İLAÇLAR ZİYAN OLUYOR
28 Şubat 2013 Perşembe
Her
yıl son kullanma tarihi geçtiği gerekçesiyle milyonlarca liralık ilaç çöpe
atılıyor. Nedeni ise ilaç şirketlerinin 15 ila 40 yıl ömrü olan ilaçları 2 yıl
ile sınırlandırması. Bu durum sadece ekonomiye değil çevreye de zarar veriyor.
ÇAĞDAŞ Eczacılar Derneği (ÇED) İzmir Şubesi
Başkanı Levent Budak, Türkiye ve dünyada her yıl miadı dolduğu için çöpe atılan
ilaçların pek çoğunu gerçek son kullanma tarihlerinin daha uzun olduğunu,
hastaların ve devletin büyük ekonomik kayba uğradığını söyledi.
ÇED İzmir Şubesi yönetim kuruluyla birlikte
basın toplantısı düzenleyen Dernek Başkanı Levent Budak, tüm ülkelerde ilaç
miadının ilaç üreticilerinin talepleri doğrultusunda, devlet kurumları ve
ilgili bakanlıklar tarafından onaylandığını söyledi. Türkiye'de 1980'li yıllara
kadar antibiyotik, göz ilaçları, serumlar gibi çok özel ilaçların haricinde
ilaç kutularının üzerinde son kullanma tarihleri bulunmadığına dikkat çeken
Budak, daha sonra ilaçların miadlarının önce 5, sonra ise 2 yıla indirildiğini
belirtti. Budak, “Sürekli olarak ilaçta tasarruf yapılması gerektiğini öne
süren Hükümet'in giderek kısalan bu sürelere göz yumması çelişki değil mi?”
diye sordu.
'40 YIL SONRA BİLE ETKİN'
Budak, gelişmiş ülkelerde ilaç imhalarını
çevreye zarar vermeden üretici firmalar yaparken, Türkiye'de yaptırım
uygulanmadığı için miadı dolan ilaçların genellikle çöpe atılması nedeniyle
çevre ve doğada zarara neden olunduğunu söyledi. ABD'de geçen yıllarda
ilaçların son kullanma tarihlerinin tüketicileri ve ülkeleri yanılttığı
iddiasıyla ilaç üreticisi firmalar aleyhine kamu davası açıldığına dikkat çeken
Budak FDA (Food Drug Admistration) tarafından yüzden fazla ilaçta yapılan
araştırma sonucunda, reçeteli ve reçetesiz satılan bu ilaçlardan yüzde 90'ının
son kullanma tarihlerinden 15 hatta 40 yıl sonra bile etkin, güvenilir ve
stabil olduklarının ortaya çıktığını açıkladı.
ABD'DE BÜYÜK TASARRUF
Budak, Türkiye'de de satılan idrar yolları
hastalıklarında kullanılan siprofloksasin (geniş spektrumlu antibiyotik) ilgili
araştırmada son kullanma tarihi 2 yılla sınırlı olan ilacın etkinliğinin 8 yıl
daha uzatılabileceğinin ortaya çıktığını belirtti. Budak, ABD ordusundaki ilaç
stokları üzerinde yapılan çalışmada, 1997'de testler için harcanan 172 bin
dolara karşın 23 milyon dolarlık, 1998'de ise harcanan 260 bin dolara karşın 40
milyon dolarlık tasarruf ile harcanan bir dolara karşın 135 dolarlık tasarrufun
ortaya çıktığını söyledi.
Türkiye'de 10 Ekim 2008 tarihinde, Sağlık
Bakanlığı yazısıyla domuz gribi tedavisinde kullanılmak üzere üretilen ve o gün
itibariyle miadı dolmuş bulunan bir ilacın raf ömrünün pandemik stoklarla
sınırlı kalmak kaydıyla 2 yıl daha uzatıldığını belirten Budak, Sağlık
Bakanlığı'nı ilaçların miadları konusunda çalışma yapmak üzere göreve davet
etti.
TARİH, BİLİMSEL YÖNTEMLE BELİRLENMELİ
Türkiye'de 1 yılda reçeteli ilaçlar için 15
milyar lira ödendiğini belirten Budak, “İlaçların son kullanma tarihleri sadece
üretici talebiyle değil bilimsel yöntemlerle belirlenmeli. Mevcut Eczacılık
Fakülteleri, akademisyenler ve araştırma birimleriyle işbirliği yapılmalı.
Devletin ve vatandaşın zararı önlenmeli” dedi.
(DHA - Utku BOLULU)- GÜNAY ÇÖRTÜK - AKIN
KARA-ulusalkanal.com.tr
İLAÇLAR, DNA VE PSİKANALİZ DİVANI
SAMUEL BARONDES
Fransız ilaç şirketi Rhone-Poulenc’te
çalışan bir kimyacı 1950’de bir anti-histaminin yapısında ufak bir değişiklik
yaptı ve şizofrenili insanlarda psikozlu düşünme biçimini gideren bir ilacı
tesadüfen buldu. Yeni bileşik sakatlayıcı bir zihinsel bozukluğa karşı gerçek
anlamda etkili ilk ilaç tedavisini sağladığı için, birkaç yıl içinde klorpromazin
(Thorazine) adıyla dünya çapında üne kavuştu. Bu çarpıcı etkisinden
dolayı, yirminci yüzyılın geri kalan bölümünde psikiyatri açısından yeni bir
çığır açtı.
Klorpromazinin büyük
başarısı diğer ilaç şirketlerini sıkı rekabete yöneltti. 1950’lerde yeni
anti-psikoz ilaç tedavilerine dönük arayış başka türden iki psikiyatrik ilacın
bulunmasını getirdi. Önce Geigy adlı bir İsviçre ilaç şirketi,
antihistaminlerinden birinin modifikasyona uğramış versiyonuyla psikoza karşı
yararsız, ama ağır depresyonda yararlı olduğu anlaşılan bir ilaç elde etti.
İmipramin (Tofranil) adı verilen bu ilaç, günümüzün birçok anti-depresanı için
yolu açtı. Ardından Hoffman-La Roche adlı başka bir İsviçre şirketi, psikoza
yararı dokunmamakla birlikte bunaltıyı hafifleten klordiazepoksiti (Librium)
yarattı. Çok geçmeden bunu başka bir benzodiazepin izledi; diazepam (Valium)
adlı bu ilaç 1960’ların ortalarından başlayarak Amerika’da yaklaşık on yıl boyunca en çok
satılan ilaç haline geldi.
Bu ilaçların uyandırdığı
heyecan, sinir ileticileri (sinir hücreleri arasında sinyalleri taşıyan beyin
kimyasalları) üzerindeki etkilerini ortaya koyan bulgular sağanağıyla daha da
arttı. 1970’lere varıldığında, klorpromazinin dopamin denen sinir ileticisinin
belli etkilerini engellediği, imipraminin norepinefrin ve serotonin gibi birkaç
sinir ileticisinin etkilerini güçlendirdiği ve diazepaminin de
gamma-aminobutirik asit (GABA) denen başka bir sinir ileticisinin etkilerini
arttırdığı saptandı. Bunların hepsi davranışın duygusal yönlerini denetleyen
beyin devrelerinde sinyal akışında bir değişimi sağladı.
Bu buluşlar sinir iletimi
üzerinde benzer etkileri yaratacak, ama orijinallerine oranla tatsız yan
etkilere daha az yol açacak başka kimyasallara dönük bir arayışı körükledi.
Arayışın karşılığı hastaların tercihine bırakılan yeni ilaç tedavileri yönünde
bir furyayla alındı. En ünlü ilaç fluoksetin (Prozac) önceleri serotonin
aracılığıyla sinir iletimini uzatan bir kimyasal olarak tanıtıldı; daha
sonraları hem ağır, hem de orta derecede depresyonun tedavisi için etkili bir
araç olduğu ortaya kondu. SSRI (seçici serotonin gerialım inhibitörü) adı
verilen bu ilaç, serotonini salan sinirlerin bu iletimi sona erdirmenin normal
yolu olan gerialımmı engelleme yoluyla serotoninin etkilerini uzatır.
Sertralin (Zoloft), paroksetin (Paxil), fluvoksamin (Luvox) ve sitalopram
(Celexa) gibi ilişkili ilaçlar kısa bir sürede piyasaya çıktı.
SSRI larla ilgili
tecrübenin artmasıyla birlikte, psikiyatrlar bu ilaç tedavilerinin depresyonlu
olmayan insanlara da yarayabileceğinin farkına vardılar. Günümüzde SSRI’lar
kışkırtılmamış panik ataklar (panik bozukluğu) ve önlenemeyen kaygı
(genelleşmiş bunaltı bozukluğu) için yerleşik bir tedavi biçimine dönüşmüş
bulunuyor -kontrollü denemelerde plasebolarla kurallı karşılaştırmaların
doğruladığı yararlı etkilerdir bunlar.
Bu ve diğer yeni ilaç
tedavilerinin etkililiği psikiyatriyi dönüşüme uğrattı. Böyle ilaçların sahneye
çıkışından önce, çoğu psikiyatr hastalarını sırf psikolojik çerçevede ele alır
ve esas olarak psikoterapiyle iyileştirme üzerinde dururdu. Artık ilgi beyne
yönelmiş bulunuyor ve psikiyatrik yaklaşım sıklıkla en az bir ilaç tedavisini
kapsıyor. On milyonlarca Amerikalı psikiyatrik ilaçlar alıyor.
Fakat klorpromazin,
imipramin ve klordiazepoksidin yerini alan ilaçlar yararlı olmakla birlikte,
orijinallerinin biraz değiştirilmiş versiyonlarından başka bir şey değildir.
Özünde hiçbiri daha etkili değildir ve hepsinin istenmeyen bazı yan etkileri
vardır. Sinir iletimi üzerindeki etkilerine ilişkin geniş çaplı bilgilere
rağmen, yeni ilaçların geliştirilmesi hâlâ 1950’lerdekine benzer bir
deneme-yanılma yaklaşımına dayanıyor.
Psikiyatride bir sonraki
önemli adım günümüzde bu alanı tanımlayan ilaçların ve psikoterapi
yöntemlerinin kusursuzlaştırılmasından gelmeyecek büyük olasılıkla. İnsanın
genetik yapısındaki değişkenliklere ve bunların beyni etkileme yollarına
ilişkin buluşlardan gelecek daha çok. Yirminci yüzyılın ilk yarısında
psikanaliz divanlarında gizli ipuçlarının yakalanmasını sağlayan hayat
öyküleri ve ikinci yarısında kokulu kimya laboratuvarlarının ürünleri
psikiyatriye nasıl yön verdiyse, önümüzdeki elli yılda da bireysel genetik
farklılıklara ilişkin bilgiler psikiyatriye yön verecek.
Bireysel genetik
farklılıklara ilişkin bilgiler psikiyatri açısından böyle bir umudu
barındırıyor. Çünkü temel bir soruya cevap bulmamıza yardımcı olacak: Bozuk
davranışa karşı gösterilen bireysel yatkınlığı belirleyen şey nedir? Bir
kişinin geçmişte yaşadığı olaylar besbelli hayati bir rol oynar. Peki ama, bir
kişi tekrarlanan zihinsel sıkıntıları aşarken, başka bir kişi neden sıkıntılı
bir hale kolayca kapılıverir? Neden bir kişi depresyona, başka bir kişi sürekli
bunaltıya, üçüncü bir kişi ise şizofreniye özgü içe kapanmaya ve kuruntulara
saplanarak yenik düşer?
Elimizdeki en iyi ipucu
bütün bu bozuk davranış kalıplarının ailelerde süreklilik göstermesidir. Örneğin,
şizofrenik olma riskini ele alalım. Çoğu insanda karakteristik kalıpta
semptomların ortaya çıkma olasılığı yaklaşık yüzde birdir. Ama şizofrenik bir
ebeveyniniz ya da kardeşiniz varsa, ömrünüzde karşılaşacağınız risk sekiz kat
daha yüksek olur. Aynı durum psikozun diğer
önemli sebebi, çift kutuplu bozukluk olarak da bilinen manik-depresif
rahatsızlık için de geçerlidir. Burada da genel risk yaklaşık yüzde birdir; ama
bu bozukluğu yaşayan bir ebeveyninizin ya da kardeşinizin olması halinde, risk
sekiz kat artar. Depresyon ve bunaltı bozuklukları da ailevidir.
Pek uzak olmayan bir
geçmişte, ailelere dönük incelemeler hararetli tartışmaları kızıştırdı. Bir
yanda bunları anormal davranış kalıplarının aileden öğrenildiği savının
kanıtı, diğer yanda ise bunları zihinsel bozukluklara duyulan kalıtsal
yatkınlık savının kanıtı sayanlar vardı. Şimdi çoğu kimse hem ortamın, hem de
kalıtımın belirli bir rol oynadığı konusunda hemfikir. Kalıtımın önemini
değerlendirmede atılacak en iyi adımın, tutulan almaşık gen biçimlerini bulmaya
çalışmak olduğu konusunda da görüş birliği var.
Bu görüş birliğini sağlayan
başlıca katalizör, alel ya da gen varyantı denen almaşık insan geni biçimlerini
doğrudan incelemeye yönelik sağlam tekniklerin geliştirilmesidir. DNA
yapısındaki rasgele değişimlerle ortaya çıkan bu varyantlar, belirli
rahatsızlıklara yatkınlıktaki farklılıkları da kapsamak üzere insan
çeşitliliğinin birçok örneğinin ardında yatan etkendir. Ama yakın döneme kadar
varyantların varlığı ancak çıkarsamayla saptanabiliyordu. Yeni teknikler bir
insan özelliğine katkıda bulunan spesifik gen varyantlarını belirlemeyi mümkün
kıldı. Doğanın ve eğitimin görece önemini tartışmak yerine, artık dikkatimizi
bir rahatsızlığa duyulan bireysel yatkınlığa katkıda bulunan gen varyantlarına
dönük bir arayışa çevirebiliriz.
Varyantları
saptamanın bir yolu, rahatsızlığın görüldüğü ve görülmediği aile bireylerinin
DNA yapılarını karşılaştırmaktır. Eğer rahatsızlığın görüldüğü bireylerde
belirli bir gene özgü belli bir varyant varsa, korelasyon muhtemelen
anlamlıdır. Eğer aynı varyant başka bir dizi ailenin etkilenen bireylerinde de
saptanırsa, savın doğruluğu güçlenir. Bir noktada olasılık o kadar yükselir ki,
söz konusu varyantın bir rol oynadığı görüşü benimsenir. İnsanın genetik yapısının
ayrıntılarının çözüldüğü 1990’larda, belirli rahatsızlıklara yatkınlığı
etkileyen bazı gen varyantları tam da bu yolla saptandı. En çok bilinen
örneklerden biri, Alzheimer hastalığının elli yaşından önce başlayan ender
tiplerine yakalanma riskini büyük ölçüde arttıran üç farklı gen varyantıdır.
Hastalığın sebebi bir aile grubunda APP, bir başkasında PSİ ve bir üçüncüsünde
PS2 denen gen varyantıydı.
Alzheimer hastalığının
ender tiplerine yakalanma riskini arttıran gen varyantlarının bulunması,
şizofreni, depresyon, manik depresyon ve diğer psikiyatrik bozukluklara dönük
genetik incelemeleri canlandırmıştır. Bu incelemeleri son derece çekici kılan
şey, hangi genlerin tutulduğuna ilişkin tahminlere bağlı olmamalarıdır; çünkü
bozukluk ile herhangi bir insan geni varyantı arasındaki bir korelasyonu bulmak
üzere belirlenmeleri mümkündür. İlk incelemelerden birçoğunun spesifik
genlere, özellikle de sinir iletimini etkileyen genlere odaklanmasına karşın,
zihinsel süreçlerin genetik denetimi konusunda o kadar az şey biliyoruz ki,
işin içine başka gen tiplerinin girmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Ne yazık ki,
yıllardır süren uğraşlara rağmen, henüz hiç kimse bu zihinsel
rahatsızlıklardan herhangi birinde riski kesinlikle arttıran bir gen
varyantını bulabilmiş değil. Diyabet
ve yüksek tansiyon gibi diğer yaygın bozukluklara dönük genetik incelemelerde
de pek büyük bir başarı sağlanmış değil. İlerlemedeki
bu yetersizliğin sebeplerinden biri, bütün bu illetler karşısındaki hassasiyeti
tek bir gene ait varyantlardan ziyade, çok sayıda genden oluşan varyantların
birleşik etkilerinin belirlemesidir. Mevcut teknolojinin sahiden de riske
önemli bir etkisi olan APP, PSİ ya da PS2 gibi tekil genlerin ender
varyantlarını saptamayı görece basitleştirmiş olmasına karşın, başka bir dizi
gen varyantıyla birlikte aktarıldıkları durumlarda, risk arttırıcı gen
varyantlarını bulmak hâlâ çok güçtür.
İnsan genomuna ilişkin
bilgilerin sürekli artması sayesinde, bu güçlük kısa sürede azalacaktır. Bir
süre önce insan DNA’sının ayrıntılı yapısının yayımlanması kritik bir ilk
adımdır. Yaklaşık otuz bin insan geninden her birinin yaygın varyantlarını
saptamak ve kataloğunu çıkarmak amacıyla, birçok insandan alınmış DNA
örnekleri inceleniyor. Bu çalışma zihinsel bozukluklar karşısındaki duyarlılığı
ortak bir işleyişle etkilemesi mümkün olan birçok gen varyantına dönük
arayışı büyük ölçüde basitleştirecektir. Arayışı basitleştiren bir başka etken
de bir kişinin DNA’sını ayrıntılı biçimde incelemeyi sağlayan yeni verimli
tekniklerin bulunmasıdır. Bu teknikler bilgisayar çiplerinin halen süren
gelişimini hatırlatan bir sürekli gelişim halindedir. DNA incelemelerinden
elde edilen bilgi yığınlarını analiz etmede kullanılan bilgi işlem yöntemleri
için de aynı şey söz konusudur.
Büyük miktarda DNA
verilerini toplamaya ve değerlendirmeye yönelik teknolojinin evrimiyle
birlikte, belirli zihinsel bozukluklara gösterilen yatkınlığı etkileyen gen
varyantı grupları için geniş çaplı bir aramaya girişmek kısa sürede mümkün
olacaktır. DNA analizi maliyetindeki düşüşün sürmesi halinde, görece küçük aile
incelemelerinin ötesine geçebilir ve belirli bir bozukluğun görüldüğü, ama
akrabalık bağı taşımayan binlerce insandan alınma DNA örneklerini titizlikle
inceleyebiliriz. Böyle bir yoklama ilgili gen varyantlarını herhalde ortaya
çıkaracak ve etkilenen bireylerin her birinde yalnız bazılarının bulunduğu görülecektir.
Gen varyantlarıyla ilgili
bu veri yığınını düzgün kullanmak için, sadece bozuk davranış kalıplarıyla
değil, beynin özellikleriyle de korelasyonunu kurmak gerekecektir. Bireysel
insan beyinlerindeki spesifik bölgelerin işlevlerini değerlendirmek üzere,
işlevsel manyetik rezonans görüntüleme gibi birçok değişik yeni yöntem
kullanılıyor artık. Gen varyantı kalıplarının bu ve diğer incelemelerin
sonuçlarıyla korelasyonunu kurmak, günümüzde şizofreni ya da depresyon gibi
tanı kategorileri altında gelişigüzel toplanan bozuklukların alt-tiplerini
belirlemeyi getirecektir.
Genetik yapı bilgilerinin
ve işlev incelemelerinin bir araya gelişi, gerçek anlamda yeni ilaç tedavileri
için hedefler de sağlayacaktır; Alzheimer hastalığına dönük tedavi yöntemleri
bulmada daha şimdiden başvurulan bir yaklaşımdır bu. Halihazırda Alzheimer
hastalığına dönük başlıca ilaçlar, asetilkolin denen bir sinir ileticisinin
etkilerini uzatma yoluyla beyin işlevini iyileştirmektedir; bu aslında
günümüzün SSRI gibi diğer bazı ilaçlarının etkilerine benzer bir mekanizmadır.
Ender Alzheimer hastalığı vakalarında APP, PSİ ve PS2 varyantlarının
saptanması, dikkatlerin alternatif ilaç hedeflerinin üzerinde toplanmasına
yardımcı olmuştur. Sekretaz adlı beyin enzimleri beta-amiloid denen toksik bir
protein parçasının üretiminde rol oynar; gen varyantları da bu proteinin
birikimini birkaç farklı yoldan etkiler. Çeşitli ilaç şirketleri beta-amiloid
birikimini azaltmada ve böylece beyin dejenerasyonunu durdurmada kullanmak
üzere, sekretazları aktif olmaktan çıkaracak ilaçlar üzerinde çalışmaktadır.
DNA incelemeleri yeni ilaç
hedeflerini bulmanın yanısıra, SSRI gibi mevcut ilaçlardan yararlananları
bunları kullananlardan ayırt eden gen varyantlarını da belirleyebilir. Bu
ayrımlara bir kişiyi bir zihinsel bozukluğa yatkın kılan belirli varyantlar ve
ilaçların beyni etkileme yollarını belirleyen başka varyantlar yol açıyor
olabilir. Aynı DNA verileri ilaçların belli yan etkilerine duyarlılığı
etkileyen gen varyantlarını da açığa çıkarabilir. Bütün bu genetik yapı bilgileri
tek tek hastalar için tedavi yöntemlerinin seçilmesine yön verecektir.
DNA verilerinin yararlı
olacağı bir alan da çoğu kez örtüşen farklı zihinsel rahatsızlıkların
arasındaki sınırların yeniden tanımlanmasıdır. Normal diye nitelendirdiğimiz
davranış kalıpları ile bozukluk diye sınıflandırdığımız davranış kalıpları
arasındaki sınırlar için aynı şey söz konusudur. Gen varyantlarıyla ilgili
bilgileri beyin işlevine dönük incelemelerle, kurallara bağlı psikolojik
testleri ayrıntılı bir hayat öyküsüyle bir araya getirmek, kaba tanı
kategorilerinin yerine her hasta için zengin bir bireysel profili geçirmeyi
mümkün hale getirecektir.
Bir psikiyatra başvurma
sebepleri elli yıl sonra değişmeyecek. Bazı hastalar değersiz olma ya da
sınırsız güç taşıma kuruntularından veya açıklanamaz panik ataklardan yahut
kafanın içinde yankılanan tehdit edici seslerden mustarip olacak. Bazıları
neşesiz, cansız, kötümser, kronik olarak kaygılı bir ruh hali içinde olacak.
Bazıları sırf hayatlarının bir muhasebesini yapmak isteyecek.
Fakat elli yıl sonra, bir
psikiyatra giden herkes yanında yeni bir bilgi kaynağı götürecek -Ulusal Sağlık
İdaresi bilgisayarında kayıtlı kişisel DNA dosyasına erişmeyi sağlayan bir
şifre. O dosyada, kişinin çeşitli bozukluklara duyarlılığını ve ilaçların
etkilerine açıklığını belirleyen gen varyantlarına ve bileşimlerine dikkat
çekici notlarla birlikte, her bir geninin dizilişi yer alacak.
İlk görüşme yaklaşık bir
saati alacak. Bu sürenin üçte biri kişisel gelişim, aile geçmişi ve spesifik
semptomlarla ilgili resmi bir anketin doldurulmasına ayrılacak. Geri kalan sürede
kurallara bağlı olmayan bir sohbet yapılacak. Seansın sonunda psikiyatr bir
değerlendirme sunacak, bazı tanı testleri önerecek ve hastanın DNA dosyasına
erişme isteğini bildirecek.
Böyle bir istek uygunsuz
görünmeyecek. Ülke çapında bir DNA dosyaları havuzu oluşturulmasını ve
dosyaların mahremiyetinin güvence altına alınmasını düzenleyen yasal mevzuat,
dosyaları uygun profesyonellere açık tutmanın yararlarını halka anlatmak için
gerekli fonları da sağlamış olacak. Psikiyatra başvuran birçok insan buna
uymaya istekli olacak. Böyle
bir tutum belli zihinsel bozuklukların sık görüldüğü ailelerden gelme
kişiler için özellikle geçerli olacak; bunlar kendi risk
düzeylerine ilişkin bir değerlendirme almak ve başvurulabilecek
önlemleri öğrenmek isteyebilir. İlaç tedavisi görmek isteyenler, belirli gen
varyantı bileşimlerine ilişkin bilgilerin yol göstericiliğinden yararlanma yoluna
gidebilir.
Seçilebilecek yüzlerce ilaç
tedavisinin varlığından dolayı, böyle bir yol göstericilik özellikle yararlı
olacak. Bunlardan bazıları sinir iletimi üzerinde daha seçici etkilerle, şu
anda kullandıklarımızın geliştirilmiş versiyonları olacak. Bazıları beyin işlevlerine
ilişkin yeni bilgiler temelinde hazırlanmış olacak. Bazıları ise zihinsel
bozukluk riskini arttıran gen varyantlarının saptanmasından hareketle
yaratılmış olacak.
Zihinsel bozukluklara
ilişkin genetik yapı bilgilerinin varlığı sadece psikiyatrların tanı ve tedavi
yaklaşımlarını değiştirmeyecek; psikiyatrinin kendimiz hakkında düşünme
tarzımıza katkısını da arttıracak.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında,
psikiyatri doğuştan gelme güçlü tutkuların üzerimizdeki yoğun etkilerini
kavramamıza ve bunların bilincine varmaktan yararlanmamıza katkıda bulundu.
İkinci yarısında ise denetlenemez davranışları yumuşatacak ilaçlar sağladı;
hepimizin serotonin ve dopamin gibi beyin kimyasallarına ne kadar bağımlı
olduğunu gösterdi. Davranışsal farklılıkları etkileyen gen varyantlarının
saptanması, her kişinin benzersiz biyolojisiyle ilgili bazı önemli ayrıntıları
dolduracak. Bu gen varyantlarından birçoğunun önemini yorumlamak belki güç
olsa bile, bazıları bireysel hayat öykülerimizi tasarlamada ve kurgulamada
kesinlikle yararlı araçlar olacak.
SAMUEL BARONDES
San Francisco California
Üniversitesinde Jeanne ve Sanford Robertson Kürsüsü profesörü, Nörobiyoloji ve
Psikiyatri Merkezi direktörüdür. Ayrıca Zihin Sağlığı Ulusal Enstitüsü’nün
Bilim Danışmanları Kurulu başkanıdır. Şimdiye kadar yayımlanan Molecules and Mental
lllness
[Moleküller ve Akıl Hastalığı] ve Mood
Genes: Hutıting for Origins of Mania and Depression [Ruhsal Durum Genleri: Mani
ve Depresyonun Kökenlerini Araştırmak] dışında, psikiyatrik ilaçları konu alan
bir kitap üzerinde halen çalışmaktadır.
Kaynak:
Editör: Jhon Brockman, trc: Nurettin
Elhüseyni, NTV Yayınları, 8. Baskı: Temmuz 2008, İstanbul, s.297-307
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar