Print Friendly and PDF

SİCİLYALI İBN ZAFER'İN ÖLÜMSÜZ ESERİ “SÜLVÂNÜ'L-MUTA Fİ 'UDVÂNİ'L-ETBA” DAN



“Ben ta Osman'ın katledildiği gün kaybettim.
Hz. Ali kerremallâhü veche
Ömer bin Ebu Beşir de Hz. Ali kerremallâhü vechenin bir hikâyesini nakleder. Vaazı bazı dinleyicilerin gürültüleri tarafından kesilen halife Hz. Ali kerremallâhü veche kürsüsünden iner ve şöyle der:
"Bu insanlar, Osman ve ben, balta girmemiş bir ormanda bir aslanla birlikte yaşayan, biri beyaz, biri kırmızı, biri de siyah üç boğa ile aynı durumdayız. Aslan, bu üç hayvandan birine her saldırdığında, boğalar güçlerini birleştirerek bu hücumu geri püskürtürmüş. Bu yüzden aslan bir türlü onların hakkından gelemezmiş.
Ancak günün birinde aslan, siyah ve kırmızı boğalara şöyle demiş:
"Bu beyaz boğa, bir gün bu ormanda yaşadığımızın fark edilmesine neden olacak. Eğer bana bir parça göz yumarsanız onu yiyip bitirebilirim ve böylece hiç kimse bizim yerimizi bulamadığı için güvenli bir şekilde yaşamamız mümkün olur."
Böylece iki boğa olup bitene gözlerini yummuşlar ve beyaz boğayı yiyen aslan onlara tekrar saldırmaya kalktığında iki hayvan yine bir araya gelmiş.
Bunun üzerine aslan kırmızı boğaya dönmüş ve şöyle demiş:
"Bu siyah arkadaşın bize felaket getirecek çünkü rengi çok dikkat çekiyor. Onu yalnız başına bırakacak bir plan kur ve ben de onu yiyeyim. Böylece bundan sonra güven içinde yaşayabiliriz çünkü ikimizin rengi birbiriyle çok uyumlu."
Bunun üzerine siyah, boğa, kırmızı boğa tarafından yalnız bırakılmış ve aslan tarafından vahşice öldürülmüş. Aslan bir süre son kalan boğa ile huzurlu bir şekilde yaşamış ancak günün birinde ona şöyle demiş:
"Ah kırmızı boğa, seni yemeye geliyorum."
"Sen mi beni yemeye geliyorsun?" diye yanıtlamış boğa. Ve aslan da ona şöyle demiş:
"Tastamam"
"Nasılsa bana yardım edecek kimse yok" diye haykırmış talihsiz hayvan, "bırak da en azından üç kere ağlayayım."
Aslan biraz geri çekilmiş ve boğa bağırmış:
"Hayır o beni bugün değil, bugün değil; ta beyaz aslanı midesine indirdiği gün yemişti. O, beni siyah aslanı yediği gün katletmişti."
"Dolayısıyla" demiş Hz. Ali kerremallâhü veche "ben ta Osman'ın katledildiği gün kaybettim." Ve bunu üç kere tekrarlamış.
Sh: 112-113

Bu hikâye, emekliye ayrılıp, şehirden belirli bir mesafe uzakta bir kulübede inzivaya çekilen ikiyüzlü bir keşişle ilgilidir. Cemaatinin üyeleri sık sık onu burada ziyaret ediyor ve onun hayır dualarından yararlanmak istiyorlarmış. Keşiş, onu sık sık ziyaret eden yoksul müritlerinin yaşadığı sefil koşullar sanki yüreğini burkuyor gibi yapıyormuş. Ancak onlara hiçbir teselli vermemekte de ısrar ediyormuş. Bunun üzerine hali vakti yerinde olan müritleri, bu yoksullara hayır olarak dağıtması için ona büyük miktarlarda para vermeye başlamışlar; keşiş bu tutumunun en doğrusu olduğunda ısrar ediyormuş. Ona verilen paralara kendi özel kullanımı için el koyuyor; çok küçük bir kısmım, bağışlarda bulunanları etkilemek için muhtaç kimselere gerçekten dağıtıyor; geri kalanını ise durmadan bir yere gömüyormuş.
Denir ki, dolandırıcılık, hırsızlıkla eşit düzeyde bir suçtur; korkaklık ve utanmazlıktan ise çok daha büyük bir suçtur.
Ayrıca denir ki, dolandırıcı, en saf kişiler bile onun kötülüğünü anlayıncaya kadar, hayır kisvesi altında kan emer. ‘ Ancak her şey ortaya çıktığında, çevresindeki şefkat bir anda dağılacak ve geriye sadece nefret kalacaktır.
Keşişin hatırı sayılır miktarda bağış topladığına kanaat getiren bir hırsız, kulübesinin duvarına tırmanıp bu keşişi soymaya karar vermiş. Bir gece bu işe girişmiş, kulübenin duvarına tırmanmış ve keşişi, bir lamba ışığının aydınlattığı küçük kilisesinde dua ederken bulmuş. Ardından şöyle bağırmış:
"Teslim ol yaşlı adam, aksi takdirde kelleni uçururum."
Bu sözleri duyan ve elinde gösterişli bir hançer tutan genç te kuvvetli bir adam gören keşiş, direnmenin boşuna olacağını anlamış. Duasını yarım bırakıp hırsızdan kurtulmak içip kilisenin içine doğru kaçmış. Kilisenin duvarının üzerinde, keşişin kafasını sokabileceği küçük bir delik varmış. Ellerini de arkasında bağladığından, insanın o kişinin teslim olduğunu düşünmekten başka şansı yokmuş. Keşişin bu hareketiyle teslim olduğunu, korkudan kafasını gizlediğini düşünen hırsız hançerini kınına sokmuş ve yakalamaya hazırlanmış. Ancak aniden ayaklarının altındaki zemin açılmış ve büyük bir şiddetle aşağıdaki çukura düşmüş ve tüm kuvvetini yitirmiş.
Keşiş aşağıdaki hırsıza bakmış, yenildiğini ve artık esir olduğunu görmüş ve ona şöyle demiş:
"Bak işte yakalandın açgözlü hain!"
"Evet, seni düzenbaz" diye yanıtlamış onu hırsız.
"O zaman orada kal ve öl" demiş keşiş, "bu kadar ahmağın parasını aldıktan sonra onları koruyamayacağımı mı sandın?"
"Bu bezginlik ve bitkinlikle" demiş hırsız, "koruyamayacağını zannediyordum."
"Seni aptal!" diye sertçe yanıtlamış onu keşiş "onları düşürdüğüm ağın ve kurduğum tezgahın, yere bakan yüzümdeki ihtiramdan, biraz gözyaşından, birkaç ah çekmeden, biraz eğilip bükülmekten, dua ederken geçirilen birkaç saatten ve keşiş cübbemdeki yamalardan ibaret olduğunu görmüyor musun?" Hırsız kaçmayı başaramamış ve düştüğü çukurda bütün gece kalmış. Gün ağarınca keşiş görevlilere haber vermiş ve onlar da genç adımı alıp idam etmeye götürmüşler.
Keşiş aslında, hemen devamında bir boşluk olan derin bir çukur kazmış ve tuzak kurmuşmuş. Üzerine basanın ağırlığıyla içine düşeceği bu deliği, kilisedeki bir örtüyle kapatmışmış. Hırsızdan kaçarken kendisi onun üzerine basmamaya dikkat edip yanından geçmiş; ancak hiçbir şeyden haberi olmayan ve ihtiyatlılık da göstermeyen hırsız, keşişin görünmeyen bir silah hazırladığını fark etmeden, gerçekten teslim olduğunu sanıp tuzağa düşüvermiş.
Sh:257-259
Muhammed bin Ebi Muhammed bin Zafer es-Sıkıllinin Sülvânü'l-muta fi 'udvâni'l-etba'daki pek çok özdeyiş arasında aşağıda okuyacaklarınızın, derinlikleri, ağırlıkları ve zamana dayanıklılıkları nedeniyle özel bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. İbn Zafer'in felsefi bakışma kısaca göz atabilmeniz için bazı özdeyişleri bir araya getirdik.
·        Bir konuya belirsizlik hâkimse, kendini Allah'ın ellerine bırak. Çünkü kaderin hakimi O'dur.
·        Kim ki talan yoluyla zengin olmuştur, kazandıkları heba olacaktır; kalleşlikle hüküm süren kovulacak; günahkâr olanın orduları yenilecek ve zorbalığın düğümleri bir bir çözülecektir.
·        Öğüt zekânın aynasıdır. Bu yüzden, eğer birinin yeteneklerinin sınırlarım öğrenmek isterseniz, ondan öğüt isteyin.
·        Her günahkâr kendisi için aradığı affı bulacaktır ama adaletsiz olanın sevincinin bozulması kaçınılmazdır.
·        Kendini adaletsizliğe gömenin gelişmesi mümkün değildir. Kötü niyet yoluyla güçlenen ayakta kalamayacak, şiddet yoluyla tahta geçen hüküm süremeyecektir.
·        Bilginin tohumlarını her kim ekerse, semeresini alacaktır. Bilgeliğin yansıması, alçakgönüllüğün göstergesi, temkinliliğin ve açgözlü olmayan bir kalbin sembolü olan özveri, kişiyi zafere ulaştırır.
·        Kendini zevk içinde unutan ve fırsatların kaçmasına izin veren kral, asla devlet işlerinde başarılı olamaz.
·        Prenslerinin görüşlerinin, danışmanlarınınkinden üstün olduğuna inanan kral büyük bir hataya düşmüş demektir. Eğer bilge ve inançlı bir danışmana -hiçbir neden göstermeksizin- sürekli ters düşmek gibi kötü bir alışkanlık edinirse hüküm sürmeye devam edemeyeceği aşikârdır.
·        Ruhun karşı konulmaz güdülerinden biri de, şartların değişmesine yönelik arayışıdır. Değişim kişiye, çoğunlukla içinde bulunulan koşullar aracılığıyla ulaşır ama açgözlülük sonucunda da yozlaşmaya dönüşür. Bir değişimi hedefleyip, hiç sorun etmeden başka bir diğerine geçen kişi, başlangıç noktası ve hedef arasındaki en uygun koşulları elde etmeye çalışmak zorundadır; tabii eğer başarılı olmak istiyorsa.
  • Gerektiği şekilde beslemez ve barındırmazsanız hemen size sırtını dönecek ve sizinle kavgaya tutuşacak üç tür yaratık vardır:
Krallar, yazarlar ve hayırseverler.
·        Nasıl mıknatıs demiri kendine doğru çekerse, sabır da başarıyı kendine doğru çeker. Sabredin; sonunda zafere ulaşacaksınız.
·        Ancak bir insanın sabrını ve cesaretini sınadığınızda, onun zihninin değeri konusunda bir fikir edinebilirsiniz.
·        Açgözlülük bütün günahlar içinde en iğrenç olanıdır. Hırs, onu vücuda getiren babasıdır. Haksızlık ise doğumuna neden olduğu çocuğudur. Başkalarının sahip olduklarını elde etme arzusu kardeşi; kölelik ise yol arkadaşıdır...
·        Kulaklarınız siz orada olmadığınızda bir adamı tanımanızı sağlamıyorsa, yüz yüze geldiğinizde, gözleriniz de işinize yaramayacaktır.
·        Bir insanın zihninde yatanların iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu anlamak istiyorsanız öğüdünü isteyin. Size verdiği öğüt gerçek kişiliğini ortaya koyacaktır.
·        Yüce bir ruh, ne gibi bir yanlışlık yapmış olursa olsun, iyilik borcu olduğu birine şükranlarını sunmayı asla unutmaz.
·        Size daha önce yardım etmiş olan biri sonradan size sırt çevirir ve hatta size zarar verirse ona düşman olmayın. Ona ilgi göstermeye ve minnet duymaya devam edin. Bu tavır, sizin şefaat dilemede daha güçlü bir tarafta olduğunuzu gösterecektir.
·        Dürüst danışmanlar, kendisi yüce gönüllülükle bağışta bulunmadığı sürece krallarından iyilik dilemezler; aksi takdirde başarısızlığa uğrayacaklar ve onların yerine dalkavuklar yükselecektir.
·        İnançlı ve uzağı gören danışmanlarınız arasında, en çok dikkat gösterilmeyi hak edenler güvenlikleri ve zenginlikleri size bağlı olanlardır. Her kim kendini sizin çıkarlarınızdan ayrı tutarsa, bilin ki sizin için savaşırken de, önce kendine hizmet edecek, önce kendini düşünecektir.
·        İkiyüzlülük, sadece dar görüşlü zihinleri aldatabilecek bir seraptır; onu fark edebilenlerden hiçbir şeyi saklayamaz.
·        Özgür bir adamı özgürlüğünden yoksun bırakacak iki şey vardır: Sadakat yeminine ihanet etmek ve bir sırrı açığa vurmak.
·        İlk görüşte âşık olursanız tökezleyip düşebilirsiniz.
·        Kararsızlık, sıradan bir zihnin işaretidir, yüce bir ruhun değil.
·        Hükümdarlarına rahatsız edici önerilerde bulunan danışmanlar, kendilerine karşı tepki gösterildiğinde şikâyet etmemelidirler.
·        Aptallık, bilginin doğru yolu aydınlatmasını engelleyen bir örtüdür.
·        Arzu sizi başkalarına bağımlı kılar ve köleleştirir. Ona teslim olanlar dünyevi mallarının köleleri haline gelirler ve daha fazlasına ihtiyaç duyanlar, en büyük yükü sırtlanmışlardır.
·        Güvendiğiniz, size sadık olan ve yakınlığınızı hak eden dürüstlük ve sadâkat herkes tarafından övülür ve onaylanır.   
·        Zenginlik su gibidir. Bir kapı açıp fazlasının akmasına izin vermeyen kişi içinde boğulur.
Sh:5-9
Kısa boylu, biçimsiz ve çirkin bir adam olan Ebu Abdullah Muhammed bin Ebı Muhammed bin Zafer es-Sıkıllî el Mekki, 1104 yılında Sicilya'da doğdu; ancak yaşamını geçindirecek paranın ve politik bir sığınağın peşinde bir göçebe olarak, çoğunluğu hiç de konuksever olmayan Arap başkentlerinde yaşadı. Şanssız bir adamdı; bilgeliği ve sadakati, hizmetine sunduğu iktidarlar tarafından çok nadiren takdir gördü.
"Sicilyalı Göçebe"nin seyahatlerinin tam bir kronolojisini saptamak oldukça güçtür. Norman hâkimiyeti altındaki Sicilya'da doğan İbn Zafer'in, atalarının kenti olan Mekke'de yetiştiği ve eğitim gördüğü zannediliyor; ismine sonradan eklenen "El- Mekki" de buna işaret ediyor. Daha kesin olan bir bilgi ise geçici olarak Mağrip'e yerleştiği ve Normanların El-Mehdiya kentini ele geçirmelerinin ardından, doktrinsel olarak, tam zıt bir ortama sahip olan Fatımi Mısırı'nı ziyaret ettiği yönünde. El- Medresetü'l-Asrûniyye'de bir öğretmenlik pozisyonu edinen İbn Zafer, 1150 yılı civarında, Suriye'nin Halep kentine sığındı. Ayrıca Safi el-Din'in himayesine girerek, Nureddin Mahmud Zengi'nin (1146-1174) sarayında üst düzey bir memuriyet elde etti. İç savaşın patlamasıyla, İbn Hajar olarak da bilinen Emir Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû'I-Kasım el-Kureşî'nin himayesinde güvenli bir yaşam sürdüğü Suriye'den ayrılmak ve Sicilya'ya dönmek zorunda kaldı. Çok kısa bir süre sonra Mısır'a gitmek üzere Sicilya'yı terk eden İbn Zafer, en son olarak, 1170 veya 1172 yılında yoksulluk içinde öleceği Suriye'nin Hama kentine yerleşti.[1]
Başından geçen bütün talihsizliklere karşın İbn Zafer, Arap-Müslüman dünyasında başına gelen görece ilgisizliklere tam bir tezat olacak şekilde, kendisinden sonra gelenler kadar kendi çağının tarihçileri tarafından da oldukça büyük bir saygı gördü. İbn Zafer'i kişisel olarak tanıyan İmadedin el-Isfahani, onu "muazzam bir dahi" olarak tanımlamıştı.[2] Büyük coğrafya bilgini Yakut el-Hamavi, İbn Zafer'e "hassas bir dilbilimci" diyordu.[3] Tarihçi Şemseddin Muhammed el-Dhahabi, "parlak bir düşünür" olarak değerlendirmiş[4]; büyük tarihçi İbn Hallikan ise "mükemmel bir akademisyen" sözleriyle övmüştür.[5] İbn Zafer'e verilen üstünlük payeleri arasında Hüccet el-Din (dinin kanıtı), Şems el-Din (dinin güneşi), Cemal el-Din (dinin güzel yüzü), Burhan el-Din (dinin delili), Hüccet el-İslam (İslamın kanıtı) ve Cemal el-İslam (İslamın güzel yüzü).[6] Bütün bu övgü ve sitayişlere karşın İbn Zafer, yaşadığı dönemde büyük bir yoksulluk ve sefalet çekti; 1700'lü yıllardan sonraysa, 300 yıl boyunca neredeyse tamamen unutulacaktı.
İbn Zafer'in edebi mirası
Çok azı bugüne ulaşabilmesine karşın (bunlardan biri de Sülvânü'l-muta'dır) toplam otuz iki kitaplık edebi mirasıyla İbn Zafer gerçekten müthiş bir yazardı.[7] İnanılmaz derecede çok yönlü bir birey olan İbn Zafer, hem dini hem de seküler (laik) olmak üzere birçok farklı öğrenim dallarında ustalığa sahipti: Teoloji (Dinbilim), medeni hukuk, ahlak felsefesi, İslam hukuku, tarih, filoloji ve pedagoji. Bunların da ötesinde, İslam öncesi ve sonrası Arap tarihi; peygamberler tarihi, din edebiyatı, İran edebiyatı ve tarihi ile Musevi ve Hıristiyan kutsal kitapları konularında da çok büyük bir uzmandı. Önemli bir tefsir alimi, şair, dilbilgisi uzmanı ve edebiyatçı olarak kabul ediliyordu. Sülvânü'l- muta okunduğunda görebileceği gibi İbn Zafer'in entelektüel birikimi, Arap Kimliğine duyduğu güçlü bağlılığa ve inanmış bir Müslüman olmasına karşın, Dar ül-îslam'm[8] kültürel ve politik çerçevesinin çok daha ötesine ulaşmıştır.
Onun görüşleri, evrensel bir cazibeye sahipti.
Sh:22-25
Kaynak: Muhammed bin Ebi Muhammed bin Zafer es-Sıkılli, Adil Hükümdar, Joseph A. Kechichian - R. Hrair Dekmejian, Çeviren: Barış Doğru, Kitabın özgün adı: The Just Prince, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2009, İstanbul


[1]  İbn Zafer'in seyahatleri üzerine, bkz. Yaqut al-Rumi, Kitab Irslmd al-'Arib ila Ma'rifat al-Adib (Entelektüel Rehber ve Yetkin Öğrenme Kitabı), Volüme VII, Kahire, Matba'at al Hindiyya, 1925, s. 102; ve Amari age. volüme I, s. 23-28.
[2]  Amari, age.
[3]  Yakut el-Rumi, age. s. 102.
[4]  Al-Imam Shams al-din Muhammad ibn Ahmad ibn 'Uthman al-Dha- habi, Siıat a'lam al-Nubala (En Asil Bilginlerin Biyografisi), Cilt 20, Beyrut, Mu'assasat al-Rigala, 1985, s. 522-523.
[5]  Abu al-'Abbas Shams al-Din Ahmad ibn Muhammad Abu Bakr ibn Khallikan, VVafayat al-A'yan wa Anba' al-Zaman (Seçkin İnsanların Biyografileri ve Yolgösterici Çağdaşlarının Tarihleri). 4. Cilt, Kahire, Maktabat al-Nahda al-Misriyya, 1948, s. 29.
[6]  Amari, age. cilt I, s. 39-40.
[7]  Age. s. 39-40; ayrıca bkz. Arie, age. S. 1-4; Rizzitano, age. s. 970.
[8] Dar ül-İslam: İslam Dünyası, ç.n.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar