Rosebud
Rosebud, gökten yere inmiş bir
melek. Billur cam bir kadeh gibi. İçine
iyi olan şeyleri almış ve sunan abı hayat çeşmesi. O da herkes gibi kırılgan
olmasına rağmen, gücünün son raddesine kadar ayakta durmaya çalışıyordu.
Gencecik bir talebe…geleceğe umutla bakıyordu. NewYork'ta parka bakan az katlı…
yere kadar camı olan bir apartman dairesinde, günlerini geçirirken, sonbaharın
sarı sarı yapraklarının, uçuşarak yere düşüşünü seyretmeyi çok seviyordu.
Elinde kitapları ve sonsuzluğa uzanan hayalleri, soğuk ile sıcak arası hafif
bir sonbahar havası ortamında, kaşe bir trençkot ve boynumda şalıyla, okulun yolunu tutar, yürürken gülümsemeyi ve mutluluğu hiç
bitmesin istiyordu. Sevinç ve kahkahalar ile okuluna gittiği güzel günler,
tekrar tekrar hayal edilebilecek kadar çok güzeldi. ancak o günler sanki birden
kesiliverdi. Sanki aklı durmuş.. her
şeyi ret edesi gelmişti... Yine de
kendini ikna edip her şey yerine oturtuyor olsa da...
..bilmiyorum… hiç bir şey
bilmiyorum...bildiğim bir şey varsa şu içimin kaldırma kuvvetinden de bıkıyorum
sanki bütün bu son olaylar ile dayanıklık testinden geçiyor gibiyim... son
zamanlarda uğradığım haksızlıklar ve zulümler, hep yapanın yanına neden kâr
kalıyor… hep ben kötüymüşüm gibi geliyor… kimseye bir şey olmuyor ... onlarda
bencilliğinin cahilliğinin bedelini
ödemeli, değil mi? Fakat onlara neden bir şey olmuyor… diye üzülüp duruyordu...
İyiler için dünya mahzen ve
kabus.
Sıkıldım… sıkıldım bıktım artık …
Tanrım beni bir başıma bu
insanların arasına atıp, terk etti gibi…hissediyorum..
Bir kedi gibi kendi yaralarımı
iyileştirmekten sıkıldım. Yoruldum…Yorgunluğum bu sıkıntılardan… diyerek
boğulduğu iç savaşı, Rosebud'u azıcık bir
hayale muhtaç kılıyor. Hayallerine can suyu niyetiyle bakıyordu. Okulda
eğitmeni onun bu halini fark etti.
Rosebud'a dedi ki, "yalnızlığın acılarını çekme evinde iki tane
balık besler misin!"
"Evdeki canlı hayvan
bereketin temsilidir. Ayrıca yalnızlık belasının savıcısıdır," dedi.
Rozebud, tatlı, hoş ve söz tutan
biriydi. Gönlü gibi yere yakın evine bir cam kavanoz iki balık aldı.
İki taneler… çok mu… çok güzeldi.
Onları besler ve seyretmeye
doyamazdı. Balıkları, evin bir parçası olmuştular.
Günler geçti. Bir gün balıkların
evceğizi olan cam kavanoz kırıldı. Tamam olur dedi. Bir yenisini alır korum
dedi. Onu kolayca halletti. Balıklara bir şey olmamıştı. Kavanozu büyük alınca,
balıklara bir üçüncü daha ekleyeyim, daha mutlu olurlar diye diye düşündü. Bir
balık daha aldı. Son balık mı neden oldu
bilinmez, üçünün ertesi gün ölümüyle karşılaştı. Neden…balıklar öldü.
Rosebud, sorunun cevabını
bulamadı, çok üzüldü.
Üzgün bir halde eğitmeninin
yanına gitti ve sordu.
Benim bir suçum var mı
bilemiyorum, ancak balıklar öldüler.
Eğitmen dedi ki: Balıklar öldü.
Bunun nedeni tam bilinmez ama, tek sayılar üçle başlar.
Bir sayıdır ama değil. Sen ikinin
arasına birini daha koydun. Tekleşmelerini istedin. Onlar iki iken sorun yoktu.
Bil ki, üç kişi yolculuğu rahat yapamaz. Yolculuğa çıkacaksan iki kişi
olmalısın. Üçüncüyü katmamalısın. Üçüncü sizi yok edebilir. Sırlar birin ve
ikinin içindedir. Üçte yoktur. Elçiler dahi mektubun gerçek içeriğini
bilmezler. Onlar mesajı getirirler.
Ne olursa olsun dünyada
ayrılacağımız çok şeyler var… unutma. Seven sevilen arasına bir üçüncü girerse
sevgi yolu uzayacaktır.
Sev.
Bu yolda sadece sevgi insanı
taşır.
Sevginin şeklindeki çeşitlilik
seni aldatmasın.
Tanrı emirleri zahire çizgi koymuştur. Manada o
çizgileri bulamazsın. Çünkü mana yolunda 1-1 iki etmez. Onlar yine bir eder.
İki bir, iki değildir…İkiliği kaybettiğin
zaman, insanı bekleyen bir gizli hazinenin kapısı açılır.
Zahirde ayrı olanlar için ayna
vardır.. Ayna, maneviyatta cam gibidir. Çünkü ayna gerçeğin aksini yaparken
kendini sana göstermez. Gördüklerine ayna diye aldanırsın. Aslında ayna
değildir. Sen hiç camın içinde kendini görebildin mi. Cam ise kendini yok
ettiği gibi seni yutar, geçirir ve gidersin. Yani yok eder.
İki sevgilinin yok oluğu yere…
sen sır sürüp ayna yapmaya çalışırsan, ayrılık başlamış demektir. Sen onu
gördüm dediğin kendini bir üçüncü olarak görmeye başlarsın. Bu gördüklerin
senin hayallerindir. Ne aynanın kendisidir… gördüklerin, ne de görüntü sen
olabilirsin. Bu üç sizin ayrılığınızdır. Sen camın ceminde birleşmeyi dahi
yeterlidir diye düşünme. Kendini bırak hayal rüzgarının içine, alıp götürsün.
Birde bakarsın ki, sen yok , cam
yok…görüntüler de yok.
Ben neredeyim dediğinde, şimdiki
zaman, geçmiş ve gelecek yok olmuştur.
Erimiş, süzülmüş gibi. Kaybolduğun yer,
var olduğun yer olsun. Bir hiçlik içinde kendini aramaya çıktığında
bulacağın sonsuzluk ve hayal seni hayata geri bağlamasa bile.
Rosebud, bir hal ile sustu ve
baktı. Eğitmeni karşısında yok idi. Konuşan kimdi? Kendisini de göremiyordu.
Çünkü ayna yok, cam yok idi. Kimselerde…Bir boşluk içinde kaybolup gitmişti.
İlk hayali olan sarı sarı yapraklar önünde uçuyordu…
Talebelik günlerini düşünüyordu.
Zaman geriye dönmüştü. O geçmişte, durduğu yer gelecekte idi. Ya şimdi zaman, o
ise yoktu. Evet yoktu. O şimdiki zamanı hiç yaşamamışlar arasındaydı.
Rosebud, tatlı bir melekti.
Tanrı, o meleği yere indirmişti.
İsmail Hakkı Altuntaş
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar