ŞEYTAN HAKKINDA BİLİNMEYENLER
Diğer din ve inanışlarda şeytan kötü ruh
olarak nitelendirilmektedir. Aynı şekilde cinler de bu grubun içerisinde zikredilmiştir.
Şeytanı ve cini, iki ayrı yapı olarak ele alıp insanlara tanıtan sadece
İslam'dır. Kur'an-ı Kerim'de şeytanla ilgili olarak bizlere aktarılan
ayetleri görelim.
4/118.-119.-120.
ayetler: “Allah onu rahmetinden kovdu, o da şöyle dedi: 'Elbette senin
kullarından belli bir takımı alıp onları saptıracağım, onlara kuruntu
kurduracağım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah Teâlâ’nın
yarattığını değiştirmelerini emredeceğim.' diyen, Allah Teâlâ’nın lanet
ettiği azgın şeytana taparlar. Allah Teâlâ’yı bırakıp şeytanı dost edinen
şüphesiz açıktan açığa kayba uğramıştır. Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara
düşürüyor, ancak aldatmak için vaatte bulunuyor.”
7/12.-18.
ayetler: 'Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?' dedi. 'Beni
ateşten, onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm' cevabını verdi. Buyurdu 'Öyleyse
in oradan, orada kibirlenmek senin haddin değildir. Hemen çık git çünkü sen
alçaklardansın.' İblis, 'İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar beni
ertele!' dedi. Allah; 'Sen erteye bırakılanlardansın.' dedi. 'Beni
azdırdığın için, ant olsun ki, senin doğru yolun üzerinde onlara karşı
duracağım sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım;
çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.' dedi. Allah, 'Yerilmiş ve kovulmuşsun,
oradan defol; ant olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, onları ve sizi,
hepinizi cehenneme dolduracağım.' dedi.”
7/27.
ayet: “Ey insanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek
için elbiselerini soyarak ananızı' babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de
şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi
görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.”
7/30.
ayet: “Allah insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi, fakat bir
takımı da sapıklığı hak etti, çünkü bunlar Allah Teâlâ’yı bırakıp şeytanları
dost edinmiş ve kendilerini doğru yolda sanmışlardı.”
7/200-201.
ayetler: “Şeytan seni dürtecek olursa Allah Teâlâ’ya sığın, doğrusu o
işitir ve bilir. Allah Teâlâ’ya karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından
bir vesveseye uğrayınca, Allah Teâlâ’yı anarlar ve hemen gerçeği görürler.”
14/22.
ayet: “İş olup bitince, şeytan: 'Doğrusu Allah size gerçeği söz
vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım,; esasen sizi
zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni
değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni
kurtaramazsınız. Beni Allah Teâlâ’ya ortak koşmanızı daha önce kabul
etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır.' der.”
16/98-100.
ayetler: “Kur'an okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah Teâlâ’ya
sığın. Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir
nüfuzu yoktur.”
17/61.
ayet: “Meleklere: 'Âdem'e secde edin.' demiştik, iblisten başka hepsi
secde etmiş, o ise: 'Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?' demişti.”
17/65.
ayet: “Doğrusu benim mümin kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin
olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.”
18/50-51.
ayetler: ''Meleklere: 'Âdem’e secde edin.' demiştik. İblisten başka
hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Ey
insanoğulları! Siz beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Hâlbuki
onlar size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!.
Oysa ben onları ne göklerin ve yerin yaratılmasında ve ne de kendilerinin
yaratılmasında hazır bulundurdum. Saptıranları hiçbir işte asla yardımcı da
edinmedim.”
19/68.
ayet: “Rabbine and olsun ki biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla
beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır
bulunduracağız.”
24/21.
ayet: “Ey inananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına
takılırsa, bilsin ki o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah Teâlâ’nın size
lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat
Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.”
29/38.
ayet: “Ad ve Semud milletlerini de yok ettik. Bunu, oturdukları yerler
göstermektedir. Şeytan kendilerine, işlediklerini güzel gösterdi;
onları doğru yoldan alıkoydu. Oysa kendileri bunu anlayacak durumda idiler.”
35/6.
ayet: “Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır” siz de onu
düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yareni olmaya
çağırır.”
36/62.
ayet: “And olsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştı, akletmez
miydiniz?”
37/6-10.
ayet: “Şüphesiz biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu,
inatçı her türlü şeytandan koruduk. Onlar yüce âlemi asla dinleyemezler. Her
yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır.”
38/71-85.
ayetler: “Rabbin meleklere şöyle demişti: 'Ben çamurdan bir insan
yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.'
İblisten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, büyüklük taslamış ve
inkarcılardan olmuştu. Allah: 'Ey iblis, kudretimle yarattığıma secde etmekten
seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın?' dedi.
İblis: 'Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.'
dedi. Allah: 'Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Din gününe kadar lanetim
senin üzerinedir.' dedi. 'Rabbim! Dirilecekleri güne kadar beni ertele.' dedi.
Allah: 'Sen bilinen güne kadar erteye bırakılanlardansın.' dedi. İblis: 'Senin
kudretine and olsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana,
hepsini azdıracağım.' dedi. Allah: 'Doğrudur, işte ben hakikati
söylüyorum, sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım. ' dedi.”
43/36-39.
ayetler: “Rahman olan Allah Teâlâ’yı anmayı görmemezlikten gelene,
yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz. Şüphesiz onlar bunları
yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar. Sonunda bize
gelince arkadaşına: 'Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki
kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!' der. nedametin
bugün size hiç faydası dokunmaz zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azapla
birleşiniz.”
58/10.
ayet: “Gizli toplantılar inananları üzmek için şeytanın istediği
şeydir; Allah Teâlâ’nın izni olmadıkça şeytan onlara bir zarar veremez. inananlar
yalnız Allah Teâlâ’ya güvensinler.”
58/19.
ayet: “Şeytan onların başlarına dikilip Allah Teâlâ’yı anmayı
unutturmuştur. İşte onlar şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki şeytanın
taraftarları elbette hüsrandadırlar.”
Asıl adı “AZAZİL” olan
bu varlığın yaşı, dünyamızın yarı yaşından daha fazladır. Çünkü “AZAZİL”in
Cenab-ı Hakk'ın huzurundan tard edilişi Âdem aleyhisselâmın yaratıldığı
zamandır. Dünyada maddesel anlamda ilk canlının oluşumu üç milyar yıl
öncedir. Bu şekilde değerlendirilirse şeytanın yaşı çok uzun bir zaman
öncesidir. Şeytanın meleklere imamlık ettiği söylenir. Yapısal olarak gerçekten
bir cin mi, yoksa onun dışında bir varlık mı olduğu konusu tartışmaya açık bir
durumdur. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
18/50.
ayet “Meleklere: 'Âdem'e secde edin.' demiştik. İblisten başka hepsi
secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabb'inin buyruğu dışına çıktı. Ey
insanoğulları! Siz beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Hâlbuki
onlar size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!”
Bu ayet-i kerimeyi dikkatli bir şekilde incelediğimizde şunu görüyoruz
ki şeytan cinlerden bir varlıktır. Ancak burada yoruma açık olan yer ise
şeytanın bir cin olmadığını, lafızda “cinlerden idi” kelimesi ile
kendini göstermesidir. Bu şunu gösterir, şeytan yapı itibariyle bir cindir.
Ancak yaşam süresi içerisinde elde etmiş olduğu bilgiler ve takvasıyla Allah
Teâlâ’nın katında mertebe kazanmış bir varlıktır. Biraz daha genişletirsek,
şeytanın asıl yapısının bir cin, fakat manevi yapısının bir veli olduğu
ortaya çıkmaktadır. Ancak bu velilik durumu şeytan için yine de alt
basamaklarda kalmaktadır. Onun, Allah Teâlâ’nın huzurundan kovuluncaya kadar
geçen son dönemleri, veliliğin de ötesinde bir yerdir. Bunu da şu ayet-i
kerimeye dayanarak ortaya koyabiliriz.
17/61.
ayet Meleklere: 'Âdem’e secde edin.' demiştik, iblisten başka
hepsi secde etmiş, o ise: 'Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?' demişti.”
Bu ayet-i
kerimenin mealine dikkat edilirse ilginç bir olayla karşılaşırız. Cenab-ı Hakk
meleklere “Âdem'e secde edin” dediği vakit iblisten başka hepsi
secde etmişti denmektedir. Bu ayet bize şeytanın cinin ötesinde bir varlık, bir
melek olduğunu göstermektedir.
Şeytan öz gerçeklik
anlamında meleklere oranla, bilinç yapısı son derece gelişmiş bir varlıktır.
Nefis sahibi oluşu nedeniyle, mutlak varlığı anlama ve tanıma konusunda oldukça
büyük mertebeler katetmiştir.
Melekler nefis sahibi varlıklar değildirler. Şuur sahibidirler, bilinçleri
vardır ancak şuurlarının yüklendiği bedenleri, kendi bedenleri olarak kabul
etmedikleri için nefis duyguları uyanmamıştır. Taşımış oldukları beden
yapıları, yeme, içme, uyuma türevinden birtakım hadiseleri barındırmaz. Yapı
itibariyle melekler, içinde hiçbir atomik kütleyi barındırmayan saf dalga
boyutlarıdır. Ancak melekler kendi içlerindeki yapısal özelliklere göre de
birtakım farklılıklar içerirler. Kimi, içerisinde enerjiyi dahi barındırmayan
nurdan, kimi de enerjiden (nar) oluşmuştur.
Meleklerin nefis sahibi olmamaları, onları,
nefsin ortaya koyabileceği her türlü kötülükten uzaklaştırmıştır. Meleklerde
muhakeme, kıyas yapma, duyu verilerinden hareket ederek yeni kararlar verme
durumları yoktur. Şuur sahibidirler ancak şuurları sadece kendilerine verilen
emri yerine getirecek ölçüdedir. İnsanla kıyaslandığında, “ben” diye tanımlanabilecek bir yapı ortaya
koyulmaz. Ancak şeytanın bulunmuş olduğu nokta, meleklerden çok daha
farklıydı. ŞEYTANIN SOYU OLAN CİNLER, KENDİ DÜNYALARININ İNSANLARI GİBİYDİ.
Daha önce bahsettiğimiz gibi insanı insan yapan olgu, şuurunun tasarruf sahibi
olmasıdır. Bu tasarruf, insanda ego denilen benlik yapısıyla kendini ortaya
koyar. İnsandaki ve cinlerdeki nefsin çıkış
noktası Allah Teâlâ'nın Rububiyet vasfıdır. Bu “dileme” ve “isteme”
sıfatıdır. İşte bu sıfat, varlığa ben şuurunu aşılar ve irade sıfatının
da açığa çıkmasıyla, benlik dilediği yöne hareket etme özelliği kazanır. Cinler,
insanların sahip olduğu oranda bilinçli değillerdir. Zekâ düzeylerinin ve
duygu yapılarının insanlara oranla oldukça minimum düzeyde olduğunu ifade
etmiştik. İnsan ve cin birbirine kıyaslandığında, sıfatların ortaya çıkışı
noktasında insanın cine olan üstünlüğü göze çarpar.
Cenab-ı Hak insana kendi ruhundan
üflemiştir ve onu “eşref-i mahlûkat” olarak yani “yaratılanların en
mükemmeli” olarak var etmiştir. Bunun nedeni ise Allah Teâlâ’nın birçok sıfatının insanda hayat bulmasıdır. İnsan, bütün
varlıklara göre sahip olmuş olduğu bedeni dilediği gibi kullanmak, muhakeme yapmak,
kıyas yapmak, önceki verilere dayanarak yeni veriler çıkarmak, karar vermek,
uygulamak (irade) yani özetle zeka fonksiyonlarım kullanma konusunda üstündür.
Bu üstünlüğü Allah Teâlâ şu ayetle ortaya koymaktadır. 38/71-85. ayetler: “Rabbin, meleklere şöyle demişti: 'Ben çamurdan bir insan
yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğim zaman ona secdeye kapanın.”'
Burada, secdenin ne manaya geldiği ve
insanın gerçekte nasıl bir varlık olduğu konusunda ayrıntılı bir açıklamaya
girmeyeceğiz. Vurgulamak istediğimiz nokta şeytanın Âdem aleyhisselâm yaratılmadan
önce bulunmuş olduğu konum ve onun insana olan hasedini göstermektir. Cenab-ı
Hakk'ın bütün varlıklara Âdem'e secde etmelerini istemesi şeytanın
kibirlenmesine yol açmıştı. Şeytanın, melekleri takva yönünden geçmiş
olmasına rağmen, nefsi kendisini hakir duruma sokmuştur. İnsana olan hasedi
Cenab-ı Hakk'ın insanı överek ve takdir ederek yaratışı, hatta bütün
varlıkların ona secde etmesini isteyişinden kaynaklanmaktadır. Bir an için
nefsinin esiri olan şeytan, Allah Teâlâ’ya isyan etmiştir. Bunların hepsi
Cenab-ı Hakk'ın takdiri gereğidir.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve onu
üstün kılan özelliklerden bir tanesi de şeytana rağmen Allah Teâlâ’ya olan
yakınlaşmasıdır. Kendisini bu yolda engelleyebilecek birçok sorunla karşılaşmasına
rağmen, bu gaileleri aşarak Allah Teâlâ’ya ulaşmış olan insan gerçekten eşref-i
mahluktur. Ancak buradaki üstün olma durumu kişinin bütün bu engelleri
aştıktan sonra Allah Teâlâ’ya yaklaşması halidir. Allah Teâlâ’yı bulamamış, onu
idrak edip sistemi çözememiş insan ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, zeka anlamında
ne kadar faaliyet ortaya koyarsa koysun şeytandan daha aşağıdır. Çünkü şuur ve
akıl, insana Allah Teâlâ’yı bulması ve sistemi çözmesi için verilmiştir. Şeytan
her ne kadar Allah Teâlâ’nın huzurundan kovulmuş ve lanetlenmiş bir varlık ise
de aklıyla Allah Teâlâ’yı bulmuştur. Tard ediliş gününe kadar Cenab-ı Hakk'a
olan yakınlığını korumuştur. Bu itibarla, yaratıcıyı aklıyla bulamamış olan
kişi şeytandan çok daha aşağı durumdadır.
Şeytan, nefsi yüzünden bulunmuş olduğu
konumdan indirildi ve o bunun sebebi olarak da insanı gördü. Yedinci surenin
11., 22., 24., 27. ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır:
11-
“And olsun ki önce sizi
yarattık, sonra da size şekil verdik. Sonra da meleklere: Âdem'e secde
edin.' dedik. İblisten başka hepsi secde etti. O secde edenlerden olmadı.”
12-
“Sana emrettiğim halde seni
secdeden alıkoyan nedir, dedi. Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten
onu çamurdan yarattın, cevabını verdi.”
13-
“Buyurdu: Öyleyse in oradan,
orada kibirlenmek senin haddin değildir. Hemen çık git çünkü sen
alçaklardansın.”
14-
“İblis: Bana tekrar
dirilecekleri güne mühlet ver; dedi.”
15-
“Sen mühlet
verilmişlerdensin.”
16-
“Öyleyse mademki sen beni
azgınlığa mahkûm ettin ben de buna karşılık and olsun ki onlara karşı senin
doğru yolunda oturacağım.”
17-
“Sonra onlara önlerinden ve
arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoklarını şükredici
bulmayacaksın.”
18-
“Buyurdu: Yerilmiş ve
kovulmuş olarak çık oradan. And olsun ki insanlardan kim sana uyarsa cehennemi
bütün sizle dolduracağım.”
19-
“Ey Âdem sen zevcenle
birlikte cennete yerleş ve ikiniz de dilediğiniz yerden yiyin. Yalnız şu ağaca
yaklaşmayın, sonra zalimlerden olursunuz.”
20-
“Nihayet şeytan ayıp
yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: Rabbinizin size ağacın
meyvasını yasak etmesinin sebebi birer melek haline gelmemeniz yahut burada
ebedi kalıcılardan olmamanız içindir.”
21-
“Ve yemin ederek: Şüphesiz ki
ben size öğüt verenlerdenim, dedi.”
22-
“Böylece ikisini de aldatarak
onları mevkilerinden düşürdü. Ağaçtan tadınca kendilerine ayıp yerleri
göründü. Ve cennetteki ağaçların yapraklarını üst üste koyarak örtünmeye
başladılar. Rableri onlara şöyle seslendi: Ben ikinize de bu ağacı yasak
etmedim mi? Şeytan size apaçık bir düşmandır demedim mi? “
24”Birbirinize
düşman olarak inin. Siz yeryüzünde bir süre için yerleşip geçineceksiniz.”
27”Ey
Âdemoğulları! Şeytan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini
soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi salan size de bir fitne
yapmasın. Çünkü şeytan ve ona mensup olanlar sizin onları göremeyeceğiniz
yerlerden sizi görürler. Şüphe yok ki biz şeytanları inanmayanlara dost
kılarız.”
Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere
şeytan, Allah Teâlâ’nın emrine karşı gelişinin sonucu olarak, bulunmuş olduğu
mevkiden indirilmiş ve Âdem aleyhisselâmda kendisine yasak edilen cinsel
ilişki meyvasını tattığı için mertebesi düşürülmüştür. Bu olayların
hiçbirisi, dünyanın dışında bir yerde değil, burada gerçekleşmiştir. Âdem
aleyhisselâm cenneti dünyadayken yaşamaktaydı ve şeytan da bulunmuş olduğu
konuma, yine dünyadayken erişmişti.
Cennette kişi neyi murat ederse yerine
gelir. Uçar, dünyanın her köşesindeki sesleri duyar. Dünyanın her yerindeki
olayı görür ve dilediğinde de ona hükmeder. Şuur neyi isterse o yerine
getirilir. Ne zaman ki Âdem aleyhisselâm bu meyvayı tatmıştır, bundan sonra
kendini bir madde beden olarak kabul etmiştir ve kendindeki bütün cennet
özelliklerini kaybetmiştir. Yeryüzüne inmekten kasıt, Âdem aleyhisselâmın
dünyada yaşayan bir beden olarak var olmasından ibarettir. Şeytan da sahip
olmuş olduğu bütün veli özelliklerini, nefsi nedeniyle kaybetmiş ve Allah
Teâlâ’ya isyan etmiştir ve Allah Teâlâ’dan ömür isteyip kıyamete kadar
yaşayacağına dair söz almıştır.
Âdem aleyhisselâm
cennetten çıkıp yeryüzünde “beden insan”
hüviyetine büründü. Ancak şeytanın huzurdan
tard edilmesine rağmen, kazanmış olduğu özelliklerin bir kısmı kendisinde
kaldı. Bu nedenle cinlerden ayrı bir vasfa sahiptir. Onun kıyamete kadar
yaşayacak olması herhangi bir cin olmayışından kaynaklanmaktadır.
Bizim
düşüncemize göre şeytan; cinlerin yaşadığı boyutun bir üst boyutunda yaşayan,
insanlar ve cinler tarafından algılanamayan, bütün dünyayı etkileyen negatif
enerji alanıdır. Bu
negatif enerji alanı, varlığını, dünyadaki cinlerin ve insanların ortaya
koyduğu kötü fikirler ve kötü düşüncelerle beslemektedir. Yani, ŞEYTANI KIYAMETE KADAR YAŞATACAK OLAN CİNLER VE
İNSANLARDIR. Cinlerden ve insanlardan yayılan negatif enerji onu
güçlendirir ve hayatının devamını sağlar. O hayatta olduğu sürece,
cinlerden ve insanlardan kendisine gelen negatif enerjiyi, yine onlara geriye
püskürtür. Bu durum bir kleps şeklinde kısır döngüyü içerir. Cinlerin ve
insanların kötü fikirleri, düşünceleri, davranışları onu besler, büyütür. Onun
büyüyüşü insanları daha fazla etkileyecek ve bu durum kıyamete kadar devam
edecektir. Çünkü kıyamete kadar, ne cinlerden ne de insanlardan kötü niyet
eksik olmayacaktır.
Cinlerin bir üst boyutunda varlığını devam
ettiren bu melek yapılı negatif enerji alanı, yani şeytan, insanların ve cinlerin
ortaya koyduğu davranışların büyük bir kısmını etkilemektedir. Huzurdan tard
edildiği gün söylediği şu sözler oldukça manidardır. Yedinci surede 16.-17.
ayetler: “Beni azdırdığın için and olsun ki
senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım} sonra
önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım. Çoğunu sana
şükreder bulamayacaksın, dedi.”
Şeytan Cenab-ı Hakk'a verdiği bu vaadi
yerine getirmektedir. Cinlerin ve insanların büyük bir çoğunluğu sapkınlık ve
dalalet içerisindedir. Ayet-i kerimede geçen önlerinden, ardlarından,
sağlarından ve sollarından yaklaşacağım ibaresi bizim görüşümüzü
desteklemektedir. Bu negatif enerji alanı bütün dünyayı kapsamıştır ve dünyada
yaşayan bütün varlıklara her yönden hücum etmektedir.
ŞEYTAN, ŞU ANDAKİ KONUMU
İTİBARİYLE BİR CİN DEĞİLDİR. ASLI CİNDİR ANCAK KONUM DEĞİŞTİRMİŞTİR. Yeni konumu kıyamete
kadar yaşayabilecek bir yapıdır. Hızır aleyhisselâm ve İsa aleyhisselâm gibi.
Her ikisi de bir beden olarak yaşamalarına rağmen ölmeden önce konum
değiştirmişlerdir.
Şeytan, cinleri ve insanları birçok yoldan
etkileyebilmektedir. En etkili silahları ise; dünya sevgisi, şehvet,
kibir, hasettir. Özellikle Bu yolları kullanarak insanları ve cinleri Cenab-ı
Hak'tan uzaklaştırmaktadır. İmam-ı Gazali, Kalplerin keşfi isimli eserinin 75.
sayfasında şeytan için “insanı şerre çağıran
hatıranın sebebidir” demektedir. Bu ifadeden şeytanı
besleyen unsurun, kötü fikirler ve kötü düşünceler olduğu anlaşılmaktadır.
Şeytanîn, insanı ve cini Cenab-ı Hak'tan
uzaklaştırmasını engellemek için uygulanacak metotlarsa nefsin terbiyesinden
geçmektedir. Fert, kendini kibirden, hasetten, dünya sevgisinden, şehvetten,
tokluktan ve çok uykudan muhafaza etmediği sürece, şeytan bu kişiyle birlikte
olacaktır.
Şeytanın en büyüle silahı insanların ve
cinlerin bedenleridir. Kendisini bir beden olarak addeden bu İki tür, bedenin
tüm istek ve ihtiyaçlarının da yine kendisine ait olduğunu sanır. Onu doyurmak
için elinden ne geliyorsa yapar. Kendini bir beden olarak kabul ettiği için
dünyada, elde etmek istediği malın ardı arkası kesilmez. Daha rahat evler,
yazlıklar, kışlıklar, arabalar vs. ister. Daha güzel yiyecekler, daha güzel
giysiler arzu etmesi, insanın kendini bir beden olarak kabul edişinin ürünüdür.
“Başkasında neden var da bende yok!”
fikrinden yola çıkarak ortaya koyduğu kıskançlık da yine kendini beden olarak
algılayışından kaynaklanmaktadır. Bedeninin sahip olduğu imkânları, başkalarına
gösteriş olarak kullanma da yine aynı sebepledir. Şehvet de bedenî bir
istektir. Şeytanın, insanları ve cinleri en çok avladığı noktalar bunlardır.
Ama en temel sebep, bu iki türün kendilerini beden olarak kabul etmesi ve
hayatlarını buna göre biçimlendirmesinden kaynaklanmaktadır.
Şeytan,
insanlara her zaman kötü bir fikirle yaklaşmaz. Bazen çok iyi bir niyet, çok
iyi bir düşünceyle yaklaşıp kişiyi avlayabilir. Bir misal vererek bunu
açıklamaya çalışalım. Cemaate vaaz veren bir vaize, şeytan şunları
hissettirir:
“Sefalet ve
gaflette kalmış şu insanlara balon, hepsi cehennemin yolunu tutmuşlar. Bu
kullara acımaz mısın?
Vaaz ve nasihat ederek bunları doğru yola
çağırmaz mısın?
Cenab-ı Hak
sana ilim, tatlı dil ve etkili konuşma kabiliyeti vermiştir. Susmak suretiyle,
sana verilen ilim nimetine karşı nankörlük etmiş olmuyor ve Allah Teâlâ’nın
gazabına uğramaktan korkmuyor musun?”
Bunun gibi birçok vesvese ve fikirlerle
vaizi insanlara nasihat etmeye çağırır. Bunun arkasından da onu dinleyen
insanların üzerinde daha etkili olması için, iyi giyerek ve güzel konuşarak
insanlar arasında hayırlı bir insan olarak anılması gerektiğini düşündürtür.
Eğer böyle yapmaz da kendisini derleyip toplamazsa, süslenmeden insanların
karşısına çıkarsa, cemaatin üzerinde etkili olmayacağını hissettirir. Vaiz de
bunları hüsnü niyetle yapmaya başlar ve böylelikle ilk önce gösteriş tutkunu
olur, bunun arkasından gurur gelir. Sonra da insanların kendisini takdir
etmesi gerektiğine inanır. Bununla birlikte mevki arzusuna düşer. Çevresindeki
insanlara “Sizler dalalettesiniz, ben ise
doğru yolu bulanlardanım” gibi düşüncelerle bakmaya başlar.
Vaiz farkında olmadan başkalarını “adam
edeceğim” derken şeytanın vermiş olduğu kötü fikirlere
kapılarak kendisini felakete götürür. Burada niyet iyi olmasına karşın sonuç
hüsrandır.
Günümüzde şeytanın en fazla uğraştığı
kişiler genelde tarikat liderleridir. Burada “gerçek
tasavvuf ehli” olanları tenzih ederiz. Şeytan önce mürşidi
aldatır, arzu ve isteklere boğar. Sonra da onun çevresindeki birçok müridini
yoldan çıkarır. Bunun örneğini Ahmet Kadiyani'de görmüştük.
“Ahmet
Kadiyani, sözde İslam'a bağlı, fakat aslında sapık bir mezhep olan
’Kadiyaniliğin' kurucusu olarak dünya çapında ün salmıştır. Gençlik
yıllarından itibaren, şeytanın kullandığı cinlerden birisine tâbi olarak
yaşamıştır. Bizzat kendisinin kaleme aldığı “hal tercümesi”nde anlattığına
göre, Hindistan'ın Kadiyan kasabasında doğmuştur. Yaratılıştan inzivaya
meyilli, hassas yapılı birisidir. Sık sık inzivaya çekilip nefis muhasebesi
yaparken, bir gün gizliden bir ses işitir. Sadece kendisinin duyabileceği bu
ses ona, babasının akşam ezanından sonra öleceğini söyler. Ahmet Kadiyani bu
sesi duyunca çok üzülür ve korkar. Ses devam eder “Allah kuluna yetmez mi?” bu
sözlerden sonra babası, sesin söylendiği gibi o akşam vefat eder. Gerisini
kendisinden dinleyelim;
“O sesi ondan
sonra çok duydum. Bana pek çok şey öğretti. Beni dünyaya tanıttı, meşhur
yaptı. Fakr u zaruret içinde iken (fakirlik) hayra harcamam için beni servete
gark etti. Kulağıma gelen seslerin rahmani olduğundan asla şüphe etmedim.
Zira şeytan benimle alay etse, içimdeki fenalıklar dile gelse mutlaka fark
ederdim. Bazen o sesleri uzaktan işitiyorum, bazen de onlar benim ağzımdan
çıkıyor. Fakat söyleyeni ben olmuyorum. O kadar ki bazen hiç bilmediğim
lisanları konuştuğum olurdu. Bir ruhun bana zulüm ettiğine, içime girdiğine
inanmıyorum. Bu iş bambaşka bir iş. Başkalığım seziyorum ya. Bu bana ve bana
tabi olanlara yetişir.”
Evet şimdi de şeytanın saptırdığı Ahmet
Kadiyani'nin yaptığı işi görelim. Bir gün ortaya çıkıp şöyle diyecektir:
“Ben
Meryem'in oğlu Mesih İsa'yım. Muhammed'den (sallallâhü aleyhi ve sellem) sonra
peygamber gelmeyecek. Yalnız bir kişi hilat-i fahiresine bürünecektir. İşte ben
oyum. Kadyanlı Ahmet, efendisi Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in son
peygamberliğine halel gelmeden nebi olmuş, Allah'dan mukaddes vazife almıştır.”
Birinci dünya savaşından sonra ölen, asıl
ismi Kadyanlı Mirza Gulam-Ahmet olan kişinin keramet zannedilen birçok halinin
de öyle olmadığı anlaşılmıştır.
Binlerce kişinin gördükleri rüyayla
kendisine bağlanmasının yanında, 40 gün kadar kendisiyle kalan kimsenin semavi
işaret olarak inkârlarından sıyrılması, kötürümleri birkaç el temasıyla
yürütüp, hastaları birkaç söz ile iyileştirmesi hatta kendisiyle tartışmaya
giren birinin aniden ölmesi şöhretinin büsbütün artmasına neden olmuştur.
Kendisinin mehdi olduğunu söyleyen ve mehdi
ile ahir zamanda yeryüzüne inecek olan İsa aleyhisselâm'nın aynı şahıs
olduğunu ve bunun da kendisi olduğunu belirten Mirza Gulam Kadiyani kaba bir
görüşle her ne kadar İslamiyet'i genişletmeye çalışmış ve bunda da kısmen
muvaffak olmuşsa da mesele inceden inceye tetkik edildiğinde görülüyor ki, bu
olayda şeytan, ilk önce bir kişiyi daha sonra ise bu kişiyi kullanarak binlerce
insanı kendi kaydı altma almış, bu amaçla İslamiyet'i de koz olarak kullanmıştır.
Muhyiddin Arâbi
kaddesellâhü sırrahu’l azîzin beyanına göre, bu gibi kişilerin en büyük
özelliği kibir ve gururdur. Şeytan insanlara, şeytan olmadan önceki haliyle
görünemez, onun bir bedeni yoktur. İnsanların karşısına bir şekille ortaya
çıkışı, kişinin beyninde oluşan hayallerledir. Asıl itibariyle, dünyada
gezinip duran şeytan diye bir varlık yoktur. Şeytan dünyada bir boyuttur. Ve
bu boyutun içindeki negatif enerji alanıdır. Bu alan içindeki her şeyi direkt
olarak etkilemektedir. Bu etkisi, kozmik varlıklar olarak nitelediğimiz meleklerin
yani yıldızların göndermiş olduğu etkilerden çok daha fazladır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin “Marifetname” isimli eserinde, kalpten bahsedilirken “insan
kalbine kırk farklı noktadan fikirler gelmiş olsa, bu kırk noktadan otuz dokuzunun
şeytana ait olduğu” ifade edilmiştir.
ŞEYTANIN ETKİSİ, MELEKLERİN ETKİSİNDEN DAHA
FAZLADIR. BU NEDENLEDİR Kİ BİRÇOĞUMUZ FARKINDA OLMAKSIZIN ONA UŞAKLIK EDERİZ.
Bu dünyada gezen şeytan diye bir varlık aramanıza gerek yok. Cinlerin ve
insanların şeytanları, sürekli aramızda dolaşıyor. İnsan aklı, cinlerin sahip
olduğu akla göre çok daha üstün olduğu için, şeytanla başa çıkabilirler. Ancak
cinler, insanlara göre bu konuda daha dezavantajlıdırlar. Bu yüzden de onların
birçoğu şeytanın askerleri olmuş durumdadır. Asker dendiğinde illa ki sıraya
girmiş, üniformalı kişiler aklımıza gelmesin. Asker, bir başkasından aldığı
emri yerine getiren kişi demektir. Bu düşünceyle baktığımızda cinlerde de,
insanlarda da şeytanın birçok askeri mevcuttur.
ŞEYTANIN VERMİŞ OLDUĞU
KÖTÜ FİKİRLERDEN VE NİYETLERDEN KURTULUP ALLAH TEÂLÂ’YA YAKLAŞABİLMENİN YOLU
NEFİS TERBİYESİNDEN GEÇER.
Yukarıda bahsettiğimiz kibir, haset, dünya sevgisi, şehvet gibi hasletlerden
uzaklaşmadığımız sürece şeytan bize yakın olmaya devam edecektir.
Cenab-ı Hakk'ın bizlere orucu emretmesi ve
Peygamber efendimizin de ramazan ayı dışında oruç tutmamızı tavsiye etmesi bu
sebepledir. Şeytanın vesveselerini engelleyecek en büyük silah açlıktır. Bu
nedenle de oruç tutmak Allah katında çok değerlidir. Bunun ecrini de Cenab-ı
Hakk kendisinin vereceğini ifade etmektedir. Bunu belirten ikinci surenin 183.
ayet-i kerimesinde “Ey müminler fenalıklardan sakınasınız diye sizden
evvelkilere olduğu gibi size de oruç farz kılındı.” buyurulmuştur.
İnsanoğluna ilahi emirlerin geldiği günden beri oruç emri vardır. Oruç insanın
şeytandan kurtulup Allah Teâlâ’ya yaklaşmasını sağlayan en büyük silahtır.
Ramazan ayında şeytanların bağlanmasından
murad, nefsin açlıkla terbiye edilmesidir. Yoksa, şeytanın eli ve kolu gerçekte
bağlanmaz. Şeytan, kötü fikirlerini ramazan ayında da yaymaya devam eder ve
açık kapı bulduğu her yerden girerek insanları avlar. ORUÇ, BUGÜN BİZLERİN
TUTMUŞ OLDUĞU ORUÇ DEĞİLDİR. Bütün İslam âleminde tutulan oruçlar,
bedene yapılan eziyetten başka hiçbir anlam ihtiva etmez. Bütün gün aç
kalacağımızı düşünerek, sahur vaktinde midemizi tıka basa doldururuz ve akşam
iftar vaktinde de bütün günün hıncını çıkartırcasına yemek yeriz. Vücut
kendisi için gerekli bütün besini fazlasıyla aldığı için, hareketliliğinden
hiçbir şey kaybetmez. Sahip olduğu güç, oruç tutmasına rağmen yerindedir. Bu
durum kişinin oruç tuttuğu günle tutmadığı gün arasında herhangi bir farkın
olmamasını sağlar. Yani şeytan, elleri ve kolları serbest bir şekilde tüm
insanları taciz etmeye devam eder.
Ramazan ayındaki bu dengesiz beslenme,
vücudu da olumsuz yönde etkiler. Bir süre aç kalıp, daha sonra mideyi tıka basa
doldurma, mideyi ve bağırsakları bozar. Kişiye miskinlik verir. Bunun yanında
birçok organik rahatsızlıklara da neden olur. Vücudun sıhhati için çok önemli
olan oruç, bu şekliyle zararlı bir faaliyettir. Ramazan ayının sonunda kilo
alarak bayrama ulaşan birçok Müslüman vardır. Bu tablo orucu ne hale
getirdiğimizi açıkça ortaya koymaktadır.
Açlık, nefsin ve şeytanın bütün yollarını
tıkar. Gerçek manada oruç tutan kişi, kendisi için tehlikeli bu iki yapıdan
uzak kalır. Çünkü açlık kişiyi, eski hareketliliğinden uzak tutar. Kişi
kendisinde, kötü fiilleri ortaya koyacak gücü bulamaz. Vücudun azalan haramla
ilgilenemez. Dil, gıybet için güç bulamaz. Oruç aynı zamanda uykuyu ve
miskinliği de ortadan kaldırır. Kişiyi, dünyaya tamahından uzaklaştırır. Kibri
ve hasedi kırar. Uykusuzluk, kişinin kalbini açar ve onu Allah Teâlâ’ya
yaklaştırır. Geceler boyunca şeytana uşaklık eden insanlar, uyumayarak Cenab-ı
Hak'la olan yakınlıklarını arttırırlar.
Açlığın, şeytanın üzerindeki olumsuz
etkisini anlatmakla bitiremeyiz. Açlık dışında, kişiyi şeytandan uzaklaştıracak
en önemli olgu Müslümanın tam bir teslimiyet içinde Allah Teâlâ’ya yönelmesidir.
Allah Teâlâ’ya yöneliş olmadığı sürece, sureleri ne kadar tekrar ederseniz edin
şeytandan uzaklaşamazsınız. On altıncı surenin 99. ayetinde “Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler
üzerinde bir nüfuzu yoktur” buyurulmaktadır. Yine yedinci
surenin 201. ayetinde de “Allah Teâlâ’ya karşı
gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca Allah Teâlâ’yı
anarlar ve hemen gerçeği görürler” buyurulmuştur.
Bu ayet-i kerimelerde tam bir teslimiyet içerisinde Allah Teâlâ’ya
yönelenlerin, onu anan ve onun kelamını söyleyenlerin şeytandan uzak
kalacakları belirtilmektedir. Yoksa yalnız olarak falan hocanın “Şu
ayetleri okursan şeytandan uzak olursun.” sözüyle hareket ederseniz ve
şeytandan uzaklaşmak için savunmayı Allah Teâlâ’ya yönelmekte değil, ayetleri
nakarat okur gibi tekrar etmekte görürseniz hiçbir sonuç elde edemezsiniz.
Cenab-ı Hak on yedinci surenin 65. ayetinde “Doğrusu
benim mümin kullarımın üzerinde senin bir hâkimiyetin olamaz. Rabbin vekil
olarak yeter” buyurmaktadır. Allah Teâlâ şeytana karşı kendisinin
vekil olunmasını istemektedir. Şeytanın şerrinden Allah Teâlâ’ya sığınmak onun
bütün etkisini ortadan kaldırır.
Halis bir Müslüman, Allah Teâlâ’ya
teslimiyetiyle birlikte şeytana karşı bir duvar örmüş olur ve bu duvar şeytan
tarafından asla aşılamaz. Aksi takdirde, Cenab-ı Hakki vekil tutmaksızın, ona
sığınıp onun gücünden korkmaksızın (Allah Teâlâ’yı gerçekten bilip “LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMED-ÜR-RASÜLÜLLÂH”ı
bütün harfleriyle birlikte kalbine sindirerek korkmayı kastediyorum) ayetleri
tekrar etmek, duaları okumak hüsranla karşılaşmamanızı sağlar.
Allah
Teâlâ’dan uzaklaşıp, hevalarını ve heveslerini yani şeytanlarını tanrı
edinenler sonunda cehennem azabıyla karşı karşıya kalacaklardır. Yirmi
dördüncü surenin 24. ayetinde “Ey
inananlar, şeytana ayak uydurmayın! Kim şeytanın ardına takılırsa bilsin ki, o
hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah Teâlâ’nın size lütuf ve merhameti
bulunmasaydı hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini
temize çıkarır. Allah işiten ve bilendir” buyurulur. Allah Teâlâ
yedinci surenin 30. ayetinde “Allah
insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi, fakat bir takımı da sapıklığı
hak etti, çünkü bunlar Allah Teâlâ’yı bırakıp şeytanları dost edinmiş ve
kendilerini doğru yolda sanmışlardı” denmektedir.
Dünyadaki kaosun temelinde yatan gerçek
bütün insanlığın şeytan tarafından yönlendirilmesidir. Ne yazık ki pek azımız
ondan kurtulabilmektedir. Ondan nasıl kurtulacağımızı da bilmediğimiz için
farklı birtakım yollarla çare aramaktayız. Daha sonraki bahislerimizde,
cinlerin insanlar üzerindeki etkilerini ve bu etkileri ortadan kaldırmak için
ne tür yöntemler kullanabileceğimizi izah etmeye çalışacağız. İNSANLARIN
CİNLERDEN KORUNMASI İÇİN ÇEŞİTLİ AYETLER, TILSIMLAR, VEFKLER, SEMBOLLER İŞE
YARAMAKTADIR. ANCAK ŞEYTAN İÇİN AYNI ŞEYLER GEÇERLİ DEĞİLDİR. Onu,
bunların hiçbirisiyle “def”
edemezsiniz. Onun etkisini ortadan kaldırmak için tam bir teslimiyetle Allah
Teâlâ’ya yönelmek gerekir. Bunu yapmadığımız sürece bütün çalışmalarımız
sonuçsuz kalacaktır. Şeytanla mücadelede ne hoca,
ne cinciler, ne falcılar ne de bir başkası asla yardım edemez. Yardım
sadece Allah Teâlâ’dandır. Şeytanla mücadelede Rabbi vekil kılmak ve her şeyimizi
ona havale etmek zorundayız.
Kaynak:
Cevat TOPKARA, Büyü Tutar Cin Çarpar
(Büyücülerin Arka Bahçesi), Popüler Kitaplar, 2004, İstanbul, s.199-216
Şeytanın insanlardaki en büyüle
tasarrufu bedenidir. O da beden silahını kullanarak insanlarda olumsuz
davranışları ortaya çıkartır.
Kişi kendini bir beden olarak
algılama hatasına düştüğü andan itibaren, şeytanın en büyük aldatmacasıyla
karşı karşıya kalır. Şeytanın vesveseleriyle birlikte, bedenin tüm ihtiyaçlarını,
kendi ihtiyaçları olarak görmek yanlışına düşer. Bedeninin haz aldığı, zevk
duyduğu her şeyin kendine ait olduğunu zanneder. Bedenlerimizin yaşayabileceği
tek hayat, yaşamış olduğumuz bu dünyadır. Kişi kendini bir beden olarak kabul
ettiği andan itibaren, bu hayata tamah başlar. Kendini beden olarak kabul
ediyorsa, onun yaşayabileceği bu hayat da kendisine cazip gelecektir. Tutkulu
bir şekilde bir dünya sevgisi başlar. Bu dünyanın nimetlerinden uzaklaştıkça
kendisini mutsuz hisseder. Müminin korkmaması gereken ölüm olayı, onun için
ızdırap olmaya başlar. Bunu hatırladıkça gamlanmaya ve kederlenmeye
başlayacaktır. Bedenini sevdiği gibi bu dünyayı da çok sevecektir. Her insan
sevdiklerinden ayrılırken üzüntü içinde kalır. Bir insanın en çok sevebileceği
şey ise canıdır. Yani bedeninin yaşamasıdır. Bundan kopuş fikri, onu buhrana
sokmaya yeter de artar bile.
Dünya sevgisi insanı gerçek
hayatından uzaklaştırır. Dünya sevgisi; gerçekte bu beden olmadığı ve
kendisinin başka bir dünyaya ait olduğu, burada kısa bir misafirlik geçireceği
fiillerinin oluşmasına engel olur. Bu durum İçişinin yaşaması gereken hayatı,
ortaya koymasına manidir. Bu dünyada kalacağı kısa bir süre için, amansız bir mücadele
içine girer. Bütün hayatı kaos ve bunalım içinde geçer. Eline
geçirdikleriyle sevinir, kaybettikleriyle de üzülür. Tüm yaşantısı bu dünya
için, kurduğu hayaller ve umutlar üzerinedir. Daha bu dünyadayken cenneti de
cehennemi de yaşamaya başlar.
İnsanların şeytanın bu etkilerinden
uzaklaşıp mutlak yaratıcıya yönelebilmesi ve henüz bu dünyadayken ebedi
saadete ulaşabilmesi için en önemli şart kişinin mümkün olduğu kadar, kendini
beden kaydından kurtarmasıdır. Bedenin her ihtiyacım kendi ihtiyacı imiş gibi
karşılamaya çalışmaktan ve hayatın onun isteklerinden ibaret olduğu
fikirlerinden uzaklaşmalıdır.
İnsan bedeninin en zayıf noktaları,
yemek yeme, uyku ve şehvettir. Bu üç isteğin mümkün olan en alt limit düzeye indirilmesi
gerekir. İnsan denilen bu varlık “yemek için yaşa” fikrini kırmadığı sürece, diğer iki kuralı da yerine
getiremez. Kişi, çok yediği takdirde çok da uyuyacaktır. Çok uyuduğu ve yediği
takdirde vücut tüm enerjiyi kendisinde depoladığı için ve bunu tüketecek bir
yer de bulamadığı için şehvet istekleri artacaktır. Şeytanın da insanı tuzağa
düşürebileceği en kolay konulardan birisi şehvettir. Şehvetin önünü
kesmediğiniz sürece şeytanın taarruzuyla karşı karşıya olursunuz.
Az yemek az uykuyu sağlayacak az
uyku ise şehvet dâhil kişiyi birçok fenalıktan uzak tutacaktır. Bunları kontrol
edebildiğimiz sürece kibir, haset ve dünya sevgisi gibi insanı kemiren bu
kurtlardan uzak kalmış oluruz.
Şeytana karşı önlem almanın ikinci
ve en büyük yolu şeytandan Allah Teâlâ’ya sığınmaktır. Kişi günah işlediğinde
ya da işleme tehlikesinin bulunduğu anlarda ve tüm hayatı boyunca Allah
Teâlâ’ya sığınmalı, karşılaşacağı tüm fenalıklardan kurtulmak için ondan yardım
istemelidir.
Şeytandan, duaları ya da ayetleri
nakarat gibi tekrar ederek kurtulamazsınız. Gerçek bir yöneliş olmadığı sürece
sorunlarınızdan asla uzaklaşamazsınız. Dinimizin “adıyla” iman etmeyi öğrenmeliyiz. İslam, kelime
manası itibariyle teslim olmak demektir. Fakat ne çare ki hiçbirimiz bunu
kendi hayatımıza sindirmiş durumda değiliz. Allah Teâlâ’dan gerçekten
korkanlar ve onu gerçekten sevenler, bu söylediğimiz teslimiyeti
gerçekleştirebilir. Bunun oluşması için önce, yaratıcı olarak tanımladığımız
varlığın kim
olduğunu öğrenmemiz gerekmektedir.
Bu teslimiyet ruhuyla
dualarımızı okur, onları Cenab-ı Hakk'la aramızda bir köprü olarak kullanırsak,
o zaman sonuç almamız mümkün olur. Aksi takdirde yaptıklarımız nakarattan
öteye geçmeyecektir.
Şeytandan uzak kılmayla ilgili
olarak önerdiğimiz ayetleri aşağıda vermeye çalıştık. Bu ayetleri,
karşılarında yazdığımız miktarları kadar okumaya gayret gösterirsek olumlu
sonuçlar alabiliriz.
Araf
suresi ayet 200: “Eğer şeytan sana
vesvese vermeye kalkışırsa Allah Teâlâ’ya sığın, şüphe yok ki o her şeyi duyar
ve bilir.” (300 defa)
Araf
suresi ayet 201: “Allah Teâlâ’dan
korkanlar şeytanın vesvesesine uğrayınca Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği
görürler.” (100 defa)
En-nahl
suresi, ayet 99: “İnananlara ve
Rablerine dayananlara onun gücü yoktur.” (100 defa)
En-nahl
suresi, ayet 100: “Onun gücü sadece
kendisini dost tutanlara ve Allah Teâlâ’ya ortak koşanlaradır.” (Şeytanın, inanan ve
Rablerine dayananlara tesir etmeyeceği, ancak kendisine uyanları ve onu Allah
Teâlâ’ya ortak koşanları etkileyeceği belirtiliyor. Prof. Dr. Süleyman Ateş
tefsiri. 3. cilt, sf.1449) (100 defa)
İsra
suresi, ayet 65: “Benim gerçek kullarım
var ya senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur. Rabbin vekil olarak
yeter.” (500 defa)
Saffat
suresi, ayet 7: “Onu itaatten çıkmış
her türlü şeytandan koruduk.” (1000 defa)
El-mü'minun
suresi, ayet 97: “De ki; Rabbim,
şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım.” (500 defa)
El-mü'minun
suresi, ayet 98: “Rabbim, onların
yanımda bulunmalarından sana sığınırım.” (1000 defa)
Sad
suresi, ayet 41: “Kulumuz Eyyub'u da
hatırla! O şöyle seslenmişti: Gerçekten şeytan bana çok yorgunluk verdi.” (100 defa)
Sad
suresi, ayet 78: “Ve muhakkak hesap
gününe kadar lanetim senin üzerinedir.” (1000 defa)
Mücadele
suresi, ayet 10: “O kötü gizli
konuşmalar, iman etmiş olanları üzüntüye sokmak için sadece şeytandan gelen
şeylerdir. Allah’ın izni olmadıkça müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler
onun için, Allah Teâlâ’ya tevekkül etsinler.” (100 defa)
Cinlerin tesirinden kurtulmak ve
onların insanlar üzerinde ortaya koymuş olduğu fizik ötesi birtakım
müdahalelere engel olabilmek için, şeytanla mücadelede izlediğimiz yolun ters
istikametini seçmeliyiz. Şeytanın, insan üzerindeki etkisinin
kırılabilmesi için, kişinin bedenle ilgili olan şartlanmalarının ortadan kalkması
gerektiğini ifade etmiştik. Bunları yaparken ölçüyü biraz kaçırdığımız zaman,
beş duyuda, gayb âlemine bir kapı açılır. Bu kapı, ya kişinin ortaya koymuş olduğu
bir psikolojik travmayla ya da yeme, içme ve uykudan tamamen kendini keserek
beş duyu algısının verdiği sınırın ötesine geçmekle açılır.
Bireyin, beş duyu algısının dışında
başka bir algı meydana getirmesi, cinlerin bulunduğu boyutla da ilişki
kurmasını kolaylaştırır. Böyle bir durumdaki kişi cinlerin etkisine çok açık
bir hale gelir. Cinlerin, insanlar üzerinde tasarrufta bulunabilmeleri için
belirli şartların oluşması gerektiğini ifade etmiştik. Bunları tekrar
hatırlayalım:
Bu şartlar; ateşli hastalık, ani bir korku, derin bir üzüntü ve tasa
durumu, çok yakın birini kaybetme gibi
olaylardır. Kişi bunlarla karşılaştığında, yemeden içmeden ve uykudan kesilir.
Bu düzenin tamamen bozuluşu ve bu düzensiz duruma karşın İçişinin Allah
Teâlâ’ya sığınmaksızın ortaya koyduğu tavır ve davranışlar, onun cinlerin
elinde tutsak olmasına yol açar.
Şeytanla mücadelede ortaya konulması
gereken davranışlar belirli bir amaca yönelik olmalı ve kişi itidal (orta yol)
üzere olmalıdır. Ancak, yukarıda bahsettiğimiz durumlarda amaçsız, kontrolsüz
bir davranış söz konusudur. Hal böyle olunca da kişi cinlerin maskarası
olmaktan kurtulamaz. Riyazat yöntemiyle, tasavvuf ehlinden olan birçok insanın
sapıtmasının nedeni, işte biraz önce bahsettiğimiz kontrolsüzlük durumudur.
Cinlerin etkisinden kurtulabilmenin
ilk yolu, kişinin yeme, içme, uyku ve sosyal faaliyetlerinin düzenlenmesidir.
Bireyin, cinlerin dünyasına açılan beş duyudaki algı açılımını kapatması,
onların dünyasından gelebilecek etkileri kısıtlamasını sağlar. Bunlar
yapılırken diğer taraftan da mistik birtakım yöntemler kullanılarak bu durum
desteklenirse, kısa zamanda sonuç alınır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken
en önemli husus, İçişinin yeme, içme, uyku ve sosyal faaliyetlerinin bir an
önce normal hale getirilmesidir. Bunlar normal düzeye getirilmediği sürece,
ortaya konulan yöntemlerin hepsi geçici olacaktır. Bir süre için cinlerin
etkisinden uzaklaşılır. Ancak problem tekrar nükseder.
Beş duyudaki, dış dünyaya açılan
pencerenin daraltılmasının ilk yolu, yemek yeme ve su içmenin normal düzeye
çekilmesidir. Yemek yeme ve su içme normal hale geldiğinde, hatta biraz da
fazlalaştırıldığında uyku da düzene girmiş olur. Uyku düzene girdiği takdirde
de bu rahatsızlığa yakalanmış olan kişilerin sosyal hayattaki faaliyetleri
normale dönmeye başlar. Bütün bunlar yapılırken, ayetlerden, dualardan ve uzun
yıllar önce bu konuyla uğraşmış olan havas ulemasının ortaya koymuş olduğu
tılsımlardan faydalanılabilir.
Bu konuyla ilgili önerilerimizi
aşağıda sunmaktayız. Yazılan tılsımlar, dualar ve ayet formları çok önceleri
yaşamış havas ilmi ulemalarına aittir. Bu konuyla ilgili, bugüne kadar
toplayabildiğimiz ve işe yararlılığı test edilmiş bilgileri sunmaya çalıştık.
1. 313 Ayet’el Kürsü
2.111 Nas
3. 111 Felak
4. 41 Cin suresinin ilk üç
ayeti
5. 7 Fatiha Bu sureler
21 gün boyunca, mümkünse rahatsız kişi tarafından her gün tekrar edilmeli,
6. 101 İhlas
7. 21 Besmele
Hasta kendisi yapamıyorsa Kur'an-ı
Kerim'i düzgün okuyan birisi tarafından uygulanmalı, her okuyuştan sonra sert
bir şekilde hastanın yüzüne üflenmelidir. Bazen bu 21 günlük süre de kâfi
gelmeyebilir. Böyle bir durumda, sonuç alınıncaya kadar okunma işlemi devam
etmelidir. Okunma işleminin başladığı ilk dönemlerde, cine tutulmuş İçişinin
sorunlarında artma görülebilir. Bu durum, kısa bir süre sonra hastalığın
iyileşeceğine dair bir belirtidir.
Şimdi de bazı havas ulemalarından
elde ettiğimiz verileri sunmaya çalışılmış. Bu veriler tamamen orijinaline
sadık kalınarak sizlere iletilmektedir. Üzerinde herhangi bir değişiklik ya da
oynama yapılmamıştır. Bu yöntemlerin ne derece işe yaradığı tartışılabilir.
Bizim işimiz bunların ne derece işe yaradıklarını tespit etmek değil, elde
ettiğimiz verileri gizlemeksizin sizlere aktarmaktır. Dileyen itibar eder,
dener ve sonucunu görür. Dileyen de, sadece sureleri okuyarak ve yukarıda
bahsettiğimiz durumları kendisi de yerine getirerek bu problemi aşmaya çalışabilir.
İşin bu kısmını sizlerin takdirine bırakıyoruz.
·
Akan mürekkepli kalemle yazılıp tene değecek şekilde taşınmalı.
·
Ağır basan için mürekkepli kalemle yazılıp tene değecek şekilde
taşınmalı.
·
Cin şerrinden ağzı yüzü eğilenler için mürekkepli kalemle
yazılıp boyuna ve kola bağlanmalı.
·
Sara'ya benzeyen ancak sara tanısı konmamış nöbet geçiren hastalar
sabah akşam okumalı.
·
14 ayrı kâğıda yazılıp yedisi tütsü yapılmalı,
diğer yedisinin de yedi sabah birer tane suyu içilmeli.
·
Cin şerrinden emin olmak için yazılıp üstte taşınmalı.
·
Cine tutulmuş kimse için mürekkepli kalemle yazılıp ona suyu
içirilmeli.
·
Cine tutulmuş bayılan hasta için yazılıp başına ya da boynuna
bağlanmalı.
·
Ağır basan kişiler için yazılıp başa takılmalı.
·
Evlerini cinlerin
bastığı, tuhaf seslerin ve tuhaf görüntülerin olduğu kişiler yazıp eve
koymalı. Nöbet geçiren hastalar için yazılıp yastıklarına konulmalı.
Burada aktarılan
ifadeler bize ait değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi havas ilmiyle
uğraşmış âlimlerden yıllar önce edindiğimiz verilerden bazılarıdır. Bunların
da bilinmesinde fayda gördüğümüz için aktarmayı uygun bulduk.
Kaynak:
Cevat TOPKARA, Büyü
Tutar Cin Çarpar (Büyücülerin Arka Bahçesi), Popüler Kitaplar, 2004, İstanbul,
s.217-223
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar