Print Friendly and PDF

MCCARTHY DÖNEMİ

Bunlarada Bakarsınız


McCarthy Kimdir?

Joseph Raymond McCarthy (14 Kasım, 19082 Mayıs, 1957) 1947 ve 1957 yılları arasında Wisconsin eyaleti Cumhuriyetçi parti Senatörüydü. Senatodaki 10 yıllık görev süresinde McCarthy ve çalışanları, komünist parti ya da komünist sempatizanları hakkında sorumsuz suçlamalarla kötü bir şöhret kazandılar.
David Schine, Joseph McCarthy and Roy Cohn (1953)
İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kimi çevreler Sovyet ajanlarının ülkedeki varlığından ve gizli tertiplerinden dem vurmaya başladı. 29 Haziran 1940’da Amerikan Kongresi, Amerikan hükümetinin devrilmesini savunmayı ve bunun propagandasını yapmayı suç haline getiren bir yasayı kabul etti. Çok açık ki, düşünce özgürlüğünü sınırlayan bu yasa Amerikan Komünist Partisi’ni hedef alıyordu. Ülkedeki komünist faaliyetleri araştırmak üzere kurulan Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi (HUAC), sendikacılardan yazarlara, müzisyenlerden eğitimcilere onlarca insanı sorguladı. Ancak bunlar arasında en çok gürültüyü Hollywood’un bilinen isimlerinin sorgulanması kopardı.

Soruşturmaların yoğunlaştığı bir dönemde, 9 Şubat 1950’de Wisconsin senatörü Joseph McCarthy, elinde hükümet için çalıştıklarını ve Komünist Parti’ye üye olduklarını iddia ettiği 205 kişinin listesi olduğunu söyleyerek kamuoyunun karşısına çıktı. Bu liste bir sır değildi çünkü 1946’da hükümet tarafından yapılan bir çalışma sonucu hazırlanmış ve kamuoyuna duyurulmuştu. Listedekilerden bir kısmı gerçekten komünistti. Ancak listenin diğer üyeleri (yine hükümet tarafından sakıncalı bulunan) eşcinseller ve alkoliklerdi. Dolayısıyla, listeyi elinde sallaya sallaya televizyonlarda arzı endam eden McCarthy de aynı sorguya muhatap kalmış olsa, listedeki yerini alabilirdi pekâlâ. İddiaları üzerine tanıklık yapmak için Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi’ne çağırılan McCarthy, listeyi önce 80 kişiye, sonra da 50 kişiye düşürmesine rağmen tek bir sanığın dahi komünist olduğunu ispatlayamadı. Ancak bütün bu iddialı ve hırslı tavırları McCarthy’e geniş bir kamuoyu desteği sağladı. Ve böylece tarihe “McCarthizm” olarak geçen karanlık dönem başladı. Sorgulamalar, eskisinden daha hızlı devam ediyordu…
“Cadı avı” sırasında bütün tanıklardan Komünist Parti’ye üye olup olmadıklarını, üye iseler, diğer üyelerin isimlerini ve artık bu işleri bıraktıklarını söylemeleri ve Komite üyelerine artık yalnızca Amerikan çıkarları için çalışacak birer tövbekâr olduklarını kanıtlamaları istendi. Sorulara yanıt vermeyi reddeden onlarca Hollywood çalışanı ya hapse atıldı ya da sürgüne gitmek zorunda kaldı. İşlerinden olmak ise, hepsinin ortak kaderiydi.. Komitenin karşısına çıkıp arkadaşlarının isimlerini birer birer sayanlar, kariyerlerine kaldıkları yerden devam ettiler.
Komitenin gazabına uğrayıp işlerini kaybedenler arasında Bertolt Brecht, Charlie Chaplin, Arthur Miller, Orson Welles ve Pete Seeger gibi ünlü sanatçıların yanı sıra daha kariyerlerinin başında olan ve gelecek vadeden pek çok kişinin yer aldığı sinemayla ilgilenen herkesin malumu. Ancak arkadaşlarının gelecekleri pahasına kendi kariyerlerini kurtaranlar bahsinde -belki de en meşhurları olduğundan- Elia Kazan’dan başkası çoğunun hatırına gelmez. Oysa bu isimler arasında nice enteresan insan yer alıyor. Edvard Dmytryk örneğin…
Sorgulamaların başladığı 1947’de soruları yanıtlamayı reddedip, kimsenin düşünceleri yüzünden yargılanamayacağı ilkesinden hareketle Amerikan Anayasası’nın çiğnendiğini belirterek direnen ve bu yüzden hapse atılan Hollywood Onlusu (Herbert Biberman, Lester Cole, Albert Maltz, Adrian Scott, Samuel Ornitz, Dalton Trumbo, Edward Dmytryk, Ring Lardner Jr., John Howard Lawson ve Alvah Bessie) arasında yer alan Dmytryk’in ekonomik sıkıntıları, karısından ayrılınca arttı. Bundan kurtulmanın tek yolu olarak arkadaşlarını ele vermeyi ve işine yeniden kavuşmayı gördü. Hollywood Onlusu direnişinden dört yıl sonra 1951’de bu kez kendi isteğiyle çıktığı mahkemede bütün soruları yanıtlamakla kalmayıp isimlerini verdiği komünistlerin kendisine baskı yaptığını iddia etti. Bunun ödülü olarak da kara listeden çıkarıldı ve tekrar çalışma fırsatı buldu.
Larry Parks komiteye isimleri verilenler arasındaki tek oyuncuydu. Aynı zamanda sinemaya ilgi duymayan herhangi birisinin de tanıyabileceği tek isimdi. Parks, komiteye ifade vermeyi kabul etti. 1941’de Komünist Parti’ye katıldığını ancak dört yıl sonra ayrıldığını itiraf eden Parks, arkadaşlarının ismi sorulduğunda yanıt vermek istemedi. Ancak komite onu muhbirlik yapmak ya da komiteye saygısızlıktan hapse girmek arasında bir seçim yapmaya zorladı. Parks da ilk şıkkı tercih etti. Verdiği isimler arasında yer alan Leo Townsend, Isobel Lennart, Roy Huggins, Richard Collins, Lee J. Cobb, Budd Schulberg ve Elia Kazan da Larry Parks’la aynı tercihi yaptılar ve komiteye yeni isimler verdiler.
Elia Kazan’ın bundan birkaç yıl sonra, 1954’te çektiği, başrollerini Marlon Brando, Karl Malden, Lee J. Cobb, Rod Steiger, Pat Henning ve Eva Marie Saint'in paylaştığı sekiz Oscarlı Rıhtımlar Üzerinde (On the Waterfront) pek çoklarınca McCarthy sorgulamalarındaki tutumunu savunmaya yönelik bir çalışma olarak kabul edildi. Filmde liman işçisi Terry’nin öyküsü anlatılır. Terry, çeteleşen sendika patronlarının işlediği cinayetlerden birinde istem dışı rol almıştır ve vicdanı rahat olmasa da susmaktadır. Ancak çetenin öldürdüğü işçilerden birinin kızkardeşi olan Edie’yle duygusal yakınlaşma ve ardından, çetenin adamı olan ağabeyi Charley’nin öldürülmesi Terry’nin yavaş yavaş değişmesine ve eski pısırık kişiliğinden sıyrılarak patronlarına karşı mücadele etmeye karar vermesine neden olur. Filmin sonundaki, arkadaşları tarafından dışlanan Terry'nin feci şekilde dövülmesine rağmen ayakta kalıp destekçileriyle beraber yürümeye devam etme sahnesi de Elia Kazan açısından otobiyografik öğeler taşıyor. Elia Kazan, sorgulamalardaki tavrı yüzünden pek çok arkadaşı tarafından suçlandı ve asla affedilmedi. 1972’de Cannes Film Festivali’nde Kazan’ın ödül kazanması güdeme geldiğinde sorgulamalar yüzünden ABD’yi terk edip İngiltere’ye yerleşmek zorunda kalan Festival Jüri Başkanı ünlü yönetmen Joseph Losey (Uşak, Kaza Gecesi, Arabulucu), Kazan’ı açıkça lanetleyerek ödülün verilmesine engel oldu. 1998’de ise, vaktiyle pek çok insanın işini bırakmasına neden olarak endüstrinin canına okuyan Kazan’a, “endüstriye katkılarından dolayı” Yaşam Boyu Onur Oscar’ı verildiğinde Ed Harris ve Nick Nolte gibi ünlü oyuncular töreni protesto edecekti. Kendisine muhbirliği hatırlatıldığında Kazan “Utanıyorum.” demekle yetindi ve bu konuyla ilgili kimseyle konuşmadı. Anılarında bile: ismini verdiği arkadaşlarından olan Arthur Miller’ın sevgilisi Marlyn Monroe’yla yaşadığı aşk maceraları, sorgulamalardan çok daha fazla yer tutuyordu. Kazan’ın bu davranışı, Anadolu’dan gelmiş olması nedeniyle kendisini hiçbir zaman tam bir Amerikalı olarak kabul ettirememiş olmasına ve Amerikan egemenlerine bu şekilde yaranmaya çalışmış olmasına bağlandı sonraları.
McCarthy’nin kaybettirdiklerinin öyküleri ise çok daha acıklı… Hakkında soruşturma açılıp mahkemeye çağrılanlardan sessiz sinema ustası Charlie Chaplin, ABD’yi terk ederek İsviçre’ye yerleşti. Yönetmen Joseph Loosey ise İngiltere’ye yerleşti ancak, ABD’deki cadı avı İngiltere’ye sıçrayınca takma isimlerle çalışmak zorunda kaldı. Nazım Hikmet’in “Türkülerimizden korkuyorlar Robeson..” diye selamladığı siyahi şarkıcı Paul Robeson’un pasaportu iptal edilirken, senarist Ben Barzman’a Fransa’ya sürgün yolları gözüküyordu. Tom, Dick ve Harry filmiyle 1941’de Oscar’a aday gösterilen Paul Jarrico için de kariyerinin sonu anlamına geliyordu McCarthizm. Sonraları Kubrick’in filme aldığı Spartacus’ün senaristi Howard Fast de iş bulabilmek için yıllarca takma isim kullanmak zorunda bırakılıyordu. Dr.Jekyll and Mr. Hyde ile tanınan Rose Hobart, sırf Sinema Oyuncuları Sendikası’nda aktif olduğu için sinemadan kopartılanlar arasındaydı. Ünlü Alman şair-yazar Bertolt Brecht ise komiteye çağırıldığında ABD vatandaşı olmadığı için komitenin kendisini sorgulamaya hakkı olduğunu belirterek çağrıyı kabul etti. Sorgulama sırasında ise, İngilizce’ye tam anlamıyla hakim olmamasını müthiş bir koza dönüştürerek komiteyle dalgasını geçti. Ancak onu da ABD’de fazla tutmadılar ve Doğu Almanya’ya yerleşti.
Bütün Amerika’yı kasıp kavuran McCarthy rüzgarı bu ihtiraslı senatörün eleştiri oklarını Amerikan ordusuna yöneltmesiyle son buldu. Amerikan ordusu için bu kadarı fazlaydı. Onlarca aydın ve sanatçı yargılanırken sesini çıkartmayan kamuoyu, sıra orduya gelince McCarthy’i harcamaya karar verdi. Ordu, gazetelere McCarthy’nin usülsüzlükleri hakkında bilgiler sızdırırken basında da senatörün alkolik ve eşcinsel oluşu sürekli gündeme getiriliyordu.
Nihayetinde McCarthy, senatodaki Operasyon Yönetimi Komitesi’nin başkanlığını ve bir sonraki seçimleri kaybetti. McCarthizm resmen sona ermiş olsa da ABD’yi esir alan antikomünist histeri Soğuk Savaş boyunca devam etti. Buna sinema sektöründen verilebilecek en iyi örnek Jean Seberg’e yapılanlardır. Jean D’Arc ile çıkış yapıp Günaydın Tristesse ile yıldızlaşan Fransız aktris Seberg Hollywood’a geldiğinde, kimileri rahatsız olmuştu. Sebebi, Seberg’in ırkçılık karşıtı Kara Panterler örgütüyle olan ilişkileri ve sol görüşleriydi. Atağa geçmek için fırsat kollayan FBI, Seberg’in Meksikalı yazar Carlos Fuentes’ten hamile kalması üzerine aradığı fırsatı buldu. FBI bu bebeğin Kara Panterler üyesi siyahi bir teröristten olduğunu iddia eden bir mektubu Hollywood dergilerine gönderdi. Bu iftiralar karşısında Seberg öylesine sarsıldı ki, erken doğum yapmak zorunda kaldı ve ertesi gün basın toplantısı düzenleyip gazetecilere ölü bebeğinin bedenini gösterdi. Bu, dedikodulara son verdi ancak Seberg kendini asla toparlayamadı. Çocuğunun her –ölü- doğum gününde intihara kalkışan Seberg, sayısız girişiminden sonra, bir gün arabasında ölü bulundu, boş bir ilaç kutusu ve veda mektubu ile… Irak Savaşı sırasında da ABD’nin tavrını eleştiren Michael Moore ve Jessica Lange gibi isimleri vatan hainliğiyle suçlayıp Hollywood’dan dışlanmalarını savunan kimi çevreler de McCarthizmin hâlâ biryerlerde pusuda olduğunu kanıtlıyordu.

Kaliforniya Üniversitesi müzikologlarından Richard Taruskin’in besteci John Adams’ı Amerikan karşıtı müzisyen olarak yaftalamasındaki dürtü de aynıydı. İyi ve Kötünün Bahçesinde Geceyarısı’nda zengin ve güçlü eşcinsel karakteri unutulmaz bir şekilde canlandırdığı için eşcinsel olduğu iddia edilen Kevin Spacey’nin "Bu, McCarthy döneminin sürdüğünün açık bir kanıtıdır" şeklindeki sözleri manidardır. alıntı
Kaynak:
http://www.arastiralim.net/ilk/2009/01/page/49

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar