ROMA İMPARATORU DİOCLETİANUS
Hüküm süresi
|
|
Önce gelen
|
|
Sonra gelen
|
|
Tam adı
|
Gaius Aurelius
Valerius Diocletianus
|
Doğum tarihi
|
Solin
|
Doğum yeri
|
|
Ölüm tarihi
|
|
Ölüm yeri
|
Gaius Aurelius
Valerius Diocletianus (d. 245–ö. 312) 20 Kasım 284 ile 1 Mayıs 305 tarihleri arasında
görev yapmış Roma imparatorudur.
Diocletianus tarihçiler tarafında Üçüncü
Yüzyıl Krizi (235-284) olarak bilinen döneme son vermiştir. Otokratik bir hükümet
kurmuştur. Roma
İmparatorluğu'nun Dominate, Tetrarşi ya da "Roma İmparatorluğu'nun
sonraki dönemi" olarak bilinen (Augustus tarafından
oluşturulan Principate sistemine karşılık) ikinci dönemi için zemini
hazırlamıştır. Diocletianus'un reformları devlet yapısını temelden değiştirmiş
ve imparatorluğun ekonomik ve askerî açıdan dengeye oturmasını sağlamış, bu
sayede imparatorluk bir yüzyıl daha bütünlüğünü korumuştur.
Tetrarşi
(Poliarşi), Romalıların 4. yüzyıl sonlarında devleti
daha kolay idare edebilmek için uyguladıkları sistemin ismidir. Bu sisteme göre imparatorluk idari
açıdan iki kısma ayrılıyor ve her birinde iki augustos hâkim
oluyordu. Her iki augustos kendilerine birer sezar
atayacaktı. Augustosların görev süreleri dolduğunda bu sezarlar yeni
augustoslar olarak idarenin başına geçeceklerdi. 395 yılında imparator
Theodosios, devletin doğu ve batı kanadının yönetimini iki oğlu Arcadius ve Honorius arasında
paylaştırarak bu sistemi ilk olarak uygulayan kişi olmuştur.
Hayatı
Alt tabakadan bir İlliryalı (Solin yakınlarındaki Dioklea) olarak
dünyaya gelen Diokles ordu kademelerinde yükseldi. Aşağı Tuna'nın savunmasından sorumlu olarak Moesia kumandanlığı yaptığı biliniyor. 282'de yukarı Tuna'daki lejyonlar Carus'u imparator ilan
ettiğinde Diokles de yeni imparatorun güvenini kazanmaya başladı. 283'de konsül oldu ve imparatorluk muhafızlarının süvari bölümünün kumandanlığına
getirildi.
Roma İmparatorluğu'nun yükselen yıldızı
Carus'un oğlu Numerian'ın kayın pederi Flavius Aper'di.283
yılında Carus Batı'yı en büyük oğlu Carinus'a emanet ederek Numerian, Aper ve Diokles
ile birlikte Doğu'ya Sasani
İmparatorluğu üzerine yürüdü. Carus Sasanilerin başkentini talan etti ve büyük bir zafer
kazandı. Ancak anlatılana göre yıldırım çarpması sonucu Temmuz veya Ağustos
ayında öldü. Böylece arkasında yeni Augustus olarak Numerian'ı ve imparatorluk
topraklarına geri götürülmesi gereken bir ordu bırakmış oldu. Aper Numerian'ın
hasta olduğunu iddia etti, bu yüzden de imparator kapalı bir arabada seyahate
başladı. Askerler gelen kokudan şüphelenerek arabayı açtıklarında Numerian'ın
ölmüş olduğunu farkettiler. Fırsattan yararlanan Diokles, Aper'i Numerian'ı
öldürmekle suçladı ve askerlerin önününde bizzat kendisi öldürdü. Hemen
akabinde askerler Diokles'i imparator seçtiler.
Ancak Batı'da bir başka meşru imparator
daha vardı: Carus'un büyük oğlu Carinus. Carinus ve Diocletianus Belgrad yakınlarında Margus Muharebesi'nde
karşılaştılar. Diokles Carinus'u öldürdü ve Diocletianus adıyla Roma
İmparatorluğu'nun tek yöneticisi oldu. Kaynaklar muharebe sırasında yaşanalar
konusunda çelişmektedir. Aurelius Victor'un anlattığına göre Carinus savaşı
kazanmak üzereydi ancak karısının baştan çıkarttığı subaylarından biri
kendisini arkadan vurmuştu. Eutropius ise ordusunun Carinus'u yüzüstü
bıraktığını anlatmaktadır. Diocletianus alışılmadık bir merhamet göstererek
Carinus'un Praetorian prefect'i ve konsülü Aurelius Aristobulus'u
öldürmedi ve görevinde bıraktı. Daha sonra Aristobulus'u Afrika konsülü yaptı
ve Urban Praefect mertebesine getirdi. 285'in Aralık'ında
Diocletianus subaylarından Maximian'ı Sezar yaptı. 286'da Maximian Augustus
konumuna yükseltildi.
235 ve 284 yılları arasında 20-25
imparator, yaklaşık olarak her iki, üç yılda bir yeni bir imparator
başagelmişti. İkisi haricinde bunların hepsi ya suikaste kurban gitmişti ya da
savaşta öldürülmüştü. Başlangıçta 284 ile 298 yılları arasında Diocletianus da
selefleriyle aynı kaderi paylaşacakmış gibi gözüküyordu. İmparatorluğun bir
ucundan öbür ucuna uzun savaşlarda yeralıyor, geniş sınırları muhafaza etmeye
çalışıyor ve iç isyanları bastırmakla uğraşıyordu. Ancak 298 yılına
gelindiğinde Tuna ve Ren üzerindeki Germen istilacıları
defetmiş, Suriye ve Filistin'deki Sasani
saldırılarını durdurmuş ve siyasi düşmanlarını yenilgiye uğratmıştı.
Roma İmaparatorluğu'nu neredeyse
yıkılmanın eşiğine getiren elli yıldan uzun süren iç dengesizliklerin ardından
Diocletianus konumunu güvenli hale getirerek kayda değer bir başarı sağlamıştı.
Diocletianus Roma'nın mevcut devlet yapısının sürdürülemez olduğunu
düşünüyordu. Önceki nesillerde yaşanan kargaşaları engellemek ve imparatorluğun
devamını sağlamak için bir dizi reform başlattı. Bu reformların arasında daha
kolay yönetilir hale getirmek için imparatorluğun bölünmesi, imparator seçimi
için yeni bir sistem, otokratik bir yönetim ve cumhuriyetçiliğin kalan tüm izlerinin
temizlenmesi ve enflasyonla mücadeleyi amaçlayan
ekonomik reformlar vardı.
İmaparatorun konumu başlangıçta anayasal
bir hükümdar olarak dikkatlice maskelenmiş bir diktatörlük mevkiiydi.
Meşruiyetini büyük ölçüde karmaşık bir cumhuriyetçi unvan ve uygulamalar
düzeninden alan imparator Princep haline geldiğinde ("eşitlerin
birincisi", yani "Principate") gücünün büyük bölümünü lejyonlar
ve imparatorluk muhafızlarına kumandanlık etmesinden alıyordu. Bu durum tüm
imparatorluk unvanları içinde en önemlisi ve imparator kelimesinin kökeni olan imperator
(En yüksek kumandan) unvanıyla yansıtılmıştır. Bu düzenlemeler imparatorluğun
ilk iki yüzyılında işlemişti. Ancak Septimius Severus
döneminden itibaren yöneticiler cumhuriyetçi kuralları giderek zayıflatmaya ya
da hepten yok saymaya ve anayasal hükümdardan ziyade daha fazla diktatör gibi
hüküm sürmeye başladılar. Bu süreç makamın temellerinin ve meşruiyetinin altını kazmaya başladı. Diocletianus makamın
daha itibar sahibi ve daha dengeli hale gelmesi için askerî güçten daha
fazlasına dayanması gerektiğini fark etmişti. Bu yüzden imparatorluk
meşruiyeti için dine dayalı bir temel oluşturmaya çalıştı. Buna göre
kendisi yarı ilahi bir hükümdar ve yüksek konumda bir rahip olacaktı. Eski
cumhuriyet unvanı Pontifex Maximus yeni bir önem kazanmaya başlayacaktı.
Diocletianus kendine Dominus et deus
("Efendi ve Tanrı" yani Dominate) şeklinde yeni bir unvan
seçti. Ayrıca kendisi Jovius, Maiximian da Herculius unvanını aldı. Böylece
kendilerini Jüpiter ve Herkul ilişkilendirmişlerdi. Diokletian gerçekten bir tahtta oturuyordu. Halk
içinde gözükmezdi ve şayet huzuruna çıkılacaksa ziyaretçi yere uzanmak ve
kesinlikle imparatora bakmamak zorundaydı. Ancak belki cüppesinin eteğini
öpebilirdi. Bu şekilde Diokletian mesafeli,
gizemli, teokratik ve
otokratik bir makam yaratmıştı.
Edward Gibbon'ın bir analizine göre
Diocletianus bu törenleri kibirinden ötürü yaratmamıştı. İmparatora yönelik bu
tip azamet Augustus'un döneminden beri vardı. Ancak Augustus bunu gizlerken
Diocletianus bunu açıkça teşhir ediyordu.
Tetrarşi
Diocletianus başa geçtikten sonraki ilk
dokuz yılın ardından imparatorluğun tek bir imparator tarafından
yönetilemeyecek kadar büyük olduğu sonucuna varmıştı. Ren civarındaki barbar istilaları, Mısır'daki sorunlar ve imparatorluğun iç sorunlarıyla aynı anda başa çıkmak
mümkün değildi. Getirdiği radikal çözüm haritanın tam ortasından, Roma'nın
biraz doğusunda yukarıdan aşağıya düz bir çizgi çekip doğu ve batı olmak üzere
imparatorluğu ikiye bölmekti. Bu bölünme kısa vadede kalıcı olmadıysa da 395'den sonra
gerçekleşecek daimi bölünmeye emsal teşkil etmişti.
Roma sisteminde imparatorlarının neye göre
başa gelecekleri hiçbir zaman çözülememişti. Net bir kural yoktu ve bu da
genellikle iç savaşlara neden oluyordu. İlk imparatorlar evlat
edinme yöntemini benimsemişlerdi. Buna göre bir oğul ve vâris evlat
ediniyorlardı. Ordu evlat edinme yöntemini beğenmiyor ve imparatorun oğlunun
vâris olarak kabul edildiği biyolojik veraseti tercih ediyordu. Senato yeni bir
imparator seçme hakkı olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla genellikle en azından üç
vâris bulunuyordu.
Bu sorunu çözmek ve Doğu ve Batı olmak
üzere bölünen imparatorlukta kimin imparator olacağı sorusunu yanıtlamak için
Diocletianus Tetrarşi ya da "dörtlü yönetim" adı
verilen sistemi kurdu. Buna göre Doğu'da bir kıdemli imparator, Batı'da bir
kıdemli imparator başa geçecek, bunların yanında da birer ast imparator
olacaktı. Roma imparatorlarına verilen çok sayıda unvan içinde en önemlisi Augustus'du. Bu yüzden iki
kıdemli imparator Augustus unvanını alacak, diğer iki ast imparator ise Sezar
unvanını alacaktı. Diokletian'ın tasarladığına göre kıdemli imparatorlardan
biri emekli olduğunda ya da öldüğünde Sezar onun yerini alacak ve yeni bir ast
imparator seçecekti.
292 yılına gelindiğinde
Diocletianus sistemi oturtmuş, kendisine Doğu İmparatorluğu'nu seçmiş ve
Maximian'a da Batı İmapartorluğu'nu vermişti. İmparatorluk iktidarı artık iki
kişinin arasında bölüştürülmüştü. İkisi de kendilerine yeni başkentler
seçtiler. Diocletianus'un kendine seçtiğibaşkent Nicomedia (bugünkü İzmit)idi. Eski başkent imparatorluğun kaderinin orduların gücüyle belirlendiği
yerlerden çok uzaktaydı. İki imparatorun imparatorluğu yönetmesini
kolaylaşrıran bölünme Roma'da kalan senatoyu daha da kenara itmişti. 293 yılında Diocletianus
ve Maximian birer Sezar atadılar (sırasıyla Galerius ve Constantius) ve vârisleri olarak
belirlediler. Ancak bunlar yalnızca vâris değildi. Her birine kabaca
imparatorluğun dörtte biri verilmişti.
Diocletianus'un başa gelmesinden önce
neredeyse kesintisiz yarım asırlık iç savaş dönemi düşünüldüğünde Tetrarşi'nin
dört imaparatorun açgözlülüğüne yenik düşmemesi kayda değerdir. Ancak Roma
siyasetinin fırsatçı yapısı çok geçmeden Tetrarşi'nin çözülmesine ve monarşinin
yeniden kurulmasına neden oldu. 305 yılında Diocletianus emekli oldu ve
Maximian da aynı şekilde davranmaya ikna edildi. İki Sezar önceden tasarlandığı
gibi kıdemli imparatorlar oldular. Ama iş yeni Sezarları seçmeye geldiğinde
ordu ve senato araya girdi ve kendi adaylarını öne sürdüler. 306 yılında Konstantin batıda bir iç savaş başlattı ve 312'de bu
savaşı kazandı. 324 yılı itibariyle Licinius'dan imparatorluğun doğu bölümünü aldı ve
337 yılında ölümüne kadar tüm imparatorluğu kendi yönetti. İkitidar tekrardan
Konstantin'in oğulları arasında bölündü. Taht Julian, Valentinian I ve
Theodosius I ve diğerlerinin yönetiminde sözde birleştirildiyse de 395 yılına
gelindiğinde doğu ve batı kalıcı olarak bölündü.
Ekonomideki reformlar
Diocletianus başa geçtiğinde
Roma ekonomisi çökmenin eşiğindeydi. Elli yıl süren iç savaş, Sasanilerle yaşanan çatışmalar, siyasi
nedenlere dayalı hacizler ve halkın ordu tarafından yağmalanması geniş çaplı
yoksulluğa neden olmuştu. Vergiler düşüktü ve ordunun maaşlarına veya askerlerin
sadakatini sağlamak için verilen ikramiyelere gidiyordu. Bu durum malî yönden
nefes alacak alan bırakmıyordu. En kolay ve hızlı çözüm gümüş sikkenin değerini düşürmek, daha fazla para
basmaktı. Bunun sonucunda yüksek enflasyon, imparatorluk sikkelerine güvensizlik ve
bazı yerlerde takas ekonomisi ortaya çıktı. Yaşanan gelişmelere rağmen
imparatorluk halkının büyük bölümünün yaşantısında belirgin bir değişiklik
yaşanmadı. Çatışma bölgelerinden uzak olanlar orduların yolu üzerinde
yaşayanlardan haliyle daha iyi durumdaydılar. İmparatorluğun tarım merkezine
erişim imkânı olan çiftçiler ve toprak sahipleri kur dalgalanmalarından fazla
etkilenmiyorlardı.
Diokletian döneminden bir Follis
290 yılında Diocletianus
kapsamlı bir madeni para sistemi reformu başlattı. 294 yılında on yıllar
sonraki ilk saf gümüş sikke, argenteusu bastırdı. İçine gümüş katılmış
büyüyk bronz sikke, follis ilk defa piyasaya çıktı. Yeni, daha ağır bir aureus
basıldı. Daha sonra 301'de Diocletianus Maksimum
Fiyat Fermanı ile enflasyonu dizginlemeye çalıştı. Bu fermanla binden fazla ürünün
fiyatları sabitlenmiş, maaşlar sabitlenmiş ve fazla fiyat biçen tüccarlar ölüm cezasıyla tehdit edilmişti.
Ferman enflasyonu dizginlemek yerine malların karaborsaya düşmesine ve
kıtlıklara neden oldu. Bazı yerlerde ferman görmezden gelindi ve çok başarısız
olarak kaldırıldı.
Diocletianus vergi tahsilatını ve buna
mukabil kamu hizmetlerinin boyutunu artırdı. Kafa (capita) ve toprağa (iugatio)
dayalı kapsamlı bir vergi sistemi 287'den beri her beş yılda bir yapılan
sayımlarla bağlantılı olarak oluşturuldu. Kalifiye işçiler, yerel bürokratlar
ve kiracı çiftçiler (coloni) vergi matrahını ve vergi tahsilatı düzenini
dengelemek için miras bırakabilir hale getirildiler. Belediye meclisi üyeliği (decurion)
Principate döneminde zengin aristokratların peşinde olduğu bir payeydi. Vergi
tahsilatı her daim işin bir parçası idiyse de Diocletianus döneminde şartlar
çok daha sert hale geldi. Decurionlar kendi bölgelerindeki sayımlara uygun
vergi toplamakla sorumluydular ve bunu yapamadıklarında aradaki açığı kapatmak
zorundaydılar. Bu konumun geçmişteki getirileri her ne idiyse decurionların
çoğu malî yükümlülüklerin altından kalkamayarak görevlerinden vazgeçtiler ve
kaçtılar. Yakalandıklarında verilen cezalar hacizden idama kadar varıyordu. Devrin
Hıristiyan vakanüvisi Lactantius (anlaşılabilir biçimde
Diocletianus'a düşmandı) yeni yükümlülüklerden ötürü "maaşlı kimseler
arasında giderek daha az insan vergi vermeye başladı dolayısıyla muazzam
dayatmalar yüzünden çiftçilerin imkânları tükendi, çiftlikler terkedildi,
sürülmüş topraklar ağaçlık arazi haline geldi ve genel bir umutsuzluk hâkim oldu,"
şeklinde yazmıştır. Şüphesiz Lactanius'un betimlemesi biraz abartılı olmakla
birlikte düzensiz ve etkisiz vergi tahsilatına alışkın olan Roma nüfusunun
Diocletianus'un reformlarına ayak uydurmakta rahatsızlık çektiği kesindir.
Diocletianus'un sisteminde vergiler modern standartlara göre düşüktü. Zirai
kazancın yüzde 10'uydu. Köylü sınıflarının bu yükün altından kalkabilme
becerisi sistemin uzun ömürlülüğünde görülür. Anadolu'da Diocletianus'un
koyduğu vergi sistemi 20. yüzyılın başlarına, Osmanlı
İmparatorluğu'nun yıkılışına kadar büyük ölçüde devam etmiştir.
Askerî reformlar
Diocletianus ordudaki asker sayısını
400.000 civarından 450.000'in üstüne çıkardı. Ordunun üçte ikisi sınır
güçlerinden (limitanei ya da ripenses) oluşuyordu. Kalanlar
Augustus ve Sezarların kendi bölgelerininin (comitatenses) merkezinde
bulundurdukları hareketli birliklerdi. İktidar merkezlerine yakın olduklarından
siyasi açıdan daha tehlikeliydiler, bu yüzden de sınır kuvvetlerinden daha
fazla para alırlardı. Bu durum sonradan huzursuzluğa ve sorunlara yol açmıştı.
Vexillatio sistemindeki
tecrübesi Diocletianus'a müzferelere ihtiyaç duymadan daha fazla stratejik ve
taktiksel esneklik saplamak için arazi kuvvetlerinden oluşan lejyonlardaki asker sayısını 1.000'e düşürmeye
yöneltti. Sınırdaki lejyonlar tam güçleriyle bulunuyorlardı (4.000-6.000
arası). Gerek hareketli gerek sınır kuvvetlerindeki birlikler genelde 1.000
adamdan oluşuyordu.
Ayrıca Diocletianus döneminde Praetorian
prefect makamının gücü oldukça azaldı. Yerine her Augustu ve Sezar'ın iki baş askerî
kumandanı bulunuyordu. Magister Militum (piyade komutanı) ve Magister Equitum (süvari komutanı). Bu yalnızca askerî sorumlulukları paylaştırarak siyasi
tehlikeleri azaltmadı, aynı zaman da Roma ordusundan süvarilerin artan önemini
de teslim etmiş oldu.
Diocletianus tarafından başlatılan askerî
reformların çoğu halefleri tarafından da devam ettirilmiş ve büyük ölçüde Konstantin tarafından
tamamlanmıştır. Konstantin Praetorian
Guard'ı kaldırmış ve yerine daha küçük ve kontrol edilebilir 4.000 adamdan
oluşan kişisel muhafızları (Scholae) getirmiştir.
303 yılında Roma
İmparatorluğu'nun Hıristiyanlara yönelik son ve en büyük zulmü başladı.
Hıristiyan kaynaklarına göre
Diocletianus'a hükümdarlığının ilk yıllarında Galerius zulmün
kışkırtıcısıydı. Ancak Diocletianus da zulüm politikalarını aynı şevkle
benimsedi. 299-300 yıllarında verilen bir kurbanın uygun kehaneti
çıkarmamasının sorumlusu olarak Hıristiyanların varlığı gösterildi. Diokletian
tüm Hıristiyan devlet memurlarının ve askerlerinin kurbanlarda yer almalarını
aksi takdirde konumları kaybedeceklerini söyledi. Bir süre sonra Didim'deki Apollon'dan bir kehanet Hıristiyanların
sindirilmesi şeklinde yorumlandı.
24 Şubat 303'de Diocletianus'un
Hıristiyanlara karşı ilk fermanı yayımlandı. Buna göre imparatorluk içindeki Hıristiyan
kitapları ve ibadet yerleri yokedilecekti. Ayrıca Hıristiyanların ibadet için
biraraya gelmeleri de yasaklanıyordu. Diocletianus'un Nicomedia'daki sarayındaki yangınlar ve Anadolu'daki
ayaklanmalardan sonra imparator Hıristiyanlara yönelik daha sert yaptırımlara
başvurdu ve tüm piskopos ve rahiplerin tutuklanmasını
emretti. Bunlar Hıristiyanlıktan vazgeçmenin bir işareti olarak görülen kurban
vermeyi kabul ettikleri takdirde serbest bırakılıyorlardı. Bu zulüm dalgası en
sert biçimde imparatorluğun doğu eyaletlerinde uygulanıyordu ve 313 yılına kadar sürdü.
Bu tarihte Konstantin ve Licinius tarafından Milano Fermanı yayımlandı.
Bir tahmine göre bu dönemde 3.000-3.500
kadar Hıristiyan öldürülmüştü. Diğer birçokları da işkence görmüş ve hapse
atılmışlardı. Zulmün Hıristiyanlar üzerindeki etkisi o kadar büyük olmuştur ki
İskenderiye kilisesi Diocletianus'un hükümdarlığının başlangıcını Şehitler
Dönemi'nin başlangıcı olarak kullanmışlardır. Zulmün bir başka sonucu da
Dalmaçyalı Marinus adında birinin Titano dağına kaçması ve ileride San Marino cumhuriyeti olacak ülkeyi kurmasıdır.
Diocletianus 305 yılında bir hastalıktan
ölmek üzereyken emekli oldu ve Dalmaçya'da Adriyatik denizi kıyısındaki
Salona'daki sarayına çekildi. Vaktini lahana yetiştirmeye ayırdı. Sonradan gönüllü
olarak bıraktığı görevine dönmesi istendiğinde "Salona'da ellerimle
yetiştirdiğim sebzeleri görseniz böyle girişimde bulunmayı asla
düşünmezsiniz," diye cevaplamıştır. Görevinden gönüllü olarak ayrılan ilk
Roma imapartoruydu. Kendisinden öncekilerin hepsi ya doğal yollardan ölmüş, ya
da zorla görevden uzaklaştırılmışlardı.
Genelinde Diocletianus'un reformları,
özellikle de ordu, kamu yönetimi ve bürokrasi ile ilgili olanları sağlamdı ve
imparatorluğun ömrünü biraz daha uzatmaya yardımcı olmuşlardı. A.H.M. Jones'a
göre "belki de Diocletianus'un en büyük başarısı yirmi bir yıl hüküm
sürmesi, gönüllü olarak tahttan inmesi ve ömrünün kalan yıllarını huzur içinde
geçirmesidir." Ne var ki, kurduğu tetrarşi sistemi ölümünden önce tanık
olacağı gibi iç savaşa yol açmıştı. Emekli olduktan sonra sistem çökmüş ve
sonunda yeni, tek ve güçlü bir lider muzaffer olmuştu. İmparatorluğun doğu ve
batı olarak ikiye ayrılması sonunda daimi bir bölünmeye yol açmıştı. Batı
imparatorluğu yalnızca bir iki asır ayakta kaldıysa da Doğu Roma
İmparatorluğu kısmen Diocletianus'un reformları sayesinde bin yıl daha yaşamıştır.
Hükümdarlığı ve başarıları büyük ölçüde
Konstantin'in gölgesinde kalmışsa da Roma tarihinde dönüm noktası olmuşlardır. Diocletianus
hâlen tarihin en gizemli ve çelişkili karakterlerinden biridir. Cumhuriyetin
kalıntılarını ortadan kaldırmışsa da hayatının son dönemlerinde Cincinnatus gibi iktidarı bırakıp
kendini çiftçiliğe vermiştir.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Diocletianus
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar