Temhidât
Ey aziz! Gayret alemini terk et!
Dünyada
İblis adını verdiğin o divane âşıkı ilahi alemde hangi adla çağıracaklarını
bilemezsin.
Onun adını bilsen, onu bu adla
adlandırdığın için kendini kafir sayarsın.
Heyhat! Nereden bileceksin ki?
Bu divane, Allah'ı sevdi.
Muhabbetinin mihengi ne oldu, bilir misin? Biri bela ve kahır, diğeri kınanma
ve sefillik.
Ona "Eğer bizim aşk davamıza giriştiysen bunun için bir delil
gerekir" dediler; sonra da bela, kahır, kınanma ve sefillik
mihengini sundular. O da kabul etti. İşte o an, bu iki mihenk, aşkın
delilinin sadakat olduğuna şahitlik ettiler. Benim ne dediğimi asla
anlayamazsın!
Aşıkın, maşukun lütuf ve kahrında
pişmesi için, aşkta cefa ve vefa gerekir. Aksi halde, ham kalır ve ondan bir
şey ortaya çıkmaz.
Heyhat!
Aşk makamları içinde aşkın
kemalinin öyle bir makamı vardır ki, burada aşık, maşuktan kötü bir söz bile
duysa, bu ona başkalarının lütfundan daha hoş gelir, maşukun kötü sözünü
başkalarının lütfuna terciheder. Bunu bilmeyen kimse zaten aşk yolundan
habersizdir.
Yoksa şu beyiti işitmedin mi?
Senden
ayrı olmak başkalarına kavuşmaktan daha hoştur,
Senin reddetmen başkalarının kabul etmesinden daha güzeldir.
Heyhat! Bu sözü ters çevirdiğinde,
"O'nun dostları Allah'ın lütuf ve kahrıyla terbiye edilirler. Her gün
vuslat şarabıyla sarhoş olur, ancak ardından O'nun ayrılık çizmesinin altında
ezilirler" denmesi gereken yere ulaşırsın.
Aşık henüz mürittir ve bu alemde
müridi ayrılık ağacına asarlar. Yoksa sen, o âlemde O'nu arayanlara nasıl hitap
edeceklerini duymadın mı? Şöyle derler:
Şehirde
bizi arayanlar pek çoktur,
Bizi arayanın işi ah çekip inlemektir.
Dergahımızın kapısında kurulmuş binlerce darağacı var,
Her darağacında bir müridin başı asılı.
Hz. İlahi'yi arayanların gönülleri
de her gün, bin defa, "Biz biliyoruz ki,maşukumuzda bela ve kahır vardır,
ama biz O'nun bela ve kahrına kendimizi feda ettik. Bela O'ndan, rıza bizden;
kahır O'ndan, şefkat bizden" diye karşılık verir. Yoksa sen onlardan
karşılık olarak şu beyitleri işitmedin mi?
Bela arayan, sitemkar bir sevgilim
var,
İki gözümün yaşıyla ıslanmış bir yenim var.
Başımdaki bu heves benim canımı alacak,
İşin sonunda, korkarım sonum darağacı olacak.
"Biz kendimiz için ebedi
derdi seçtik, rahmet ve lütfu başkalarına bıraktık" diyenin aşkı ne güzel!
O kovulmuş her gün peşpeşe yüz bin dert içiyor ve şöyle feryat ediyor:
Aşıklara
şarabı toprak küple ver,
Başkalarına da iyilik, güzellik ve akıl ver.
Ne güzel bir civanmert! Heyhat!
Hallac-ı Mansur bu konuda şöyle demiştir: ''Ahmed ve İblis'ten başka
civanmert yoktur!"
Heyhat! Sen busözden ne
anlıyorsun?
Dedi ki: Civanmertlik sadece iki kişi için geçerlidir: Ahmed ve İblis.
Civanmert olan ve menzile ulaşan bu ikisidir, diğerleri yolda kalmış
çocuklardan başkaları değildir.
Bu civanmert, İblis şöyle demektedir:
"Eğer başkaları bir selden kaçarlarsa,
onların yerine biz kendimiz taahhüt ederiz:'
Ey
sanem, senin aşkından gam üstüne gam olsun,
Senin sevdan nefes nefes her yanımı sarsın.
Aşkının ateşiyle kalbim sağlamlık bulsun,
Gerçek olmayan aşk da bizden uzak olsun.
Gerçek olmayan aşk da bizden uzak olsun.
Dedi ki: Maşuk bizi kendi ehlinden
sayıp yadigar olarak vermişse, kilim ister siyah olsun, ister beyaz, bizim için
her ikisi de birdir. Kim bunlar arasında ayrım yaparsa, aşk konusunda hala ham
demektir, pişmemiştir. Dost elinden ister bal ister zehir, ister şeker ister
Ebu Cehil karpuzu, ister lütuf ister kahır olsun; hepsi aynıdır. Kim lütfun ya
da kahrınaşıkı olursa, o, maşukunun değil, kendisinin aşıkıdır. Sultan ister
abaversin ister özel taç, alan kimse için yeterlidir; aşık başka bir beklentiye
girmez.
Heyhat!
Ona "Lanetim üzerine, siyah
kilimini neden üzerinden çıkarmıyorsun?" diye sorduklarında şöyle cevap
vermiştir:
Elbisemi
satmam, satamam,
Çünkü satarsam çıplak kalırım.
Ey dost! Onun derdinin ne olduğunu
biliyor musun? Onun derdi şundan dolayıdır: O önceleri cennetin hazinedarıydı
ve mukarreblerdendi. O makamdan dünya makamına indi, dünyanın ve cehennemin
hazinedarlığını kendisine teslim ettiler. Bunun derdiyle şöyle dedi:
Şu ben miskine yaptığı şu zulme bak,
O kendisi söyledi, ben yaptım, bu derdi verdi.
Onun ne dediğini anlıyor musun?
Dedi ki: Binlerce yıldır maşukun mahallesinin bekçisiydim, kabul ettim nasibim
kovulmak oldu. Rahmet mütekebbiri geldi ve bana lanet ederek "Ve muhakkak
ki lanetim kıyamet gününe kadar senin üzerinedir" dedi... [ Temhidat,
Aynu'l-Kuzat-i Hemedani, Afif Useyran Baskısı, İntişarat-i Danişgah-i Tehran
1962, s. 221-225.}
Gayret et de,"Ona ruhumdan
üflediğim zaman..:' ayetindeki ruhi [ruhum]kelimesindeki nispet ya'sının
üzerinden geçebilesin. O zaman "Ya-sin'in ya'sı "la'neti
[lanetim]"deki"ya"nın İblise ne yaptığını sana anlatır.Aynı
şekilde"Kaf-ha-ya-ayn-sad"ın"ya"sı, "Selamun aleyke
eyyuhen nebiyyu [Selam senin üzerine olsun ey Nebi]"deki "kaf"ın
Hz. Muhammed'e ne ettiğini sana söyler. Varlığı sürekli olanın kudretine yemin
olsun ki, ezelden ebede kadar "Selamun aleyke [Selam senin üzerine
olsun]"nin bitişik kaf'ı ile"Sad. Ve'l-Kur'an [Sad. Kur'an'a yemin
olsunJ IIdaki bitişik"ya" Hz. Muhammed'den bir an olsun uzak
değildir ve uzak olamaz da."La'netı [Lanetim]"deki"ya" da
İblis için böyledir. Ne dersin, birisinin elinden yiyeceği alındığında o kimse
yaşayabilir mi?
Varlığını sürdürebilir mi?
Ey dost!"Elif-lam-mim-ra" ibaresinden ne anladın?
Dinle!
"Mim"
Muhammed'in meşrebi, "ra' ise İblisin meşrebidir.
İzzetine yemin olsun ki, Allah hiçbir zaman
vasıtasız olarak "Şöyle yap, böyle et" şeklinde konuşmaz ve bu
şekilde iş yapmaz. Eğer Hz. Muhammed için,"O hevadan konuşmaz" sözünü
kabul ediyorsan, "Muhakkak ki onların kıssalarında temiz akıl sahipleri
için bir ibret vardır" ifadesini de bilirsin. Bu ibretlerden birisi şudur:
"Bünyamin bir toplulukla birlikte perde gerisindeydi. Onun hırsızlık
yapmadığını biliyorlardı. Ancak Yusuf ona şöyle dedi: Perde gerisinden çık ve
'Ben çaldım' de:'
Heyhat!
Cebrail, Mikail ve diğer melekler
gaybda "Adem'e secde edin!" hitabını işittikleri halde, gaybın
gaybında, gayb ve şehadet aleminde O, "Benden başkasına secde etme!"
şeklinde buyurdu. Peki, sen burada ne anlıyorsun:
İnsanlar
halimden habersizlerse de,
O'nun, halimi bildiğini bilmem bana yeter.
O halde, açık olarak ona
"Adem'e secde edin!" derken, örtülü olarak "Ey İblis! De ki: Ben
çamurdan yarattığın kimseye mi secde edeceğim?" dedi. Bu başka türlü bir
şeydir.
Ancak sen Allah'ın iki ismi olduğunu; bunlardan birinin "Rahman ve Rahim';
diğerinin "Cebbar ve Mütekebbir" olduğunu kesin olarak biliyorsundur.
O, cebbarlık sıfatıyla İblisi, rahmanlık sıfatıyla daMuhammed'i yaratmıştır. Şu
halde, rahmet sıfatı Ahmed'in, kahır ve gazap sıfatı İblisin gıdası olmuştur.
Ey dost! [Allah, İblis için] "Din Günü'ne kadar lanetim
üzerinedir" şeklinde buyurmuştur. Din Günü ile anlatılmak istenen;
bu dünyadaki din değil, ahiret dinidir. Bu din dünyadan bağları koparmayı
gerektirir ve buradakilerin birlik dinidir. Bu din bu dünyada küfürdür, ancak
saliklerin yolunda ve dininde iman da küfür de birdir.
Yusuf Amiri şöyle demiştir:
Harabat mahallesinde dilenci kim, şah kim?
Vahdet yolunda ibadet ne, günah ne?
Arşın altında güneş ne, ay ne?
Bir kalenderin yüzünde parlaklık ne, siyahlık ne?
Herkes bu anlamı anlayamaz. İblis
de davetçidir. Ancak İblis O'ndan, Hz. Muhammed ise O'na davet eder. İblisi Hz.
İzzet'in kapıcılığından aldılar ve ona dediler ki: Sen bizim aşıkımızsın,
dergahımızın kıskançlığıyla yabancıları Hazretimizden uzak tut.
Şöyle seslen:
Maşuk
bana "Kapımda otur" dedi,
Sırrıma sahip olmayanı içeri sokma,
Kim bana "Kendinden geç" derse,
Bu kimse başkasına göre değil, tam bana göredir.
İblisin günahı Allah'a aşık olmasıydı.
Hz. Muhammed'in günahı neydi, bilir misin? Onun günahı ise Allah'ın kendisine
aşık olmasıydı. Yani İblisin Allah'a aşık olması kendisinin günahı oldu.
Allah'ın Peygamber'e aşık olması ise Peygamber'in günahı oldu.
Nitekim "Böylece Allah, senin
geçmiş ve gelecek günahını bağışlar" ayeti bu söze işaret etmektedir. Bu
günahın zerresinden bir parça emanet etmek için bir cihan
gerekir. Bu günahı Âdem’e ve Adem sıfatlı olanlara paylaştırdılar, sadece bu
yüzden ona çok zalim ve çok cahil dediler. Bu günahın bir zerresinden
ortaya çıkan küfür dünyaya yeter. Bu günahın tamamını Mustafa'nın ruhuna
yüklediler.
Bu günahın özrünü Peygamber için bizzat "Böylece Allah, senin geçmiş ve
gelecek günahını bağışlar" şeklinde buyuran Allah istemiştir. Bu günahın
bir zerresi bile her iki aleme konulmuş olsaydı hepsi de yok olup giderdi. Hz.
Ebu Bekir bu konuda şöyle demiştir: "Ah, keşke ben Hz. Muhammed'in
günahı ve hatası olsaydım!"
Ayaz da şunları söylemiştir:
"Sultanın hizmetinde
bulunduğumda beni memleket
tahtına oturtur, kendisi de aşağıda oturur da
'Ey aşkımızın kendisinden murat
aldığı!
Ey varlığıyla hazretimizin
memleketini döndüren!
Ey varlığımızı varlığıyla güzelleştiren!
Ey kendisinden olduğumuz vekendisi
bizden olan!' derdi.
İşte ben bundan daha büyük bir
günahbilmiyorum:'
Aslında söylemek istemiyorum. Yoksa sen, şeriatin rububiyet hakkında konuşanlar
üzerinde gözetleyici olduğunu görmedin mi? Kim rububiyetten söz ederse, şeriat
o anda onun kanını döker. Ancak gerçekte bu kimseye ne yaptıklarını sen nereden
bileceksin? Sultan Mahmud şöyle demiştir:
"Ordum
ve memleketim hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz, fakat Ayaz hakkında
sakın bir şey söylemeyin. Ayaz'ı bana bırakın:'
İşte
bu halde kim "Mahmud" derse hil'at giyerdi, ancak kim
"Ayaz"dan söz ederse, Sultan Mahmud'un kıskançlığı onların vücudundan
damarını sökerdi.”
Temhidat,
s. 227-230.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar