İSRAİL VE FİLİSTİN’İN ÜZERİNDEKİ DUVAR
“Duvar yıkılınca
Yahudiler ve Hıristiyanlar İslâm’a girecekler.”
İbrahim aleyhisselâmın iki
çocuğundan türeyen iki kavim. Araplar ve
Yahudiler.
Onlar, Habil ve Kabil gibi
senelerdir birbirlerine olan karşı durumları ile mutlu olmadıkları gibi,
yaşadıkları üzüntü ve sıkıntıları hiç bitmeyecekmiş gibi birlikte hayat sürüyorlar. Müslümanlar
kurban olan oğul için İsmail aleyhisselâmI derlerken, Yahudiler İshâk
aleyhisselâmı söylüyorlar. (Bu konuda Arap Milliyetçiliği yüzünden İslam
âlimleri arasındaki ihtilaf sürekli devam ede gelmiştir.)
Mana âleminden Hz. Musa
aleyhisselâmın bizlere doğru yönelen bakışlarında, hep müteessir olduğunu
görmekteyiz. Bunu bizim gibi başka görenlerde vardır. Eskiden ezilen taraf
Yahudilerdi, şimdi devrân döndü Filistinliler oldu. Allah Teâlâ, kaderi veçhedeki adalet sıfatının
üzerini “Sabır” ismi öyle örtmüş ki,
zalim ve mazlum birbirinden bir türlü ayrılamıyor.
“Bu bekleyişin
sebeb-i hikmeti nedir?” diye düşünen bizler için cevabın Kur’ân-ı Kerim’de bulunduğunu
söyleyebiliriz. Kur’ân-ı Kerim tarihsel bir kitap değildir. Onun her ayeti
günlere, çağlara hitap eder. Tevilâtını yüz defa yapsanız yine yeni bir tevili
bulunur. Sure-i Kehf’in sırlı karanlığından sızan nurlu ışıklarda, Allah Teâlâ
bu durumun kaderi veçhesini açığa vurmuş olsa da, bizler görmemek için
elimizden geleni yapmaktayız. Bir çoğumuzun bildiği meşhur Hızır ve Musa
aleyhisselâm kıssası, kaderi plandaki sabır isminin tecelliyatını aslında ibraz
etmektedir. Kıssa Kur'ân-ı Kerîm'de Kehf Sûresindeki (18) âyetlerde
geçmektedir. Bu kıssa hakkındaki malumat, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden
tüm ayrıntıları ile birlikte rivayet edilmiştir. [1] Önce
Kıssayı hatırlayalım:
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem bu kıssayı şöyle anlattılar.
“Musa aleyhisselâm bir vakit Benî İsraîl içinde hutbeye kalkmıştı.
Kendisine:
“En çok âlim olan kimdir?” diye soruldu.
“En âlim benim.” diye cevap verdi.
Bu husustaki ilmi Allah Teâlâ bilir diyerek Allah Teâlâ´ya havale
etmediğinden dolayı Allah Teâlâ ona ıtab etti. Allah Teâlâ,
“İki denizin bitiştiği yerde
kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir.” diye ona vahiy etti.
“Ya Rabb´i, ona nasıl yol
bulayım?” dedi.
Ona giderken “Bir zembil içinde bir balık taşı. Onu nerede kaybedersen o
kulum oradadır.” denildi.
Hz. Musa aleyhisselâm gitti. Arkadaşı Yuşa b. Nun aleyhisselâm´ı [İstanbul´da
kabri bulunmaktadır!!!]da birlikte götürdü. Bir zembil içine de bir balık
koyup yüklendiler. İki denizin bitiştiği yerdeki kayanın yanına varınca
başlarını yere koyup uyudular. Derken tuzlanmış ölü balık zembilden sıyrılıp
kurtuldu. Deniz içinde kendine su küngü gibi bir boşluk bırakarak yol açtı.
Deniz içinde böyle bir yolun açılması Hz. Musa aleyhisselâm ile arkadaşı
şaşırtan bir şey olmuştu. Uyandıktan sonra o gecenin kalanı ile bütün gün
gittiler. Sabah olunca Hz. Musa aleyhisselâm arkadaşına
“Kuşluk yemeğimizi ver. Bu
seferimizden yorgunluk duymağa başladık.” dedi. Hâlbuki Hz. Musa
aleyhisselâm emr olunduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı.
Arkadaşı,
“Bak hele, taşın dibinde
barındığımız zaman balığın gittiğini haber vermeği unutmuşum.” dedi Hz. Musa aleyhisselâm,
“Zaten istediğimiz de bu idi” dedi.
Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Taşın yanına
varınca bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş bir zat duruyor Hz. Musa
aleyhisselâm selam verdi. Hızır aleyhisselâm,
“Acayip, bu senin bulunduğun
yerde selam ne gezer?” dedi.
“Ben Hz. Musa ´yım” dedi. O:
“Benî İsraîl Hz. Musa´sı mı?” diye sordu.
“Evet.” dedi.
Hz. Musa aleyhisselâm sonra yine söze başlayıp:
“Sana talim olunan rüşt ve
hidayetten bana bir şey talim etmek üzere sana uyayım mı?” dedi.
Hızır aleyhisselâm,
“Sen, benimle hiç mi hiç
edemezsin ya Hz. Musa aleyhisselâm Bende Allah Teâlâ´nın kendi ilminden bana
verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allah Teâlâ´nın
verdiği öyle bir ilim vardır ki onu da ben bilemem.” cevabını verdi. Hz.
Musa aleyhisselâm,
“Beni inşallah sabırlı bulursun.
Sana hiçbir işinde de karşı gelmeyeceğim.” dedi. Gemileri olmadığı için
deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Bir gemi geçti. Alsınlar diye gemicilerle
söyleştiler. Hızır aleyhisselâm gemiciler tanıdılar. Onları parasız gemiye
aldılar. O sırada bir serçe, geminin kenarına konup denizden bir iki yudum su
aldı. Hızır aleyhisselâm,
“Ya Hz. Musa aleyhisselâm, benim ilmimle senin ilmin, Allah Teâlâ´nın
ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile eksiltmez.” dedi.
Ondan sonra gemi tahtalarından birine el atıp söktü. Hz. Musa aleyhisselâm,
“Adamcağızlar bizi gemilerine
parasız almışlarken sen, gemilerine kastedip içindekileri batırmak için mi
deliyorsun.” dedi Hızır aleyhisselâm,
“Sen, benimle hiç sabır edemezsin
demedim mi?” dedi. Hz. Musa aleyhisselâm,
“Şu dalgınlığımdan dolayı beni
muaheze edip de bana güçlük gösterme” cevabını verdi. Olayda da Hz. Musa aleyhisselâm bu ilk muhalefeti
dalgınlık eseri idi. Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk diğer
çocuklarla oynuyor. Hızır aleyhisselâm çocuğun başını eliyle kopardı. Hz. Musa
aleyhisselâm,
“Aman, hiç bir nefse bedel
olmaksızın günahsız pak bir canı telef mi ediyorsun?” dedi. Hızır
aleyhisselâm yine:
“Ben, sana benimle sabır
edemezsin demedim mi?” cevabını verdi. Yine gittiler. Nihayet bir köye gelince ahalisinden yemek
istediler. Ahali onları misafir etmekten imtina ettiler. Orada yıkılmağa yüz
tutmuş bir duvar buldular. Hızır aleyhisselâm eliyle işaret ederek doğrulttu.
Hz. Musa aleyhisselâm,
“İsteseydin hiç olmazsa bunun
için bir ücret alabilirdin.” deyince Hızır aleyhisselâm,
“Bu andan itibaren artık
ayrılalım.” dedi. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem kıssayı buraya kadar hikâye
buyurduktan sonra:
“Allah Teâlâ Hz. Musa
aleyhisselâma rahmet etsin. Ne olurdu sabredeydi de aralarında geçecek
maceralar Allah Teâlâ tarafından bize hikâye olunaydı.” Buyurdu.
Kıssanın devamı Kur´an-ı Kerim´de şöyle geçer.
“Hızır aleyhisselâm dedi ki:
İşte bu, benim seninle aramızın
ayrılışıdır. Üzerine sabra muktedir olamadığın şeylerin izahını sana haber
vereceğim.
Şöyle ki: Gemi, denizde çalışan
bir takım zayıflara ait idi. Artık ben onu kusurlu yapmak istedim ve
onların ötesinde bir hükümdâr vardır ki, her sağlam gemiyi zulmederek alıvermektedir.
Oğlana gelince onun anası ile
babası iki mümin kimselerdir. Onları bir azgınlığa, bir küfre bürümesinden
korktuk. Artık biz istedik ki, Rabb´leri onlara ondan temizlikçe daha
hayırlısını ve merhametçe daha yakınını bedel olarak versin.
Duvara gelince şehirde iki yetim
oğlanındı. Altında ise onlara ait bir hazine var idi. Babaları da iyi bir kimse
idi.
Rabb diledi ki, Onlar erginlik
çağına ersinler de hazinelerin çıkarıversinler. Bu Rabb´inden bir rahmet olarak
böyle yapılmıştır. Bunları kendi görüşümle yapmış olmadım. İşte bu, üzerine
sabra takat getiremediğin şeyin izahıdır.” (Kehf 78–82)
Muhyiddin Arabî kaddesellâhü sırrahu’l azîz Hızır aleyhisselâm ile
görüştüğünde şöyle demiştir.
“Hz. Musa aleyhisselâm doğumundan
görüşme zamanına kadar olan hayatı ile ilgili bin mesele hazırlamıştım. Bunları
kendisine soracaktım. Fakat o bunlardan üç meseleye sabredemedi.”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Kardeşim Musa aleyhisselâm
sussaydı ve Allah Teâlâ bize onların kıssalarını hikâye etse idi.”
Allah Teâlâ bu kıssada siyasetin ledünnî boyutunu
haber vererek, “Hızır ile Hz. Mûsa aleyhisselâma bu üç olayla âdâb-ı
ilâhiyeyi öğrettiler. Fakat bunu ancak ehil olan anlayabildi.
Birinci kıssada, Hızır İSTEDİM dedi.
Geminin delinmesinde bir ayb vardı ve bunu kendine nisbet ederek istedim dedi.
İkinci kıssada oğlanın ana-babası mü’minlerdi. Onların
tarafında hayr, oğlan tuğyan sahibiydi bu sebeple İSTEDİK dedi. Kemâl olan tarafı Hakk’a
eksik olan tarafı kendine nisbet etti.
Üçüncü kıssada katıksız hayr vardı bu sebeple onu
Hakk’a nisbet ederek RABBİN İSTEDİ dedi.
Bu ilm-i ilâhidir ve bütün kemâl ehline gerekir. Hızır
önce mahzûrâtı gösterip daha sonra olayların te’vilini haber vermiştir. Bunda
amaç, Hz, Mûsa aleyhisselâmın istidadını denemektir.
“Nefsim elinde bulunan Zat-ı Zülcelâl’a yemin olsun ki, günah
işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan ucb'e (kendini beğenme günahına)
düşeceğinizden korkarım.” [3]
Bu meyanda söylemek
istediğimiz konu esasen şudur. Bilindiği üzere Yahudilerin tarihi “bir duvar ve
tabut” meselesi vardır. Ne zaman ki Yahudiler “ağlama duvarı”nın
altındaki varsayılan bu hazineyi çıkarırlar, oradaki gerçekleri görürler, ancak
bu şekilde doğru olanı elleriyle bulurlar ve çözülmez denilen sorun çözülür.
Sekine (Tabut/sandık)
sırlarını dışarı verir.
Yahudiler ayık
olurlar.
O zaman Yahudiler
Filistinlilere karşı tutumlarının yanlışlığını anlayıp, kendi öz kardeşlerine
karşı yaptıkları haksızlığın farkına varırlar.
Bu ahvalin
neticesinde, Yahudiler birer birer Müslüman olup İslâm dinine geçerler. Bu
geçme radikal ve dinci Yahudi milletin ölmesi demektir. Hadis yorumcuları
Yahudilerin ölmesi olarak bahsettikleri şeyde hep “kan” tarafını tuttular. Asıl
ölüm “düşünce bazındadır.” Cesedin
ölmesine ölüm diyenler ölüm hakikatinden haberi olmayanların uydurduğu bir
masaldır. Hz. İsâ aleyhisselâmın dirilttiği Lazar’a “Ölüm Nasıl bir şeydi?”
Diye sorulunca;
“Hangisi daha iyi,
hayat mı, ölüm mü? Ben de şaşırdım. O kadar da farklı değildi.” Demiştir.
Hz. Musâ
aleyhisselâmın Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin miraç hadisesinde namaz
hakkında tekrar tekrar azaltılması konusunda istekte ve tavsiyede bulunmasının
altındaki gerçek, Yahudilerin sabırsızlığıdır. Çünkü O, Yahudilerin gelecek de
İslâma girecek olduğunu bildiğinden ısrarını bir türlü bırakamamıştır.
Yıllardır deccal ve
onunla eşleştirilen Yahudilerin öldürülmesi diyerek beklediğimiz husus, aslında
içlerindeki “kinin ölmesi”dir. Neticede Yahudiler İslâm’a girdikten
sonra, Hıristiyanlardaki bağnazlık yok olup, onlarda İslâm’la
şereflendiklerinde, insanlığın beklediği Hz. İsâ aleyhisselâmın gökten inişi
gerçekleşmiş olacaktır. Yani Hıristiyanlar da millet olarak İslâm’a
gireceklerdir.
Yüzyıllardır
umutlarını yitirmeyen şeytan ve ona hizmet eden komitesinin hayalleri de sukuta
erecektir.
Sonuç olarak, Hızır
aleyhisselâmın düzelttiği duvarın altındaki hazinenin iki kardeşe ait olması
ve çıkartılması Yahudi ve
Hıristiyanların Müslüman olması demektir.
Bu söylenenler için tevilât,
fantastik veya kurgu diyebilirsiniz. Bunlar, geleceğin getireceği
hakikattendir.
Gelecek için “kaos”, “Armegedon" “kıyamet” beklentisinde
olanların bu söylenenler hoşuna gitmez.
Onlar huzur ve refahı sevmezler. Mazoşist bünyeleri ile vampirleşmek,
zombileşmek isteklerinden başka bir
hayalleri yoktur. Onlar
istemeselerde Allah Teâlâ dini tamamlayacak Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslüman
olacaktır. Bu oluşum kan ve revan içinde değil , bilim ve gerçeğin ışığında
gerçekleşecektir. Her zamanki insanlık
adına istediğimiz bu zamanın kısa ve huzurla ikmal edilmesidir.
Eğer Yahudiler üzerinde “Ultra-ortodoks Yahudiler” tam
etkinliklerini kurabilmiş olsalardı,
duvarın altındaki hazine ortaya çıkar,
tereddütler izale olup “ütopik” masalların etkisinden kurtulurlardı. Yahudiler “Ultra-ortodoks” yolu benimseye
başladıklarında, dünya ve kendileri için en güzel etkinliğe ulaşmaları, dolayısıyla dünya insanlarına yardımcı
oldukları gibi, kendileri de refah hayat seviyesine kavuşabilecekleri düşünülmektedir.
Theodor HERZL‘in 1896-1902
arasında Filistin’de Yahudilere bir yurt vermesi için Sultan II. Abdülhamit’le
kurulan temaslardan sonuç alamayıp başlarına sardığı “va’dedilen topraklar”
meselesi Yahudi milletinin başını yakmıştır.
Yahudiler, yollarını çelen ve
ısrarcı tutumları ile Britanya’nın
yarı sömürgesi olan Mısır’a bağlı Sina Yarımadası (El Ariş) için İngilizlerle
görüşmeler yaptılar. Fransa’nın karşı çıkması üzerine Britanya Herzl’e Batı
Afrika’daki kolonisi Uganda’ya (bugünkü Kenya) yerleşmelerini önermek zorunda
kaldı. Uganda’ya gönderilen heyet bölgenin vahşi hayvanlar, öldürücü böcekler
ve pek dost görünmeyen Massailer’le meskûn olduğunu rapor edince bu seçenek de
elendi. Vazgeçtiler .
Yahudilerin bu aldatılmışlık içerisinde ezilmeleri ve
gelecek nesillerine hiçbir zaman mutluluğu tarif edememelerine sebep oldu. Yahudilerin en yakın
zamanda İslâm’a girdikleri günü biz göremezsek de bile çocuklarımız inşaallah
görür.
KİM YAPTIĞI VEYA OTURDUĞU EVİN
YIKILMASINI İSTER.
ÖYLEYSE İNSANIN, ALLAH TEÂLÂ’DAN YARATTIĞI DÜNYANIN YIKILMASINI
İSTEMESİ NE ACAİP BİR ŞEYDİR.
ÖYLEYSE İNSANIN, ALLAH TEÂLÂ’DAN YARATTIĞI DÜNYANIN YIKILMASINI
İSTEMESİ NE ACAİP BİR ŞEYDİR.
İngiltere kendisinin yarattığı İsrail'in sömürgesi haline geldiğini
hissedince İsrail'in sahneyi terk etmesini sağlamak amacıyla, işgal ettiği toprakları
boşaltmasını istedi. Bu tarihten itibaren diplomasi tarihi, Tel Aviv ile
Kahire arasında gidip geldi. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'a bir prestij
kazandırmak için Iran ve Suudi Arabistan, Mısır'a mali yardımlarda bulundu. Bu
destek planı, İsrail, İngiltere ve ABD tarafından kararlaştırılmıştı ki,
nihayet 1973 yılında yapay bir savaşla Mısır, Sina Çölü'nü İsrail'den geri
aldı.
DR. ABDÜLSAHİP YADGARİ DİPLOMASİ TARİHÇİSİ
İngiltere 1763
yılından beri, Fransa'yla sürdürdüğü çekişmelerin ardından, nihayet Paris
Anlaşması'yla bu ülkeyi geri plana atmayı başardı. Bu anlaşmaya göre, Hint
Yarımadası, Kanada ve iki stratejik ada olan Kıbrıs ve Malta, İngiltere’ye
bırakıldı. Orta Doğu, Avrupa ile Asya arasında bir köprü olarak, Büyük
Britanya stratejisinde önemli bir konuma kavuştu. Orta Doğu'nun bu stratejik
konuma kavuşmasından sonra İngiltere, bölgede 2500 yıldır önemli rol oynayan
İran’ı, Hint Yarımadası'na ilişkin Asyalı rakibi olarak görerek, zayıflatma
planlan hazırladı ve 19. yüzyıldan bu yana Rusya'yla birlikte bu amacını
gerçekleştirmeye başladı.
ULUSLARARASI
İLİŞKİLER TARİHİ, İNGİLTERE'NİN SÜREKLİ İKİ ÖNEMLİ KONUYLA İLGİLENDİĞİNİ
BİZE GÖSTERİYOR:
BİRİNCİSİ DENİZ
ULAŞIMINI SAĞLAMAK,
İKİNCİSİ BAŞKA BİR
AVRUPA ÜLKESİNİN HİNT YARIMADASI'NA HÜKMETMESİNİ ÖNLEMEK.
Her iki konu da
İngiltere için hayati önem taşımaktaydı. Bu iki strateji ile ilgili olarak
İngiltere'nin dış politikasına dikkat edilecek olursa, Avrupa'yı Doğu ve
özellikle de Britanya'nın ekonomik güvencesi olan Hint Yarımadasına bağlayan
Orta Doğu ve Körfez havzasının önemi ortaya çıkar, İngiltere, bu iki temel
stratejisiyle şimdiye kadar uluslararası ilişkilerdeki dengeyi kuran,
yönlendiren ve uluslararası gelişmeler sürecini kontrol altında tutabilen tek
ülke olmuştur.
Soğuk Savaş döneminde
iki süper güç, ABD ile Sovyetler Birliği'nin karşı karşıya kalması da İngiliz
zihniyetinden doğmuştur, İngiltere, ABD'deki son seçimlerde Demokrat
Parti'nin yeniden kazanmasını önlemek için, Amerikan petrol kartelleri,
bankalar, Pentagon ve genel olarak Amerikan milliyetçilerinin desteğiyle George
Bush'un seçilmesini sağladı. Bu giriş, Orta Doğu'nun İngiltere'nin dış
politikasındaki stratejik öneminin anlaşılmasına yeterlidir. 1967 yılında
Mısır'ın İsrail ile yapılan savaşta yenilgiye uğraması ve 1970 yılında Cemal
Abdülnasır'ın ölmesiyle iktidarın Enver Sedat'a geçmesinden sonra, İsrail
tarafından petrol ve ticaretle ilgili iki strateji ortaya atıldı:
1. İsrail’in Arap
ülkelerindeki petrolün sömürülmesine ortak olmasının gerekliliği,
2. Arap-İsrail
ortaklığı; Batı Avrupa pazarına benzer ortak bir pazarın kurulması.
İsrail’in bu
stratejileri, İngiltere'nin, Orta Doğu'da İsrail ile iç içe geçmiş işbirliği
temeli üzerine kurulu diplomasisini değiştirmesine neden oldu. Pan Arabizm
sloganı, bu kez İngiltere’nin teşvik ve tahriki ile, Kahire'nin değil, Bağdat
merkezci bir şekilde Arap milliyetçilerin kafalarını meşgul etmeyi sürdürdü. Camp
David Anlaşmasıyla Mısır artık Arap dünyasındaki eski çekiciliğini kaybetti,
İngiltere, Irak'ta iktidarın yeniden Baas Partisine geçtiği ve Abdurrahman
Arifin siyaset sahnesinden uzaklaştırıldığı 1968 yılından günümüze kadar
İsrail’e, 1967 yılında işgal ettiği topraklardan çıkması için baskı aracı
olarak Irak'ı kullanmıştır.
İngiltere, Irak'a, bu
amaca ulaşmak için Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri
yardımıyla geniş ölçüde destek verdi, İngiltere'nin Irak'a kitle imha
silahlarının üretimi teknolojisi konusundaki desteğinin amacı, İsrail ve
İran’ı tehdit etmenin yanı sıra, Saddam' ı Arap dünyasının sözde kurtarıcı
lideri olarak lanse etmekti. Irak'ın genişlemesi için General Abdülkerim Kasım'ın
yönetimi döneminde Kuveyt'in işgal edilmesi planı başarısız kalmıştı.
Bu kez İngiltere, 1956 yılında Fransa
ile birlikte Mısır'a karşı yaptığı ortak savaşta (Süveyş Kanalı Savaşı) ABD
karşısında diplomatik yenilgiye uğradı. Bunun anlamı şu: ABD'nin Bağdat
Maslahatgüzarı Saddam'ı Kuveyt'i işgal etmeye ve İsrail tarafından işgal edilen
topraklan geri almaya teşvik etti. Böylece Saddam Kuveyt bataklığında
tuzağa düşürüldü. ABD, Saddam'ı atom bombası yapmaya kararlı gördüğünden bir
siyasi blöfle tuzağa düşürdü. Öyle ki Saddam ABD'nin tahriki ile Kuveyt'e
girerek hem kendi sonunu hazırladı, hem de Bush'un Irak'a girmesine bahane
oluşturdu. Irak'ın Kuveyt'i işgali sırasında Filistinliler Saddam'ı destekledi.
ABD'nin, Kuveyt'in boşaltılması yönünde Saddam'a yönelttiği baskılar, Irak'ın
İran ile gerçekleştirdiği savaşta başarıya ulaşamaması ve Sovyetler Birliği'nin
dağılması, Pan Arabizm ve Filistin Kurtuluş Hareketi'ne ağır darbe indirdi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ABD'nin savaşa dahil olmasıyla birlikte,
Amerikan bankacılar ve Siyonistlerin nüfuzu söz konusu olmaya başladı. Bu
sermaye sahipleri, petrol kaynaklarına ve "Kenan" ülkesinin topraklarına
gözlerini dikmişlerdi. "Kredi ve Kiralama" olarak bilinen (petrol
ve Yahudiler için devlet kurma) bir yasa, ABD ile İngiltere arasında
imzalandı.
Bu yasanın birinci
bölümü açık, ikinci bölümü gizli kaldı. Söz konusu yasanın
gizli bölümünde şunlar yer alıyordu:
"İNGİLTERE TARAFINDAN KREDİ ALAN
ÜLKE OSMANLI'DAN BAĞIMSIZLAŞARAK İNGİLTERE'NİN BOYUNDURUĞUNA GİREN TOPRAKLARDA
PETROL ÇIKARILMASI KONUSUNDA ABD'LİLERE AYRICALIK SAĞLANACAK VE FİLİSTİN,
YAHUDİLERİN ANAVATANI OLARAK TANINACAK."
Bu yasa gereği, Arap
Yarımadası'nın petrol kaynaklarına sahip toprakları ABD'lilere verildi.
1944 YILINDAN BERİ SUUDİ ARABİSTAN
PETROLÜNÜN SÖMÜRÜCÜSÜ ABD OLARAK GÖRÜLSE DE, BU İNGİLTERE'YLE ANLAŞMASI ŞARTINA
BAĞLIDIR, İNGİLTERE'NİN 16. YÜZYILDA KURDUĞU SÖMÜRGE STRATEJİSİ, SÜVEYŞ
KANALI'NİN DOĞUSUNDA TARİHİ GEÇMİŞTEN, DOĞAL COĞRAFYA VE KÜLTÜREL BİRLİKTEN YOKSUN
VE MİLLİ KİMLİĞE SAHİP OLMAYAN YENİ ÜLKELER YARATTI. BU ÜLKELERİN VARLIĞI, SÖMÜRGE
NADESİNDEN BAŞKA HERHANGİ BİR TEMELE DAYANMIYOR.
Birinci Dünya Savaşı'ndan
sonra dış politika ve uluslararası ilişkilerde önemli rol ve konum elde etmek
isteyen ABD'nin Demokrat Partisi siyasi açıdan; rakibi Cumhuriyetçi Parti ve
Osmanlı'nın Orta Doğu'daki cenazesini parçalayarak, dünyanın diğer bölgelerinde
ayrıcalıklar elde etmek isteyen İngiltere başta olmak üzere, Batı Avrupa
ülkelerinin desteğiyle, dış politikasın yeniden yalnızlık politikası stratejisi
benimsedi.
Ancak ekonomik açıdan, ABD-İngiltere arasındaki
karşılıklı anlaşmalara dayanan projelerle, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt ve
Bahreyn gibi dünyanın çeşitli noktalarında, Amerikan şirketlerine büyük
ayrıcalıklar kazandırdı. ABD tarafından elde edilen petrol ayrıcalıkları, yeni
emperyalizmin dikkatini diğer ülkelerdeki servetlere çekti. ABD'nin Orta Doğu
diplomasisi, bir süper güç olarak ikinci Dünya Savaşı sonuna kadar pasif bir
şekilde sürdü. Aynı dönemdeki İNGİLTERE DİPLOMASİSİ İSE, KENDİ SÖMÜRGELERİNİ
İKİ BÜYÜK RAKİBİ, ABD VE SOVYETLER BİRLİĞİ'NDEN KORUMAK AMACIYLA DEĞİŞİME
UĞRADI, İNGİLTERE, MOSKOVA KOMÜNİZMİNİN SALDIRI OLASILIĞI YÜKSEK OLAN BATI
AVRUPA'YA, ABD' NİN ASKERİ GÜCÜNÜ CEZBEDEREK VE NATO GİBİ ASKERİ VE DİĞER
BİRLİKLERLE ANLAŞMALAR İMZALAYARAK, İKİ SÜPER GÜÇ ARASINDA KİTLE İMHA SİLAHLARI
ÜRETİMİ KONUSUNDA REKABET OLUŞTURMAK SURETİYLE BİR DEHŞET DENGESİ OLUŞTURDU.
Soğuk savaş döneminde İngiltere yarattığı kaoslar ve
bölgesel savaşlarla (iki Kore arasındaki savaş gibi) dünyada barışın
sağlanmasını engelledi. Ta ki, ABD'nin askeri teknolojisi karşısında
SSCB'nin çökmesi ve ABD'nin, dünyanın tek süper gücü olarak ortaya çıkmasına
dek. Ancak İngiltere’nin Orta Doğu politikası aynen geleneksel sömürgeci
temele dayalı olarak kaldı. Yani çarlık döneminde olduğu gibi Sovyetler
Birliği ile geleneksel işbirliğini sürdürdü. ABD emperyalizmi, İngiltere ve
Fransa'nın Orta Doğu'daki nüfuzu karşısında etkisiz kalınca, bölgedeki
milliyetçi akımları ve bağımsızlık isteyen liderleri güçlendirerek, Sovyetler
Birliği ve İngiltere’ye karşı tavır aldı.
ABD, ekonomik durgunluğa düşme korkusuyla dış
ticarette açık kapı tezini savundu, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonraki
uluslararası koşullar ve Sovyetlerin Batı Avrupa'ya nüfuzu ve Moskova'nın
İran ile Türkiye'deki bozguncu faaliyetleri, İngiltere’nin ABD'den yardım
talebinde bulunmasına neden oldu. 1947 yılında İngiltere ABD'ye bir mektup
göndererek, yarım asırdan beri Türkiye ve Yunanistan gibi ülkeleri kendi
yönetimi doğrultusunda kontrol ettikten sonra, şimdi mali sıkıntı yaşadığını,
artık Moskova'den gelen Komünist baskılara daha fazla karşı gelemeyeceğini ve
bu ülkeleri koruma görevini sürdüremeyeceğini belirtti.
Bu girişim, ABD emperyalizminin, İngiltere ve
Fransa'dan boşalan bölgelere nüfuz etmesi için iyi fırsattı. ABD'nin Orta
Doğu'daki ilk girişimi, Hint Yarımadası'na kadar uzanan bir bölgede, Doğu Akdeniz'de
sahili bulunan, stratejik bir konumda olan Suriye oldu. ABD'nin Suriye ve
Mısır diplomasisi, Orta Doğu'ya yönelik "Kapsayıcı Politika"nın
başlangıcını oluşturdu, ancak kültürel ve tarihi farklılıklar ve İngiltere’nin
bu bölgeye nüfuzu nedeniyle başarılı olamadı, İsrail ile İngiltere arasındaki
stratejik işbirliği, Arapların İsrail’e üçüncü kez yenildiği, 1967 yılına
kadar sürdü, İsrail bundan sonra İngiltere’yle, sömürülen Arap
ülkelerinin petrol kaynaklarını paylaşmak ve Araplarla birlikte ortak pazar
kurmak istedi.
İNGİLTERE KENDİSİNİN YARATTIĞI İSRAİL'İN SÖMÜRGESİ
HALİNE GELDİĞİNİ HİSSEDİNCE İSRAİL’İN SAHNEYİ TERK ETMESİNİ SAĞLAMAK AMACIYLA,
İŞGAL ETTİĞİ TOPRAKLARI BOŞALTMASINI İSTEDİ. BU TARİHTEN İTİBAREN DİPLOMASİ
TARİHİ, TEL AVİV İLE KAHİRE ARASINDA GİDİP GELDİ. MISIR DEVLET BAŞKANI ENVER
SEDAT İÇİN BİR PRESTİJ KAZANDIRMAK İÇİN IRAN VE SUUDİ ARABİSTAN, MISIR'A MALİ
YARDIMLARDA BULUNDU. Bu destek planı, İsrail, İngiltere ve ABD tarafından kararlaştırılmıştı
ki, nihayet 1973 yılında yapay bir savaşla Mısır, Sina Çölü'nü İsrail’den geri
aldı. Bu diplomasinin sonu "CAMP DAVİD" anlaşmasıyla bağlandı.
ANLAŞMANIN EN ÖNEMLİ MADDESİ, Kudüs başkentli bir Filistin devletinin
kurulması idi.
SONUÇ OLARAK, BÖLGEDEKİ ANLAŞMAZLIKLAR, SAVAŞLAR, İSTİKRARSIZLIK
VE KRİZLERİN TEMEL TAŞINI İNGİLTERE’NİN KAPKARA, SÖMÜRGECİ POLİTİKALARI
OLUŞTURDU, İNGİLTERE’NİN AMACI, ORTA DOĞU VE BASRA KÖRFEZİ BÖLGESİNDE KOMPLO VE
BUNALIMLAR YARATARAK, BÖLGE İNSANINI, TÜM BU SORUNLARI YARATAN ETKENİ
BELİRLEYİP SORGULAMAKTAN ALIKOYMAK VE BÖLGENİN DOĞAL JEOPOLİTİK YAPISINI
DEĞİŞTİRİP DİĞER AKTÖRLERİN ETKİNLİĞİNİ KAYBETTİRMEKTİ.
KAYNAK:
[1] Hadis için bak: Buhârî,
İlim (3), 44, Enbiyâ (60) 29, Tefsîr (65), 18, 196-198. Müslim, Fedâil
(43), 46, 170-184, hd. No: 2380. Tirmizî, Tefsîr (48), 19, hd. no: 3149.
Musned, 5, 116-122. Ayrıca bak: İbn Kesîr, 5, 170-185. Bidâye,
1, 295-299. Fethu'l-Bârî, I, 176-179, VI, 334-338, VIII, 329-343.
[2] ÖZLER Nurten Tasavvufta Hızır Telakkisi ve Niyazîi
Mısrî'nin Hızır Risalesi [Kitap]. - İstanbul : Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü İlâhiyat Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı, Y.Lisans
Tezi-149218, 2004.s.109-111
[3] Müslim
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar