Uykular Günahsız Sığınağım
Genç, sabah erken kalkmış
pencereden ufka doğru bakmıştı. Bir gecesi daha sessiz gitmiş gibi görünse de,
başında ağrılar bırakan düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Uyku rahatlık
değil, bir uzun seyahatten gelen, yükü ağır yolcu gibi bırakıyordu onu
sabahlara.
Bu dünya düşümde gördüğüm gibi
değil yine döndük mü başa, faydasızca.
İşte gün be bugün devam eden
rüzgarlı yolda yalnız değiliz.
Onunda bir derdi vardı…kimsesiz gibi anlatamazdı.
Yıllar yılı kanayan bir
yarasına tülbent koyan var mı ki, bir
hayal gibi geçmişti. Mağara arkadaşları gibi üçyüz yıllık uyurgezerlikten
uyanmıştı.
Ne saklandı ne desöylendi…içini
kendine dahi anlatsa, çekinirdi. Sonunda gerçeği çatlak duvarda yetişen bir ot
gibi boyun büktü. Büyürse başını koparırlar biliyordu. Başka bir yer demezler
miydi. Baştan belli idi. Nereye varacağı meçhul…bir büyüme.
İçten yıkılmış genç, evin
ihtiyarının yanına gitti.
“Ey ihtiyar! neden olanlar ve olacaklar arasında kaldık ki”,
dedi.
İhtiyar, zamanında çok konuşan
biri imiş…şimdi ise konuşmadan eser kalmamış, birazda sağır haliyle, gence,
üzgün üzgün baktı. Gözleri kızardı iki damla gözyaşı düştü. Eski hatıraları canlanmış
bir insan gibi kalktı ve gitti. Genç daha bir şey söyleyemeden, ihtiyar hepsini
dinlemiş gibi iki damla gözyaşıyla uzaklaştı.
Genç neydi ne oldu deyip
düşüncelere daldı.
Çaresizlik içinde kıvranan genç
ihtiyarın peşinden gitti. Gördü ki, ihtiyar odasında ağlıyor. Onu görünce
sustu. Sonra “gel” dedi.
Genç yanına vardı.
-“Oğul dedi, sevmek güzel
sevilmekte, ancak hayat her sevene vefalı olmuyor. Bazen yıllarca mezara
gömdüğün sevgini, sanki bir sur düdüğü üflenir, onu tekrar diriltir. Neden
unutulmuş sayfalar açılsın ki, dersin…Alışmıştın, kabullenmiştin. Nedenini
kimse bilmez. Seni görünce benim geçmişim içimde kabardı. Çaresiz günlerimi
hatırladım. Sonra mutluluğu bulmaya çalışırken başımı duvarlara sarhoş gibi
dayadım.
Yeter, herşey biter belki dedim…ancak
olmuyor ne yapsan olmuyor.
Ne çok şey sevdim ayrım
yapmadan, taştan, kuştan, böcekten. Dinlisi, dinsiz demeden. Ancak olmuyor…Yine
dönüyorsun ilk aşka. Başım, gözüm ve herşeyim dediğine…sancı çekerek gönlünü
açıyorsun, şimdi o da biliyor, çok güzel diyorsun.
Sonrası ne? Kavuşamadığın,
varamadığın bir güzel hayalden öteye gitmiyor. İçinde yangınlar …yok olsun dediğin yasalar, esaret gibi
çöküyor. Sende gördüğüm aynı şeyler, benden farksız.”
Genç, “çözümü yok mu?” dedi. İhtiyar:
“Çözüm olmaz mı, var…en azından
uykular ve rüyalar. Dünya hayatına uyku
demezler mi? Peygamberimiz çok üzülmüştü
hatırlarsan, sana bir rüya göstereceğiz dediğinde Refik-i A'lâsına miracta
kavuşmuştu.[1]
En güzel şeylerden biri Allah Teâlâyı görmek değil mi, o zaman uykularını zayi
etme..
Sevdiğini önce uykularında,
dahası hayal dünyanda bulmaya çalış. O âlemde ne günah var ne de sevap, sadece
sen ve sevdiğin var.
Sen kul ol sevdiğin ilah olsun
kimse bir şey demez. Ancak bunu dünyana dış dünyana çıkarma seni anlayan da
çıkmaz.” Dedi.
Genç, “bu ikilem olmuyor mu?”, “ içini
dışına çeviremediğimiz bir dünya”, “bence hoş değil” dedi
İhtiyar, “kırmaktan
kırılmaktansa günahsızlık yurdunda gezmek daha iyi, hayatını yaşa…eğer
sevdiğini bu dünyada göremezsen, öteki tarafta göremezsin. Duymadın mı, “Kör
gelen kör gider.” [2]
Sevdiğini bu dünyada gör bil sev. Buluşmayı fiziki alem için düşünme
olmayacaktır…çünkü şartlar zıtlara bağlanmış. Ancak hayal aleminde hiçbir engel
yok…kaybetmeden sevdiğine sarıl içinde duy. Ben konuda ben korkak oldum şimdi
kaybettiğim günlerim aklıma geliyorda acıdan kıvarnıyorum.”
Genç, “o bilecek mi?”
İhtiyar, “onun bilmesini düşünme, sen düşünüyorsan o da seninle aynı yerde olacaktır. Kalpden
kalbe yol gider.”
Genç durup düşündü sonra, bunun
ne faydası olur ki, insana.
İhtiyar anlamış gibi, “umudunu
neden yitiriyorsun 300 yıl uyuyanlar bedenen uyudular. kalpleri nerelerde idi.
“Gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz” [3]
buyurmadı mı, Yüce sevgili
Genç, “anlayamıyorum…anlayamıyorum”
dedi…uzaklaştı gitti.
İhtiyar gözlerini kapadı olduğu
yerde …
“Ey Rabbim! Bunların hepsi
senden değil mi? birbirimize bizi aşık et, sonra da uzak tut, ne istedin
bizden…hadi bende bu hal vardı derdim, bu gençte niye olsun ki…bize
söylemediğin bir şey mi var?.
Cevap veren yok sanki duymuyor
gibi, en iyi işiten olduğu halde…
İhtiyar eline bir kitap aldı
içindeki sofralardan 11. yi tekrar açtı. Binlerce kez okumuştu bir daha okudu.[4]
“Aşıklar iyiler
sınıfındandır…korkak olurlar. Bu nedenle üzülmek yerine sevgiliyi buldunsa sev,
sevilmeye çalış, bunun için yere, zamana bakma, korkma…hiç kimse karışmaz
uykularına …hesapta soran olmaz.
Özgürlük güzeldir…gencim.”
[1] İsra/60. “Hani sana, "Muhakkak Rabbin, insanları
çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur'an'da
lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz
onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da)
artırdı.”
Burada
ifade edilen "rüya"dan maksat, Hz. Peygamberin Mîrac gecesindeki
müşahedeleridir. Bu müşahedeler gece vakti meydana geldiği için rüya
kelimesiyle anlatılmıştır. Kur'an'da lânetlenmiş bulunan ağaç da, cehennemdeki
"zakkum" ağacıdır.
[2] İsra, 72. Bu
dünyada kör olan, âhirette de kördür. Yolca da daha sapıktır o.
[3] Buharî, Menakıp, 24; Müslim, Babu salati’l-leyl
[4] ON BİRİNCİ SOFRA/ Niyazi-i Mısri
Bin altmış yedi
senesi Rebiu'l-ahir sonlarında bir gün kulların çokluğunu, fakat abidlerin
azlığını, zahidlerin nadir olduğunu, ariflerin de yani ariflerden Allah'a
yaklaştırılmış olanların azdan az olduğunu; çoğunluğu fasıkların, asilerin ve
kafirlerin teşkil ettiğini ve bana göre bunların Allah'ın rahmetinden uzak
bulunduğunu düşünüyor ve kendi kendime diyordum ki: "Acaba bu çoğunluğun
hali ne olacak? Biz iyi biliyoruz ki Yüce Allah Erhamürrahimin'dir." Bunun
sırrının, Allah tarafından açılması için kalbimin burçlarında dolaşıyordum.
Birden
bana iki kanatlı büyük bir kapı açıldı.
Kanatlarından
birine şöyle yazılmıştı: "Bu, dünyanın sırrıdır. " ötekine de:
"Bu, ahiretin sırrıdır. " yazılı idi.
Kapının hemen
ardında güzel yüzlü, mütenasip endamlı, yüzünün nurundan Güneşin utandığı bir
genç gördüm.
Bana dedi
ki: "Sana dünya ve ahiretin sırrı açıldı. Üzerindeki beşeri
elbiseyi, ve izafi varlığı (vücudu) at, kapıdan içeri gir. Tuhaf bir şey
göreceksin ve sana ledünni ilimler açılacak, Yüce Allah'a yakın ve uzak olanı
bilecek ve dertlerden kurtulacaksın. " Çıkardım ve kapıdan içeri
girdim.
Bana nurani bir
elbise giydirdi.
Bir de baktım
ki ilmim ve anlayışım, kulağım, gözüm bütün iç ve dış duyularım başka bir ilme,
başka bir anlayışa, başka bir kulağa, göze ve yeteneklere değişti.
Günüm, "Arzın
başka bir arza, göklerin başka göklere değişip herkesin tek kahredici Allah'ın
huzurunda duracağı gün" oldu.
Ve: "O'nun
vechinden başka her şey helak olacaktır. " ayetinin manası
meydana çıktı.
Bildim ki
Rabbımın bana giydirdiği elbise, Hakani varlıktır.
Sonra o halimle
yaratılmışlara baktım.
Gördüm ki benim
zannımda abid, zahid, veliyyullah olanların çoğu Allah'tan ve O'nun rahmetinden
uzaktır.
Onunla Allah
arasında gösterişten, işittirmeden, kendini beğendirmeden, nefsini temize
çıkarmadan, böbürlenmeden, kendi nefsi yahut insanlar hakkında Allah'a kötü zan
taşımaktan, ya da zahiren kendinden aşağı olana hakaret gözüyle bakmaktan
meydana gelen bir perde vardır.
Halbuki
kendisi iyi yaptığını sanıyor.
Ve zannımda
fasık, asi, riyakar, sapkın, bid'atçi, mülhid, zındık olanların çoğunu da
Allah'a yakın, Allah'ın dostu, O'nun sevgilisi gördüm.
Bunlar,
kalblerinde bulunan üzüntü, zillet, hulus, Allah'ı bilme kendi nefsi ve diğer
kullar hakkında Allah'a iyi zan besleme, herkese tevazu gösterme gibi
sebeplerden bir sebeple Allah'a yaklaşmışlardı.
Ve
gördüm ki uzaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi kibir ve şöhret; Allah'a
yaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi de tevazu, ve mahviyettir.
Aslında
yakınlık ve uzaklık varlığı olmayan mevhum şeylerdir ya.
Sonra
bana: "Benim velilerim, benim kubbelerim altındadır, onları benden
başka kimse bilmez. " Kudsi Hadisinin sırrı açıldı.
Allah Teala'nın
örtüsüyle gayb kubbelerinin altında gizli olan velileri kimse bilmez.
Bunları, izafi
varlığı atanlar bilirler.
Peygamber
Aleyhisselam Efendimiz buyurmuştur: "Varlığın öyle bir günahtır ki
onunla hiçbir günah mukayese edilmez. "
Sonra Hakkani vücudu
giydim ve öylece ikinci defa halka baktım.
Bu
defa bütün mahlukatı Yüce Allah'a yakın gördüm.
Gözüm önceki
bakışında aldanmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü.
İmam Şatıbi bu
görüş makamında bir beyit söylemiş:
"Bütün
insanlar mevla sayılır;Çünkü Allah'ın kazasına göre bir iş yapıyorlar. "
Sonra bana daha başka
sırlar ve bilgiler de açıldı ki onları ifşa etmek helal değildir.
İşte o vakitten
beri o görüş ve o varlık benden hiç gitmedi.
Evvel ve ahir
Allah'a hamdolsun.
İrfan
Sofraları
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar