Print Friendly and PDF

MADDE ÖTESİ-İLM-İ LEDÜN



Madde ötesi varlıklar denildiğinde her şeyden ön­ce akla, oldukça ilginç olan ve tanımı en zor olan “boyutlar” ko­nusu gelmektedir.
“Boyut, bir yöne uzanımdır.”
Tek boyut uzun­luk, iki boyut alan, üç boyut hacimdir.(Fiziki cihetle) tik bakışta boyutların madde oldukları sanılır. Zira boyut denilen en, boy, yükseklik veya derinlik kavramları birer geometrik koordinat ifade ettiğinden, birlikte şuurda uyandırdıkları mekân kavramı (uzunluk, alan ve hacim olarak) dolayısıyla madde ile bir tutul­maktadır. Oysa mekân ve zaman boyutları uzayda mücerred varlıklardır. Madde ise mekân ve zaman boyutları üzerinde taht kurmuş müşahhas bir varlıktır. Ancak zaman boyutu (Mekân boyutlarına göre) değişkendir. Bu değişkenlik, bizi ilk maddesel düşünce noktasından her an çekip almakta olduğundan, boyutlar meselesinin pek de kolay kavranabilecek bir şey olmadığı anlaşılır. Esasen maddenin üç boyutu'da dâhil olmak üzere uzayda sayısız boyutlar, yüzeyler (manyetik alanlar) ve tüneller (karadelikler) vardır. Ki bunlar (Modern fiziğe göre) kâinatın iskeleti, tüm mahlûkatın tutunduğu kolonlardır. Uzaydaki irili ufaklı çeşitli madde (görünen kütleli varlıklar) ve madde ötesi (görünmeyen kütlesiz varlıklar) mahlûkatın farklı boyutlarda mekân tutmuş olması, onların sabit olmaları­na mani bir hal değildir. Bu sebeple âlemlerdi ve varlıklarda değişme olmamakta, ancak bu varlıklarla ilgili zamanın akışın­da (zaman boyutunda) değişiklik olmaktadır. Ki bu akış, her âlem ve varlık için farklı (küçülmekte, büyümekte) teza­hür etmektedir.
PARALEL EVREN (Şekil 1)
PARALEL EVREN (ÂLEM)
Matematik olarak evreni "İki yönlü mekân ve tek yönlü (Geçmişten geleceğe giden) zaman çizgisi olarak gösteririz. Bu ikisi birbirine diktir. Işık hızı da bunu köşegenlerinden keser ve 45'lik açı oluşturur. Işık hızını aşamadığımız sürece, mekân çizgisinin iki yanında hep saklı duran başka yer (Paralel evren) kavramını anlayamayız. Taramalı bölge dışında olanları kavra­mamız için ışıktan hızlı gitmemiz gerekiyor. Bu bize yasaklan­mış, fakat ağırlığı sıfırdan küçük olan bilinç boyutuna (Beşinci boyut, ruh, melek vb.) mümkündür. Dolayısıyla şekil(2)de göste­rilen iç-içe dikgen olarak yaşadığımız başka evrenlerden haberi­miz olmaz. Ama ışıktan hızlı, düşünce ile "BAŞKA YERDE" olabiliriz.
İçinde yaşadığımız âlemde, varlıklar arasında yegane de­ğişmez sabit hıza sahip ışığın saniyede 300 bin km. süratle her tarafa yayıldığı gerçeği, ilmin keşfettiği en önemli olay olarak kabul edilmesi gerekir. Ki zamanın dördüncü bir boyut olduğu bu keşif sayesinde ortaya konulmuştur. Ve bugün, ışık hızının ölçümü, zaman birimlerinin kullanılmasıyla mümkün olabil­mektedir. Bu sebeple ilim adamları "ışık hızı" nı zamanın ters yönde akma hızı olarak kabul etmişlerdir. Nasıl ki ses duvarı var'sa, aynı şekilde bir ışık veya zaman duvarı'da vardır. Ve hız zamanla ters orantılıdır. Cisimler hızlandıkça zaman akışında kısalma olmakta ışık hızının aşılması halinde zaman durmakta­dır. Ki zaman ötesi olan bu âlemdeki kanunlar bildiğimiz fizik kanunlarından farklıdır. Zaman akışındaki kısalma bir bakıma ömrün uzaması anlamına gelmektedir. Bir misal vermek gere­kirse; ışık hızına çok yakın bir hızda uzaya açıldığımızda za­man akışı kısaldığından aynı yaşta olduğumuz dünyadaki ar­kadaşımıza nazaran bizim bir yıllık yaşlanmamıza karşılık, o arkadaşımızda 14 yıllık bir yaşlanma görülür. Biz 21 yaşına bastığımızda, arkadaşımız 34 yaşına basar, öte yandan ömrü en kısa olan cisimlerin en küçük ve en süratli varlıklar olduğu­nu söylemeye gerek yok tabiiki...
Kısaca cisimlerin küçüklüğüne veya büyüklüğüne paralel (orantılı) olarak zaman akışlarında küçülme ve büyüme olmak­tadır. Makro âlemlerdeki cirimleri büyük, hızları düşük cisimle­rin (yıldızlar, gezegenler galaksiler v.s.) ömürleri milyon veya milyar yıllarla ölçülürken, mikro âlemdeki cirmi küçük hızı bü­yük bir nötron'un atom dışındaki ömrü dakikalarla, ışık hızıy­la hareket eden, maddenin sınır taşı olan bir nötrino'un ömrü ise milyonda bir saniyelerle ölçülmektedir. Kısaca kâinatta madde ötesi sayısız boyutlarda mekan tutmuş (sabitleşmiş) âlemlerle içerisindeki madde ve madde ötesi varlıklar, farklı zaman akış­larına tabi olarak devamlı hareket halinde bulunmaktadırlar. Ve bu akışın başlangıcı yaratılma (oluş), sona ermesi ise ölüm (yokoluş) dur. İkisi ortasında tayin edilmiş süre ise ömür ola rak nitelenmektedir. Ki her varlığın belli bir ömrü vardır. öte yandan vahye dayalı din ilimlerine göre. Yüce Yaratı­cı önce "istikametleri yarattı" ve kâinatın temel kanunlarını (kuvvet alanları) bu istikametlerin sayısız boyutlarında ortaya çıkardı. Ve sonra madde ve madde ötesi yapıda yarattığı mahlûkatına (varlıklara) farklı boyutlarda mekanlar tayin etti. Ki bunlardan ancak dar bir sınır oluşturan üç boyutta maddeye mekân verdi denilmektedir. Ki günümüz müspet ilmi'de yukar­daki açıklamalara uygun tespitler yapmış bulunmaktadır.
Boyutlar meselesi, ilimlerin bir nevi anayasası olan vahy kaynağı Kur'an-ı Kerimde, "Ben âlemlerin rabbiyim" "doğular ve batılar" "Allah ölçü koydu" gibi ilahi emirlerde açık olarak ifade edilmiştir. Yani boyutlar, kâinatın iskelet yapısını teşkil etmek üzere, bizler gibi birer varlık olarak yaratılmışlardır denilmektedir. Gerçekte, çağımız vahy kaynaklı dini ilimler­den hakkıyla nasibini alanlar ancak, âlemleri, boyutları ve kâinattaki şuurlu nizamı ve de yaratılmış bütün varlıkların sayısız yüzeylerdeki gizliliklerini sezebilecek durumdadır.
Bugüne kadar dini veya ilmi olarak yapılan açıklamalar şu gerçeği ortaya koymuştur. Kainattaki varlıkların bir kısmı (ister maddesel olsun, ister madde ötesi yapıda olsun) bizim yaşadığımız âlemde etkindir. Ve vardır. Diğer bir kısım varlık­larda bizim yaşadığımız âlemden farklı, başka alemlerde etki­lerini sürdürmektedirler. Ki aslında bu sayısız âlemler birbiriyle irtibattadır. (Şekil ,2)
Madde ötesi varlık olarak ifade edilen melekler ve cinler kavramı da işte sözkonusu bu yapraklar (alemler), yüzeyler (manyetik olanlar) ve tüneller sisteminde saklıdır
Yüce Yaratan, sayısız boyutlarda gizli bulunan çeşitli âlemlerden birinden diğerine geçme sırrını, "ledün ilmini" şüphesiz kendine en yakın kullarına öğretmekte ve ayrıca ilmi gelişmeler cihetiyle (Bütün insanlığa açık tutmak anlamında) bu sırrın kapısını açık tutmaktadır.
Yaradılışımızla ve ölümümüzle ilgili tüm gerçekler işte bu âlemler dizisi içerisinde gizlenmiştir.
Bilindiği kadarıyla bütün âlemler, fihriste olarak insanda temsil edilmiştir. Onun madde ve madde ötesi yapılardaki un­surlar (dört ana madde olan, toprak, su, hava ve hararet ile bir nevi hayat enerjisi olan tabii ruh ile nefis ve ene) bütün alem­lerle irtibatlıdır. İnsan maddi yapısı cihetiyle dünya hayatı içinde ölçülebilen müşahhas-mekân boyutlarına tabidir. Fakat madde ötesi yapısı cihetiyle sayısız boyutların ve âlemlerin etkisi altındadır. Ki insanın bilinmezliği işte bu boyutlarla ve âlemlerle olan ilgisinden dolayıdır. Her ne kadar belirtilen ko­nuda en doğru ve en sade açıklamalar asrımız sünühat (Kalbe gelen mânalar, doğuşlar) eserle­rinde ele alınmış bulunmaktaysa da, çağımız modern fizik alimleride, sözkonusu konularla ilgili yani madde ötesi varlıklar hakkında oldukça şaşırtıcı ve yukarıda belirtilen ifadeleri doğ­rulayıcı tespitler ortaya koymuş bulunmaktadırlar.

Şekil 2

Yukarda, dönen bir kare deliğe (vücudumuzdaki sinir sistemi aksonları gibi iletkenliğe haiz olan ve madde ötesi alemlerle irtibatı sağlayan yoğun elektrik ve manyetik akım yüklü tü­neller) giren bir Astronot için türlü tercihler yapma durumu mevcuttur.
(A)  Rotası, Yine kendi yaşadığımız âleme döner.
(B) Rotası, bizi; yok edici nur (Tek kuvvet) âlemine götürür
(C) Rotası,ışık hızını aşmak hâlinde geçişe müsaade eder'ki bu rota; yine madde-enerji için yasak, Madde ötesi Nurâni var­lıklar (Melekler) için müsaittir.
(D) Rotası, Madde-Enerji için, geçişi mümkün olan yoldur. Ve iç - dış olay ufuklarının arasından geçerek başka âleme gö­türür
(E)  Rotası, Baktığımız şekle dik olan (Gözle sayfa arasındaki doğrultu) bir yol olup, kendi alemimize paralel başka aleme götürür. (Göğe çekilenlerin yolu)





Şekil (2) ile ilgili İslâm kaynaklarında belirtilen bir açıklama İslâm kaynaklarında belirtilen hayat mertebeleri ile Modern Fiziğin tespitlerinin birbirinden farklı olmadığı görülür.
Şöyle ki; islam kaynaklarında, yaşadığımız hayatla birlikte 5 hayat tabakası olduğu belirtilmektedir.
1. Tabaka hayat: birçok şartlara bağlı olan maddi hayatı­mızdır. Yani içinde yaşadığımız uzaydır. Şekildeki (A)Bölgesidir.
2. Tabaka hayat: Modern Fiziğin tespitlerinden olan, Kara-delikler vasıtası ile dünya hayatıyla irtibatlı 2 Nolu şekilde (D) bölgesi olarak gösterilen, dünya hayatı şartlarıyla mukayyed olmayan bir hayat tabakasıdır. Hz. Hızır ve Hz. İlyas (aleyhisselâm) bu hayatta yaşarlar, istedikleri an dünya'ya gelir, isterlerse yerler, içerler ama mecburiyetleri yoktur. İstemezlerse yemezler. Vela­yet yolu ile bu hayat tabakasına çıkılabilir. Hz. Hızır bu tabaka­ya çıkanlara ders vermektedir.
3. Tabaka hayat : Yine karadelikler vasıtasıyla dünya hayatı ile irtibatı olan, 2. Hayat tabakasında farklı bir başka hayat ta­bakasıdır. Ki burada, vücud, canlılığını yitirmeden fakat letafet kesbetmiş olarak (Melekler gibi) yaşayabilmektedir. Zaman ötesi (Bast-ı zaman) yolculuk bu hayata geçişle vukua gelmekte­dir. Hz. İdris (aleyhisselâm) ile Hz İsa (aleyhisselâm), halen bu şekilde kendi uzay­larında yaşamaktadırlar. 2 nolu şekilde gösterilen (E)bölgesi, bu hayat tabakasına aittir.
4. Tabaka hayat : Ulvi ruhların ve Şehidlerin zaman kavra­mından bihaber olarak huzur ve lezzet içinde yaşadıkları hayat­tır ki Şehidler ve Ulvi ruhlar}her biri dünyadaki hayatlarına ben­zer şekilde, fakat kedersiz, zahmetsiz olarak burada yaşarlar.
2 Nolu şekilde gösterilen (C) Bölgesidir. (Işık hızından hızlı varlıklar ancak bu bölgede yaşayabilirler.)
5. Tabaka hayat : Kabir ehlinin yaşadığı ruhani hayattır. Ki bu hayat, müminler için bir istirahat yeri, mu'min olmayanlar için mutsuzluk ve başıboşluk içinde yaşama yeridir. Şekilde gösterilen(B)hölgesidir
Melekler; bütün hayat tabakalarında bulunurlar ve kendile­rine verilen görevleri ifa ederler.
Bu orada 1943 yılında yapılmış olan oldukça ilginç bir de­neyden[1] kısaca bahsedecek olursak, Dr.Morris Jessup, Birleşik Amerika donanmasının çok değer verdiği büyük bir bilim adamıydı. 1943 yılında Amerika savaşmaktaydı ve bilim adamları da Yapay manyetik alanlar deneyinin nasıl oluşabileceğine kafa yormaktaydılar. Aynı zamanda Birleşik alan­lar teoremi bu deneyle doğrulanmış olacaktı. Donanmanın isteği, bir geminin Görünmez olması, kamufle edilmesiydi. Jessup, bu deneyi üstlenecek tek insandı.
Sözkonusu olay, çok güçlü bobinlerden, bir gemiye elek­trik akımı yüklemek, böylece bu elektrik alana dik bir man­yetik alan oluşturmak ve bu dipole (ikiz kutuplu) alanda, iç uzay ya da Tü­nel e girip, başka bir tünel ucundan çıkmak diye özetlenebilir­di bu deney...
Güçlü bir manyetik alanda, atomlar kafeslerini parçalayıp, uzay-zaman içinde yürürlerdi. (Tayyı mekân) Böylece yer-zaman koordinatlarının dışına çıkan bir nesne görünmez ola­caktı. Donanmanın büyük finansmanıyla deney yapıldı.
Elektrik akımı verilen çıkarma gemisi tayfalarıyla birlikte gözden silindi. Gemi üç dakika sonra 620 km. uzaklıktaki Norfolk limanında gözüktü ve yeniden gözden kayboldu. Daha sonra sıçramalı olarak birçok yerde, “Hayalet gemi” ola­rak görünüp yok oldu ve yeniden limanda belirdi. Bu arada deneyin acı sonucu birçok tayfa öldü.
Kalan tayfalarda da birçok tuhaf yetenekler gelişti. Böy­lece doğadaki (Bermuda olaylarında olan) manyetik fırtınaların tıpatıp laboratuar benzeri yaratılmıştı. Bu aynı zamanda, arada bir serap gibi görünen kaybolan uçak ve gemilerin ya da için­deki kimselerin, ses ve imdat çağrılarını açıklıyordu. Çünkü bu gemide hayalet gibi sıçramalı hareket etmiş ve zaman içinde büyük mesafeler aşarak beş dakikada 1300 km. gidip gelmişti.
Tayfaların birçoğu, periyodik olarak, manyetik alan etki­si kendilerine yöneldiğinde; evlerinde veya lokantada birden yok oluyorlar, bir süre sonra yeniden görünüyorlardı.
Bazen de uzuvları donup kalıyordu. Yani bir heykel gibi kaskatı kesiliyorlardı. O zaman onları Topraklamak gereki­yordu. Böylece yine kendilerine geliyorlardı. Bu donma anın­da tayfalar serbestçe Uzayda gezdiklerini, çekimsiz alanda Yükseldiklerini bulutların üzerinde karanlık bölgeye çıktık­larını söylüyorlardı.
Kaybolan tayfalar da öyle!... (Birden kendimize bedeni­mizle birlikte uzayda buluyoruz. Sonra dünyaya düşüyor ve kaybolduğumuzu ileri sürdüğünüz yerde yeniden size görün­müş oluyoruz) diyorlardı.
Söylediklerinin doğru olduğu acı bir gerçekle anlaşıldı: Bir gün pusula taşıyan bir tayfa birden donup kaldığında, arka­daşları onu dokunarak topraklamak istediği anda tayfa alev al­dı. Bu öyle bir alevdi ki, sanki bir insanı naylon torba dolusu benzin haline sokmuşsunuz! Hiç bir iz bırakmadan her şeyiy­le yanmış. Ne et, ne kemik ne bir parçası kalmıştı. Sadece düştüğü yerdeki halının ya da zeminin kömürleşmesinden onun yandığını anlıyorsunuz. Yani dünyamızda istediğiniz şeyi ya­kın, mutlaka bir izi, yanmayan kemiği ya da metalik bir belge­si kalır. Ama bu öyle değildi. Her şeyiyle birden durup durur­ken alev alarak bir yanmaydı. Geriye hiç bir iz bırakmaksızın bir yanma!..
Morris Jessup, böyle yanan bir tayfanın, yandığı zemin örneğini, yani döşeme ve halıdaki yanığı, üstadı Hansel Heiberg'e verdi. Onun yaptığı testler sonucu, bu tayfanın, UZAY'da yani kozmik ışınların olduğu atmosfer dışında yük­sek bir yerde kendiliğinden uzayının kaydığını belirtti. Çünkü halı numunesi ve zeminde, dünyada hiç olmaması gereken Rad­yoaktif ışıma ve dedektörlerin KOZMİKPRİMER diye tanımla­dığı kâinat ışınları bulundu. Bunlar dünyamıza inmezler ve uzayda törpülenirlerdi. Oysa tersine dünyamıza inmişlerdi. Ya da öteki adıyla, Zavallı tayfa atmosfer dışına çıkmış ve orada bu yakıcı kozmik ışınlarla alev almıştı!..
Böylece tayfaların madde ötesi âleme, kimi zaman beden­leriyle ya da donarak muhayyileleriyle çıktıkları doğrulanıyor­du.
Günümüz modern Fizikçilerinden batılı âlim M.H. Aiberg tarafınca telif edilen eserden iktibas ettiğimiz yukarda açıklanan tespitlerle İslâm kaynaklarında belirtilen açık veya yarı açık mesajların genel olarak bir biriyle uyum içerisinde olduğu görülmektedir.

TASAVVUFLA İLGİLİ YAPILAN EN SON ARAŞTIRMALAR:
Son zamanlarda modern fizik âlimlerince yapılan araştırma sonuçları, Tasavvufla ilgili yazılanları ve söylenenleri doğrular mahiyettedir.
Modern Fizik âlimi Carl Frederik von weizsacker, [2] hind tasavvufu ile ilgili yaptığı araştırmalarda; Tasavvuf disiplini ile insan­da ruhi bir enerjinin oluştuğunu gözlemlediğini belirtmekte ay­rıca yaptığı yorumla'da, bu enerjinin doğru (müsbet) kullanılma­sı halinde iyi faziletli dahiler, yanlış (menfi) kullanılması halinde kötü aşağılık dahiler ortaya çıkmakta demektedir. Bu arada ayrı­ca sözkonusu disiplinden geçmiş, hind sofilerinin, hayret verici gösterilerine ( bu gösterilere istidraç olayları denilmektedir.) tanık olduğunu eserinde anlatmaktadır.
Nitekim günümüzde yapılan para psikolojik araştırmalarda da aynı yollardan ve olaylardan hareket edilmekte ve birçok tek­niklerin ortaya çıkarılmasına çalışılmaktadır.
Tespit edildiği kadarıyla, nefis; etkisiz hale getirilmekle veya kontrol altına alınmakla, vucud'da dercedilmiş olan gizli kuvvetler kademeli olarak harekete geçmekte (Dalga boyları farklı ışık tayfları gibi) ve ruhi latifeyi "Gönül motorunu" yani kalbi duyuları çalıştırmaktadır. Ki, gönül motorunun çalışmasıyla'da insan, olağanüstü bazı kabiliyetlere kavuşmaktadır.
Ne var ki bu güç ve kabiliyet; gerçek imana sahip olmayan insanlar elinde (nefis hesabına çalıştırıldığından kendilerine ve başkalarına zarar verebilecek tehlikeli bir silahtan öteye geçme­mektedir. (Sihir, büyü vb. kötü veya faydasız, manasız, gösteri­lerin yapılması)
Oysa gerçek imana sahip olanlar; ilhamlara (ledun ilmine doğrudan mazhar olduklarından) muhatap olduklarından, güç ve kabiliyetlerinin nelere muktedir olduğunu bilerek (Dünya ve ahiret hayatının birçok sırlarına vakıf olup) eşyaya tasarrufta bulunurlar. (Bu zatlar madde ötesine ve zaman ötesine geçebilir­ler) değil kendilerine ve başkalarına zararlı olmak faydasız hiç­bir teşebbüste dahi bulunmazlar. Tıpkı melekler gibi mutlak ha­yır işinde güçlerini kullanırlar. Öyle ki adeta bütün mahlukat (canlı ve cansız) ona itaat eder.
Mesela, Bir kimsenin kendi yanı­na gelmesini düşündüğü zaman, o kimseden gizli olarak ona te­sir eder (telepati) yanına tevcih eder (telehipnoz ve hipnotizma,) Yağmur yağmasını istediği zaman yağmur yağar (telekinezi) Bütün bunlar, peygamber ve Evliya tasarrufları olarak tecrübe ile bilinmektedir. Göz değmesi ve büyü dedikleri şeyler de bu ka­bildendir. Hatta, bazı haset ediciler, bu ruhi güce sahip olur da, gayet güzel bir at görüp, o ata haset gözü ile baksa ve onun ölmesini aklından geçirirse, o at o anda can verir. Hadis-i şerifte bildirilen "Göz insanı mezara, deveyi tencereye koyar" deyimi bu hususu belirtmektedir.
Söz konusu ruhi kabiliyet kötü işlerde kullanılır ise bunu yapanlara kahin veya sihirbaz denir. Kötü maksadla yapılana İstidraç ve sihir, iyi maksatla yapılana da keramet ve mucize denilmektedir.
İSLÂM TASAVVUFU VE LEDÜN İLMİ:
İslam tasavvufunda , diğer tasavvuf disiplinlerinde olduğu gibi nefis terbiyesi esastır. Ancak burada ilim ve marifet sahibi olmak gaye değildir. Gaye, imanı inkişaf ettirmektir. İlim ve te­fekkür ile nefis terbiyesi (İslam kaynaklarında, Günde 4 saat uy­ku, 300 gr. yemek, Haramdan ve günahlardan kaçınmak nefsi terbiyede etkili olduğu belirtilmektedir) tasavvuf mesleklerin­den en önemli farklılığı, tasavvufu, gelişmiş bir iman seviyesi olarak görmesidir. Ki insanın bu seviyelere ulaşmasının ilahi bir lütuf olduğu İslâm kaynaklarında; belirtilmektedir. İmanı geliş­tirmek, çile ve riyazattan ziyade ilim ve ibadetle olmaktadır. Bu yola, hakikat yolu veya sünnet-i seniye yolu denilmektedir. Bu yola girmeden gerçek tasavvuf durağına ulaşılamaz. Ki tasavvuf yolu işte bu duraktan sonradır. Ve herkese de nasip olmaz.
Bu durumda hakiki tasavvuf yolunun da İslâmlar kemale erdiğini söylemek yanlış olmasa gerektir. Sahabelerin, tabiinlerin ve onların izinde gidenlerin (peygamber efendimizin izin­de gitmek sayılır) birçoğu bu yolla manevi mesafe kat etmişler­dir. Ne var ki bu doğru ve kestirme yol; bir kaç asır sonra bozuk din, mezhep ve felsefi mesleklerle ve istidraç olaylarıyla bulan­dırılma durumu ile karşı karşıya kalmıştır. Bunun üzerine, Ehl-i hakikat olan (şeriat ehli) müslümanlara tasavvufi hedefler göste­rilmiş, daha çok sabır isteyen tasavvuf akımları (tarikatlar) böylece ortaya çıkmıştır. Ki bu akımların gerçek amacı, her za­man imanın ve İslam şeriatının muhafazası olmuştur. Ne var ki zamanla, günümüze kadar gelen tasavvuf akımlarından pek ço­ğu İslam’ın gerçek tasavvufi anlayış ve disiplininden uzaklaşmış­tır. Kısaca tasavvuf, sünnet-i seniyeye ittiba edenlerden (hakikat mesleğine tabi olanlardan) kabiliyeti müsait olanların- (doğuştan güzel huylu, halim ve selim, şevkatli, ciddi, sabırlı gayretli insan­lar) meyletmesinin gerekli olduğu zevkli, nurani bir yoldur. Ve gayesi, kavuşulan ilim ve marifetleri; imanın gelişmesinde, şeriatın muhafazasında, dinin yayılmasında kullanmaktır. Bilhassa imanı geliştirmedeki görevi çok önemlidir. Zira "bütün ilimlerin ve ma­rifetlerin ve kemâlat-ı insaniyenin en büyüğü imandır. Ve iman-ı tahkikiden neşet eden tafsilli ve bürhanlı marifet-i kutsiyedir." diye ehl-i hakikat ittifak etmişlerdir. Bu konuda asrımız müceddidi Bediuzzaman hazretleri şöyle demektedir.
"... îman-ı tak­lidi, çabuk şüphelere (Müsbet ilmin soruları karşısında) ve hura­felere (saf zihinleri iğfal eden büyü, sihir v.s. tesirler) mağlup olur. Oysa daha çok kuvvetli olan iman-ı tahkikide bu tehlikele­re düşmek ihtimali yoktur. Zira tahkiki imanın pek çok merte­belerden, ilmel yakin mertebesinde çok burhanlarla (ispat vasıta­sı olan doğru şahitler, deliller yani aksiyomlar) şüphelere karşı direnç kazanılır. Oysa taklid-i iman'da, bir tek şüphe karşısında bile bozan durulamaz, tman-ı tahkikinin bir diğer mertebesinde (aynel yakin mertebesi) ise, insan; bütün bir kâinatı bir Kuran gibi okuyup anlama derecesine ulaşır ki, artık bu mertebede, şüphe ve hurafeler ne kadar kuvvetli olursa olsun hiç mi hiç etki­li olmaz. İman-ı tahkikinin bir mertebeside hakkal yakin derece­sidir Ki bu mertebedeki insanlara, bütün şüphe ve delalet ordu­ları hücum etse bir halt edemez.
İşte ulema-i ilm-i kelamın binler cild kitapları akla ve mantı­ğa istinaden telif edilip, yalnız o marifet-i intaniyenin bürhanlı ve akli bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikat, yüzer kitaplarla keşfe zevke istinaden, imanın marifetlerini izhar etmişlerdir. Esasende Kuran, her zaman kendi mucizekar cadde-i kübrasının gösterdiği iman hakikatleri ve kutsi marifetleri ile o ulema-ı evli­yanın gösterdiklerinin pek çok fevkinde bir kuvvet ve yükseklik­tedir. "
İmanın inkişaf etmesiyle veya kalbin çalıştırılmasıyla, in­sanda oluşacak halleri. Mutasavvıflar sırayla şöyle belirtmekte­dirler. Ki bu haller melekiyet mertebesine çıkılırken uğranılan ara mertebelerdir.
1 — Doğru ile yanlışı ayırdedebilecek derecede kuvvetli bir mantık ferasetine kavuşma hali. (Mu'minlik mertebesi)
2 — Allah’ın kudretini düşünüp ona dayanarak, her an kal­bin huzurla dolması hali. (Allaha ihlasla kulluk etme mertebesi)
3 — Kalbin, sevinç ve elemi unutup, gayb âlemiyle irtibat kurması hâti, (velilik mertebesi olup, insan bu mertebede; şa­hadet âlemini gördüğü gibi, yekaza halinde gayb âlemini ve oradaki mahlukatı görür ve işitir onlarla haberleşir. Konuşur)
4 — Nefsin arzularını gemleyip, ilahi ilhamın kalbe akışının sağlanması hali. (ileri derecede velilik mertebesi olup) mekân ve zaman ötelerine bedenen gidip gelen veliler bu mertebededir.)
5 — İlâhi cezbeye tutulup, dünya sevgisinden uzaklaşma hali (ilah-i aşka tutulma mertebesi)
6 — İlahi ilhamlarla dolan kalbin Allah'a kavuşması hali (Allah dostluğuna tam hak kazanma mertebesi)
7 — Allah'ın cemalini görme ve onun nuru, sevgisi ve aş­kıyla dolma ve zaman ve mekân ötelerine geçerek insanın ula­şabileceği en yüksek makama ulaşması hali (Büyük evliyalık de­nilen uhrevi lezzete kavuşma ve tatma mertebesi)

Kaynakça
Ali KÖMÜRCÜ [Kitap]. - Bilim'in Temel Meseleleri Ocak Yayınları Ankara.


[1] Philadelphia Deneyi, 28 Ekim 1943 tarihinde Amerikan donanmasının Pensilvanya eyaletine bağlı Philadelphia şehri limanında yaptığı iddia edilen deneydir. İddiaya göre donanmaya ait bir koruma destroyeri olan DE 173 sınıfı 1240 tonluk USS Eldridge birkaç dakika içerisinde 600 km.'den fazla bir uzaklığa gidip tekrar gelmiştir. Deneyin varlığı konusunda hiçbir delil bulunmamaktadır. Amerikan donanması da böyle bir deneyin kayıtlarda varolmadığını belirtmiştir[1]. Al Bielek hariç deneye katıldığı iddia edilen tüm askerler bunu yalanlamış, hikâyenin bir aldatmaca olduğunu söylemişlerdir. Bielek'in hikâyesi de daha sonra yalanlanmıştır.[2].

USS Eldridge (DE 173) 1944
Gökkuşağı Projesi (Rainbow Project) adıyla da bilinen bu deney, 1984 yılında beyaz perdeye aktarılana kadar ciddiye alınmamıştı. Ancak o tarihden bu güne kadar resmi makamlarca defalarca yalanlanmasına rağmen en çok merak edilen konulardan biri olmuştur.
Deneyin iddia edilen hikâyesi
İddia sahibi ataldır, Deneyin yapılmış olma ihtimalinden ilk söz eden kişi Morris K. Jessup'dur. Jessup amatör bir gökbilimciydi ve UFOlar üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyordu. Deney ile olan ilgisi ise 1955 yılında eline geçen bir mektupla başlar. Mektup, Carlos Miguel Allende adında birinden geliyordu ve deneyden detaylı olarak bahsediyordu. İddiasına göre Allende, deneye gözlem gemisi olarak katılan SS Andrew Furuseth adlı şilepte görevli bir denizciydi. Deneye baştan sona şahit olmuştu.

Deneyin hazırlık aşaması

Deneyin temelinde Einstein'in Birleşik Alan Teorisi vardı. Teori, basitce, nesneler arası çekim esası ve elektromanyetizma üzerine kurulmuştur. Einstein, 1920'lerden itibaren bu teorisi üzerine yoğunlaşmış, 1925-1927 yılları arasında Almanya'da, bir fizik dergisinde yaptığı çalışmaları yayımlamış, ancak bu çalışmalarını hiçbir zaman tamamlayamamıştır.
İddiaya göre deneyin çalışmaları 1930 yılında
Chicago Üniversitesinde başlamış, bir yıl sonra da Princeton Üniversitesinde devam ettirilmişti. Hatta Albert Einstein Dr.John von Neumann ve Dr.Nikola Tesla'nın da zaman zaman proje dahilinde çalıştıkları iddia edilmiştir.
Birleşik Alan Teorisi'nin deneye uygulanışı ise "çok güçlü bir
elektromanyetik alan oluşturup gemi üzerine gelen ışığı (ve radar sinyallerini) kırarak ya da bükerek optik görünmezlik sağlamak" şeklinde düşünülmüştü. Bu doğrultuda 75 KVA gücündeki iki dev jeneratör geminin ön top taretlerinin altına monte edildi, buradan geminin güvertesine 4 manyetik ışın yayılacaktı. 3 RF vericisi (her biri iki megavat CW gücündeydi ve onlar da güverteye monte edilmişti). 3000 adet 6L6 güç artırıcı tüp, iki jeneratörün oluşturduğu gücü yayacaklardı, özel eşleme ve modülasyon devreleriyle diğer ekipman, oluşan kütlesel elektromanyetik alanları kullanılırlığa indirgerken, kırılmış ışınlar ve radyo dalgaları gemiyi saracak ve sonuçta gemi düşman gözlemcileri için görünmez olacaktı.
Amaç görünmezlikti fakat iddiaya göre donanma bu deneyde tesadüfen de olsa maddenin ışınlanmasını gerçekleşti

Deneyin gerçekleştirilişi

Allende, deneyin 22 Haziran 1943'te sabah 09:00'da jeneratörlere güç verilerek başlatıldığını söylüyordu. Bu aşamadan sonra yeşilimsi bir sis gemiyi örtmeye başlamış ve USS Eldridge ortadan kaybolmuştu. Devamını şöyle anlatıyordu Allende :
"Bir an sadece geminin çapasını görebildim, sonra o da kayboldu, ortada artık ne sis ne USS Eldridge vardı; bomboş denize bakıyorduk, bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim adamları korku, dehşet ve heyacan içinde nefeslerini tutarak bu inanılması güç başarılarını seyrediyorlardı. Gemi ve mürettebatı hem radarda hem de gözlerimizin önünde yok olmuştu. Her şey planlandığı gibi yürüyordu, 15 dk. sonra emir verildi ve jeneratörlerin şalteri kapatıldı. Önce hiçbir şey olmadı, arkasından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge yeniden görünmeye ve ortaya çıkmaya başladı ama gemi nereye gitmiş ve nereden geliyordu? Sis azalırken, birşeylerin tuhaf gittiğini hissediyorduk. Hemen gemiye yanaştık, ilk önce mürettebatın çoğunun geminin yanından sarkıp kustuklarını gördük, diğerleri ise geminin güvertesinde şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı,sanki hiçbirinin bilinci yerinde değildi. Yetkili ekipler gemiye girerek bütün mürettebatı kısa süre içerisinde uzaklaştırdılar ve yerlerini hazır bekletilen yeni bir mürettebat aldı. Bir iki gün sonra, yeni bir deneye daha karar verildi. Gemi istenen radar görünmezliğine ulaşmıştı, donanım değiştirildi ve 28 Ekim 1943'te deney yine aynı gemide tekrarlandı. Jeneratörler çalışmaya başladıktan hemen sonra Destroyer hemen hemen görünmezlik çizgisine ulaşmıştı, sadece burnu ve arkası görülüyor, arada ise bazı çizgiler belli belirsiz seçiliyordu. Sonra sadece su üzerinde tekne boyunda bir çizgi kaldı. Bir iki dakika sonra mavi bir ışık parladı ve o çizgi de yok oldu. Şimdi gemi tamamen yok olmuştu. Birkaç dakika sonra millerce uzakta Norfolk'ta ortaya çıktı. Göründükten biraz sonra bilinmeyen bir nedenle yine kayboldu ve Philadelphia'da tekrar ortaya çıktı. Bu kez durum çok ciddiydi, tüm mürettebatın başı beladaydı. Bazıları yok oldu ve bir daha geri dönmedi. Bu olayın en korkunç bölümü ise beş denizcinin geminin eriyen ve sonra yine katılaşan metal levhalarının içinde kalmalarıydı. Bu çok feci bir durumdu. Denizcilerin birisi kurtuldu fakat bir daha eski haline dönemedi. Aklını tamamen yitirmişti ama yapacak hiçbir şey yoktu. Bazılarının psişik yetenekleri gelişmişti, sokakta yürürken kaybolan ve yine ortaya çıkan insanlar vardı. Manyetik alanın içinde kalan mürettebattan kaybolanlar ancak birisinin yüzüne ve eline dokunulmasıyla görünür hale geliyorlardı, yani dokunmanın giysinin olmadığı bir yere yapılması gerekiyordu. "Donma" adı verilen bu olay saatlerce, günlerce sürebiliyordu, hatta bir tayfa tam altı ay donduktan sonra kurtarılabilindi. Elektronik kamuflaj başladıktan sonra geminin ve mürettebatının bütünüyle kaybolup,çok uzak bir yerde ortaya çıkıp ve sonra yeniden geri dönmesine neden olan neydi?"
Bu hikâyeye göre USS Eldridge, 28 Ekim sabahı Philedalphia limanından 640 km. ötedeki (375 mil) Norfolk askeri deniz üssüne gidip tekrar gelmiş ve bu olay birkaç dakika içerisinde olmuştu. Jessup bu inanması güç hikâyeye temkinli yaklaştı. Allende'ye gönderdiği cevapta daha fazla ayrıntı ve varsa olayın gerçekliğiyle ilgili kanıtlar istedi. Allende'nin cevabı ise aylar sonra geldi, fakat bu sefer gelen mektupta Carl M. Allen imzası vardı. Allen kanıtı olmadığını yazıyordu ancak hipnoz seansına katılabileceğini ya da pentotal (bilinci uyuşturarak iradeyi kıran doğruyu söyleten bir ilaç) alarak gördüklerini anlatabileceğini savunuyordu. Jessup bu mektupdan sonra yazışmamaya karar verdi.

Morris Jessup'un intiharı

1957 ilkbaharında Jessup, Deniz Kuvvetleri Araştırma Bürosu'ndan bir davet aldı. Büroya ulaştığında kendisine yine kendinin yazdığı (ve çoğunlukla ününü borçlu olduğu) The Case for the UFO isimli kitap gösterildi. Bu kitap bir yıl kadar önce büroya postalanmıştı. Kitabın dikkat çekici yanı ise sayfalarda alınmış olan notlardı. Notlar üç farklı yazıyla yazılmıştı ve binlerce yıl önceki uygarlıklardan söz ediliyor, dünyaya gelen uzay araçları tarif ediliyordu. Sonunda ise Güç alanlarından, bir maddenin nasıl kaybolup, nasıl ortaya çıkarılabileceği ve 1943'te yapılan deneyden söz ediliyordu. Jessup yazılardan birinin Allen'e ait olduğunu fark edip durumu bildirdi. Sonrasında diğer yazıların da aynı kişiye ait olduğu, farklı renk ve özelliklerdeki kalemlerle yazıldığı anlaşıldı.
Bu olaydan sonra Deniz Kuvvetleri Jessup ile yeniden bağlantı kurup Allende'nin mektuplarında belittiği adresin terkedilmiş bir çiftlik evine ait olduğunu, ayrıca, Jessup'un kitabının üzerindeki notlarla ve Allende'nin mektuplarıyla birlikte yeniden düzenlenerek Deniz Kuvvetleri bünyesinde dağıtılacağını bildirdi. Rakam tam olarak bilinmemekle beraber bu şekilde 100 kadar kopyanın Deniz Kuvvetlerinde dağıtıldığı sanılmaktadır. Bu baskıdan üç kopya da Jessup'a gönderilmiştir.
Bu olaydan iki yıl kadar sonra, 20 Nisan 1959'da Morris Jessup, Miami'de Hammock Parkı'nda, kendi aracı içerisinde ölü bulundu. Polis raporlarına göre egzos gazıyla intihar etmişti. Carlos Allende ise bir daha ortaya çıkmadı ve olay bu şekilde kapandı.

Alfred Bielek'in ifadesi

Bugün bilinen, hikâyenin çoğunun 1984 yapımı Stewart Rafill'in yönettiği "Philadelphia Experiment" (Philadelphia Deneyi) isimli filmden uyarlandığıdır. 1990'larda Eldridge gemisinin mürettebatından Alfred Bielek deneyin içinde yer aldığını ifade etmiş, bu ifade internet aracılığıyla yayılmıştır. Ancak 2003 yılında Bielek'in hikâyesi küçük bir araştırmacı grup tarafından yalanlanmış, deney sırasında geminin yakınında bir yerde olmadığı gösterilmiştir.[3]

Hikayedeki tutarsızlıklar

USS Eldridge gemisi 27 Ağustos 1943'e kadar hizmete girmedi, eylül ayına kadar da New York limanından ayrılmadı. Ekimde gemi Bahamalar'a doğru ilk deneme seferine çıkmıştı. Eldridge gemisinde görev yapanların da üyesi olduğu bir savaş gazileri birliği, Nisan 1999'da yayımladığı bildiride geminin asla Philadelphia limanına uğramadığını belirtmişlerdir.[4]

Alternatif açıklamalar

Araştırmacı Jacques Vallee, USS Eldridge yanında demirli bulunan USS Engstrom gemisinde amacı gemileri manyetik algılayıcılı mayınlara karşı görünmez yapmak olan ve benzer şekilde elektromıknatıslarla yapılan bir deneyi tanımlamıştır. Gemi elektromıknatıslarla degauss edilerek manyetik görünmezliğe ulaştırılmaya çalışılmıştır. Ancak bu deneyin internette gezen hikâyeyle hiçbir alakası olmadığını söylemektedir.
Kaynaklar


[2] http://de.wikipedia.org/wiki/Carl_Friedrich_von_Weizs%C3%A4cker

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar