NEZİH UZEL
1938 yılında Mudanya’da doğmuştur. Babası
Şumnu'nun Hocazadeler ailesinden Çanakkale Savaşı gazisi, Haydarpaşa Tıbbıye-i
Şahane ve Gülhane Asker Hastahanesi 1915 mezunu Doktor Mehmet Muhlis, Annesi
Fatih Medreseleri dersiamlarından Sarıgüzel Cami imamı, Filibeli Hüseyin Hüsnü
Efendinin kızı Hacer İhsan Hanım’dır. Uzel, 1949 yılında ailesi ile birlikte
İstanbul’a taşınmıştır. 1957 yılında Galatasaray Lisesini bitirmiştir.
1 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul'da vefat
etti.
HAKKINDA
YAZILANLARDAN
Nezih Uzel, milli kültürümüzün en rafine
aşaması olan Osmanlı kültür dünyasından günümüze güzellikler taşıyan bir kültür
elçisidir. Bugünkü eğitim düzeniyle okuma-yazmanın yaygınlaşması başta olmak
üzere belirli alanlarda önemli başarılar elde edilmesine rağmen, eğitim
sistemimiz ‘derinliği olan insan’ yetiştirme konusunda eksik kalmıştır. Belki
bu tam olarak eğitim sisteminin de görevi değildir. Ama bu eksiklik,
yaşadığımız dönemin hazin yönlerinden biridir. Nezih Uzel Beğ, kültür
dünyamızdaki kuraklığın dışında bir derinlik uzmanı olarak tekrar tekrar
faydalanılması gereken bir hazine gibidir.
Nezih Uzel, 1938 yılında Mudanya’da
doğmuştur. Babası Şumnu'nun Hocazadeler ailesinden Çanakkale Savaşı gazisi,
Haydarpaşa Tıbbıye-i Şahane ve Gülhane Asker Hastahanesi 1915 mezunu Doktor
Mehmet Muhlis, Annesi Fatih Medreseleri dersiamlarından Sarıgüzel Cami imamı,
Filibeli Hüseyin Hüsnü Efendinin kızı Hacer İhsan Hanım’dır. Uzel, 1949 yılında
ailesi ile birlikte İstanbul’a taşınmıştır. Uzel, 1957 yılında Galatasaray
Lisesini bitirmiştir.
Kültür dünyamızın
devleriyle tanıştı
Uzel, İstanbul’da o yıllarda hayatta olan
eski kültürün son ve en güçlü temsilcileriyle tanışır. Ordinaryus Profesör Doktor
Süheyl Ünver, Kudümzenbaşı Sadettin Heper, Neyzenbaşı Halil Can, tezhip ve hat
sanatçısı Necmettin Okyay, Halim Yazıcı, Bekir Pekten’in derslerini izledi.
Yenikapı Mevlevihanesi son şeyhi Abdülbaki Efendi’nin oğlu Resuhi Baykara ve
araştırmacı Abdülbaki Gölpınarlı ve Şeyh Mithat Bahari Beytur aracılığıyla
Mevlevi kültürünü tanır. 15 yıl Üsküdar' da eski Özbekler Dergahı son şeyhi
Necmettin Özbekkangay’ın yakınında bulunur.
Mevlevi kültürüne vakıf bir kültür adamı
olarak, bu kültürün yok edilmesini üzüntüyle seyrederken, elde kalanların da
hepten yok edilmemesi için hummalı bir gayret içindedir. O tarihi zaruretlerle
ortaya çıkan değişmeyi vakarla kabul eder: “Değişen yaşam değerleri içinde
mesajı sislenmiş tarikatı yeni ve dinamik düzen zaten sırtında taşıyamazdı.”
Ancak bu kültürün yok edilmesi, unutulması ve unutturulması da yanlıştı. Uzel,
bir kültür adamı olarak çözümü şöyle işaret eder: “... kabul ama hiç olmazsa o
çağda henüz yaşamaya çalışan ve asırlarca bu tarikat tarafından korunmuş bazı
kültür kalıntılarına değer verilemez miydi ?” Ne yazık ki, şimdi folklorik bir
gösteri gibi izliyoruz Mevlevi etkinliklerini. Belki İslam dünyası, Mevlevi
kültüründen uzaklaşarak, İslam’ın temel nasslarıyla çatışmadan, hoşgörülü,
birlikte yaşamacı bir anlayışı da kaybetmiş oldu. Bugün insanlığın aradığı şey,
bu değil midir?
Gazetecilik
Nezih Uzel, Refii Cevat Ulunay'ın teşvikiyle gazeteciliğe başlar. Dönemin Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Reşat Ekrem Koçu, Haldun Taner gibi pek çok yazarıyla tanışır. Yurt dışında Fransız Match Dergisi başyazarı Raymond Cartier, Roger Garaudy, Mme.Carrere d’Encausse, Oryantalist Edward Said, Anna Marie Schimmel gibi kişilerle diyalog kurar, kitaplarını Türkçeye çevirir. Pek çok Yerli yabancı çeşitli gazetelerde muhabirlik, köşe ve araştırma yazarlığı yapmıştır.
Nezih Uzel, Refii Cevat Ulunay'ın teşvikiyle gazeteciliğe başlar. Dönemin Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Reşat Ekrem Koçu, Haldun Taner gibi pek çok yazarıyla tanışır. Yurt dışında Fransız Match Dergisi başyazarı Raymond Cartier, Roger Garaudy, Mme.Carrere d’Encausse, Oryantalist Edward Said, Anna Marie Schimmel gibi kişilerle diyalog kurar, kitaplarını Türkçeye çevirir. Pek çok Yerli yabancı çeşitli gazetelerde muhabirlik, köşe ve araştırma yazarlığı yapmıştır.
O bir müzisyen
Nezih Uzel, 1966 yılında Münir Nurettin
Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye konservatuarı İcra heyetinde ve İstanbul
Radyosu'nda kudumzen olarak görev aldı. İslam, tarih, kültür ve sanat ile
ilgili 25 kitabı ve eski Tasavvuf müziğini içeren 28 plak, CD ve kaseti
yayınlandı. Uzel, semazenbaşı Ahmet Bican Kasaboğlu ile 1981 yılında
İstanbul’da eski Galata Mevlevihane’si şimdiki Divan Edebiyatı Müzesi
çerçevesinde ‘İstanbul Sema Grubu’nu kurdu. Bu grup, yurt içinde ve Batı
ülkelerinde yüze yakın konser ve sema gösterisi düzenledi. Galata
Mevlevihane’si ve TC Vakıflar İdaresine bağlı eski Üsküdar Mevlevihanelerinde
ilk defa sema gösterisi yaptı. Grup, 1987 yılında Konya Belediyesinin daveti
üzerine o yıl uluslararası Konya Mevlana İhtifali'nin müzik ve sema görevini
üslendi. Aynı yıl eski Kütahya Mevlevihane’sinde 1925'ten sonra düzenlenen ilk
sema törenini gerçekleştirdi. Grup, 1998 yılında Prof.Guiseppe Fanfoni
tarafından onarılan Kahire Mevlevihane’sini hizmete açtı. Girit Hanya, Lübnan
Trablusşam ve Kudüs Mevlevihanelerini gündemine aldı. ‘İstanbul Sema Grubu’
onsekiz yılda otuza yakın semazen yetiştirdi. Paris'te kurulan Association
Mevlana ve Londra'da kurulan Rumi Society' ve Finlandiya'da bulunan Nefes derneklerine
ilham kaynağı oldu. Nezih Uzel, günlük yazılarının yayınlandığı Ortadoğu
gazetesi dışında, yurt dışında da free lance gazetecilik, yazarlık ve kültürel
organizasyonlarını sürdürüyor.
Ondan çok şey
öğreneceğiz
Nezih Uzel Beğ’in Ortadoğu gazetesindeki
yazılarından, kitaplarından ve tercümelerinden öğreneceğimiz çok şey var.
İnsanlık, maddeci Batı uygarlığı ile ‘Nirvana’ esprisi içinde ne zaman, nerde,
nasıl var olduğunu anlayamayan Konfüçyüs kuşağı arasında sıkışmış durumda.
Elbette insanlığa mutluluğu, dünya ve ahiret dengesini kurabilmiş tek din
İslamiyet verebilir. Ancak burda ‘hangi İslam ?’ sorusuyla karşı karşıya
kalıyoruz. Bu İslam, ne İran ne de Suud İslamı’dır. Bu İslam şeksiz şüphesiz
Türk idrakiyle medeniyet hamlesini yapabilmiş olan İslamiyet olacaktır.
Bunun izahında, Nezih Uzel Beğ gibi kültür adamlarımızdan öğreneceğimiz çok şey
var.
Kulelerin son katı yapılırken ben oradaydım...Sokaktan
geçen herkes "Bu kadarı da fazla...bu binalara uçak çarpar, terörist
saldırır, birşeyler olur..." diyordu...İkizlerin doğduğu 1978 eylülünden
beri sanki bütün Amerika ve özellikle Newyork' lular 11 eylül 2001 'de de
olacakları görüyor gibiydiler... İş sonunda bil-gisar oyunlarına, sanal savaş
teorilerine, Pentagon kaynaklı eğitim araçlarına dahi yansımıştı..."Bir
şeyler olacak...Bir şeyler olacak..." derken oldu. Amerika âdeta
birilerini zorla bu işe razı etti... Bu ülkenin herşeyi büyüktür... Ülke
sonunda terörün de büyüğüne rastladı... Dünya ekonomisinin gururlu teknesi
kayalara tosladı...Kaptan uyukladı, deniz bitti, gemi karaya çıktı... Madde
dünyasının kâbesi şeytanın hücumuna uğradı...Para şeytanla kardeştir
ya...Şeytan kardeşini ısırdı... Yakışıyor diye kahrolası olayı, dağda gezen
Kaleşnikof'lu, Antrax gazlı, ilkel Wahhabî Arab'ın üzerine attılar... O da
mesleğine uygundur diye hazır ayağına gelmişken ucuzca üstlendi. Allah biliyor
ya, belki de yapmıştır...Lâkin ben ilk saatlerden beri böylesine devâsâ ve tarihsel
bir boyuta ve Dünyanın gelmiş geçmişinde örneği bulunamayacak, belki sadece
Babil kulesi ve Rodos heykeli'nin yıkılışını anımsatacak böyle bir işe, ne
Arabın ne de takımının aklı ereceğine inanmamıştım... Hâlâ da inanmıyorum...
Dünyada her yaramazın bir boyutu vardır...Ulaşacağı ve ulaşamayacağı yerler
bellidir. Kanlı Devlet kaatili Stalin bile gidip Wall Street' te mantar
tabancası dahi patlatamamıştı...Arab kim oluyor ? Bunu ilerde tarihler
yazacaklar...Asla içine girilemeyen Amerikan varoluş sistemi, Avrupa kökenli
temel yapısının gereği elma kurdu gibi kendi mikrobunu da kendi içinde ve kendi
kendine üretir... Gereğinde kullanmak için...
Bir Tomahawk'lık canı olan Küba'nın Fidel Kastro'suna
yıllardır neden tahammül ediyor ?
Kendi karşıtını elinden kaçırmamak için... Usame bin
Ladin ve Saddam Hüseyin'e neden garez oluyor? elinden kaçırdığı için...Pakistan'da
Pervez Müşerref de nükleer silah ve serin gazı yaptı ? O'na neden
saldırmıyor... ?
Elinde tuttuğu için...Bu laf uzar gider...Biz işimize
bakalım...Efendim ! gazeteciyiz...Gazeteci doğduk, gazeteci kalacağız...Bizi
Dünyanın yaramazı, uslusu ilgilendirmez... Herkes yaradılışının gereğini
yaşar... Cibilliyetini icra eder. Biz istiyoruz ki "yeryüzünde hiçbir
şey gizli kalmasın" insanlar haber sahibi olsunlar. Su ekmek midenin
gıdası ise haber de aklın yiyeceğidir...Habersiz kalan akıllar, boş midelere
benzer...Abur cubur yiyen hasta oluyor da, eksik, yanlış, yalan, kasıtlı haber
duyan neden hasta olmuyor...? Hastalıkta mide ile kafanın farkı yoktur... Bir
fark var : mide doyduğunda tokum der... kafa boşken tokum diyor...Değerli
akıllı dostlar... Size taze ve dürüst haberlerimiz var...Hadi afiyet olsun...
Kötülerin en iyisi diye isimlendirilen Demokrasilerin,
belâları da içinde barındıracağı öteden beri ifade edilmiştir. Bu belâlar Demokrasileri
var kılan temel öğelerin arasına sıkışmış ve saklanmıştır. O belâları da
Demokrasiler kendi, içlerinde kendileri yetiştirir. Kısacası Demokrasi
kendisini paralayacak, yok edecek düşmanı da, elmanın kurdu gibi kendi içinde
besleyip büyütmektedir.
Eski Dünya'nın iyi bildiği bu gerçeği Amerikalılar
Şimdi öğrendiler. "Biz kötüleri el altında tutar göz açtırmayız"
derlerdi. Kötüleri de iyiler gibi kullanır, toplum için faydalı kılarız derlerdi.
Biz denizin bu yakasında asırlarca "kötüleri" sindirip "iyilere"
yol verirken, onlar son iki yüz yılda ortaya çıkıp yanlış türküler
söylemeye başladılar... Sonunda vurdular başlarını kayaya... Kötü imlâ'ya
gelir mi?...
Anladılar ama işten geçti... Kötüleri düzeltiriz
derken, İdam Cezasını dahi kaldıramadılar. Korkarım bu kafa sonları olacak.
Komünistler komünistliği dünyaya yayamadıkları için yok oldular. Amerikalılar
da galiba "faydacılıktan" iflas edecekler.
Şüpheler Üsame bin Ladin üzerinde yoğunlaşıyor.
Birkaç yıl önce Afrika'daki baskınlar da o Usame'den
bilinip, Pakistan'da saklandığı yer Amerikan uçakları tarafından bombalanırken
Ünlü Suudi iş adamının, bütün servetinin Manhattan Bankasında bulunduğu haber
verilmişti. Ama Amerikan bankacılık sistemi, rejimin başına ödül koyduğu can
düşmanının paralarına dokunamıyordu...
Bu işi Usame mi yaptı? Saddam mı yaptı? Kaddafî mi yaptı?
Daha uzun yıllar konuşulur ama bana göre Amerikalılar
kendileri yapmıştır. Dünya terörizmden kırılırken kıllarını bile kıpırdatmadılar.
Terörist ülkelerin listesini çıkardılar o kadar. İşe bakın ki şimdi, o listede
yer alan ülkeler dahi imana gelmiş olayları kınıyor...
Eğer bu iğrenç işi Usame Bin Ladin yapmışsa ve o
Arabın paraları daha hâlâ Manhattan bankasında yatıyorsa. Amerika'nın
yarattığı canavar gerçekten sahibini yedi demektir. Siz isterseniz o gurur
duyduğunuz harika Franklin Roosewelt demokrasisine devam edin.
Dünyada terörizmi haklı gösterecek hiç, ama hiçbir
siyasi akım yoktur... Olamaz. Belki eskiden vardı, şimdi yoktur. Bir insan,
içinde ikiyüz elli kişi taşıyan bir uçağı saptırıp elli bin âdemin oturduğu bir
binaya çarptıracak kadar vahşileşmişse o adam hiçbir şekilde haklı olamaz...
Haklıysa da o anda haksız çıkar. O artık sadece bir psikopattır.
Eşkiyalığın da bir nedeni, bir sebebi, bir sınırı vardır.
Terörle varılacak yerde insanlık barınamaz... Amaç nedir?
Terörü bir siyasi malzeme olarak kullananlar,
yarattıkları Frankeştayn'ın sonunda kendilerine saldıracağını pek pahalı biçimde
öğrenirler...
Şimdi ne olacak?
Şimdi Amerika kendine gelince listedekileri bir bir
sorguya çekecek... Biz Garih cinayetinin kaatilini ararken o da hep Manhattan
Katliam Tın ıı izini sürecek...
Ve büyük bir olasılıkla her ikisi de bir süre sonra unutulacak.
Yenileri çıkacağı için... Siyasi suçların suçlukları
her zaman sadece tarih tarafından yargılanır.
Hemen Rabbim yenilerinden bizleri koruya. Kalabalık
yerlerde fazla dolaşmayın... Bir de herkesin baktığı yerde durmayın...
13 Eylül 2001
Perşembe
Amerikan Dış İşleri Bakanı General Powels "hiçbir
din böyle bir vahşete izin vermez" dedi. Doğrudur. Bu yapılan iş'in
bir örneği, tarihte, dinlerin ortaya çıkıp varlık savaşına giriştikleri dönemde
dahi yoktur. Olamaz. Olmamıştır. Belki biz bilmiyoruz, ama sanmıyorum.
Bu iş din işi değildir. Belki dini kullanmaya kalkanların işi...
Başkan Bush "özgürlük ve demokrasi"ye saldırdılar, dedi.
Burada konu biraz değişiyor...
Amerika, yeryüzü insanlarının eline "özgürlük
ve demokrasi" Bayrağını tutuştururken acaba bu bayrağı
dalgalandıracak rüzgarlara kendisi yeterince göğsünü açtı mı?
Yüz yıl önce neslini kuruttuğu Amerikan
Kızılderilileri'nin yaşamak zorunda bırakıldıkları rezervasyondan çıkıp, dört
gündür her yerinden dumanlar fışkıran New York sokaklarında dolaşmaları şu
günümüzde dahi yasakken, şimdi bu "özgürlük ve demokrasi" lafı nasıl
oluyor da ağızlardan kulaklara yükseliyor? Wounded Knee, Yaralı Diz rezervasyonu olaylarının üzerinden
henüz iki on yıl dahi geçmedi.
Amerika "özgürlük ve demokrasi" derken
yanına "insan hakları'"nı da ekledi. İşte o noktada inanılmaz bir
yanlışlık yaptı, "insan olmayana"da insan hakkı verdi, "insan
ol ki hakkın olsun “ diyeceğine "önce hakkın olsun, sonra insan
olursun"
Dedi. Bu yanlışlık bu rejimin bu gün çektiği
sıkıntının kökenidir. Ve bu sistem bu haliyle bundan sonra sadece şeytan
üretir.
Ben anlamıyorum... Olayın suçunu yıkacak ülke veya
kişi arayan Amerika'nın, aklına neden kendisi gelmiyor? Ülkesinin her tarafında
yüzlerce deli, manyak dolaşırken... Sayısız sapık tarikat alıp başını
gitmişken, Doğru dürüst bir seçim yapıp ulusal egemenliği tam anlamıyla yerine
oturtmuş ve siyasi dinamikleri işler hale getirmiş değilken, Başkanını dahi
güç bela seçmişken, bu ülke neden bir iç sosyal felaketi görmezlikten
geliyor...?
Sovyetler Birliği dağılırken kendi Parlamentosunu topa
tuttu. Londra hâlâ Dublin'le savaş halinde... Paris,
Cezayir'de yüz yirmi yıl çamurdan çıkamadı. Daha eskiler de var Osmanlı
Devleti hukukunu ve şerefini asırlarca ayakta tutmuş olan kendi asker ocağını
kendisi yok etti. Konya Anadolu Selçuklu devletinin canavar askerleri Malya
Ovası savaşında kırkbeş bin Türkmen'i boğazlayarak son zaferlerini kendi
halklarına karşı kazandılar. Kuruluş heyecanını ve varoluş sebebini yitiren her
devlet, eninde sonunda kendi ulusuyla savaşır... Hukukî varlıklarının sonuna
gelmiş yöneticileri "ilk dönemin kahraman isimlerinin" arkasına
saklanarak halkı soydukları için:..
Bu kural, Dünyadaki insan yaşamının gizli
Anayasası'dır.
Bu yazısız Anayasa harekete geçtiğinde başlangıçta hep
deli, manyak, psikopat, sapık ve katilleri kullanır. Resimde görüldüğü gibi.
Sosyal bir erozyondur bu, kimse durduramaz. Durdurmasın.
Kâfirin devleti yaşar, zâlimin devleti yaşamaz demişler...
Eşkıya dünyaya egemen olmaz, demişler...
Lübnanlı demokrat avukat Nadir son dakikada şerefini
satıp senin tarafına kaçmasaydı sen o başkanlığı nah alırdın. Şimdi ayıkla
pirincin taşını...
14 Eylül 2001
Cuma
İkinci Dünya savaşının ilk günlerinde devrin İngiltere
Başbakanı Churchill "Almanya'da doğan her çocuk suçludur" demişti.
Bu cümle bir gecede 800. 000 kişinin öldüğü Hamburg ve Dresden saldırılan
ve daha pek çok bombardımanın gerekçesi oldu.
Ama o bir savaştı. Karşı karşıya gelmiş iki Ordunun
şanlı savaşı.
Her iki ordu da vazifesini yapıyor, halkını, ülkesini,
hukukunu ve yaşam biçimini haklı çıkarmanın yollarını, can vererek arıyordu.
Faciaya suçlu arayan Amerika'nın parmağını uzattığı
yerde duran Usame Bin Ladin'de müteveffa Churchill'in dediklerine benzer şeyler
söylüyor... "Biz üniformalı Amerikalıyla sivil Amerikalıyı
ayırmıyoruz." Yani, Arab diyor ki "Yeryüzündeki her Amerikalı
suçludur..."
Amerika'ya savaş ilan eden Bin Ladin'in hukukî
gerekçesi nereye dayanıyor? Bu bir "cihat" mıdır? Haçlı seferi
midir? yeni tip bir savaş mıdır? ya nedir? anlaşılmıyor... Bu aşırı karanlık
adam iddiasını açıklamak zorundadır... Yoksa Dünyanın tarih kitabına "eşkıya"
diye yazılacak. Eşkıyalık zor sanat.
Fransa'da ünlü yazar Paul Baha'nın yönetimindeki "Çağdaş
Doğu Etütleri Merkezi”nin yayınladığı rakkamlara göre Amerika'nın Irak
bombardımanları sırasında 500 bin’ i çocuk olmak üzere I, 5 milyon insan ölmüş.
Acaba Ladin o çocukların intikamını almaya mı çalışıyor?
Ladin'i Amerika'nın yetiştirip ortalığa saldığı artık
gün gibi aşikar oldu. Arabi vaktiyle Amerikalılar, Afganistan'da Rus
işgali' ne karşı kullanmışlar. Sonra silah tersine tepmiş... Amerika'ya ne
zaman ve ne yüzden düşman kesildiği belli değil. O'nu belki Amerika'nın
içindeki Amerika düşmanları öne sürüyorlar. Gruplar arası para ve güç rekabeti
olabilir. Analiz bitmedi. Fransız antiterör servisi'nin bir yetkilisinin
belirttiğine göre Amerikan Merkezî İstihbarat Teşkilatı, CIA Batı'da
müslüman olmuş radikalleri toplayıp, kendine yarar müslüman diye Kosova ve
Afganistan'a göndermiş. Yani bir zamanlar CIA’ya hizmet eden ve sonra
tersine dönen sadece tek bir Bin Ladin değil, belki de binlercesi sırada
bekliyor. Hepsi de topuz gibi tosuncuk Amerikan üretimi... Bu iş de Amerika'nın
Susurluğu. Yani birilerini yasa dışı devlet hizmetinde kullan sonra üstüne
kalsın...
Eskiden cinci hocalar cin çağırma duası okur, cinleri
başlarına toplarlarmış. Bir de cin dağıtma duası var. Onu unuturlarmış. O
zaman cinler üstlerine kalır bir daha gitmezlermiş...
Şimdi Sevgili Amerika bu durumda...
Demokrasi düpedüz azgınlığa, serbest ticaret, açık
hırsızlığa dönüştükçe etrafı cinlerin, şeytanların, karabasanların, canavar
ruhlu adamların sarmasına acaba neden hayret ediliyor...?
Önce insanları uyandır, sonra aç bırak...
Aç köpek fırın yıkar demişler. Elbette, hem dünya
ölçeğindi. Nedir ki iki kule World Trade Center. Görüldüğü gibi un ufak oldu.
Değerli dostumuz bayan Arzu Erguner' in Paris'ten
bildirdiğine göre bunun böyle olacağını Guillaume Pigot isimli bir yazar
"Senario d'Apocalypse: Kıyamet Senaryoları" adiyle 2000 martında
çıkan bir kitabında söylemiş, kitabın 7. kıyamet bölümünde Newyork'taki iki
kuleye intihar uçaklarıyle terörist saldırı yapılacağını ve kulelerin
yıkılacağını adam bir buçuk yıl önce ayrıntılarıyle anlatmış.
Yeryüzünde aynı sebepler hep aynı sonuçları
doğurmuştur ve doğurmaya devam edecektir. Ne yazık ki...
15 Eylül 2001
Cumartesi
Savaşan taraflardan biri çok güçlü, diğeri zayıfsa,
zayıf olanın yapacağı iş, karşı tarafa hatırı sayılır bir darbe indirdikten
sonra hiç olmazsa bir süre ortadan kaybolmaktır. Teröristlerin de yaptığı bu...
Aslında bu terör falan değil, düpedüz savaştır. Amerikan vatandaşının yeni anladığı bu çağdaş savaş biçimini, Amerikan
yönetimi de, çağın dışında kalmış dünyanın diğer eski püskü devletlerinin
uykulu yöneticileri de yakında anlayacaklardır.
Bu yeni, insanlık dışı, şeref dışı, askerlik dışı
savaş biçimi şimdiye kadar alışılmış hiç bir silahlı çatışmaya benzemediği gibi,
dünyanın bu güne kadar bulup kullandığı hiç bir askerî sistem veya ateşli
silahla da altedilecek gibi görünmüyor... Dünyada yüzyıllar boyu çok çeşitli
savaşlar oldu. Bu savaşlarda hep iki taraf karşı karşıya geldi. Hatta savaşan
ordular, tarih boyunca savaşlarda kullanılmış ve faydalı olduğu görülmüş
ovalarda, vadilerde, dağ eteklerinde, birbirlerine randevu verir gibi karşılaştılar...
Bazen Savaşın asalet ve nezaketini bozan kumandanları, aralarında gizlice
anlaşarak ortadan kaldırdılar. Mertçe, erkekçe, karşı karşıya kahramanca
savaştı insanlar. Kendi ülkelerinin tarihine ve kendi milletlerinin gönlüne altın
harflerle yazıldılar.
Pekiyi ! ya bu terör savaşı nedir...?
Tek taraflı bir savaştır. Vur kaç teorisidir. Açık
savaşla ulaşılması çok zor olan hedeflere gizli, ve yılışık yöntemlerle âdice
ulaşma denemesidir. Düşmanın karşısına çıkmadan onu şaşırtma, saptırma, korku
tüneline sokma ve yıpratma teorisidir. Bu savaşta taraflardan biri kesinlikle
ortada yoktur... İş bittikten sonra araki bulasın. Çoktan kayıplara karışmış,
yeni bir saldırının planlarını kurmaya başlamıştır.
Bu tabloya göre, saldırıya uğradığı anda düşmanını
belirleyerek öcünü alamayan Amerika'nın bundan sonra da harekete geçeceği
kuşkuludur. O her şeyden önce bir devlettir. Herşeye rağmen yine de belirli
bir hukuka bağlıdır. Düşmanı gibi haksız ve hukuksuz olmadığı için o'nun kadar
rahat davranamaz. Bir Türk Başbakanı vaktiyle "Devlet eşkiya gibi
hareket edemez" demişti. Demişti de o günden sonra devletinin başına
gelmedik kalmamıştı. Bâri belli etmeseydi. Şimdi sıra Amerikada. .
Bu kahrolası tek taraflı savaşta mutlaka ikinci
tarafın da bulunması gerekiyor. "İkinci taraf adayı dün Suudî
milyarder Bin Ladin' di, yarın kim olur? Bilmem. Yakında "Birleşmiş Terör
Grupları Kuzey Amerika Federasyonu gibi bir isim ekranları doldurursa
şaşmayın. Uçakları yerden yönlendirip o koca koca gökdelenlere çarptıranlar
belki de onbeş yaşında iki lise öğrencisidir. Newyork'ta iki blok aşağıda
oturan başka arkadaşları da Pentagon'u yıkanlar olamaz mı? Bilgisayar oyunlarının
canlısını oynadıkları ve kazandıkları için şimdi kim bilir ne biçim
kutluyorlar birbirlerinin zaferini...
Ne tuhaf... Biz Garih'in kaatilini bulursak Amerika da
Ticaret Merkezini yıkanı bulacak... Suçun niteliği aynı, konu farklı...
Geriye söylenecek tek bir söz kalıyor.
Her şeyiyle büyük olan Amerika, sonunda Terör'ün de
büyüğüne tosladı. Belki şimdi âlemde gerçek boyutuna geri döner... Geçmiş
olsun kardeş... Kardeş geçmiş olsun...
"Ölen ölür kalan sağlar bizimdir..." Gidene rahmet. Kalana minnet,
Dosta eziyet, düşmana şöhret... Vatana hareket, kula bereket.
Boşver takma kafanı, sen o kuleleri gene
yaparsın. Perdeleri atlastan direkleri altından olsun... Bir daha kimsenin
üstüne yıkılmasınlar.
16 Eylül 2001
Pazar
Geçtiğimiz Şubat ayında Saraybosna'daydım. Cuma
namazı kılacağız, Gazi Hüsrev Bey camiine gittik. Hava yağışlı ve soğuk,
her yerde kar var... ezandan önce Camiin haziresindeki mezarları ziyaret
ediyoruz, koca koca Osmanlı sarıklarının altında Bosna'nın eski devlet
büyükleri, tanınmış kişileri, ilk Osmanlı akıncıları, şehitler, sıra sıra
yatıyor. Gözüm bir ara yer yer karla kaplı karşıki tepelere takıldı, bana sanki
biri oradan bizi gözetliyormuş gibi geldi... -Sizin mi o oraları? dedim.
-Hayır Sırpların dediler. Camiye girdik. Namazımızı kıldık. Çıkışta,
İstanbul'da Mimar Sinan Üniversitesinde okuyan arkadaşım Bosna' lı Nusret Çolo'
nun kolunu tuttum. -Söylesene bana, şimdi şu karşı tepeden bize ateş
etseler, ne yaparız? dedim. -Etmezler dedi. Tekrar sordum - Etmezler,
tamam da... ya ederlerse? dedim... Nusrette ses yok... Benim İsrarlı
bakışlarıma dayanamadı, Kulağıma eğildi, yavaşça -Ateş edemezler,
Vahhabiler'den ve özellikle Bin Ladin'in adamlarından korkuyorlar, onlar her
yerde kol geziyor, dedi.
İki bin bir yılının karlı bir şubat günü
Saraybosna'nın Sultan Fatih devrinden kalma Gazi Hüsrev Bey camiinde
kıldığımız Cuma namazı, o sırada Afganistan Dağlarında bulunan terörist lakaplı,
Suudi zengini Usame Bin Ladin aracılığıyla korunmuştu.
Amerika şimdi Usame'yi girdiği delikten
çıkaracak. O zaman o deliğe başka Usame'ler girecek... Eğer bazıları
geniş İslam dünyasının bir başında durup, öbür başındaki bir cuma
namazını koruma görevi almışsa bu görev behemahal yerine gelecektir. Kimse
kuşku duymasın. Bu görev ister bir teröriste, ister bir ateiste, ister
bir devlet adamına, isterse bir kafire verilmiş olsun mutlaka yapılır
ve havada kalmaz...
Keşke böyle bir görev yasal hükümetlere verilseydi de
bizim de içimiz rahat etseydi... Ama zarar yok "Hak Yaradan böyle
takdir etmişse" amenna...
Sapanca'da anahtarcı Yusuf dedi ki : "Havada
fişekle fişeği vuran Amerika, uçakları neden yakalayamadı anlayamıyorum" Ben
de anlayamıyorum. Bu gün bir hafta oldu. Hâlâ düşünüyorum düşmanını Afganistan
dağlarının deliklerinde arayan Amerika neden kendi içinde aramıyor...? Dünyaya terör
belasını saranlardan biri, hem en başta geleni olduğu halde, kendi kendisini
neden sorgulamıyor...? Bir düşmana ihtiyacı olduğu belli. Kurulduğu günden beri
bu ihtiyacı sona ermiyor. Bin Ladin'i kendisi yarattı, ama o isyan edip
kendi başına buyruk oldu. O şimdi Görevi Washington' dan değil, kendi
kafasından alıyor.
Artık Ladin'in yeni bir görevi var...
O göreve onu yine Amerika tayin etti...
Terörün başı olma görevi...
Amerika sayesinde terör liderini buldu.
Şimdi Amerika becerebilirse bu yeni liderin başını
alarak, O'nu tarihte ölümsüz kılacak... Ve Ladin olma yolunda binlerce
saf gence yeşil ışık yakacak. Ladin bir iken bin olacak... Sonunda bir
kanunsuz, pek çok kanunsuzun kutsal lideri olacak... Şu işe bakın, Helal
olsun (!) Aferin sana Amerikalı (!)Vaktiyle Avrupa'dan kaçıp Amerika’ya sığınan
ataların da kanunlarını kanunsuzluk üzerine kurmuşlardı.
Atını seven Kovboy geleneğinle bin yaşa...
19 Eylül 2001
Salı
Açıkladılar... Başkan Haçlı Seferi dememiş.
Kelimeyi eski anlamıyle değil, yeni anlamıyle kullanmış. Yani "kötülüğe
karşı geniş cepheli" sefer demek istemiş. Acaba bilerek mi söyledi?
bilmeden mi söyledi? Kafamda hâlâ kuşku var...
Salı günü açıklama yapan Beyaz Saray'ın sözcüsü Ari
Fle-ischer'e göre Başkan ne müslümanları ne de başka grupları hedef
almadan sadece terörizme karşı "geniş kapsamlı" bir sefer
demek istemiş... Olsun... bence yanlışlıkla doğruyu söyledi...
Şu kahrolası terörist olayı zaten başından beri bir
türlü yorumlayamadı. Ünlü New York Times'in Çarşamba günü çıkan başyazısında "Bu
güne kadar görülmedik bu yeni savaşın adını koymak için, yeni kavramlar bulmak
zorunda olan Başkanın, her gün ton değiştirdiği ve bu tavrı ile ne kendisine
ne de ülkeye fayda sağlamadığı" yazıldı.
San Fransisco Üniversitesinden politolog Stephan
Zunes'e göre Başkan, savaşı kişiselleştirmekle iyi etmedi. Bush eski
başkanların Noriega, Saddam, Miloseviç karşısında yaptıkları gibi
mücadeleyi Usame bin Ladin'in isminde kilitleyerek suça iştirak eden ve
şu sırada henüz kim oldukları bilinmeyen kişileri gölgede bıraktı.
Boston'daki Massachusetts İnstitut of Technology'den
Naom Chomsky'ye göre Başkan işin başından beri her gün ortaya yeni bir
slogan attı. 11 eylülde "kötü işler yapan kötü adamlar" dedi.
12 Eylül akşamı ve 13 Eylül sabahı "iyinin kötüyle muazzam savaşı"
dedi. Ayni gün öğleden sonra "bedenleşmiş kötüler, barbar grupları,
vahşiler" dedi. 14 Eylül Cuma sabahı ilk defa "terörizme
karşı dünya kampanyasından söz etti. Pazar sabahı da "haçlı
seferi" dedi. Chomsky "derhal danışmanları tarafından
uyarılmış olacak ki, bu kelimeyi bir daha tekrarlamadı" diyor...
Uzmanların ortak olarak belirttiklerine göre
"kütleleri peşine takarak savaşa hazırlamak" zorunda olan yöneticilerin
gerekli anahtar kelimeyi bir defada ve en güçlü biçimde ifade etmeleri
gerekiyor.
Bana kalırsa Amerikan halkı ve Başkan Bush
şaşkınlıktan hedefi şaşırmış durumdalar. David'den yediği tek yumrukla gözü
kör olup topraklara serilen Golyat'ı andırıyorlar... Aslında saldırının akşamı
uçaklarını, bombalarını, zehirli gazlarını gönderip alıştıkları biçimde düşmanı
alt edemedikleri için artık hareket güçlerini de yitirdiler.
Çaresizlikten zıvanadan çıktılar.
Yüz yıldır gücü kuvveti ve azametiyle dünyaya tepeden
bakan bu muazzam şebeke, şimdi burnundan kafasına giren sineği çıkarmak için
her gün beyninin tokmaklatan Nemrud'a benziyor. ..
Amerika bundan sonra karanlığa kurşun atan acemi
jandarmadır. Dünyayı avucunun içinde zanneden o dehşetli ordusu perişan Vietnam
dönüşünden sonra bu ikinci hakareti nasıl hazmeder? bilemeyiz... . Dünyaya
yeni bir uygarlık hediye ettiklerine inanırlardı. Geride kalan insanlara "bizim
gibi olun... düzelirsiniz" derlerdi. "Bu saaten sonra
eskileri unutun, maddenin saltanatına boyun eğin, paranın gücüne biat
edin" derlerdi. Her ne dedilerse dediler, sonunda 450 bin ton enkazın
altında kaldılar. Yıkıntıları hâlâ kaldıramadılar. Ne zaman kaldıracakları ve
nereye götürecekleri de meçhul.
Ben, o hengamede can veren beş bin günahsız
insanoğlunun hatırasına Amerikayı ve insanlığı bu hale getirenlere sonsuza
kadar kin tutarım. Şu yeryüzünde tek bir kişi haksız yere can verse, geriye
kalan tüm insanlara yaşamak haramdır. Gerisi fasa fiso. siyaset, edebiyat...
21 Eylül 2001
Cuma
Evinde, köyünde rahat oturan bir adam, durup dururken
kalkıp, gidip, Amerika’nın İkiz Kulesini patlatıp, başını derde sokar
mı? Başkan Bush da bunu soruyor. Geçtiğimiz Çarşamba günü Kongre'nin
Demokrat ve Cumhuriyetçi üyelerinin birlikte yer aldıkları özel
bir toplantıda Başkan şunları söyledi: "Bunu kimin yaptığını Amerikan
halkına anlatacağım günü bekliyorum. Bu koca ülkeye böyle bir şeyi kim yapar?
ve neden?" Böylece işi sadece bin Ladin'den bilmediğini yanlışlıkla
itiraf eden Başkan, olayın başından beri sürdürdüğü çelişkili tavırlarına
bir yenisini daha ekledi. Değerli Başkanımız yanlışlıkla kullandığı "haçlı
seferleri" değimi gibi bunu da yanlışlık eseri diline doladıysa, o
nerede saklandığını kimsenin bilmediği dağ arabını da yanlışlıkla dünyanın
başına belâ etti demektir? Bu kadar Yanlışlığı da sadece bir terörist
yapabilir... Haydi hayırlısı...
Teröristi savunan teröristtir. Bir insan "acaba bu teröristler neden terörist oluyor?" diye
sorar ve terörün sebebini araş-tırırsa, anında terörist olur... Elbette
teröristin de bir varlık nedeni vardır. Ama bu neden yasal değildir, eşkiyalık
düzenidir, Suçsuz insan öldürmekle insan veya insan grupları asla
haklarına sahip çıkamazlar. Bu esas temel üzerinde fikir birliğine vardıktan
sonra bu son derecede tehlikeli insanlık tümörünün damarlarını kurutabilmek
için yine de birtakım analizlere ihtiyaç var... Soru yine ortada... Acaba
Arab neden dağa çıktı? Sebebi nedir?
Arabın dağa çıkmasının sebebine dair ilk ipucu yine
Paris'ten geldi. Değerli dostumuz ve şimdilerde okuyucularımızın da dostluğunu
kazanan Arzu Erguner hanımefendi dedi ki "Usame, Kabeye
Amerikan askerlerinin girdiğini gördüğü için terörist oldu. "
Doğrudur. Bir zaman önce Kabe-i Muazzama'ya bir terörist saldın olmuştu. O
zaman Suudi'ler kendi askerlerine güvenmeyerek Amerikan Ordusundan özel tim getirttiler.
Bazı Fransız birlikleri de bu time katıldı ve sadece Müslümanların ayak basması
gereken Haremi Şerife yabancılar; Kutsal yapının üzerinde uçuşan
helikopterlerden sarkan iplerden süzülerek dahi] oldular. Bu olay İslam
Dünyasından şiddetle gizlendi...
Bayan Erguner ve bendeniz bu olayı, o zaman, o işin
failleri arasında bulunan bir Fransız subayından dinledik.
Kabe'sine yabancı askerler girdiği için Müslüman Usame
bin Arab... yahut Ladin, her neyse... dağa çıkıyorsa, Kapitalizmin Kabe'si
İkiz Kuleler yıkıldığında Cumhuriyetçilerin Bush'u neden dağa çıkmasın...? O da
terörist olur. Arkasında korkunç bir ordu ve koskoca bir devlet gücü ile
herhalde Manitoba dağlarına çıkacak değil ya... Çıksa çıksa Beyaz Saray'a
çıkar.
Sabahları arabanıza bindiğinizde
alışkanlıkla emniyet kemerini omuzunuzdan aşınp sol tarafa tık diye
takıyorsunuz ya... İşte o emniyet kemerini bir adam icat etti. Amerikaya
yerleşmiş Lübnanlı bir ailenin çocuğu avukat Ralph Nader, yani Nadir
bey... Bu Nadir bey bir zamanlar Detroit'te yaşar Amerikan Otomotiv
Endüstrisi'nin işlerine bakardı. Altmışlı yılların sonunda bir kitap
yazarak bu endüstrinin nasıl kasten çürük araba ürettiğini ve insanların trafik
kazalarında topluca ölmelerine yol açtığını Amerikan Kamu Oyuna duyurdu.
Sonra kazalarda ölenlerin yakınlarından vekaletnameler alarak Fabrikalara davalar
açtı, kazandı. Yıllarca uğraştı ve Emniyet Kemeri'ni kabul ettirdi. Kemer
giderek dünyaya yayıldı. Amerikan otomobil sanayine düşmanlık eden bu Nadir
bey'in demokrat olması gerekmez mi? Yıllar sonra adam son seçimde ve son anda
ortaya çıktı ve Cumhuriyetçi Bush'a destek verdi. Bush, golünü
uzatmalarda bu destekle attı. Yüzde altmışlara varan Amerikan Silah
Sanayiini hoşnud etmek için geldiği günden beri Dünya ile maraza çıkarmaya
uğraşan Bush, nihayet muradına erdi. Şimdi çıngarın büyüğüne
yazılacak...
Demokrat olsaydı belki bu kadar içi yanmazdı... Kabesi yıkıldı
garibin... Göğsüne yumruklar atarak Allanın günü göz yaşı salya döğünüp
duruyor... Yeryüzü ne garip Tanrım... Kimi dağda terörist kimi Sarayda... Kimi
evde terörist kimi çarşıda. Kimi de kendi kendine terörist.
22 Eylül 2001
Cumartesi
Birleşmiş Milletler Örgütünün tüm insanî yardım
ajansları Salı günü bir bildiri yayınlayarak "Bir hafta içinde, giderek
inanılmaz boyutlara ulaşacak bir insanî felaketin başlayacağını" haber
verdiler. Sebeb, Taliban yönetiminin, 26 milyon nüfuslu Afganistan'da 5 milyon
insana gıda ve ilaç yardımı sağlayan Birleşmiş Milletler Örgütü' nün
Kandahar'daki bürolarını kapatması... Örgütün yetkilisi Fred Eckhard 5
milyon insanın sadece bir haftalık yiyeceği kaldığını söylüyor. Örgütün başı Ko-fi
Annan ise değil Birleşmiş Milletlerin, tüm insanlığın tarihinde görülmesi
mümkün olmayan böyle bir felakete karşı Afganistan'a sınırı olan 5 ülkenin Çin,
İran, Irak, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan'ın sınırlarını açarak
yola düşen 1 milyon insana yer bulması gerektiğini söylüyor. Kofi Annan beklenen
Amerikan saldırısının başlaması halinde bu sayıya 1. 5 milyon kişinin
daha ekleneceğini sözlerine ilave ediyor.
22 yıldır iç savaş yaşayan, son üç yıl kuraklıkla
boğuşan, şimdi de her an savaş bekleyen bu ülkeden 3, 5 milyon insan zaten
kaçmış... Pakistan'a geçen iki milyon insan yıllardır burada çadırlarda
yaşıyor. İran'a giden 1. 5 milyon Afgan'ın akibeti meçhul... Annan diyor
ki "5 milyon aç yakında 7, 5 milyon olacak" Ve büyük
olasılıkla o insanlar dağlarda, bayırlarda, ovalarda, derelerde ölecekler...
Cenazeleri de açık havada kalacak... Mezarları çimenli kırlar, lahitleri
yıldızlar...
Dünyada geri kalan canlılar da utanmadan yaşamaya
devam edecekler... Dünyaya uzaydan gelen bir serseri yıldız çarpıp, şu talihsiz
gezegeni parçalasaydı bundan kötüsü olamazdı... Yeryüzünde bir insan cinsi
sanki acılar, felaketler, saldırılar içinde ölmek üzere yaratılmış... Dağlarda
vahşî hayvanlar, ormanlarda yırtıcı kuşlar, nehirlerde zehirli yılanlar,
kuytularda sinsi böcekler, denizlerde çeşitli mahlukat, evrende varsa
bilinmeyen canlılar hepsi... hepsi... bu insanlardan daha şanslı. Ölümden ötede
gizli bir dehlizde yaşıyorlar... Terör içine terör... Yıkım içinde
yıkım, saldırı içinde saldırı, ölüm içinde ölümle tanışmışlar. Cehennemi
göklerden yeryüzüne indirmişler...
Şimdi savaş olacak... Ölüler bile bir kere daha ölecek... Afrika'da koca koca nehirler 500. 000
bin Tutsi'nin cansız bedenini taşımaya yetmezken, Bosna'da şehit olan 300. 000
Müslüman' ın cenazesine mezar bulmak için Bosna'nın koyu yeşil dağları,
zümrüt ovaları dolup taşarken acaba bu 7, 5 milyon Afgan'lının naaşı hangi
topraklara girecek...?
Yahudilerin uydurma kitaplarında bir
Jeriko savaşı vardır... Bu savaşın kumandanı Musa Peygamber (Haşaaa ...
bin kere Haşa... Edeb ederim, Hazreti Musa Kelimullah Aleyhisselam hazretlerinden...
ve O'nun yüzü suyu hörmetine Sahibinden af ve mağfiret talep ederim) güya
askerlerine emir vererek Jeriko'daki herkesi öldürmelerini emreder.
Askerler koşarak giderler ve herkesi öldürürler, sonra Peygamberin yanına
gelir -Herkesi öldürdük derler, Peygamber
-Kedileri köpekleri de öldürdünüz mü? diye
sorar,
-Hayır öldürmedik, derler. -Gidin onları da
öldürün der, Askerler giderler onları da öldürürler, sonra yine gelirler, bu
defa peygamber
-kuşları, kaplumbağaları kertenkeleleri...
kitap bu minval üzere sürer gider... Tabii inanılacak gibi değil. Ama bir
anlayışı simgeliyor. Demek ki şu yeryüzünün neş'esi olacak insanoğlu, aynı
zamanda vahşetin de sembolü... Bir cinayeti, soykırımı ve utanılacak bir
psikopat yok etme keyfini kutsal olduğunu ileri sürdüğü uydurma kitaplarına
yazacak kadar... Bunları herkese itikat diye yutturmaya kalkışacak
kadar...
Geleceğin insanlarına bir sözüm var:
Biz bu gezegenin şimdilerde yaşayan dürüst
insanları; bu cinayetlerin hiçbirine razı değiliz... Neye yarar ki
sözümüzün değeri yok...
27 Eylül 2001
perşembe
Batı kültürünün İslam kültüründen üstün olduğunu
söyleyen İtalyan Başbakanı'nın kör kuyuya attığı taşı çıkartmaya uğraşan Batı
Tı akıllılardan Alman Şansölyesi Schröder "Terörizmle savaş bir kültür
savaşıdır, kültürler arası savaş değildir" dedi. Amerikan polisi
kuleleri patlatanı sokak sokak, ev ev, hücre delik ararken Avrupa işi çoktan
kültür alanına döktü bile... Böylece yüzyılların getirdiği yaşlı asil
ağırlığını eski terazinin bir kefesine koyan Avrupa, İtalyan'ı susturmaya
çalışırken, gücenen İslam’ın da gönlünü almaya çaba harcıyor. Bu iş hayırlıdır.
Ancak İslamın da sesi çıkana kadar... Şimdilik sadece yine Avrupalı'nın yüksek
sesle konuşacağı anlaşılıyor... Konuşulanların daha sağlıklı bir zemine
oturması için karşı tarafın da lafa karışması gerekmez mi?
Belki bir gün olur...
Şimdilik bekleyelim bakalım kafaları hangi yönde
çalışacak. ..
İnsanlık tarihinin gördüğü en dehşetli terör
Moğollardır. Yedi yüzyıl önce eski dünyanın pek çok devletini yerle bir eden
bu hareket, yine Asya'dan başlamıştı. Moğollar önce İslam dünyasına
saldırdılar. Önlerine çıkan herşeyi yaktılar, yıktılar, mahvettiler. O zamana
kadar parlak bir medeniyet çizgisi tutturmuş pek çok Arab-Müslüman şehrini kül
yığını haline getirdiler. Devrin siyasal iktidarlarına karşı çıkan çok kişi
kendilerine yardım etti. Bilim tarihinde önemli bir yeri olan astroloji bilgini
Tus'lu Nasrüddin onların dostu ve yol göstericisiydi. Moğollar henüz ufukta
belirmeden Yıldızlara dair yazdığı bir kitabını öncelikle Bağdad halifesine
sunmuştu. O devirde oralarda gelenek olduğu biçimde maddi bir karşılık
bekliyordu. Halife kitabı evirdi, çevirdi sonra açık pencereden Dicle nehrine
fırlattı. Tus'lu Nasrüddine'e
-Hani senin boynuzların, dedi. Nasrüddin bu hakaretin sebebini anlayamadı, öfkelenmişti, içinden
-Haftaya boynuzlarımı görürsün, dedi. Saraydan çıktı ve doğruca Moğolların yanına gitti. Bir hafta
sonra Onlarla birlikte Bağdad'a girerek yangın ve katliamın tarihsel
tanığı oldu. Halifenin bilime ihaneti, Moğol şiddetinin sebeplerinden
biriydi.
Moğolların ünlü kumandanı Hülagu o
sırada Halep valisi olan el Melik ün Nasır'a yazdığı mektupta
"Arapların kendi dinlerine ihanet ederek peygamberlerinin emirlerini
dinlemediklerini, bu yüzden Tanrı tarafından Moğolların eliyle cezalandırılacaklarını"
ileri sürüyordu.
Şiddet'in anası ihanet, babası cehalettir.
Bir idare adamı, üzerinde taşıdığı devlet nazariyesi ve görevine aykırı
hareket ederse, temsil ettiği rejimin arkasına saklanıp insanları açlığa,
felakete ve ümitsizliğe düşürürse, bir sınıfın adamı olup geri kalan katmanları
soygun belasına uğratırsa, fakir halkı koruyacağına soyguncuları
savunursa, Bir veya birkaç büyük adamın gayreti sonucu vaktiyle halkın
yararına kurulup sonradan eşkiyanın eline düşen bir devlet düzeninin arka
planına çöreklenen haşeratın arasına karışırsa o ülkede şiddet olur. Doğar
top gibi şiddet olayları gün gibi ihanetlerden... Ülkenin cahil insanları
yakın sonucun nereye varacağını düşünmeden her yeri yakar, yıkarlar. .. Aç
köpek fırın yıkar demişler... İşte bu şiddettir. Terördür. Her ne ise
o'dur. Tarih buna her zaman başka başka isimler takar.
Kırklı yıllarda babam radyo dinlerken kulağımda kalmış
"Filistin tedhişçileri..." Şimdiki isimleri de "teröristler...
Yarın ne olur bilmem?
Belki "kule patlayıcıları" anlamında "Towerrorist"
olur.
Amerikalı, Taliban camilere saklandığı için camileri
de bombardıman ettiği kör kütük haksız savaşında Kuzey ittifakının
ilkel kabile kavgalarını kendine gerekçe ediniyor. Böylece eski dünyanın
terörizme karşı verdiği yasal savaşı da dejenere ediyor...
Can havliyle ne yaptığını
bilmiyor... Korkudan gözü döndü, ruhu karardı. Teröristten beter terörist
oldu. Dünyanın belâlısı kesildi... Adam senin kabak gibi ortada duran iki
kuleni bir vuruşta yere serdi veya serenin sırtını okşadı her neyse... Sen otuz
sekiz gündür saklandığı mağarının yönünü bile bulamadın... O mağarada yaşayan
yarasalar bile senden daha şanslı... Rezil oldun gitti. Arabi yarın sabah
yakalasan bile işin bitti. Herkes sana gülüyor... Uzayda
yıldız kovalayan Amerika Hindi Kuş dağında fındık faresi tutamadı.
Aklın varsa dağdaki teröristin peşini bırak, ülkeni de
mahvedeceksin. Şehirdeki eşkiya bak... Finans-Kapital'in kapalı kapıları
arkasında ve yeşil çuhalı uzun yönetim kurulu masallarının arasında, 6.35 susturuculu
Beretta tabancayla birbirini kovalayan Şirket müdürlerini ara... Dağdaki
mağara adamını yakalayamadın, bari şehirdekini yakala... Onlar ne Medya'ya ne
de Polis'e bulaşmayacak kadar akıllıdır. Ama sen onları iyi tanırsın... Tut
kulaklarından vur Beyaz Saray'ın duvarına... Çıksın ce-sedlerinin içinden
kuleleri patlayanların kahrolası sırları...
2 Ekim 2001 salı
Birleşmiş Milletler'in çocuklara yardım için çalışan
UNİCEF teşkilatının başı Eric Laroche Çarşamba günü France-İnter radyosuna
verdiği demecinde hafta sonuna kadar bir şey yapılmazsa Pakistanda ki
kamplarda yaşayan 500. 000 çocuk, açlık susuzluk ve soğuktan ölecek dedi ve bu
çocuklar için acele battaniye, kazak ve pabuç istedi. Laroche Afganistanda olası
bir savaştan kaçan mülteci sayısının 1, 5 milyon olarak gösterilmesinin yanlış
olduğunu, 5 milyon insanın araç bulamadığı için evine çakılı kaldığını, Pakistan'daki
kamplara gelebilenlerin sadece maddi olanakları bulunan Afgan Orta Sınıfı olduğunu
söyledi.
UNİCEF Başkanı Eric Laroche'un çocuklar için
yardım istediği saatlerde Basra Körfezi ülkelerinden Katar'dan
yayın yapan el Cezire TV. Afganistandaki Taliban rejiminin başı Molla
Ömer'in bir bildirisini yayınladı. Bildiride Molla Ömer Dünyadaki
Müslüman zenginlere sesleniyor ve "Tüccarlar ve servet sahipleri Allah
yolunda yatırım yapın" diyordu. Ömer sadece Müslüman olduğu için
Amerika, Avrupa'nın hırıstiyan devletleri, eski Doğu Avrupa Komünist devletler,
Nato ve onların ortakları tarafından ülkesi üzerine haçlı seferi düzenlendiğini
ileri sürerek cihat her müslümana farzdır görüşünü ileri sürüyordu.
Teröristleri kesinlikle Müslümanlar arasında
aramaya kararlı Amerika'nın gaziyle dünyanın tüm hırıstiyan ülkelerinin
kapısına dayandığı Afganistan, Asya kıt'asının ortasında 650 bin km2 toprağıyla
Türkiye'den az küçük bir ülke. Kuzeyden Gü-ney'e 970 km. Doğu'dan Batı'ya 1300
km. mesafesi var... En yüksek yeri Doğu'da, burada 7-8000 metreye ulaşan Hindi-Kuş
dağları yer alıyor... Kuzey Doğu'da Pamir 6000 metreye çıkıyor. Bu dağlık
ülkeye giriş çok zor... İki geçit var: Kuzeyde YVakhan koridoru sonunda Salang,
Güneyde Hayber geçitleri ... Aşılması çok zor olan bu ülke bu yüzden
eski dünyanın en geri en sapa köşesi olarak kalmış. Uygarlıklar buraya çok zor
ulaşmış... Adı geçen geçitlerden tarih boyunca sadece iyi organize olmuş ve
devrine göre modern ordular geçebilmişler. Hindistan Türk-Moğol İmparatoru
Şah Cihan' ın Raca Singh kumandasındaki ordusu Özbek'lerle
savaşa giderken 1645'te burada bozguna uğramış. Aynı devletin ünlü veziri Evrenzgib
iki yıl sonra Belh'ten dönerken burada 5000 kişi kaybetmiş.
Görüldüğü gibi son saldırıda Rus'lar da bu ülkede 400. 000 kişi
kaybettiler. Eski çağlara oranla dünya nüfusu şimdi çok daha fazla olduğu halde
yine de ölü sayısı rekor kırıyor...
Gazneli Mahmud'un, Şah Cihan’ın, İskender'in fillerinin bile geçemediği bu
korkunç yerlerden Rus tankları nasıl geçsin...? İvan de kaldı
dağların tepesinde... Şimdi sıra Rolls Roys motorlu Amerikan
tanklarında... Onlarda beceremezse herhalde Kovboy, Texas'tan çelik
nalları kayalıklarda ürpertici kıvılcımlar saçan, sert bakışlı, koca kafalı,
boz'yeleli, koca sağrılı, korkunç iri atlar getirecek veya ortağı Almanya'ya,
sarışın yeleleri rüzgarda dalgalanarak uçuşan, savaşta ağırlık, barışta bira
fıçısı taşıyan, topçeker Teuton katanaları ısmarlayacak... Tony
Blair'den de Malta eşşeği isteyebilir.
Bir nokta tüm varlığımı sarsıyor.
Tarih boyunca Kuzeyden Güneye, Rusya'dan Hindistan’a
geçit olarak kullanılmış olmakla birlikte bu ülkede değerli İslam şehirleri
yer alıyor. Batılı TV'ler yirmi yıldır Afganistan diye bizlere hep yıkıntılar,
yangın yerleri, çöplükler, mezarlıklar, mezbelelikler, insan mezbahaları,
nerede çekildiği belli olmayan resimlerle uyuşturucu tarlaları, açlık,
sefalet, rezalet manzaraları gösterdiği için bu görünenlerden gayri hiçbir
şeye inanmıyoruz... Ancak bu ülkede Kabil, Kandahar, Kunduz, Mezarı Şerif ve
Hz. Mevlânâ'nın doğduğu Belh gibi tarihlerde isim yapmış şehirler de
var...
Afganistan'ı ortadan ikiye bölen dağların
adı Hindi-Kuş : Bu sözcük Hintli Öldüren anlamını taşıyor... . Asya'da sefere
çıkan Hintliler bu dağlarda can verdiği için, dağlara bu ismi takmışlar. Yani
Dağın adı ölüm...
Yaşama damardan bağlı Batılı'lar. Afganistan'a
ölüm cezası vermeye gidiyorlar... Ama "ölüm" bu ülkenin
coğrafyasına yazılı. Bilmiyorlar.
Teröristler kesinlikle Müslümanlar arasında aramaya
kararlı Amerika'nın gaziyle dünyanın tüm hıristiyan ülkelerinin kapısına
dayandığı Afganistan'a giriş çok zor... İki geçit var: Kuzeyde Wakhan koridoru
sonunda Salang, Güneyde Hayber geçitleri .... Aşılması çok zor
olan bu ülke bu yüzden eski dünyanın en geri en sapa köşesi olarak kalmış.
Uygarlıklar buraya çok zor ulaşmış... Adı geçen geçitlerden tarih boyunca
sadece iyi organize olmuş ve devrine göre modern oldular geçebilmişler.
Rus'lar da bu ülkede 400.000 kişi kaybettiler.
Gazneli Mahmud'un, Şah Cihan’ın,
İskender'in fillerinin bile geçemediği bu korkunç yerlerden Rus tankları
nasıl geçsin...? Ivan de kaldı dağların tepesinde... Şimdi sıra Rolls
Roys motorlu Amerikan tanklarında... Onlarda beceremezse herhalde Kovboy, Texas'tan
çelik nalları kayalıklarda ürpertici kıvılcımlar saçan, sert bakışlı, koca
kafalı, boz yeleli, koca sağ-rılı, korkunç iri atlar getirecek veya ortağı
Almanya'ya sarışın yeleleri rüzgarda dalganarak uçuşan, savaşta ağırlık,
barışta bira fıçısı taşıyan, topçeker Teuton katanları ısmarlayacak...
Tony Blair'den de Malta eşşeği isteyebilir.
5 Ekim 2001 Cuma
Bir gün felaketler gelecek, büyük şehir ateşler içinde
kalacak, her yerin dumanlara gömüldüğünü görünce dünyanın bütün kralları O'nun
için gözyaşı dökecekler. "Kitab-ı Mukaddes"ten alınmış bu sözler
İsa'dan 96 yıl sonra Yahya tarafından yazılmış... Washington'da 10 milyon
üyeli Pentakotist mezhebinin rahibi Ernesto Mc Kenzie diyor ki: sanki
bir günlük gazetenin başlıklarını okuyorum...
Amerikalı'lar 11 Eylülden bu yana büyük bir dinî
eğilim gösteriyorlar. ..
20. yüzyılın başından beri dinsel özellik
taşıyan bu ülkenin insanları, şimdi daha da ileri boyutlarda dini duygulara
sarılıyorlar. Dünyanın sonu geldiğine inananlar çoğunlukta... Bazıları bu
aşırı inanca karşı tepki gösteriyorlar. Bazıları da inanılmaz senaryolar
üretmede başı çekiyorlar... Günlerdir Büyük Kilisede her vaaz ettiği
sırada "kuşkusuz korkunç günlerdeyiz" demekten kendini
alamayan Papaz Ernesto Mc Kenzie, 11 eylül'ü "kıyamet'in
başlangıcı" ilan ettikten sonra bu ilk devrenin 7 yıl süreceğini, bu
dönemde biyolojik terörün Dünya Yöneticilerine her istediğini yaptıracağını,
bundan sonra da herşeyi sona erdirecek asıl kıyametin başla yacağını öne
sürüyor. 5, 5 milyon müridi bulunan "Church of God in Christ"
mezhebinin Memp-his'li (Güney Tenessee) papazı Gilbert Earl Petterson "11
eylül olaylarının İsa'nın yeryüzüne gelmesinin yakın olduğuna" işaret
olduğunu söylüyor.
Amerika'da Pentakotist, Adventist, Presbiteryen mezhepleri
ve Metodist mezhebinin bazı kolları bu görüşlere yakınlık gösterirken, Roma'ya
bağlı Katolik topluluklarının da her nedense böylesine bir panik
yaşamadığı gözleniyor.
İki kitap büyük satış rekorları kırıyor Tara Powers'in
"Are we living the end of the time:" yani "zamanların sonunu
mu yaşıyoruz ne?" ve Tim Lahaye'in Battle of Jerusalem: "Kudüs
savaşı" Birkaç yüz yıldan beri topraklarında hiçbir felaket yaşamamış
olan Amerikan halkı, bu inanılmaz değişiklik karşısında şaşkınlıktan ne
yapacağını bilmiyor. 12 Eylülden beri yıkık ikiz kulelerin başında nöbet tutarken
yeni bir çeşit din geliştirdiler. Totemi enkaz, mihrabı karanlık çukur... Minberi,
üzerinde bayrak asılı demir yığını, çilehanesi, cankurtaran arabaları... Orada
o kuyunun başında her gün şeytan taşlayarak tapınıyorlar... Şarkıları,
ilahileri, ayinleri de var... Eskilere rağbet yok, yeniden besteliyorlar. Bir
Pazar kurulmuş... Yiyecek, içecek, giyecek, gecelik entari, çadır... tencere
tava, yün kazak, ağız mızıkası, kitar, davul, benzin bidonu, el arabası,
motosiklet, bel çantası... Eski çağlarda "Pufların başında oluşan
pazarlar gibi... Anlaşılan o ki, Tarih Kudüs'ün Batı Duvarı'nı nasıl kurduysa Manhattan
Çukuru'nu da öylesine düzenleyecek... Gelecekte yaşayanlara selam olsun.
Görecekler...
Kutsal kitap'taki kutsal yazılarda sözü edilen şehrin,
Babylon yani Babil olduğunu bilen kişiler, kutsal metnin verdiği işaretlerle
bu günün olaylarını karşılaştırarak Babil yerine Newyork'u göz önüne
getiriyor ve bu şehrin de Babil gibi çökmekte olduğunu "göz
yaşlarıyle" anlatmaya çalışıyorlar...
Evet! Babil gibi Newyork da çöküyor... Hem de zehirlenerek.
Çöken Babil'den kalan duvarın önünde binlerce yıldan
beri ağlayan yahudiler gibi Newyork'lular da World Trade Center'den kalma
enkazın başında kimbilir kaç yüzyıl gözyaşı dökecekler... Şimdi zamanlar kısa, belki çabuk alışırlar...
Meclisini açmak için bir ömür harcayan Benjamin
Franklin, açtığı kapının, beyaz tozlu bir mektupla bir gecede kapandığını duysa
acaba ne derdi? Şu dünyanın gidişatına bakın siz... Anlayamadığım bir şey
var... İki Kulesi patlayan, Meclisi bir haf-tacık işsiz kalan Amerika, neden
kıyamete hükmediyor...?
Biz eski dünyanın insanları hiç mi kıyamet
görmedik...? Herkesin kıyameti kendine...
26 Ekim 2001
26 milyon Afgan'ı ölüme mahkûm eden Amerika, tarihinin
en büyük silah siparişini verdi. Cuma günü geç saatlerde Penta-gon'dan
yapılan açıklama ile sözkonusu siparişin Lockheed-Martin firmasına
verildiği belirlendi. 160. 000 işçi çalıştıran ve 2000 yılında 26 milyar dolar
(44, 5 katrilyon tl.) iş hacmine ulaşan firma, yeni sözleşme ile F- 15E savaş
ve C-130 nakliye uçakları yapacak.
Soğuk savaş yıllarında Martin Mariette fırmasıyle
birleşerek Amerika'nın ikinci büyük aero-spatial kuruluşu ve Pentagon'un
birinci üretici firması durumuna yükselen Lockheed-Martin, ünlü F-16 ve
F-22 savaş ve dev C-130 uçaklarının üreticisi. Ayrıca denizaltılardan atılan
nükleer başlıklı Trident II füzesi ve Theater High Altitute Aera Defense isimli
anti-füzeleri imal ediyor. Uzaya atılan uyduların fırlatıcılarını
yeniden kullanılır hale getirmek için X-33 kodlu bir alet üreten firma Rusya
ile birlikte Atlas, Titan ve Proton füzeleri üzerinde çalışıyor. Firma
COMSAT isimli uzay komünikasyon firması ile de % 45 göbekten bağlı.
Geçen Cuma günü imzalanan sözleşme ile Lockheed-Mar-tin
şirketinin en az 213 milyon dolar kar sağlayacağı bildirildi. Şirket
önceki üç aylık dönemde 704 milyon dolar zarar etmiş. Şimdi zararlarını
kapayacaklar. Cuma akşamı Wall Street borsa sı kepenkleri indirirken,
hatta Pentagon'un açıklaması dahi henüz gelmemişken, haberin nasıl
yayıldığı bilinmez, Locked-Martin'in hisseleri % 2. 09-49, 92 dolar
artmış...
Lockhed-Martin son aldığı
siparişi yerine getirdiği takdirde firma hissedarları, hisse başına % 20 kar
edecekler yani bu kâr
Afganistan halkının idam parası. Böylece 26 milyon Afganlı'nm temiz kanını, suçlu alnında kara leke gibi
asırlarca taşıyacak Amerikan halkı, Amerikan Hükümeti ve Amerikan Ordusu, gelecekte
yeni uygarlıklar kuracak olan yüksek ruhlu yeryüzü insanlarının yüzüne
utanmadan bakacak... Merak ediyorum, aralarında sevdiğim kişiler de
bulunan Amerikan halkına, bu şerefsizlik damgasını acaba hangi Pentagonlu general
layik görüyor.
Lockheed-Martin firmasını Türk
aydınları hatırlayacaklardır.
Bir zamanlar F -16 savaş uçaklarıyla ilgili
bir alım-satımda bazı karanlık işler olmuş, iş mahkemelere düşmüştü. Dava
şimdiki Susurluk gibi uzadıkça uzuyor bir türlü sonuç alınamıyordu . Sonunda
davanın neden uzadığı anlaşıldı. Türk mahkemesinin Amerikan mahkemesinden
istediği belgeler gelmiş, ama yanlış gelmişti. Çünkü belgelere numara koyan
alet bozulmuştu. Bu yüzden belgelerin sıralan karışmış, ne dedikleri
anlaşılmaz olmuştu.
O yılların henüz "hassaslaşmamış"
kamu oyunu aldatmak şimdikinden daha kolaydı... herşeye boşvermişleri
kandırmak için fazla gelişmiş yalanlara lüzum yoktu... Bir numeratör dolabı
yeterliydi...
Amerikan Lockheed firması
hissedarları Afgan cinayetinden % 20 kar sağlayacaklar... Yaşamlarını bir ölçü
daha yasa dışına çıkarıp hain ruhlarını bir diş daha parlatacaklar. Loocked,
insanları toptan imha etmek için yeni silahlar bulacak... Ama tek bir silah
var ki onu yapamayacak...
Ölümden değil, Allahtan korkan insan kalbi... İşte Amerikalı orada yaya kalacak. % 20’leri toz olan şirket ortakları da
saçlarını başlarını yolup tek çare gidip şeytanla ortak olacaklar. Şeytan
bile suratlarına tükürür bunların.
29 Ekim 2001
Pazartesi
İngiliz" Müslümanlarının lideri'nin katline
ferman verdiği Pakistan devlet başkanı baskıncı general Pervez Müşerref konuştu.
Ülkesinde seçilmiş bir iktidarı ve yasal bir başbakanı bir gecede devirerek
iktidar koltuğuna oturan general, bakın neler dedi "Afganistan acı
çekiyor... Öylesine acı çekiyor ki bana göre pek çok kimse orada bulunan ve
Usame bin Ladin ve adamları gibi Afgan olmayan birileri için acı çekmesinin
normal olup olmadığını sorguluyor..."
Seçilmeden iktidara gelmişlerin aynı zamanda
[Apolitik: politika dışı, politika mesleğine yabancı] oluşlarının en iyi bir
örneğini teşkil eden bu sözcükler her aşamada tartışmaya açıktır... Afganistan
halkı elbette acı çekiyor... Ama suç kendisinin mi? 26 milyon insan suçlu
mu? bu insanların başına musallat olan ve onun da haklı olup olmadığı
tartışılacak bir yönetim biçimi do-layısıyle halk suçlu mu? Halk dediğiniz
aslında nedir? sizler halkı tanır mısınız? İnsan toplulukları nasıl şeylerdir?
Afgan halkı bu gün acı çekiyorsa sadece yabancı ve Afgan olmayan
birileri yüzünden mi acı çekiyor? Taliban: ülkemizde İslam kurallarını
geçerli kılmaya çalıştığımız için saldırıya uğradık... diyor. Bu sözde hiç
gerçek payı yok mu? ... Böyle bir düşünceye halk katılmış olamaz mı? Bütün
hikaye Usame ve adamları mı? Yani Afganlı Arabi Amerikalıya teslim eder etmez
iş bitecek mi? Teslim etmeyince ölsün mü? Sayın generalim... Uzun
boylu, yakışıklı, göğsü kordonlu, omuzu apoletli, süslü generalim...
Muhterem Paşam... Ne kadar da
ülkenden uzak, olan işlerden habersiz, mükevvenata yabancı, İslamı tanımaz,
dünyanın gidişatına ters günlük haberleri izlemez bir adammışsın... Keşke
gençliğinde Westpoint Amerikan Harp Akademisine yazılsaydın... O hayran
olduğun Amerikan Generalleri sana birşeyler belki de öğretirlerdi...
Neye yarar ki asil bir ülke, seni başında görme
bahtsızlığına uğradı. Türkiye'nin yakın dostu ve yâr-ı vefakârı genç Pakistan,
ne yazık ki kurulduğu günden beri hep baskınla birbirini devirerek iş
başına geçen iktidar hırsızları tarafından yönetildi. Rahmetli Zülfikar Ali
Butto bu kuralın dışında kalmış nadir bir insandı, onu da astılar... O
ülkede her gelen, bir öncekinin başını yedi, kanını içti, öylece oturdu
makama... Ne demeli mukadderat... İnsanlar gibi halkların da alın yazısı
var...
Baskıncı general bu ayın onunda Bush'la
görüşecek. Çok seviniyor. Gururlanıyor. En iyi elbiselerini giyecek,
takılarını takacak, kokular sürünecek Beyaz Saray'da Başkanın karşısına
çıkacak... Söyleyeceklerini şimdiden ezberledi. Ramazanda hiç ara verme
bombalamaya devam et diyecekmiş... Sakın korkma dayan, Usame'yi
verecekler... diyecekmiş... Belki çocukları unutma, onları da bombala
diyecektir.
General'in Batılı ülkelere bir teklifi daha var Bizde
kaldıkları sürece masraflarını ödeyin, sınıra yığılan 2. 5 milyon sığınmacıyı
içeri alalım diyor... Yani şantaj yapıyor... Para sızdırmaya
uğraşıyor... Harbin nemasından yararlanmayı düşünüyor...
Neyse... Allah taksiratını affetsin.
1 Kasım 2001
Perşembe
Afganistan dağlarında 7, 5 milyon cenaze adayı, en geç
iki ay sonra nehirler, dereler, göller sarp kayalıklar buz bağladığında, şu
netameli yeryüzünden çekip gitmeye hazırlanırken, Londra-Paris Moda
salonlarında şanlı defileler düzenleyenler, geçen Cumartesi gün Birleşmiş
Milletler'de Bush'un sözünü ettiği teröristlerin ta kendileridir. Dünya terör
batağına kendi isteğiyle girmedi. Siz soktunuz O' nu... Neden bu adamlar
terörist oldular? Rahattılar da rahatlıkları biryerlerine mi battı? Durup
dururken mi terörist oldular?
Adam terörizmi sana karşı bir silah olarak kullanıyor.
Kötü ama böyle... Yasal değil ama çaresiz... Bir tek adam koskoca bir ülkeyle
nasıl savaşır? işte böyle... Bu savaşı sen istedin... Bunun şeklini sen
belirledin... Arabi karşına sen aldın... Nasıl mı? işte böyle: Şu sözler 1992
Körfez Savaşı'ndan sonra o zamanki Donanma Kumandanın Anthony Zinni' ye
aittir. Adam diyor ki: "Körfezdeki savaşımız zaferle sonuçlanmıştı. Zira
biz Amerika ile yüz yüze savaşacak dünyadaki tek aptalı bulma şansına
erişmiştik.. " Akıllı Kumandanın sözünü ettiği dünyadaki tek aptal
elbette Irak Devlet Başkanı Tigrit'li Saddam Hüseyin'den başkası değildi...
Şimdiki Usame, Saddam gibi çıkmadı. O işi öğrendi. Terörizmi ustasından
okudu...
Fransız devriminin ünlü akıl hocalarından Gracchus
Babeuf 1792'de "Tiranlara karşı savaşta her yol yasaldır" demişti
Babeuf'ten 56 yıl sonra, 1848'de yaşayan ve ilk Terörizm doktrinini kuran
Alman KarHieizman ise şu ürpertici fikirleri ileri sürüyordu. Barbarların
topluluğunu yok etmek için bir kıt'anın yarısını havaya uçurmanız ve ortalığı
kan gölüne çevirmeniz gerekiyorsa hiç bir şeyden çekinmeyin. Bir milyon
barbarı imha etmenin zevkine varmak uğruna canını seve seve vermeyen kişi, asla
gerçek bir cumhuriyetçi olamaz... Nasıl dehşet içinde kaldınız değil mi? Bu
sözler saygın bir siyaset bilimcisi'ne aittir ve bir Siyası doktrin ve bir
Siyasi programdır. Zira ortaya atıldığı tarihte dünya tam anlamıyle demokrasiye
geçememişti. Henüz barbarların elindeydi... Demokrasiyi barbarlarların
elinden kurtarmanın başka yolu yoktu... Bu yol bu gün de geçerlidir. Ortada
Barbarlar dolaştıkça aynı yol yine denenecektir.
Şimdi kime barbar denecek... Kimdir barbar?
Yani terörist, kanun dışı, alçak namussuz kimdir?
İşte asıl sıkıntı burada...
Dünyada şu anda, vaktiyle terörist adını taşıyan iki
devlet başkanı görev başındadır: Güney Afrika'da Nelson Mandela ve
Cezayir'de Abdülaziz Buteflika... Eskiden İngiltere'ye karşı savaşanlardan
İsrail'de Irgun örgüt başkanı Menahim Begin, Kenya'da Mau Mau
hareketi başkanı Jomo Kenyatta da daha sonra devlet başkanları oldular...
İslamî terör diyorlar, yaaa İspanya'da ETA, Colombia'da FARC, Sri
Lanka'da Kaplanlar, irlanda'da IRA nedir? Hepsi kanlı terörist...
Hepsi iş başında... Bush kafayı Müslümanlara takmış... Adam çıkmış Birleşmiş
milletler'de konuşuyor... Karşısına aldığı 160 ülkenin temsilcilerini
azarlıyor: Teröriste arka çıkan ücretini ödeyecektir... Sen önce,
Detroit'te General Motors'un çabuk eskisin diye kasten çürük yaptığı
arabalarda ölen milyonlarca trafik kurbanının kan paralarını ailelerine öde...
13 Kasım 2001
Salı
Eskiden karşı karşıya gelen ordular, futbol oynayan rakip takımlar gibi, biri
düdük çalınca efendice mertçe savaşırken, 1780 doğumlu Prusyalı General Kari
Von Clausewitz ordu-millet top-yekün imha savaşlarını icat etti. Savaşın
adını yeniden koydu. Değişik zamanlarda birkaç orduda sözleşmeli görev yapmış
olan profesyonel asker ve insan imha uzmanı, askerî teorisyen General,
Vom Kriege " Savaş Hakkında" başlıklı kitabında dedi ki:
"Savaş politikanın değişik araçlarla devamıdır.
Savaşın hedefi düşmanı en kısa zamanda yok etmektir. Bu amaçla şiddet
kullanmada sınır yoktur."
General'e göre savaş sadece rakip orduların değil
milletlerin savaşıdır. Bir savaş sırasında saldırıya uğrayan veya saldıran her
topluluk sadece Savaş'ı düşünmeli ve kendini en zorlu savaş koşullarına
uydurmalıdır. Savaş tartışılmaz. Düşman haklı
olmaz. Savaşta siyaset konuşulmaz. Savaşan topluluğun içinde
Politika ve askerlik arasında fark yoktur. Askere emir veren siyasal organla
emir alan asker aynıdır. Her ikisi de aynı şiddetin içindedir. Her iki organ
başarıdan veya yenilgiden aynı anda sorumludur. Her iki taraf hayatını
kaybetme riskini aynı anda taşımaktadır...
Dolayısıyla savaş sırasında halk-hükümet ve ordu karşı
tarafı yok etmek için yasa içi, yasa dışı her çeşit çareye başvuracak,
alınacak sonuç yasa olacaktır. Savaşın kendi yasası vardır. Savaş bu
yasaları insan kanı ve canı ile kazanır...
Uzmanlar, Karl Von CIausewitz,in bir
ömür boyu savaş meydanlarında oradan oraya koşarak, cepheye yakın gaz lambalı,
tozlu askerî çadırlarda sabahlara kadar, harita başlarında kafa yorarak, yorgun
düşüp eski koltuklara yığılarak, ayaklarını karşı kanepeye uzattığı sıralarda
geliştirdiği bu fikirleri Yakın çağ Alman Harp düşüncesi'nin başlangıç
teorisi sayıyorlar. Gerçekten Clausewitz, General Moltke'nin aşırı
temkinli savaş anlayışına karşılık Alman ulusuna bir harp dinamizmi getirmişti.
1831 'de öldü. Kendisinden sonra gelenler hep O'nun etkisinde kaldılar. Engels
ve Marks O'na hayran oldular. 1920'den sonra Bolşevik ideolojisine bir
savaş tekniği arayan Lenin O'nun için "en çarpıcı savaş
filozofu" dedi. Nazi Almanya'sının Ludendorff, Keitel gibi
büyükleri Clausewitz'in açtığı yoldan yürüdüler. Çin'de lVIao,
CIausewitz'in teorisini, devrimci iç savaşta bir teknik olarak kullandı.
Kısacası Kari Von Clausewitz eskiden cihangir hükümdarlar, krallar,
kumandanlar, ordular karşı karşıya boğuşurken savaşın içine sivil halkı da
soktu. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın "hatt-ı müdaffa yoktur, sathı
müdaffa vardır. Bu satıh bütün vatandır" düşüncesi de aynı askeri
doktrini anımsatır. Clausewitz' in koyduğu "düşmana karşı şiddet
kullanmada sınır yoktur" ilkesinin sınır ötesi düşmanla, sınır içi
düşman farkını tanımadığı anlaşılıyor. Zira o çağda dünyada şimdiki gibi sınır
yoktu.
Siyaset bilimciler, geçtiğimiz hafta "Birleşik
Devletlerde cinayet işleyen yabancı teröristler, Amerikan Anayasasının korumasına
hak kazanmamışlardır" diyen Amerikan Adalet Bakanı John Aschroft'un
da aynı doktrinden yola çıkmaya hazırlandığını ve bu görüşün 170 yıl önce ölen
Karl Von Clausewitz' yeni bir siyasal görüntüsü olduğunu belirtiyorlar. Böylece
Prusya'lı General'in başını çektiği kervana Marks-Engels, Lenin, Mao,
Ludendorff, Keitel'den sonra en son Bush, Rumsfeld ve Aschroft' un da
katıldıkları görülüyor... Bizim düşmanın içi-dışı, yerlisi-yabancısı olmaz
diyerek herkesi savaşa davet ediyorlar. Savaşı insanlığa karşı savaş sayıp
eski dünyanın her yerine taşımaya çalışıyorlar... Yakında Amerikan Polisleri
kapılarımızın önüne toplanıp yanlarında Türkçe tercümanlarıyla evlerimizde
terörist ararlarsa şaşırmayın. O zaman Hükümetimiz bu bizim de savaşımızdır...
zorluk çıkarmayın diyecek ve bizi pasifizme zorlayacaktır. O durumda
savaş politikanın devamı değil, politika savaşın devamı olur. Sonra ne olur
bilmem...
2 Aralık 2001
Dünyanın savaş coğrafyasına Mezar-ı Şerif: şerefli
mezar adiyle geçen Afganistan'ın bu önemli şehri, isminin çağrıştırdığı şöhret
halkasına yeni bir satır daha ekledi; kasım 2001
Kal'a-i Cengi katliamı...
Geleceğin dürüst insanları o gün orada ne olduğunu
merak edecek olurlarsa yeryüzünde insan yaşamına dair pek verimli bir bilgi ve
deneyim yüküyle karşılaşacaklar... Okuyup öğrendikçe, düşünüp taşındıkça
tüyleri diken diken olacak... Büyük olasılıkla biz, 21. yüzyılın insanlarını
acı biçimde suçlayarak -neden bu zulme baş kaldırmadılar? diyecekler...
Hangi yolla baş kaldıralım ki? ben kendi hesabıma yazı yazmaktan başka ne
yapabilirim?... Biz burada geleceğe rapor hazırlıyoruz... Şu yaşadığımız
aşırı kirli zamanı gelecekte var olacak insan nesline anlatmaya çalışıyoruz...
Bu günü yarına şikayet ediyoruz... Bazı düzgün insanların yüreklerine su
serpmeye çalışıyoruz. İnşallah becerir ve bir ölçüde kendimizi "zulme
iştirak günahından" kurtarırız...
Zira zulüm karşısında sessiz kalan zalim'in
suç ortağıdır. HZ ALİ " MAZLUMUN GÜNAHI ZALİMDEN FAZLADIR"
DEDİ.
Bu günahtan kurtulmak en azından zulme kalben iştirak
etmekle mümkündür... İşte ben şimdi kasım 2001 Kal'a-i Cengi zulmüne
itiraz ediyorum. Bana uyan erdemli kişiler olursa onlar da itirazlarını
kalplerinde tutarlar ve ilerde kendilerini azaptan kurtarırlar. ..
450 Yabancı Taliban gencinin hayatına mâl olan Kal'a-i
Cengi savaşı 28 Kasım Çarşamba sabahı sona erdiğinde orada bulunanlar
manzarayı şöyle anlattılar: "iki yüz yıllık kale'nin avlusu yüzlerce
insan ölüsüyle doluydu. Birbirlerinin üzerine yığılmış bu ölülerin arasında bir
tank dolaşıyor cesetleri parçalıyordu.
Kafa kol, gövde bacak, göğüs kalça insan enkazı
topraklara karışıyor, bazı taze insan parçalarından kan sızıyordu. Her yer
bomba artıklanyle doluydu. Kalenin dışında küçük bir ağaçlık vardı. İsyancıların
son direniş noktası olan bu yerde bütün ağaçlar yıkılmış, geçitleri kapamıştı,
parçalanmış askeri araçlar, demir yığınına dönüşmüş jipler, ağaçlardan sarkan
insan ölüleri... Bir duvarın dibinde elli kadar asker cesedi vardı, hepsinin
kolları arkadan bağlıydı. Enselerinde birer kurşun deliği göze çarpıyordu
Öğleye doğru general Dostum manzarayı görmeye geldi ve yabancı kameramanlara
seslendi: "uzak durun hiçbir yabancı bu manzarayı görmemeli..." Generale
göre Afganistan için olağan olan bu görüntüye Batılılar dayanamazdı. Dostum,
gazetecilere ölüleri göstererek "teslim olmadılar... biz de onları
öldürdük" dedi. Dostum'un bir subayı olan Abdüllatif, tamamı
imha edilen isyancı Yabancı Taliban bölüğünün 450 kişi olduğunu söyledi.
İsyanın nasıl başlatıldığı konusunda kesin bilgi verilmedi.
23 kasım 2001 Kala-i Cengi savaşının galibi
eski Afgan Gizli polis şefi şimdiki Özbek Birlikleri'nin generali Raşit
Dostum Çarşamba günü öğleden sonra savaş alanını gezerken Kale'nin yüksekçe
bir yerine çıktı. Burada tavanı ve yan duvarları bombardımanda kısmen yıkılmış
bir odaya rastladı, bir kumandan odası görünümü taşıyan bu yerde etrafa
dağılmış kıymetli eşya ve değerli halı parçaları vardı. Dostum devrilmiş
bir koltuğu düzelterek üzerine oturdu... Çevresinde bulunan savaş muhabirlerine
"burayı tamir edeceğiz..." dedi... Ancak muhabirler kalenin
nasıl tamir edileceğini değil 5oo'den fazla insan cesedinin nereye gömüleceğini
merak ediyorlardı. O sırada Kızıl Haç temsilcisi Olivier Martin'in
Dostum' dan gelen izinle cesetleri toplayıp kimlik tesbitine başladığı haberi
geldi. İyi yürekli Dostum ölenlerin ailelerine haber ulaştırılmasını
istemişti...
İslam tarihinde önemli bir yeri bulunacak olan Kale-i
Cengi Savaşının sona erdiği saatlerde New York'tan bir haber geldi.
Şehrin Service Mediko-Legal kuruluşunun
belirttiğine göre 11 eylül faciası sırasında hayatını kaybeden itfaicilerden 23
yaşındaki Christopher Santora ile 37 yaşındaki Jose Guadalupe'nin
mezarları birbirine karışmıştı. Mezarlar üzerinde lazer ışınlarıyle yapılan DNA
testleri sırasında ortaya çıkan bu gerçek aileleri dehşete düşürdü. Zira cenaze
merasimi sırasında Chris-topher'in tabutunda Jose, Jose'nin
tabutunda da Christopher vardı... Dualar yanlış yere gitmiş, mevtaları
cennete götürecek melekler adres şaşırmıştı. Şimdi taze mezarlar
açılacak, yanlışlık düzeltilecek, herkes kendi mezarına girecek ve
itfaicilerin yakınlarının katılacağı törenler tekrar edilecekti... Bir gençlik
hayalî uğruna ve bir siyasi fırtınada, ülkelerinden millerce uzakta, heder
olup giden, toza toprağa karışan Tacik, Pakistanlı, Özbek gençleri için
böyle bir tehlike yoktu... Mezarları olmadığı için.
30 Kasım 2001
Afganistan savaşında Tornado uçaklarını Amerikan
B-52’lerinin yanından uçurup Taliban avlıyoruz diye cami cemaatinin üzerine
bomba atan İngiltere Başbakanı Tony Blair rüşvet yedi... Blair'in rüşvet yediği Londra'da yayınlanan The Telegraph gazetesi
tarafından açıklandı. Gazete 10 Şubat 2001 tarihli sayısında Tony Blair' in 23
temmuz 2001 'de Romanya başbakanı Adrian Nastase'a yazdığı bir mektubu ele
geçirerek yayınladı. Blair bu mektubunda büyük Romen Devlet Çelik Kuruluşu
olan Sidex'in İngiliz LNM Holdings'e satılışından duyduğu öğünçü dile
getiriyordu. Gazetenin verdiği bilgiye göre söz konusu satışın belgesi,
Başbakanın mektubundan iki gün sonra, 25 Temmuz 2001' de Bükreş'te imzalanmış
ve LNM Holdings, 37 bin pounds'a Sidex'i satın almıştı.
Sidex'in satılışında herhangi bir usulsüzlük yoktu,
ancak The Telegraph, gazetesi bu firmayı satın alan İngiliz LNM Holdings'in
patronu Hintli milyarder Lakshmi Mittal'in seçim kampanyası sırasında İşçi
Partili Tony Blair'e 125. 000 pounds destek sağladığını haberine ilave edince
işler karıştı. Başbakanın tarafını tutanlar bu paranın Blair'in partisine
verildiğini dolayısı ile rüşvet sayılamayacağını savundular... Başbakana karşı
çıkanlar ise böylesine paraların gizli gizli verildiğini ve bal gibi rüşvet
sayılacağını ileri sürdüler... Doğrusu aynı olay, Nato genel sekreteri
seçildiğinde Belçikalı bir bakanın da başına gelmişti. Adam görevi sırasında
orduya Helikopter satan bir firmadan para aldığını itiraf etmiş, ancak bu
paralan cebine atmadığını, partisine aktardığını yana yakıla günlerce
söylemişse de kendini kurtaramamıştı. Zira o sırada, yaşanan dünyada artık bu
çeşit yan ödemeler gittikçe daha fazla göze batıyor ve gizli verilen paralar
kişiye de gitse, kurumlara da ödense, rüşvet sayılmaktan yakayı
kurtaramıyordu... Yani illegal para... Gizli para... Kara para... Kişi veya
kurum, her neyse Devlet gücünü kullananın hak ettiğini sandığı, fakat hak
etmediği para...
Ortada bir "kuşku" vardır... Buna
vaktiyle Osmanlılar "sui tefehhüm" demişler yani "açıklanması
gereken şey, korkulacak şey..." Belki bir kusur yok, ama yine de düşündürücü...
şaibeli iş... Adam koskoca bir Devlet firmasını satın alıyor... Acaba ödediği
ücret gerçek ücret mi? Sidex 37 bin pounds'a alınır mı? Alıcı seçimlerde
Blair'in destekçisi Hintli Milyarder olmasaydı çelik fabrikasını o
kadar ucuza kapatabilir miydi...? Şimdi İngiliz kamu oyu Başbakanına bunları
soruyor... Vaktiyle İSKİ skandalında İstanbulluların zamanın Belediye
reisine, Belçikalıların ve tüm Avrupa Kamu oyunun Belçikalı Bakana sorduğu
gibi soruyor...
Dünya değişiyor dostlar... acaba iyiye mi gidiyor dersiniz?
Zira eskiden rüşvetin adı bu kadar şişkin değildi...
Rüşveti veren de kâfirdir, alan da
kâfirdir...
Hatta veren alandan daha kâfirdir...
Rüşvetin girdiği yere devlet, adalet, hak,
hukuk, polis, adliye giremez... Farelerin bile geçemediği deliklerden nice
nice rüşvet çuvalları okun kalkanı deldiği gibi geçer gider...
Adam demiş ki : "neler geldi neler geçti
felekten... un elerken deve geçti elekten" Tony Blair dünyaya ahlak
dersi verirken kendi ne hallere düştü...
Binsekizyüzlü yıllarda Sudan' da Mehdi Muhammed
Ahmed'in Dervişleri, İngiliz askerleri ve onların ellerindeki, o zaman
yeni icad, ağızdan su soğutmalı Hoçkins makinalı tüfeklerinin önünde
sapır sapır dökülüp, yüzlerce, binlerce şehit olurken, Gordon Paşa lakaplı
General Gordon Sultan II. Abdülha-mid'e yazdığı mektupta "ingiltere
hırslı kumandanlar ve hain politikacıların elinde kaldı" demişti...
Acaba nereden bilmişti yüz yıl sonra neslinden bir Tony
Blair'in geleceğini?
Üsküdar 1 mart
2002 Cuma
Afganistan savaşı sırasında Cenk Kalesi soykırımı emrini "Kili
him: öldürün onları" diye Washington' dan veren Amerika Birleşik
Devletleri Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Hindistan' la Pakistanı
yatıştırmak üzere Bush tarafından bu ülkelere gönderiliyor... Bush geçen
hafta karar verdi... Her iki ülkeye seslenen Bush "size açıkça
söylüyorum savaş çıkarlarınıza yaramaz. .." dedi... Bunun salt mantık
açısından tersi de var : "Savaş çıkar sağlar" şeklinde...
Eski Osmanlı düşüncesi bu olaya "Mefhum u muhalif diyor... Yani bir
şeyin olmayacağını söylerken, olabileceğine de işaret etmek anlamında... Bu
durumda Bush, Prusyalı general Clausevitzh gibi "savaş
faydalıdır" demiş oluyor... Aslında Amerikalılar Pakistan'la
Hindistan'ın savaşını önlemek istemiyorlar, tam tersine her iki ülkenin
kevgire dönmüş sınırlarında el Kaide ve Taliban artığı bir siyasi oluşuma
yol açmak istemiyorlar... İnsanları ölümle, ateşle, imha ile
korkutamayacaklarını da anladılar şimdi kurşun yerine diplomasi san'atını
kullanarak sonuca ulaşmanın yollarını arıyorlar... Pakistan için ulusal
onur, Hindistan için terörist savaş adını taşıyacak bir siyasi çatışmadan pay
çıkarmaya çalışıyorlar... Tek endişeleri iki tarafın da nükleer silaha sahip
oluşu... Nükleer işinde öncüllüğü kaçırmak istemeyen Washington, iki ateş arasında
bocalıyor. Hatta çeşitli ateşler arasında bocalıyor... Dünyayı teröristlere
zindan etmek isterken kendi teröre bulaştı... Bir terörist diğer
teröristi sevmeyeği için onlara dünyada "vur emri" çıkarttı.
Kim kimi, ne zaman, ne için vuracak? belli değil, Amerikalı her sakallıyı
terörist saymaya başladı... Ladin'e her benzeyen Arab terörist... Hay !
ceddine rahmet kovboy, nasıl da aslına döndün...
Terörü bir siyaset biçimi ve Batı uygarlığına
muhalefet cephesi sayanlar Amerikalının bu tavrı karşısında gittikçe yekvücut
olacaklardır... Rus generalinin dediği gibi Dünyanın her yerinde kendilerine
karşı adamlar yetiştirecek olan Amerikalılar, sonunda yeryüzü insanlarını
topyekün karşılarına alacaklar ve finale gideceklerdir... Finalden sonra ne
olur bilinmez... Tibet'li Dalai Lama "Onu önceden
kestiremezsiniz..." diyor... Eski Dünyanın bütün akıllıları, Kovboyu
karşısına almış, yüzüne karşı "Sen yanlışsın..." diyor..: Ama kovboy
yolundan dönmüyor... Bush geçen hafta Bakanını bölgeye gönderme kararını
açıklarken "Bakalım Pervez Müşerref sözünde duracak mı?" dedi...
Pakistan'ın iktidar hırsızı, mütegallibe generali, Başkanı Bush'a demiş ki
"Ben sınırlardaki geçişleri ve terörü önlerim" Bush da bu söze
inanıyor... veya öyle görünüyor. Sanki Pervez haksız ve çirkin bir darbeyle
değil seçimle iş başına gelmiş gibi... Pakistan'ı demokratik bir ülke
zannediyor... Pakistan Ordusunun yarısından çoğunun ve gizli servisinin büyük
bir kısmının Molla Ömeri'in Taliban yerine kuracağını söylediği İslam kaynaklı
yeni siyasi oluşumun yolunu gözlediğini acaba eski Texas valisi farketmedi mi?
Kesin etmiştir...
Anlaşıldığına göre Amerikalı Keşmir görüntülü fakat
"terörist" karakterli Hint-Pakistan savaşını önlemeyecek, nükleer sızıntıya
da pek kulak asmayacaktır... Yeter ki bu bölgenin "Terör kullanan
Müslümanları" yeni bir Taliban derdi çıkarmasınlar... El Kaide'ye gelince
o çoktan kabuk değiştirdi bile... Acaba Manhattan bankasında hangi isimle
açıldı yeni hesaplar...?
Görünen odur ki, tek tek insanlar için düşünülmüş ölüm
cezaları toplumları dize getirmeye yetmiyor. Tam tersine toplumlar öldükçe
diriliyorlar... Amerikalı bunu anlamadı... Gökten inecek ölümü, hâlâ ceza
zannediyor... Ortakları da anlamadı. Bir insan "intihar komandosu"
olursa ve bunu bağlı olduğu toplum adına yaparsa o insanı dinlemeli... Adı terörist
olsun, komando olsun, anarşist olsun, ne olursa olsun, ölüme göz kırpmadan
atılan o insanın ne dediğine kulak vermeli... Ben anlamıyorum, neden ikinci
Dünya harbinin Pasifıkteki Okinava kamikazeleri kahraman oluyor da,
Filistinli bir genç kahraman olmuyor...?
Dünya şaşırdı mı?
En kaba ve açık görüntülü insani değerler sislere mi
bulandı...?
Neden birbirimiz, anlamıyoruz...?
2 Haziran 2002
pazar
Bugün 11 Eylül 2002 Çarşamba.
İnsanlık tarihinde, insan eli ile işlenmiş en büyük
facialardan birinin birinci yıldönümü. Amerika’da "World İrade Center:
Dünya Ticaret Merkezi" isimli ikiz kulelerinin yıkılışının ilk anma
günü.
Bir yıl önce bu gün, çoğu Suudî Arabistan çıkışlı 19
hava korsanı, dört Boeing 757 uçağını kaçırarak ikisini adı geçen kulelerin
üzerine çarptırdılar... Orada bulunanlar ve TV'ler aracılığıyla Dünya'nın
bütün insanları bu olayı korku filmi seyreder gibi saatlerce seyrettiler...Dünya
şaşkına döndü... Olayın başladığı ilk saatlerde kimse ne olduğunu anlamadı...
Ancak o sırada uçuşta bulunan Amerika Birleşik Devletleri Başkanına uydu
telefonu aracılığı ile ulaşan meçhul bir kişi, sadece Başkan'ın ve birlik
kumandanının bildiği "Hava Kuvvetleri Birinci Taktik Birliği"nin
şifresini açıklayarak Başkanı ve korumalarını inandırdı ve saldırıyı
bildirdi... Devletin en üst makamı olayı derhal "Bir İç Savaş"
şeklinde yorumladı... Beyaz Saray ve Pentagon yetkilileri sığınaklara girdiler,
kapakları kapadılar. O gün akşam sekiz buçuğa kadar sığınaklarda
kaldılar...Amerikan en üst kademe yönetimi bu ülkenin kurulduğu tarihten iki
yüz yıl sonra bir gün, akşama kadar yine bir iç savaş korkusu yaşadı. Abraham
Lincoln zamanı gibi... Haberler birbiri arkasına dizilirken Başkan Bush'un
danışmanları uçakta çevresini sardılar...İki intihar uçağı daha Beyaz Saray ve
Pentagon'a doğru gidiyordu...Herkes bir şeyler söylüyordu. Yetkili yetkisiz,
görevli görevsiz, sorumlu sorumsuz herkes konuşuyordu...Bu işi kim
yapabilirdi... Böylesine devâsâ bir ihanet, Amerika içinde kimin başının
altından çıkabilirdi... Olayın benzerleri konuşuldu: Kennedy Suikastı...Domuzlar
körfezi çıkarması gibi. Bunları yapan kişi ve grup az çok belliydi... Acaba
yine onlar mı?
O kızgın saatların cehennemden beter telaşı
ortasında, eski olayların henüz dağılmamış sisleri içinde az çok belirginlik kazanmış
bir yüz akla geldi: General Leyman Lemnitzer... Olayın boyutu ve henüz hayatta olan generalin Amerikan yakın tarihi
içindeki yeri ve çevresinin gücü birbirini tutuyordu... Ancak bu ileri bir
varsayımdan öteye geçemiyordu. Bununla birlikte yaşanan korkunç olay, o anda
varsayımlara dahi haber niteliği kazandıracak güçteydi. Eğer gerçekten bu
işi Lemnitzer yaptıysa onu Başkan dahil kimse yakalayamazdı...Her ülkede
yakalanamayacak adamlar vardır... General onlardan biriydi... Yâni "derin
Devlet..." Yönetim çaresiz kaldı...Akşam olduğunda hâlâ çaresizdi...Sonunda
bir yol bulundu ve suç Arabın üzerine atıldı...O Arab da araplığından olacak
suçu üstlendi... Gurur aracı yaptı...Dünya böylece bir canavar tanıdı... Usame
bin Ladin...Adı bir zamandır duyulan bu insan, Suudi Arabistanlı bir
zengindi... Amerikan finans çevreleri onu iyi tanırdı. Hatta yirmi yıl önce
Teksas'ta Bush ile bir petrol şirketinde ortaktı. Siyasete atılmış ve
Afganistan'da Ruslara karşı Batı'nın çıkarlarını korumuştu. "Bu iş
bitince Amerikalılara sıra gelecek" diyordu... İşte sıra gelmişti.
Ve Amerika Usame'ye haçlı seferi açtı...Olayların
akışı içinde Afganistan, Irak, İran, Libya, Sudan, Kuzey Kore Amerika tarafından
"kötülük ekseni" olarak ilan edildi. Bush bir gece yarısı
gizlice 'Senato'dan bu ülkelere karşı nükleer silah kullanma izni çıkarttı...Yetki
hâlâ elinde... İlk saldın Afganistan’a yapıldı... Amerikan silah
fabrikaları bu savaştan aşın karlar elde ettiler, hissedarları sevinçlere
garkoldu... İşsizlik azaldı, yavaşlayan ekonomi canlandı. Afganistan’da
uyuşturucu, Petrol ürünleri gibi amerikan çıkarlarına dört yıl set çekmiş
Taliban yönetimi yerle bir oldu. Ancak Amerikalı Usame'yi yakalayamadı...
Yakalayamazdı zira pusuda bekleyen ve asla ele geçmeyen emekli psikopat
General'in her an bir yaramazlık yapacağı belliydi... Usame yakalanırsa suç
kimin üzerine atılabilirdi ki... Ve ne Usame yakalandı ne Molla Ömer...
Lemnitzer tasfiye edilebilirse onlar da yakalanır... Aynca "Usame
buradadır" diye Amerikanın gizli çıkarlarını korumak üzere her ülkeye
asker çıkarma lüksü de var iken Arab neden yakalansın ki...? Amerika şimdi
Arabi koruyor...Arab da sahibini... Canavar sahibini anyor... BUGÜN 11
EYLÜL 2002... Newyork'ta kuleler patlayalı bir yıl olmuş... Şu veya bu
sebeple orada 5000 insanoğlu yoklara karışmış...
Bu işi yapan ve
bizler hâlâ yaşıyoruz...
Ne kadar haksız bir hayatımız var...
Tanrı bizi affetsin.
11 eylül 2002
Kaynakça
Nezih
UZEL [Kitap]. - Canavar Sahibini Yedi 2002 İstanbul.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar