Print Friendly and PDF

SALÂT Ü SELÂM VE SIRLARI



Hzl: İhsan ERKUL
Salât ü selâm, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e duyulan muhabbetin, bağlılığın, samimiyet ve sadâkatin ifâdesidir. Bu açıdan birçok sırları barındırmaktadır. Nitekim İbn Ferhûn el-Kurtûbî “Hadâiku’l-envâr fi’s-salâti ve’s-selâm ale’n-Nebiyyi’l-Muhtâr” adlı eserinde, salât ü selâmdaki sırlan kâfiyeli bir anlatımla şöyle ifâde etmiştir:[1] [2]
“Salâtü’l-Meliki’l-Cebbâr
Şefâatü ’ n-Nebiyyi ’ l-Muhtâr
El-iktidâu bil-Melâiketi’l-ebrâr
Muhâlefetü’l-münâfıkîne ve’l-küffâr
Mahvu’l-hatâyâ ve’l-ezvâr
Avnu alâ kazâi’l-havâici ve’l-evtâr
Tenviru’z-zevâhiri ve’l-esrâr
En-necâtu min dâri’l-bevâr
Duhûlu dâri’l-karâr
Selâmu’r-Rahîmi’1-Gaffâr”
1.                  Salâtü’l-Meliki’l-Cebbâr: Salât ü selâm getiren kimse, her şeyi emri altında tutan ve bütün kâinâtm hâkimi olan Allah’ın salâtına nâil olur. Zira Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), bir hadîs-i şeriflerinde: “Kim bana bir defâ salât ü selam getirirse, buna karşılık Allah Teâlâ da ona on misli salât eder”1 buyurmuşlardır.
2.                  Şefâatü’n-Nebiyyi’l-Muhtâr: Salât ü selâm getiren kimse, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in şefâatine nâil olur. Ebû’d-Derdâ (radiyallâhü anh), Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den şöyle rivâyet etmiştir: “Kim, sabah akşam bana on defa salavât getirirse, kıyâmet günü şefâatim ona ulaşır.”[3] [4]
3.                  el-İktidâu bi’l-Melâiketi’l-Ebrâr: Her an ibâdet ve tâatle meşgul olan meleklere uymuş olur. Nitekim Allah Kur’an’ı Kerîm’de: “Şüphesiz ki Allah ve melekleri o Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na salât edin; tam bir teslimiyetle selâm verin’’[5] buyurmuştur.
4.                  Muhâlefetü’l-münâfıkîne ve’l-küffâr: Münâfık ve kâfirlere muhâlefet etmiş olur. Çünkü Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salavât okumaları konusunda mü’minler muhâtap alınarak, “Ey îmân edenler ”[6] denilmiştir. Sahih olan görüşe göre, İslâm’ın fürûatıyla muhâtap olmalarına rağmen kâfirler bu emrin dışında tutulmuşlardır. Çünkü Hz.
Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salavât okumak Allah’a yakın olma sebeplerindendir. Bunun için kâfirler bu yakınlığa lâyık görülmeyip sâdece mü’minler lâyık görülmüşlerdir.1
Huzeyfe (radiyallâhü anh)’dan rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), şöyle buyurmuşlardır:
“Cumartesi günü bana çokça salât ü selâm getirin. Çünkü Yahûdiler o gün bana çokça söverler. Kim cumartesi günü bana 100 defâ salât ü selâm getirirse nefsini cehennemden âzâd etmiş olur, şefâatim ona gerekli olur ve sevdiklerinden dilediklerine şefâat eder.
Pazar günü de Rumlara muhâlefet edin.” Sahâbîler: “Ya Rasûlallah! Rumlara nasıl muhâlefet edebiliriz?” diye soranca, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), şöyle dedi: “O gün kiliselerine girip sâlibe taparlar ve bana söverler. Kim Pazar günü sabah namazını kıldıktan sonra oturup güneş doğuncaya kadar Allah’ı tesbîh eder sonra da iki rek’at namaz kılıp bana yedi defâ salât ü selâm getirir ise, anne babası da bağışlanır. Duâ ederse Allah duâsını kabul eder, bir şey isterse istediğini verir.”[7] [8]
5.                      Mahvu’l-hatâyâ ve’l-ezvâr: Salat ü selâm, kişinin hatâ ve günahlarının silinip, affedilmesine vesile olur. Nitekim Übey b. Kâ’b (radiyallâhü anh)’dan rivâyet edildiğine göre; “Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) gecenin dörtte biri geçince kalkar ve şöyle derdi: “Ey insanlar, Allah’ı zikredin! Sarsıntı gelecek, arkasından onu diğer bir sarsıntı izleyecek; ölüm bütün haşmetiyle gelecek, ölüm bütün haşmetiyle gelecek”
Übey b. Ka‘b diyor ki: “ Ya Rasûlallah! Sana çok salât ü selâm getirmek istiyorum, duânıın ne kadarım buna ayırayım,” dedim. Rasûlullah: “Ne kadar dilersen” buyurdu. Ben: “Dörtte biri olur mu?” dedim. Rasûlullah: “Ne kadar dilersen, fakat daha fazla yaparsan senin için daha iyi olur” buyurdu. Ben, “Yansı olsa nasıl olur?” dedim. Rasûlullah: “Ne kadar dilersen, fakat daha fazla yaparsan senin için daha iyi olur” buyurdu. Ben: “Üçte ikisi kadar olsa” dedim. Rasûlullah: “Ne kadar dilersen, fakat daha fazla yaparsan senin için daha iyi olur” buyurdu. Ben: “O zaman duânın hepsini sana salât ü selâm getirmeye ayırayım” dedim. Rasûlullah: “O zaman isteklerin için (salât ü selâm) sana kâfi gelir ve günahların bağışlanır.” buyurdu.[9]
6.                      Avnu alâ kazâi’l-havâici ve’l-evtâr: Salât ü selâm getiren kimse, önemli ihtiyaçlanmn giderilmesinde Allah’ın yardımına nâil olur. Câbîr (radiyallâhü anh)’dan rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bana günde 100 defâ salât ü selâm getirirse, Allah onun 70 tanesini âhirete, 30 tanesi dünyâya âit olan 100 ihtiyâcım karşılar.”1
7.                       Tenvîru’z-zevâhiri ve’l-esrâr: Salat ü selâm getiren kimse, hem zâhirini hem bâtınını nurlandırmış olur. Ebü’l-Muzaffer şöyle demiştir: “Bir gün Ka‘b’ın mağarasına girdim. Yolumu şaşırdım. Birden bir adam gördüm. O bana şöyle dedi: “Yanımda yürü” Onunla beraber yürüdüm. Kendi kendime: “Bu adam belki de Hızır’dır” dedim. O’na “İsmin nedir?” diye sordum. O da: Hızır” dedi. Onunla beraber bir arkadaşını daha gördüm. Ona da “Senin ismin nedir?” diye sordum. “İlyas ibn Şam” dedi. Allah size merhamet etsin, siz Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i gördünüz mü?” dedim. “Evet” dediler. Ben de: “Allah’ın güç kuvveti aşkına, bana O’ndan bir haber verin ki, onu sizden rivâyet edeyim.” dedim. “Biz Rasûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in “Muhammed aleyhissalâtü vesselâma salât getiren bir mü’minin kalbini, Allah o salât sebebiyle, basiret sahibi yapar ve nurlandırır” buyurduğunu işittik dediler.”[10] [11]
8.                       en-Necâtu min dâri’l-bevâr: Salât ü selâm getiren kimse helâk edici cehennem yurdundan kendini kurtarmış olur. Enes b. Malik tarafından rivâyet edilen bir hadîste Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bana bir defâ salât ü selâm getirirse Allah ona on defâ salât eder, on defâ getirene yüz defâ salât eder. Kim de bana yüz defâ salat ü selâm getirirse, Allah onun iki gözünün arasına nifaktan ve ateşten kurtuluş berâtı yazar ve kıyâmet gününde şehîdlerle birlikte iskân eder.”[12]
9.                       Duhûlü dâri’l-karar: Salât ü selâm getiren kimse, devamlı kalacağı cennet yurduna girer. Nitekim Ebû Hafs (radiyallâhü anh), Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Bir kimse, bana günde 100 kez salavât-ı şerife getirirse, cennetteki mâkâmını görmeden ölmez.”[13]
10. Selâmü’r-Rahînıi'l-Ğaffâr: Salât ü selâm getiren kimse, günahları bağışlayan ve merhametli olan Allah’ın selâmına nâil olur. Nitkim Ebû Talha (radiyallâhü anh) dedi ki: “Bir gün, Rasûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine: “Ya Rasûlallah! Yüzünüz de bir sevinç görüyoruz, dedik. Buyurdular ki: “Bana Melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammedi Rabbin diyor ki: Sana salât okuyan herkese, benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam, sana (ikrâm olarak) yetmez mi?”1
Anlaşılan o ki, O’na getirilen salâl ü selâmlar, gerçek sırrı tam bilinmese de birçok müjdeyi barındırmaktadır. Bütün bu sırların, salât ü selâm getiren kimseye dünyâ ve âhiret saâdetini müjdelediği anlaşılmaktadır. Her şeyden önce, O’na getirilen salavât, Hz. Peygamber’in şefâatine inşam çekip götüren birer vesîleyse. şüphesiz bu en büyük mükâfattır.
Salât ü Selâmın Diğer İbâdetlerde Bulunmayan Hikmetleri
Salât ü selâm, diğer ibâdetlere nisbetle Allah’ın katındaki en sevimli ibâdet olması hasebiyle, onda diğer ibâdetlerde olmayan bir takım hikmetler bulunmaktadır. Yanyalızâde eserinde bu husûsa dâir yedi hikmetten bahseder[14] [15]:
1. Salât ü selâm okuyan kimse “O’na yaklaşmaya yol arayın[16] âyetinin emri gereğince Allah’a vâsıl olmada en büyük vesile olan Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i kendisine vesîle yapmış olur. Allah katında ise O’ndan daha muhterem ve kıymetli bir vesile ve vâsıta yoktur.1
2.                      Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in şerefini yüceltmek ve O’nu ta‘zîm etmek için nazil olan “Ey imân edenler! Siz de O’na salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin’’[17] [18] ayetinde geçen bu İlâhî emre tâbi olmakla dâreyn saâdeti elde edilir.[19] Zîrâ rivâyet edildiğine göre, Hz. Musâ’ya Allah şöyle buyurmuştur: “Ya Mûsa! Senin sözün diline, kalbî düşüncelerin kalbine, rûhun cesedine ve gözünün nûru gözüne ne kadar yakınsa, ben sana daha yakın olayım ister misin?” Hz. Mûsa cevâben: “Evet ya Rabbî isterim” demesi üzerine Allah: “O zaman Muhammed üzerine çok salât ü selâm oku”[20] demiştir. Bundan Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in Allah indindeki kadr u kıymetinin ne derece büyük olduğu ve O’na salât ü selâm getirmenin ne kadar matlûb-ı İlâhî olduğu anlaşılmaktadır.[21] Aym şekilde yukardaki rivâyetten salât ü selâmın Allah’a yakın (kurbiyyet) olmaya vesîle olduğu anlaşılmaktadır.
3.                       Bizzat Allah ve melekleri, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salât ettikleri için, mü’minlerin de Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e sevgilerini belirtmek ve O’nu yüceltmek maksadıyla Allah ve meleklerine ittibâ edip, salât ü selâm getirmekle nâil olacakları iktidâr başka hiçbir ibâdette yoktur. Zîrâ Allah’ın bizzat yaptığı bir işi, kuluna da yapmasım emretmesi ve o kulun da bu İlâhî emri yerine getirmesiyle kavuşacağı nzâ-i İlâhî hiçbir ibâdette yoktur.[22]
4.                      Salât ü selâmla meşgûl olan kimsenin, Allah’ın rızâsına, nice bereketlere, büyük mükâfatlara ve günahların afvına nâil olacağına dâir Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den birçok hadîs rivâyet olunmuştur. Başka hiçbir ibâdetin faziletine dâir bu kadar hadîs rivâyet olunmamıştır.[23]
5.                      Mü’minlerin dünyada yaratılmalarından îtibâren âhirette cennete girinceye kadar vâsıl olacakları bütün İlâhî nimetlere vâsıta ve vesîle olan Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salât ü selâm getirmeleri, O’nun sayesinde nail oldukları İlâhi lütûf ve ihsânlara bir şükrân ifâdesidir. Bu şükrân da başka bir ibâdetle îfâ olunamadığından, salât ü selâmın üstünlüğüne başka hiçbir ibâdet denk olamaz.1,
6.                       Ruh terbiyesinde ciddî tesirinin tecrübe edildiği salât ü selâm husûsunda bütün Ehlullah ittifakla şöyle söylemişlerdir: “Salât ü selâm, mürşid-i kâmil bulamayan kimselerin irşâd ve terbiyesi için, mürşid-i kâmil mâkâmına kâim olur.”[24] [25]
7.                       Bir kimse salât ü selâmla meşgul olursa o kimsenin kemâl ve tekemmülüne bir i‘tidâl hâsıl olur ki, bu i’tidâl yalnız salât ü selâma mahsus bir “sırr-ı mektûm” olduğundan, başka bir ibâdette yoktur. Zîra mürşidsiz yapılan diğer ibâdet, vird ve zikirlere çokça devâm edildiğinde elde edilen nûrâniyyet ve levâmi‘, sâlikin beşerî sıfatında inhirâf ve şiddetli bir harâret peydâ eder. Hâlbuki salât ü selâm hem zikrullahı hem de duâ ile berâber zikr-i Rasûlü kapsadığından, ne kadar çok okunursa okunsun, letâife mâ-i lezîz gibi olduğundan, tarikat makamlarından hâsıl olan hayret, inhirâf ve şiddetli harâret gibi halleri serinletip dindirmekle beraber, sâlikin nüfûsunu güçlendirip, söz konusu olumsuzlukların düzelmesinde ona yardım eder. Salât ü selâm kendine mahsûs olan bu özelliğinden dolayı, mürşid-i kâmil bulamayanların irşâd ve terbiyesinde mürşid-i kâmil makâmına kâim olur.[26]
B.                       Salât ü Selâmın Değeri
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salât ü selâm getiren kişi bununla, Allah’ı zikretmiş, nimetlerine şükretmiş, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in adını anmış ve O’nun için Allah’tan mükafât istemiş olmaktadır. Bunun için salât ü selâm, Allah’ın varlığım ikrâr, ilmini, kudretini ve irâdesini tasdik etmiş olmak demektir. Diğer bir ifâde ile salât ü selâm getiren mü’min, amellerin efdalini ve îmâmn tümünü kapsayan bir ibâdeti icrâ etmiştir.[27]
Allah’ın bizzat kendisi ve melekleri, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salât etmektedirler.1 Bu yüzden müminlerin Allah’a ve meleklerine ittibâ edip, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i sevmek ve yüceltmek maksadıyla getirdikleri salât ü selâmdan dolayı elde edecekleri feyiz ve bereketin başka bir ibâdette bulunmadığı ulemâ tarafından bildirilmiştir.[28] [29] Zira Allah’ın bizzat yaptığı bir işi, kuluna da yapmasını emretmesi ve o kulun da bu emre ittibâ etmesiyle elde edeceği nzâ-i İlâhînin tahmin ve tasavvuru mümkün değildir.[30] Ebu’l-leys es-Semerkandî, salât ü selâmın diğer ibâdetlerden daha faziletli olduğunun anlaşılması için, Ahzâb 56. âyete bakılmasının yeterli olacağını söylemiştir. Nitekim âyete bakıldığında dikkat çeken husus şudur ki; Allah diğer ibâdetleri yapmaları için kullarına emrederken, salât ü selâm da önce kendisinden başlamaktadır. Sonra salâtı meleklere sonra da müminlere emretmektedir. Bu durum ise, salât ü selâmın değerini açıkça ortaya koymaktadır.[31]
Vâhidî’nin senediyle el-Asmaî şöyle demiştir: “Mehdî’yi Basra’nın minberinde şöyle derken duydum. Allah, önce kendisinin yaptığı ve daha sonra meleklerinin yaptığı bir şeyi sizlere emretmiştir. Peygamberinin şerefini yüceltmek için, “Allah ve melekleri, Peygamber üzerine salât ederler.[32]buyurmuştur. Bu şerefi peygamberler içerisinde Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e bahşettiği gibi, O’na salât etmeyi de ümmetler içerisinden sizlere tahsis etmiştir. Allah’ın bu nimetine karşı şükrederek ve Peygamberine çokça salavât getirerek mukâbelede bulunun.”[33]demiştir. Hz. Ebûbekir (radiyallâhü anh)’ın şu sözü salât ü selâm ibâdetinin faziletini ortaya koymaktadır: “Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salât ü selâm getirmek, soğuk suyun ateşi söndürmesinden daha etkili bir şekilde günahları yok eder, söndürür. Yine salât ü selâm köle âzâd etmekten daha efdaldir. Çünkü köle âzâd etmek cehennemden kurtulup, cennete girmek için yapılan bir davramştır. Fakat salât ü selâm Allah’ın selâmının karşılığıdır. Allah’ın selâmı ise bin iyilikten (hasene) efdaldir.”[34] demiştir. Yine bu husûsta, Sehl Tüsterî: “Salavât, ibâdetlerin en üstünüdür. Çünkü Allah, salâtı başta kendisi ve melekleri yaptıktan sonra müminlere emretmiştir. Diğer ibâdetlerde ise böyle değildir. Yani Allah diğer ibâdetleri kullarına emreder fakat kendisi yapmaz.” demektedir.1
Kulun Rabbine karşı yaptığı duası ve O’ndan bir şeyler istemesi iki kısımdır: Birincisi, önemli ihtiyaçlarım, olmasım arzu ettiği şeyleri kendi adına Allah’tan istemesidir. İkincisi, salât ü selâm getirerek, Allah’ın Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i senâ etmesini, şerefini artırıp kadrini yüceltmesini istemesidir. İbnü’l-Kayyîm’e göre kulun bunu yapmasını Allah ve Rasûlü sever. Kim bunu kendi istek ve arzularına tercih ederse, Allah ve Rasûlü’nün sevdiklerini, kendi sevdiklerine tercih etmiş olur. Allah da, onu diğer kullarına tercih eder. Çünkü “elcezâu min cinsi’l-amel”[35] [36] denmiştir. O’na göre bu, kul için öyle bir şereftir ki, salât ü selâm getirmek kula hiçbir fayda sağlamasaydı bile, sadece bu şeref kul için yeterli olurdu.[37]
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e yapılan salât, O’nun aslında salâta olan ihtiyacından dolayı değildir. Çünkü Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e, Allah salât etmiştir. Allah’ın salât ettiği bir kimsenin, meleklerin ve mü’minlerin salâtına ihtiyacı yoktur.[38] Salât ü selâm ancak O’na duyulan saygıyı, hürmeti, bağlılığı ifâde etmek içindir. Nitekim Allah, hiç ihtiyacı olmadığı halde kullarına, kendisini çokça anmalarını farz kılmıştır.[39] Salât, ancak Allah’ın kullarına bundan dolayı mükâfât vermesi, şefkat ve merhamet göstermesi ve kullarının da, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e olan saygılarını ortaya koymaları içindir.[40] Bunun yamnda Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salavât getirmek, Allah ve melekler ile aynı işte birleşmek demektir. Bu da kul için fevkalâde heyecan verici bir birlikteliktir. Ümmet içinse en büyük şereftir.[41]
Peygamber ve ümmet ilişkisinde müslümanların nasıl bir yol izlemeleri gerektiği Kur’an-ı Kerîm’in muhtelif ayetlerinde beyân edilmiştir. Bu ilişki çerçevesinde, Kur’an’da beyân edilen hususlardan biri de ümmetin peygamberine salât ü selâm getirmesidir.
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e getirilen salât ü selâmın kabûlü hususunda bazı ulemâ; Allah’a, O’nun emrine ve meleklerine iktidâ etmek, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in şâmm yüceltmek ve nzâ-i İlâhî’ye nâil olmak gibi hâlis bir niyetle getirilen salât ü selâmın Allah’ın indinde mutlaka kabûl olacağı (kabûlü kat‘î) görüşünü savunmuşlardır. Yani bu görüşü kabûl eden âlimlere göre, salât ü selâm getiren kimse, konuyla ilgili Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in sahîh hadîslerinde rivâyet olunan müjdeye, mutlaka nâil olacağım söylemişlerdir. Bazı ulemâ ise, gâlib-i zann ile kabûlü zannîdir diyerek salât ü selâm getiren kimsenin hadîslerde geçen müjdeye nâil olmasının, olmamasından daha kuvvetli olacağı görüşünü benimsemişlerdir.1
Ebû Süleyman ed-Dârânî[42] [43], bir kimsenin Allah’tan bir şey isteyeceği zaman, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salât ü selâmını artırmasını sonra isteğini Allah’a arz etmesini ve duâsım salât ü selâm getirerek tamamlamasını tavsiye etmiştir. Zîra ona göre, Allah Teâlâ iki salât ü selâm arasında yapılan duâyı kabûl buyurur. Bu görüşüne binâen, “Allah kerem sâhibidir. İki makbûl salât ü selâmın arasında makbûl olmayan bir şey bırakmaz”[44] demiştir.[45] Nitekim Hz. Ali (radiyallâhü anh)’dan rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem): “Hiçbir duâ yoktur ki, semâ ile arasında bir perde olmasın. Tâki Hz. Muhammed’e salât ü selâm getirinceye kadar. Bunu yapınca perde yırtılıp duâ (göğe) çıkar. Salât ü selâm getirmeyince duâ geri döner.”1 buyurmuştur.
Ahmet bin Mübârek[46] [47]’in naklettiğine göre, şeyhi Abdülaziz Debbâğ[48], Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salât ü selâm getiren herkesin salât ü selâmının kesin olarak kabûl olunacağım iddia edenlerle, aym görüşte değildir. Şeyh Abdülaziz Debbağ’a göre, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e getirilen salât ü selâm, amellerin en üstünüdür. Ayrıca salât ü selâm cennetin etrafındaki meleklerin zikridir. Melekler her salât ü selâm getirdiklerinde cennet artıp genişlemektedir. Bu salât ü selâmın bereketiyle olmaktadır. Fakat ona göre, getirilen her salât ü selâmın mutlaka kabûl olunacağı kestirilemez. râ salât ü selâm temiz bir zattan temiz bir kalpten çıktığında makbûldür. Çünkü temiz bir zattan çıkan salât ü selâm, gösteriş ve kendini beğenmişlik gibi hastalıklardan uzak olarak söylenmektedir.[49]
Muhlasaru’l-akîde’nın müellifi Seyyid Muhammed bin Yûsuf es-Senûsî (ö.895/1490)’ye, fukahâdan bazısının, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salât ü selâm getiren herkesin salât ü selâmının kabûl olunup reddolunmayacağını söylediklerini, kendisinin bu hususta ne düşündüklerini sormuşlardır. İmam Senûsî, Şâtıbiyye şârihi Ebû İshâk[50]’ında böyle bir soruyla karşılaştığım söylemiştir. İmam Senûsî’ye göre, eğer salât ü selâm getiren kimsenin mutlaka salât ü selâmının kabul olunduğu söylenecek olursa, o zaman o kimsenin hüsn-i hâtime (güzel son) üzere bulunduğu da söylenmelidir. Halbuki bir adamın ömrünün sonunun iyi veya kötü olacağı meçhûldür. Bu hususta âlimlerin ittifâkı vardır. O’na göre salât ü selâmın kabûl olunmasının mânâsı şudur: Allah Teâlâ salât ü selâm getiren kişinin hüsn-i hâtimesine hükmetmişse, kader çizgisini öyle hazırlamışsa, o zaman kişinin Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e getirmiş olduğu salât ü selâmın sevabını makbûl ölçüde bulur. Bunda hiç şüphe yoktur. Çünkü Allah’ın fazl u keremi sonsuzdur. Salât ü selâm, eğer sahibinden Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e sevgiyle getirilirse o takdirde, salât ü selâmın kesinlikle kabûl olunduğu söylenilebilir.1
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e hâlis niyetle getirilen salât ü selâm hakkında, ya kabûlü kat‘îdir veya gâlib-i zann ile kabûlü zannîdir deyen Şeyh Yûsuf Yanyavî bizim de iştirak ettiğimiz şu görüşü beyân eder: “İster kabûlü kat‘î olsun ister zannî olsun, salât ü selâmın okunmasında başka ibâdetlerde olmayan bir takım feyiz ve bereketler vardır. Hal böyle olunca kul, salât ü selâm tarîkim tecrübe ettiğinde, başka ibâdetlerde bulamayacağı feyiz ve bereketleri elde eder.”[51] [52]
Sh: 68-79
Kaynak: İhsan ERKUL,  Yanyalızâde’nin El-Meslekü’l-Kavî Li Tahsıli’t-Tarıki’l-Üveysı Risâlesi Ve Tasavvufta Üveysîlik, T.C. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyât Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi  ,İstanbul 2006



[1] Geniş bilgi için bkz. Kastalânî, Mesâlikü’l-hunefâ, s. 207-250; Metâliü’l-meserrât, s. 15,16; en-Nebhânî, Efdalü’s-salavât s. 46-56, Selahattin Yıldırım, a.g.e., s. 61-104.
[2] Metâliu’l-meserrât, s. 15; el-Meslekû’l-kavî, s. 16-17; en-Nebhânî, Efdalü’s-salavât ala Seyyidi’s-sâdât, s.50 (Aynı eserin trc. İçin, bkz. En Faziletli Salavât-ı Şerifeler, Cevher yayınevi, İstanbul, tarihsiz, s. 71- 72.
'Müslim, Salât, 7; Ebû Dâvûd, Vitir, 26; Tirmîzî, Vitir, 21; Nesâî, Ezân, 37, Sehv, 55.
[4]Heysemî, Mecmau’z-zevâid, X, 120; Münâvî, Feyzü’l-kadîr, VI, 169; en-Neysâbûrî, Şerefli’l-Mustafâ, V, 77; (bkz. Selahattin Yıldırım, a.g.e., s. 69). Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), ezân işittiği zaman, “Allahümme Rabbe hâzihi da‘veti’t-tâmme...” duasını okuyan kimsenin şefâatine nâil olacağını buyurmuştur. Mü’minlerin bu duada O’nun için istediği “vesile” Hz.Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’ın şefâatçi kılınmasının talebidir. (Buhârî, Ezân, 8; Ebû Dâvud, salât, 28,; Tırmizî, salât 157; Nesâî, Ezân, 38, (2,26); İbn Mâce, Ezân, 4.
[5] el-Ahzâb, 33/56.
[6] el-Ahzâb, 33/56.
[7] es-Sehavî, ag.e., s. 96-97.
[8] es-Sehavî, a.g.e., s. 384.
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 136; Beyhakî, Şüabu’l-îmân, II, 187; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, X, 160; Arıca bkz. İbrahim Canan, ag.e., c. VII, s. 142-143.
[10]         Beyhakî, Şüabü’l-îmân, III, 111; es-Sehâvî, a.g.e., s. 271; İsmail Hakkı Bursevî, a.g.e., s. 230.
[11]         Bkz. Firûzâbâdî, es-sılâtü ve’l-büşer, s. 84, no:112; Aynı eserin Türkçe trc. için, bkz. H. Hafız Mustafa Demirkan, H. Hafız İsmail Tavman, Rasûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmek, Konya 1998, s. 71-72.
[12]         Nesâî, I, 385 (No: 1220), VI, 98 (No: 10194); Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 120.
[13]        Terğîb ve Terhîb, Hikmet Yayınları, 1984/1986, c. III, s. 518, No:22; Firûzâbâdî, a.g.e., Beyrut 1985, s. 49, no: 20; Türkçe trc. İçin bkz, H. Hâfız Mustafa Demirkan, H. Hafız İsmail Tavman a.g.e., s. 31.
[14]         Nesâî, Sehv 55, (3, 50).
[15]        el-Meslekû 1-kavî, s. 96-99.
[16]         el-Mâide, 5/35.
[17]        el-Meslekû ’l-kavî, s. 96.
[18]         el-Ahzâb, 33/56.
[19]        el-Meslekû ’l-kavî, s. 96.
[20]        Metâliu ’l-meserrât, s. 14; el-Meslekû’l-kavî, s. 97.
[21]        el-Meslekû ’l-kavî, s. 97.
[22]         a.g.e., s. 97.
[23]        el-Meslekû ’l-kavî, s. 97-98.
[24]         a.g.e., s. 98.
[25]         a.g.e., s. 98.
[26]         a.g.e., s. 98. Altıncı ve Yedinci maddelerle ilgili konular, “Salât il Selâm ve Seyr u Sülük” başlığı altında işlenecektir.
[27]         İbnü’l- Kayyim el-Cevziyye, Cilâu’l-efhâm s. 310; Kastâlânî, Mesâlikü’l-hunefâ, s. 208-209; Nebhânî, Efdalü’s-salavât alâ seyyidi's-sâdât, s. 52; en-Nebhânî, Saâdetü’d-dâreyrı, s. 46; Selahattin Yıldırım, a.g.e., s. 91-92.
[28]         el-Ahzâb, 33/56.
[29]        el-Meslekü’l-kavî, s. 97.
[30]         a.g.e., aynı yer.
[31]Metâliu’l-meserrât, s. 21.
[32]         el-Ahzâb, 33/56.
[33]         en-Nebhânî, Efdalü’s-salavât, s. 12; es-Sehâvî, a.g.e., s. 89-90; İsmail Hakkı Bursevî, a.g.e., c. VII, s. 223. Ayrıca bkz. Selahattin Yıldırım, a.g.e., s. 50-51.
[34]         İsmail Hakkı Bursevî, a.g.e., c. VII, s. 224.
[35]        a.g.e., aynı yer; K. Ali Doksanyedi, a.g.e., c. II, s. 32; Hidayet Işık, a.g.m., s. 268.
[36]         Trc. “Mükâfat amelin özelliğine göredir.”
[37]         İbnü’l-Kayyîm, a.g.e., s. 311; Selahattin Yıldırım a.g.e., s. 92.
[38]         Mesâlikü’l-hunefâ, s. 87.
[39]         ÂİU İmrân, 3/ 41; el-Ahzâb, 33/ 41- 42; Cum‘a, 62/10.
[40]         Fahrettin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, (Trc. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sâdık Kılıç, Sâdık Doğru), Ankara 1994. c. XVIII, s. 291; Mesâlikü’l-hunefâ, s. 87.
[41]         İsmail Lütfü Çakan, Hadîslerle Gerçekler 2, s. 166.
[42]        el-Meslekü’l-kavî, s. 95.
[43]         Kara Dâvûd, Delâil-i Hayrât şerhinde Ebû Süleyman ed-Dârânî hakkında şunları söyler: “Asıl adı, Abdurrahman b.Atiyye’dir. Kendisi Dârân’lıdır. Dârân, Şâm köylerinden birinin ismidir. Bu zât, oranın ileri gelen tarikat şeyhlerinden ve büyük âlimlerindendir. Zühd ve takvâda kâmil, fâzıl bir kimse idi. Asrında yaşayan büyük şeyhlerin meşhûrlarındandı. (h.215/m.830) senesinde vefât etmiştir. Ayrıca Kara Dâvûd, “Şeyh Ebû Süleyman Dârânî bu gizli sırrı beyân etmek sûreti ile; ümmet-i Muhammed’e işlerini kolaylıkla nasıl halledebileceklerinin yolunu göstermiş oldu” demiştir, (bkz. Kara Dâvûd, Delâil-i Hayrât Şerhi, Sad. Abdülkadir Akçiçek, s. 29-30).
[44]         İbn Kayyim el-Cevziyye, Cilâu’l-efhâm, s. 291; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, 2/39 (1620); Cezûlî, a.g.e., Semerkand yayınları, İstanbul 2006, s. 8; Şerhu’s-salâti’l-meşîşiyye, s. 44; Kara Dâvûd, a.g.e., s. 29- 30.
[45]         Ebû Süleyman ed-Dârânî salât u selâmın “kabûlü kat’îdir” görüşünü benimseyen ulemâdandır, bkz. Şerhü’s- salâti’l-meşîşiyye, s. 44.
[46]         Deylemî, el-Firdevs, IV, 47.
[47]         Ahmet bin Mübârek, Şeyhi Abdülaziz Debbağ’dan işittiklerini el-İbrîz (2 cilt) adlı eserinde anlatan yazardır, bkz. Firûzâbâdî, a.g.e., trc. H. Hâfız Mustafa Demirkan, H. Hafız İsmail Tavman, s. 103.
[48]         Abdülaziz Debbağ, XII. asır Fas bölgesinde yetişmiş büyük bir âlim ve tasavvuf büyüğüdür, bkz. Firûzâbâdî, a.g.e., trc. H. Hâfız Mustafa Demirkan, H. Hâfız İsmail Tavman, aynı yer.
[49]         bkz. a.g.e., s. 102- 103.
[50]         Ebû İshâk eş-Şâtıbi, “Kabûlü kesin olmayan diğer ibadetlerin aksine salât U selâm mutlaka kabûl edilir.” görüşünü benimseyenlerdendir, bkz. Şerhü’s-salâti’l-meşîşiyye, s. 44.
[51]         bkz. Firûzâbâdî, a.g.e., s. 103.
[52]        Ta‘rîfü’s-seyr, s. 4-5.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar