanın
ilerleyen bölümlerinde de bu tutumun örnekleri sık sık tekrar edilir.
Hz. Mûsâ, yaşadığı sıkıntı ve zorluktan
dolayı, kendisini kurtarması için Allah’a duâ etmiştir.[64] Yüce
Allah onun bu duasını kabul ettiğini şu şekilde açıklamıştır: “Sen bir adam
öldürmüştün. O zaman da seni tasadan kurtarmış ve seni iyice denemiştik..” [65]
Âhirette Allah tarafından cezalandırılacak olma korkusundan ya da dünyada
cezaya maruz kalmaktan veyahut her ikisinden duyduğun korkunun yol
açtığı üzüntü ve kaygıdan seni kurtarmıştık. [66]
Hz. Mûsâ, ölümüne sebep olduğu kişi
yüzünden sadece dış dünyadaki tehditlerden korkmamış, ayrıca iç benliğinin
baskısı altında da sıkıntı yaşamıştır. Üst benliğine hakim olan ilâhî otorite karşısında suçlu duruma düşmüş olma
endişesiyle sıkıntı çekmiştir. Âhirette cezalandırılacağına inanmak, kişinin iç
dünyasında oluşan ve onun üst ben’ine hakim olan ilâhî değerlerden ve
otoriteden kaynaklanan bir durumdur.
Allah burada Mûsâ’nın ölüme sebep olmaktan
dolayı içine düştüğü ruh halini “ğamm” kelimesiyle dile getirmiştir. Bu kelime,
daha çok insanın yaşadığı sıkıntıyı anlatır. Mûsâ’nın sadece Firavun ve
adamlarından korkmadığına, ayrıca üst beni tarafından cezalandırılacak
olmaktan dolayı suçluluk duyduğuna işaret eder. Freud’un deyimiyle, burada Hz.
Mûsâ’nın bir ahlâkî anksiete yaşadığını söyleyebiliriz.
Bir mü’min, korktuğunda en büyük desteği
Allah’tan alır. Bununla birlikte insan çevresinden destek ve teselli bekler. Şehirden
koşarak gelen ve Mûsâ’ya kendisini kurtarmasını söyleyen adam; ayrıca Medyen’de
karşılaştığı kızların babası ona beklediği desteği ve teselliyi sağlamışlardır.
Özellikle Medyen’de karşılaştığı kızların babası, yapıcı öğüt ve telkinleriyle
Mûsâ’nın korkularından kurtulmasına yardımcı olmuştur:
“...(Mûsâ), o (kızların babalarına) gelip başından geçen hikâyeyi
anlatınca o: “Korkma, o zâlim kavimden kurtuldun” dedi. ”[67]
Hz. Mûsâ kızların babasına, kendi geçmişi
hakkında bilgi verdi. Firavun ve taraftarlarıyla kendi arasında geçen olayları,
onların inkâr ve taşkınlıklarını, İsrâil oğullarına yaptıkları haksızlıkları,
kendisi hakkındaki niyetlerini, Mısır’dan kaçmasının sebebini anlattı. Bunun
üzerine o kişi, Hz. Mûsâ’ya, artık düşmanlarından kurtulduğunu, korkmasını
gerektirecek bir durum olmadığını, içini rahat tutmasını, çünkü Firavun ve
taraftarlarının bu bölge üzerinde herhangi bir hakimiyetlerinin bulunmadığını
söylemiştir. Zira Hz. Mûsâ’nın kaçıp sığındığı Meyden şehri, Firavun’un
ülkesinin sınırlarının dışında bulunuyordu.[68]
Kızların babası Hz. Mûsâ’ya çok kibar
davranmış ve onu sakinleştirecek, rahatlatacak, iyiliksever ve cesur bir adamın
güvencesi altında olduğunu hissettirecek sözler söylemiştir. O, “korkma”,
“kurtuldun” gibi sözlerle şefkat ve merhametini, güvenilirliğini ortaya
koymuş, Mûsâ’ya iç huzuru ve düşünce dinginliği vermiştir. “O zalim kavimden”
sözüyle de, ölüme sebebiyet veren Mûsâ’nın psikolojik çatışmasını ve vicdan
azabını gidermeye çalışmıştır.[69]
Kızların babası, korku karşısında Mûsâ’ya
destek olmuştur. O’na korku duymasını gerektirecek bir durumun kalmadığını,
kendisini güven içerisinde hissetmesini, suçsuzluğunu ve vicdanını rahat
tutmasını telkin etmiştir. Böylece korkan kimseye nasıl yaklaşılması
gerektiğinin örneklerinden birisini vermiştir.
Kıssanın bu bölümüyle ilgili bazı sorular
akla gelmektedir. Yüce Allah Mûsâ’nın neden bir adamın ölümüne sebep olmasını
dilemiştir. Eğer bu durum Mûsâ’nın hayat sürecinin herhangi bir parçasıysa;
kıssada neden ayrıntılı olarak ve tekrarlarla anlatılmıştır?
Yüce Allah burada ilk kez ciddi olarak
Mûsâ’ya korku tecrübesini yaşama fırsatı vermiştir. O ise, Allah’tan kendisini
bu durumdan kurtarması için duâ etmiştir. Allah da Mûsâ’nın duâsını kabul edip
onu bu durumdan kurtarmıştır.
Kıssa bütünlüğü çerçevesinde
düşündüğümüzde, Mûsâ için asıl korku ve kaygı sebebi olacak durum, ilâhî mesajı
iletmek üzere Firavun’un karşısına çıkacak olmasıdır. Kanaatimizce Yüce Allah,
Mûsâ’yı bu büyük korku ve kaygıyla yüzleşmeye hazırlamıştır. Allah asıl büyük
korkuya Mûsâ’yı sistematik duyarsızlaştırma yoluyla adım adım hazırlamayı
dilemiştir. O’nu büyük kaygı ve korku ortamıyla birden karşılaştırmamız,
aşamalı bir şekilde alışmasını sağlamıştır.
VI. Güven Sembolü: Asâ
Hz. Mûsâ’nın ilk kez ilâhî çağrıya muhatap
olduğu ortam, onun korku ve güven konusunda denenmesiyle yakından ilişkilidir.
Sözü edilen ortamda Hz. Mûsâ, ıssız, insanlardan uzak bir vaziyette,
soğuk bir arazide, iyice bilip tanımadığı bir bölgede ailesiyle birlikte
yolculuk yapmaktadır. Hem kendisini hem de ailesini soğuktan korumak, doğru
yolu takip edip etmediğinden ve nerede bulunduğundan emin olmak için
birilerinin yardımına ihtiyaç duymaktadır. İçinde bulunduğu koşulda temel
gereksinimleri için güvenebileceği, sığınabileceği bir yer ya da birilerini
aramaktadır. [70]
İşte Hz. Mûsâ, bu koşullarda ilk kez Allah
tarafından ilâhî korku ve güven konusunda denenmiştir yani önce asâsı yılana
dönüştürülerek korkuyla imtihan edilmiş daha sonra da mucizelerle kalbi
pekiştirilmiş, kendisine cesaret aşılanmıştır.
“Sağ elindeki nedir el Mûsâ?” “O, asâmdır, dedi, ona dayanıyorum,
onunla davarıma yaprak silkeliyorum onda benim daha birçok ihtiyacım var. ”
Allah buyurdu: “Yere at onu ey Mûsâ!” Mûsa onu attı, bir de ne görsün, o, koşan
kocaman bir yılan! Allah: “Al onu, dedi, korkma biz onu yine ilk durumuna
sokacağız. ” [71]
Yüce Allah, sıradan, basit bir şey olan
asâyı üstün özelliklere sahip, akıl almayacak kadar büyük yararları olan, çok
önemli ve işlevsel bir varlık haline getirmiştir. Birçok ilâhî kanıtı bu asâ
aracılığıyla ortaya koymayı dilemiştir. Hz. Mûsâ’nın dikkatini asâ üzerinde
toplamak için onun hakikatini bilip bilmediğini sormuştur.[72]
Allah, Hz. Mûsâ’ya asâsının kendisine ne
gibi yararlar sağladığını sormuştur. O da, yürürken ve yorulduğunda asâsına dayandığını,
onunla koyunlarının üzerine ağaç yapraklarını silkelediğini, yırtıcı
hayvanları koyunlarından uzaklaştırma gibi daha birçok yönden ondan
yararlandığını açıklamıştır. [73]
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’nın dikkatini, dünya koşullarında belli bir dayanak ve
imkan oluşturan âsâya çektikten sonra, ona mutlak manada Allah’a güvenmesini
ve dayanmasını ima etmiştir.[74]
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’ya elindeki değneği
yere atmasını emretmiş, böylece onun daha nice olağanüstü yararının ve gücünün
olduğunun anlaşılmasını istemiştir. Mûsâ, ilâhî emir gereği değneği yere
atınca, görüntüsü ve mahiyeti değişen, hızla hareket eden bir yılana dönüşen
değnekten korkup kaçmış ve sakınmaya çalışmıştır. Beşer olmanın bir gereği
olarak, daha önce benzerini hiç görmediği bu ciddi durum karşısında içinde
korku duymuştur. Allah, Mûsâ’ya, tereddüt etmeden, korkmadan ve paniğe kapılmadan
değneği almasını, ondan kendisine herhangi bir zarar gelmeyeceğini, onu yine
eski şekline döndüreceğini buyurmuştur. Nitekim o, asâyı eline alınca tekrar
eski haline dönmüştür.[75]
Yüce Allah, daha önce bir adamın ölümüne sebep olan Hz. Mûsâ’nın korkuyla
yüzleşmesini dilemişti. Burada da ikinci kez Mûsâ korkuyla ciddi olarak
denenmektedir. Bu aşamaların, Mûsâ’nın tedricî olarak korkuya alıştırılma
evreleri olduğunu düşünüyoruz. Böylece Firavunla karşılaşmadan önce, Mûsâ’nın
korku konusunda yeterince deneyim yaşamasının sağlandığını tahmin ediyoruz.
Asâ, Hz. Mûsâ’nın dayandığı bir güçtür.
Dönemin en güçlü yönetimine yalnız başına karşı çıkacak olan Hz. Mûsâ’nın
elindeki tek somut imkandır. İlâhî desteği arkasına alan Hz. Mûsâ’nın elindeki
asâ, rakiplerinin korktuğu ve çekindiği bir güç vasıtası olmuştur. [76]
Yüce Allah ilâhî güveni daha yakından
tecrübe etmesi için Mûsâ’yı eğitmiştir. Asâsını yılana çevirerek önce onun
korkmasını dilemiş, ardından da ilâhî güven ve koruma altında olduğunu
söyleyerek ve göstererek Mûsâ’yı eğitmiştir: “Asânı at!” (Mûsâ attığı
kocaman) asâ’sının küçük bir yılan gibi titreşip hareket ettiğini görünce
(korkudan) öyle dönüp kaçtı ki, arkasına bile bakmadı: “Ey Mûsâ, dön, korkma,
sen güvende olanlardansın. ”[77]
Hz. Mûsâ, âsâsının bir yılan gibi hızla
hareket ettiğini gördüğünde büyük bir telaş ve korku içerisinde kaçmaya
başladı. Şiddetli korku dolayısıyla asasına bakıp onu takip etmeye ve ne olup
bittiğini araştırmaya kalkışmadı. İnsan olması dolayısıyla böyle davranması
normaldi. Bunun üzerine Yüce Allah, onu sakinleştirdi; korkmasına gerek
olmadığını, Kendisi’nin koruması ve gözetimi altında güven içinde bulunduğunu
açıkladı. [78]
“Ey Mûsâ, dön, korkma, sen güvende
olanlardansın.” cümlesi, bir kimseye güven vermek ve korkusunu gidermek için
söylenebilecek en edebî ifadedir. Birisine, ‘dön’ denildiğinde, emre uyarak
döner, fakat içinden korku gitmemiş olabilir. İçinde korku kalmaması için bu
kimseye ‘dön ve korkma’ denir. Bir kimse korkmadan bir şeye dönebilir, fakat
çekindiği şeylerden tam emin olmayabilir. Bu durumda ona güvende olduğu
söylenir. [79]
Burada Yüce Allah, yaptığı telkin ve
uyarılarla Mûsâ’nın korkusunu yenmesini sağlamıştır. Bu yöntem, korkuyu yenme
konusunda kıssanın birçok yerinde tekrar edilen ve üzerinde önemle durulan bir
uygulamadır.
Hz. Mûsâ’nın yaşadığı bu tecrübenin
birtakım temel amaçları vardı: Öncelikle Hz. Mûsâ, kendisiyle konuşan
varlığın, bütün evrenin hakimi, yaratıcısı ve sahibi Allah olduğuna dair kesin
bir kanaate ulaşacaktı. Bunun yanında, kendisine yüklenen görevi yerine
getirmek amacıyla Fir’avn’ın karşısına çıkarken savunmasız ve güvencesiz
değil, çok güçlü silahla donatılmış olacaktı. [80]
Asânın sahip olduğu güç ve yetenek bu
nesnenin kendisinde aranmamalıdır. Çünkü onun arkasında ilâ bir güç vardır.
Asânın gerçekleştirdiği bütün eylemler bu ilâhî gücün emir ve izniyle
olmaktadır.
Her insanın içinde taşıdığı bir sembol
olarak krallık asası, krallığı temsil eden somut bir nesnedir. Kuvvet simgesi
olarak kılıç, korkuyu engelleyebilecek olan gücü temsil eder.[81]
Yüce Allah, Mûsâ’ya asânın sahip olduğu
gücü öğreterek ve kusursuz beyaz el mucizesini vererek, ona Firavun’la etkili
bir şekilde karşılaşma imkanı sağlayan yetenekleri kazandırmıştır. Mûsâ’ya, kendini
koruyabilecek çok önemli iki savunma tekniği öğretilmiştir. Sahip olduğu bu
yeteneklere güvenen Mûsâ, Firavun’un karşısına çıkarken korkusunu
yatıştırabilmiştir. Burada korkuyla başa çıkmanın yollarından birisini
görmekteyiz.
İlâhî gücü temsil eden bir sembol olarak
asânın seçilmesi gelişigüzel olmamıştır. Asâ, insanların kullandığı yaygın
sembollerden birisi olarak, gücü ve otoriteyi temsil etmektedir. Yüce Allah, kendi güç ve otoritesini temsil etmek
üzere de bu bilinen, yaygın sembolü kullanmayı dilemiştir. Kendi kudretinin ve
otoritesinin bir kanıtı olarak asâya Mûsâ’nın elinde olağan üstü güç ve
yetenek kazandırmıştır. Asâ, Mûsâ ve İsrâil oğulları için güven kaynağı;
düşmanları için ise korku ve yıkım vasıtası olmuştur.
VII. Allah’ın Hz. Mûsâ’ya Güven Aşılaması
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’nın asâsını yılana
çevirdiğinde, o bu durumdan çok fazla korkmuştur. Duyduğu korkuyu el kol hareketleri,
kaçma gibi fiziksel tepkilerle ortaya koymuştur. İşte bu koşullarda Yüce Allah,
Mûsâ’nın Allah’a hiç kuşku duymadan güvenmesini öğretmiş ve bunu ona iyice
benimsetmiştir:
“Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve kanadını
korkudan kendine çek (kendine gel, korkudan açılan ellerini kollarının altına
koy, tamamen emin ve fütursuz ol). İşte bunlar, Fir’avn’a ve onun adamlarına
(göstermek için) Rabb’inden sana verilen iki delildir. Çünkü onlar yoldan çıkan
bir kavim olmuşlardır. ”[82]
Hz. Mûsâ, asâsı birdenbire yılana
dönüşence korkmuş ve huzursuz olmuştur. Bu ruh haliyle, el-kol hareketi yaparak
yılandan sakınmaya çalışmıştır. Mûsâ gibi, korku yaşayan insanlar doğal olarak
çekinme kaçınma gibi tepkiler gösterirler. Panik halinde düzensiz el-kol
hareketleriyle, şuursuzca kaçmaya çalışırlar.
Âyette, beklenmedik bir anda korkutucu bir
şeyle karşılaşan ve içgüdüsel olarak elini kolunu açıp korunma durumuna geçen
insanın, korku sebebi ya da nesnesi ortadan kalktıktan sonra kolunu/kanadını
indirip, kendini toplamasını dile getiren bir ifade yer almaktadır. Nitekim bir
kuş, tehlike anında korkuyla kanatlarını açar, korkunun olmadığı bir anda ise
-yere konduğunda- kanatlarını katlar/kapar. Yüce Allah, Hz. Mûsâ’ya, tıpkı iki
kanat konumunda olan kollarını korkudan dolayı açıp durmamasını, onları
üzerine doğru çekip kendini toplamasını söylemiştir. Böylece ona cesaret ve
güven duygusu aşılamış, huzursuzluk ve korku anında ona destek vermiştir. [83]
Hz. Mûsâ, yılan haline dönüşen asâdan, Firavun ve çevresinden korkuyordu.
Yüce Allah, bu korkuyu aşabilmesi için elini göğsüne koymasını istemiştir.
Böylece Hz. Mûsâ’ya, herhangi bir korku anında da, kaçmamasını, kendine çeki
düzen vermesini, cesaret ortaya koymasını öğretmiştir.[84]
Hz. Mûsâ, hiçbir maddî güç ve donanıma
sahip olmadan, baskıcı ve sınır tanımaz bir yönetime karşı çıkmak üzere gönderiliyordu.
Böyle bir durumda hiçbir insan korku ve dehşete kapılmaktan kendini alamazdı.
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’ya, korku anında, kolunu kendisine doğru çekmesini ve
böylece kalbine cesaret geleceğini, kimsenin onu korkutup ürkütemeyeceğini
söylemiştir. Tehlike anlarında bu davranışı yapması halinde, Fir’avn’ın güç ve
otoritesinden dolayı kalbinde herhangi bir sarsıntı meydana gelmeyeceğini
açıklamıştır. [85]
Âyette sözü edilen iki delil (asâ ve
kusursuz beyaz el mucizesi), Hz. Mûsâ’nın maddî ve manevî her türlü korkuya
bağışık kalabilme gücü olarak anlaşılabilir. Hz. Mûsâ, Allah’ın her
yerde hâzır ve nâzır olduğundan yana duyduğu inanç sayesinde kendisinde bu
gücü bulmuştur. [86]
Hz. Mûsâ’ya yılana dönüşen asâ ile,
kusursuz bembeyaz olarak çıkan el mucizesinin birlikte verilişi dikkat
çekicidir. Asânın yılana dönüşmesi Mûsâ’da korku ve panik yaratmıştır. Kusursuz
beyaz olarak ortaya çıkan el ise bunun tam tersi bir duygu yaratmış olmalıdır.
Yılana dönüşen asâ istenmeyen, korkulan bir durum olurken;
kusursuz bembeyaz el,[87]
hoşlanılan, istenen bir ruh hali ortaya çıkarmıştır. Yüce Allah burada, korku
veren uyaranla birlikte, hoşa giden ve istenen bir uyaranı vermiştir. Bunun
amaçlarından birisi, korku konusunda Mûsâ’yı yeniden şartlandırma yoluyla
eğitmek olabilir. Yeniden Ortaya Çıkan Eski Bir Korku
Hz. Mûsâ, ölümüne sebep olduğu bir adam
yüzünden Mısır’dan kaçmak zorunda kalmıştı. Yüce Allah, onu ilâhî mesajları
Firavun’a götürmek üzere görevlendirince, tekrar eski korkusu ortaya çıktı.
Firavun ve çevresinin, geçmişte meydana gelen bu olayı yeniden gündeme taşıyıp
kendisini cezalandırmalarından endişe etti. Firavun’un karşısına ilâhî
mesajlarla çıktığında karşılaşacağı zorlukların yanında, bir de eskiden
meydana gelmiş bir olaydan dolayı cezalandırılma, hatta öldürülme riski vardı.
Mûsâ, bu kritik durumdan dolayı duyduğu endişeyi şu şekilde dile getirmişti:
“Rabb’im, dedi, ben onlardan bir kişi öldürmüştüm, beni öldürmelerinden
korkuyorum.”[88]
“Hem benim üzerinde onlara karşı işlediğim bir günah var. (Vaktiyle onlardan bir
adam öldürmüştüm), onların beni öldürmelerinden korkuyorum. ”[89]
Hz. Mûsâ, bu sözü, peygamberlik görevini
reddetmek, korktuğu için Fir’avn’ın karşısına çıkmaktan kaçınmak için söylememiştir.
O, bunu söylerken, kendi canından korktuğunu değil, kendisine verilen görevi
yerine getiremeyeceğinden endişe ettiğini belirtmiştir. Daha henüz elçilik
görevini tam olarak yerine getirmeye fırsat bulamadan, vaktiyle karışmış
olduğu cinayetin önüne sürüleceğinden endişe etmiş, bu yüzden kısas yapılmak
suretiyle öldürülmekten korkmuştur. Mûsâ’nın bu korkusu, insan doğasının bir
gereği olarak görülmüştür. [90]
Firavun’un karşısına çıkmadan önce
Mûsâ’nın kaygılandığı durum, Firavun tarafından dile getirilmiştir. Fakat, Mûsâ
gerek bu konuda gerekse hiçbir koşulda Firavun’dan korkmayacağını, ilâhî koruma
altında bulunduğunu açıklamıştır: “Ve sonunda o yaptığını da yaptın, sen
nankörlerden birisin. (Mûsâ): “Onu yaşadığım zaman şaşkınlardan idim”
dedi. “Sizden korkunca aranız dan kaçtım, sonra Rabb’im bana hükümdarlık
verdi ve beni elçilerden yaptı. ”[91]
Hata eseri sebep olduğum ölümden dolayı
bana suç yükleyeceğinizden ve beni öldüreceğinizden korktum. Canımı kurtarmak
için aranızdan kaçtım ve böylece Allah beni sizden kurtarmış oldu. Fakat artık
Allah bana önemli bir güç ve peygamberlik görevi verdi. Bundan sonra sen ne
yaparsan yap, senden asla korkmuyorum. Beni bu güne kadar koruyan Allah, bundan
sonra da koruyup gözetecektir.[92]
VIII. Korkuya Karşı Maddî ve Manevî Destek
Hz. Mûsâ, ilâhî desteğe güvenmesine
rağmen, Firavun’un karşısına çıkarken kardeşi Hârûn’un kendisini doğrulayan,
destekleyen biri olarak yanında bulunmasını istemiştir. Manevî desteğin
yanında somut desteğe de ihtiyaç duymuştur:
“Kardeşim Hârun, o, dil bakımınd,an benden daha güzel konuşur.
Onu da benimle beraber, beni d,oğrulayan bir yardımcı olarak gönder. Zira ben,
beni yalanlayacaklarından korkuyorum.”[93]
Hz. Mûsâ, kendisine verilen görevin
ağırlığı dolayısıyla içinin daraldığını belirtmekte ve kalbine genişlik
verilmesi için ilâhî desteği yanında hissetmek istemektedir. Hârûn’un
sağlayacağı maddî desteğin yanında, her fırsatta ilâhî destek ve güvenceyi
talep etmektedir: “Mûsâ dedi ki: “Rabb’im, benim göğsümü aç. Bana işimi
kolaylaştır. ”[94]
Hz. Mûsâ, çok büyük/ağır bir görev
üstlendiğini; yeryüzünün en büyük, zorba, inatçı, inkârcı, hakimiyet alanı
geniş, güçlü bir orduya sahip kralına ilâhî mesajları götürmek durumda
olduğunu dile getirmiştir. Bu şartlar altında insanın soğukkanlı olmaya ve
gönül rahatlığına ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Hz. Mûsâ’nın, “göğsümü aç”
şeklindeki isteği şu şekilde yorumlanmıştır: Bana Firavunun karşısına çıkmaya
cüret edebilecek cesareti ver.[95]
Korku ve kaygının insanın iç dünyasını
olumsuz etkilediği ve buna bağlı olarak nefes tıkanması, sık sık soluma, kalp
çarpıntısı gibi durumların meydana geldiği bir gerçektir. Firavun’un karşısına
çıkıp ilâhî mesajları bildirmekle görevlendirilen Hz. Mûsâ da yaşadığı kaygıdan
dolayı kalbinin daraldığını, sıkıldığını ifade etmiştir: “(Mûsâ):
“Rabb’im, dedi, ben, onların beni yalanlayacaklarından korkuyorum. Göğsüm
daralıyor, dilim açılmıyor, (tutukluk yapıyor), onun için Hârun’a da elçilik
ver. ”[96]
Hz. Mûsâ, peygamberlik görevini lâyıkıyla
yapabilmek ve Allah’tan başkasından korku duymamak için Allah’a duâ etmiştir.
O’ndan kalbine güç ve dayanıklılık vermesini istemiştir.[97]
İnsanın gönlünün genişlemesi, Allah’tan
korkup insanlardan korkmama alışkanlığı kazanmak suretiyle olur. Kişi böylece,
Allah dilemedikçe hiçbir gücün kendisine zarar veremeyeceğine inanır. Esas
olarak insanı sıkan iki tür korku vardır. Bunlardın birisi can korkusu, diğeri
de rızık endişesidir. İşte bunlar insanın kalbini daraltırlar. Hz. Mûsâ,
gönlünün genişletilmesini yani Firavun’la karşılaşırken kendisinden her türlü
korkunun giderilmesini istemektedir.[98]
Hz. Mûsâ, ayrıca kardeşi Hârûn’un yardım
ve desteğini de istemekte, çünkü böylesi zor bir göreve yalnız gitmekten endişe
duymaktadır. Harun sayesinde gücüne güç katacağını düşünmektedir. Firavun’un
karşısına yalnız çıkmasının bir yararı olmayacağını düşünmektedir.[99]
Bu istek üzerine Yüce Allah, onu kardeşiyle
desteklemiş ve güçlendirmiştir:[100]
“(Allah) dedi:
“Seninpazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir yetki vereceğiz
ki, âyetlerimiz sayesinde size asla erişemeyecekler. İkiniz ve size uyanlar
üstün geleceksiniz!”[101]
Âyette sözü edilen, “pazunun
güçlendirilmesi” temsilî bir anlatımdır. İnsanın elinin gücü pazusunun gücüyle
kendini gösterir. Âyette anlatılmak istenen şudur: Yüce Allah, Mûsâ’nın
pazusunu kardeşi aracılığıyla güçlendireceğini yani ona ihtiyaç duyduğu destek
ve takviyeyi sağlayacağını açıklamıştır.[102]
Yüce Allah, Mûsâ ve Hârûn’a Firavun karşısında
sağlayacağı desteği çok açık tasvirlerle ve ikna edici ifadelerle
açıklamıştır: “Dediler ki: Rabb’imiz,
onun bize taşkınlık etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz. ” “Korkmayın
dedi, ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.”[103]
“(Allah): “Hayır, dedi, ikiniz de âyetlerimizle gidin, biz sizinle beraberiz,
(aranızda geçenleri) dinliyoruz. ”[104]
Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn, Firavun’un karşısına
çıktıklarında meydana gelmesi muhtemel gelişmelerden dolayı kaygı ve endişelerini
Allah’a arzettiler. Firavun’a yaptıkları davet ve uyarı sırasında onun
kendilerine saldırabileceğinden, henüz mucizeleri ona gösteremeden aceleyle
kendilerini cezalandırabileceğinden yakındılar. Peygamber olsalar bile, onlar
da herkes gibi birer insandılar ve doğal olarak korkuya kapıldılar. Korkuları
giderilip sakinleşinceye kadar da Firavun’un karşısına çıkmadılar.[105]
Yüce Allah, onlara bu şekilde
kaygılanmamalarını, yardımının ve desteğinin onlarla beraber olduğunu, onları
duymakta ve görmekte olduğunu söylemiştir. Firavunla karşılaştıklarında onları
koruyup gözeteceğini, endişe etmelerine gerek olmadığını açıklamıştır.
Onlardan, Kendisi’ne güvenmelerini istemiştir.[106]
Yüce Allah, Mûsâ ve Hârûn’a, hem “sizinle
beraberim” hem de “sizi duymaktayım” diyerek korkularını gidermeye
çalışmış; onlara fazlaca teselli/moral vermek istemiş, tam bir koruma ve destek
sağladığını belirtmiştir.[107]
IX. Bir Başa Çıkma Yöntemi Olarak Korkutma
(Firavun’un Hz. Mûsâ’yı Tehdit Etmesi)
Firavun, şiddet uygulayarak ve tehditler
savurarak insanları korkutan, onlarda güvensizlik ve çaresizlik yaratan,
böylece kendisine itaat etmelerini, bağlılık göstermelerini sağlayan bir
idarecidir. Hz. Mûsâ ile yaptığı tartışmada başarılı olamayan ve sonuç
alamayacağını anlayan Firavun, çareyi tehditler savurmakta bulmuştur.
Tehditleriyle Mûsâ’yı korkutmayı ve etkisiz hale getirmeyi amaçlamıştır:
“(Firavun, ey Mûsâ) dedi: “Ant olsun ki bend,en başka tanrı edinirsen,
seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım. ”[108]
Firavun, eğer benden başka tanrı edinirsen
seni mutlaka zindana atarım yerine, zindandakilerden ederim, demiştir.
Bununla, zindandakilerin başına gelen feci, korkunç ve can yakıcı durum senin
de başına gelebilir, demek istemiştir. Eğer Firavun, “seni zindana atarım”
demiş olsaydı, burada kastedilmek istenen mana ortaya çıkmazdı. Bir insanın
başına gelebilecek en büyük tehlikelerden birisiyle Mûsâ’yı korkutmuştur. Hz.
Mûsâ’nın getirdiği güçlü deliller ve sergilediği kararlı tutum karşısında
Firavun, çareyi şiddete başvurmakta bulmuştur. Onunla tartışmaktan vazgeçerek
tehdit etme yoluna gitmiştir.[109]
Firavun’un zindanlarına ilişkin şu
bilgiler aktarılır: Yerin altında derin, dipsiz çukurlar hazırlanmıştır.
Cezalandırılacak kimseler buralara tek başına, hiçbir şey görmeyecek ve
işitmeyecek şekilde -ömür boyu- atılırlar, ki bu ölümden de beter bir durumdur.[110]
Firavun’un tehditleri karşısında Hz. Mûsâ,
Allah’a olan güveninin tam olduğunu, hiçbir baskının kendisini inandığı doğruları
açıklamaktan vazgeçiremeyeceğini ilan etmiştir: “Firavun dedi: “Bırakın
Mûsâ’yı öldüreyim de, Rabb’ine yalvarsın (bakalım O, Mûsâ’yı kurtaracak mı?)
Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden ya da yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından
korkuyorum. ” Mûsâ dedi: “Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de
Rabb’im, sizin de Rabb’iniz olan Allah’a sığındım. ”[111]
Firavun, çevresindeki ileri gelenlere,
Mûsâ’yı öldürmek istediğini söylemiş ve bu konuda kendisine destek vermelerini
istemiştir. Hz. Mûsa’nın yalan söylediğini ve onu kuruyabilecek bir tanrının
bulunmadığını ileri sürmüştür.
Firavun, çevresindeki insanlara Mûsâ’yı
öldürmek istediğini söylerken şöyle bir gerekçe ileri sürmüştür: Mûsâ’nın sizin
dininizi bozmasından ve kendi dinine sokmasından; insanlar arasında ayrılık
çıkarmasından, düşmanlık, çatışma ve savaşa yol açmasından korkuyorum. Bu
açıklamayı çevresindekilere öğüt veren ve onları korumak isteyen birisi gibi
yapmıştır.[112]
Firavun’un bu tehditleri karşısında Hz.
Mûsâ, Allah’a sığındığını ve O’nun kendisini mutlaka koruyacağına olan inancını/güvenini
itiraf etmiştir. İçinde bulunduğu tehlikeli durum karşısında Allah’ın
korumasına sığındığını ve O’ndan yardım beklediğini açıklamıştır. Kendi
geleceği ile ilgili bütün beklentilerini, en kibirli insandan daha yüce ve en
zorba olan insandan daha kahhâr olan Allah’a bağladığını söylemiştir.[113]
X. Büyü ve Korku
Büyü, ilkel insanların dünya görüşlerinde
etkisi, yaşantılarında önemli rolü olan gizli bir güçtür. Büyücülerde var
olduğuna inanılan güç iyi ya da kötü amaçlarla kullanılabilmiştir. Hurafelerle
başlayan büyü, öncelikle ruhban sınıfını ortaya çıkarmıştır. Rahipler birer
büyücü olarak devlet kadar güçlü bir sınıf oluşturmuşlardır. Buna örnek olarak
eski Mısır’ı gösterebiliriz.[114]
Konumuzla ilgisi açısından burada büyü
çeşitlerinden korkutma büyüsüne yer vermek istiyoruz. Bu büyüde büyücü bizzat
korku duygusu içerisine düşmüş gibi yapar. Çığlıklar atarak, silah sallayarak,
meşale yakarak bir ayin havası oluşturur. Bir kişi ayine uygun olarak korkudan
tutulmuş gibi büyülü sözler mırıldanır. Bu korku rakip büyücüye yansıtılarak
uzaklaştırılmaya çalışılır. [115]
Büyü yapmak için sayısız varlık ve
nesnelerden yararlanılır. Büyü aracılığıyla büyülenen kimsenin iradesine etkide
bulunulur.[116]
İlk çağlarda başlayan büyü, M.Ö. 3000
yılında, Mısır’da altın çağını yaşamıştır. Büyücülük eski Mısır’ın dinî
hayatında önemli bir yer işgal etmiştir. Mısır büyücülüğünün amacı insana
olumlu ve olumsuz güçlerle başa çıkabilme yeteneği kazandırmaktı. Mısır
büyücülüğünde tılsımlar sadece büyücüler tarafından değil, halk tarafından da
kullanılmıştır. Büyücüler saraylarda firavunlara danışmanlık yapmışlardır.[117]
Firavun, Hz. Mûsâ’nın getirdiği ilâhî
kanıtları geçersiz kılabilmek için büyücülerden yardım istemiştir. Mûsâ’yı
yenebilecek güç ve kabiliyetin onlarda olduğunu düşünmüştür. Büyücüler o günkü
koşullarda insanları etkileyebilecek en etkili, en yetenekli ve en donanımlı
kimselerdi. Kalabalık halk kitlesinin önünde Hz. Mûsâ ile büyücülerin rekâbet
etmeleri kararlaştırılmıştı. Büyücüler Firavun adına Hz. Mûsâ’nın getirdiği
ilâhî kanıtları geçersiz kılmaya çalışacaklardı. Karşılaşmanın ilk aşamasında
büyücüler, Mûsâ’da korku uyandırmayı başarabilmişlerdi:
“Dediler ki: “Ey Mûsâ, ya sen at ya da önce atan biz olalım. ”
“Hayır, siz atın!” dedi. Bir de ne görsün; büyülerinden ötürü onların ipleri
ve sopaları, kendilerine, gerçekten koşuyor gibi görünüyor. Bu yüzden Mûsâ,
içinde korku duydu. Biz:: “Korkma, dedik, üstün gelecek sensin sen! Sağ
elindekini at, onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları, bir
büyücünün hilesidir. Büyücü de nereye varsa iflah olmaz!”[118]
Yarışma alanına gelen büyücüler, Hz.
Mûsâ’ya, kimin önce hünerini göstereceğini sormuşlardır. Mûsâ, önce onların büyülerini
göstermelerini istemiştir. Büyücüler, gözbağcılık, kitle göz aldatmacası
yoluyla öyle bir oyun düzenlediler ki, halkın gözünü bağladılar, korkuyla
onları şaşkına çevirdiler. Bunun üzerine büyücülerin attıkları ipler ve
değnekler halka yürür gibi görünmüştür. Korkunç yılanların hareket ettiği bir
manzara şeklinde algılanmıştır. Burada, büyüden dehşete düşenin sadece halk
olmadığı, Mûsâ’nın da bir an için ondan etkilendiği anlatılmaktadır.
Hz. Mûsâ’nın elinde olmadan büyüden korkmasında anormal bir durum yoktur, çünkü
o da herkes gibi bir insandır.[119]
Korkunun ardından Allah, Mûsâ’nın kalbini
kuvvetlendirmiş, ona soğukkanlı olmasını ve gönlünü rahat tutmasını söylemiştir.[120]
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’ya, önce korkmamasını
ardında da üstün geleceğini söylemiştir. Allah, ona ‘üstün geleceğini’ söyleyerek
güven vermiştir. Bunu söylerken kullandığı “inneke ente’l- a’lâ” ifadesi
mübâlağa içerir. Şöyle ki, anlam, önce “inne” edatıyla pekiştirilmiştir. “Ke”
ve “ente” zamirleri tekrar edilmiştir. Açıkça üstün gelmeyi anlatan “uluvv”
kelimesi getirilmiştir. Ayrıca bu kelimenin başında lâm-ı tarif yer almıştır.[121]
Böylece Hz. Mûsâ’yı, güvende olduğu konusunda ikna edebilmek için en etkili
ifade kullanılmıştır.
Hz. Mûsâ, büyücüler karşısında başarılı
olamamaktan ve onlarla başa çıkamamaktan dolayı da korkmuş olabilir. Oysa Yüce
Allah, Mûsâ’ya büyücülere karşı üstün gelebilecek güç ve imkanı vermiştir.
Yüce Allah, ondan bu gücün üstünlüğüne güvenmesini ve rakiplerinden daha iyi
olduğunu kabul etmesini istemiştir. Bu yöntem Mûsâ’ya korkularını yenme imkanı
sağlamıştır.
Büyücülerin, insanlar üzerinde hedef
aldıkları temel duygu güven eğilimiydi. İnsanlar üzerinde korku ve dehşet hissi
meydana getirerek etkide bulunuyorlardı. Bu ayrıntı, Firavun’un korkutmaya
dayalı yönetim biçimiyle de örtüşüyordu:
“Siz atın” dedi. (Hünerlerini ortaya) atınca, insanların gözlerini
büyülediler, onları ürküttüler ve büyük bir büyü ortaya getirdiler. Biz de
Mâsâ’ya: Asânı at!” diye vahyettik. Bir de baktılar ki o, onların uydurduklarını
yakalayıp yutuyor. Gerçek ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları batıl oldu.”[122]
Büyücüler büyü yoluyla halkın gözünü
bağladılar, attıkları ipleri ve değnekleri yürür gibi göstererek halkı
korkuttular. İnsanları, sanki korkutulmayı ister gibi bir duruma soktular yani
onlarda korkma isteği uyandırdılar.[123]
Anlatıldığına göre, iri iri halatları, uzun sırıkları ve sopaları ortaya atmak
suretiyle bütün meydanı iç içe girmiş, sarmaş dolaş olmuş, hareket eden,
birbirinin üzerine atılan yılanlarla doluymuş gibi gösterdiler. Hayalî olan
şeyleri, gerçekten varmış gibi sundular. Çok ürkütücü, dehşet verici, korkunç
bir manzara sergilediler.[124]
Ruhları korkuya yenik düşen insanlar,
deniz yolculuğunda kayaları korsan gemisi gibi algılarlar. En sağlam karakterli
insanlar bile korku sürecinde sağlıklı düşünme kabiliyetini kaybedebilir,
büyük şaşkınlıklar yaşayabilirler. Meslekleri gereği korkmamaları gereken nice
askerlerin, korku yüzünden bir koyun sürüsünü zırhlar kuşanmış alay,
sazları-kamışları mızraklı birlikler olarak gördükleri söylenir.[125]
İnsan bir şeyden korkuyorsa onun etkisi
altında kalır ve korktuğu şeyi tecrübe eder. Uyku tutmayacağından korkan bir
kimseyi, uyku tutmaz. Hazımsızlıktan korkan kimse hazımsızlık çeker.
Hastalıktan korkan kimseyi tedavi ve ilaçların iyileştirmesi zordur.[126]
İlâhî yönlendirmeler doğrultusunda Hz.
Mûsâ, değneğini atınca, kocaman bir yılan olan değnek büyücülerin yalan ve hilelerini
yutmuş, sihri yok etmiştir. Ortada olağan dışı bir şey olmadığı, görünenlerin
bir göz yanılgısından ibaret bulunduğu meydana çıkmıştır. Hz. Mûsâ’nın yılana
dönen asâsı, büyünün etkisini kırmış, yılan gibi algılanan ip ve sopaların
gerçek haliyle görülmesini sağlamıştır.[127]
Ortaya çıkan bu durum, en büyük tesiri
büyücüler üzerinde göstermiştir. Büyücüler hiç beklemedikleri ve kendilerinin
yaptığı gibi büyü olarak değerlendirdikleri ilâhî mucizeyi gördüklerinde büyük
bir korkuya ve dehşete kapılmışlardır.[128]
Büyücüler, Firavun adına kitleleri
etkileyen ve onları yönlendiren önemli bir siyasi güçtü. Firavun’un
otoritesini sağlamlaştırmak için Hz. Mûsâ’nın getirdiği ilâhî kanıtları
geçersiz kılma görevi de onlara verilmişti: “Mûsâ onlara: “Atacağınızı
atın!” dedi. İplerini, değneklerini attılar ve: “Firavun’un şerefine biz,
elbette galip geleceğiz” dediler. Mûsâ da asâsını attı. Birden o onların uydurduklarını
yutmaya başladı. ”[129]
Büyücüler, sihir yapmak için
hazırladıkları nesneleri, o günkü gelenekler uyarınca Firavun’un adına yemin
ederek ortaya koydular. Hz. Mûsâ da elindeki asâsını bıraktı, asâ sihirbazların
uydurdukları şeyleri -gerçeği başka bir şekle dönüştüren, ipleri/sopaları
canlı ve hızla hareket eder gibi gösteren hayal ürünlerini- yuttu ve ortada
onlardan herhangi bir eser kalmadı.[130]
Büyü karşısında, içinde korku duymaya
başlayan Mûsâ’ya Yüce Allah tarafından güven duygusu verilmiş ve kendisinin
galip geleceği vahyedilmiştir. Yapılan büyünün bir tür hayalden ibaret olduğu,
ortadan kaybolacağı ve ilâhî gerçeğin meydana çıkacağı açıklanmıştır. İlâhî
yönlendirmeler doğrultusunda Hz. Mûsâ değneğini yere atmış ve büyük bir
ejderhaya dönüşen değnek olağanüstü bir güç ve hızla büyüleri yutup yok
etmiştir. Böylece, büyücülerin büyülerinin uydurma ve gösterişten ibaret
olduğu, gerçekliğinin ve sürekliliğinin bulunmadığı kanıtlanmıştır. Burada
asıl kanıtlanan, Hz. Mûsâ’nın eliyle gerçekleşen şeyin ilâhî bir mucize
oluşudur.[131]
XI. Yılan-Ejderha Sembolü
Yılan sembolü kıssada ilk kez Mûsâ’nın ilk
ilâhî hitapla karşılaştığı sırada ortaya çıkmıştır. Büyücülerin insanları korkuttukları
nesnelerin de yılanlara benzedikleri anlaşılmaktadır. Nihayet Mûsâ’nın asâsı
büyücülerin hayallerini yutarak yok eden büyük bir ejderhaya dönüşmüştür. Bu
süreç içerisinde yılan ve ejderhanın taşımış olduğu sembolik anlamları ortaya
koymamız gerekmektedir. Konuya, yılan ve ejderha sembollerinin evrensel
kültürde ve Mûsâ’nın içinde yaşamış olduğu Mısır toplumunda neleri temsil
ettiğini belirleyerek başlamak yerinde olur.
Jung, semenderi, dragonu, ejderhayı ortak
bilinçaltının simgeleri olarak değerlendirmiş, düşlerin gerçek dışı, dehşet ve
korku yaratan ögeleri olarak yorumlamıştır. Yılan figürleri, ejder, büyücü,
cadı vb., kolektif bilinçdışının içeriğini ve belirgin motiflerini ifade eder.
Bu ve benzeri arketipler doğuştan önce var olan ruh halini ve eğilimleri
belirtirler.[132]
Jung’a göre, bir kollektif bilinçaltı
vardır ve kalıtımsal bir mahiyet taşır. Arketipler bilinçaltında bulunur.
Bunlar her insanda yer alan eski hayallerdir. Bu eski hayaller yani
arketipler, insan deneyiminin en derin yerlerinden gelen sembollerdir.
Arketipler, içgüdülerin kendi eseri olan özben portreleridir ve imgelere
dönüşmüş ruhsal süreçlerdir. Bilinç ötesine ait olan ve ruhtan kaynaklanan
arketipler, metafizikseldir.[133]
Kollektif biliçndışı, gizli imgeler
topluluğundan oluşur. Bu imgeler insana atalarından aktarılır. Onlar, sadece
insanlık tarihinin değil, insan öncesi evrimin de bir ürünüdürler. Örneğin insanın
yılandan korkması için yılanla karşılaşmış olması gerekmez. Yılandan korkma
eğilimi, insanoğlunun kuşaktan kuşağa aktardığı, beyin dokusuna işlemiş bir
durumdur.[134]
Soğukkanlı bir hayvan olan yılan, ruhun iç
bölümünü, karanlık ruhu, bilinçaltını, ender, anlaşılmaz, korkutucu, düşman
olanı, aniden insanın önüne çıkanı temsil eden hayvandır. İçgüdüsel ve
karanlık ruhun simgesi olan yılan Batı’da zararlı bir hayvan olarak kabul
edilirken, doğuda yararlı sayılır.[135]
Yılan, evrensel simgelerin başta
gelenlerindendir. Mitolojilerde saç ve yılan paralelliği dikkat çekmiştir.
Bununla ilgili olarak Mısır mitolojilerinde, “Ben kalpleri yakan, şiddet saçan
bir Uraei’yum; vücuttaki ölmeyen, güçlü tanrılardan biriyim” denir. Yine Mısır
mitolojilerinde yılan, “Ben yılan Sata’yım, ölürüm ve yeniden doğarım” der.[136]
Mısırlıların kutsal yılanının “kendini
büyütebilen ya da mikroskobik görünmez boyutlara indirebilen bir yılan olduğu”
belirtilir. Mısır mitolojilerinde, başlangıçta dişi ve erkek bir çift yılanın
kaostan tanrısal düzeni oluşturduğu anlatılır.[137]
Kybele ile Ofiyon adlı yılanların sevişmesi sırasında çıkan sarsıntıdan evrenin
oluştuğu yönünde öyküler anlatılmıştır. İlkel dinlerin çoğunda yılan kutsal
sayılmış, hatta yaratıcı tanrı olarak kabul edilmiştir. Deri değiştirdiğinden
dolayı yılanın ölümsüz olduğuna inanılmıştır.[138]
Rüyaların pek çoğunda yılanlar korku
verici unsurlar olmuştur. Bazen yılanlar rüyalarda cinsellik, bilgelik ya da
birlik metaforları olmuşlardır.[139]
Mısır mitolojilerinde yılanın kutsallığı,
ölmezliği, şiddet ve güç sahibi olduğu kabul edilmiştir. Bu durum insanların
yılanlardan daha fazla çekinmesine ve korkmasına yol açmıştır. Nitekim Hz.
Mûsâ’nın karşısına çıkan büyücülerin yılan benzeri tasvirlerle insanları
etkiledikleri ve onları korkutmayı başardıkları anlatılmıştır.
Hz. Mûsâ’ya verilen asânın mucizevî bir
şekilde yılana ve ejderhaya dönüşmesinin, yılanla ilgili eski Mısır
inançlarıyla ilişkisi olması muhtemeldir. Zaten soğuk ve ürkütücü olabilen
yılan, birtakım inanışlarla da desteklenince tam bir korku fenomeni halini
almış olabilir.
Yüce Allah, Mûsâ’nın asâsına verdiği güç
ve yeteneklerle, Mısır halkına, mutlak kudret sahibinin kendisi olduğunu, yılan
gibi birtakım sembollere hayâlî güçler atfedip onlardan korkulmaması
gerektiğini öğretmek istemiştir.
Allah, asâyı yılana çevirerek Mûsâ’nın
korkmasını, sonra onu tekrar eski haline döndürerek güven duymasını sağlayarak,
ona mutlak korkuyu ve güveni insanlara verebilecek gücün Kendi’si olduğunu
hatırlatmıştır. Ona gerçek ve imgesel her türlü korku ve güvensizlik durumunda
Kendisi’ne sığınması gerektiğini belletmiştir.
Musâ kıssasında büyücüler yılan benzeri
figürlerle insanları korkutmaya çalışırken, ilâhî gücü temsil eden asâ, büyük
bir ejderhaya dönüşerek hayal ürünü korku unsurlarının hepsini ortadan
kaldırmıştır. Böylece açık bir şekilde hayalî güçlerden korkmanın anlamsız
olduğu orada bulunan herkese gösterilmiştir. Mutlak güç ve kudret sahibinin,
insanlara gerçekte korku ve güven verenin Allah olduğu kanıtlanmıştır.
XII. Bir Başa Çıkma Yöntemi Olarak Korkutma
(Firavun’un İman Eden Büyücüleri Tehdit Etmesi)
İlâhî kanıtlar karşısında büyüleri işe
yaramayan büyücüler, Hz. Mûsâ’nın getirdiği ilâhî masajlara iman etmişlerdir.
Firavun yine her zamanki gibi korkutma ve tehdit yolunu deneyerek büyücüleri
imanlarından geri çevirmek istemiştir. Hakimiyet ve otoritesini koruyabilmek
için çareyi yine tehdit ve korkutmada bulmuştur:
“(Firavun) dedi: “Ben size izin vermeden mi ona inandınız? O, size
büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse size ne yapacağımı yakında bileceksiniz:
“Ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve hepinizi asacağım!”
“Zararı yok, dediler, nasıl olsa biz Rabb’imize döneceğiz. Biz ilk inananlar
olduğumuz için Rabb’imizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.”[140]
“Firavun: “Ben size izin vermeden ona inandınız mı? dedi. “Bu, bir
tuzaktır, şehirde bu tuzağı kurdunuz ki, halkını oradan çıkarasınız, ama
yakında başınıza gelecekleri bileceksiniz! Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama keseceğim, sonra hepinizi (hurma dallarına) asacağım!” Dediler ki:
“Biz zaten Rabb’imize döneceğiz! Rabb’imizin, bize gelmiş olan âyetlerine
inandığımız için bizden öc alıyorsun. Ey Rabb’imiz, üzerimize sabır boşalt ve
bizi Müslümanlar olarak öldür!”[141]
Büyücülerin, kendisinden izin almadan iman
etmelerine çok kızan Firavun, onları feci işkence ve ölümle tehdit etmiştir.
Onlar ise bu ağır tehdide rağmen imanlarında direnip kararlılık
göstermişlerdir. Yapmış oldukları bu tercih sebebiyle zarara uğramayacaklarını
yani sonuçta kaybedenlerden olmayacaklarını söylemişlerdir. İmanları sayesinde
Yüce Allah’ın bağışına, sevabına ve manevî yakınlığına kavuşacaklarını
açıklamışlardır. Bunun kendileri için her şeyden daha önemli olduğunu ve maddî
hayat endişesiyle Firavun’un tehditlerine önem vermeyeceklerini
belirtmişlerdir. Ne şekilde ölürse ölsünler, sonuçta âhirete gideceklerini, er
ya da geç Allah’ın huzuruna çıkacaklarını, O’nun rahmet ve iyiliğine kavuşmayı
umduklarını söylemişlerdir. Çünkü, Allah’ın vereceği sevap Firavun’un
verebileceklerinden daha değerlidir. Allah’ın insanları cezalandırması
Firavun’unkinden daha sınırsızdır.[142]
İmanı, ilâhî kanıtları, Firavun’a ve onun
taraftarı olmaya, sağlayacağı güvene/kurtuluşa tercih etmişlerdir. Firavunun
kendilerine yapacağı iyilikle ilgilenmediklerini, azabından da korkmadıklarını
belirtmişlerdir.[143]
Katışıksız imanın verdiği güven duygusuyla
Firavun’a meydan okuyacak cesareti kendilerinde bulabilmişlerdir. Tehdit edildikleri
en korkunç işkenceler karşısında inançlarından vazgeçmeyi düşünmemişlerdir.
Çünkü, sağlam iman, insanı ölüm korkusu başta olmak üzere her türlü korkudan
kurtarır.
İnsan kaybettiği değerlere karşılık daha
kıymetlisini kazanacağına inanırsa, kayıplarından dolayı kaygıya ve korkuya kapılmaz.
Büyücüler, Allah’ın iyiliğini ve bağışını hayatta kalmaya tercih etmişlerdir.
Allah’ın iyiliğini ve bağışını ümit etmeye başladıkları andan itibaren,
Firavun’un’un tehditleri onları korkut- mamıştır. Çünkü iman etmek suretiyle
elde edecekleri şeylerin, kaybedeceklerinden kat kat üstün olduğunu
görmüşlerdir.
Doğrusu, daha küçük iyileri korumak adına,
daha büyük iyilerin uçup gitmesine göz yumanlar gerçek korkaklardır.
Firavun’un burada yapmış olduğu tehdidin
muhatabı sadece büyücüler değildir. Firavun, büyücülere uyarak iman edebilecek
diğer insanları da korkutmak istemiştir.[144] Fakat
Firavun’un tehditleri, büyü ile ilâhî gerçeklik arasındaki farkı gören insanların
iman etmelerini engelleyememiştir.
XIII. Mısır’dan Kaçış: Korku ve İlâhî Koruma
Hz. Mûsâ, İsrâil oğullarıyla birlikte
Mısır’dan kaçarken korku ve ilâhî koruma iç içe yaşanmıştır. Firavun’un ordusu
tarafından takip edilen ve maddî hiçbir güvencesi olmayan İsrâil oğulları
büyük bir korku yaşamıştır. Yüce Allah, öncelikle Hz. Mûsâ’ya ilâhî koruma
altında olduklarına dair kesin bir güven duygusu vermiştir:
“Ant olsun, Biz Mûsâ’ya: “Kullarımı geceleyin Mısır’dan çıkarıp
yürüt; asânla suya vur, denizd,e onlar için kuru bir yol aç. (Firavun’un sana)
yetişmesind,en korkma, (boğulmaktan) endişe etme” diye vahyetmiştik.”[145]
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’dan Firavun’un
zulmünden kurtarması için İsrâil oğullarını Mısır’dan çıkarmasını istemiştir.
Hz. Mûsâ’ya, asâsını Kızıldeniz’e vurmasını ve karşıya geçebilmek için kuru bir
yol açılacağını söylemiştir. Bu kaçış sırasında Firavun’un ve ordusunun gelip
kendilerini yakalamasından korkmamasını, boğulmaktan endişe duymamasını
belirtmiştir. Allah tarafından korunma altında olduklarını açıklamıştır. [146]
Yüce Allah, Hz. Mûsâ’yı Firavun’un ordusu
ile karşı karşıya bırakmadığını, Kendi’sinin olaya müdahale edeceğini, bu
yüzden korku duymamasını istemiştir. Onun bu yüzden korku içinde değil, güvende
olmasını istemiştir. Âyette “havf” ve “haşyet” kelimeleri arka arkaya
kullanılmıştır. Buradaki havf, Firavun ve ordusundan korkmamayı, haşyet ise
denizde boğulmaktan endişe etmemeyi anlatır.[147]
Firavun’un ordusunu üzerlerine gelirken gören ve
büyük bir panik yaşayan İsrâil oğullarını teselli etmek ve onları Allah’a güvenmeye
çağırmak Hz. Mûsâ’ya düşmüştür: “(Firavun ve adamları), güneş doğarken onların ardına düştüler.
İki topluluk (yaklaşıp) birbirlerini görünce Mûsâ’nın adamları: “İşte
yakalandık!” dediler. (Mûsâ): “Hayır, dedi, Rabb’im benimle beraberdir. Bana
yol gösterecektir. ”[148]
Hz. Mûsâ ile birlikte kaçmakta olan
kimselerle, onları yakalamak için takip eden Firavun ordusu birbirini
görebilecek mesafeye geldiklerinde; Mûsâ’nın yanında bulunanlar yakalanacaklarını
ve onlar tarafından yok edileceklerini düşünerek korkmaya başlamışlardır.
“Arkamızda Firavun ve ordusu, önümüzde ise deniz, kaçacak yerimiz yok!”
demişlerdir. Hz. Mûsa ise, onlara, Allah’ın kendilerini koruyacağını ve
destekleyeceğini çünkü böyle vaatte bulunduğunu, korkuya gerek olmadığını
açıklayarak güven vermiştir. Allah’ın kendisine bir kurtuluş yolu
göstereceğini ve düşmanlarının kendilerine yetişip zarar veremeyeceklerini
açıklamıştır.[149]
Burada Hz. Mûsâ’nın güven konusunda olgun
bir kişilik sergilediği görülmektedir. Eğer o diğer İsrâil oğulları gibi korkunun
baskısı altında kalmış olsaydı ne kendisine ne de başkalarına yardım edemezdi.
Çünkü korkunun esiri olmuş insanların ne kendilerine ne de çevrelerine
sunabilecekleri fazla bir şey yoktur.
XIV. İsrâil Oğullarının Korkuyla İmtihanı
Korku duygusuyla yetişen bireylerden
oluşan toplumda korkuya yönelik özellikler daha belirgindir. Korku duygusu, beyinde
savunma ve korunmaya yönelik zihinsel şartlanmalar geliştirir. Çaresizliği ve
korkuyu öğrenmiş bireylerden oluşan toplum, hep güdülmeyi ve yönlendirilmeyi
bekler.[150]
Korku, insanların zihninde öyle bir yıkım
meydana getirir ki, onları kurtuluşa götüren bütün yolları işgal eder, bu
yollardan geçerek başarıya ulaşmaya engel olur. İnsanların basiretlerini
örter.
Mısır’da uzun yıllar baskı, şiddet, korku
ve güvensizlik ortamında yaşamaya alışmış olan İsrâil oğullarını, atılım,
cesaret ve özgüven isteyen bir işi yapmaya yönlendirmek mümkün olmamıştır.
Korkuyu ve çaresizliği bir yaşam biçimi olarak benimseyen İsrâil oğulları,
kendilerine vatan olarak seçilen topraklar için savaşmaktan korkmuşlardır:
“(Mûsâ dedi ki): “Ey kavmim, Allah’ın size yazıp nispet ettiği
Kutsal toprağa girin, arkanıza dönmeyin, yoksa kaybedersiniz!” Dediler ki: “Ey
Mûsâ, orada zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya
girmeyiz. Eğer çıkarlarsa, o zaman oraya gireriz. ” (Allah’tan) korkanlardan
iki adam dedi ki; “Onların üzerine kapıdan girin, eğer kapıdan girerseniz,
muhakkak ki siz galip gelirsiniz. Haydi eğer inanıyorsanız Allah’a dayanın.1”[151]
Hz. Mûsâ, İsrâil oğullarını Mısır’dan
çıkarıp “Arz-ı Mukaddes”e sokmak istemiştir. İsrail oğulları ise, sözü edilen
yere girme ve orada yerleşmiş bulunan inkârcı topluluğu çıkarma konusunda
korkaklık ve pısırıklık göstermişlerdir. Hatta Mısır’a geri dönmeyi bile
düşünmüşlerdir. Hz. Mûsâ, onlara kararlı bir şekilde şehre girmelerini
emretmiş, sebatsızlık göstermemelerini, savaştan korkup kaçmamalarını,
endişeye düşmemelerini söylemiş, fakat onlar kendilerinden beklenen cesareti
ortaya koyamamışlardır .[152]
Sözü edilen bölgede oturmakta olan
kimselerin hem fiziksel hem de diğer yönlerden çok güçlü ve karşı konulamaz
olduklarını bahane ederek savaştan kaçınmışlardır. Daha önce Firavun’un baskısı
altında yaşamış oldukları ezilmişlik psikolojisinin etkisiyle, mücadele
edecekleri topluluğu gözlerinde büyütmüşler, onların karşısına çıkma
cesaretini gösterememişlerdir.[153]
Burada, İsrâil oğullarının tehlike karşısında
sergiledikleri karakterleri açıkça belli olmuştur: Bunlar; korkaklık, bahane
bulma, geri çekilme ve sözünde durmamadır. Onlar, karşılık ödemeden, çaba
harcamadan ucuz bir başarı elde etmek istemişlerdir.[154]
Aralarından iki samimi mü’min, korkaklık gösteren
İsrâil oğullarına cesaret vermek için uğraşmıştır. Düşmandan değil, Allah’tan
ve O’nun azabından korkan bu iki kişi, iman zayıflığından dolayı dehşete
düşmüş, korkuya kapılmış İsrâil oğullarını yalnızca Allah’a güvenmeleri için
iknaya çalışmıştır. Allah’ın kudretine ve yardım vadine, Mûsâ’nın
peygamberliğine ve getirdiği mesajların hak olduğuna inanan bir kimsenin,
düşmanın maddî gücünden korkmayacağını, ilâhî yardımın gerçekleşmesi için Allah’a
dayanıp güveneceğini söylemiştir.[155]
Burada imanın değeriyle korkaklık
arasındaki fark kendini göstermektedir. Âyette sözü edilen iki mü’min,
düşmandan değil, Allah’tan korkan, tehlikeler karşısında cesaret gösterebilen
kimselerdir. Bu iki kişi, zorluk anlarında imanın değerini, insanlardan
korkmanın söz konusu olduğu durumlarda Allah korkusunun önemini ortaya
koymuşlardır. Allah’tan korkan kimsenin, O’ndan başkasından korkmayacağını
göstermişlerdir.[156]
Kur’an, Mûsâ kıssasında anneyle bebek
arasındaki sevgiye ve güvene dayalı ilişkinin kişilik gelişiminde büyük bir
öneme sahip bulunduğunu vurgular. Nitekim bu durum, Erik H. Erikson ve
Horney’in konuyla ilgili kuramlarının esasını oluşturur.
Kur’an’a göre korku, Allah’a sığınmayı ve
güvenmeyi sağlayan motivasyonlardan birisidir. Bu yüzden korkuya bütünüyle
zararlı ve boş bir heyecan olarak bakmak doğru değildir.
Hz. Mûsâ’nın yaşadığı korkuları, onun
peygamberliği konusunda bir eksiklik ve zayıflık olarak kabul edemeyiz. Onun,
bir insan olarak yaşadığı koşullarda korku duyması normaldir. Bir peygamber
olarak Mûsâ’nın erdemliliği, korku duyduğunda Allah’a güvenmesi, sığınması ve
ilâhî destekle korkularını aşabilmesidir.
Kur’an, korkularını aşabilmesi için insana
en etkili yol olarak Allah’a sığınmayı ve güvenmeyi işaret eder. Bununla
birlikte Mûsâ kıssasında eğitim bilimi açısından korkuyla başa çıkmada
kullanılan birçok yöntem uygulamalı olarak gösterilir.
Kur’an, Mûsâ kıssasında korkaklığın, bir
toplumun karakteristiği haline gelebileceğine işaret eder. Bu konuda toplumda
tutum değişikliği meydana getirmenin zorluklarına dikkat çeker. Toplumsal
korkaklığın atalet, girişim eksikliği, esaret, boyun eğme, kolaycılık,
fedakârlıktan kaçınma gibi olumsuz karakterleri beraberinde getirdiğini
vurgular.
Mûsâ kıssasında belirtildiği gibi, baskıcı
ve zalim yönetimler varlıklarını toplumda güvensizlik ve korku yaratarak
sürdürmeye çalışırlar. İnsanları güvensiz ve dayanaksız bırakarak, devamlı
tehdit, tehlike ve risk altında yaşamaya mahkum ederek kendilerine boyun
eğmeye zorlarlar.
İlâhî güven ve korumaya karşı çıkarak,
sadece maddî güç ve şiddete başvurarak sonsuza kadar güvende kalmak mümkün değildir.
İlâhî iradeye karşı çıkan, zorla ve baskıyla kendi geleceğini güvenlik altına
almaya çalışan Firavun’un içine düştüğü ironik durum bu gerçeği gözler önüne
sermiştir. Saltanatını ve kendi geleceğini korumak için sayısız cana kıyan ve
şiddetin her türlüsüne başvuran Firavun, sonunu hazırlayacak kişiyi kendi
eliyle büyütmüştür.
İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl
Cemâluddîn Muhammed İbn Mükrem, Lîsânu’l-Arab,
Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1997.
el-Halebî, Ahmed İbn
Yusuf es-Semîn, Umdetü’l-Huffâz fi Tefsiri
Eşrefi’l-Elfâz, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut, 1993.
el-Fîrûzâbâdî, Muhammed
İbn Yakub, el-Kâmûsu’l-Muhît,
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1994.
el-İsfehânî,
Ebu’l-Kâsım el-Hüseyn İbn Muhammed er-Râgıb, el-MüJredât
fi Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, tsz.
el-Fîrûzâbâdî,
Mecdüddîn Muhammed İbn Yakûb, Besâiru Zevi’t-Temyîz, el- Mektebetü’l-ilmî,
Beyrut, tsz.
et-Tahânevî, Muhammed
Ali İbn Ali İbn Muhammed, Keşşâfu Istılâhâti’l-
Fünûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998.
Schultz, Duane P.,
Schultz,Sydney Ellen, Modern Psikoloji
Tarihi, Çev. Yasemin Aslay, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001.
Aytaç, Serpil, İnsanı Anlama
Çabası, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2004.
Aydın, Ayhan, Düşünce Tarihi ve
İnsan Doğası, Gendaş, İstanbul, 2004.
Atkinson, Rita L., ve
diğerleri, Psikolojiye Giriş, Çev.
Kemal Atakay ve diğerleri, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1995.
Erden, Münire, Akman,
Yasemin, Eğitim Psikolojisi,
Arkadaş Yayınları, Ankara, 1995.
Ülgen, Gülten, Eğitim
Psikolojisi, Bilim Yayınları, Ankara, 1995.
Ulusoy, Ayten, Güdülenme,
(Gelişim ve Öğrenme) Anı Yayıncılık, Ankara, 2003.
Freud, Sigmund, Psikanalize Yeni Giriş Dersleri, Çev.
Selçuk Budak, Öteki Yayınevi, Ankara, 1997.
Hall, Calvin S., FreudyenPsikolojiye Giriş, Çev. Ersan
Devrim, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1999.
Gençtan, Engin, Psikanaliz ve
Sonrası, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990.
Gander,Mary J.,
Gardiner, Harry W., Çocuk ve Ergen Gelişimi,
Çev. Ali Dönmez ve diğerleri, İmge Kitabevi, Ankara, 1998.
Aydın, Ayhan, Gelişim ve Öğrenme
Psikolojisi, Anı Yayıncılık, Ankara, 1999.
Arı, Ramazan, ve
diğerleri, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi,
Mikro Yayınları, Konya, tsz.
Erikson, Erik H., İnsanın Sekiz Çağı, Çev. T. Bedirhan Üstün,
Vedat Şar, Birey ve Toplum Yayıncılık, Ankara, 1984.
Rycroft, Charles, Psikanaliz Sözlüğü, Çev. M. Sağman
Kayatekin, Ara Yayıncılık, İstanbul, 1989.
Bacanlı, Hasan, Eğitim
Psikolojisi, Alkım Yayınevi, İstanbul, tsz.
Senemoğlu, Nuray, Gelişim
Öğrenme ve Öğretim, Gazi Kitabevi, Ankara, 2001.
Can, Gürhan, Kişilik Gelişimi, (Binnur Yeşilyaprak
editörlüğünde Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi), PeGemA Yayıncılık, Ankara, 2002.
Horney,Karen, Ruhsal Çatışmalarımız, Çev. Selçuk Budak,
Öteki Yayınevi, Ankara, 1995.
Horney, Karen, Psikanalizde Yeni Yollar, Çev. Selçuk
Budak, Öteki Yayınevi, Ankara, 1995.
Kaya, Nusret, Sezgilerimiz ve
Takıntılarımız, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 2002.
Köknel, Özcan, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik Altın Kitaplar
Yayınevi, İstanbul, 1982.
Kozacıoğlu, Gülsen,
Ekberzade Gördürür, Hülya, Bireyden Topluma
Ruh Sağlığı, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1995.
Morgan, Clifford
T., Psikolojiye Giriş, Çev. Hüsnü Arıcı ve
diğerleri, H.Ü.P.B. Yayınları, Ankara, 1995.
Öztabağ, Lütfi, Psikolojide îlk
Adım, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1983.
Cole,
Luella, Morgan, John J.
B., Çocukluk ve Gençlik Psikolojisi,
Çev. Belkıs Halim Vassaf, M.E.B., İstanbul, 2001.
Gates, Arthur I., ve
diğerleri, Eğitim Psikolojisi,
Çev. Necmi Z. Sarı, M.E.B., İstanbul, 1968.
Mannoni, Pierre, Korku,
Çev. Işın Gürbüz, İletişim Yayınları, İstanbul, tsz.
Zulliger, Hans, Çocuklarımızın Korkuları, Çev. Kamuran
Şipal, Bozak Yayınları, İstanbul, 1975.
Mander, A. E., Kendini Tanı,
Çev. Suat Taşer, M.E.B., İstanbul, 1950.
Pars, Vedide Baha, ve diğerleri, Eğitim
Psikolojisi, M.E.B. İstanbul, 1970.
Topçu, Nurettin, Ruhbilim,
Üçler Basımevi, İstanbul, 1949.
Aytuna,Hasip A., Normal
Çocuklarda Anormallikler, M.E.B., İstanbul, 1976.
Cüceloğlu, Doğan, însan ve
Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993.
Akboy, Rengin, Eğitim
Psikolojisi, Mikro Yayınları, İzmir, 2000.
Köknel, Özcan, Günlük Hayatta
Ruh Sağlığı, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999.
Saygılı, Sefa, Ruh Hastalıkları
ve Korunma Yolları, TÜRDAV, İstanbul, 2001.
Munn,
Norman L., Psikoloji, Çev. Nahit Tendar, Maarif
Basımevi, İstanbul, 1958.
Gövsa, İbrahim Alaettin, Çocukta
Duygusal Gelişim, Hayat Yayınları, İstanbul, 1998.
Komisyon, Ruhiyat,
Devlet Matbaası, İstanbul, 1929.
Grant, Wendy, Cesaret, Çev. Hande Barlas, HYB Yayıncılık, Arkara,
1998.
Jersild,
Arthur T., Çocuk Psikolojisi, Çev. Gülseren Günçe,
A.Ü.E.F. Yayınları, Ankara, 1979.
Yörükoğlu, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Ankara, 1986.
Sheehan,
Elaine, Kaygı
Bozuklukları, Çev. Murat Sağlam,
Alfa/Aktüel Kitabevleri, İstanbul, 1996.
Binbaşıoğlu, Cavit, Ailede ve
Okulda Eğitim Sorunları, M.E.B., İstanbul, 2000.
Descartes, Rene, Ruhun
İhtirasları, Çev. Mehmet Karasan, M.E.B., İstanbul,1997.
Rogge,
Jan-Uwe, Çocukların
Korkuları Vardır, Çev. Şenay Çağlıdil,
Rota Yayınları, İstanbul, 2001.
Özgür, İbrahim N., Çocuk ve Gencin Ruh Sağlığı, Metinler
Matbaacılık, İstanbul, 1982
Tarhan, Navzat, Psikolojik
Savaş, Timaş Yayınları, İstanbul, 2002.
el-Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ,
Tejhîmu’l-Kur’ân, Çev. Muhammed
Han Kayani ve Diğerleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 1989.
Esed,Muhammed, Kur’an Mesajı, Çev. Cahit Koytak, Ahmet
Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’anı Kerimin Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri,
Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1985.
ez-Zemahşerî,
Ebu’l-Kâsım Cârullah Muhammed İbn Ömer, el-Keşşâj
an Hakâikı Gavâmizı’t-Tenzîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995.
el-Kurtûbî, Ebû Abdullah
Muhammed İbn Ahmed, el-Câmiu li
Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993.
el-Mâverdî, Ebu’l-Hasen
Ali İbn Muhammed İbn Habîb, en-Nüket
ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz.
ez-Zuhaylî, Vehbe, et-Tejsîru’l-Münîr,
Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1991.
es-Sa’dî, Abdurrahman
İbn Nâsır, Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fi
Tefsiri Kelâmi’l- Mennân, Müessetü’r-Risâle, Beyrut, 1996.
el-Merâğî, Ahmed Mustafâ, Tejsîru’l-Merâğî,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,1998.
Arık, İ. Alev, Motivasyon ve
Heyecana Giriş, Çantay Kitabevi, İstanbul, 1996.
Portakal, Hüseyin, Çocuk Eğitiminde Özgürlük ve Saldırganlık
Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994.
Patent, Arnold
M., Her
Şeye Sahip Olabilirsiniz, Çev. A. Asla Atay, Mavi Okyanus Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Köknel, Özcan, Zorlanan İnsan
Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1993.
er-Râzî, Fahreddîn, et-Tejsîru’l-Kebîr,
Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1997.
Ebussuûd, Muhammed İbn
Muhammed el-İmâdî, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm ilâ
ilâ Mezâye’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut,
1994.
Havva, Said, el-Esâs ji’t-Tejsîr, Çev. M. Beşir
Eryarsoy, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1991
Yıldırım, Celal, İlmin Işığında
Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları, İzmir, tsz.
Halefullah, Muhammed
Ahmed, Kur’an’da Anlatım Sanatı,
Çev. Şaban Karataş, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2002.
et-Taberî, Ebû Ca’fer
Muhammed İbn Cerîr, Câmiu’l-Beyân fi
Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1980.
eş-Şevkânî, Muhammed
İbn Ali İbn Muhammed, Fethu’l-Kadîr,
el-Mektebetü’l- Asriyye, Beyrut, 1995.
Frager, Robert,
Sufi Psikolojisinde Gelişim
Denge ve Uyum, Çev. İbrahim
Kapaklıkaya, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2003.
el-Endelûsî, Ebû
Muhammed Abdulhak İbn Ğâlib İbn Atıyye, el-Muharreru’l-
Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
1993.
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar
Neşriyat, İstanbul, 1991.
Toptaş, Mahmut, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları, İstanbul, 1997
Daco, Pierre, Çağdaş Psikolojinin Olağanüstü Başarıları,
Çev. O. A. Gürün, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1989.
Yanbastı, Gülgün, Kişilik
Kuramları, E.Ü.E.F. Yayınları, İzmir, 1990.
Yazır, Elmalılı Muhammed
Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser
Neşriyat, İstanbul, tsz.
Dee, Nerys, Rüyaları Anlamak, Çev. Nilüfer Kavalalı,
İlhan Yayınevi, İstanbul, 1997.
Kerimi, Muhammed, îslam’a Göre
Rüya Tabirleri, Kıbele, İstanbul, 1996.
Köknel, Özcan, Akıl ile Düşünce
Gücü, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2003.
el-Beyzâvî, el-Kâdi
Nâsiruddîn, Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vîl, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988.
en-Nesefî, Abdullah İbn
Ahmed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl,
Dâru’n- Nefâis, Beyrut, 1996.
el-Bursevî, İsmâil
Hakkı, Tefsîru Rûhu’l-Beyân,
Mektebetü Eser, İstanbul, 1389 h.
el-Kâsimî, Muhammed
Cemâluddîn, Tefsîru’l-Kâsimî, Dâru
İhyâi’t-Turâsi’l- Arabî, Beyrut, 1994.
el-Cezâirî, Ebû Bekr
Câbir, Eyseru’t-Tefâsîr,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995.
Kutub, Seyyid, FîZılâli’l-Kur’ân,
Dâru’ş-Şurûk, Kahire, 1997.
Durant,
Will, Medeniyetin
Temelleri, Çev. Nejat
Muallimoğlu, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1996.
Örnek, Sedat Veyis, îlkellerde Din Büyü Sanat Efsane, Gerçek
Yayınevi, İstanbul, 2000.
Köknel, Özcan, Korkular,
Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1995.
Malinowski,
Bronislaw, Büyü
Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1990.
Brauchle, Alfred, Tarihten Günümüze Büyücülük, Çev. Nermin
Kasap, Etki Yayınevi, Arkara, tsz.
Moore,
Robert, Gillette, Douglas,
Kral
Savaşçı Büyücü Aşık, Çev. Fatma Zengin,
Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Scognamillo, Giovanni,
Arslan, Arif, Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre
Büyü, Karizma Yayınları, İstanbul, 1999
Atabek, Erdal, Bizim Duygusal
Zekamız, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2000
Theophrastos, Karakterler, Çev. Candan Şentuna, Dost
Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998
[1] Yrd. Doç. Dr., İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, e-mail:
Tefsir Anabilim Dalı,
akasapoglu@inonu.edu.tr
[2] Mâide, 5/23; Tâhâ, 20/21,
45, 46, 65, 66, 77; Şuarâ, 26/12, 14, 21; Neml, 27/10; Kasas, 28/7, 18, 21, 25,
31, 33; Mü’min, 40/26.
[11] Ebu’l-Fadl Cemâluddîn
Muhammed İbn Mükrem İbn Manzûr, Lîsânu’l-Arab,
Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1997, IX/99; Ahmed İbn Yusuf es-Semîn
el-Halebî, Umdetü’l-HuffâzfîTefsîri
Eşrefi’l-Elfâz, Âlemü’l-Kütüb,
Beyrut, 1993, I/583, II/130; Muhammed İbn Yakub el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1994, s. 118, 1045, 1651.
[12] Ebu’l-Kâsım el-Hüseyn İbn
Muhammed er-Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât
fî Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut, tsz., s. 111; el-Fîrûzâbâdî, el-
Kâmûsu’l-Muhît, s. 477.
[13] el-isfehânî, a.g.e, s. 115; İbn Manzûr, a.g.e, XII/441; el-Fîrûzâbâdî, el-
Kâmûsu’l-Muhît, s. 1476, 1535.
[14] el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s. 428, Mecdüddîn Muhammed İbn Yakûb el-Fîrûzâbâdî, Besâiru
Zevi’t-Temyîz, el-Mektebetü’l-ilmî, Beyrut, tsz. IV/111; 1518; İbn Manzûr, a.g.e, XIII/21; Muhammed Ali İbn Ali İbn Muhammed et-Tahânevî, Keşşafa Istılâhâti’l-Fünûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, IV/366.
[15] Duane P. Schultz, Sydney
Ellen Schultz, Modern Psikoloji
Tarihi, Çev. Yasemin Aslay, Kaknüs
Yayınları, İstanbul, 2001, s. 524; Serpil Aytaç, İnsanı Anlama Çabası, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2004, s. 93; Ayhan Aydın, Düşünce Tarihi ve İnsan Doğası, Gendaş, İstanbul, 2004, s. 314-315.
[16] Rita L. Atkinson ve
diğerleri, Psikolojiye Giriş, Çev. Kemal Atakay ve diğerleri, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1995,
I/440; Münire Erden, Yasemin Akman, Eğitim
Psikolojisi, Arkadaş Yayınları,
Ankara, 1995, s. 235; Gülten Ülgen, Eğitim
Psikolojisi, Bilim Yayınları,
Ankara, 1995, s. 57; Ayten Ulusoy, Güdülenme, (Gelişim ve Öğrenme) Anı Yayıncılık, Ankara, 2003, s. 315.
[17] Sigmund Freud, Psikanalize Yeni Giriş Dersleri, Çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınevi, Ankara, 1997, s. 114; Calvin
S. Hall, Freudyen Psikolojiye
Giriş, Çev. Ersan Devrim, Kaknüs
Yayınları, İstanbul, 1999, s. 74-75.
[18] Engin Gençtan, Psikanaliz ve Sonrası, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990, s. 41; Freud, Psikanalize Yeni Giriş Dersleri, s 90-91; Hall, a.g.e, s. 75; Duane P. Schultz, Sydney Ellen Schultz, a..g.e, s. 459.
[19] Hall, a.g.e, s. 75; Gençtan, a.g.e, s. 41; Duane P. Schultz, Sydney Ellen Schultz, a.g.e, s. 459-460.
[20] Mary J. Gander, Harry W.
Gardiner, Çocuk ve Ergen
Gelişimi, Çev. Ali Dönmez
ve diğerleri, İmge Kitabevi, Ankara, 1998, s. 219; Ayhan Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Anı Yayıncılık, Ankara, 1999, s. 81; Ramazan Arı ve diğerleri, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Mikro Yayınları, Konya, tsz., s. 35.
[21] Erik H. Erikson, İnsanın Sekiz Çağı, Çev. T. Bedirhan Üstün, Vedat Şar, Birey ve Toplum Yayıncılık,
Ankara, 1984, s. 6; Charles Rycroft, Psikanaliz
Sözlüğü, Çev. M. Sağman Kayatekin, Ara
Yayıncılık, İstanbul, 1989, s. 65; Hasan Bacanlı, Eğitim Psikolojisi, Alkım Yayınevi, İstanbul, tsz., s. 71; Nuray Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, Gazi Kitabevi, Ankara, 2001, s. 81; Gürhan Can, Kişilik Gelişimi, (Binnur Yeşilyaprak editörlüğünde Gelişim ve Öğrenme
Psikolojisi), PeGemA Yayıncılık, Ankara, 2002, s. 122; Aydın, a.g.e, s. 81.
[22] Karen Horney, Ruhsal Çatışmalarımız, Çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınevi, Ankara, 1995, s. 33; Horney, Psikanalizde Yeni Yollar, Çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınevi, Ankara, 1994, s. 127; Nusret
Kaya, Sezgilerimiz ve
Takıntılarımız, Sistem Yayıncılık,
İstanbul, 2002, s. 269; Özcan Köknel, Kaygıdan
Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar
Yayınevi, İstanbul, 1982, s. 148; Duane P. Schultz, Sydney Ellen Schultz, a..g.e, s. 501.
[23] Gülsen Kozacıoğlu, Hülya
Ekberzade Gördürür, Bireyden Topluma Ruh
Sağlığı, Alfa Basım Yayım,
İstanbul, 1995, s. 139.
[25] Clifford T. Morgan, Psikolojiye Giriş, Çev. Hüsnü Arıcı ve diğerleri, H.Ü.P.B. Yayınları, Ankara, 1995,
s. 227; Lütfi Öztabağ, Psikolojide
İlk Adım, İnkılâp ve Aka
Kitabevleri, İstanbul, 1983, s. 165-166.
[26] Luella Cole, John J. B.
Morgan, Çocukluk ve Gençlik
Psikolojisi, Çev. Belkıs Halim
Vassaf, M.E.B., İstanbul, 2001, s. 95.
[27] Arthur I. Gates ve
diğerleri, Eğitim Psikolojisi, Çev. Necmi Z. Sarı, M.E.B., İstanbul, 1968, I/198; Pierre
Mannoni, Korku, Çev. Işın Gürbüz, İletişim Yayınları, İstanbul, tsz., s. 67;
Hans Zulliger, Çocuklarımızın
Korkuları, Çev. Kamuran
Şipal, Bozak Yayınları, İstanbul, 1975, s. 15; A. E. Mander, Kendini Tanı, Çev. Suat Taşer, M.E.B., İstanbul, 1950, s. 20; Vedide Baha Pars
ve diğerleri, Eğitim Psikolojisi, M.E.B. İstanbul, 1970, s. 68; Öztabağ, a.g.e, s. 166.
[28] Nurettin Topçu, Ruhbilim, Üçler Basımevi, İstanbul, 1949, s. 74; Hasip A. Aytuna, Normal Çocuklarda Anormallikler, M.E.B., İstanbul, 1976, s. 91-92.
[29] Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 277; Rengin Akboy, Eğitim Psikolojisi, Mikro Yayınları, İzmir, 2000, s. 65; Morgan, a.g.e, s. 228.
[30] Özcan Köknel, Günlük Hayatta Ruh Sağlığı, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999, s. 345; Sefa Saygılı, Ruh Hastalıkları ve Korunma Yolları, TÜRDAV, İstanbul, 2001, s. 22; Cüceloğlu, a.g.e, s. 441-442.
[31] Norman L. Munn, Psikoloji, Çev. Nahit Tendar, Maarif Basımevi, İstanbul, 1958, II/150;
İbrahim Alaettin Gövsa, Çocukta
Duygusal Gelişim, Hayat Yayınları,
İstanbul, 1998, s. 44.
[32] Komisyon, Ruhiyat, Devlet Matbaası, İstanbul, 1929, s. 79; Munn, a.g.e, II/150; Gövsa, a.g.e, s. 44.
[34] Arthur T.
Jersild, Çocuk Psikolojisi, Çev. Gülseren Günçe, A.Ü.E.F. Yayınları, Ankara, 1979, s. 394;
Munn, a.g.e, II/150-151; Luella Cole, John J. B. Morgan, a.g.e, s. 102.
[35] Atalay Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1986, s. 224-225;
Gates ve diğerleri, a.g.e, I/104-105.
[36] Elaine Sheehan, Kaygı Bozuklukları, Çev. Murat Sağlam, Alfa/Aktüel Kitabevleri, İstanbul, 1996, s.
82; Cavit Binbaşıoğlu, Ailede
ve Okulda Eğitim Sorunları,
M.E.B., İstanbul, 2000, s. 92.
1997, s. 139-140.
[38] Jan-Uwe Rogge,
Çocukların Korkuları Vardır, Çev. Şenay Çağlıdil, Rota Yayınları, İstanbul, 2001, s. 24.
[39] İbrahim N. Özgür, Çocuk ve Gencin Ruh Sağlığı, Metinler Matbaacılık, İstanbul, 1982, s. 176-177; Jersild, a.g.e, s. 395.
[43] Ebu’l-A’lâ el-Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, Çev. Muhammed Han Kayani ve Diğerleri, İnsan Yayınları, İstanbul,
1989, IV/139; Muhammed Esed, Kur’an
Mesajı, Çev. Cahit Koytak, Ahmet
Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997, s. 783; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve
Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul,
1985, V/2576.
[44] ez-Zemahşerî, a.g.e, III/380; el-Kurtubî, a.g.e, XIII/166; ez-Zuhaylî, a.g.e,
XX/58; Bilmen, a.g.e, V/2578.
[46] Ebu’l-Kâsım Cârullah
Muhammed İbn Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf
an Hakâikı Ğavâmizı’t-Tenzîl,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, III/380; Ebû Abdullah Muhammed İbn Ahmed
el-Kurtûbî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-
Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1993, XIII/166-167; Ebu’l-Hasen Ali İbn Muhammed İbn Habîb el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, tsz, IV/235-236; Vehbe
ez-Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1991, XX/63; Abdurrahman İbn Nâsır es-Sa’dî, Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîri
Kelâmi’l-Mennân, Müessetü’r-Risâle,
Beyrut, 1996, s. 561; el-Mevdudî, a.g.e, IV/141; Bilmen, a.g.e, V/25T9.
1998, VI/93; ez-Zuhaylî, a.g.e, XX/67; es-Sa’dî, a.g.e, s. 562.
[50] İ. Alev Arık, Motivasyon ve Heyecana Giriş, Çantay Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 375; Hüseyin Portakal, Çocuk Eğitiminde Özgürlük ve
Saldırganlık, Altın Kitaplar
Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 68-71.
[53] Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1997- VIII/48-49; Ebussuûd
Muhammed İbn Muhammed el-İmâdî, İrşâdu’l-
Akli’s-Selîm ilâ ilâ Mezâye’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1994, VI/15; Said Havva, el-Esâsfi’t-Tefsîr, Çev. M. Beşir Eryarsoy, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1991, IX/42;
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın
Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları,
İzmir, tsz., VII/3807.
[55] Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, Çev. Şaban Kara- taş, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2002, s.
319; Yıldırım, a.g.e, IX/4528.
[58] ez-Zemahşerî, a.g.e, III/381-382; el-Kurtubî, a.g.e, XIII/167-168; ez-Zuhaylî, a.g.e, XX/64-65.
[61] Ebû Ca’fer Muhammed İbn
Cerîr et-T aberî, Câmiu’l-Beyân Jî
Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut, 1980, XX/31; Bilmen, a.g.e, V/2587.
[63] ez-Zemahşerî, a.g.e, III/386; el-Kurtubî, a..g.e, XIII/174-175; el-Mâverdî, a..g.e, IV/243; Bilmen, a.g.e, V/2588.
[66] Muhammed İbn Ali İbn
Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, el- Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1995, III/454; Ebussuûd, a..g.e, VI/16.
[68] ez-Zemahşerî, a.g.e, III/388; el-Kurtubî, a.g.e, XIII/179; el-Mâverdî, a.g.e,
IV/248; ez-Zuhaylî, a.g.e, XX/85; es-Sa’dî, a..g.e, s. 564; Bilmen, a.g.e,
V/2591.
[70] “Hani o bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz durun ben bir ateş
göndüm, belki ondan size bir kor getiririm yahut ateşin yanında bir yol
gösteren bulurum. ” (Tâhâ,
20/10) “Mûsâ, süreyi bitirip ailesiyle yola çıkınca Tûr’un yanında bir
ateş gördü. Ailesine dedi ki: “Siz durun, ben bir ateş gördüm, belki ondan size
bir haber getiririm yahut ateş koru getiririm de ısınırsınız.’’ (Kasas, 28/29)
[71] Tâhâ, 20/17-21;
Aynı korku sahnesi Neml sûresinin 10. âyetinde de tekrarlanır: “Asanı at!” (Mûsâ attığı) asânın küçük bir yılan gibi titreştiğini
görünce korkudan) arkasına dönüp kaçtı, geri dönüp bakmadı bile. “Ey Mûsâ korkma, benim huzurumda
elçiler korkmazlar
[73] er-Râzî, a.g.e, VIII/25-26; eş-Şevkânî, a.g.e, III/449-450; el-Merâğî, a.g.e,
VI/86; Bilmen, a.g.e, IV/2064.
[74] Robert Frager, Sufi Psikolojisinde Gelişim Denge ve
Uyum, Çev. İbrahim Kapaklıkaya,
Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2003, s. 144.
[75] er-Râzî, a.g.e, VIII/27; Ebû Muhammed Abdulhak İbn Ğâlib İbn Atıyye el- Endelûsî,
el-Muharreru’l-VecîzJîTefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, IV/41-42; eş-Şevkânî, a.g.e, III/450; el-Merâğî, a.g.e, VI/87; Bilmen, a.g.e, IV/2064; Süleyman Ateş, Yüce
Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar
Neşriyat, İstanbul, 1991, V/426.
1997, V/59.
[81] Pierre Daco, Çağdaş Psikolojinin Olağanüstü
Başarıları, Çev. O. A. Gürün,
İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1989, s. 201, 217; Gülgün Yanbastı, Kişilik Kuramları, E.Ü.E.F. Yayınları, İzmir, 1990, s. 53.
[84] el-Kurtubî, a.g.e, XIII/188; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, tsz., V/3732-3733.
[87] Beyazlık rüyada masumiyet
ve baskılardan kurtulmayı temsil eder. Rüyada görülen ışık, girişilen işte
başarı şansının artacağına işaret eder. Meşalenin ışığı dünyaya iyiliği yayan
bir simge olarak kabul edilir. (Nerys Dee, Rüyaları
Anlamak, Çev. Nilüfer Kavalalı, İlhan
Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 75; Muhammed Kerimi, İslam’a Göre Rüya Tabirleri, Kıbele, İstanbul, 1996, s. 93; Özcan Köknel, Akıl ile Düşünce Gücü, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2003, 107)
[90] el-Kâdi Nâsiruddîn
el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vİl, Dâru’l-
Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, II/151; Abdullah İbn Ahmed en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, 1996, III/262; İsmâil Hakkı el-Bursevî, Tefsîru Rûhu’l-Beyân, Mektebetü Eser, İstanbul, 1389 h., VI/266; el-Mevdudî, IV/17,
158-159; Esed, a.g.e, s. 788; Yazır, a..g.e, V/3623; Bilmen, a..g.e, V/2444.
[92] en-Nesefî, a.g.e, III/264; Muhammed Cemâluddîn el-Kâsimî, Tefsîru’l- Kâsimî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1994, V/363-364; el-Bursevî,
a.g.e, VI/267-268; Ebû Bekr Câbir el-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsîr, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, III/642; Bilmen, a.g.e, V/2447.
[99] er-Râzî, a..g.e, VIII/44; eş-Şevkânî, a..g.e, III/451; el-Kâsimî, a.g.e, V/363; el- Merâğî, a.g.e, VI/89-90; el-Mevdûdî, a..g.e, IV/15; Bilmen, a.g.e, V/2444.
[105] el-Merâğî, a.g.e, VI/96; Bilmen, a.g.e, IV/2073; Halefullah, a.g.e, s. 132; Toptaş, a.g.e, V/67.
[106] el-Endelûsî, a.g.e, IV/46; en-Nesefî, a.g.e, III/262-263; eş-Şevkânî, a.g.e,
III/457; el-Merâğî, a.g.e, VI/96; Bilmen, a.g.e, IV/2073; Toptaş, a.g.e, V/6768, 442.
[109] el-Beydâvî, a.g.e, II/153; en-Nesefî, a.g.e, III/266; el-Bursevî, a.g.e, VI/270; Yazır, a.g.e, V/3625.
[114] Will Durant, Medeniyetin Temelleri, Çev. Nejat Muallimoğlu, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.
136-138; Sedat Veyis Örnek, İlkellerde
Din Büyü Sanat Efsane, Gerçek
Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 135; Özcan Köknel, Korkular, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1995, s. 34; Köknel, Akıl ile Düşünce Gücü, s.167.
[115] Bronislaw Malinowski, Büyü Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1990, s. 61.
[116] Alfred Brauchle, Tarihten Günümüze Büyücülük, Çev. Nermin Kasap, Etki Yayınevi, Arkara, tsz., s. 18-19, 24.
[117] Robert Moore, Douglas Gillette, Kral
Savaşçı Büyücü Aşık, Çev. Fatma
Zengin, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 108; Giovanni Scognamillo, Arif
Arslan, Doğu ve Batı
Kaynaklarına Göre Büyü, Karizma
Yayınları, İstanbul,
1999, s. 36-38, Brauchle, a..g.e., s. 5.
[119] eş-Şevkânî, a.g.e, III/465-466; Esed, a.g.e, s. 632, 745-746; el-Mevdûdî, a.g.e, III/233-234; Bilmen, a.g.e, IV/2084; Süleyman Ateş, a.g.e, V/438.
123
Eğer bir
toplumu korku ve kaygı yönlendiriyorsa, herkes az ya da çok bundan etkilenir.
Bu durumda o toplumun yöneliş ve arayışlarında korkunun etkisi kaçınılmaz olur.
Korkuyla yönetilen toplum, söylenen yalanlara inanır gibi görünebilir. Hatta o
yalanlara katılıp onların bir parçası haline bile gelebilir. (Erdal Atabek, Bizim
Duygusal ZekamızAltın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 114-115)
[124] er-Râzî, a.g.e, V/335; el-Beydâvî, a.g.e, I/353; en-Nesefî, a.g.e, II/101-102; el-Kâsîmî, a.g.e, III/624; Yazır, a..g.e, IV/2233-2234; Bilmen, a.g.e, II/1069; Süleyman Ateş, a..g.e, III/380-381; Bayraklı, a.g.e, VII/254.
[125] Theophrastos, Karakterler, Çev. Candan Şentuna, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998, s.
87; Montaigne, Denemeler, Çev. Sabahattin Eyuboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2000, s. 157.
[126] Chartier Alain, Mutlu Olma Sanatı, Çev., S. Neval Şimşek, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1989, s.
26-27.
[130] el-Beydâvî, a.g.e, II/155; en-Nesefî, a.g.e, III/268; el-Cezâirî, a.g.e, III/648- 649; Bilmen, a.g.e, V/2455.
[131] el-Mevdûdî, a.g.e, III/233-234; Esed, a.g.e, s. 293; Bilmen, a.g.e, IV/2084- 2085; Süleyman Ateş, a.g.e, V/438.
[132] Carl Güstav Jung, Analitik Psikoloji, Çev. Ender Gürol, Payel Yayınları, İstanbul, 1997, s. 51;
Jolande Jakobi, C.G.JungPsikolojisi, Çev. Mehmet Arap, İlhan Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 71-73; Halis
Özgü, Psikoloji Dünyasının Üç
Büyükleri: Freud Adler Jung,
Mart Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 211; Ender Gürol, Analitik Psikoloji ve C.G.Jung, Cem Yayınevi, İstanbul, 1991, s. 50; Köknel, Akıl ile Düşünce Gücü, s. 93.
[133] Alternatif Düşünceler Sözlüğü, Çev. Komisyon, İnsan Yayınları, İstanbul, 2001, s. 51; Özgü, a.g.e., s. 210-211; Jung, Analitik
Psikoloji, s. 50.
[135] Carl Güstav Jung, Bilinç ve Bilinçaltının İşlevi, Çev. Engin Büyükinal, Say Yayınları, İstanbul, 1997, s. 230.
[139] Gayle Delaney, Rüyalarla Problem Çözme, Çev. Murat Temelli, İm Yayın Tasarım, İstanbul, 1997, s.
240-241, 247.
[142] eş-Şevkânî, a.g.e, III/4T6; el-Kâsimî, a.g.e, V/369; el-Mevdudî, a.g.e, IV/24; Bilmen, a.g.e, V/245T-2458; II/1072; Süleyman Ateş, a.g.e, VI/304.
[143] el-Endelûsî, a.g.e, IV/53; Muhammed İbn Muhammed İbn el-Muhtâr eş- Şankîtî, Azvâu’l-BeyânfîÎzâhi’l-Kur’ân bi’l-Kur’ân, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1995, IV/65; el-Merâğî, a.g.e, VI/110.
[147] er-Râzî, a.g.e, VIII/80-81; el-Endelûsî, a.g.e, IV/55; eş-Şankîtî, a.g.e, IV/68- 70; el-Merâğî, a..g.e, VI/113.
[149] el-Beydâvî, a.g.e, II/156; en-Nesefî, a.g.e, III/271; el-Kâsimî, a.g.e, V/370; el-Bursevî, a.g.e, VI/278; el-Cezâirî, a.g.e, III/653; Bilmen, a.g.e, V/2462.
[152] İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, Çev. Mustafa Altınkaya ve Diğerleri, Ekin Yayınları, İstanbul,
1998, VII/68; Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-
Tefâsîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, tsz.,
I/336; Yazır, a.g.e, III/1641-1642; Bilmen, II/750-751; Süleyman Ateş, a.g.e, II/503.
[153] İmâduddîn Ebu’l-Fidâ İsmail
İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l- Ma’rife, Beyrut, 1997, II/39; Muhammed Mahmûd Hicâzî, et-Tefsîru’l-Vâzıh, Dâru’l-Ceyl, Beyrut, 1991, I/502; es-Sâbûnî, a.g.e, I/336; Yazır, a.g.e,
III/1643; Bayraklı, a.g.e, V/502.
[155] İbn Kesîr, a.g.e, II/39; Hicâzî, a.g.e, I/502; es-Sâbûnî, a.g.e, I/336; Esed, a.g.e, s. 190-191; Yazır, a.g.e, III/164T; Bilmen, a.g.e, II/752; Süleyman Ateş, a.g.e, II/503.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar