Bitmeyen Sevgi İmlası
Kara Şeyh’in zikre sabit, sohbete daim, fikri saf gönlü
güzel bir dervişi vardı. Şeyhi onu bu haliyle çok sevmiş, fakat hamlığından
çıkarıp pişirmek için bir gün tekkeden kovuvermişti. Derviş kovuluşun nedenine
bir türlü mana veremedi. Tekkeden içeri
giremediği gibi, gidecek yeri de yoktu. En iyisi dedi beni tanımayan bir yer bulayım,
orada hem gizlenirim ve hemde geçinirim dedi. Tanırlar diye camiye gidemezdi;
medrese zaten kabul etmez, cahil sofu adam derler diye düşündü. Kala kala bir yer kaldı. O da Meyhaneci
Kirkor’un mekanı. Kirkor sert bir adamdı. Hiç konuşmazdı. Kapısına gelen
dervişin yıkılmış ve üzgün halini gördü. “Ne işin var” demeden, “git arkaya
bulaşıklar seni bekliyor” dedi.
Derviş meyhanede yarı aç yarı tok, birde üzgün günlerini
geçiriyordu, şarap kadehlerini yıkarken önceden günah dediği şeylerin
temizlikçisi olmuştu. İçmese de tortulu şarapların havaya sızan neminden sarhoş
olacak kadar nefesleniyordu.
Bir gün meyhaneye sevgilisinden mektup almış bir âşık
geldi. Derbeder âşık mektubu okuyup okuyup ağlıyordu. Derviş ağlayana dayanamaz
biri olduğundan yanına gitti. Her zaman
gelmeyen adamın gözleri kan dökerken "yapma ne olur" der gibi
üzgün üzgün baktı. O da anlamış gibi, ciğerine saplanmış hançerin yarasıyla
bitmiş ve tükenmiş gibi birden kafasını masaya düşürdü. Dünya kanunu düşeni
kaldıran pek olmaz, o baş kurban olmuştu. Daha uyanmamıştı. Ruhu meyhane içinde seyre çıkmış gibi içeri
parladı ve o mavi ışık- açık bulut kapıdan dışarı doğru süzüldü. Kalan bedeni
bir yığın. Kokmaya hazır vaziyette, Kirkor izin verir mi, "al götür bunu
devşir" dedi. Derviş kimsesi olmayan bu garip kişiyi sırtlandı. Aklı
başına geldi. Cenazeyi camiye götürecek ve yıkayacak olursam millete ifşa
olurum, ne yapacağım derken içine bir ses geldi, "aşk şehidine abdest
gerekmez, götür toprağa göm. ister
müslüman kabristanı, ister maşatlık, farketmez" dedi. Vahiy almış sevinen peygamber gibi onu
götürüp toprağa sırladı.
Bir ara onun elinde okuduğu mektubu hatırladı. Hakkında bir
şey yazıyorsa akrabalarına haber veririm dedi. Ancak o kağıt sevgilisine
yazdığı onlarca mektupların karşılığı lütfen yazılmış, bir sevda reddiyesi idi.
Bir yerinde şunlar yazıyordu.
"Sen bizi sevmiş olabilirsin, ancak bizim seninle
kavuşmamız mümkün değil. Ben cinler padişahının kızı Parunak Narine'yim. Sen
beni istiyorsun, beni sana vermezler. Sonra benim güzellikler yurdumda
insanları bırak bana aşık olmuş yüzlerce melek var. Nurlar içinde gönlüm
hoşken, seni nasıl kabul edebilirim.."
Yazmış, bitiminde uzun uzun cümleler yazmadan sadece
"hayır, hayır, bu beraberlik olmaz bizim için" deyip altına mühür
olsun diye bir kan damlası izi dökülmüştü.
Aşığın mühür niyetine gördüğü kan damlası ile ne yaptı diye
düşünmeye başlayan derviş en altta yazan adresi gördü. Adres memleketin diğer
ucunda deniz kıyısı bir yeri işaret ediyordu.
Ölünecek kadar bir güzelse ben onu bulayım diye bir düşünce beyninde
şimşek gibi çarptı. Nasıl gidebilir ki, kazandığı para ancak bir akşam yemeğini
karşılıyor, sabahıda Kirkor'un yemek artığı idi. Sonra aklına nerden geldi ise
bu âşık buralıdır, evini bulayım da ailesini haberdar edeyim, dedi. Kirkor,
yaman adam, bilmiş gibi, "onun evi yukarı tepenin arkasında bulunan bir
kulübe" dedi. Derviş duyduğu adrese gitmesi gerekirmiş gibi içinde bir
mecburiyet duydu. Her gün iznini çalışarak geçirirken bugün gitmek için bir
gayret hissetti ve çıktı. Tepe yeşil bir
yer olsada kulübenin olduğu yer mezbelelikti. Kokmuş çöp kokularını duyan biri,
buraya gelir mi dese de kulübeye gitti. Kapı kırılmış, içeri ise bir mahkumun
hücresinden daha karartıcı idi. Girdi içeri. Boş bir yerden öte görmemiş gibi
yorgunluğunu dinlendirmek için, bir şey aradı. Gözü yastık niyetine üzerinde iz
yapmış torbaya ilişti. Aldı eline fakat içi kağıt dolu bir çuvaldı.
Merak insanı olan derviş, kağıdın birine göz attı. Meğer
bunlar âşığın uzak diyarlardaki görmediği sevgilisine yazdığı mektuplardı.
Çuvalı döktü yüzlerce mektup yazılmıştı. Hepsi kalemsiz kalan mahkumun hücre
duvarına yazmak için kömür kullanmış gibi dağılmış harfler biribiri üstünde
idi. Sonra biraz bozulmamış bir mektubu buldu. Okumaya başladı.
"Can Efendim,
Görmeden gördüğüm, duymadan duyduğum, tutmadan her gün
elinden tuttuğum nazenin sevgilim.
Hangi gün geçti, anmadığım.
İçerken, suda hayalini yudumlamadığım.
Aç kaldığımda içimin yanmasını isminle doyurduğum.
Her gün sana yazıyorum,
fakat halim yok ki, mektubumu göndereyim.
Şöhretini duydum, her kula bakmazmışsın.
Bir karar almışsın kalbini kilitli tutmaya,
sarayına girmek isteyene de
can verme şartını koymuşsun.
Can vermek benim için zor değil de
Seni bulamadıktan sonra.
öldü dediler mi, benim için ne manaya gelecek ki?
Diyorlar ki, sevgiliye can vermek gerek,
verilen can sevgili yanında değerli değilse, verdiğim
canın ne kıymeti olur ki.
Ben can vermek istemiyorum.
Ben ahlarımı göndereyim belki acırsında merhamet edersin.
Ahlarımın tarafından duyulması da çok zor.
Ancak benim ahımı ben bildikten sonra
nasıl olsa bir gün sende duyacaksın.
Diyor olabilirsin, ben cinler padişahının kızı Parunak
Narine'yim,
Sen garip biri olunca bu olmaz .
Bende diyorum ki,
yüce tanrının kulları ile hiçbir benzerliği yok iken
sevgiden bahsediyor.
Onlar beni sever bende onları severim.
Bunu anlamakta zorlanıyorum.
Eşit olmayanlar arasında bu sevgi nasıl oluyor?
Benim için sürekli olmaz dediğin sevgime
hiçbir şekilde karşılık ve iltifat etmedin.
Bekledim bekledim, sürekli yol üzerinde tükenen biri
olarak.
sen ise merhamet etmeyişinde, bu eşitsizliği önüme
getiriyorsun.
Neden?
Ruhum dayanacak kudretini bir gün kaybedince, salâsız,
namazsız çöplüğe ataralarsa, sende
duyarsan keşke demen yakışık almaz ki.
Kaçıncı bu derdimi döküşüm. Kağıtların birini sana
ulaştıramak mümkün olmadı. Öyleki uzaktan hepsini siler gibi, hükmünü icra
ettin.
Olur ya, öldüğüm haberimi getirecek bir dostum olur. Şimdilik yok,
belki, bu derdimi duyan bana acır da, sana gelirse benim için havadan
bir nefes çek.
Çünkü seninle buluşacak ve paylaşacak bir havadan başka sermayem yok.
Aldığım nefesin içinde sana ulaşmış nefesimin bir katresi,
gelirde onunla soluklanırsan, ateşin içinde buğlanır, ruhum cehennemde bile
olsa şad olurum.
Tüneline girdiğim, aşkın dar yolunun açılmayan kapını,
kadehler içinde bulmaktan başka çare bırakmadın. Hayallerin beni terk ettiği
günden beri yapacak bir şeyim kalmadı. Ben sana elvada diyemem. Çünkü her
şeyde, her yerde sen olunca, veda nasıl edilir ki?
Bir kere kendimi anlatabilseydim. Zannedersem bu olmayacak
görünüyor.
….
Mektup burada birden kesilmiş. Sonunu yazmak mümkün
olmamış. Derviş, meyhanede bulduğu diğer mektuptaki adrese gitmeye karar verdi.
Meyhaneye gitti. Kirkor, onu bekliyordu. Sert adam kuzu kesilmişti. "Gel" dedi, "derviş herşey
buraya kadar, şu paraları al yol harçlığı yap. O nun derdi sana miras kaldı.
Belki o güzeli avlamak sana nasip olur."
Derviş yola düştü, deniz kenarı bir yer, nasıl olsa bulurum
bilinen bir yer, dedi. Günler geçti. Merakla ve arzuyla güzeller güzeli cin
padişahının yurduna doğru gitti. Ancak buralar düşlediği yerlere hiç
benzemiyordu. Her taraf taş. Bastığında ayak yaran, sert taşlar. Ayakları
parçalayan bu yerler tecrid edilmiş bir yerden öte, ulaşılmasın, kimse gelmesin
diye korkunçluğa giriftar olmuş yerlerdi. Düşüncelerini zorlayan bu durum
karşısında azmi kırılır gibi olsa da uğruna ölünecek o güzeli merak ediyordu.
Neyse der gibi dururken, kıyıda enginlere dalmış, saçları bakanın ciğerine
saplanacak ok gibi dalgalanan o güzeli, arkasından gördü. "Tamam"
dedi. Yanına koşacak ayaklarına sarılacak doya doya yüzüne bakacaktı. Göz
ileriyi görüyordu, ancak ayağının dibindeki uçurumu körmüş gibi görmedi. Düştü,
tepeden aşağılara. Zannedersin, derviş tekkeden tekrar kovulmuş gibi, burada da
kovulması gereken birine yapılan muamele görmüş ve aşağılara düşmüştü. Parça parça olan bütün
vücudundan akan kanlar, onu uçurumda birkaç gün sızlandırarak yarı ayık ve
baygın bıraktı.
O güzeller güzelini bulmuş, ancak tez kaybetmişti. Zaman
durur mu, günler geçmişti. Kalktı, ancak ağrıyan bütün varlığı kendine ağır
geldi. "Olsun" dedi "buraya kadar gelindiyse görmek için son bir
gayret gerekir" dedi. Onun evi olan muhteşem sarayına doğru yürüdü. Kapıyı
buldu. Fakat içeri girmek nerede, ipi uzun bağlanmış bir köpek hırlıyordu.
İçeri girmek şöyle dursun, hazır gelmişsin, aç karnımın bir öğünü de sen
olursun gibi saldırıyordu. Derviş şaşırmış ve donakalmıştı.
Görüyordu, o güzelin sarayına giremiyordu. Biliyordu,
bilmesi yetmiyordu. Eli varıyor, varmıyor gibiydi. Bu nasıl bir şey, hem yakın
hem uzak, olmaz olsun, dert dedikleri bu muydu?
Ulaşamamak.
Ulaşamıyordu. Yakındayken uzak düşmek, buluşulmayan, sonu
gelmeyen başlayışlar. Başlamadan bitmiş gibi. Usanmadan günler geçti. Birçok
kez vazgeçer gibi olsa, kırk kere yine de umutla döndü bekledi. Bir film
karesine sığacak kadar zaman içinde gördüğü dünya güzeline varamıyordu.
Mektubunu okuduğu âşıkın başına gelen şeyler, şimdi kendi başına gelmişti.
Bütün vücudu bu hakikatle tir tir titriyordu. Neden? demeye başlatacak kadar
içi evhamlandı. Neden, niçin sorularına cevap verecek biri bulsa soracaktı.
Ancak bu güzelin yurduna kimseler gelir mi, aşk denilen belayı arzu edenden
başka.
Kendine kızamıyordu, çünkü onu, o da çok sevmişti. Ondan
vazgeçmek mümkün değildi.
Çaresizlikten zaman kendi içinde seyrini tamamlasa, ömür
bitse de derviş bu halden kurtulsaydı diye yalvarmaya başladı. Nafile bütün
gayretler. Sonuçta yorgun düşen vücuduna
uyku galip gelmiş, derviş uyumuştu.
Yalnız kaldığı bu sarp diyarda onu uykudan uyaranı görünce
şaşırdı. Kara Şeyh'in başında dikildiğini gördü ve yumuşacık bir
yatakta yatıyordu.
"Oğul dedi, günlerdir hastaydın çok şükür, Rabbim seni
bize bağışladı."
Derviş kovulduğu tekkede kendini bulunca, kafesteki kuş
gibi şaşkın ruhu bir o tarafa bir bu tarafa çarpılıp, çırpındı. Yorgun düşen
düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Kara Şeyh dedi ki:
"Oğul herşey tamam olmuştu, ancak aşkın iptilasına
düşmen gerekiyordu. Acıdık. Seni bu şekilde geçmeni sağladık. –Şeyh çok
kolaymış gibi bütün olanları küçümsüyordu.-
Hayal âlemine şükretmek gerekiyor, eğer gerçeğini sana
yaşatsalardı, şimdi ölmüş olacaktın.-Derviş olanlar gerçek değil mi?- Yolumuzda
bize teslim olanları zayi etmeyiz.
Sende kabiliyet olmasaydı, tekkeye zaten almazdık. Biz birini talebeliği aldıksa veya
ilgilendikse onu ham
bırakmayız/bırakamayız. Onun terbiyesini tam yaparız. İşin sonunu da
götürürüz.
Derviş dedi ki:
" Efendim o cin padişahının kızını unutabilecek
miyim?"
O unutulmaz.
Bırakamayacaksın. Buradaki sır ise ona kavuşamayacak olmandır. O sana kavuşmak
istediği zaman senin ölümün olurdu. Onu sev, ona yönel, ona yöneliş seni hep
bir arayış içinde tutacaktır. İnsan, kavuştuğu şeyden usanır yaratılmıştır.
Cennette dahi bir vakit sonra, insan usanacak, aynı senin yaşadığın gibi. Onun
için Allah Teâlâ cennette zülfünden azıcık bir ucunu gösterecek, herkes sarhoş
olacak, Allah Teâlâ'nın geri kalan güzelliği nedir diye hayal edecekler. Sende
kıyıda gördüğün o güzelin hayaliyle, günlerce sert taşlı yeri kendine mesken
tutmadın mı?
Efendim, vuslat istemek benden değil de o güzeller
güzelinden olursa?
Ondan olmasını biz talep edemeyiz, dha önce dediğim gibi o
istediğinde seni yok eder. O seni kendinden biliyor. Fakat yalnız olduğu için
senin ağlaman sızlanman hoşuna gidiyor. Seninle bir annenin kucağında çocuğunu
tutuş huzurunu duyuyor. Seni besliyor, şefkatle sarılıyor, kokunu alıyor, az
kalsa sevgisinden yiyecek gibi oluyor. Ancak o senin, büyüyüp civan olmanı
istiyor. Senin büyüdüğünü düşünüp hayran hayran bakıyor. Sonra İsa aleyhisselâmı
haçta gerilişini seyreden Hz. Meryem gibi şunu diyor. "Babasız geldiğin bu
hayatta ben ve sen hep yalnızlığa mahkûm olacağız. Göreceğimiz şeylerden her
biri Tanrının dileklerinin karşısında bir şey ifade etmiyor. Bu arayış içinde
ömrümüz tükenecek. Ancak arayış ve buluşma arzusu hiç bitmeyecek. Hepimiz,
yalnızlığın bir türünü tattığımızdan Tanrının bir sıfatını bulmuş oluyoruz.
Bunun sayısal çeşitliliği de bizler kadar olunca her birimizin hali ötekisine
benzemeyecek." Bu nedenle sevmeyi öğrenmek çok güzel bir duygu, sen
sevmene devam et, sevdiğin seni sevecektir. Kavuşma olmasa da.
Derviş, "ah kavuşamadığım sevgilim" dedi.
Hayallerini o kıyada gördüğü Parunak Narine'ye doğru yola çıkardı. Onu ölene
kadar hiç unutmadı.
İsmail Hakkı Altuntaş
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar