SORGULAYAN DENEMELER; İYİ İNSANLARIN YOL AÇTIKLARI KÖTÜLÜKLER – BERTRAND RUSSELL
Yüz
yıl kadar önce herkesin çok kötü bir insan olarak tanıdığı Jeremy Bentham
adında bir filozof yaşadı. Daha çocukken adını ilk duyduğum anı bugüne kadar
hiç unutmadım. Bu, Muhterem Peder Sydney Smith’in, Bentham’ın insanların ölmüş
büyükannelerinden çorba yapmaları gerektiğini düşündüğü yolundaki sözlerini
duyduğum andı. Böyle bir uygulama bana aşçılık yönünden olduğu kadar ahlak
yönünden de tatsız gelmişti. Bu nedenle Bentham hakkında kötü bir kanaat
edinmiştim. Bu sözlerin, saygıdeğer insanların erdem uğruna söyleme
alışkanlığında oldukları sorumsuz yalanlardan biri olduğunu çok sonraları
keşfettim. Bundan başka, Bentham’a karşı gerçek suçlamanın ne olduğunu da
anladım. Aşağı yukarı şöyle bir şeydi:
“İyi”
insanı, iyilik yapan insan olarak tanımlamıştı. Aklı başında bir okuyucunun
hemen anlayacağı gibi bu tanımlama gerçek ahlak ilkelerini altüst eden
birşeydi. Bir iyiliğin, ondan yararlanan kişiye duyulan sevgiden
kaynaklanıyorsa erdemli olmadığını, sadece ahlak kurallarından esinlenmişse
erdemli olduğunu ortaya koyan Kant’ın düşüncesi çok daha yücedir. Aynı
kurallar, doğaldır ki, ters yönde, acımasız hareketlere de yol açabilir.
Erdemli olmanın ödülünün erdemin kendisi olduğunu biliyoruz. Bundan galiba şu
sonuç çıkıyor ki, ona katlanmak da onun cezasını oluşturmaktadır. Bu nedenle
Kant, Bentham’dan daha yüce bir moralisttir ve erdemi erdem olduğu için
sevdiğini söyleyen herkes onun tarafını tutar.
Bentham’ın
kendi iyi insan tanımına göre davrandığı doğrudur: çok iyilik yapmıştır.
Ondokuzuncu yüzyılın ortalarındaki kırk yıl, İngiltere’nin maddi yönden, fikir
ve ahlak yönlerinden inanılmaz ölçüde ilerleme gösterdiği yıllardır. Bu dönemin
başlarında, daha önce aristokrasiyi temsil eden Parlamento’yu, orta sınıfı
temsil eder duruma getiren Reform Yasası çıkmıştır.
Yasa
İngiltere’de demokrasiye doğru atılan adımların en zoru olmuştur. Hemen
arkasından da, Jamaica’da köleliğin kaldırılması gibi, başka önemli reformlar
gelmiştir. Bu dönemin başında adi hırsızlığın cezası asılarak idamdı. Çok
geçmeden ölüm cezası yalnız adam öldürme ve vatana ihanet suçlarıyla
sınırlandırıldı. Yiyecek fiyatlarını korkunç sefalete yol açacak ölçüde artıran
Hububat Yasaları 1846’da yürürlükten kalktı. 1870’de zorunlu eğitim getirildi.
Victoria dönemini kötülemek bugün moda haline gelmiştir; ama ben bizim
çağımızın, onların çağının yarısı kadar iyi not almasını dilerim. Ancak şimdiki
konumuz bunlar değil. Gelmek istediğim nokta şudur: o yıllardaki ilerlemenin
çok büyük bir bölümünün Bentham’ın etkisi sayesinde gerçekleştiği kabul
edilmelidir. Geçen yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de yaşayan insanların
onda dokuzunun, Bentham olmasaydı yaşayabileceklerinden daha mutlu yaşadıkları
kuşku götürmez. Felsefesi öylesine yalındı ki, ona yaptıklarının bir gerekçesi
olarak bakmış olabilir. Bizler, şimdiki daha aydın çağımızda, onun fikirlerinin
abes olduğunu görebiliriz. Ancak, Bentham’ınki gibi pek de onurlu olmayan bir
faydacılık ilkesini reddetme nedenlerine bir göz atmak bizi yüreklendirebilir.
2
Hepimiz
“iyi” insandan ne anladığımızı biliriz. İdeal iyi insan içki ve sigara içmez,
küfretmez, yalnız erkeklerin bulunduğu bir toplantıda orada hanımlar varmış
gibi konuşur, kiliseye aksatmadan gider, her konuda isabetli fikirleri vardır.
Haksızlığa karşı derin bir nefret duyar ve Günah’ı cezalandırmanın bizim acı
bir görevimiz olduğunu bilir. Yanlış düşünmeye karşı daha da büyük bir nefret
duyar ve genellikle orta yaşlı başarılı yurttaşlarının benimsediği görüşlerin
isabetli olup olmadığını sorgulayan kişilerden gençleri korumanın bir devlet
görevi olduğu kanısındadır. Titizlikle yürüttüğü mesleki faaliyetleri yanında
hayır işlerine de hayli zaman ayırır: yurtseverliği ve askeri eğitimi teşvik
eder; işçilerin ve onların çocuklarının çalışkan, serinkanlı ve erdemli
olmalarını destekleyebilir ve bunu o konulardaki başarısızlıkların gereğince
cezalandırılmasını sağlayarak yapar; belki bir üniversitenin mütevelli heyeti
üyesidir ve yıkıcı fikirleri olan profesörlere görev vermeyerek eğitime
yönelecek saygısızlığı önler. Kuşkusuz, her şeyden çok da, dar anlamıyla
“kişisel ahlakı” kusursuzdur.
Bu anlamda “iyi” olan
bir adamın, genelde, “kötü” bir adamdan daha çok iyilik yaptığı kuşku götürür. “Kötü”
adam ile yukarıda tanımlananın tersi olan adamı kastediyorum. “Kötü” bir adam
sigara, arada bir de içki içer; hatta damarına basıldığında ağzını bile
bozabilir. Sohbetleri her zaman ağza alınacak türden değildir; güzel havalarda
bazı pazar günleri kiliseye gitmek yerine kırlarda dolaşır. Yıkıcı fikirleri de
vardır; örneğin, barış istiyorsanız savaşa değil barışa hazırlanmanız
gerektiğini düşünebilir. Hatalara karşı tutumu bilimseldir; tıpkı arıza yapan
otomobiline olan tutumu gibi. Vaazların ve hapis cezasının, patlak bir otomobil
lastiğinin tamirine yararı neyse, kötü alışkanlıkları düzeltmekte de yararının
o kadar olduğunu iddia eder. Yanlış düşünce konusunda daha da terstir. Ona göre
“yanlış düşünme” sadece düşünme, “doğru düşünme” de sözcükleri papağan gibi
tekrarlamaktır. Bu durum, onun her türden garip fikirleri olan kişilere
yakınlık duymasına yol açar.
Çalışma
saatleri dışında yaptıkları, sadece hoşlandığı şeylerle uğraşmaktan; ya da,
daha kötüsü, iktidar sahiplerinin rahatına dokunmayan bazı önlenebilir
kötülükler konusunda huzursuzluk yaratıp ortalığı karıştırmaktan ibarettir. Ve
hatta olasıdır ki, “kişisel ahlak” konusundaki bazı kusurlarını, gerçekten
erdemli olan kişiler gibi özenle gizlemez; kendini, dürüst olmanın iyi bir örnek
olmaktan daha iyi olduğu gibi yanlış bir düşünce ile savunur. Sıradan ve saygın
bir vatandaşın sözünü ettiğimiz bu niteliklerin bir veya birkaçını taşıyan bir
kişi hakkındaki kanaati olumsuzdur; bu nedenle bir hakim, bir öğretmen veya bir
vali gibi yetkileri olan görevler almasına izin verilmez. Bu tür işler yalnız
“iyi” insanlara açıktır.
Bütün
bu durum son zamanlara özgüdür. Cromwell zamanında Püritenlerin kısa süren
egemenliği sırasında da durum böyleydi ve onlar tarafından Amerika’ya
aşılanmıştı. İngiltere’de tekrar ortaya çıkışı Fransız Devrimi’nden sonra,
Jacobinizm’e -yani şimdilerde Bolşevizm diyebileceğimiz şeye- karşı mücadelede
yararlı olabileceği düşüncesiyle olmuştur. Wordsworth’ün yaşamı bu değişikliğe
bir örnektir.
Gençliğinde
Fransız Devrimi’ne yakınlık duymuş, Fransa’ya gitmiş, güzel şiirler yazmış ve
evlilik dışı bir kızı olmuştu. Bu dönemde “kötü” adamdı. Daha sonra “iyi” oldu;
kızını terketti, doğru ilkeler edindi ve kötü şiirler yazdı. Coleridge de
benzer bir değişimden geçmiştir: kötü olduğu zaman Kubla Khan’ı yazdı; iyi
olduğu zamanlar da teolojik yazılar.
İyi
şiirler yazdığı zamanlar “iyi” olan bir şair örneği bulmak zordur. Dante yıkıcı
propaganda yaptığı gerekçesiyle sınır dışı edilmişti. Sonelerine bakarak hüküm
verilirse Amerikan göçmen bürosu yetkililerince Shakespeare’e New York’da
karaya çıkma izni verilemezdi. “İyi” insanın özünde hükümet yanlısı olması
yatar. Bu nedenle Milton, Cromwell’in egemenliği döneminde iyi, ondan önce ve
sonraki dönemlerde kötü bir kişiydi; ancak şiir yazması bu önceki ve sonraki
dönemlere rastlar -gerçekten de şiirlerinin çoğu bir bolşevik olarak idam
edilmekten kıl payı kurtulduğu sonraki dönemde yazılmıştır. Donne, St.Paul
Katedrali ruhani meclis başkanlığına getirildikten sonra erdemli oldu; ancak bütün
şiirleri daha önce yazılmıştı ve bu nedenle, atanması bir skandala yol açtı.
Swinburne gençliğinde, özgürlük için savaşanları öven Songs Before Sunrise
(Şafak Öncesi Şarkılar)’ı yazdığı dönemde kötü adamdı; yaşlılığında, aşağılık
tecavüzlere karşı özgürlüklerini savundukları için Boerlere oldukça saldırgan
yazılar yazdığı zaman ise, erdemli bir kişiydi. Örnekleri artırmaya gerek yok;
günümüzde geçerli olan erdem ölçütlerinin iyi şiir üretmekle bağdaşmadığına
işaret eden yeterince söz söylenmiş bulunuyor.
Aynı
şey başka alanlarda da geçerlidir. Hepimiz biliriz ki Galileo ve Darwin kötü
kişilerdi. Ölümünden yüz yıl sonrasına kadar Spinoza’nın çok günahkâr bir adam
olduğu düşünülüyordu. Descartes kovuşturmaya uğrayacağı korkusuyla yurt dışına
kaçmıştı. Hemen bütün Rönesans sanatçıları kötü insanlardı. Daha hafif konulara
gelince, önlenebilir ölümlere karşı çıkanlar mutlaka kötü kişilerdi. Ben
Londra’nın bir bölümü çok zengin, bir bölümü de çok yoksul olan bir bölgesinde
oturdum. Burada bebek ölümü oranları anormal derecede yüksektir ve zenginler
rüşvet veya yıldırma yoluyla yerel yönetimi ellerinde tutarlar. Zenginler
güçlerini kamu sağlığı ve bebeklere yardım giderlerini azaltmak; düşük ücretle
yarı-zamanlı çalışacak sağlık görevlisi tutmak için kullanırlar. Zenginlerin
sofralarının zenginliğini yoksulların çocuklarının yaşamından daha önemli
saymayan hiç kimse o yöredeki önemli kişilerin saygısını kazanamaz.
Dünyanın
bildiğim her yerinde aynı şey geçerlidir. Bunlara bakarak, iyi bir insanı
oluşturan nitelikleri basite indirgeyebiliriz: İyi insan, düşünceleri ve
eylemleri iktidar sahiplerine hoş gelen kişidir.
3
Geçmişte
kötü oldukları halde maalesef yüceliğe erişmiş olan insanlar üzerinde durmamız
hayli üzücü oldu. Şimdi de, daha iç açıcı bir konu olan erdemli insanlara
geçelim.
3.
George tipik bir erdemli kişiydi. Pitt (1759-1806): 1783-1801 ve 1804-1806
yıllarında başbakanlık yapan İngiliz devlet adamı) ondan katoliklere özgürlük
vermesini istediğinde -o dönemde katoliklerin oy hakları yoktu- taç giyme töreninde
yaptığı yemine ters düşeceği düşüncesiyle bunu reddetti. Onlara özgürlük
vermenin iyi bir şey olduğu gerekçesine uyarak yanılgıya düşmekten haklı olarak
kaçındı. Ona göre sorun yararlı olup olmamak değil, soyut olarak “doğru” olup
olmamaktı. Amerika’nın bağımsızlık istemine yol açan siyasette onun politikaya
müdahalesinin payı büyüktür; ancak müdahalesi her zaman en yüce amaçlardan
kaynaklanmıştır. Aynı şey, çok dindar olan ve düşüşüne kadar Tanrı’nın kendi
tarafında olduğuna içtenlikle inanmış ve -bildiğim kadarıyla- kişisel
kötülüklerden tamamen arınmış bir kişi olan sabık Kaiser için de söylenebilir.
Ama yine de, insanların acı çekmesine ondan daha çok yol açmış olan başka bir
günümüz insanı bulmak kolay değildir.
İyi
insanlar politikacılara bazı yararlar sağlarlar. Bu yararların başında da,
başkalarının kuşku uyandırmadan işlerini yürütmelerine olanak veren bir duman
perdesi oluşturmaları gelir. İyi insan arkadaşlarının karanlık işler
yapabileceğini aklına getirmez; bu onun iyi yönüdür. Halk da bir insanın,
iyiliğini kötüleri gizlemek -için kullanabileceğini hiç düşünmez; bu da onun
yararlı yönüdür. Kamu gelirlerinin, onları hakeden zenginlerin eline geçmesine
itiraz eden dar kafalı halkın söz konusu olduğu her durumda bu iki özelliğin
iyi insanı son derece çekici kılacağı ortadadır. Bana söylendiğine göre -ama
ben kesinlikle katılmıyorum- iyi insan olan ve bu amaca göre hareket eden bir
Amerika Cumhurbaşkanı varmış. İngiltere’de de Whittaker Wright ününün doruğunda
olduğu sıralarda, çevresini, erdemleri onun aritmetiğini anlamalarını ve
anlamadıklarını farketmelerini önleyen kusursuz soylular doldurmuştu.
İyi
insanın işe yaradığı bir başka alan da istenmeyen kişileri skandallarla
politikadan uzak tutabilmeleridir. Yüz kişiden doksan dokuzu ahlak kurallarını
ihlal eder; ancak bu gerçek, genellikle gün ışığına çıkmaz. Doksan dokuzuncu
kişinin yaptığı ortaya çıktığında, yüz kişi içinde gerçekten masum olan bir
kişi yürekten duyduğu nefreti dile getirir; öbür doksan sekizi de,
kendilerinden de kuşkulanılabilir korkusuyla, onun peşinden giderler. Bu
nedenle, hoşa gitmeyen görüşleri olan bir kimse politikaya atılıyorsa, toplumun
geleneksel kurumlarını korumayı amaç edinmiş olan kişilerin, açığa vurulduğunda
yeni politikacının kariyerini sona erdirecek birşeyler bulana kadar o kimsenin
özel yaşamını geriye doğru adım adım kurcalamaları yeterlidir. O zaman üç
seçenekleri olacaktır: gerçekleri açıklayarak onun bir utanç bulutu içinde
gözlerden uzaklaşmasını sağlamak; veya açıklama tehditleriyle onu politikadan çekilmeye
zorlamak; ya da şantaj yoluyla kendilerine iyi bir gelir sağlamak. Bu
seçeneklerden ilk ikisi halkı korur; üçüncüsü de halkı koruyanları korur. Bu
nedenle her üçü de övülmeye değer; her üçünü de olanaklı kılan iyi insanların
varlığıdır.
Şimdi
de örneğin zührevi hastalık konusunu ele alalım. Bunun önceden alınacak uygun
önlemlerle hemen hemen tamamen önlenebileceği bilinmektedir. Ancak iyi
insanların çabalarıyla bu bilgi mümkün olduğunca dar bir alana yayılır ve
uygulanmasında her türlü engel yaratılır. Sonuçta günah yine “doğal” cezasına
çarptırılır ve yine İncil’in emirleri uyarınca çocuklar babalarının günahlarını
çekmeyi sürdürürler. Bunun tersi olsaydı durum ne kadar da korkunç olurdu.
Çünkü eğer günah cezalandırılmazsa, yaptıkları günah değilmiş gibi davranacak
kadar ahlaksız kişiler ortaya çıkabilirdi; ve eğer ceza masumları da kapsamazsa
o denli korkutucu olmazdı. Bu nedenle, bilim adamlarının edindikleri derme
çatma bilgilere rağmen, Doğa’nın bizler daha cehalet çağındayken koyduğu katı
ceza yasalarının bugün bile işlemesini sağlayan bu iyi adamlara ne kadar
minnettar olsak azdır.
Acılara
neden olsun veya olmasın, kötü bir eyle”min kötü olduğunu, doğru düşünen herkes
bilir. Ancak herkesin salt ahlak kurallarına uygun hareket etmesi olanaklı olmadığına
göre, erdemin güvence altına alınması açısından, günahı acının izlemesi çok
arzulanan birşeydir. İnsanların günahlara bilim öncesi çağlarda verilen
cezalardan kaçınma yollarını öğrenmeleri engellenmelidir. Hayırsever insanlar
bizleri bu tehlikeli bilgilerden korumamış olsalar da fiziksel ve zihinsel
sağlığın korunması konusunda ne çok bilgi sahibi olabileceğimizi düşünmek beni
dehşete düşürüyor. İyi insanlar bir de kendilerini katlettirerek yararlı
olabilirler. Almanya Çin’in Shantung eyaletini iki misyonerin orada öldürülmesi
sayesinde ele geçirmiştir. Saraybosna’da öldürülen Arşidük sanırım iyi bir
insandı; ona ne kadar minnettar olsak azdır! Eğer o şekilde ölmeseydi savaş
çıkmayabilirdi; dünya demokrasi için güvenli bir hale gelemezdi; militarizm
yıkılmazdı; şimdi de İspanya, İtalya, Macaristan, Bulgaristan ve Rusya’daki
askeri despotizmin keyfini çıkarıyor olmazdık.
Şaka bir tarafa, kamuoyunca genellikle kabul gören “iyilik”
ölçütleri dünyayı daha mutlu kılmak için düşünülmüş şeyler değildir. Bunun
çeşitli nedenleri vardır; başlıcası da gelenektir.
Ondan
sonra en güçlü neden olarak egemen sınıfların sahip olduğu, haksız güçler
gelir. İlkel ahlak kuralları tabu kavramından çıkmışa benziyor; bunlar
başlangıçta tamamen boş-inan durumdaydılar ve tamamen zararsız olan bazı
eylemler -örneğin kabile reisinin tabağından yemek yemek- bilinmez yollarla
felakete yol açtıkları düşüncesiyle yasaklanmıştı. Yasaklar bu şekilde başladı
ve başlangıçta varsayılan nedenler unutulduktan sonra da insanların duyguları üzerinde
etkisini sürdürdü. Günümüzde geçerli olan ahlak kurallarının büyük bir bölümü
hala bu türdendir: bazı davranış biçimleri, etkilerinin kötü olup olmadıklarına
bakılmaksızın, dehşet hissi uyandırırlar. Birçok olayda, dehşet uyandıran bu
davranış gerçekten de zararlıdır; öyle olmasaydı ahlak ölçütlerimizi düzeltme
gereksinimi daha yaygın kabul görürdü.
Örneğin,
uygar bir toplumda cinayetin hoşgörüyle karşılanmayacağı ortadadır; ancak
cinayetin yasaklanmasının kökeninde yatan şey, tümüyle boş-inandır. Öldürülen
kişinin kanının -veya daha sonra hayaletinin- öç almak isteyeceği ve yalnız
suçluyu değil, ona yakınlık gösteren herkesi cezalandıracağı düşünülüyordu.
Cinayetin yasaklanmasının boş-inan niteliği şundan da anlaşılıyor ki, belli
dini ayinlerle kan suçundan temizlenmek olanaklıydı; başlangıçta bu ayinlerin
amacı ise, hayaletin kendisini tanımaması için suçlunun kılık değiştirmesini
sağlamaktı. En azından Sir J. G. Frazex’in teorisi böyledir. Pişmanlığın, suçu
“arındırmasından” söz ederken yaptığımız mecaz çok eski zamanlarda kan
lekelerini temizlemek için yıkama yapılmasından kaynaklanmaktadır. “Suç” ve
“günah” gibi kavramların çok eski çağlardaki bu uygulama ile ilişkili duygusal
bir kökeni vardır.
Rasyonel
bir ahlak kuralı cinayet konusunda bile olaya değişik bir açıdan bakacak;
hastalık için olduğu gibi, suç, ceza ve kefaret yerine önleme ve iyileştirme
ile ilgilenecektir. Günümüzde ahlak ilkeleri boş-inan ve rasyonalizmin garip
bir karışımıdır. Cinayet çok eski bir suçtur; ona uzun yıllar ötesine uzanan
nefret ve korkunun oluşturduğu bir sis perdesi arkasından bakarız. Sahtekarlık modern bir suçtur; onu rasyonel bakış açısıyla ele
alırız. Sahtekarları cezalandırırız; ama onları, canilere yaptığımız gibi,
tuhaf yaratıklar olarak dışlamayız. Teoride nasıl düşünürsek düşünelim,
toplumsal yaşamda erdemi, birşeyi yapmak olarak değil, yapmamak olarak
algılarız. “Günah” olarak adlandırılan şeylerden kaçınan bir kimse,
başkalarının yararına hiçbir şey yapmasa da, iyi insandır. İncil’de
telkin edilen tutum kuşkusuz bu değildir: “Komşunu kendini sevdiğin gibi sev”
olumlu bir yönergedir. Ancak bütün Hristiyan toplumlarda bu emre uyan kişi
kovuşturulur; en azından yoksulluk, genellikle hapis ve bazen de ölümle
cezalandırılır. Dünya haksızlıklarla doludur. Ödülleri ve cezaları verecek
konumda olanlar da bu haksızlıklardan yarar sağlayanlardır. Ödüller eşitsizlik
için çok ustaca gerekçeler bulanlara, cezalar ise ona çare arayanlara verilir.
Komşusunu içtenlikle seven bir kimsenin halkın yergisinden uzun süre kaçınabileceği
bir ülke bilmiyorum. Fransa da savaştan hemen önce Fransa’nın en iyi yurttaşı
olan Jean Jaures öldürülmüş, katil ise, bir kamu hizmeti yaptığı gerekçesiyle,
beraat etmişti. Bu çok çarpıcı bir örnektir; ancak bu tür şeyler dünyanın her
yerinde olagelmektedir.
Geleneksel
ahlakı savunanlar onun kusursuz, olmadığını bazen kabul ederler; ancak herhangi
bir eleştirinin ahlakı toptan çökerteceğini ileri sürerler. Eleştiri olumlu ve
yapıcıysa bu çöküntü gerçekleşmez; ancak, bir anlık bir zevkin ötesinde birşey
için yapılmamış olması koşuluyla. Bentham’a dönersek, o ahlak kurallarına temel
olarak “en çok insanın en fazla mutluluğu”nu savundu. Bu ilke doğrultusunda
davranan bir kimsenin, yalnız geleneksel kurallara uyan bir kişiye göre çok
daha çetin bir yaşamı olacaktır.
Kendisini
ezilmişlerin savunucusu yapacak ve böylece güçlülerin düşmanlığına hedef
olacaktır. Gücü elinde tutanların saklamak istediği gerçekleri açıklayacak;
şefkate gereksinimi olanları ondan mahrum etmek için uydurulmuş yalanları
reddedecektir. Böyle bir davranış gerçek ahlakın çöküşüne yol açmaz. Resmi
ahlak her zaman olumsuz ve baskıcı olmuştur; “yapmayacaksın” der ve kuralların
yasaklamadığı eylemlerin etkisini araştırmaya gerek görmez. Bütün büyük
mistikler ve din öğreticileri böyle bir ahlak anlayışına boşuna karşı
gelmişlerdir: müritleri onların en açık beyanlarını bile dikkate almamışlardır.
Bu nedenle, onların yöntemlerinin büyük ölçüde bir iyileşmeye yol açması pek
olası görünmüyor.
Düşünce
ve bilimdeki ilerlemenin bu konuya katkısı, sanırım, daha umut verici
olacaktır. İnsanlar yavaş yavaş şunun bilincine varacaklardır ki, durumları
haksızlık ve nefret temeline dayalı olan bir dünya, mutluluğu yaratma olasılığı
en büyük olan bir dünya olamaz. Son savaş az sayıda kişiye bu dersi öğretmiştir;
eğer beraberlikle sonuçlanmasaydı daha fazlasını da öğretebilirdi. Bizler için
gerekli olan, yaşama sevinci, gelişmenin getireceği mutluluk ve olumlu
başarılar üzerine kurulmuş bir ahlaktır; yasak ve baskı temeline değil. Bir
insan eğer mutluysa, coşkuluysa, cömertse ve başkalarının mutluluğuna
seviniyorsa “iyi” insan sayılmalıdır. Bu
durumda, ufak tefek kabahatler pek de önemsenmemelidir. Fakat sömürü ve
gaddarlık yoluyla servet kazanan bir kişiye, şimdi “ahlaksız” olarak
nitelediğimiz kişiler gibi bakmalıyız; düzenli olarak kiliseye gitse de,
kötülükle elde ettiği kazancının bir bölümünü kamu amaçlarına bağışlasa da aynı
şekilde değerlendirilmelidir.
Bunu
sağlamak için, önemli kişiler arasında hala geçerli olan boş-inan ve baskı
karışımı bir “erdem” yerine, ahlak sorunlarına karşı rasyonel bir tutum
getirmek yeterlidir. Günümüzde mantıksal düşünce hafife alınmaktadır; ancak ben
yine de uslanmaz bir rasyonalist olmakta direniyorum. Mantık belki zayıf bir
güç olabilir; ama değişmezdir ve hep aynı yönde işler. Mantıksızlığın
kuvvetleri ise boş yere didişerek birbirlerini yok eder. Bu nedenle
mantıksızlığın -her taşkınlığı, sonunda mantık yanlılarını güçlendirir ve
insanlığın yegane gerçek dostlarının onlar olduğunu tekrar tekrar gösterir.
Sorgulayan
Denemeler: Bertrand Russell
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar