ROMAN- FİLM VE DİZİ ÜZERİNDEN SİYASET NASIL YAPILIYOR?
KARAMAZOV KARDEŞLER DE POLİTİK SEMBOLİZM
“Dizi ve film üzerine
düşünenler için okunması ve bilinmesi gereken bir yazı”
Doç. Dr. Taşansu Türker
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Özet
Dostoevsky, üzerine en
fazla değerlendirme yapılan klasik Rus yazarı olmanın yanı sıra kendi adıyla da
anılan düşünüş biçiminin de temsilcisidir. Karamazov Kardeşler ise yazarın
en büyük şaheseri olarak kabul edilmektedir. Bu makalede amaçlanan
Dostoevsky’nin eklektik düşünce yapısının; kişisel, tarihsel ve ideolojik arka
planının irdelenmesi yoluyla tanımlanması ve bu düşüncenin politik izdüşümünün
Dostoevsky’nin yaşamının en politik döneminde yazılan Karamazov
Kardeşler romanındaki yansımalarının tespit edilmesidir. Burada,
romanın politik bir sembolizmle örüldüğü iddia edilmekte ve her bir karakterin
dönemin bir siyasal duruşunu simgelemesinin yanısıra, olay örgüsünün de
Dostoyevski’nin politik algılamalarını ve öngörülerini yansıttığı iddiası
açıklanmaya çalışılmaktadır. Böylelikle, ortaya konmuş olan Dostoyevski
düşüncesinin, Karamazov Kardeşler’deki politik söylemin
çözümlenmesiyle berraklaştırılması amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dostoyevski, Karamazov Kardeşler,
politik sembolizm, Rusya, 19. yy. düşünce tarihi.
Political Symbolism in the Brothers Karamazov Abstract
Dostoevsky is not only
the most discussed, classical Russian author but also is the representative of
the school of thought named after his name. The Brothers Karamazov is
accepted as the most important masterpiece of the author. This article aims to
describe this eclectic school of thought by explaining its personal, historical
and ideological background; and to set the repercussion of the politcal side of
it in The Brothers Karamazov. The novel was written at
Dostoevsky’s the most political period of life. Here it is argued that the
novel is interweaved by political symbolism and that not only each character
symbolizes a different political position of the period, but also the
development of the events indicates the political perceptions and even
predictions of Dostoevsky. In that way Dostoevsky’s political philosophy is
aimed to be clarified by the explanation of political symbolism in The
Brothers Karamazov.
Keywords: Dostoevsky,
The Brothers Karamazov, political symbolism, Russia, 19th century history of
thought.
Karamazov Kardeşler’de Politik Sembolizm[1]
Giriş
Dostoevsky[2] ve özellikle de başyapıtı
olan Karamazov Kardeşler[3] üzerine çok fazla
değerlendirme yapılmıştır. Bu makalede yapılmak istenen ise ne Dostoevsky ne de
eseri üzerine yapılan değerlendirmeleri derlemek olmadığı gibi, ikisinin de ya
da herhangi birinin kapsamlı bir analizini gerçekleştirmek de değildir. Yapılmak
istenen sadece Dostoevsky’nin Karamazov Kardeşler'de kullandığına
inanılan politik sembolizmin -kısmen spekülatif bir şekilde çözümlenmesidir.
Dostoevsky, sadece dünya
edebiyatında değil, Freud’dan Henry Miller’a kadar etkileriyle düşün dünyasında
da müstesna bir yer tutmaktadır. Edebiyatçı olarak başarısı ve onun yarattığı
edebiyat üzerine yapılan sayfalar dolusu değerlendirmelere rağmen, onun
düşüncesi ve politik duruşuna dair yapılan değerlendirmeler çok daha
kısıtlıdır.[4] Bu değerlendirmelerin pek çoğu da
onun hayatının son dönemleri üzerine yoğunlaşmıştır. Politik düşünceleri ve
edebiyatı arasındaki ilişkilere dair eserler ise daha da sınırlıdır. Bunlarda
da yine Dostoevsky’nin hızla değişen siyasal görüşlerinin yarattığı
handikaplarla karşılaşılmaktadır.
Bu makalede iki tez
ileri sürülmektedir. Bunlardan ilki, Dostoevsky’nin hayatının son dönemindeki
politizasyona paralel olarak, Karamazov Kardeşler'in aslen
politik bir roman olduğu ve bu politik romanın da açıktan verilen mesajlar ve
tartışmalar yanında derin bir politik sembolizmle örülü olduğudur. Bu politik
sembolizmle Dostoevsky, aile metaforunu kullanarak ve tüm karakterlerini
politik aktörlerle özdeşleştirerek o günün Rusya’sının siyasal bir portresini
çizmekte, aktörleri tanıtmakta ve öngörülerini ve umutlarını ve hatta
umutsuzluklarını yansıtmaktadır. İkinci olarak ise, Dostoevsky’nin hayatının
son döneminde de tipik bir Panslavist ya da Ortodoksçu olmadığı, kendine özgü
konumunu koruduğu ve bu konumun da günün neredeyse tüm akımlarını bünyesinde
barındıran eklektik bir siyasal duruş olarak Karamazov Kardeşler’de ifade
edildiğidir.
Makalenin Türkçe
yazılması ve Türkiye’de yayınlanması; Rusya tarihine pek çok sebepten dolayı
hakim olunamaması nedeniyle, makalenin aslında Karamazov Kardeşleri’n yeniden
okunması ve aynı zamanda da 19. yy. Rus siyasal düşüncesinin Karamazov
Kardeşler üzerinden okunması anlamına gelmesini sağlayabilecektir. Bu
yüzden bazı isimler ve olaylar, konunun içinde kaybolmayacağı derecede
ayrıntılı açıklamalarıyla verilmeye çalışılacaktır.
Konunun ele alınması
için ilk olarak Dostoevsky incelenecektir. İnceleme esnasında ise, onu
etkileyen faktörler ve kendisi şeklinde ikili bir ayrım yapma yoluna
gidilmeyecek; aksine Rus tarihi ve Dostoevsky’nin bu tarih içindeki yeri
birarada ele alınmaya çalışılacaktır. Böyle bir tercihin sebebi, hem okuma
kolaylığı yaratmak hem de anlatımın güçlendirilmesidir. Zira elden geldiğince Rus
düşünce tarihi ve Dostoevsky, “iki adım ileri, bir adım geri” şeklinde
birbiriyle ilişkilendirilmeye çalışılacaktır.
Dostoevsky’nin politik
duruşunun bu şekilde ortaya konmasından sonra ise Karamazov Kardeşler ele
alınacaktır. Bunun için de romanın politik sembolizme dair noktalarının kısa
bir hatırlatması yapılacak ve ardından da bu sembolizmin çözümlenilmesine
çalışılacaktır. Sonuç bölümünde ise iddialardan İkincisi olan Dostoevsky’nin
politik özgünlüğü ve bunun Karamazov Kardeşler’ deki yansımasının
değerlendirilmesine çalışılacaktır.
Dostoevsky’nin siyasal
fikirlerini oluşturan etmenlerden bazıları henüz çocukluğunda edindiği aile
eğitiminde saklıdır. Çocukluğu sırasında ailesi dışında arkadaşlıkları
bulunmayan Dostoevsky’nin bu dönemi, pek çok biyografi yazan tarafından, onun
tüm insani ilişkileri aile yakınlığı içinde değerlendirmesi ve toplumsal
ilişkilerde ve politik konularda naif ve aşın duyarlı yanının kökeni olarak
gösterilmiştir (CARR, 2002: 14) Döneminin pek çok çocuğu gibi o da İncil ve
Karamzin’in (CLOVAR, 1998). 1816’da yayınlanan Rus Devletinin Tarihi’ni
(KARAMZIN, 2005) daha çocukken tanımıştı. Çocukluğunun ve gençliğinin diğer iki
kahramanı da şüphesiz ki Pushkin ve Gogol olmuştur.
Karamzin, I. Alexander
yönetimi sırasında Rus hükümetinin resmi tarihçisi idi. Özellikle Fransız
Devrimi’ne karşı gelişen siyasal düşünceleri, otokrasinin önde gelen
savunuculanndan ve düşün adamlanndan biri olarak tanınmasını sağlamıştır. Pek
çok düşüncesinde döneminin kafa kanşıklığını taşıyan Karamzin’de otokrasi,
bölünmez bir bütün olarak ele alınmıştır. Karamzin’in Çar, aristokrasi ve
Kilise arasındaki ilişkiler üzerine kurulu statükonun savunucusu olduğunu
söylemek ondaki bu kafa karışıklığı yüzünden daha doğru olacaktır. Fakat
Karamzin’in asıl etkisi kuşkusuz ki, Rusluk bilincinin gelişimindeki önemli
rolüdür. Rus tarihini özgün bir tarih olarak ilk kez tarif eden Karamzin, Rus
devletini de sağlam bir düzenin, aydınlanmış bir otokrasinin ve Ortodoksluğun
ülkesi olarak ortaya koymuştur. Bu yüzden kendisi aslında Slavofil (Slavcı-Slavsever)
düşüncelerin temelini atan ilk modern Rus düşünürü olarak
kabul edilmektedir. Zira açıktır ki, daha sonraki yıllarda gelişen Slavcı
düşünceler de Batılı düşünce kalıplan ve pratikleri üzerinde yükselmiş
düşüncelerdir. Karamzin hakkında başka bir unsur da kendisinin yazdığı Rus
Devletinin Tarihi adlı eserin eşdeğerinin örneğin Almanya’da Leopold
von Ranke’nin çalışmaları ve daha sonra da Die Deutsche Geschichte adlı
kitabıyla Kari Lambrecht tarafından ancak 19. yy’ın ikinci yarısında gündeme
gelebildiğidir. Hükümdar adına tarih yazmaktan, ulus adına tarih yazmaya geçiş
sürecinde Rusya’nın bu anlamda bir önceliği göze çarpmaktadır ki; bu öncelik,
son derece köklü bir “biz” bilinci ve bunun üzerine gelişen muhafazakar ve
otoriter düşüncelerin yeşerdiği verimli bir toprak olmuştur.
Pushkin hakkında ise çok
fazla söze gerek olmadığı açıktır (RUDNITŞKAIA, 1991: 51-85). Modern Rus
edebiyatının ve Rusluk bilincinin edebiyattaki bu romantik yaratıcısı, elan
bile Rusya’da “Edebi Tanrı” olarak kabul edilmektedir. Dostoevsky açısından
baktığımızda ise, Batılı temalan Rus diline ve Rus düşünce dünyasına romantizm
lezzetinde katan en önemli sanatçı olması hasebiyle, bir başlangıç olarak
düşünmek gerekmektedir. Buna benzer bir diğer önemli şahıs ise kuşkusuz ki
Gogol’dür. Gogol’Un eserlerinin Dostoevsky için büyük esin kaynağı olduğu ve
hayatının bir döneminde bu büyük yazarı usta olarak kabul ettiği bilinmektedir
(CARR, 2002, 41). Gogol’ün hayatının ilerleyen kesimlerinde sağa savrulması ise
büyük ihtimalle Dostoevsky’nin yaşamının bir noktasında meşruiyet sağlayan bir
vaka olarak görülmüştür. Her ne kadar kendisi daha önce Petrashevsky çemberi
(“çevre” sözcüğünün karşılığı olarak Rusça’da kullanılan “çember” sözcüğü,
orijinal olarak kullanılmaktadır) içindeyken, Belinsky’nin ünlü, Gogol’ün
politik dönüşümünü ağır bir dille eleştirdiği “Gogol’e mektub”unu okuduğu için
ceza almış olsa da...
Bu arada askeri lise
için St. Petersburg’a giden Dostoevsky’nin yaşamında Shidlovsky’yle başlayan
arkadaşlığının özel yerinden bahsedilmelidir. Bu özel yer, ‘60’lardan itibaren
Shidlovsky’yle beraber dinsel eğilimlerinin güçlenmesi ve siyasal arenada sağa
ilerleyişteki eşzamanlılıktır. Bu dostluk dışında Dostoevsky’nin bu dönemde
beslendiği kaynaklarda ilk kez Alman ve Fransız romantizmi arasında bir tercih
yaptığı görülmektedir. Alman kimliğini ve düşüncesini her zaman zayıf bulan
Dostoevsky, ilk kez bu dönemde Fransız romantizminin etkisi altına girmiştir.
Rousseau, Lamartine ve Victor Hugo okuma listelerinin başında yer almıştır.
Dostoevsky’nin ilk eseri
olan Bednie Ludi (İnsancıklar) 1845’te yayınlanmıştır.
Karamzin’in hayatı boyunca devam eden etkisi bu ilk eserinin adını da
belirlemiştir. Zira çocukken okuduğu Karamzin’in Bednaya Liza (Zavallı
Liza) adlı romanı o dönemin çok önemli bir eseridir. İlk yazarlık
başarılan Dostoevsky’nin kendisini bile şaşırtmış ve başkentin çok farklı
entelektüel çevrelerinin hepsiyle bir ilişki içine sokmuştur. İlişki içinde
olduğu ve görüştükleri arasında Belinsky, Nekrasov, Turgenyev, Tiutchev, Panaev
ve Prens Odoevsky gibi siyasal yelpazenin çok farklı yerlerinden isimler
bulunmaktadır.
O dönemin Rusya’sında
mutlaka politik bir çember içinde yer almanın kaçınılmazlığını fark eden
Dostoevsky, kısa zamanda Petrashevsky çemberinin bir üyesi halini almıştır.
Petrashevsky çemberi, adını Petrashevsky’nin kendisinden alan bir düşünce
kulübü olarak ortaya çıkmış, ve bu şekilde de devam ederken, politik birkaç
önemsiz faaliyet içine girmeye çalışırken de Çar’ın polisi tarafından
dağıtılmış küçük bir entelektüel topluluktur. Bu topluluğun içinde bulunmak
kuşkusuz ki Dostoevsky’nin ilk siyasi fikirlerinin oluşumunun en önemli öğesi
olduğu kadar, hayatının sonuna kadar da benimseyeceği bazı düşüncelerin
temellerini atan ilişkileri sağlamıştır (WALICKI, 1987: 139-147)..
1840’lann Rusya’sında
Petrashevsky çemberi, iki taraflı siyasal ortamın bir tarafında duruyordu. Bu
siyasal ortam kısaca Zapadnikler (Batıcılar) ve Slavofiller
çatışması olarak tarif edilebilir. Siyasal farklılıklara rağmen, ortak nokta
ise, Napoleon savaşlarının galibi, Avrupa’nın kurtarıcısı muzaffer Rusya’ya ve
onun dinamizmine duyulan inançtır. Slavofiller, yukarıda değinilen Karamzin’in
sağladığı Rus tarihi bilinciyle hareket eden ve muhafazakar yapıdaki, reform ve
Batılılaşma karşıtı düşünceleri temsil ederken; Kireevsky, S. Aksakov ve
Homiakov (CLOVAR, 1998; ZENKOVCKY, 1991: 5-39) gibi düşünürlerle, ileride Danilevsky
tarafından geliştirilecek olan Rus ve Batı (Latin-Cermen) halkları arasındaki
farklara romantik bir vurgu üzerinden ortaya çıkmışlardır. Batıcılar ise
ağırlıklı olarak Hegel felsefesinin takipçisi olan ve Rusya’nın Batılılaşmasını
savunan farklı düşünceleri temsil etmişlerdir. Romantizm ve sosyalizmin kolkola
olduğu Batıcı düşünce gruplarından birisi de Petrashevsky çemberidir.
Bu çember o günlerin
popüler siyasi fikirlerinin bir karışımından oluşan, ve sonraki yıllarda pek
çok önemli Rus düşün adamını da henüz o günlerde içinde barındıran aslen
sosyalist bir fikir kulübü olarak doğmuştur. İlginçtir ama, örneğin yirmi yıl
sonra Panslavizmin kurucu düşünürü olarak kabul edilecek olan Danilevsky de bu
grubun bir üyesidir. Dostoevsky ile dostlukları ölene dek sürecek olan Maikov
ve Katkov da. Dönemin özelliğine uygun olarak, Petrashevsky çemberinde de
baskın olan eğilim Fransız romantizmidir. Özellikle Rousseau’nun doğallığa
yaptığı vurgu çemberin ana düşünce eksenini oluşturmuştur. Rousseau dışında
eserleri hararetle takib edilenler ise Saint Simon, Lamennais ve hepsinden de
önemlisi Fourier olmuştur. Ütopik Fransız sosyalizminin Rusya’daki takibçisi
olan bu grup için insanlık, aslında hakkında hiç birşey bilmedikleri la
ders etatdan başka bir şey değildi. Ancak politik olarak tamamen
etkisiz olan bu grubun derdi, sadece samimiyetle I. Nicola dönemindeki baskı
ortamına karşı düşünce özgürlüğünü savunmakla sınırlı gibi gözükmektedir
(VERNADSKY, 1978: 74-92).
Fakat 1848 devrimlerinin fırtınası
Nicola’yı o denli ürkütmüştür ki, izlendiğinden bile habersiz olan bu grubu
Fransız komünistleriyle eşdeğer görmüş, ve grubun henüz ilk basım denemesinde
grubun tüm üyeleri tutuklanmıştır. Pek ünlü olan Dostoevsky’nin yargılanması ve
sahte idam töreninden dönüşü için ise Dostoevsky’nin işlediği tek “suç”,
Belinsky’nin “Gogol’e Mektub”unu (BELINSKI, 1906) okumuş olmasıdır. Tüm
yargılama süreçleri sonucunda Dostoevsky dört yıl hapis ve ardından da dört yıl
sürgünle cezalandırılmıştır. Hapis yolunda giderken ise ömrünün sonuna kadar
sakladığı hediye kendisine Urallar üzerinde sunulmuştur. Bu hediye, sürgün
edilmiş Dekabristlerin (WALICKI, 1987; 52-63) eşlerinden birinin kendisine
verdiği İncil’dir. Ömrünün sonuna kadar sakladığı bu hediye İncil’se
de, başka bir husus da, bunun kendisine Dekabristlerden bir hediye olmasıdır.
Bu da Dostoevsky’nin hayatının sonundaki Sağın kahramanı olduğu dönemde dahi,
geçmişteki muhalif hareketlere de duyduğu saygıyı göstermektedir.
Dört yıllık hapishane
deneyiminin Dostoevsky’ye kazandırdığı en önemli şey, ilk ve belki de son kez
olarak, mitleştirdiği Rus halkıyla karşılaşmış olmasıdır. Zira Dostoevsky’nin
Rus halkına dair bildiklerinin hepsi işte bu dört yıllık tecrübenin ürünüdür.
Bu öyle bir tecrübedir ki, henüz buraya gelmeden öğrendiği ve benimsediği
Schiller’in altın kalpli suçlusu ve Rousseau’nun düşünceleri, Lermantov’un
Kafkasya halkına duyduğu hayranlığa benzeyen bir “halkın değerlerine hayranlık”
duygusu yaratmıştır Dostoevsky’de (CARR, 2002; 64). Bu, daha sonraki dönemlerde
tam bir ülküleştirme halini alacak olan politik duruşun da ilk adımıdır. Ölüler
Evinden Anılar olarak romanlaştırdığı buradaki gözlemlerinin en önemli
yanlarından birisi kuşkusuz ki, aşın derecedeki apolitizmidir. Gözlemlere ve
eşsiz betimlemelere dayanan bu romanda, Rus hapishane sistemine yönelik bir
eleştiri ya da talebe rastlamak imkansızdır (CARR, 2002: 62).
Bu arada Rusya siyasal
yaşamında ise köklü değişiklikler yaşanmaktadır. Bu değişikliklerin en önemli
sebebi ise 1848 devrimleri ve sonrasında yaşanan hayal kırıklıklarıdır. Bu
hayal kırıklığı tüm Rusya’ya değil, sadece Batıcılara ait bir hayal
kınklığıdır. Batı’ya inanan ve Rusya’nın Batıdaki özgürleşme sürecini takib
etmesi gerektiğini savunan Batıcılar bile artık, Slavofillerin önceden beri
ileri sürdükleri Rusya ve Batı’nın farklılığı inancını paylaşmaya
başlamışlardır. 40’lann özgürlükçü rüzgarı artık yerini Rusya’yı keşfetme ve ona
inanma rüzgarına bırakmaktadır.
Bu rüzgarın etkilerinin
en önemli örneklerinden biri Alexandr Herzen’dir (WALICKI, 1987: 149-165).
Batıcılığını Hegel çerçevesinde ortaya koyan Herzen, Slavofillerle yaşadığı
bireyin üstünlüğü ve rasyonalizmin içeriği konularındaki tartışmalarda
Batıcılığı; birey ve rasyonalizm üzerinden tanımlamış olmasına rağmen, 1848
devrimleri sonucunda yaşadığı iç tartışmalar sonucunda tarihin bir amacı ve
aklı olmadığı sonucuna ulaştı. Zira Batı’da burjuvazi yeniden kazanmış, ve burada
son umutlar da yitirilmişti. Bu durumdan hareketle Herzen, “Rus Sosyalizmi”
kavramını yaratmıştır. Bu kavramın dönemin düşünce dünyasındaki en önemli yönü,
Batıcılığın bayraktarlanndan birinin, Batı’ya olan inancını yitirmiş olması ve
Rusya-Batı karşıtlığını kabul eder hale gelmiş olmasıdır. Bundan da önemli
olanı ise, Herzen’in bu kavramla Rusya’yı ve Slav dünyasını tüm dünya için bir
umut olarak formüle etmesi ve bunun yolu olarak da daha önce en hararetli
savunucusu olduğu birey ve rasyonalizme tamamen zıt olarak geleceği geleneksel
Rus komününde görmesi olmuştur. Rus Sosyalizmi kavramı, Slavofiller, Chaadev
(SHKURNOY, 1960) ve hatta Belinski ve Kavelin gibi (HARE, 1964: 39-84)
1840’lann Batıcılarının düşüncelerinin bir sentezi olarak ortaya çıkmış olmasına
rağmen, aslolarak Slavofillerin görüşlerinin politik arenada güçlenmesi
sonucunu yaratmıştır. Zira Herzen’e göre Rus sosyalizminin temeli olan Rus
komünü, kolektivizmin ve hatta komünizmin aslen Rus toplumuna içkin bir yapı
olduğu inancını savunmuştur. O yapıdır ki, Rus (ve kısmen Slav) halkını hem
Moğol barbarlığından hem de “imparatorluk uygarlığı”ndan korumuştur.
Chaadev’den alınan öğe olarak da Rus devletinin tarihinin yeniliği ön plana
çıkmıştır. Rus devletinin tarihi ancak mutlak bireyci Büyük Petro ile
başlamaktadır. Bu da bireyi üstün tutan entelijansiyayı yaratmıştır. İşte Rus
sosyalizmi halk ve entelijansiyanın buluşmasının sonucudur. Bunun
gerçekleşmemesi durumunda ise Herzen’e göre iki yol beklemektedir Rusya’yı.
Bunlar da Rus despotizminin tersten görünümü olan bir komünizm ya da Çarcı
sistemin kendini reforme etmesiyle oluşacak bir toplumsal despotizmdir.
Rus siyasal yaşamında
1848 devrimlerinin başarısızlığı kadar önemli olan bir diğer faktör ise Kınm
Savaşı’dır. Bu savaş, ilk olarak tüm Rusya entelijansiyası içinde Batı ve Rusya
karşıtlığı fikirlerinin politik olarak da doğrulandığının ispatı olarak kabul
edilmiştir. Savaş sonucundaki siyasal tartışmalar, sui generis bir
siyasal duruşun tüm Rusya’da bugüne dek farklı şekillerde süren bir şekilde
yerleşmesini sağlamıştır. Yurtseverlik, milliyetçilik ya da devletçilik
(emperyal sadakat) olarak farklı biçimlerde açıklanan bu duruş aslında
bunlarının tümünü de içeren ve messianik[5] (KOHN, 1955: 20) bir
bilinçle harmanlanmış bir özbilinçtir. İşte 1850’lerin ikinci yarısından
sonraki siyasal ortamının ana zeminini de artık bu bilinç belirlemektedir
(IANOV, 2002: 52-106).
Bu döneme dair iki husus
üzerinde durulması elzemdir. Bunlardan ilki yukarıda değinilen Rusya’nın
“özgün” ve “kurtancı” olduğu inancı, İkincisi de buna bağlı olarak ve aynı
zamanda bunun sebebi de olarak gelişen halkçılık (milliyetçilik) /narodnizm/ düşüncesidir.
Dostoevsky’nin Petrashevsky çemberinden de arkadaşı olan Danilevsky, 1861’de
yayınlanan ünlü Rusya ve Avrupa (DANİLEVSKY, 2003) adlı
yapıtında bu bilincin ilk yanı olan farklılık ve kurtarıcılık yanını işlerken,
ikinci yanı olan narodun mitleştirilmesi sürecinin önde gelen
aktörlerinden biri de Dostoevsky olmuştur.
Danilevsky, Sergei
Aksakov’un oğlu olan ve Slavofil düşünce çevrelerinin babasından sonra
liderliğini yapan Ivan Aksakov’un aksine Slavofil düşüncenin bağnaz bir
savunucusu olmayıp, bu düşünce akımını hem tamamen farklı bir içeriğe
kavuşturmuş, hem de politize ederek Panslavizmin düşünsel yaratıcısı olmuştur
(KOHN, 1983). Eskiden Petrashevsky çemberinin bir üyesi olan Danilevsky, hiçbir
zaman klasik Slavofil düşüncesini savunmamıştır. Romantik bir doğa durumu
savunusu olan klasik Slavofil düşünceyi devlet kavramıyla tanıştırmasını hiç
şübhesiz ki, Petrashevsky çemberindeyken edindiği Batıcı formasyon sağlamıştır.
Rus ülküsünün savunulması için güçlü bir devletin varlığının, olmazsa olmaz olduğu
görüşünü Danilyevski, Rus tarihini yorumlarken kullandığı devlet merkezli bir
tarih anlayışı ile sağlamlaştırmıştır. Rus tarihinde yaşanan her türlü zorlu
dönemi bu amaca bağlayan Danilevsky’ye göre Petro reformları da bu çerçevede
değerlendirilmeliydi. Tarihsel-kültürel tipler yaratan Danilevsky, bu
sınıflandırma sonucunda Rusya’nın önderliğinde kurulacak ve başkenti İstanbul
olan bir Slav devletinin, insanlığın yeni üstün kimliği olacağını iddia
etmiştir. Evrensel bir değerler sisteminin olamayacağını iddia eden Danilevsky,
bu “üstün” yeni uygarlık için de devletin meşruiyet kriterlerini acilen bir
kenara bırakarak, Slav halkların birliği için agresif bir dış politika
izlemesini önermiştir. Politikada ahlakın söz konusu olamayacağını iddia eden
Danilevsky, Polonya sorunu konusunda da pragmatik gereklilikleri ön plana almış
ve Polonya’yı “Slavlığın Judası” olarak ilan etmiştir. Avrupa karşısında
Rusya’nın üstünlüğü ve misyonu vurgusu, Slavların birlikteliği için pragmatist
bir yaklaşım ile birleşerek Panslavist siyasi akımın doğuşu gerçekleşmiştir.
Bu düşüncenin Rusya-Batı
karşıtlığı ve Rusya’nın özgün değerlerinden dolayı dünyaya karşı taşıdığı
misyon anlayışı öyle yaygın bir bilinç halini almıştır ki; sonraları
Bakunin’den, Ivan Aksakov’a kadar siyasal yelpazenin tümünün ortak önkabulü
olmuştur. 1860’lann Rusya’sında herkes kendisini, Herzen’in “Avrupa uyumuyor,
Avrupa öldü” sözünü tekrarlar, Rusya’nın özünü över ve I. Nicola’dan sonra
tahta geçen II. Alexander’ın yarattığı umut ortamında Rusya’yı tüm dünyanın tek
umudu olarak kabul eder şekilde bulmuştur. Öz ise, Rusya’nın içinde
barındırdığı, Rusya’yı Rusya yapan narod olarak görülmüştür.
Yani “Rus ülküsü”nün esansı...
Ülküleştirilmiş bu narod hakkında,
kelimenin kendisinden gelen bir kafa karışıklığı olduğu iddiası bulunmaktadır.
Rusça’da hem halk hem de millet anlamına
gelen narod sözcüğü tıpkı Almanca’daki volk sözcüğü
ile eşdeğer bir şekilde halka dönüş gibi romantik bir kavramı, çarçabuk gerici
bir milliyetçiliğe dönüştürebilmiştir. Artık Batı’nın değerleri tamamen içi boş
olarak kabul edilmiş, bunun ve Dostoevsky’nin de üyesi olduğu burjuvazinin
yerine Rus köylüsünün otantik yaşamındaki erdemler ön plana çıkarılmaya
başlanmıştır. Bu çabaların önde gelen aktörlerinden birinin de Rus halkı
hakkında bu kadar bilgisiz olan Dostoevsky olması manidar olsa gerek. Ancak
Dostoevsky’de bu öyle bir inançtır ki, hiçbir yerde açıklama ihtiyacı da
duymadığı ve ona göre tartışma gereği olmayan bir mutlak hakikattir.
İşte bu ortamdadır ki,
1840’lann kolay devrimcisi, çarçabuk 1860’lann kolay “vatansever”ine
dönüşmüştür. Homiakov ve Kireevsky’ye methiyler düzen Dostoevsky artık pochvenniktir.[6] Pochva adlı dergisinde
Slavofillere eleştiriler yazsa da, bu eleştiriler, içeriden eleştiriler
tadındadır. 1861-62 öğrenci olaylarında ise tutumu ilk başta uzlaştırıcı olmak
yönünde olmuş olsa da, daha sonra hükümet tarafına doğru meyletmiştir. Bu
karışıklığın içinden çıkışı ise ilk yurtdışı seyahati ile olmuştur.
Avrupa’da Herzen ile
görüşen Dostoevsky bu dönemde sağa ilerleyişini sürdürmektedir. Rus
otokrasisine nefreti, tanımadığı Rus halkına sevgisinden daha öncelikli olan
Herzen’le, tanımadığı Rus halkına coşkuyla bağlı ve halkı otokratik sistemin
temeli olarak gören Dostoevsky’nin tartışmalarından hiçbir sonuç çıkmamış ve
fakat Dostoevsky’nin sağa ilerleyişi hızlanmıştır (CARR, 2002: 90-91).
Dostoevsky’nin Avrupa
gezilerine dair ise iki önemli nokta bulunmaktadır. Bunlardan ilki Avrupa
uygarlığından etkilenmemesi ve hatta gönülsüz bir gezginin kendi ülkesini
yüceltmesi eğilimidir. İkincisi ise kumar ile kurduğu tutkulu ilişkidir. Bu
ilişki ki, ona hem çok fazla zarar vermiş hem de para konusundaki eski
vurdumduymaz tavırlarını azaltmamakla beraber, paranın yaşamını idame
ettirmekteki önemini kavramış olmasıdır.
Bu dönemde gelişen
önemli bir siyasal olay ise 1863 Polonya ayaklanması olmuştur. II. Alexandr’ın
Polonya’ya daha liberal yaklaşımlarını hem Slavcılar hem de liberaller coşkuyla
karşılamışlardır. Fakat başlayan ayaklanma Rus siyasal yaşamında da bir
ayıklanmaya sebeb olmuştur. Liberaller Çar’a karşı bu ayaklanmanın yanında yer
almaya cesaret edememişler, Slavcılar ise Katolik Slav kardeşlerinin acılarına
cevabsız kalmamak istemelerine rağmen, kısa bir sürede Ortodoksluk kimliğinin
kanatlarını altına sığınarak bu sorumluluktan kurtulmuşlardır. Bu tarihten
sonra liberaller etkilerini epey yitirmiş, Slavcılar ise Ortodoks-Slavcılar
halini almıştır. Solda ise artık ‘40’ların “tatlı su solcuları” yerine çok daha
radikal unsurlar mevzilenmiştir.
Bu sırada Vremya’yı
(Zaman) yayınlayan Dostoevsky ise dergisinde imzasız bir yazı yayınlamıştır. Bu
yazıda Polonya hakkında kültürel analiz yapılmış ve Leh kültürünün başarılarından
bahsedilmiştir. Polonya sorununun çözümü olarak ise Rus uygarlığının Polonya
uygarlığı ile mücadele etmesi ve bu sayede Polonya kimliğinin
etkisizleştirilmesi gösterilmiştir. Sansürden geçen yazı, daha sonra
muhafazakar eleştirilerin, Polonya kültürünü, Rus kültürüne üstün gördüğü
iddiaları üzerine, Vremya’mn kapatılmasına sebeb olmuştur. Polonya
sorununa dair Dostoevsky’nin daha sonraki düşünceleri ise yakın dostu Katkov’un
(RENNER, 2003: 659-682) düşüncelerinin gölgesi altında kalmıştır. Zira ‘70’li yıllardaki
Pobedonostsev ile olan ilişkisi de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Katkov,
Polonya sorununda eski düşüncelerinden vazgeçerek, tam anlamıyla tersi
düşünceleri savunmuştur ki, bunlar da emperyal birliğin önemi ve Rus kültürünün
üstünlüğüne dayalı bir Rusifikasyon çağrısıdır.
Ancak tüm bu süreçte
henüz Dostoevsky’nin siyasal transformasyonu tamamlanmamıştır. Hala eski
felsefi ve ideolojik tartışmaların onda daha baskın olduğu gözlenmektedir.
Büyük eserlerinden olan Suç ve Ceza bu geçiş dönemini yansıtmaktadır.
Suç ve Ceza’da ana konu ahlaktır. Ahlak ve bireyin
iradesi arasındaki çelişki, suç çerçevesinde ele alınmıştır. Ancak asıl önemli
olan nokta, Dostoevsky’deki Rousseau’dan köklerini alan romantizmin
niteliğidir. Romantizmin Lord Byron’dan da öte temsilcisinin Napoleon olduğu
hatırlanırsa, romanın esas kahramanı Raskolnikov’un Napoleon olmak istediği
için suçu işlediğini söylemesinin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Ancak
Dostoevsky bu iddianın karşıtına da romanda yer vermiş, ve öldürmenin sadece
öldürme olduğunu, hiçbir amacı olmadığını da aynı zamanda kahramanına
düşündürerek, romantizmin bu temasında ilk başta taraf olmaktan kaçınmıştır.
Ancak sonuçta Raskolnikov, karşısında durduğu toplumun ahlakıyla barışma yolunu
seçmiştir. Burada ise acı çekmenin erdemleri Dostoevsky tarafından öne
çıkarılmıştır. Faust’ta kurtuluşun -yolu Protestan etik
çerçevesinde “çalışmak” olarak gösterilmişken, Dostoevsky, kadim Rus
geleneklerine yönelerek, kurtuluşu acıda ve teslimiyette bulmuştur.
Budala’da ise ilk kez felsefi dönüşümün
temellerini atmış, hatta kendi konumunu oluşturmaya başlamıştır. Bu romanında
ahlak ve din arasındaki bağın kaçınılmaz olduğu görülmeye başlanır. Bu tutumunu
ise Batı felsefesini eleştirerek ortaya koymuştur. Dostoevsky, romandaki başkahramanı
olan Mishkin’i akli değerlendirmeden mahrum bırakılmış mutlak ahlaki bir ülkü
olarak kurmuştur. Batılı rasyonalizm ve birey kavramlarının karşısında
alçakgönüllülük, teslimiyet, münzeviyet, sükun, eylemsizlik ve acı çekme
yoluyla kurtuluşu konumlandırmıştır. Kullandığı sözcük olan smirenie ise
neredeyse tüm bu kavramları karşılar bir niteliktedir. Burada betimlediği “Rus
ülküsü” {Rucckaia idea), Batılı değerlerle hiçbir şekilde
bozulmamış ve hem Ortodoksluk öncesi Rus kültürünün ve hatta örtülü bir
şekilde Starovera (Eski
İnanç) (NIKOLSKY, 2004: 80-214) öğelerinin
içinde bulunduğu bir dünya görüşü yaratma çabasıdır.
Dostoevsky’nin politik
iddialarla ve hesaplarla yazdığı ilk romanı ise Ecinniler olmuştur.
Burada aslında Suç ve Ceza’mn politikleştirilmesi
süreci söz konusudur. Raskolnikov’un cinayetine yol açan ahlaki durum,
toplumsal bazda ele alınmakta ve bunun devrime yol açacağı düşüncesi
işlenmektedir.[7] Romanda politik olarak
sembolizmin de kullanıldığı görülmektedir. ‘40’ların radikallerinin sonucunun
‘60’lann nihilistleri ve sosyalistleri olduğunu işlemek için baba-oğul
ilişkisini kurmuştur burada Dostoevsky. Bu romanda kendisini hatırlatan
karakter olarak Shatov ile karşılaşılmaktadır. Kendisinin
gençliğini hatırlatan pek çok ayrıntıyla bezenmiştir bu karakter. En önemli
yanı ise kuşkusuz ki, başta coşkun bir sosyalist olması ve sonra değişerek
Slavcı fikirleri benimsemesidir. Kendisine romanda yöneltilen eleştirilerden
birisi olan Tanrı’yı bir milliyetçilik sorununa indirgediği iddiası ise artık
gerçek hayatta da Dostoevsky’ye yapılabilecek en önemli eleştiri olsa gerektir.
Romanda mutlaka zikredilmesi gereken diğer nokta ise, Dostoevsky’nin Turgenyev
e açıktan saldırısıdır. Burada sosyalistlere yaptığı saldırıdan ziyade,
Turgenyev’in kişiliğine de ağır hakaretler yöneltmiştir. Bu romanda önemli
diğer bir karakter ise, yalnız ahlaka değil Tanrı’ya da başkaldırarak intihar
eden ve Ivan Karamazov’un prototipi olan Krillov’dur. Romanın sonunda ise
Dostoevsky’nin olası bir Rus ihtilaline dair düşünceleri netleşmektedir.
Dostoevsky’ye göre devrimciler Rusya’nın başındaki beladırlar ve bunu dini bir
söylemle; devrimcileri, içine şeytan girmiş ve kendilerine uçuruma atmak için
koşan domuzlara benzeterek anlatmıştır. Son ise açıktır; onlar yok olduktan
sonra Rusya İsa’ya teslim olarak huzura kavuşacaktır.
Ecinniler'in Dostoevsky’nin yaşamındaki önemi ise,
bu romanın yakaladığı başarı ile politik alandaki yoğunlaşmasını ve Sağa
ilerleyen çizgisini daha hızlı bir şekilde ilerletmesi olmuştur. Bu romandan
sonra Dostoevsky’nin ilgisi tamamen politika ile sınırlı olmuştur. İşte
Dostoevsky’nin bu dönemi, Karamazov Kardeşler ve Bir
Yazarın Günlüğü’nün yayınlandığı ve ünlü Pushkin Konuşması ’nın
yapıldığı dönemdir.
Dostoevsky’nin bu
dönemini tam olarak kavrayabilmek için, aynı dönemin önemli üç isminin üzerinde
durulması elzemdir. Bunlar Pobedonostsev, Solovyov ve Leontiev’dir. Her biri
farklı ideolojik duruşların temsilcileri olan bu üç kişinin üçü de
Dostoevsky’nin yakın çevresinde bulunan insanlardır. Pobedonostsev,[8] yüksek düzeyde bir II. Aleksandr
bürokratı ve Çarcı politikaların temsilcisi; Leontiev Bizansçılık olarak
formüle ettiği Roma emperyal kozmopolitizminin savunucusudur; Solovyov ise,
Rus-Ortodoks geleneğinin devamcısı ve yeni açılımlar yaratan bir din
filozofudur.
Pobedonostsev, (BYRNES,
1967) özgün bir düşünür olmamasına rağmen, Rus düşünce tarihi içindeki yerini,
otokrasinin yılmaz bir savunucusu olmasına borçludur. Özellikle III. Aleksandr
döneminde yıldızı parlamış olmasına rağmen, bürokrasideki çalışmaları aslen II.
Aleksandr döneminde başlamıştır. Her türlü reformun aslında Rusya’ya zarar
vermekten başka bir işe yaramadığı düşüncesini, toplumu bir arada tutan
eylemsizlik düşüncesi ve muhafazakar köylü yığınlarının sürekliliğinin
gerekliliği ile pekiştirmiştir. Ivan Aksakov ile olan yakın arkadaşlığı ve
Slavofil düşünceye duyduğu saygıya rağmen, kendisinin asıl önceliği her zaman
bürokratik tutuculuktan yana olmuştur. Hatta bu yüzden çoğu zaman da
Panslavistlerin saldırgan milliyetçiliğine karşı son derece de etkili olan
hasmane politikalar izlemiştir. Örneğin 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nda da
Panslavistlerle arasına ciddi bir çizgi çekmiş ve dış politikada izolasyonist
bir Rusya’yı savunmuştur.
Leontiev (BERDYAEV,
1926) ise Pobedonostsev ne kadar sıradansa, o kadar özgün bir düşünürdür.
Rusya’nın Nietzsche’si olarak kabul edilen Leontiev’in fikirlerinin oluşumu
1863-74 arasında Osmanlı imparatorluğunun çeşitli bölgelerinde diplomat olarak
görev yaptığı döneme denk gelir. Entelektüel bir elitizmin ve “orta sınıf
mutluluğu” düşmanlığının motive ettiği düşüncelerinde farklılığı güzelliklerin
kaynağı olarak ve dolayısıyla da liberal hümanizm ve bireyciliği de bu anlamda
güzellik düşmanı olarak formüle etmiştir. Ona göre sıradanlığı temsil eden
liberalizm, eğer başarılı olacak olursa görkemsiz bir dünya ile insanlık
tarihinin en karanlık sayfasını oluşturacaktır. En ünlü yapıtı olan Bizansçılık
ve Slavlık’ta, Spengler’ın öncüsü olacak nitelikte değerlendirmelerde
bulunmuştur. Danilevsky’nin yukarıda bahsedilen uygarlık tipleri kuramını geliştirerek
Batı uygarlığının son iki yüzyıldır son nefeslerini vermekte olduğunu ve bunun
sebebinin de güçlü kültürel bağları yok eden liberalleşme olduğunu, Osmanlı ya
da Çin’in Batı’dan daha yüksek düzeyde bir kültür olduğunu da ekleyerek ileri
sürmüştür. Ancak buraya kadar geliştirdiği Danilevsky’nin görüşlerinden, bu
noktadan sonrasında taban tabana zıt görüşler ortaya koymuştur. Danilevsky
Rusya’yı bir Slav ülkesi olarak tanımlayıp, Slavların birliği temasını
işlerken; Leontiev, Rusya’yı kozmopolit yapısıyla
Bizans’ın devamı olarak kabul etmiş ve
İstanbul’un fethinin amacının ise Bizans’ı diriltmek olması gerektiğini
savunmuştur. Ortodoksluk ve otokrasi üzerine inşa edilmiş bir yeni Bizans’ın
yeni ve yükselen bir uygarlık olacağı iddiasını geliştirmiştir. Bu arada
Panslavist politikanın ise yanlış olduğunu çünkü Osmanlı’dan bağımsızlığını
alacak olan güney Slavlanmn, Osmanlı’mn onları bu zamana kadar korumuş olduğu
Batı uygarlığının kucağına düşeceğini iddia etmiştir. Bu yüzden Panslavistlerle
arası açılan Leontiev, düşüncelerini daha da ilerleterek Slavların kendilerine
değil sadece Slavlıklarına sevgi duyulması gerektiğini, asıl desteklenmesi
gerekenin ise Bizans’ı temsil eden Fenerli Rumlar {Fenerioûar)
olduğunu yazmıştır. Bizansçılığın bayraktarlığını yapan Leontiev’in din üzerine
düşünceleri de “Bizans karamsarlığı” olarak ifade edilebilir. Ona göre
Panslavistlerin savunduğu gibi Ortodoksların özgür birlikteliği ya da dinin
mutlak başarısı söz konusu olamaz. Din ancak siyasal yetke ile işlevini yerine getirebilir.
Aksi türdeki din algılayışları gerçeklikten uzak ve ütopiktir.
Solovyov’un (SCHETININA,
1995: 55-85; WALICKI, 1987: 335-346) yürüttüğü teolojik tartışmalar ise bu
makalenin sınırlarım aşmaktadır. Ancak Dostoevsky üzerindeki etkisinin temel
unsuru olarak Solovyov’un ortaya attığı “üç dünya kuramı”ndan bahsedilmesi
elzemdir. Bu kurama göre tarihsel olarak üç güç vardır. Bunlar; İslam, Batı ve
Slavlık’tır. İslam, insanın Tanrı’nın aracı haline dönüştürüldüğü; Batı ise
insanın Tanrısızlaştığı dünyalarken; Slavlık, gücünü Tanrı’mn kendisinden alan
ve bu iki zıt dünyayı birleştirerek insanlığı kurtaracak olan dünyadır. Bunun
yolu ise teklik-birlik ve çokluk-çoğulculuğu tek bir dünyada var edebilmektir.
Bu özellik ise Ortodoks-Slavlık’ın milli ve içkin niteliğidir. Narod’a. özgü
ve sadece ona özgü bir tarihsel güçtür bu. ‘40’larda rasyonalist olarak düşünce
dünyasına adım atan Dostoevsky, sürgün döneminde İsa’ya inanmayı öğrenmiş,
ileride bu inancı onun Tann’ya da inanmasını sağlamış, Solovyov’un etkisiyle
ise Tanrı inancı Kilise’ye inanca dönüşmüştür.
Bu farklı üç akımın
yanında tabi ki yukarıda değinilen Danilevsky’nin varlığı da unutulmamalıdır.
Dönemin Rusya’sının bu dört eğilimi yanısıra, Dostoevsky’nin gençliğinden
getirdiği rasyonalizm ve ütopik sosyalizm birikiminin de eklenmesi ile, onun
nihai politik duruşunu edindiği söylenebilir. Karamazov Kardeşler'bu
politikanın ifadesini ele almadan önce ise, bunu daha da kolaylaştırmak
adına Bir Yazarın Günlüğü ve Pushkin Konuşması’na
kısaca bakılmalıdır.
Karamazov Kardeşler ile aynı dönemde yayınlanan Bir
Yazarın Günlüğü, Dostoevsky’nin artık nasıl da sadece politika ile
uğraştığının bir kanıtıdır. Bu yazılarında Dostoevsky narod konusunda
yoğunlaşmış ve Batıcı aydınların, Kilise’den uzaklaşarak halktan da
uzaklaştıkları sonucuna varmıştır. Aslında Dostoevsky’nin halk ve aydınlar
arasında gördüğü çatışma doğruydu, fakat bunun sebeblerini yanlış analiz eden
Dostoevsky’nin çözüm önerisi de doğal olarak yanlış olmuştur. Dostoevsky narod ve
Ortodoksluk arasında kopmaz bir bağ kurmuş ve bu birbirinden kopmaz gördüğü
bütünleşik gerçeği kutsarruştır. Bu yüzden Danilevsky’nin agresif dış politika
çağrılarının da en büyük destek bulduğu kişi Dostoevsky olmuştur.
Örneğin, Bir Yazarın Günlüğü’ nün 1877 Nisan sayısında
(DOSTOYEVSKİ, 2005: 757—794) Osmanlı’ya karşı ilan edilen savaşı kutsayan
Dostoevsky, bu savaşın sadece Türkler tarafından ezildiğini söylediği Slav
kardeşleri için değil, Rusya için de gerekli olduğunu yazmıştır. Savaşın
Rusya’yı ahlaki bir temizlenmeye taşıyacağını da eklemiştir, Bunun bir genel
yasa olduğunu da iddia ederek, savaşın her toplum için gerekli olduğunu
yazabilmiştir. Bu hasmane tutum sadece Osmanlı’yla sınırlı da kalmamış ve
İngiltere’nin dünya tarihinden silineceği, Fransa’nın ise Polonya’nın sonunu
paylaşacağı öngörüsü ve dilekleri ve hatta tehditleri de savaşa dair çıkan
sayıda yer bulmuştur. Ve hatta Katolisizmin de bu savaşla ortadan kalkacağı ve
Ortodoksluğun dünyaya barış getireceği kehanetine bu sayfalarda rastlamak
mümkündür. Bu savaşta akacak kanın üzücü olduğunu kabul etse de, bu kanın
Avrupa’yı da kurtaracağı iddiasını taşımaktadır Dostoevsky. 1840’lann acemi
romantik devrimcisi, 1860’lann kafası karışık muhafazakarı, hayatı boyunca
süren politik dirayetsizliği ve saygı açlığı ile ‘70’lerin savaş çığırtkanı
halini alabilmiştir.
Dostoevsky’nin ömrü
boyunca peşinden koştuğu yoğun ilgi ve Rusya’nın peygamberi oluşu ise Pushkin
için Moskova’da yaptığı konuşmayla gerçekleşmiştir. Sağ ve popülist politikayı,
Rusya’ya duyduğu güvenle beraber ifade etmesi ve politik ortamı uzlaştıncı çabası,
bu konuşmanın temel özellikleridir. Konuşma o denli derin bir etki bırakmıştır
ki, Pushkin’in tanrılığı yanında, Dostoevsky de dinleyiciler tarafından
peygamber ilan edilmiştir, ki bu dinleyicilerden birisi de ezeli düşmanı
Turgenyev’dir. Bu konuşmada Dostoevsky, ‘77-‘78 savaşının sıcak hatıralarını
taşıyan Ruslara, Pushkin’in milli şair olduğunu, kendisinden bir gün önce
konuşan Turgenyev’e rağmen iddia etmiş, bunun sebebinin Pushkin’in ilk kez
Rusya’nın misyonunu anlatması olduğunu söylemiş ve Rusya’ya duyduğu güvenle,
Rusya’nın kendisi olarak, yani öz değerlerine dönerek, bu yolla Avrupalı
olacağını ve Avrupa’nın gerçekliğini de değiştireceğini haykırmıştır. (CARR,
2002: 287-295) Aslında içinde yeni hiçbir öğe taşımayan bu konuşmanın sırrı,
uzlaşmacı tavrında saklı olsa gerektir. Ki bu tavır, Dostoevsky’nin Karamazov
Kardeşler’i de yaratan, içinde gençliğinin ütopik sosyalizmini, romantik
doğal halciliğini, muhafazakarlığı, Çarlığı, Panslavizmi ve Ortodoksçuluğu aynı
anda barındıran karmaşık siyasal duruşunun doğal sonucundan başka bir şey
değildir.
Romanı ele almak için
herşeyden önce zamanın ve mekanın kurgusuna bakmak elzemdir. Zaman II. Alexandr
dönemidir ve mekan da tıpkı Dostoevsky’nin babasının serfleri tarafından
öldürüldüğü köyü anımsatan bir Rus köyüdür. Yani yayınlandığı dönem açısından
güncel bir öyküdür.
Bu güncel öykünün esas
kahramanlarına bakıldığında ise ilk başta Karamazov ailesi ile
karşılaşılmaktadır. Bir baba, üç oğul ve bir de gayrimeşru oğuldan oluşan bir
aile söz konusudur. Baba Fyodor Karamazov, kösnü düşkünü ve oğullarıyla
ilişkileri gelgitler üzerine kurulu ve genelde sadakat duygusu uyandırmaktan
uzak bir babadır. Oğulların en büyüğü ve diğer iki meşru oğlun anneleri
farklıdır. En büyük oğul Dmitry bir subaydır, ve Rus geleneksel yaşantısını
devam ettiren, delidolu biridir. Ortanca oğul olan Ivan, Batıcı ve tanrıtanımaz
bir aydındır ve aileyle ilişkilerinde devamlı bir mesafe vardır ya da bunu
yaratmaya çalışmaktadır. En küçük oğul olan Alyosha ise çocuksu bir saflığı
üzerinde taşıyan dindar bir insandır. Gayrimeşru oğul Smerdyakov, Baba
Karamazov’un hizmetçisi olarak evde çalışmaktadır ve Ivan’a hayranlık duymakta,
onunla sohbetlerde bulunmak istemektedir. Ayrıca evin başka bir hizmetçisi
Grigory de, Dmitry’nin büyümesindeki katkılarıyla ve cahil uşak karakteriyle ev
halkının son üyesidir.
Grushenka, hem Baba
Karamazov’un hem de Dmitry’nin aşık olduğu ve bunların her ikisiyle de aşk
oyunları oynayan ve fakat her ikisinin de sahib olamadığı etkileyici kadın
karakterdir. Gizli gizli, geçmişinde yaşadığı ve hala dönmesini beklediği
Polonyalı subaya duyduğu aşkına sadık kalmaya çalışmaktadır.
Katya, Dmitry ile
geçmişte bir ilişkisi olan ve fakat öykünün ilerleyen bölümlerinde kendisini
Ivan’a daha yakın hissedecek olan aristokrat kökenli bir kızdır.
Peder Zosima,
Alyosha’nin yaşadığı manastınn başrahibidir.
Bu esas karakterlerin
yanında pek çok da yan karakter barındıran romanın esas öyküsü yanında pek çok
da yan öyküyle karşılaşılmaktadır. Bu yan karakterler ve öykülere yeri
geldiğinde değinilmek üzere, esas öyküye bakılacak olursa; bir cinayet ve bu
cinayetin değerlendirilmesiyle karşılaşılacaktır. Bu yönüyle romanın polisiye bir
öykü (bu noktada Batı’da polisiyenin gelişimi ve rasyonalizm arasındaki ilişki
hatırlanmalıdır) üzerine inşa edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Romanın başlarında Baba
Karamazov ve Dmitry arasındaki para hesaplaşmasıyla karşılaşılır. Dmitry
babasından aldığı ve savrukça yaşamını devam ettirdiği paralardan sonra son bir
kez kendisinin hakkı olduğunu düşündüğü bir miktar daha para
istemektedir Babasından. Baba Karamazov ise bu parayı vermeye yanaşmamaktadır.
Zira ikisinin arasında yer alan Grushenka’ya karşı Dmitry’yi zor durumda
bırakmak istemektedir. Başka bir para ilişkisi ise yine Dmitry ile Katya
arasında bulunmaktadır. Katya’mn babasının zor durumda kaldığı bir dönemde,
Dmitry onun aşığı da olarak para yardımında bulunmuştur. Daha sonrasında ise
Katya bir miktar parayı babasına gönderilmesi bahanesiyle ve fakat aslında
Dmitry’nin o parayla Grushenka’ya gideceğini bilerek yine de Dmitry’ye
vermiştir. Dmitry’nin babasından istediği miktar olan 3000 ruble işte Katya’mn
kendisine verdiği bu miktardır. Ivan ve Alyosha’mn bu para ilişkisindeki
tutumları silik kalmakla beraber, asıl çelişki Baba ve Dmitry arasında
yaşanmaktadır. Yine aynı miktar paranın farklı bir şekilde ortaya çıkması ise,
Babanın Grushenka’ya hediye olarak bu miktardaki parayı bir zarfta tutuyor
olmasıdır.
Para sorununun çözümü
için tüm aile toplanarak Zosima’yı ziyarete gitmiş, ancak burada da bu çatışma
çözülememiş fakat ilginç bir gelişme olmuş ve Zosima, Dmitry’nin önünde
eğilerek herkesi şaşırtmıştır. Zaten daha sonra da Alyosha’ya manastırdan
ayrılması ve abisini korumasını salık verecektir.
Bu arada Katya ile
nişanlı olan Dmitry, Grushenka’ya aşık olmuştur. Sorunu çözmeye çalışan Katya,
Grushenka’yı ziyarete gitmiş ve aralarında geçen konuşmanın başlarında Katya,
Grushenka’dan çok iyi muamele görmüş ve fakat sonunda Grushenka onu
aşağılayarak hem kendisinden hem de Dmitry’den nefret etmesine sebeb olmuştur.
Katya ile Ivan bu arada görüşmeye başlamışlar ve her iki taraf da aslında
birbiriyle ilişkisi olması gerekenin kendileri olduğunu hissetmişlerdir.
Öykünün gelişiminde en
etkileyici yanlardan biri aile içinde geçen tartışmalardır. Babanın sığlığı ve
Dmitry’nin ise kayıtsızlığı sebebiyle çok etkin olmadığı bu felsefi
tartışmalarda taraflar Alyosha ve onun karşısında yer alan Ivan’dır. Smerdyakov
ve Ivan arasındaki sohbetlerde ise, Smerdyakov sürekli saygı duyduğu Ivan’dan
birşeyler öğrenmeye çalışan ve onun fikirlerinin takipçisi bir görünüm
arzetmektedir.
Diğer bir diyalog da
Alyosha ve Grushenka arasında geçendir. Alyosha’dan çok etkilenen ve onu çok
beğenen Grushenka’mn romanın sonunda verdiği kararların asıl etkileyicisi bu
diyalogla aslında Alyosha olmuştur.
Bu arada Dmitry birgün
babasının evine gelir ve para ister, istediğini alamayınca da babasını ölümle
tehdit eder ve gider. Ivan bu arada bütün bu kargaşadan uzaklaşmak üzere
Moskova’ya gitmeye karar verir. Bu sırada Smerdyakov ile aralarında geçen
konuşmada Smerdyakov, babasının öldürülebileceğini ima eder ve Ivan buna rağmen
gitmeyi tercih ederek aslında
Smerdyakov’a göre olacaklara göz
yumacağının işaretini verir gizliden gizliye. Smerdyakov bu konuşmada Ivan’a
ayrıca kendisinin müzmin sara hastalığından bahseder ve kimsenin onun eyleme
geçebileceğini beklemediğini üstü kapalı bir şekilde anlatır. Dmitry, Grushenka
ile babasının buluşacağını Smerdyakov’dan öğrendiği gece ise Grushenka’nin
evine gider ve onu orada bulamaz. Aklına gelen ilk şey babasına gittiğidir. O
da babasına gider ancak Grushenka’mn orada olmadığını anlayınca ayrılır, fakat
ayrılırken onu duvarda yakalayan Grigory’ye vurmak zorunda kalır. Grushenka’nm
evine gittiğinde hizmetçisinden aslında onun PolonyalI subay ile buluşmak üzere
yakın bir köydeki meyhaneye gittiğini öğrenir. Bu arada Katya’dan aldığı
paranın yarısını saklamış olan Dmitry, bu paranın bir kısmıyla rehinciye
bıraktığı silahları alır ve meyhaneye doğru yola çıkar.
Bu arada Grushenka
meyhaneye varmış ve büyük hayal kırıklığına uğramıştır. Beş senedir görmediği
Polonyalı subayı aslında gözünde büyütmüştür. Bir kartal olarak
hatırladığı subayı şimdi yaşlı ve hilekar bir kumarbazdır. Bu arada içeri
Dmitry girer ve Grushenka bu duruma çok sevinir. Dmitry’yi sevdiğini anladığını
söyler. Ancak Grigory’yi öldürdüğüne inanan Dmitry, çok sevinmesine rağmen,
artık ikisi için çok geç olduğunu da belirtir.
Çok zaman geçmeden
buraya gelen savcı ve güvenlik güçleri tarafından tutuklanan Dmitry, Grigory’yi
öldürmemiş olduğunun sevinci ve babasının ölümünün şaşkınlığını yaşamaktadır.
Mahkeme başladığında hem Ivan hem de Alyosha, Dmitry’nin suçsuzluğunu iddia
etseler de tüm kanıtlar ona karşıdır.
Bu arada Ivan sarsıcı
gerçekle yüzleşir. Babasının evine gittiğinde babasının koltuğunda oturan ve
ceketini giyen Smerdyakov ile konuşmaya başlar. Smerdyakov, onun endişe
etmesine gerek olmadığını söylediğinde, Ivan ısrarla ne için endişe etmesi ya
da etmemesi gerektiğini sorgular. Bildiği cevabları Smerdyakov’dan duyar. Tanrı
olmadığına göre cinayetin de olası olduğu düşüncesini Ivan sokmuştur
Smerdyakov’un kafasına. Bütün sohbetleri boyunca aslında Ivan babasının
ölmesini istediğini anlatmış ve o gün Moskova’ya giderken de olacaklardan
sorumlu olmadığını söyleyerek son izni vermiştir Smerdyakov’a. Smerdyakov ise,
sahte bir sara nöbeti ile tamamen hareketsiz göründüğü o gece, Dmitry evden
ayrılır ayrılmaz Babanın yanına gitmiş ve onu öldürmüştür. Grushenka içeride
olmadığına göre onu Dmitry’nin öldürdüğüne inandırabilmek için de, Grushenka
için hazırlanmış zarfın içindeki mektubu yırtarak odada bırakmış ve parayı da
kendisine almıştır.
Bu gerçekle yüzleşen
Ivan, Smerdyakov’u mahkemeye gitmeye ikna edememiş ve Smerdyakov peşinden
gittiği bu adamın pişmanlığını gördüğünde, aslında söylediklerine inanmadığını
haykırmıştır Ivan’ın yüzüne. Ivan uzaklaşır uzaklaşmaz da intihar etmiştir.
Bu olayla sarsılan Ivan
mahkemede kendisinin suçlu olduğunu çünkü Smerdyakov’u kendisinin bu yöne
ittiğini söylese de mahkeme heyetini yeterince etkileyememiş ve orada asıl
suçlunun herkesin içinde yer alan şeytan olduğu ve bu durumda Tanrı ’nın da
varolduğu yönünde bir söylemle bitirmiştir. Bu konuşmanın etkileyiciliğini ise
son anda Katya’mn elindeki Dmitry’nin kızgın anlarından birinde babasını
öldüreceğini yazdığı mektubu okuması ortadan kaldırmış ve Dmitry 20 yıl kürek
mahkumluğu ile cezalandırılmıştır.
Ancak Ivan ve Alyosha,
Dmitry’nin Grushenka ile Amerika’ya kaçmasını sağlamıştır. Geride kalan Ivan
aklını kaybetmiş, Alyosha ise yan öykülerden birinin sonucu olarak çocuklarla
elele mutlu bir son sahnede gözden kaybolmuştur.
Bu yan öykü ise
Dmitry’nin yolda oğlunun önünde dövdüğü bir emekli yüzbaşı ve onun oğlunun
hastalığı çerçevesinde gelişmektedir. Çocuk bu olaydan sonra babasının Dmitry
tarafından davet edildiği düellodan kaçmadığını ve onurlu biri olduğunu iddia
ederek tüm arkadaşlarıyla kavga etmekte ve sonra da hastalanarak yatağa
düşmektedir. Alyosha bu durumda aileye yardım etmeye çalışsa da gururlu baba
bunu kabul etmemiş ve daha sonra da Dmitry’nin yardım çabalarını geri
çevirmiştir. Dmitry’nin kaçmadan önce kendi ülkesinde yaptığı son şey ise,
hasta yatağındaki çocuğu ziyaret temek ve onun yanında babasından özür dilemek
ve özrünün kabulü için çocuktan izin almak olmuştur. Bu çocuğun ölümünden sonra
ise arkadaşları Alyosha etrafında mutlu bir topluluk oluşturmuş ve romanın
kapanış sahnesini bu oluşturmuştur.
Romanda bu öykü dışında
göze çarpan ve unutulmaz bölümler mevcuttur. Bunlardan en önemlisi şüphesiz ki
“Büyük Engizisyoncu” adlı bölümdür. İsa’nın yeryüzüne indiği ve onu Katolik
rahiplerin karşıladığının öykülendiği bu bölümde; İsa, Katolik rahipler
tarafından insanları mutsuz etmekle suçlanır, zira İsa insanlara seçme
özgürlüğü vererek onları mutsuz etmiş, oysa ki Katolik Kilisesi
zorunluluklarıyla beraber insanlara mutluluğu sunmuştur.
Göze çarpan bölümlerden
bir diğeri ise Ivan ve Alyosha’nin felsefe üzerine sohbetleridir. Tanrı’nın
varlığı ve yokluğu üzerine odaklanan bu tartışmalarda Ivan’ın tanrıtanımazlığı
savunusu, rakibine göre çok daha tutarlı ve sağlam olarak göze çarpmaktadır.
Son olarak ise Ivan ve
Smerdyakov’un sohbetlerinden bahsedilmesi gerekir. Bu sohbetlerde Ivan’ın nasıl
da Smerdyakov’un cinayete giden yolunu hazırladığı son derece ustalıklı bir
biçimde yazılmıştır.
Hem Dostoevsky hem de
son ve en çok tartışılan romanı olan Karamazov Kardeşler üzerine pek çok yorum
ve eleştiri kaleme alınmıştır. Burada tüm bunlara değinmek imkansız olduğu
kadar, gerekli de görülmemektedir. Bu çalışmalarda göze çarpan ortak öğe, Dostoevsky’nin
Rus ve dünya edebiyatı içindeki yerinin vurgulanması, Rus düşünce tarihi
içindeki konumlandırılmasının ele alınması ve son derece çeşitli edebiyat
çözümlemelerinin göz kamaştırıcı zenginliğidir. Ancak yukarıda da belirtildiği
üzere bu makalenin konusu; Karamazov Kardeşler’de bulunduğu
iddia edilen politik sembolizmin sınırlarıyla belirlenmiştir.
Bu çerçevede ilk olarak
ailenin adı üzerinde durulmalıdır. Bilindiği gibi Dostoevsky gerçek yaşamda
bulunan soyadlanndan çok kendisinin yarattığı soyadlarını kullanmıştır.
“Karamazov” da bunlardan biridir. Karamazov adının herşeyden önce çağrıştırdığı
diğer bir ad ise “Karamzin”dir. Rus Devletinin Tarihi adlı
başyapıtın yaratıcısı ve erken-Slavofil olarak adlandırılan Karamzin’in adının
ise Tatar kökenli bir ad olması ilginç bir tesadüftür. Zira Rus devlet
geleneğindeki yoğun Tatar etkisi unutulmamalıdır. Karamzin adı ise “Kara-Mirza”
kökeninden gelen bir adın Rusçalaştınlması ile oluşmuştur. Hanedan unvanı olan
ve bazen de doğrudan hanedanın kendisini gösteren bir kelime olarak “mirza”
bize ilk ipucunu vermektedir. Romanın adını da veren ailenin adı, siyasette
bolca rastlanan aile metaforu kullanımının bir örneği olarak ele alınmalıdır.
Bu çerçevede
bakıldığında açıktır ki, Baba Karamazov tüm Rusya’nın babası olan Çar’ı temsil
etmektedir. Oğullarıyla anlaşamayan, devamlı köklü sorunlar yaşayan, hatta en
büyük oğluyla aynı kadına aşık olarak (aslında Baba için aşk değil şehvet söz
konusudur) iktidar mücadelesine giren, ahlaki olarak yozlaşmış ve hiç kimse tarafından
saygı ya da siyasal anlamda düşünürsek aslında meşruiyeti kabul edilmeyen bir
baba. Aynı zamanda dikkati çeken başka bir nokta da Çar’ın iki eşidir. Açıktır
ki Çar’ın ilk eşi Petro öncesi dönemi, İkincisi ise Petro sonrası dönemi temsil
etmektedir.
En büyük oğul olan
Dmitry ise romanın pek çok yerinde vurgulandığı üzere Rusya’yı
çağrıştırmaktadır. Akılla kavranması zor olan,[9] irrasyonel davranışlarıyla ön
plana çıkan, fakat özde iyi ve sıradan bir Rus olarak açıkça Panslavist
ideolojiyi temsil etmektedir. Zaten annesinin de ilk eş olması onun aynı
zamanda Büyük Petro öncesi, yani premodern Rusya’yı temsil etmesinin başka bir
yanıdır. Tabi ki aslında açıktır ki Slavofil düşünceler ve bunu takib eden
dönemdeki Panslavizm de aslında Petro reformlarının sonucu olmasına rağmen,
Dostoevsky, romantik köklerine bağlı kalarak, Panslavizmi Slavofil düşüncenin
orijinali olarak kabul etmiş ve Rusya’nın bozulmamış gerçeğinin ifadesi olarak
ortaya koymuştur.
Ortanca oğul olan Ivan,
nihilist ideolojisi ve Ivan Turgenyev’in ilk adını taşıyarak Rusya’daki Petro
reformlarıyla zemin bulan Batıcı kanadı temsil etmektedir.
En küçük oğul Alyosha,
Dostoevsky’nin çocukken ölen oğlunun adını taşımaktadır. Masumiyet ve Rus
gerçekliğini Kilise ise özdeşleştiren ve Solovyov’un örnek teşkil ettiği Rus
ülküsünün siyasal iktidar kaygılarından da uzak özünü temsil etmektedir.
Smerdyakov, gayrimeşru
oğul ve Baba’nın her daim güvendiği hizmetçisi olarak açıktır ki halk
yığınlarını işaret etmekte, ancak Ivan’ın etkisi onun nötr halk yığınlarını
değil sosyalist proletaryayı temsil ettiğini ortaya koymaktadır.
Grushenka’nin iktidarı
ya da ülkeyi temsil ettiği iddia edilebilecekse de, dikkatli bir okuma, aslında
Slav birliğini temsil ettiğini ortaya koyacaktır. Zira Grushenka’mn aşık olduğu
Polonyalı subay teması bunun en önemli kanıtı olarak düşünülmelidir. Bilindiği
üzere Slav inanışlarına göre tüm Slavlar ilk olarak Büyük Beyaz Kartal’ın yani
Polonya’nın çocuklarıdırlar, ancak bundan sonra farklı yönlere dağılmışlardır.
Bu inanışdır ki Polonya’yı meşru Slav merkezi kılar. Dostoevsky’nin yukarıda
değinilen ve Katkov’da somut ifadesini bulan Polonya sorununa dair düşünceleri
de hatırlanacak olursa, bu karakterin aslında Polonya’yı temsil ettiği ve
Grushenka’nın yanılgısıyla da Slav birliği misyonunu Dostoevsky’nin, Rus
Panslavizmine verdiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca Ivan’ın Grushenka ile
ilgilenmemesi ve Katya ile Grushenka arasındaki ilişki de bu çerçevede
değerlendirilmelidir.
Katya açıktır ki
Rusya’nın aristokrasisini temsil etmektedir. Slavofil düşüncelere yakın
gözükmesine rağmen, aslında Batıcılaşmış ve Panslav idealinden uzaklaşmış ve
aynı zamanda da düşkünleşmiş (meschanie) aristokrasiyi.
Peder Zosima ise bariz
bir şekilde Rus Ortodoks Kilisesini temsil etmektedir.
Karakterlerin bu
temsilinden sonra öykü de aynı çerçevede yeniden ele alınacak olursa, siyasal
bir analiz ve bunun üzerine yükselen hiç de iyimser olmayan karmaşık öngörüler
ile karşılaşılmış olacaktır. Zira bu öngörülerin karmaşık ve hatta kısmen
karışık olarak ortaya çıkması da Dostoevsky’nin politika konusundaki kafa
karışıklığının bir yansımasından başka birşey değildir.
Romanın hemen açılışında
karşılaşılan Baba ve Dmitry arasındaki para meselesini aslolarak iktidar
mücadelesi olarak okumak gerekmektedir. Para ve iktidar ilişkisine ve hatta
eşdeğerliği sonucuna Dostoevsky’nin nasıl vardığının anlaşılması için onun
maddi sıkıntı içindeki hayatının ve kumarla çok fazla içli dışlı olduğu
dönemlerinin hatırlanması gerekmektedir. Ancak burada açıktır ki,
Dostoevsky’nin işaret ettiği iktidar
kavramı, onun içine girdiği pek çok felsefi tartışmadan ayrı olarak, yönetim
aygıtını elinde tutmak gibi son derece yalın bir iktidar anlayışıdır.
Dostoevsky’nin burada Ivan’ı kısmen ve Alyosha’yı tamamen bu sorunun dışında
tutması da manidardır. Zira Ivan’ın asla bu gücü eline geçirebilecek
potansiyeli taşımadığı iddiasını ve aynı zamanda da Alyosha’mn temsil ettiği
Rus ülküsünün de, yukarıda bahsedilen smirenie kavramı
çerçevesinde zaten bu iktidardan uzak durmasının kendi kimliğine içkin olduğu
kabulünü yansıtmaktadır.
Aynı çerçeveden
bakıldığında Dmitry ile Katya arasındaki para ilişkisi de aristokrasi ve
Panslavistler arasındaki gelgitli ilişkiyi yansıtmaktadır. Slavofillerin
desteğini arakasına alan aristokrasinin daha sonra Panslav ideallere sırt
çevirmesi ve Batıcı düşüncelerin destekçisi olmaya başlaması bu ilişkide ifade
edilmektedir.
Grushenka’mn Dmitry ve
Baba arasındaki durumuna yukarıda değinilmişti. Bu ilişkide paranın Baba’da
bulunması ve Dmitry’nin de Grushenka’yı elde edebilmesi için paraya ihtiyaç
duyması, Panslavistler ve Çar arasındaki gerilimli ilişkiyi yansıtmaktadır. Bu
noktada hatırlanması gereken en temel unsur, Çar’ın Panslav politikalarla
arasındaki mesafedir. Panslavizmin en güçlü olduğu dönemlerde bile Rus
Çarlığı’mn bütünleşik bir şekilde bu politikaların takibçisi olmadığının
hatırlanması gerekmektedir. 1877-78 savaşında bile bu savaşın tutkulu
destekçilerinin ve müsebbibinin Panslavistler olduğu, Çar’m ise bu güçlü
rüzgara karşı koyamadığı örneğinde de olduğu gibi.
Dmitry ve Baba Karamazov
arasındaki sorunun çözümü için Zosima’ya gidilmesi ve fakat bu girişimin
tamamen sonuçsuz kalmasıyla, Dostoevsky’nin Kilise’yi politik bir sorunun
çözümü için yetersiz bulduğu anlamına ulaşılmalıdır. Zaten buradaki
tartışmalarda Baba’nin her türlü çözümü engellemeye yönelik davranışlarına da
bakılacak olursa, Çar’ın böyle bir çözüme izin vermeyeceği öngörüsünün
Dostoevsky’de bulunduğu söylenebilir. Bu girişimin bitişi ve Zosima’nın Dmitry
önünde eğilmesi ise, Panslav idealinin zor yollardan geçeceği ve Kilise’nin bu
süreçte Rus ülküsü olarak sembolleştirilen Alyosha’yı Dmitry’ye yardımla
görevlendirmesi çok önemlidir.
Katya ve Grushenka
arasındaki ilişkiden çıkan sonuç ise, Panslav idealinin aristokratik yapıyla
asla uyum içinde olamayacağı kabulüdür. Burada Dostoevsky’nin devrimci gençliği
hatırlanmalıdır. Aristokratik yapının devamına karşı Rus köylüsünün
özgürleşmesi çabalarıyla ilk kez politik alana adım atan Dostoevsky, son
dönemlerinde kabul ettiği saf narod varlığı içinde
aristokrasinin yer alamayacağı iddiasını desteklemeye devam etmiştir.
Ivan ve Katya’nın
yakınlaşması ise açık bir şekilde aslında Batıcıların sadece aristokrasi ile
yan yana gelebileceği ya da başka bir deyişle Rus gerçekliğine uzak oldukları
iddiasının bir yansımasıdır. Entelektüeller ve narod arasındaki
uçurumu tesbit eden Dostoevsky’ye göre Batıcılık zaten, halkın öz değerlerinden
uzaklaşmış aristokrasinin çocuklarının sapkınlığının ifadesidir.
Bu arada yürüyen Ivan ve
Alyosha’nin felsefi tartışmaları ise aslında, Batıcı düşünce ve siyasetin
başarısızlığa mahkumiyetini göstermeyi amaçlamaktadır. Yukarıda da değinildiği
gibi Dostoevsky için Ivan, Batıcı siyasal hareketi; Alyosha ise Rus ülküsünü
temsil etmektedirler. Aralarındaki tartışmada yer alan Tann’nın varlığı konusu
aslında Ecinniler'de de görüldüğü gibi siyasal düzlemde sadakat
sorununu ifade etmektedir. Rousseau ve sosyal anlaşma kuramlarından etkilenen
Dostoevsky için aslında bu tartışmaların o günlerdeki politik ilgileri
çerçevesinde iktidarın meşruiyeti ve ayaklanma özgürlüğü arasındaki bir
tartışma halini alması sadece an meselesidir. Başlangıçta yer alan Batıcılığın
Rusya’ya uyumu sorununun yerini ileride Çar’a sadakat ve daha sonrasında
sadakatsizlik ve daha sonra da bunun yerine konacak olan ve Rusya’ya yabancı
olmayan gerçekliklerin tartışması izlemiştir. Bu tartışmalarda Ivan’ın
argümanlarının çok daha tutarlı olması ise, sonuç bölümüyle dengelenmiştir.
Argümanların gücüne rağmen, doğru bambaşka bir yerde olabilir düşüncesinin
yansımasıdır. İsa ve hakikat farklı yerlerdeyse, İsa’yı seçen Dostoevsky
(CARR, 2002: 268) açısından, politik söylemin gücüne karşın hakikatin başka bir
yerde olabileceğinin şaşırtıcı olması beklenmemelidir. Hatta bu da aslında
siyasal bir iddia olarak düşünülmelidir (Bu noktada romanın polisiye
niteliğinin rasyonalizmle ilişkisi yeniden hatırlanmalıdır).
Bu tartışmaların en can
alıcı yanı ise kuşkusuz ki, Smerdyakov’un bu tartışmalar içindeki tutumudur.
Dikkatle bu tartışmaları izleyen Smerdyakov, kendisini Ivan’ın tilmizi olarak
kabul etmektedir. Şu halde açıktır ki Dostoevsky bu durumda tıpkı Ecinniler’de
yaptığı gibi, 1840’ların Batıcılarının yerini alan nihilistler yerine bu kez de
sosyalist yığınları koymaktadır. Ona göre sosyalist yığınlar Batıcı akımın
takipçileri ya da bu akımın sonucudurlar.
Bu arada geçen Alyosha
ve Grushenka arasındaki diyalog, bu sayede Grushenka’nin Alyosha’ya büyük bir
sempati ve daha da ötesi saygı duyması ve bu yüzden de romanın sonundaki
kararını verişi ve Dmitry’ye bağlanması, Dostoevsky’nin Slav birliği için
Ortodoksluğa ve Rus ülküsüne verdiği önemin göstergesidir. Ona göre Slavların
birliği de Rusya’nın esenliğinin de ancak Rus ülküsünün etkisiyle var
olabilirliğinin ispatıdır.
Cinayet sahnesi ise
zamanın kırıldığı noktadır romanda. Buraya kadar gelen vaka analizi bundan
sonra yerini öngörülere bırakmaktadır. Bu sahnede ilk dikkate değer nokta; Slav
birliği iradesinin (Grushenka) Çar’ın iktidarına (Baba’daki para) değil, kendi
meşru sahibine (Polonyalı subay) yönelmiş olmasıdır. Ancak bu arada Polonya’nın
tükenmişliğini ancak ve ancak Panslavistler (Dmitry) göstermektedirler Slav
idealine. Bunu ise ancak Çar’la mücadeleye girişerek ve fakat yine de son
sadakatsizliği yapmayarak becermektedirler. Panslavistler büyük idealleriyle
uğraşırken ve Batıcılar (Ivan) da etkinliklerini yitirmişken ise, derin uykuda
görünen sosyalist yığınlar (Smerdyakov) fırsattan istifade ederek Çar’ı devirmektedirler.
Rusya’nın ruhu (Alyosha) ise bütün bunlar olurken, Kilise’den (Zosima) aldığı
talimatla, sonuçta başarısız da olsa, Panslavistlerin yardımına koşmaya
çalışmaktadır.
Dostoyevski, Ivan ve
Smerdyakov’un yüzleşmesi sahnesini yazarken, herhalde hem Batıcıları hoyratça
eleştiriyor olmanın verdiği memnuniyeti hem de hiç de istemediği bu durum
yüzünden büyük bir korku yaşamış olsa gerektir. Zira bu bölümün yeniden
okunmasında karşılaşılacak olan politik analiz, Batıcıların hazırladığı zemin
üzerinde (Dostoevsky’ye göre, onların yüzünden) gelişen sosyalist kitle
hareketlerinin alacağı tehlikeli durumu işaret etmektedir. Bolşevik Devrimi’nin
burada öngörülmüş olduğu da kolaylıkla söylenebilir. Hatta Dostoevsky böyle
olası bir devrimin niteliklerini de kendince tanımlamıştır. Şöyle ki; Ivan eve
girdiğinde, Smerdyakov’un üzerinde babasının ceketi olduğu halde onu babasının
koltuğunda otururken bulmuştur. 3000 ruble de bu ceketin cebinde olmak üzere.
Smerdyakov’un Grushenka ile hiçbir ilgisi yoktur, hatta aldığı para da Baba’yı
öldürmenin kendisinden sonraki bir amaç olarak ortada durmaktadır. Bu cinayeti
işlerkenki ahlaki sebebleri bambaşka olmasına rağmen, asıl derdi ise Babanın
yerini almaktır. Bu durum politik düzleme taşındığında ortaya çıkan sonuç,
sosyalist kitlelerin aslen ne Slav birliği gibi Dostoevsky’ye göre “yüce”
amaçlan hatta ne de iktidar amacı vardır. Batıcılardan öğrendikleri yarım
yamalak bilgilerle Çar’ı devirirken aslında kendilerinin de Çar’ınkinden başka
bir yönetim kuramayacakları iddiası ortaya atılmaktadır.
Smerdyakov’un intihan
ise açıktır ki Dostoevsky’nin Rusya’da sosyalizmi mahkum etmesidir. Kendi
halkına yabancılaşmış ve derinlikten yoksun olarak gördüğü bu hareketin ileride
kendisine de yabancılaşacağı ve kendisini ortadan kaldıracağı öngörüsü olarak
da düşünülebilir.
Ivan ve Alyosha’nin
elele verip Dmitry’yi ve Grushenka’yı Amerika’ya kaçırmalan ise şübhesiz ki
sosyalizm karşısında Batıcı liberaller ve Panslavist sağın başansız ittifakını
temsil etmektedir. Bu durum sağın da safdil liberal Batıcılığın da Bolşevik
Devrim sonrasında dört yıl devam eden İç Savaşı anımsatır bir şekilde Rusya
siyasetinde tasfiye olacağı öngörüsü olarak kabul edilmelidir. Ayrıca dikkate
değer bir unsur da son anda bile Katya’nin Dmitry’ye karşı kin dolu tutumudur
ki, burada da Dostoevsky’nin öngörüsü herhalde aristokrasinin son anda bile
Panslavizm ile b anşamayacağı yönündedir.
Romanın sonunda Ivan’ın
delirmesi ve geriye aileden sadece Alyosha’nın kalması ise açıktır ki,
Dostoevsky’nin Batıcılığın kendi iç çelişkileriyle ortadan kalkacağı, buna
rağmen Rus ülküsünün yani Rusya’nın Ortodoks ve derin ruhunun geleceği temsil
eden çocuklarla beraber Rusya’da ilelebet varolacağı öngörüsü ya da umudunu
yansıtmaktadır.
Bunların dışında önem
arzeden iki yan öykü de bu politik sembolizmi güçlendirmektedir. “Büyük
Engizisyoncu” sadece Katolik kilisesini lanetlemek ve Ortodoks kilisesini
methetmekle kalmamakta, aynı zamanda sosyalizmi de Katoliklik ile beraber ele
almakta ve özgür iradenin önemine vurgu yapmaktadır.
Diğer yan öykü olan
emekli yüzbaşı ve oğlu ise Rusya’nın yerleşik moral değerlerine yapılan bir
vurgu ve methiye olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu öykü aynı zamanda
Panslavistler ile halkın da gerçekten kucaklaşmadığını sembolize eden Grigory
ve Dmitry arasındaki ilişkinin anlamını da güçlendirmek için kullanılmıştır.
Romandaki politik
sembolizme kısaca bakılacak olursa, ilk söylenmesi gereken Dostoevsky’nin aile
metaforu çerçevesinde dönemin Rusya siyasetinin bir analizini yaptığı ve bir
cinayet üzerinden de öngörülerini ortaya koyduğudur.
Dostoevsky günün politik
ortamını ve siyasal aktörlerini kuşkusuz ki kendi politik görüşleri
çerçevesinde algılamış ve ifade etmiştir. Bu çerçeveyi ele almak için ise
birkaç başlık olarak Çar, Panslavistler, Kilise, Batıcılık ve ihtilal
kavramlarına bakılmalıdır.
Çar, Dostoevsky’de
Pobedonostsev’in etkisine rağmen kutsal bir konum sahibi olamamış, bu konuda
Dostoevsky, gençliğinden getirdiği siyasal birikiminin her zaman daha fazla
etkisi altında olmuştur. Rus ülküsü konusunda, Rousseauvari romantik bir doğa
halini andıran bir kavrayışa sahib olan Dostoevsky, yine aynı anlayış
çerçevesinde, Çar’a karşı contrat social kuramlarını andıran
bir mesafe tutmaktadır. Romanda betimlenen Çar, evlatlarının sadakatini artık
hak etmeyen bir Çar görünümü sergilemektedir. Yani Çar’a karşı Dostoevsky’nin
tavrı hem Rus ülküsünde Çar’a bir yer vermeyerek, hem de gerçeklikte de artık
sadakati hak etmediği inancıyla biçimlenmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen, Çar’a
karşı atılacak adımları da Dostoevsky desteklememekte ve belki de bu şekilde
hem yakın dostu Pobedonostsev’e vefa borcunu ödemekte hem de Çar sonrasının
kabus olacağını düşündüğü toplumsal hareketlere mesafeli bir tutum almaktadır.
Belki de o günlerde içinde bulunduğu siyasal çevrelerin de etkisiyle ya da en
azından bir Rus olarak Çarsız bir Rusya’yı düşünmekten bile korkmaktadır.
Panslavizm konusunda,
açıktır ki Dostoevsky, Rus ülküsünün hararetli bir savunucusu olarak, gayet
müsbet bir tutum takınmıştır. Panslavizmi, Slavofil düşüncenin doğal bir
uzantısı olarak kabul etme eğilimindedir. Halbuki Slavofil düşüncede yer alan
devlet dışı Slavlığa vurgu, Panslavizm’de Danilevsky ile beraber devletsiz bir
Slavlığın imkansızlığı kabulü üzerine inşa edilmiştir. Bunu görmezden gelen
Dostoevsky, yine romantik köklerine sadık kalarak Slavlık ve Panslavizm
arasındaki bu devlet köprüsünü görmezden gelmiş ve iki sorunu ayrı kategoriler
olarak kabul etme eğilimini yansıtmıştır. Bu ayrı kategorilerin romandaki
somutlaşmış örneği ise Dmitry-Grigory ve Dmitry-Yüzbaşı ilişkisinde ortaya
konmuştur. Panslavizmin entelektüel bir hareket olarak kendisine referans
olarak kabul ettiği naroddan uzaklaşması temasını bu şekilde
işlemiştir.
Kilise konusunda
Dostoevsky’nin tavrı ise, Rusya nereye giderse gitsin Ortodoks kilisesinin
Katolikleşmemesini savunmaktır. Zira Zosima’nin sorunları çözememesi ve kenarda
kalması sonucu gelişen cinayet, yani Kilise’nin eylemsizliği sonucunda
gelişecek olan ihtilale rağmen; Rus ülküsünün en büyük özelliği olarak iradi
inanç kavramında da Dostoevsky’de yine gençlikten gelen romantizmin izleri
görülmektedir. Hem Katolisizm hem de sosyalizme bireyin gönüllü katılımını
engellediği için karşı çıkan Dostoevsky’de bireye karşı toplumsallığın gizli
formülü her koşul altında yine de bireysel irade olarak görülmektedir.
Solovyov’un etkisiyle de Dostoevsky’de bu gönüllü iradenin oluşması için elden
gelenin yapılması gerektiği görüşü hakimdir.
Batıcılık konusunda
Dostoevsky’nin tavrı, yine Rus ülküsüne bağlılık ile şekillenmiştir. Birey ve
rasyonalizme karşı, Rus köylülüğünün “yüksek erdemleri”nden uzaklaşmanın
yaratacağı yabancılaşma için Ivan karakterini oluşturmuş olan Dostoevsky’ye
göre bunun sonucu olarak gelişen süreçler de ihtilali kaçınılmaz kılacaklardır.
İhtilale sebeb olmaktan önce, Batıcılığın ve Tanrıtanımazlığın kendisini de
mahkum etmek konusunda ise Dostoevsky’nin çok da istekli davranmadığı
görülmektedir. Yukarıda da değinildiği gibi Ivan ve Alyosha arasındaki
tartışmalarda Ivan’ın argümanları çok daha tutarlı ve güçlü olarak göze
çarpmaktadır. Batıcılığın kendisinden ziyade sonuçları konusunda tedirgin olan
Dostoevsky için ihtilal ise yanlışlığın uç noktası kadar bilinmezliğin derin
korkusunu da ifade etmektedir.
Dostoevsky’yi etkileyen
siyasal düşüncelere ve aktörlere bakıldığında, bunların;
Rousseauculuk-Fouriercilik, Slavofil düşünce-Panslavizm, Pobedonostsev ve
Solovyov olduğu görülecektir. Tüm bu düşüncelerin eklektik bir bileşiminden
oluşan Dostoevsky düşüncesinin, içinde yaşadığı dönemde zaten bu düşünceler ve
aktörler dışında sadece ve sadece iki farklı akım daha vardır, ki bunlar da
sosyalizm ve Leontiev’dir.
Dostoevsky’nin siyasal
analizleri ve kabulleri ne kadar sosyalizm ve Leontiev’in analizleriyle (ki
bunlar da birbirinden son derece farklıdır) çatışıyorsa, öngörüleri de bu
ikisinin ortak olan öngörüleriyle o kadar çakışmaktadır. Leontiev’in yukarıda
ifade edilen düşüncelerine dair umutları kısa sürede kaybolmuş ve Rusya’nın
geleceği konusunda son derece karamsar bir tutum takınmıştır, Ona göre
Rusya’nın geleceği orta sınıfların sıradan hakimiyetini temsil eden
sosyalizmdeydi. Tıpkı sosyalistlerin de inandıkları ve umdukları ve
Dostoevsky’nin korktuğu ama öngördüğü gibi.
Dostoevsky’nin son sözü
ise her ne gerçekleşirse gerçekleşsin, Rus ülküsünün geleceği elinde tutacağı
ve Rusya’da ilelebet yaşayacağı inancıdır.
BELINSKI, V.G. (1906), Pismo k Gogolyu (St. Peterburg).
BELKNAP, R.L. (1990), The Genesıs of the
Brothers Karamazov (Nothwestern Uni, Illinois). BERDYAEV, N.
(1926), Leontiev, Ocherk iz Istorii Russkoi Religioznoi Midi (Paris).
BYRNES, R.F. (1967), Pobedonostsev (Indiana: Indiana Uni. Press).
CARR, E.H. (2002), Dostoyevski (İstanbul: iletişim Yayınları) (Çev.: Ayhan Gerçeker).
DANİLEVSKY, N. La. (2003), Rocciya i Evropa (Moskova).
DOSTOYEVSKİ, F.M. (2000), Karamazov Kardeşler (İstanbul: Oda Yayınları) (Çev.: Metin İlkin).
DOSTOYEVSKİ, F.M. ( 2004), Bart’ya Karamozovy ( Moskova:
Act-Luick).
DOSTOYEVSKİ, F.M. (2005), Bir Yazarın Günlüğü (İstanbul: YKY) (çev.:Kayhan Yükseler).
FLATH, C.A., “The Passion of Dmitry Karamazov,” Slavic Review, 58/3: 584-99.
FYRNIN, Mihail (2003), Cobranie Mictei Dostoevkogo (Moskova).
GİDE, Andre (1998), Dostoyevski (İstanbul: Payel) (Çev.: Bertan Onaran).
HARE, Richard (1964), Pioneers of Russian Sociai Thought (New York: Vintage).
İANOV, A.L.(2002), Patriotizm i Natzionalizm v
Roccii; 1825-1921 (Moskova).
ILYIN, I.V. (2004), Novoe o Dekabrictah (St. Peterburg).
KARAMZİN, N.M.(2005) ictoriya Gocudarctva Roccickogo (Moskova).
KOHN, Hans (1983), Panislavizm ve Rus Mi niyetçiliği (İstanbul: Kervan) (Çev.: A. O.
Güner).
KOHN, Hans (1955), The Mind of Modern Russia (Rutgers: New Brunswick).
LEATHERBARROW, W.J. (1992) The Brothers Karamasov (Cambridge).
MORSON, Gray Saul, “The Paradoxical Dostoevsky,” The Slavic and East European Journal, 43/385-99.
RENNER, A; (2003) “Definjng a Russian Nation: Mikhail
Katkov and the ‘Invention’ of National Politics,” The Slavonic and East European Review, 81 /4: 659-82.
RUDNITSKAIA, E.L.(1999), Poick Puti (Moskova).
RZHEVSKY, N. (1983), Russian Literatüre and Ideology (Illinois: Uni. of Illinois).
SCHETININA, G.l. (1995), ideinaia Zhizn’
Russkoi intelligentzi (Moskova).
SHKURNOV (1960), P. La. Chaadev; Zhizn, Deiatel'noct’, Mirovozzrerıie (Moskova).
TROYAT, Henri (2004), Dostoyevski (İstanbul: İletişim
Yayınları) (Çev.: Leyla Gürsel). VERNADSKY, G. (1978), Russian
Historiography (Nordland).
YERMILOV, V. (1956), F. M. Dostoevsky (Moskova).
WALICKI, Andrzej (1987), Rus Düşünce Tarihi (Ankara: Verso) (Çev.: Alaeddin Şenel).
ZENKOVCKY V. V. (1991), Ictoriya Rucckoi Fitosofii (Leningrad).
[1] Makaleyi okuyup, değerli eleştirileriyle
katkıda bulunan İlber Ortaylı, Ahmet M. Aytaç, Pelin Batu’ya ve ayrıca
destekleri için Mikhail Meyer, Alla Glinchikove ve Boris Kagarlitsky’ye teşekkürü
bir borç bilirim.
[2] Metin içinde kullanılan Rusça
kelimelerin transliterasyonunda, Türkçe standart bulunmadığı için, uluslararası
kabul gören İngilizce kurallarına uymaya dikkat edilmiştir.
[3] Berdyaev ve Rozanov’un ilgili tüm
çalışmaları için bkz. http://www.magister.
[4] Örneğin
E.H. Carr (2002), Dostoyevski (İstanbul: İletişim) (çev. Ayhan Gerçeker); Henri
Troyat (2004), Dostoyevski (İstanbul: İletişim) (çev. Leyla Gürsel); Andre Gide
(1998), Dostoyevski (İstanbul: Payel) (çev. Bertan Onaran); W.J. Leatherbarrow
(1992), The Brothers Karamasov (Cambridge); R.L. Belknap (1990), The Genesis of
the Brothers Karamazov (Nothwestem Uni, Illinois); C.A. Flath, “The Passion of
Dmitry Karamazov,” Slavic Review, 58:3, pp. 584-99; Gray Saul Morson, The
Paradoxical Dostoevsky,” The Slavic and East European Journal, 43/3: 85-99; V.
Yermilov (1956), F.M. Dostoevsky (Moskova); Dostoevsky Entsiklopediya (2003:
Moskova); Mihail Fyrnin (2003), Cobranie Miclei Dostoevkogo (Moskova) ve ayrıca
Berdyaev ve Rozanov’un ilgili tüm çalışmaları için bkz. http://www.magister. Msk.ru/library/dostoevs/dostoevs.htm
[5] Jules
Michelet 1581’de bu özellikten dolayı, o gün Ortodoksluk olduğunu söyleyen
Rusya’nın yarın sosyalizm olduğunu iddia ederek Avrupa’yı “kurtarmaya”
kalkacağı öngörüsünde bulunmuştur. (KOHN, 1955: 20)
[6] Toprak
anlamına gelen pochva kelimesinden türetilmiş toprakçı anlamına gelen
dergi adı. Ayağı yere basan gibi bir anlam da vermektedir.
[7] Bu noktada Lacan’ın Dostoyevski’deki formülasyon olan “Tanrı yoksa her şey serbesttir” yaklaşımını tersine
çevirerek, “Tanrı yoksa her şey yasaktır” değerlendirmesi de hatırlanmalıdır.
[8] Bu dönemde
Dostoevsky’nin en çok görüştüğü insanlardan birisidir ve onun sayesinde
Dostoevsky, Çarlık ailesiyle tanışmış ve hatta prenslere ders verme imkânı
bulmuştur.
[9] Ünlü Slavofil şair
Tiutchev’in “Umom Rocciyu ne ponyat- Rusya akılla kavranamaz” dizesini
çağrıştırırcasına.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar