Barnabas İncili -Tam Metni-
Mesih Denilen, Allah’ın Dünyaya Gönderdiği Yeni Peygamber İsa’nın Gerçek Kitabı: Havarisi Barnabas’ın Anlatımına Göre
Mesih
denilen Nasıralı İsa'nın havarisi Barnabas, yeryüzünde oturan herkese barış,
huzur ve teselli diler.
Pek
sevgili, yüce ve ulu Allah, büyük öğretme ve mucizeler merhametinden şu son
günlerde peygamberi İsa Mesih aracılığıyla bizi ziyaret etmiştir; şeytan
tarafından aldatılan pek çokları, dindarlık maskesi altında en dinsiz akideyi
va'z ederek, Isa'ya Allah'ın oğlu demekte, Allah'ın sonsuza değin emrettiği
sünnet olmayı red etmekte ve her türlü kirli etin yenmesine izin vermekte
olduğundan, —bunlar arasında bulunan, kendinden üzüntü duymadan söz edemediğim
Pavlus da aldatılmıştır— kurtulasınız, şeytan tarafından aldatılmayasınız ve
Allah'ın hükmü önünde hüsrana uğramayasınız diye İsa ile yaptığım konuşma ve
görüşmelerde gördüğüm ve duyduğum gerçeği yazıyorum. Bu nedenle, sana
yazdığımın aksine yeni akideyi va'z edecek herkese dikkat et ki, ebedi kurtuluşa
eresin.
Yüce
Allah seninle olsun, seni şeytan'dan ve her şerden korusun. Amin.
1.
Bu ilk bölümde, melek
Cebrail’in Bakire Meryem’e İsa’nın doğuşunu bildirmesi yer alır.
Bu son
yıllarda, Yahudi (-İsrail oğulları-) kavmi'nin Davud soyundan Meryem adında bir
bakire, Allah'ın gönderdiği melek Cebrail tarafından ziyaret edildi. Günahsız,
ayıpsız, namazı kılıp oruç tutarak tam kutsal bir hayat süren bu bakire bir gün
yalnızken odasına melek Cebrail girdi ve “Allah
seninle olsun, ey Meryem”
diye onu selamladı.
Bakire,
meleği görünce ürktü; fakat, melek şöyle diyerek onu rahatlattı; “Korkma
Meryem; çünkü sen, seni kalp gerçeğiyle kanunlarına göre yürüsünler diye İsrail
halkına göndereceği bir peygamberin annesi seçen Allah'ın rızasına erdin.”
Meryem cevap verdi: “Şimdi
ben, hiç bir erkek bilmediğimi görüp dururken, nasıl oğlan dünyaya getireceğim?”
Melek cevap verdi: “Ey
Meryem; insan yokken insan yaratan Allah, senden de erkek olmadan insan meydana
getirmeye kadirdir. Çünkü O'nun için hiç bir şey imkan haricinde değildir.”
Meryem cevap verdi: “Allah'ın
her şeye kadir olduğunu biliyorum; öyleyse iradesi yerine gelecektir.”
Melek cevap verdi: “Şimdi
peygambere yüklü oldun; Adını İsa
koyacak ve onu şaraptan, kuvvetli içkiden ve bütün temiz olmayan etlerden
koruyacaksın, çünkü çocuk Allah'ın kutsal bir (-kuludur.-) Meryem, tevazuyla
başını eğerek şöyle dedi: “Allah'ın
hizmetçi kuluna bak, dediğin gibi olsun.”
Melek gitti ve bakire Allah'ı tesbih ve ta'zim etti: “Ey
kalbim, Allah'ın büyüklüğünü bil ve ey ruhum, Kurtancı'm Allah'ı çok sev;
çünkü, O kız hizmetçisinin alçak gönüllülüğünü öylesine saydı ki, bütün
milletlerce kutsanacağım; çünkü Kadir Olan beni yüceltti, O'nun kutsal adını
tesbih ederim. Çünkü, O'nun rahmeti, nesilden nesile Kendisi'nden korkanlar
için yayılır. O Kadir Olan elini güçlü kıldı ve kalbinin tasavvurunda gururu
dağıttı. Güçlü olanı oturduğu yerden indirdi ve aşağıda olanı yükseltti. Aç
olanı güzel şeylerle doyurdu ve zenginleri eli boş gönderdi. Çünkü, O, İbrahim
ve oğluna verilmiş sözleri sonsuza değin tutar.”
2.
Cebrail'in Bakire Meryem'in hamileliğiyle ilgili
olarak Yusuf’a yaptığı hatırlatma.
Allah'ın
iradesini öğrenen Meryem, yüklü olduğundan kendine saldırırlar ve zina suçlusu
sayarak taşlarlar diye insanlardan korkup, dindar, takva sahibi, namaz ve
oruçla Allah'a ibadet eden ve bir marangoz olarak ellerinin yaptığı ile geçinen
bir adam olduğundan, ayıpsız yaşantılı Yusuf adında kendi soyundan bir yoldaş
seçti.
Bakire,
bildiği böyle bir adamı yoldaşı olarak seçti ve îlâhî teklifi ona açtı.
Dindar
bir adam olan Yusuf Meryem'in hamile olduğunu anlayınca, Allah'tan korkup,
ondan ayrılmayı düşündü. Bak ki, uyurken, “ey
Yusuf, neden kadının Meryem'i bırakmayı düşünüyorsun?”
diye Allah'ın meleği tarafından uyarıldı (ve şöyle denildi.) : “Bil
ki, ona ne olmuşsa, hepsi Allah'ın iradesiyle olmuştur. Bakire, bir çocuk
dünyaya getirecek, adını İsa
koyacaksın; şaraptan, kuvvetli içkiden ve her türlü temiz olmayan etten onu
uzak tutacaksın, çünkü o, annesinin rahminden Allah'ın kutsal bir (kuludur). O,
- Juda'yı
(Yehuda) kalbine döndürsün İsrail kavmi Musa'nın Kanunu'nda yazılı olduğu gibi,
Rabb'in kanunu yolunda yürüsün diye İsrail halkına gönderilen Allah'ın bir
peygamberidir. O, Allah'ın kendine vereceği büyük güçle gelecek, büyük
mucizeler gösterecek ve bu sayede pek çok insanlar kurtulacaktır.”
Uykudan
uyanan Yusuf Allah'a şükretti ve bütün içtenliğiyle Allah'a ibadet ederek, ömrü
boyunca Meryem'in yanında kaldı.
3.
İsa'nın harika doğuşu ve Allah'ı Öven meleklerin görünüşü
Bu
sıralar, Kayser Avgustos'un buyruğuyla, Yahudiye'de Hirodes hüküm sürüyor ve
Arma ve Sayfa şehirlerinde de Pilotus vali bulunuyordu. Bütün dünya kütüklere
kayıt yaptırmakta olduğundan, herkes kendi memleketine gidiyor ve kayıt için
kendi kabileleriyle kendilerini takdim ediyorlardı. Bu nedenle Yusuf Sezar'ın
buyruğuna göre kayıt yaptırmak için, Beytlehem'e (burası, Davut soyundan gelme
olduğundan kendi kentiydi) gitmek üzere kadını hamile Meryem'le birlikte
Galile'nin bir kenti olan Nasıra'dan ayrıldı. Beytlehem'e varan Yusuf burası
çok küçük ve yabancılarla dolu bir kent olduğundan, kalacak yer bulamayıp, kent
dışında bir çobanın sığınağı olarak yapılan bir odayı tuttu. Yusuf burada
kalırken, Meryem'in de doğum günleri gelmişti. Bakire oldukça parlak bir nurla
kuşatıldı ve hiç sancısız çocuğunu doğurdu, kucağına alıp kundağına sardı ve
yemliğe yatırdı; çünkü odada hiç yer yoktu. Bir çok melek, Allah'ı takdis edip,
Allah'tan korkanlara salât ve selam getirerek sevinç içinde odaya geldiler.
Meryem ve Yusuf Rabb'e İsa'nın doğumundan dolayı hamd ve senada bulundular ve
sonsuz bir neşe ile çocuğu doyurdular.
Bu sırada, adetleri üzere
çobanlar sürülerine bakıyorlardı. Ve dikkat et ki, içinden Allah'ı takdis eden
bir meleğin göründüğü oldukça parlak bir nur sardı onları da. Çobanlar, bu ani
nur ve meleğin görülmesi nedeni ile korkuya kapıldılar; bunun üzerine Rabb'in
meleği şöyle diyerek onları rahatlattı: “Bakın,
size büyük bir müjde veriyorum, çünkü, Davud'un kentinde Rabb'in peygamberi
olan bir çocuk doğdu; İsrail'in ailesine büyük kurtuluş getirir. Çocuğu Allah'ı
ta'zim eden annesi ile birlikte yemlikte bulacaksınız.”
Ve, o bunları söyleyince, hayırlı istekleri olanlara selâm ederek, Allah'ı ta'zim
eden pek çok melekler geldiler. Melekler gidince, çobanlar birbirlerine şöyle
dediler:. “Beytlehem'e
kadar gidelim ve Allah'ın meleğin aracılığıyla bize bildirdiği kelimeyi
görelim.”
Beytlehem'e yeni doğan bebeği aramaya pek çok çobanlar geldi ve kent dışında,
meleğin sözlerine göre, yemlikte yatan yeni doğmuş çocuğu buldular. Ona saygı
gösterip, annesine gördüklerini ve duyduklarını bildirerek ellerinde olanı
verdiler. Meryem bütün bunları kalbinde tuttu ve Yusuf da (aynı şekilde)
Allah'a şükretti. Çobanlar sürülerinin başına döndüler ve ne büyük bir şey
görmüş olduklarını herkese söylediler. Ve, böylece tüm Yahudiye tepeleri
haşyetle doldu ve herkes içinden söyle diyordu: “Bu çocuk acaba
ne olacak?”
Musa'nın kitabında
yazıldığı gibi, Rabb'ın kanununa göre, sekiz gün dolduğu zaman, çocuğu alıp,
sünnet etmesi için mabede götürdüler. Çocuğu sünnet ettiler ve Rabb'in
meleğinin çocuk ana rahmine düşmeden önce söylediği gibi, İsa adını verdiler.
Meryem ve Yusuf, çocuğun pek çoklarının kurtuluşuna ve pek çoklarının da
helakine neden olacağını seziyorlardı. Bundan dolayı, Allah'tan korkuyorlar ve
çocuğu Allah korkusuyla koruyorlardı.
Yahudiye kralı Hirodes'in
egemenlik günlerinde, İsa'nın doğumu sırası doğu bölgelerinde üç müneccim
gökteki yıldızlan gözlüyorlardı. Nihayet kendilerine çok parlak bir yıldız
göründü; bunun üzerine, aralarında karar vererek önlerinden giden yıldızın
kılavuzluğunda Yahudiye'ye geldiler ve Kudüs'e varıp Yahudilerin kralının
nerede olduğunu sordular. Hirodes bunu işitince korktu ve bütün kenti
tedirginlik kapladı. Bunun üzerine, Hirodes kâhinleri ve yazıcılar
(kahinler-yazıcılar:yahudi din adamları) toplayarak, “Mesih
nerede doğması gerekir?”
diye sordu.
“Beytlehem'de
doğması gerekir. Çünkü, Peygamber tarafından şöyle yazılmıştır: “Ve,
sen Beytlehem, Yehuda reisleri arasında küçük değilsin, çünkü senden kavmim
İsrail'e önder olacak bir lider gelecektir”
diye cevap verdiler.
Hirodes bunun üzerine
müneccimleri toplayarak, gelişlerini sordu. Doğuda kendilerini bu tarafa
getiren bir yıldız gördüklerini ve hediyelerle gelip, yıldızın bildirdiği bu
yeni Kral'a tapınmak istediklerini söylediler.
Ardından Hirodes şöyle
dedi: Beytlehem'e gidin ve bütün dikkatinizle çocuğu araştırın; bulduğunuz
zaman gelin ve bana söyleyin, çünkü, ben de seve seve gelecek ve ona secde
edeceğim. Ve o yalandan böyle konuştu.
Müneccimler Kudüs'ten
ayrıldılar ve bir de ne görürsün, kendilerine doğrudan görünen yıldız önleri
sıra gitmiyor mu? Yıldızı gören müneccimleri sevinç kapladı. Ve böylece
Beytlehem'e gelip, şehir dışında, yıldızın İsa'nın doğmuş olduğu hanın üstünde
durduğunu gördüler. Bunun üzerine müneccimler o tarafa yönelip, içeri girerek
çocuğu annesi ile birlikte buldular ve önünde eğilip saygı gösterdiler. Ve
müneccimler üzerine altm ve gümüşle baharat saçarak gördükleri her şeyi
Bakire'ye anlattılar.
Sonra uykularında çocuk
tarafından Hirodes'e gitmemeleri için ikaz edildiler. Bu nedenle, müneccimler
bir başka yoldan kendi memleketlerine dönüp, Yahudiye'de ne gördülerse hepsini
yaydılar.
8.
İsa Mısır’a götürülüyor Ve
Hirodes suçsuz çocukları katliamdan geçiriyor.
Müneccimlerin dönmediğini
gören Hirodes kendisi ile alay edildiğini sanarak doğan çocukları öldürmeye
karar verdi. Ama bak ki, uykusunda Yusuf’a Rabb'in meleği göründü ve “Çabuk
kalk ve çocuğu annesi ile birlikte alıp Mısır'a git, çünkü Hirodes onu öldürmek
istiyor”
dedi. Yusuf büyük bir korkuyla uyanıp, Meryem ve çocuğu alarak Mısır'a vardı ve
müneccimlerin kendisi ile alay ettiklerini sanarak, Beytlehem'de bütün yeni
doğan çocukları öldürmek için askerlerini gönderen Hirodes ölünceye kadar orada
kaldı. Askerler Beytlehem'e gelip Hirodes'in emri üzerine orada bulunan tüm
çocukları boğazladılar. Böylece, peygamberin şu sözleri yerine gelmiş oldu: “Roma'da
figan ve büyük ağlamalar var Rahel oğullan için yas tutar, fakat ona teselli
verilmez, çünkü onlar yoktur.”
9.
Yahuda’ya dönen İsa, oniki
yaşına gelmiş olup, muallimlerle harikulade tartışmaya giriyor.
Hirodes ölünce bak ki,
Rabb'in meleği rüyada Yusufa göründü ve şöyle dedi: “Yahudiye'ye
geri dön, çünkü, çocuğun ölmesini isteyenler ölmüş bulunuyor.”
Yusuf, Meryem'le (yedi yaşma girmiş olan) çocuğu alarak Yahudiye'ye geldi; bu
kez, Hirodes'in oğlu Arhedous'un Yahudiye'de egemen olduğunu duyup, Yahudiye'de
kalmaktan korkarak Galile'ye gitti; ve Nasira'da yerleşmek üzere ayrıldılar.
Çocuk insanlar önünde ve
Allah'ın önünde kerem ve hikmet içinde büyüdü.
Oniki yaşına gelen İsa,
Musa'nın kitabında yazılı bulunan Rabb'in kanununa göre ibadet etmek için
Meryem ve Yusuf ile Kudüs'e geldi. İbadetleri bitince İsa'yı kaybederek ayrıldılar,
çünkü, yakınlarıyla eve döneceğini sanıyorlardı. Bu nedenle Meryem, yakınları
ve bildikleri arasında İsa'yı aramak için Yusuf ile Kudüs'e geri geldi. Üçüncü
gün, çocuğu mabedde muallimler arasında, kanunla ilgili tartışma yaparken
buldular. Herkes sorduğu sorulara ve verdiği cevaplara şaşırmıştı ve şöyle
diyorlardı: “Bu
kadar küçük olduğu ve okuma bilmediği halde, bunda böyle bir akide nasıl
bulunabilir?”
Meryem onu azarlayarak şöyle dedi: “Oğul,
bize yaptığını görüyor musun? Bak, baban ve ben seni üç gündür yana yakıla
arıyoruz.”
İsa şöyle cevap verdi: “Allah'a
hizmetin baba ve anneden önde gelmesi gerektiğini bilmiyor musunuz?”
Sonra İsa annesi ve Yusuf ile birlikte Nasıra'ya gelip, tevazu ve saygı ile
onlara tabi oldu.
10.
İsa otuz yaşında iken Zeytinlik
dağında, mucize olarak melek Cebrail'den İncil'i alıyor.
Otuz
yaşına gelmiş olan İsa, kendisinin bana söylediğine göre, annesi ile zeytin
toplamak için Zeytinlik Dağı'na çıktı. Sonra öğleyin dua ederken, “Rabb,
rahmetle...”
sözlerine geldiğinde, çevresini oldukça aydınlık bir nur ve sonsuz sayıda, “Allah'ı
tesbih ve ta'zim ederiz”
diyen melekler sardı. Melek Cebrail ona, ışıldayan bir aynaymış gibi bir kitap
sundu. İnsanın kalbine inen bu kitapta, Allah'ın neler yaptığının, neler
dediğinin ve neler irade buyurduğunun bilgisini aldi; öyle ki, “İnan
Barnabas, her peygamberlikte her peygamberi öylesine biliyorum ki, söylediğim
herşey şu kitaptan geliyor”
şeklinde bana anlattığı gibi herşey açık ve çıplak önüne kondu.
Bu
vahyi alan ve İsrail Oğullan'na gönderilen bir peygamber olduğunu anlayan Isa
herşeyi annesi Meryem'e anlattı ve Allah'ın şanı için büyük eziyetlere
katlanması gerektiğini ve kendisine hizmet için daha fazla yanında
kalamayacağını söyledi. Bunun üzerine Meryem şöyle karşılık serdi: “Oğul,
sen doğmadan önce herşey bana anlatıldı, Allah'ın yüce adını tesbih ve tazim
ederim.”
İsa hemen o gün peygamberlik görevini yapmak üzere annesinden ayrıldı.
11.
İsa, mucizevi bir şekilde bir
cüzzamlıyı iyileştiriyor ve Kudüs'e gidiyor.
Kudüs'e
gitmek için dağdan inen İsa,
ilâhi ilhamla kendisinin peygamber olduğunu bilen bir cüzzamlıya rastladı.
Gözyaşlarıyla kendisine, “İsa,
sen Davud oğlu, bana merhamet et”
diye yalvaran cüzzamlıya İsa (şöyle) cevap verdi: *Sana ne yapıvermemi
istersin, kardeş?”
Cüzzamlı
cevap verdi: “Rabb(Rabb=Efendim
anlamında kullanılıyor), bana sıhhat ver.”
İsa azarlayarak şöyle dedi: “Aptalsın
sen; seni yaratan Allah'a dua et, o sana sıhhat verecektir; çünkü ben de senin
gibi bir insanım.”
Cüzzamlı cevap verdi: “Rabb,
senin bir insan olduğunu biliyorum, fakat, Rabb'ın kutlu bir insanı.
Dolayısıyla, Allah'a sen dua et ve O bana sıhhat versin.”
Sonra İsa, iç çekerek (şöyle) dedi: “Rabbim,
Kadir olan Allah, kutsal peygamberlerinin aşkı için, bu hasta adama sıhhat ver.”
Ardından, bunları söyledikten sonra, hasta adama Allah adına elleriyle
dokunarak (şöyle) dedi: “Ey
kardeş, sıhhat bul.”
Ve, bunu deyince cüzzam kayboldu, öyle ki, cüzzamlının derisi bir çocuğunki
gibi oldu. lyileştiğini gören cüzzamlı yüksek sesle bağırdı: “Allah'ın
üzerinize gönderdiği peygamberi almak için, ey İsrail kavmi, bu yana gelin!”
İsa ona rica ederek, (şöyle) dedi: “Kardeş,
sus bir şey söyleme.”
Fakat, İsa rica ettikçe o daha çok bağırıyordu : “Peygamberi
görün! Allah'ın kutsal (kulu)'nu görün. Bu sözler üzerine, Kudüs'ten çıkanların
çoğu koşarak geri döndüler ve İsa ile birlikte Kudüs'e girerek, Allah'ın İsa
aracılığıyla cüzzamlıya yaptığını anlattılar.
12.
İsa'nın Allah'ın adı konusunda
halka ilk verdiği akideyle ilgili harika va'zı.
Tüm
Kudüs şehiri bu sözlerle çalkalandı ve hep birden, İsa'yı görmek üzere ibadet
için girdiği mabede koşuştular ve sıkışık bir biçimde oturdular. Bunun üzerine
kâhinler Isa'ya ricada bulundular: “Bu
insanlar seni görmek ve işitmek isterler; bu nedenle şu en yukarı çık ve
Allah'ın sana verdiği kelimeleri Rabb adına konuş!”
Sonra İsa
yazıcıların şimdiye kadar konuşageldikleri yere çıktı. Ve susulması için bir
işaret
yapıp, konuşmaya başladı: “Rahmet
ve iyiliğinden, yarattıklarını kendisini yüceltsinler diye yaratmak dileyen
Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Kulu Davud'a “velilerin
parlaklığı içinde Zühre yıldızından önce seni yarattım”
diyerek konuştuğu gibi, dünyanın kurtuluşu için göndermek üzere her şeyden önce
tüm velilerin ve peygamberlerin ihtişamını yaratan Allah'ın Kutsal adını tesbih
ederim. Kendisine hizmet etsinler diye melekleri yaratan Allah'ın kutsal adını
tesbih ederim. Ve, Allah'ın saygı duyulmasını irade ettiğine saygı duymayan
şeytanı ve peşinden gidenleri cezalandıran ve yoksunluğa iten Allah'ı tesbih
ederim, insanı yeryüzünün çamurundan yaratan ve işlerinin başına gönderen
Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Koyduğu kutsal kuralı çiğnediği için
insanı cennetten çıkaran Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Merhametiyle,
insan soyunun ilk anne, babası olan Adem ve Havva'nın göz yaşlarına bakan
Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Adaleti ile kardeş katili Kabil'i
cezalandıran, yeryüzüne tufan gönderen, üç şerli kenti yakıp yıkan, Mısır'a
azap eden Firavun'u Kızıl Deniz'de boğan, kendi kullarının düşmanlarını
dağıtan, kafirleri azapla cezalandıran ve tövbe edip doğru yola girmeyenlerin
cezasını veren Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Yarattıklarına rahmetiyle
bakan ve bu nedenle önünde doğruluk ve takva ile yürüsünler diye kutsal
peygamberlerini gönderen; kullarını her kötülükten koruyup, kurtaran ve babamız
İbrahim ile oğluna sonsuza değin söz verdiği gibi, bu toprağı kullarına veren
Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Sonra, kulu Musa aracılığıyla, şeytanın
bizi aldatmaması için bize kutsal kanununu verdi ve bizi bütün diğer kavimlerin
üstüne çıkardı.
“Fakat,
kardeşler, bugün, günahlarımızdan ötürü ceza görmememiz için ne yapıyoruz?”
Ve ardından Isa Allah'ın sözünü unuttuklarından ve kendilerini boş şeylere
verdiklerinden dolayı halkı şiddetli azarladı; Allah'a hizmeti bırakıp,
dünyalık hırsları için (çalışan) kâhinleri azarladı; Allah'ın kanununu bırakıp,
boş akideler va'z ettiklerinden dolayi yazıcıları azarladı; kendi gelenekleri
ve yaptıklarıyla Allah'ın kanununu bir hiç duruma düşürdüklerinden dolayı
muallimleri azarladı. Ve, insanlara karşı öyle hikmetli sözler söyledi ki, en
küçüğünden en büyüğüne kadar herkes, merhamet için haykırarak ve Isa'ya
kendileri adına dua etmesi için yalvararak ağladı; yalnız, o gün, kâhinlere,
yazıcılara ve muallimlere karşı bu şekilde konuştuğu için Isa'ya karşı nefret
duyan kâhinler ye reisler (ağlamadı). Ve, onu öldürmeyi düşündüler, fakat, onu
Allah'ın bir peygamberi olarak kabul etmiş bulunan halktan korkarak hiç bir söz
söylemediler.
Isa
ellerini Rabb Allah'a açarak dua etti ve halk ağlayarak “amin,
amin”
dedi. Dua bitince Isa kürsüden indi ve o gün ardından gelen pek çok kişi ile
birlikte Kudüs'ten ayrıldı.
Ve,
kâhinler İsa hakkında aralarında kötü kötü söyleştiler.
13.
İsa'nın dikkat çekici korkusu,
duası ve melek Cebrail'in harika biçimde onu rahatlatması.
Birkaç
gün sonra, ruhunda kâhinlerin arzularını sezen İsa, dua etmek için Zeytinlik
Daği'na çıktı. Ve, bütün geceyi ibadetle geçirerek, sabah olunca şöyle dua
etti: “Ey
Rabb'im, biliyorum ki, yazıcılar benden nefret ediyor ve Ferisîler, beni, senin
kulunu öldürmeyi düşünüyorlar; bu bakımdan Rabb'im, Kadir ve Rahim Allah,
merhamet et ve bu kulun dualarını duy ve beni onların tuzaklarından kurtar,
çünkü benim kurtuluşum Sende'dir. Ey Rabb'im, sözünü söyle, çünkü Senin sözün
sonsuza değin sürecek olan gerçektir.”
Isa bu
sözleri söyleyince, bak ki, onu melek Cebrail gelip dedi: “Korkma
ey İsa,
çünkü
senin
giysilerini koruyan bir milyon (melek) vardı. Gökler üstünde ve sen her şey
yerini buluncaya ve dünya sonuna yaklaşıncaya kadar ölmeyeceksin.”
İsa
yere kapanıp, “Ey
Rabb'im Allah, Senin bana olan merhametin ne büyüktür; senin bana bahşettiğin
bütün bu şeyler karşısında ben Sana ne vereceğim Rabb'im?”
dedi. Melek Cebrail cevap verdi: “Kalk
İsa
ve Allah'a bir tanecik oğlu İsmail'i Allah'ın sözünü yerine getirmek için
kurban etmek isteyen İbrahim'i ve oğlunu bıçak kesmeyince bir koyun kurban
etmesini bildiren benim sözümü hatırla. Sen de böyle yapacaksın Ey Allah'ın
kulu İsa.”
İsa cevap verdi: “Başım
üstüne, fakat kuzuyu nerede bulacağım? Görüyorum ki, param yok ve çalmak da
meşru değil.”
Bunun
üzerine, Cebrail kendisine bir koyun gösterdi ve İsa her zaman
şanı Yüce Allah'ı hamd ve tesbih ederek onu kurban etti.
14.
Kırk günlük oruçtan sonra İsa
Oniki Havari'-yi seçiyor.
İsa
dağdan inip, yalnız başına geceleyin Erden'in karşı yakasına geçti ve kırk gün,
kırk gece hiç bir şey yemeden, sürekli Rabb'e Allah'ın kendilerine göndermiş
olduğu halkının kurtuluşu için niyazda bulunarak oruç tuttu. Ve kırk günün
sonunda aç bir insandı. Sonra, şeytan göründü ve pek çok sözlerle onu iğfal
etmeye çalıştı. Fakat İsa,
Allah'ın sözlerinin gücü ile onu def etti. şeytan çekilip gittikten sonra
melekler gelip, İsa'nın ihtiyaç duyduğu şeyleri kendisine verdiler.
Kudüs
bölgesine dönen İsa'yı halk yine coşkun bir sevinçle karşıladı ve ona kendileri
ile kalması için ricada bulundular; çünkü onun sözleri yazıcılarınki gibi
değildi; bir güç taşıyor ve kalbe dokunuyordu.
İsa, Allah'ın
kanunu üzerinde yürümek için kendilerine dönen insanların çokluğunu görünce
dağa çıktı ve bütün gece orada kalıp dua ve ibadette bulundu; gün başlayınca
dağdan inip, Havariler diye adlandırdığı, aralarında çarmıha gerilip öldürülen
Yahuda'- nın da bulunduğu oniki kişi seçti. Adları budur: Balıkçı iki kardeş
Andreas ve Simun (Petrus), vergi mültezimi Matta ve bu kitabı yazan Barnabas,
Zebedi'nin oğulları Yuhanna ve Yakup, Tomas (Taddeus) ve Yahuda, Bartolomeus ve
Filipus, Yakup ve hain Yahuda îskariyot. Bunlara her zaman ilâhî sırlan
açıklardı; fakat, zekatları (toplayıp) dağıtmakla görevlendirdiği Yahuda
îskariyot her şeyin onda birini çalardı.
15.
İsa’nın bir evlenme töreninde
suyu şarap yapan mucizesi.
Gül
bayramı yaklaştığında, bilinen zengin bir adam İsa'yı ve
şakirtlerini annesi ile birlikte bir evlenme törenine davet etti. İsa
da davete gitti ve ziyafet sırasındalarken şarap yetmedi. Annesi Isa'ya usulcâ
seslendi: “Şarapları
kalmadı.”
İsa cevap verdi: “Bana
ne bundan, anneciğim?”
Annesi, hizmetçilere İsa ne buyurursa itaat etmelerini emretti. Orada, İsrail
kavmi adetine göre, ibadet için temizlikte kullanılmak üzere altı su küpü
bulunuyordu. İsa,
“Bu
küpleri suyla doldurun”
dedi. Hizmetçiler de dediğini yerine getirdiler, İsa onlara, “Allah'ın
adıyla, yemek yiyenlere içmeleri için verin” dedi.
Hizmetçiler, bunun üzerine tören sahibine (küpleri) götürdüler ve azar
duydular: “Ey
işe yaramaz hizmetçiler, neden şarabın daha iyisini şimdiye kadar
bekletirsiniz?”
Çünkü, onun, İsa'nın yaptıklarından hiç haberi yoktu.
Hizmetçiler
cevap verdiler.- “Ey
efendimiz, burada Allah'ın kutlu bir kişisi var, o suyu
şarap
yaptı.”
Törenin sahibi, hizmetçilerin sarhoş olduklarını sandı Fakat, İsa'nın yanında
oturanlar tüm olan biteni gördüklerinden, sofradan kalkarak saygılarını
sundular: “Kuşkusuz
sen Allah'ın bir mukaddesisin, Allah'tan bize gönderilen gerçek bir peygambersin.”
Ardından
şakirtleri ona inandılar ve çokları kendinden geçerek şöyle dediler: “İsrail
kavmine rahmeti ile davranan ve Yahuda'nın ailesini sevgiyle ziyaret eden
Allah'a hamd olsun, onun kutsal adını tesbih ederiz.”
16.
İsa'nın havarilerine kötü yaşantıdan
kurtulmakla ilgili olarak verdiği harika ders.
Bir gün
İsa
şakîrdlerini çağırarak dağa çıktı ve orada oturunca, şakirdleri yanına geldiler
ve ağzını açıp onlara şunları öğretti: “Allah'ın
bize bahşettiği nimetleri büyüktür. Bu nedenle, gerçek bir kalple ona hizmet
etmemiz gerekir. Ve madem ki yeni şarap yeni kaplara konuyor ve öyle de, eğer
benim ağzımdan çıkan yeni akideyi alacaksanız, sizin de yeni adamlar olmanız
gerekmektedir. Hemen size söylüyorum ki, nasıl bir kişi gözleri ile göğü ve yeri
bir arada göremezse, Allah'ı ve dünyayı sevmek de işte böyle imkansızdır.
“Ne kadar
akıllı olursa olsun, hiç kimse, birbirine düşman iki efendiye hizmet edemez;
çünkü, biri seni severse, diğeri senden nefret edecektir. İşte, ben size
gerçekten söylüyorum ki, Allah'a ve dünyaya (bir anda) hizmet edemezsiniz,
çünkü dünya yalancılık, aç gözlülük ve eza ile cefa doludur. Bu bakımdan,
dünyada rahat edemez, ancak zulüm ve yenilgi görürsünüz. Dolayısıyla, Allah'a
hizmet edin ve dünyayı hakir görün. Benden ruhlarınız için sekinet elde
edeceksiniz; sözlerime kulak verin, çünkü size doğruyu söylüyorum.”
“Gerçekten, bu
dünya hayatına ağlayanlara ne mutlu, çünkü onlar rahata ereceklerdir.”
“Dünyanın
zevklerinden gerçekten nefret eden yoksullara ne mutlu, çünkü onlar Allah'ın
hükümdarı olduğu ülkenin zevklerini bol bol tadacaklardır.”
“Gerçekten,
Allah'ın sofrasından yiyenlere ne mutlu, çünkü onlara melekler hizmet
edecektir.”
“Siz hacılar
gibi yolculuk ediyorsunuz. Bir hacı, yolu üzerindeki saraylar, tarlalar ve
başka dünyalık şeylerle eğler mi kendini? Emin olun ki, hayır! Ama o, yolu
üzerinde kullanışlı ve işe yarar olan hafif ve para eder şeyleri taşır. Bu,
şimdi size bir örnek olmalıdır; ve eğer bir başka örnek daha isterseniz,
anlattıklarımın hepsini yapasınız diye onu da vereyim.”
“Dünyalık
arzulan kalbinize ağırlık etmeyin. (Şöyle) diyerek:”
“Bizi kim
giydirecek?”
Veya “Bize
kim yemek verecek?”
Rabbımız Allah'ın, Süleyman'ın tüm ihtişamından daha büyük bir ihtişamla
giydirip beslediği çiçeklere, ağaçlara ve kuşlara bakın ve O sizi yaratıp kendi
hizmetine çağıran, kadınlar ve çocuklar dışında sayıları altıyüzkırkbine varan
kulları îsrailoğulları'na çölde kırk yıl gökten kudret helvası indiren ve
giysilerini eskiyip yok olmaktan koruyan Allah, sizi beslemeye de kadirdir.
Size söylüyorum, gök ve yer tükenecek; yine de O'nun Kendi'nden korkanlara olan
rahmeti tükenmiyecektir. Fakat, dünyanın zenginleri, zenginlikleri içinde aç ve
sonludurlar. Geliri artıp duran bir zengin vardı ve (şöyle) derdi: “Ne
yapayım ey ruhum? Çiftliklerimi yıkacağım, çünkü onlar küçüktür; yeni ve daha
büyüklerini yapacağım, böylece sen zafer kazanacaksın ey ruhum!”
Vah zavallı adam! O gece
ölüverdi.
Yoksulları düşünmeliydi. Ve bu dünyanın haksız zenginliklerinin sadakasını
alanlarla (sadakalarıyla!) arkadaş olmalıydı; çünkü, onlar gök sultanlığında
hazineler getirirler.
“Söyleyin bana
lütfen, paranızı bankaya, bir bankere, verseniz, o da size verdiğinizin on
katını, yirmi katını verse, böyle bir adama her şeyinizi vermez misiniz? Fakat,
size söylüyorum, Allah sevgisi uğruna ne verir ve ne harcarsanız, geri yüz
katını ve sonsuz bir hayatı alacaksınız. Allah'a hizmet etmekle ne kadar
sevinmeniz gerektiğini görün işte.”
17.
Bu bölümde mü'minin gerçek
inancı açıkça algılanıyor.
İsa
bunu deyince, Filipus cevap verdi: “Allah'a
hizmet etmeye razıyız, ama Allah'ı bilmek de istiyoruz.”
Çünkü İşaya peygamber “Cidden
sen gizli bir Allah'sın”
demiş ve Allah kulu Musa'ya “Ben
neysem oyum”
demişti.
İsa cevap verdi: “Filipus;
Allah, kendisi olmadan hiçbir hakkın olmadığı bir Hakk'tır; Allah Kendisi
olmadan hiçbir şeyin olmadığı Varlık'tır; Allah Kendisi olmadan yaşayan hiçbir
şeyin olmadığı bir Hayat'tır. Öylesine büyüktür ki, her şeyi doldurur ve her
yerdedir. Tektir, O'nun hiç bir dengi yoktur. Ne başlangıcı vardır, ne de sonu
olacaktır. Fakat her şeye bir başlangıç vermiş ve her şeye bir de son
verecektir. Ne babası vardır, ne de annesi; ne oğlu vardır, ne kardeşi; ne de
yoldaşı. Ve, Allah'ın hiç bir bedeni yoktur. Bu bakımdan yemez, uyumaz, ölmez,
yürümez, kımıldamaz, fakat, insandaki gibi olmayan sonsuz bir hayatı vardır.
Çünkü, cismanî değildir, bileşik değildir, maddî değildir, en sâde özdendir. O
kadar iyidir ki, iyiliği sever yalnızca; öylesine âdildir ki, cezalandırdığı ve
bağışladığı zaman, “Bu
neden böyle?”
denemez. Kısaca, sana diyorum ki Filipus, burada yeryüzünde O'nu göremez ve tam
olarak bilemezsin de; fakat melekûtunda O'nu ebedî göreceksin, orada tüm
mutluluğumuz ve ihtişamımız bulunur.”.
Filipus
cevap verdi: “Üstad,
siz ne söylüyorsunuz? İyi biliyorum ki, İşaya'da Allah'ın babamız olduğu
yazılıdır; bu durumda, nasıl olur da, O'nun hiç bir oğlu bulunmaz?”
İsa
cevap verdi: “Peygamberler
için yazılmış pek çok kıssalar vardır, bu nedenle, harflere değil, manâya
bakmalısın. Allah'ın dünyaya gönderdiği (sayıları) yüzyirmidört bine varan tüm
peygamberler kapalı konuşmuşlardır. Fakat, benden sonra bütün peygamberlerin ve
kutsal kişilerin ULUSU gelecek ve peygamberlerin söyledikleri tüm şeylerin
karanlığı üstüne ışık dökecektir, çünkü O, Allah'ın Elçisi'dir.”
Ve İsa bunu söyledikten sonra iç çekerek, (şöyle) dedi: “Ey
Rabb(ım) Allah, İsrail kavmine merhamet et ve sana gerçek bir kalble hizmet
edebilmeleri için İbrahim'e ve zürriyetine acıyarak bak.”
Şakirdleri
cevap verdiler: “Amin,
ya Rabb, (Ey) Allah'ımız!”
İsa
dedi: “Size
ciddî olarak söylüyorum ki, yazıcılar ve muallimler, Allah'ın kanununu,
Allah'ın gerçek peygamberlerinin aksine sahte kehanetleriyle boş (ve anlamsız)
yaptılar; bu nedenle, Allah, İsrail kavmine ve bu imansız nesle gazap etti.
Şakirdleri bu sözler üzerine ağlayarak, şöyle dediler: “Merhamet
et ey Allah (ımız), mabed üzerine ve kutsal şehir üzerine merhamet et ve Senin
kutsal ahdini hakir görmeyen milletleri ondan nefret ettirme.”
İsa cevap verdi: “Amin,
(ey) babalarımızın Allah'ı Rabb(ımız).”
İsa
bundan sonra (da şöyle) dedi: “Siz
beni seçmediniz, fakat, benim havarilerim olasınız diye ben sizi seçtim. Eğer,
dünya sizden nefret ederse, o zaman benim gerçek havarilerim olacaksınız;
çünkü, dünya her zaman Allah'ın kullarının düşmanı olmuştur. Dünyanın
boğazladığı kutsal peygamberleri hatırlayın; İlya zamanında bile Cizebel
tarafından onbin peygamber katledilmiş, o kadar ki, yoksul îlya güç belâ gizlenerek
kurtulabilmiştir. Ve, yedi bin peygamber oğlu da Ahab tarafından katledildi.
Ah, Allah'ı tanımayan şerli dünya! Sen korkma, çünkü başındaki saçlar o kadar
çok ki, bitmeyecektir. Dikkat et, tek bir tüyleri bile Allah'ın iradesi olmadan
düşmeyen serçelere ve diğer kuşlara bak. Hem sonra Allah, kuşlara, uğruna her
şeyi yarattığı insandan daha mı çok dikkat edecektir?
Hiç
mümkün müdür ki, kendi oğlundan daha çok ayakkabılarına bakan bir insan
bulunsun? Kuşkusuz ki, hayır. Şimdi, kuşlara (bile) bakarken, Allah'ın seni
terkedeceğini ne kadar da az düşünmen (hiç düşünmemen) gerekiyor. Ve, ben neden
kuşlardan söz ediyorum? Bir ağacın yaprağı (bile) Allah'ın iradesi olmadan
düşmez.
“Bana inanın,
çünkü size gerçeği söylüyorum, ki eğer sözlerime kulak verirseniz, dünya sizden
çok korkacaktır. Çünkü, eğer o, kötülüklerinin açığa çıkmasından korkmuyorsa,
(o zaman) sizden nefret etmiyecektir; fakat, açığa çıkmasından korkuyor, bu
nedenle de, sizden nefret edecek ve size zulüm edecektir. Eğer, sözlerinizden
dünyanın hiç hoşlanmadığını görürseniz, onu kalbte tutmayın, fakat, Allah'ın
sizden daha büyük olduğunu göz önünde tutun; kim dünyanın sevmediği ve hakir
gördüğü böylesi bir akla sahipse, onun akıllılığı delilik kabul edilir. Eğer
Allah sabırla dünyaya katlanıyorsa, o zaman sen de onu kalbine mi
yerleştireceksin? Ey yeryüzünün tozu ve çamuru!.. Sen sabrınla ruhuna sahip
olacaksın. Bu bakımdan, eğer bir kimse, yüzünün bir tarafına bir yumruk vuracak
olsa, ona vurması için öbür yanını teklif et. Kötülüğe karşılık verme, çünkü,
en kötü hayvanlar böyle yapar; fakat, kötülüğe iyilikle karşılık ver ve senden
nefret edenler için Allah'a yalvar. Ateş ateşle söndürülmez, ama suyla
söndürülür: îşte böyle, size diyorum ki, kötülüğün üstesinden kötülükle değil,
aksine iyilikle geleceksiniz. Güneşi iyilerin ve kötülerin (birlikte) üzerine
doğuran ve yağmuru da aynı şekilde (yağdıran) Allah'a bakın. Evet, işte herkese
iyilik yapmanız gerekiyor; çünkü kanunda (öyle) yazılıdır : “Kutsal
ol, çünkü senin Allah'ın (olan) Ben kutsalım; temiz (ve pak) ol, çünkü Ben
temiz (ve pak) im; ve kâmil ol, çünkü Ben kâmilim.”
Size cidden söylüyorum ki, bir hizmetçi efendisini memnun etmek için çalışır ve
efendisini memnun etmeyecek herhangi bir giysi de giymez, sizin, giysileriniz
iradeniz ve sevginizdir. Bakın, Allah'ı, Rabbımızı razı etmeyecek bir şeyi
istememeye ve sevmemeye dikkat edin. Emin olun ki, Allah dünyanın debdebesinden
ve şehvetlerinden nefret eder, bu bakımdan siz de dünyadan nefret edin.
19.
İsa, ihanete uğrayacağını haber
veriyor ve dağdan inerken on cüzzamliyi iyileştiriyor.
İsa, bunları
söyledikten sonra Petrus (Simon) cevap verdi: “Ey muallim bak
ki, biz senin arkandan gelen her şeyi terkettik, (şimdi) bize ne olacak?”
İsa
cevap verdi: “Kuşkusuz
Hüküm Günü'nde yanıma oturacak (ve) oniki îsrail kabilesine karşı şahitlik
edeceksiniz.”
Ve,
bundan sonra İsa iç çekerek (şöyle) dedi: “Ey
Rabb(ım), nasıl şeydir bu? Ben oniki tane (havari) seçtim ve içlerinden biri
bir şeytandır.”
Bu söz
üzerine havariler üzüntülerinden sapsarı kesildiler: ve gizlice yazan (not
alan) göz
yaşlarıyla
Isa'ya sordu: “Ey
muallim, şeytan beni aldatacak ve sonra ben tart mı edileceğim?”
İsa cevap verdi: “Bu
kadar üzülme, Barnabas, çünkü, Allah'ın dünyayı yaratmadan önce seçtikleri
helak olmayacaktır. Sevin, çünkü senin adın hayat kitabında yazılıdır.”
İsa
(şöyle) diyerek havarilerini rahatlattı: “Korkmayın,
çünkü, benim kötülüğümü isteyecek olan benim sözüme üzülmez, çünkü onun içinde
îlâhî duygu yoktur.
Bu
sözleri üzerine, seçilenler rahatladılar. İsa
dualarda bulundu ve şakirdleri de, “amin,
amin, kadir ve rahim olan Rabb (miz) Allah”
dediler.
Duasını
bitirdikten sonra İsa, havarileriyle birlikte dağdan indi ve, uzaklardan “İsa,
Davud'un oğlu, bize merhamet et!”
diye bağıran on tane cüzzamlıya rastladı.
İsa
onları yanına çağırdı ve şöyle dedi: “Benden
ne diliyorsunuz, ey kardeşler?”
Hep
birden bağırdılar: “Bize
sıhhat ver!”
İsa cevap verdi: “Ah,
ne kadar zavallısınız siz, aklınızı öylesine yitirmişsiniz ki, “bize
sıhhat ver!”
diyorsunuz. Benim de sizin gibi bir insan olduğumu görmüyorsunuz. Sizi yaratan
Allah'ımıza seslenin: ve kadir ve rahim olan O sizi iyileştirecektir.”
Cüzzamlılar
gözyaşlarıyla cevap verdiler: “Senin
de bizim gibi insan olduğunu biliyoruz, fakat yine de, Allah'ın kutsal bir
(insan)ı ve Rabb'ın bir peygamberi; bu nedenle, Allah'a sen dua et kî, O bizi
iyileştirsin.”
Bunun
üzerine, havariler Isa'ya rica ettiler: “Rab,
onlara merhamet et.”
Sonra, İsa derin bir iç geçirdi ve Allah'a yalvardı: “Kadir
ve rahim olan Rabb (im) Allah, kuluna merhamet et ve sözlerini duy: ve babamız
İbrahim aşkına ve senin kutsal vadin için bu adamların isteklerine rahmetinle
davran ve onlara sıhhat bahşet.”
Ardından İsa bunları söyleyince cüzzamlılara döndü ve (şöyle) dedi: Gidin ve
Allah'ın kanununa göre kâhinlere görünün.
Cüzzamlılar
ayrıldılar ve yolda giderken temizlendiler. Bunun üzerine, içlerinden biri iyi
olduğunu görünce İsa'yı bulmak için geri döndü; kendisi bir îsmailî idi. İsa'yı
bulunca önünde eğilip saygı gösterisinde bulunarak (şöyle) dedi: “Bildim
ki, sen Allah'ın bir mukaddesisin”
ve teşekkür ederek kendini hizmetçi edinmesi için yalvardı. İsa cevap verdi: “On
kişi temizlenmişti; dokuzu nerede?”
Ve temizlenene dedi:
“Ben kendime
hizmet edilsin diye değil, hizmet etmek için geldim. Haydi evine git ve
(evdekilerin de) İbrahim'e ve oğluna verilmiş sözlerin Allah'ın sultanlığı ile
birlikte yaklaşmakta olduğunu öğrenmeleri için, Allah'ın sende neler yaptığım
anlat.”
Temizlenen
cüzzamlı ayrıldı ve kendi oturduğu bölgeye gelince Allah'ın İsa aracılığıyla
kendinde neler yaptığını anlattı.
20.
İsa'nın denizde gösterdiği
mucize ve İsa, bir peygamberin nerede kabul gördüğünü bildiriyor.
İsa Galile
denizine gitti ve bir gemiye binerek Nasıra'ya doğru yola çıktı. Bu sırada
denizde büyük bir fırtına başladı. O kadar ki, gemi nerede ise batacaktı. Ve İsa
geminin pruvasında uyuyordu. Havariler yanına yaklaşarak uyardılar. “Ey
muallim, kurtar kendini, helak oluyoruz!”
Ters taraftan esen kuvvetli rüzgâr ve denizin kükremesi nedeniyle büyük bir
korkuya kapılmışlardı. İsa
uyandı ve gözlerini gök yüzüne dikerek dedi: “Ey Elohim
Sabao (Çoğul kipi, orjinal dilde saygı ifadesi olarak kullanılmaktadır,
türkçedeki 'Siz' gibi), kullarına merhamet et.” İsa bunu
demişti ki, birden rüzgâr durdu ve deniz sakinleşti. Bunun üzerine denizciler
korkuya kapılarak dediler: “Kimdir
bu, deniz ve rüzgâr kendisine itaat ediyor?” Nasıra
kentine gelince denizciler, İsa ne yaptıysa hepsini yaydılar. Bunun üzerine
İsa'nın kaldığı evin çevresine şehirde oturanların hemen hemen hepsi yığıldı.
Ve yazıcılarla fakihler kendilerini O'na takdim ederek dediler: “Denizde
ve Yahudiye'de yaptıklarını işittik; bu nedenle burada kendi memleketinde de
bize bazı işaretler (ayetler) göster.”
İsa cevap verdi: “Bu
imansız nesil bir işaret ister, fakat bu onlara gösterilmeyecek. Çünkü hiç bir
peygamber kendi memleketinde kabul görmez. îlya zamanında Yahudiye'de pek çok
dullar vardı. Fakat emzirilmesi için hiç birine gönderilmedi. Saydalı bir dula
(gönderildi). Elişa zamanında ise Yahudiye'de pek çok cüzzalı vardı. Ama,
yalnız Suriyeli Naaman temizlendi.”
Bunun
üzerine şehir halkı kızarak O'nu yakaladılar ve aşağıya atmak için bir uçurumun
tepesine götürdüler, fakat İsa
aralarından geçip giderek onlardan ayrıldı.
İsa
Kefernahum'a gitti ve şehire yaklaştığında, bak ki kabirlerden cinlere tutulmuş
birinin çıkıp geldiğini ve ne yapılırsa yapılsın hiç bir zincirin kendisini
zaptedemediğini ve adama büyük zarar verdiğini gördü. Cinler ağzıyla
bağırdılar: “Ey
Allah'ın mukaddesi, vaktinden önce bizi incitmek için neden gelirsin?”
ve kendilerini fırlatıp atmaması için yalvardılar.
İsa, kaç tane
olduklarını sordu : Cevap verdiler: “Altıbinaltıyüzaltmışaltı.”
Havariler bunu duyunca korktular. Ve Isa'ya gitmesi için ricada bulundular.
Sonra Isa dedi: “Sizin
îmanınız nerede? Cinlerin gitmesi gerekir, benim değil. Cinler, bunun üzerine
bağırıştılar : “Çıkacağız
fakat bize izin ver de şu domuzların içine girelim. Deniz kenarında Kenanîler'e
ait onbin kadar domuz otluyordu. İsa
dedi: “Çıkın
ve domuzların içine girin.”
- Büyük
bir gürültüyle cinler domuzların içine girerek, onları baş aşağı denize
düşürdüler. Bunun üzerine domuzlara bakanlar şehre kaçarak, İsa'nın
yaptığı her şeyi anlattılar.
Bunun
üzerine, kent halkı hemen ileri çıkıp, İsa'yı ve iyileştirilen adamı buldu.
Halk korkuya kapıldı ve Isa'ya sınırlarının dışına çıkmasını rica ettiler. İsa,
buna uyarak onlardan ayrıldı ve Sur ve Sayda bölgelerine gitti.
Ve, işe
bakın, İsa'yı bulmak için memleketinden ayrılan Kenanî bir kadın iki oğluyla
birlikte gelmiyor mu! İsa'nın havarileriyle birlikte karşıdan geldiğini
görünce, bağırdı: “İsa,
Davud'un oğlu, kızıma merhamet et, cinler kendisine işkence ediyor!”
İsa,
bir kelimeyle olsun cevap vermedi: çünkü onlar sünnet olmayan insanlardandı.
Havarilerin acıma duyguları harekete geçip, dediler: “Ey
muallim, onlara acı! Bak, nasıl da ağlayıp çığrışıyorlar!”
İsa
cevap verdi: “Ben
ancak İsrail kavmine gönderildim.”
Bunun üzerine, kadın iki oğluyla birlikte İsa'nın önüne gelip, ağlayarak dedi: “Ey
Davud'un oğlu, bize merhamet et.”
İsa
cevap verdi; “Ekmeği
çocukların ellerinden alıp, köpeklere vermek doğru değildir.”
Ve, İsa
bunu, onların temiz olmaması nedeniyle söyledi. Çünkü onlar, sünnet olmayan insanlardandı.
Kadın
cevap verdi: “Ey
Rab, köpekler, sahiplerinin sofralarından düşen kırıntıları yerler.”
İsa, kadının sözüne hayran kalarak, dedi: “Ey
kadın, senin İmanın çok hoş.”
Ve, ellerini gök yüzüne kaldırıp, Allah'a dua etti ve ardından dedi: “Ey
kadın, kızın kurtulmuştur, var, huzurla yoluna git.”
Kadın ayrıldı ve eve döndüğünde, kızını Allah'ı tesbih ederken buldu. Bunun
üzerine (şöyle) dedi:'“Bildim
ki, İsrail kavminin
Tanrı'sından başka Tanrı
yoktur.”
Ardından, tüm yakınları, Musa'nın kitabında yazılan kanuna göre (Allah)'ın
kanununa teslim oldular.
22.
Sünnet olmayanların zavallı
hali.
Havariler, o gün Isa'ya
şunu sordular: “Ey
muallim, neden o kadına, onların köpek olduğu şeklinde cevap verdin?”
İsa cevap verdi: “Bakın,
size diyorum ki, bir köpek, şünnetsiz bir adamdan daha iyidir.”
Buna havariler üzülerek, dediler: “Bu
sözler ağır, onları kim kabul edebilecek?”
İsa cevap verdi: “Eğer
siz, ey budalalar, aklı olmayan bir köpeğin sahibi için neler yaptığını
düşünürseniz, benim dediklerimin doğru olduğunu göreceksiniz. Söyleyin bana,
köpek sahibinin evini koruyup, soyguncuya karşı hayatını ortaya koymaz mı?
Kesinlikle, böyle. Fakat, ne görür (karşılığında)? Dayak, incinme, azıcık ekmek
ve (yine de) sahibine daima neşeli bir yüz gösterir. Doğru değil mi?”
“Evet
muallim, doğru”
diye cevap verdi havariler.
Ardından İsa dedi: -Şimdi
düşünün, Allah insana neler veriyor ve Allah'ın, kulu İbrahim'e verdiği söze
itibar etmemekte, onun ne kadar haksız olduğunu görün. Filistinli Calut
karşısında İsrail kralı Saul'e Davud'un dediklerini hatırlayın “Rabbım!
Senin kulun Senin kulunun sürüsüne bakarken, kurt, ayı ve arslanlar gelip,
kulunun koyunlarını yakaladı; bunun üzerine, kulun gidip onları öldürerek,
koyunları kurtardı. Ve işte onlara (ayı, arslan, kurt) benzemekten başka nedir
bu sünnetsiz adam? Bu bakımdan kulun, İsrail'in Tanrısı Rabb adına gidecek ve
Allah'ın kutsal milletine küfreden bu necisi öldürecek.”
Sonra havariler dediler: “Söyle
bize ey muallim, ne sebeple insanın sünnet olması gerekir?”
İsa cevap verdi: “Allah'ın
İbrahim'e olan şu emri yetsin: “İbrahim,
kendinin ve evinde, bulunanların ön derisini al (sünnet et); bu seninle Benim
aramda ebedî bir ahiddir.”
23.
Sünnetin menşei, Allah'ın
İbrahim'le ahidleşmesi ve sünnetsizlerin lanetlenmesi.
Ve bunu dedikten sonra,
Isa seyretmekte oldukları dağın yanına oturdu. Ve, havarileri sözlerini
dinlemek için yanına geldi. Sonra İsa dedi: “îlk insan
Adem, şeytanın kandırması ile Allah'ın yasakladığı yemeği Cennet'te yeyince,
derisi ruhuna isyan etti; bunun üzerine yemin edip dedi: “Vallahi
seni keseceğim!”
Ve bir kaya parçası bulup, taşın keskin kenarıyla kesmek için derisini ele
aldı; bunun üzerine Cebrail tarafından azarlandı. Ve, cevap verdi: “Onu
keseceğim diye Allah'a yemin ettim: Asla bir yalancı olmayacağım!”
“Ardından,
Melek ona derisinin fazla kısmını gösterdi ve o da bunu kesti. İşte, bundan
böyle nasıl herkes derisini Adem'in derisinden aldı ise, öyle de Adem'in bir
yeminle söz verdiği şeyi yerine getirmekle yükümlüdür. Adem bunu oğullarına
uyguladı ve bu sünnet zorunluluğu nesilden nesile süregeldi. Fakat İbrahim'in
zamanında yeryüzünde yalnızca birkaç kişi vardı sünnetli. Çünkü, şu
putatapıcılık yeryüzünde pek yaygındı. Bunun üzerine, Allah İbrahim'e sünnetle
ilgili gerçeği söyledi ve bu ahdi yaptı. “Derisini
sünnet ettirmeyecek kişiyi, ebediyyen kullarım arasından atacağım.”
Havariler İsa'nın bu
sözleri üzerine konuşmasının ciddiyet ve ateşinden dolayı korkuyla titrediler.
Sonra İsa dedi: “Korkuyu,
ön derisini sünnet ettirmeyene bırakın, çünkü o, Cennet'ten mahrumdur.”
Ve İsa
bunu deyip ardından da şöyle konuştu: “Pek
çoklarının ruhu Allah'ın hizmetine hazırdır, fakat beden zayıftır. Bu bakımdan
Allah'tan korkan insan bedenin ne olduğuna, nereden geldiğine ve neyde yok
olacağına bakmalıdır. Yeryüzünün çamurundan Allah bedeni yarattı. Ve ona bir iç
üflemeyle hayat nefesini üfledi. Ve bu nedenle, beden Allah'ın hizmetinden geri
kaldığı zaman, bu dünyada ruhundan nefret ettiği kadar, sonsuz hayatta onunla
birlikte olacağı düşünülerek çamur gibi atmalı ve çiğnenmelidir.
“Şimdiki
halde bedeni, arzuları ortaya koyuyor —bütün iyiliklerin amansız düşmanıdır o—,
çünkü tek başına günahı arzulayan odur.
“İnsan,
bir düşmanını tatmin etmek uğruna, Allah'ın, Yaratıcı'sının rızasını bir kenara
mı atmalıdır? Buna dikkat edin, bütün veliler ve peygamberler, Allah'a hizmet
için bedenlerinin düşmanı olmuşlardır. Bu nedenle de, Allah'ın kulu Musa'ya
verilen kanuna karşı gelmemek ve gidip sahte ve yalancı tanrılara hizmet
etmemek için, tereddüt etmeden ve severek ölüme gitmelidir.
“Dağların
çöllük yerlerine kaçıp, yalnızca ot yiyen ve keçi derisi giyen îlya'yı
hatırlayın. Ah, kaç gün ağzına yiyecek, içecek bir şey almadı! Ah, ne kadar da
dayandı, sabretti! Ah, ne yağmurlar ıslattı onu ve yedi yıl necis îzabel'in
acımasız zulümlerine tahammül etti! “Arpa
ekmeği yiyen ve kaba giysileri giyen Elisa'-yı hatırlayın. İşte size söylüyorum
ki, bedeni terketmekten korkmayan bu zatlardan krallar ve prensler şiddetle
korkuyorlardı. Bedenin terkedilmesi için bu kadarı yetmelidir size ey insanlar.
Taş türbelere bakarsanız, bedenin ne olduğunu bilirsiniz.”
24.
Bir İnsanın ziyafet ve çok
yemekten nasıl kaçması gerektiğine dair ilgi çekici örnek.
Bunu söyledikten sonra İsa
ağladı ve dedi: “Bedenlerinin
hizmetçisi olanlara yazıklar olsun, çünkü onlar, öbür hayatta günahlarının
azabından başka kesinlikle hiç bir iyilik görmezler. Size anlatıyorum ki, yiyip
içmekten başka hiç bir şey düşünmeyen zengin bir obur vardı ve her gün
görkemli, ziyafetler verirdi. Lazarus adında yoksul bir adam dururdu kapısında;
yaralarla kaplıydı (bedeni) ve oburun sofrasından düşen ekmek kırıntılarını
seve seve almaya (razıydı). Fakat, bunları (bile) vermiyordu kimse ona; tersine
herkes alay ediyordu kendisiyle. Ona yalnızca köpekler acıyordu da, yaralarını
yalıyorlardı. Gün geldi, yoksul adam öldü ve melekler onu babamız İbrahim'in
kucağına taşıdılar. Zengin adam da öldü, onu da cinler şeytanın kucağına
taşıdılar. Evet şimdi azabın en büyüğüne maruz kalan (bu adam) gözlerini
kaldırınca uzaktan Lazarus'u İbrahim'in kucağında gördü. Gördü de bağırdı: “Ey
baba İbrahim, bana merhamet et de Lazarus'u gönder. O bana bu alev içinde azap
gören dilimi serinletmek için bir damla su getirebilir belki.”
“İbrahim
cevap verdi: “Oğul,
hatırla ki sen öbür hayatın tadını aldın, Lazarus ise kötülüklerini tattı; bu
bakımdan şimdi sen azapta olacaksın, Lazarus nimetler içinde. “Zengin,
adam yeniden bağırdı: “Ey
baba İbrahim, evimde üç kardeşim var. Lazarus'u gönder de onlara benim ne kadar
işkence çektiğimi anlatsın, belki tevbe ederler de buraya gelmezler.”
İbrahim cevap verdi: “Onların
Musa'sı ve peygamberleri var, onlan dinlesinler.”
Zengin adam cevap verdi: “Hayır
baba İbrahim; ama bir ölü kalkar varırsa inanırlar.”
İbrahim cevap verdi: “Musa'ya
ve peygamberlere inanmayan, kalkıp gitseler bile, ölülere de inanmazlar.”
“Görün
işte,”
dedi İsa, “sabreden
ve gerekli tek arzusu bedenden nefret etmek olan yoksulların kutsanıp
kutsanmadığını! Başkalarını, bedenleri solucanlara yem olsun diye mezara
götürenler ve gerçeği öğrenmiyenler ne kötüdür! Gerçekten öylesine uzaktalar
ki, büyük büyük evler yapıp, büyük akarlar satın alırlar ve böbürlene böbürlene
ömür sürerek, ölmiyecekler gibi yaşarlar burada.”
25.
Kişi bedeni nasıl hakir görmeli
ve dünyada nasıl yaşamalı.
Sonra,
(bunları) yazan dedi: “Ey
muallim, sözlerin doğru; bunun için biz peşinden gelmek uğruna her şeyden
geçtik. Ama, bedenimizden nasıl nefret etmemiz gerektiğini bize söyle; çünkü,
kişinin kendini öldürmesi meşru değil, yaşamak için de, bedene yiyeceğini
vermemiz gerekiyor.”
İsa
cevap verdi: “Bedenini
bir at gibi tut; o zaman güven içinde yaşarsın. Şöyle ki, bir ata yemek ölçüyle
verilir ve ölçüsüz çalıştırılır, istediğiniz gibi yürümesi için gemlenir,
herhangi birini incitmesin diye bağlanır, kötü bir yerde tutulur ve itaat
etmediği zaman dövülür;, ve sen de Barnabas, işte böyle ol ve o zaman daima
Allah'la yaşarsın.
“Ve, benim
sözlerime alınmayın, Davud peygamber de, itirafta bulunurken aynı şeyi yapmış
ve (şöyle) demişti: “Ben
sizin önünüzde bir atım ve daima sizinle beraberim.”
“Şimdi
söyleyin bana, az ile yetinen mi daha yoksuldur, yoksa, çok şeyi arzulayan mı?
Bakın, size diyorum ki, dünyanın sağlam bir aklından başka hiç bir şeyi olmasa,
kimse kendisi için bir şey biriktirmez, her şey ortak olurdu. Fakat, bu durumda
onun deliliği biliniyor, ne kadar çok biriktirirse, o kadar çok arzu duyuyor.
Ve, biriktirdikçe biriktiriyor, çünkü, başkalarının bedeni rahatı aynı şekilde
biriktirmeyi gerekli kılıyor. Bu bakımdan, bırakın, tek bir ip size yetsin,
kesenizi fırlatıp atın, hiç bir cüzdan taşımayın, ayağınızda sandal olmasın;
ve, “bize
ne olacak”
diye düşünmeyin, aksine, Allah'ın iradesini yerine getirme düşüncesi içinde
olun; O, hiç bir eksiğiniz olmayacak şekilde ihtiyaçlarınızı karşılayacaktır.
“Bakın, size
söylüyorum, bu hayatta biriktirdikçe biriktirmek, öbüründe hiç bir şey
bulamamanın kesin kanıtıdır. Kudüs'ü vatan edinen, Samiriye'de evler yapmaz,
çünkü, bu şehirler arasında düşmanlık vardır. Anlıyorsunuz değil mi?”
“Evet”
diye cevap verdi havariler.
26.
Kişi Allah'ı nasıl sevmeli. Ve
bu bölümde, İbrahim'in babasıyla harika mücadelesi yer alıyor.
Sonra
İsa dedi: “Seyahat
etmekte olan bir adam vardı ve giderken, beş paraya satılacak olan bir tarlada
bir hazine buldu. Bunun üzerine hemen bu tarlayı satın almak için pelerinini
sattı. İnanır mısınız buna?
“Havariler
cevap verdiler: “Buna
inanmayacak olan delidir.”
Bunun
üzerine İsa dedi: “İçinde
sevgi hazinesinin yattığı ruhunuzu satın almak için, duyularınızı Allah'a
vermezseniz deli olursunuz; çünkü sevgi, hiç bir şeyle mukayese edilemez bir hazinedir.
Allah'ı seven içindir Allah; ve kimin Allah'ı varsa her şeyi vardır.”
Petrus
cevap verdi: *Ey Rab(Ey Saygıdeğer Efendim anlamında), kişi, gerçek bir
sevgiyle Allah'ı nasıl sevmelidir? Siz bize söyleyin,”
Isa
cevap verdi: “Bakın,
size söylüyorum ki, kim, Allah sevgisi uğruna babasından ve
annesinden ve kendi
hayatından ve çocuklarından ve karısından nefret etmezse, böyle bir kişi, Allah
tarafından sevilmeye değer bulunmaz.”
Petrus cevap verdi: “Ey
Rab, Musa'nın kitabındaki Allah'ın kanununda (şöyle) yazılıdır: “Babana
çok saygı göster ki, yeryüzünde fazla yaşayabilesin.”
Ve şöyle devam eder: “Babasına
ve annesine itaat etmeyen oğula lanet olsun.” Bu bakımdan
Allah, böyle itaatsiz bir oğulun, halkın gazabıyla şehir kapısı önünde
taşlanmasını emretmiştir. Böyleyken, şimdi siz bize nasıl baba ve anneden
nefret etmeği emrediyorsunuz?”
Isa cevap verdi:. “Benim
her sözüm doğrudur, çünkü benim değil, beni îsrail kavmine gönderen Allah'ın
sözüdür. Bu bakımdan size diyorum ki, sahip olduğunuz ne varsa, hepsini size
bahşeden Allah'tır; o halde, -hediye mi daha kıymetlidir, yoksa hediyeyi veren
mi? Başka şeylerle birlikte, baban ve annen Allah'a hizmette önünde engel
oluyorlarsa, bırak o düşmanları. Allah, ibrahim'e “Babanın
ve yakınlarının evinden uzaklaş, sana ve soyuna verdiğim ülkeye gel ve yerleş”
demedi mi? Allah bunu neden dedi; yalnızca, İbrahim'in babası sahte tanrılar
yapıp tapınan bir put yapıcı olduğu için değil mi? Bu nedenle, aralarında,
babanın oğlunu yakmayı isteyecek kadar düşmanlık vardı.”
Petrus cevap verdi: “Dediklerin
doğrudur; şimdi sizden, ibrahim'in babasıyla nasıl alay ettiğini bize
anlatmanıza rica ediyorum.”
Isa cevap verdi: “İbrahim,
Allah'ı aramaya başladığında yedi yaşındaydı. Bir gün babasına, “baba,
insanı kim meydana getirdi?”
diye sordu.
Aptal baba cevap verdi: “insan;
ben seni meydana getirdim, beni de babam meydana getirdi.”
.
İbrahim cevap verdi: “Öyle
değil, baba; çünkü, ben yaşlı bir adamın ağlanarak, “Ey
Allah'ım, neden bana çocuk vermedin?”
dediğini duydum.”
Babası cevapladı: “Doğrudur
oğlum, Allah, insana insan meydana getirmesi için yardım eder, fakat, başka
türlü müdahalesi olmaz; insanın sadece Allah'a dua etmesi ve O'na kuzu ve koyun
vermesi gerekir, o zaman Allah da kendisine yardım eder.”
İbrahim cevap verdi: “Kaç
tane Allah vardır, baba?”
Yaşlı adam cevapladı: “Sonsuz
sayıda, oğlum.”
Sonra İbrahim dedi: “Ey
baba, eğer ben bir tanrının dediklerini yapar ve diğeri de, kendisinin
dediklerini yapmadığım için benim kötülüğümü isterse, o zaman ben ne yapacağım?
Her ne durumda olursa olsun, aralarında anlaşmazhk çıkacak ve tanrılar
birbirleriyle savaşacaklardır. Ya, benim kötülüğümü isteyen tanrı, benim kendi
tanrımı öldürüverirse, ben o zaman ne yapacağım? Belli ki, beni de öldürecektir
o.”
Yaşlı adam gülerek cevap
verdi: “Ey
oğul, korkma, çünkü hiç bir tanrı, bir diğer tanrı üzerine savaş açmaz; mabette
büyük tanrı Baal'ın yanısıra bin tanrı daha var; ve yetmiş şu yaşıma geldim,
bir tanrının diğerine vurduğunu görmüş değilim. Hem, herkes aynı tannya ibadet
etmez ki, biri birine, diğeri diğerine ibadet eder.”
İbrahim cevap verdi: “O
zaman, aralarında barış var herhalde?”
Babası dedi: “Evet
var.”
Ardından ibrahim dedi: “Ey
baba, tanrılar neye benzerler?”
Yaşlı adam cevap verdi: “Budala,
her gün bir tanrı yapıyor ve ekmek almak için başkalarına satıyorum; sen ise,
halâ tanrıların neye benzediğini bilmiyorsun!” O sırada bir
put yapmaktaydı. “Bu”
dedi, “palmiye
odunundan, şu zeytin ağacından, şu küçük olan ise fildişinden; bak, ne kadar da
güzel! Canlıymış gibi görünmüyor mu? Mutlaka (görünüyor), sadece nefesi eksik!”
ibrahim
cevap verdi: “Yani,
tanrıların nefesi yok mu, baba? Öyle de, nasıl nefes veriyorlar? Ve kendileri
cansızken, nasıl can veriyorlar? Belli baba, bunlar tanrı değil.”
Yaşlı adam bu sözlere kızarak, (şöyle) dedi: “Eğer anlayacak
yaşta olsaydın, kafanı bu baltayla kırardım. Ama, rahat ol, çünkü anlayacağın
yok!”
İbrahim
cevap verdi: “Baba,
eğer tanrılar insanlara yardım ediyorsa, o zaman, nasıl olur da insan tanrı
yapabilir? Ve, eğer tanrılar odundansa, o zaman, odun yakmak büyük bir
günahtır. Fakat, söyle bana baba, sen nasıl bu kadar çok tanrı yapmış
bulunuyorsun da, dünyanın en güçlü insanı olasın diye, pek çok çocuk meydana
getirmen için neden tanrılar sana yardım etmedi?”
Oğlunun
konuştuklarını dinlerken, babanın sabrı taşma noktasına gelmişti. Oğul (yine)
devam etti: “Baba,
dünyada hiç insanın bulunmadığı zaman oldu mu?”
“Evet”
diye cevap verdi yaşlı adam, “Neden
soruyorsun?”
“Çünkü”
dedi ibrahim, “îlk
tanrıyı kimin yaptığını öğrenmek istiyorum da.”
“Şimdi evimden
defol!”
dedi yaşlı adam, “Beni
bırak da, şu tanrıyı çabucak yapayım; ve
bana
bir şey söyleme; çünkü, acıkınca ekmek istiyorsun, lâf değil.”
îbrahim
dedi: “Güzel
bir tanrı gerçekten, onu istediğin gibi kesiyorsun da, kendisini
korumuyor!”
Sonunda
yaşlı adam kızarak dedi: “Bütün
dünya onun bir tanrı olduğunu söylüyor, sen, deli herif ise, değil diyorsun.
Tanrılarıma yemin ederim ki, bir adam olmuş olsaydın, seni öldürebilirdim!”
Böyle deyip, yumruk ve tekmelerle ibrahim'e girişti ve onu evden kovaladı.”
27.
Bu bölümde, insandaki gülmenin
ne kadar uygunsuz olduğu açıkça görülür: Ve, İbrahim'in fetaneti:
Havariler
yaşlı adamın deliliğine güldüler ve ibrahim'in fetanetine şaşıp kaldılar.
Fakat, İsa onları susturarak, dedi: “Şu
andaki gülme, gelecekteki ağlamanın bir habercisidir”
diyen ve “Gülmenin
olduğu yere gitmeyecek, fakat ağlanılan yerde oturacaksınız, çünkü, bu hayat
acı ve ızdırap içinde geçer”
şeklinde devam eden peygamberi unuttunuz.”
Sonra,
(şöyle) dedi İsa: “Musa'nın
zamanında, Allah'ın Mısır'da pek çok kişiyi, başkalarına gülüp eğlendiklerinden
dolayı, çirkin hayvanlar haline getirdiğini bilmiyor musunuz? Ne olursa olsun,
sakın kimseye gülmeyin, çünkü, hiç kuşkusuz karşılığında ağlarsınız.”
Havariler
cevap verdi:
“Yaşlı adamın
deliliğine gülmüştük.”
Bunun üzerine Isa dedi: “Bakın,
size diyorum ki, herkes kendi gibi olanı sever ve ondan zevk alır. Bu nedenle,
eğer deli değilseniz, deliliğe gülmezsiniz.”
Cevap
verdiler: “Allah
bize merhamet etsin.”
İsa
dedi: “Amin.”
Ardından
Filipus dedi: “Ey
Rab, nasıl oldu da, İbrahim'in babası oğlunu yakmak istedi?”
Isa cevap verdi: “Bir
gün, İbrahim oniki yaşındayken, babası kendisine dedi; “Yarın
bütün tanrıların bayramıdır; bu nedenle, büyük mabede gidecek ve tanrım büyük
Baal'e bir hediye götüreceğiz. Ve, sen de kendin için bir tanrı seçeceksin,
çünkü, bir tanrı edinecek yaştasın artık.”
İbrahim
kurnazca cevap verdi: “Hay
hay, ey benim babam.”
Ve, sabahleyin erkenden,
herkesten
önce mabede gittiler. Fakat, ibrahim eteğinin altında gizlice bir balta
taşıyordu. Gelip, mabede girdiler; kalabalık arttığından, İbrahim mabedin
karanlık bir bölümünde bir putun arkasına gizlendi. Babası, mabedden
çıktığında, İbrahim'in kendinden önce eve gittiğine inanıyordu. Bu nedenle onu
aramak için geride kalmadı.
“Herkes
mabedden ayrılınca, din adamları mabedi kapatıp gittiler. Sonra, İbrahim
baltayı alarak, büyük put Baal'ın dışında bütün putların ayaklarını kesti. Eski
ve parçalı olduklarından, düşüp parçalanan heykellerin meydana getirdiği
harabeliğin ortasında kalan Baal'ın ayaklarına baltayı koydu. Bundan sonra
mabedden çıkan ibrahim'i bir takım kimseler gördüler ve mabedden bir şeyler
çalmaya gitmiş olabileceği kuşkusuna kapıldılar. Önüne engel koyup, mabede
vardılar ve tanrılarının parça parça edilmiş olduğunu görünce, yas ederek
bağırdılar! “Çabuk
gelin ey ahali, tanrılarımızı öldüreni öldürelim!” Birden, din
adamlarıyla birlikte oraya onbin kişi üşüştü ve İbrahim'e, tanrılarını niye
kırıp parçaladığım sordular.
İbrahim
cevap verdi: “Aptalsınız
siz! Bir insan tanrı mı öldürürmüş? Onları öldüren büyük tanrıdır. Ayaklarının
yanındaki baltayı görmüyor musunuz? Belli ki, hiç arkadaş istemiyor.”
“Sonra,
İbrahim'in babası geldi, oğlunun tanrılarına karşı söylediği sözleri
düşünüyordu ve İbrahim'in putları parçaladığı baltayı tanıyarak, bağırdı: “Tanrılarımızı
öldürmüş olan bu hain benim oğlumdur, çünkü, bu balta benimdir!”
Ve, oğluyla aralarında olup geçen her şeyi oradakilere anlattı.
Hemen,
bir odun toplayıp yığdılar; ibrahim'in ellerini ve ayaklarını bağlayıp,
odunların üzerine koydular ve altmdaki odunları ateşlediler.
“Ama, hayır;
Allah, melekleri aracılığıyla ateşe, kulu ibrahim'i yakmamasını emretti.
Ateş
şiddetle parladı ve ibrahim'i ölüme mahkûm edenlerden ikibin kişiyi yaktı,
ibrahim Allah'ın meleği tarafından, kendini taşıyanı görmeyen babasının evinin
yakınına götürülüp, serbest olduğunu gördü; ve böylece ölümden kurtuldu.”
Sonra,
Filupus dedi: -Allah'ın kendisini sevenler üzerine rahmeti büyüktür. Anlat bize
Rab, ibrahim Allah'ın bilgisine nasıl vardı?”
İsa
cevap verdi: “İbrahim,
babasının evine yaklaşınca, eve girmekten korktu; evden biraz uzağa gidip, bir
palmiye ağacının altına oturdu ve burada kendi kendine dedi: “Hayat
sahibi ve insandan daha güçlü bir tanrı var olmalı, çünkü, insanı o meydana
getiriyor ve insan, tanrı olmadan insan meydana getiremez.”
Sonra, çevresine yıldızlara, aya ve güneşe baktı ve onların tanrı olduklarını
düşündü. Fakat, onların hareketlerinde değişken olduklarını görünce, (şöyle)
dedi: “Bu
tanrı hareket etmemeli ve bulutlar onu gizlememeli; yoksa, insanlar hiç olacak.”
Bu şekilde kararsız dururken, “İbrahim!”
diye çağırıldığını işitti, çevresine bakındı ve dört bir yanda kimseyi
göremeyip, (şöyle) dedi: *Adım İbrahim'le çağırıldığıma eminim, (ama)!.”
Ardından, aynı şekilde iki defa daha “İbrahim”
ismiyle çağırıldığını duydu.
Cevap
verdi: “Beni
kim çağırıyor?”
Sonra,
şöyle dendiğini duydu: “Ben,
Allah'ın meleği Cebrail'im.”
Bunun
üzerine, İbrahim korkuya kapıldı; fakat melek onu rahatlatarak, dedi: “Korkma,
İbrahim, çünkü, sen Allah'ın dostusun; bu nedenle, insanların tanrılarını
parçaladığın zaman, meleklerin ve peygamberlerin Tanrı'sını seçmiştin; öyle ki,
adın hayat kitabında yazılıdır.”
Ardından,
îbrahim dedi: *Ben meleklerin ve kutsal peygamberlerin Tanrı'sına hizmet etmek
için ne yapmalıyım?”
Melek
cevap verdi: “Şu
çeşmeye git ve yıkan, çünkü Allah seninle konuşmayı irade ediyor.”
İbrahim
cevap verdi: “Şimdi,
nasıl yıkanmam gerekiyor?”
Bunun
üzerine melek, güzel bir genç suretinde geldi, ona ve çeşmede yıkanıp, dedi: “Sen
de, sırayla böyle yap, ey İbrahim.”
İbrahim yıkanınca, melek dedi : “Şu
dağa çık, çünkü, Allah seninle orada konuşmayı irade eder.”
“Melek böyle
deyince, İbrahim dağa çıktı ve dizleri üstüne oturup, kendi kendine dedi: “Meleklerin
Tanrısı benimle ne zaman konuşacak?”
Yumuşak
bir sesle çağınîdığını duydu: “îbrahim!”
îbrahim cevap verdi: “Beni
kim çağırıyor?”
Ses cevap verdi: “Ben
senin Tanrınım ey İbrahim.”
îbrahim korkuya kapılarak, yüzünü toprağa sürdü ve dedi: “Toz
ve kül olan senin kulun, seni nasıl duyabilir?”
Sonra,
Allah dedi: “Korkma,
kalk, ben seni kullarım için seçtim ve seni kutsamak, seni büyük bir ümmet
haline getirmek istiyorum. Bu nedenle, babanın ve yakınlarının evinden ayrıl ve
sana ve soyuna vereceğim ülkeye gelip, yerleş.”
ibrahim
cevap verdi: .”Her
istediğini yaparım, Rabb(ım); fakat, başka bir tanrının beni incitmemesi için
beni koru.”
Sonra,
Allah şöyle konuştu: “Ben
tek olan Tann'yım ve benden başka tann yoktur. Yıkan da benim,
yapan
da; ben öldürürüm ve ben hayat veririm; Cehennem'e atarım, oradan çıkarırım da
ve kimse benim elimden kurtulamaz.”
Ardından, Allah ona sünnet ahdini verdi; ve, işte böyle babamız İbrahim Allah'ı
tanıdı.”
Isa
bunlan söyleyip, ellerini kaldırdı ve dedi: “Yücelik, şan
ve şeref sanadır, ey Allah. Sana olsun!”
İsa, kavmimizin
bir bayramı olan Gül Bayramı'na yakın Kudüs'e gitti. Yazıcılar Ferisî'ler bunu
duyunca, onu konuşmasında yakalamak için müşavere ettiler. Bunun üzerine, ona
bir fakih gelerek, dedi: “Muallim,
sonsuz hayatı elde etmek için ne yapmalıyım?” İsa cevap verdi:
“Kanunda
ne şekilde yazılıdır?”
Kışkırtıcı şöyle cevap verdi: “Allah'ın
Rabb'ı ve komşunu sev. Allah'ı her şeyin üstünde, bütün kalbinle ve düşüncenle,
komşunu da kendin gibi seveceksin.”
İsa
cevap verdi: “Güzel
cevapladın. Bu nedenle git ve böyle yap, derim, ve (o zaman) sonsuz hayatı elde
edersin.”
Adam
dedi: “Benim
komşum kimdir?”
İsa,
gözlerini kaldırarak, cevap verdi: “Bir
adam Kudüs'ten çıkmış, lanetle yeniden yapılan bir şehre, Eriha'ya gidiyordu.
Bu adam yolda eşkıya tarafından yakalandı, yaralandı ve soyuldu, bundan sonra,
şakiler onu yarı ölü bir durumda bırakarak çekip gittiler. Yolu bu yere düşen
bir kâhin yaralı adamı görüp, selâm vermeden geçip gitti. Aynı şekilde, hiç bir
şey demeden bir Levili de geçip gitti. Aynı yere bir Samiriyelinin yolu düştü;
yaralı adamı görünce merhamete geldi ve atından inip, yaralı adamı yanına aldı
ve yaralarını şarapla yıkadı, üzerlerine merhem sürdü, yaralarını sarıp,
rahatlattı ve kendi atına bindirdi. Sonra, akşamleyin hana vardıklarında, onu
han sahibine emanet etti. Ertesi gün, uyandığında (han sahibine) şöyle dedi: “Bu
adama bak, ne tutarsa sana ödeyeceğim.”
Ve hasta adama han sahibi için dört altın vererek, (şöyle) dedi: “Geçmiş
olsun, üzülme; ben hemen dönüp, seni kendi evime götüreceğim.”
“(Şimdi)
söyle bana”
dedi İsa,
“bunlardan
hangisi komşuydu?”
Fakih
cevap verdi: “Merhamet
gösteren.”
Ardından,
Isa dedi: “Doğru
cevap verdin; işte, sen de git ve böyle yap.” .
Fakih
şaşırmış bir halde çekip gitti.
31.
“Kayser'in Olanı
Kayser'e, Allah'ın Olanı Allah'a Verin!”
Sonra,
Isa'ya Ferisîler yaklaşarak dediler: “Muallim,
Kayser'e vergi vermek caiz midir?”
İsa,
Yahuda'ya dönerek, dedi: “Para
yar mı yanında?”
Ve, eline bir kuruş alarak, Ferisîler'e döndü ve dedi; “Bu
parada bir resim var; söyleyin bana, kimin resmidir o?”
Cevap verdiler: “Kayser'in.”
“Öyleyse verin”
dedi İsa, Kayser'in olanı Kayser'e, Allah'ın olanı Allah'a verin.”
Şaşkınlık içinde çekip gittiler.
Ve bak
ki, bir yüzbaşı yaklaşıp, dedi: “Rab,
oğlum hastadır; yaşlılığıma acı!”
İsa
cevap verdi: “İsrail'in
Allah'ı Rabb sana acır!”
Adam
gidiyordu; Isa (ardından) seslendi: “Beni
bekle, evine gelip, oğlun için dua edeceğim.”
Yüzbaşı
cevap verdi: “Rab,
sen, Allah'ın bir peygamberi evime gelecek kadar değerli biri değilim ben,
oğlumun iyileşmesi için söylediğin söz yeter bana; çünkü, senin Tanrın,
meleğinin uykumda bana söylediği gibi, seni her hastalığın hekimi yapmıştır.”
Isa
hayrete düştü ve kalabalığa dönerek, dedi: *Şu yabancıya bakın, onun imanı,
İsrail kavminde gördüğüm imanların hepsinden daha fazla.”
Ve, yüzbaşıya dönerek, dedi: “Selâmetle
git, çünkü Allah, sana verdiği büyük imandan dolayı oğluna sıhhat bahsetmiştir.”
Yüzbaşı
yoluna gitti ve yolda, oğlunun nasıl iyileştiğini bildiren hizmetçileriyle
karşılaştı. Adam karşılık verdi: “Hangi
saatte ateş kendisini terketti?”
Dediler:
“Dün,
altıncı saatte ateş kendisinden ayrıldı.”
Adam,
İsa'nın, “İsrail'in
Alah'ı Rabb sana acır”
dediği zaman oğlunun sıhhatine kavuştuğunu anladı. Bunun üzerine, adam bizim
Allah'ımıza inandı ve evine girip, “Yalnızca
İsrail'in Allah'ı, gerçek ve yaşayan Allah vardır” diyerek,
bütün kendi tanrılarını parça parça etti. Bundan sonra da, dedi: “İsrail'in
Allah'ına ibadet etmeyen kimse benim ekmeğimden yemiyecek.”
Kanunda
uzmanlaşmış biri, İsa'yı, denemek için akşam yemeğine çağırdı. İsa
havarileriyle birlikte geldi; onu denemek için pek çok yazıcı da evde
bekliyordu. Havariler, ellerini yıkamadan sofraya oturdular. Yazıcılar, bunun
üzerine Isa'ya seslendiler: “Neden
havarilerin ekmek yemeden önce ellerini yıkamamakla, büyüklerinin geleneklerine
dikkat etmiyorlar?”
“Siz yazıcılar
ve Ferisîler, başkalarının omuzlarına taşınamaz yükleri yükler, fakat kendiniz,
bu esnada tek parmağınızla olsun, onları kımıldatmak istemezsiniz. “Size
söylüyorum, size, her şer dünyaya, sözde büyükler sebep gösterilerek girmiştir.
Söyleyin bana, büyüklerin kullanmasıyla değil de, kim sokmuştur puta tapıcılığı
dünyaya? Bir kral vardı, Baal adındaki babasını aşırı derecede seven. Ve,
babası ölünce, oğlu, kendini teselli etmek için, babasına benzeyen bir heykel
yaptırıp, şehrin pazar yerine diktirtti. Ve, bu heykele onbeş gez(bir uzunluk
birimi)yaklaşanın güven içinde olacağı ve her ne olursa olsun, onun
incitilmeyeceğine dair bir emir çıkardı. Bundan böyle bütün kötüler ve
suçlular, oradan gördükleri yarar nedeniyle, heykele güller ve çiçekler sunmaya
başladılar ve kısa bir zaman sonra, sunulan bu şeyler paraya ve yiyeceğe
dönüştü. O kadar ki, onurlandırmak için ona tanrı dediler. Adetten kanuna
dönüşen şu şeye bakın, o kadar ki, Baal putu dünyanın her tarafına yayıldı; ve
Allah buna ne kadar üzüldüğünü peygamber îşaya'ya bildirdi: “Gerçekten
benim kullarım bana boşuna tapınıyor, çünkü onlar, kulum Musa aracılığıyla
kendilerine verilen benim kanunumu hükümsüz kılıp, büyüklerinin geleneklerine
uymaktadırlar.”
“Size diyorum,
temiz olmayan ellerle ekmek yemek, bir insanı kirletmez, çünkü, insanın içine
giren insanı kirletmez, insanı insandan çıkan şeyler kirletir..
Bunun
üzerine, yazıcılardan biri dedi: “Eğer
ben domuz eti veya bir başka temiz olmayan et yersem, benim vicdanımı
kirletmezler mi?”
İsa cevap verdi: “İtaatsizlik
insanın içine girmez, insandan, kalbinden dışarı çıkar; ve bu nedenle,
yasaklanmış yemeği yerse, kirlenmiş olur.”
Ardından,
fakihîerden biri dedi: “Muallim
sanki îsrail kavminin putları varmış gibi, verdin putatapıcıhk aleyhinde
konuştun, ve bize haksızlık etmiş oldun.”
İsa
cevap verdi: “Bugün
îsrail halkmda odundan heykeller olmadığını ben de pek ala biliyorum; fakat,
etten heykeller var.”
Bütün
yazıcılar buna kızarak cevap verdi : “O
halde, biz de puta tapıcılardan(mı) oluyoruz?”
İsa
cevapladı: “Size
diyorum ki, hükümde, “tapınacaksınız”
demiyor, “Allah'ınız
Rabb(ı) bütün ruhunuzla, bütün kalbinizle ve bütün düşüncenizle seveceksiniz”
diyor. Doğru değil mi bu?”
“Doğru”
dediler hepsi birden.
Sonra, İsa
dedi: “Şüpheniz
olmasın ki, kişinin seveceği ve uğruna her şeyden geçeceği tek şey Allah' -dır.
Ve, bundandır ki, zanînin hayalinde zina, pis bogaz ve sarhoşun hayalinde kendi
bedenî ve dünyaperestin hayalinde altın ve gümüş ve bunun gibi, her bir diğer
günahkârın hayalinde kendi günah düşüncesi yatar.”
Ardından,
kendini davet etmiş olan dedi: “Muallim,
en büyük günah nedir?”
İsa
cevap verdi: “Bir
evi, en kötü şekilde harabe haline getiren nedir?”
Herkes
sustu ve İsa parmağıyla temele işaret ederek, dedi: “Eğer
yıkıma temel yol açarsa, bu durumda evi yeniden yapmak gerekir; fakat, her bir
bölüm yıkıma yol açarsa, o zaman onarmak imkansızlaşır. İşte, size diyorum ki,
putatapıcılık en büyük günahtır. Çünkü, kişiyi tümüyle inançtan ve sonunda
Allah'tan yoksun hale getirir; böylece, kişide hiç bir manevî duygu görülemez
olur. Bunun dışında her günah, merhamet olunma ümidi bırakabilir insanda; ve,
bundan.dolayı diyorum ki, putatapıcılık en büyük günahtır.”
Herkes, İsa'nın sözlerine
şaşakaldı, çünkü, hiç bir şekilde karşı çıkamıyacaklarmı anlamışlardı.
Sonra İsa devam etti: “Allah'ın
sözlerini ve Musa ile Yuşa'nm kanunda neler yazdıklarını hatırlayın, o zaman,
bu günahın ne kadar ağır olduğunu göreceksiniz. Allah, İsrail kavmine (şöyle)
demişti: “Gökte
olanlardan ve göğün altında olan şeylerden kendinize putlar yapmayacaksınız,
yerin üstünde olan şeylerden ve yerin altmdakilerden de yapmayacaksınız; suyun
üstünde olanlardan ve suyun altındaki şeylerden de yapmayacaksınız. Çünkü,
sizin Tanrınız benim, güçlü ve gayyûrum, bu günahın öcünü babalardan ve
dördüncü batma varıncaya kadar çocuklarından bile alırım.”
Kavminiz buzağıyı yaptığı ve ona tapındığı zaman, Yuşa ve Levi kabilesinin
kılıcı çekip, Allah'tan merhamet dilenmeyenlerden yüzyirmidörtbin kişiyi nasıl
öldürdüğünü hatırlayın. Ah, puta tapıcılar üzerine Allah'ın korkunç, ne korkunç
cezası!”
Kapıda, sağ eli,
kullanılamayacak biçimde büzülmüş biri dikildi. Bunun üzerine, İsa kalbini
Allah'a vererek dua etti ve ardından dedi: “Sözlerimin
doğru olduğunu öğrenmen için diyorum ki: Allah'ın adıyla, ey adam, sakat olan
elini aç ve uzat!”
Adam, elini, sanki hiç sakatlık görmemiş gibi tümüyle açtı.
Sonra, Allah korkusuyla
yemeye başladılar. Ve, bir miktar yedikten sonra, İsa yine dedi: “Bakın,
size söylüyorum; bir şehri yakmak, orada kötü bir adet bırakmaktan daha iyidir.
Çünkü, böyle bir şey olursa, Allah, kötülükleri yok edici, kılıcı ellerine
teslim ettiği yeryüzünün hükümdarlarına ve krallarına gazap eder.”
Ardından İsa
dedi: “Bir
yere çağırıldığınızda, en yüksek yerde oturmamak aklınızda olsun ki, ev
sahibinin daha büyük bir dostu geldiğinde size, “Kalk ve aşağı
otur!”
deyip utandırmasın. Bunun yerine, gidip, en altta, oturun ki, sizi davet eden
gelip, “Kalk
arkadaş, gel şuraya, yukarı otur!”
desin. Böyle, büyük onur kazanırsın; çünkü, kendini yükselten kim olursa olsun,
alçaltılır ve kendini alçaltan da, yükseltilir.
“Bakın,
size söylüyorum, şeytan başka bir günahından dolayı değil, gururu yüzünden
lanete uğradı. İşaya Peygamber de onu şu sözleriyle azarlar: “Meleklerin
güzeli olup, şafak gibi parlarken, nasıl oldu da gökten atıldın, ey îblis? Seni
yere gönderen, gururundan başkası değildir!”
“Bakın,
size söylüyorum, eğer insan acınacak hallerini bilse, burada, yerde daima ağlar
ve kendisini en düşük, her şeyin gerisinde görür. İlk insanı karısıyla
birlikte, Allah'tan merhamet dilenerek, yüz yıl durup dinlenmeden ağlatan başka
bir neden yoktu. Çünkü, gururları yüzünden nereye düştüklerini gerçekten
biliyorlardı.”
Isa bunları deyip, Allah'a
şükretti; ve o gün, gösterdiği mucizelerle birlikte, İsa'nın ne yüce sözler
söylediği Kudüs'ün her tarafında öylesine yayıldı ki, halk kutsal adını tesbih
ederek, Allah'a şükretti.
Fakat, O'nun büyüklerin
gelenekleri aleyhinde konuştuğunu anlayan yazıcılar ve kâhinler daha büyük bir
kinle yanip tutuştular. Ve, Firavun gibi kalplerini sertleştirdiler; bu
nedenle, O'nu öldürmek için fırsat aradılarsa da bulamadılar.
Isa
Kudüs'ten ayrılıp, Erden'in ötesindeki çöle gitti; ve çevresinde oturan
havarileri Isa'ya dedi: “Ey
muallim, bize şeytan'ın nasıl gurura kapıldığını anlat, çünkü, biz onun
itaatsizliği dolayısıyla düştüğünü ve insanı daima kötülüğe ittiğini anlamış
bulunuyoruz.”
İsa
cevap verdi: “Allah,
bir yeryüzü kütlesi yaratıp, başka bir şey yapmadan onu yirmi beş bin yıl
bekletince, meleklerin başı ve bir hoca olan şeytan sahip olduğu büyük
anlayışla, bu yer yüzü kütlesinin Tanrısı'nın, peygamberlikle işaretlenmiş yüz
kırk dört bin (insan) ve ruhunu öteki her şeyden altmış bin yıl önce yaratmış
olduğu Allah'ın Elçisi (ni yeryüzüne) getireceğini biliyordu. Bu. nedenle
kızıp, “Bakın,
bir gün Allah bu yeryüzüne bizim saygı göstermemizi irade edecek. Bu bakımdan,
bizim ruh olduğumuzu ve dolayısıyla böyle bir şeyin uygun olmayacağını düşünün”
diyerek melekleri kışkırttı. “Bu
şekilde, pek çoğu Allah'ı bıraktı, Bunun üzerine, bütün meleklerin toplandığı
bir gün Allah dedi: “Beni
Rabb kabul eden her biriniz, hemen bu yeryüzüne saygı göstersin.”
“Allah'ı
sevenler baş eğdiler, fakat şeytan, kendi düşüncesinde olanlarla birlikte dedi:
“Ey Rabb; biz
ruhuz, ve bu nedenle, bizim bu çamura saygı göstermemiz adilâne (hak) değildir.”
şeytan böyle deyince, çirkin ve korkunç görünüşlü oldu, ve ardından gidenler de
çirkinleşti; isyanlarından dolayı, Allah kendilerinden yaratırken verdiği
güzelliği çekip aldı. Bunun üzerine, kutsal melekler başlarını kaldırınca,
şeytan'ın ve takipçilerinin ne korkunç birer canavar olduklarını görüp,
korkuyla yüzlerini yere attılar.
“Sonra şeytan
dedi: “Ey
Rabb, beni haksız olarak çirkinleştirdin, ama ben buna razıyım, çünkü, ben
senin yapacağın her şeyi hükümsüz kılmak istiyorum.”
Ve, diğer şeytanlar da dediler: “O'na
Rabb deme ey İblis, çünkü Rabb sensin.”
“Bundan sonra
Allah, şeytan'ın peşinden gidenlere dedi: *Tevbe edin ve beni Rabb (iniz),
Yaratıcınız olarak tanıyın.”
Cevap
verdiler: “Biz
Sana saygı gösterdiğimiz için tevbe ediyoruz, çünkü sen adil değilsin; ama
şeytan adil ve suçsuzdu ve bizim Rabb (imizdir.)
Buna
karşı Allah dedi: “Ayrılan
benden ey lânetliler, artık sizin üzerinize hiç rahmetim, yok.”
“Ve, ayrılırken
şeytan yeryüzü kütlesine tükürdü ve bu tükrüğü melek Cebrail bir kısım toprakla
birlikte kaldırdı ve işte bundan insanın karnındaki göbeği meydana geldi.”
Havariler,
meleklerin baş kaldırışına şaşıp kaldılar.
Sonra
Isa dedi: “Bakın,
size söylüyorum ki, ibadet etmeyen şeytan'dan daha kötüdür ve daha büyük eziyet
çekecektir. Çünkü, şeytan'ın önünde kovulmadan önce hiç bir korkma örneği yoktu
ve Allah onu tevbeye çağıracak hiç bir peygamber de göndermiş değildi; ve insan
—şimdi, Allah böyle dediği için, benden sonra gelecek ve belki de benim yolunu
hazırladığım Allah'ın Elçisi dışında bütün peygamberler gelmiş bulunuyor.— ve
insan, diyorum ki, Allah'ın adaletinin sonsuz örneklerini görmüş olmasına
rağmen, hiç Allah yokmuş gibi korkusuz, keyfince yaşar. Davud Peygamber'in şu
sözü (ne güzel örnek) : “Aptal
olan içinden 'Allah yoktur' der. Bu nedenle o sefil ve iğrençtir, hiç bir
iyiliği yoktur.”
“Durmadan
ibadet edin ey havarilerim ki, kazanasınız. Çünkü, arayan bulur, kendine açana
(kapı) açılır ve isteyen alır. Ve ibadetinize çok konuşmaya bakmayın, çünkü
Allah, Süleyman'a, “Ey
kulum, bana kalbini ver”
dediği gibi, kalplere bakar. Bakın, size söylüyorum, münafıklar, halk
kendilerini görsün ve veli sansın diye şehrin her yanında
ibadet
üstüne ibadet ederler; fakat kalbleri kötülük doludur; bu nedenle de, içlerinde
olan dillerinde değildir. İbadetinizi, Allah'ın kabul etmesini istiyorsamz
(kalpten) yapmanız gerekir. Şimdi söyleyin bana: İlk önce, kime gideceğine ve
ne yapacağına karar vermiş olandan başka kim gidip, Romalı valiyle veya
Hirodes'le konuşur? Emin olun ki, hiç kimse ve eğer insan insanla konuşmak için
böyle davranırsa, Allah'la konuşmak, kendisine verdiği her şey için şükredip,
günahları için merhamet istediğinde ne yapmalıdır?
“Size
söylüyorum ki, pek az kişi gerçekten ibadet eder ve bu nedenle şeytan diğerleri
üzerinde güç sahibidir. Çünkü Allah, kendisini dudaklarıyla yüceltenleri
istemez; mabette dudaklarıyla merhamet isterken, kalplerinden adalet diye
haykıranları (istemez). İşaya peygambere dediği gibi: “Beni
gücendiren şu insanları benden uzaklaştır, çünkü onlar dudaklarıyla beni
yüceltir, ama kalpleri benden uzaktır.”
Bakın, diyorum ki, düşünmeden kayıtsızca ibadet etmeye kalkan Allah'la alay
eder.
Şimdi,
kim sırtını dönerek Hirodes'le konuşmaya gider ve onun önünde, ölesiye nefret
ettiği vali Pilatus'u övebilir? Kuşkusuz, hiç kimse. Hiç hazırlıksız ibadet
etmeye kalkanın hali de bundan hiç aşağı değildir: Sırtını Allah'a döner ve
yüzünü şeytan'a vererek, onu över de över. Çünkü, kalbinde kötülük aşkı yatar
ve bundan tevbe de etmez.
“Eğer, sizi
inciten biri, dudaklarıyla “bağışlayın”
derken, elleriyle size bir yumruk atarsa, onu nasıl bağışlayabilirsiniz? İşte
böyle de, dudaklarıyla “Rabb,
bize merhamet et”
derken, kalblerinde kötülük aşkı taşıyanlara ve yeni yeni günahlar işlemeyi
düşünenlere Allah merhamet mi edecek?”
Havariler,
İsa'nın sözleri üzerine ağlayarak, ona yalvardılar: “Rab,
bize dua etmeyi öğret.”
İsa
cevap verdi: “Romalı
vali sizi öldürmek niyetiyle yakalarsa, ne yaparsınız düşünün de, duaya
kalktığınızda aynen böyle davranın. Ve, sözleriniz şöyle olsun: “Ey
Allah'ımız Rabb, kutsal ismin yücelsin; melekûtun gelsin; iraden her zaman
yerine gelsin; gökte yerine geldiği gibi, yerde de gelsin; bize her gün için
ekmek (rızık) ver; bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, sen de
günahlarımızı bize bağışla ve bizi iğvalara kapılıp azap çektirme; bizi her
şerden koru, çünkü yalnızca Sen, ebede kadar izzet, azamet ve kudret sahibi,
bizim Allah'ımızsın.”
Sonra,
Yuhanna cevap verdi: “Muallim,
Allah'ın Musa aracılığıyla emrettiği şekilde biz de yıkanalım.”
İsa
dedi: “Benim
kanunu ve peygamberleri yok etmek için geldiğimi mi sanıyorsunuz? Bakın, size
diyorum ki, Allah'ın varlığına inandığınız gibi inanın, ben bunları yıkmak için
değil, gözetmek için geldim. Çünkü, her peygamber, Allah'ın kanununu ve
Allah'ın diğer peygamberler aracılığıyla söylemiş olduğu her şeyi gözetmiştir.
Ruhumun huzurunda durduğu Allah vardır ve diridir ki, en küçük bir hükmü yerine
getirmeyen, kim olursa olsun, Allah'ı razı etmek şöyle dursun, O'nun
melekûtunda en küçük bir şey olur. Çünkü, orada hiç bir payı yoktur. Hattâ,
size söylüyorum ki, Allah'ın kanununun tek bir hecesi, en ağır günahı göze
almadan çiğnenemez. Fakat ben, Allah'ın İşaya peygamber
aracılığıyla
bildirdiği şu sözlere uymanızın gerekli olduğunu aklınıza havale ediyorum : “Yıkan
ve temiz ol, düşüncelerini benim gözlerimden uzaklaştır.”
“Bakın, size
söylüyorum ki, kalbi kötülükleri seven insanı deniz(ler)in tüm suyu
yıkamayacaktır. Ve, yine size söylüyorum ki, yıkanmayan(abdest) kimse
ibadetiyle Allah'ı razı etmek şöyle dursun, ruhuna putatapıcılığa benzer günah
yükleyecektir.”
-Bana
gerçekten inanın; eğer insan Allah'a gerektiği gibi ibadet edecek olsa,
istediği her şeyi elde eder. İbadetiyle Mısır'a gazap eden (kamçı vuran)
Allah'ın kulu Musa'yı hatırlayın; Kızıl Deniz'i yardı da, Firavun ve ordusu
orada boğuldu.- Güneşi durduran Yuşa'yı hatırlayın, sayısız Filistin askerini
korkudan titretmişti; gökten ateş yağdıran îlya'yı, ölü bir adamı (mezarından)
kaldıran Elişa'yı ve ibadet ve dua ile istedikleri her şeyi elde eden daha
başka pek çok kutsal peygamberleri hatırlayın. Fakat, bunlar kendi kişisel
amaçları için değil, yalnız Allah ve Allah'ın şanı için çalıştılar.”
37.
Adem'in Yaratılışı Ve İlk
Sorusu ve Duası
Sonra
Yuhanna dedi: “Güzel
konuştun ey muallim, fakat insan gururuyla nasıl günah işledi, tam bilemiyoruz.”
İsa
cevapladı: “Allah
şeytan'ı kovup, melek Cebrail de şeytan'ın tükürdüğü yeryüzü kütlesini
temizleyince, Allah yaşayan her şeyi, hem uçan ve hem yürüyen ve hem de yüzen
hayvanları yarattı ve dünyayı içinde bulunan her şeyle süsledi. Birgün şeytan
cennetin kapılarına yaklaşıp, otlayan atları gördü ve onlara, eğer yeryüzü
kütlesi bir ruh olacak olursa, kendilerine eziyet verici bir iş düşeceğini
bildirdi; bu nedenle de, bu yeryüzü parçasının hiçbir şeye yaramayacak şekilde
çiğnemeleri faydalarına olacaktı. Atlar ayaklandılar ve hemen zambaklarla
güller arasında uzanan o yeryüzü parçasını çiğnemeye giriştiler. Bunun üzerine
Allah, Cebrail'in kütle üzerinden almış olduğu şeytan'ın tükrüğünün bulunduğu
kirli yeryüzü parçasına ruh verdi; ve havlayan köpekler ortaya çıkınca korkuya
kapılan atlar kaçtılar. Bundan sonra Allah, tüm kutsal melekler “Senin
kutsal adını tesbih ederiz ey Rabb (muz) Allah” diye
söyleşirken, insana ruhunu verdi.
“Ayağı üstüne
kalkan Adem, havada güneş gibi parlayan bir yazı gördü: “Allah'tan
başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah'ın Rasulû'dür.”
Bunun üzerine Adem ağzını açarak, dedi: “Şükür
sana ey Allahım Rabb, bana hayat nimeti verdin; fakat (senden) bana söylemeni
diliyorum: Bu, “Muhammed
Allah'ın elçisidir”
sözlerinin mesajı ne anlama geliyor? Benden önce (yaratılmış) başka insanlar mı
vardı?”
“Bundan sonra
Allah dedi: “Tabii,
ey kulum Adem. Sana diyorum ki: îlk yarattığım insan sensin. Ve senin görmüş
olduğun, yıllar sonra dünyaya gelecek, benim rasulûm olacak ve her şeyi kendisi
için yarattığım oğlundur. Geldiği zaman dünyaya ışık verecektir; ruhu, ben
herhangi bir şey yaratmadan altmışbin yıl önce semavî bir nur içine konmuştur.”
Adem Allah'a şöyle yalvardı: “Rabb(im),
bu yazıyı el parmaklarımın tırnakları üzerinde bana bahşet.”
Sonra Allah, ilk insana baş parmakları üzerinde bu yazıyı verdi. Sağ elin baş
parmak tırnağı üzerinde, “Allah'tan
başka ilâh yoktur*, sol elin baş parmak tırnağı üzerinde de, “Muhammed
Allah'ın Rasulû'dür.”
Sonra, babaca bir sevgiyle ilk insan bu sözleri öptü ve gözlerini ovarak dedi: “Senin
dünyaya geleceğin gün mübarek olsun.”
Allah insanı yalnız görünce dedi: “Onun
yalnız kalması iyi değildir.”
Bu nedenle onu uyuttu ve kalbinin yakınından bir kaburga kemiği alarak, yerini
etle doldurdu. Bu kaburga kemiğinden Havva'yı yaratıp, onu Adem'e eş olarak
verdi. Bu ikisini Cennetin
efendileri
olarak yerleştirdi. Ve kendilerine (şöyle) dedi: “Bakın, size
yemek için her meyveyi veriyorum, yalnız elmalar ve mısır hariç”;
ve bunlarla ilgili olarak dedi: “Ne
olursa olsun, bu meyvelerden yememeye dikkat edin, yerseniz kirlenirsiniz ve
öyle ki, sizi burada tutarak azap etmem; buradan sürer çıkarının ve büyük
eziyetler çekersiniz.”
Bunları
öğrenen şeytan, kızgınlığından deli oldu Ve Cennet'in kapısına yaklaştı. Orada,
deve gibi ayakları ve her yanında bir ustura gibi kesilmiş ayak tırnaklan olan
korkunç bir yılan nöbet bekliyordu. Düşman ona dedi: ““Bi
zahmet et, beni Cennet'e koyuver!”
Yılan
cevap verdi: “Allah
bana seni çıkarmamı emretmişken, ben nasıl seni içeri almak zahmetine
katlanırım?”
şeytan
karşılık verdi: “Allah'ın
seni ne kadar çok sevdiğini görüyorsun, ki seni insan denilen bir okka çamurun
başında nöbet tutman için Cennet'in dışına koydu. Bu bakımdan, eğer beni
Cennet'e alırsan, seni öyle korkunç yaparım ki, herkes senden kaçar ve arzu
ettiğin yerde gider kalırsın.”
Sonra
yılan dedi: “Seni
içeri nasıl koyacağım ben?”
şeytan
dedi: “Sen
büyüksün; ağzını,aç, ben karnına gireceğim ve sen Cennet'e girince, şu
sıralarda yer üzerinde yürümekte olan iki okka çamurun yanında beni
bırakacaksın.”
Sonra, yılan böyle yaptı ve şeytan'ı kocası Adem uyumakta olduğundan Havva'nın
yanında bıraktı. şeytan, güzel bir melek gibi kadının önünde durdu ve ona dedi:
“Neden
şu elmalardan ve mısırdan yemiyorsunuz?”
Havva
cevap verdi: “Rabb(ımız)
bize, bunlardan yersek kirleneceğimizi ve kendisinin de bizi Cennet'-ten
çıkaracağını söyledi.”
şeytan
karşılık verdi: “O,
gerçeği söylemez. Allah'ın kötü ve kıskanç olduğunu, bu nedenle de hiç bir
dengine katlanamayıp, herkesi köle tuttuğunu bilmelisiniz ve kendisine eşit
olmayasınız diye size böyle demiştir. Fakat, sen ve yoldaşın benim tavsiyeme
göre hareket ederseniz, diğerlerinden olduğu gibi şu meyvelerden de yiyecek ve
başkalarına tabî olarak kalmayıp, Allah gibi iyi ve kötüyü bilecek ve
istediğinizi yapacaksınız.
Çünkü,
Allah'a denk olacaksınız.”
Sonra, Havva o (meyve) lerden alıp yedi ve kocası uyandığında, şeytan'ın tüm
dediklerini ona anlattı ve o da karısının sunduğu (meyve) leri alıp yedi. Bunun
üzerine, yenilenler aşağı doğru inerken Allah'ın sözlerini hatırladı; bu
sebepten, yemeği durdurmak isteğiyle elini, her insanın işareti bulunan
boğazına götürdü.”
Sonra,
her ikisi de çıplak olduklarını anladılar; dolayısıyla utanıp, incir yaprakları
alarak gizli yerleri için bir elbise yaptılar. Öğle vakti geçince, bak ki,
Allah kendilerine göründü ve Adem'e seslenip dedi: *Adem, neredesin?”
O cevap
verdi: “Rabb(ım),
huzurundan kendimi gizliyorum, çünkü,, ben ve karım çıplağız. Bu nedenle de,
senin huzurunda bulunmaktan utanıyoruz.”
Sonra
Allah dedi: “Yediğiniz
takdirde kirleneceğiniz ve cennette daha fazla kalamayacağınız meyveyi
yemedikçe, sizi kim masumluğunuzdan soyup çıkarmıştır ki?”
Adem cevap verdi: “Ey
Rabb(ım), bana vermiş olduğun eş (zevce) yemem için yalvardı,
ben de
ondan yedim.”
Sonra
Allah kadına dedi: “Neden
dolayı böyle (bir) yemeği kocana verdin?”
Havva
cevap verdi: “şeytan
beni aldattı ve ben de yedim.”
“Ama, bu mel'un
nasıl girdi buraya?”
dedi Allah.
Havva
cevap verdi: “Kuzey
kapıda duran bir yılan onu benim yanıma getirdi.”
Sonra
Allah Adem'e dedi: “Madem
ki sen karının sözünü dinledin ve meyveyi yedin, yeryüzü senin işlerinle
lanetlensin, belâ bulsun; senin için iğnelikler ve dikenler bitirecektir o; ve
yüzünün teriyle ekmek yiyeceksin. Ve toprak olduğunu hatırla ve yine toprağa
döneceksin.”
Ve Havva'ya da şöyle konuştu: “Ve
şeytan'a kulak asıp, kocana yemeği veren sen, seni köle tutacak olan erkeğin
egemenliği altmda yaşayacak ve doğum çekip, çocuklar dünyaya getireceksin.”
Ve
yılanı da çağıran Allah, Allah'ın kılıcını tutan meiek Mikâil'e seslenip dedi: “Önce
Cennet'ten bu kötü yılanı çıkar ve dışarıda bacaklarını kes; ki yürümek
isterse, yerde vücudunu sürüsün.”
Ardından Allah, gülerek gelen şeytan'a seslendi ve ona dedi: “Madem
sen meî'un, bunları aldattın ve kendilerini kirlettin, öyle ise ben de
diliyorum ki, onların ve bana gerçekten tevbe edip kulluk yapacak çocuklarının
tüm kirlilikleri bedenlerinden çıktıkta senin ağzından girsin ve böylece sen
kirliliklerle doyasın.”
şeytan sonra korkunç bir şekilde kükredi ve dedi : “Madem
sen benim daha da kötü olmamı dilersin, ben de o zaman, elimden geleni arkama
koymayacağım.”
Sonra
Allah dedi: “Defol
mel'un, benim huzurumdan!”
Sonra şeytan gitti; bunun üzerine Allah ağlamakta olan Adem'le Havva'ya dedi: “Siz
de Cennet'ten çıkın ve cezanızı çekin ve ümidiniz de yok olmasın, çünkü ben,
soyun şeytan'ın egemenliğini insan cinsinin üzerinden kaldıracak şekilde oğlunu
göndereceğim. Çünkü o gelecek olan, kendisine her şeyi vereceğim benim
elçimdir.”
Allah
gizlendi ve Melek Mikâil onlan Cennet'ten çıkardı. Bunun üzerine Adem,
çevresine bakınarak kapının üstünde yazılı olan “Allah'tan
başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah'ın elçisidir” sözünü gördü.
Bu nedenle, ağlayarak dedi: “Allah'ı
razı edici olsun ki ey oğlum, çabucak gelesin ve bizi perişanlıktan kurtarasın.”
Sonra
bu konuşmanın ardından havariler ağladılar ve Isa da ağlıyordu. O sırada onu
bulmaya gelen pek çok kişi gördüler; kâhinler onu konuşurken yakalamak için
aralarında müşavere yapmış ve bu nedenle de, Levililerle yazıcıların bazılarını
ona, “sen
kimsin?”
diye sormaya göndermişlerdi.
Isa
itirafta bulunup, gerçeği söyledi: “Ben
mesih değilim.”
Dediler:
“îlya
mısın? Yeremya mısın, yoksa eski peygamberlerden biri misin?”
Isa
cevap verdi: “Hayır.”
Sonra
dediler: “Kimsin
sen? Bizi yollayanlara doğru şahitlikte bulunabilmemiz için bize söyle.”
Sonra
Isa dedi: “Ben
bütün Yahudiye'de haykıran ve îşaya'da da yazılı olduğu gibi,
“Rabb (in)
Elçisi için yol açın”
diye haykıran sesim.”
Dediler:
“Eğer
sen Mesih veya îlya veyahut da herhangi bir peygamber değilsen, neden yeni
akide vaz'eder ve kendini Mesih'ten daha çok saydırırsın?”
İsa
cevap verdi: “Allah'ın
benim elimde meydana getirdiği mucizeler, benim Allah'ın dilediği şeyleri
konuştuğumu gösteriyor, ben, hiç bir zaman, sözünü ettiğiniz kişiden
kendimi
daha çok saydırmıyorum da Çünkü ben, sizin “Mesih”
dediğiniz, benden önce yaratılmış ve benden sonra gelecek ve inancı (dini) son
bulmasın diye gerçeğin sözlerini getirecek olan Allah'ın Elçisi'nin
ayakkabılarının iplerini veya çoraplarının bağlarını çözecek değerde değilim.”
Levililer şaşkınlık içinde ayrılıp gittiler ve ileri gelen kâhinlere her şeyi
anlattılar da, (bunlar) dediler: “Onun
sırtında her şeyi kendine anlatan cini var”
Sonra İsa
havarilere dedi: “Bakın,
size diyorum, reisler ve halkımızın büyükleri bana karşı fırsat kolluyorlar.”
Sonra
Petrus dedi: “Öyleyse,
bir daha Kudüs'e gitmeyin.”
Bunun
üzerine İsa
ona dedi: “Sen
budalasın ve ne söylediğini bilmiyorsun. Pek çok eziyetler çekmem gerek, çünkü,
bütün peygamberler ve Allah'ın kutsal (kullar)'ı çekmişlerdir. Ama korkmayın,
bizimle birlikte olanlar da vardır, bize karşı olanlar da.”
Ve İsa böyle deyip ayrılarak Tabur dağına gitti ve oraya yanında Petrus, Yakub
ve kardeşi Yuhanna'yla bunu yazan da çıktı. Bunun üzerine üstünde büyük bir nur
parladı, elbiseleri beyaz kar gibi oldu ve yüce güneş gibi ışıldadı ve bir de
ne görelim! Oraya cinsimiz ve kutsal şehir üzerine gelmesi gereken tüm şeylerle
ilgili olarak İsa
ile konuşan Musa ve llya gelmesinler mi?
Petrus
şöyle konuştu: “Rab,
burada bulunmakla iyi ettik. Bu bakımdan, eğer dilerseniz, burada biri sizin
için, biri Musa ve diğeri de îlya için üç çardak kuralım. Ve, o konuşurken,
beyaz bir buîut üzerlerini örttü ve “Kendinden
çok hoşnut olduğum kuluma bakın; onu dinleyin” diyen bir ses
duydular.
Havariler
korkuya kapılarak, ölü (gibi) yüz üstü yere düştüler. İsa
geldi ve havarilerini kaldırıp dedi: “Korkmayın,
çünkü Allah sizi seviyor ve benim sözlerime inanmanız için böyle yapmıştır.”
43.
“Allah Herşeyden
Önce Hz. Muhammedin Ruhunu Yarattı”
İsa,
aşağıda kendisini bekleyen sekiz havarisinin yanlarına vardı ve dört tanesi bu
sekiz taneye bütün gördüklerini anlattılar; o gün hepsinin kalbinden İsa
ile ilgili tüm kuşkular silindi, yalnız hiç bir şeye inanmayan Yehuda îskariyot
hariç. İsa,
dağın eteğinde bir yere oturdu ve ekmekleri olmadığından, hepsi dağ meyveleri
yediler.
Sonra
Andreas dedi: “Bize
Mesih hakkında çok şeyler söylediniz, bu nedenle, lütfen bize her şeyi açıkça
anlatın.”
Ve aynı şekilde diğer havariler de kendisine rica ettiler.
Bunun
üzerine İsa dedi: “Çalışan
herkes, tatmin olacağı bir gaye için çakşır. Bu bakımdan size söylüyorum ki,
Allah, kendinde hiç bir noksanlık olmadığı için tatmin olma ihtiyacı duymaz.
Zaten O'nun kendinde kemal vardır. Ve işte, çalışmak dileğiyle O, her şeyden
önce, yaratıklar Allah'ta rıza ve doygunluk bulsunlar diye, kendisi için tüm
(kâinatı) yaratmaya karar verdiği Elçisi'nin ruhunu yarattı; ki, kulları olarak
tayin ettiği tüm yaratıklarından elçisi haz ve sevinç duysun. Ve bu nedenle
işte her şey bilip gördüğünüz gibi oldu. Ama O neden böyle olmasını diledi?
“Bakın, size
diyorum ki; her peygamber geldiği zaman, yalnızca bir kavme Allah'ın rahmetinin
işaretini götürmüştür. Ve sözleri de gönderildikleri insanların ötesine
uzanmamıştır. Fakat, Allah'ın Elçisi geleceği zaman, Allah O'na kudret ve
rahmetinin sonuymuş gibi verecek, o kadar ki, akidesini alacak olan tüm dünya
kavimlerine rahmet ve selâmet götürecektir. Dinsizler üzerine güçle gidecek ve
putatapıcılığı ezecek, o kadar ki, şeytan'ı kahredecektir; çünkü, Allah
İbrahim'e böyle va'd etmiştir: “Dikkat
et, senin soyunla yeryüzünün tüm kabilelerini kutsayacağım. Ve sen, Ey İbrahim,
nasıl putları parça parça etmişsen, senin soyun da böyle yapacaktır.”
Sonra
şöyle soruldu: “Ey
muallim, bu va'd kime verilmiştir, söyle bize; çünkü, Yahudiler
“îshak'a”
diyorlar, îsmaililer ise, “İsmail'e.”
İsa cevap verdi: “Davud
kimin oğluydu ve hangi soydandı?”
Cevap
verildi: “îshak'ın;
çünkü, îshak Yakub'un babasıydı, Yakub da soyu Davud'a varan Yahuda'nın
babasıydı.”
Sonra İsa
dedi: “Öyleyse,
Allah'ın elçisi geleceği zaman, hangi soydan olacaktır?”
Havariler cevap yerdiler: “Davud'un
(soyundan).”
Bunun üzerine Isa dedi: “Siz
kendinizi aldatıyorsunuz; çünkü Davud, şöyle söyleyerek, ona ruhundan rab (efendi)
der: Allah rabbına, “Ben
düşmanlarına senin ayak taburen yapıncaya kadar sağ yanımda otur”
dedi. Allah düşmanlarının ortasında rablık kazanacak olan asanı gönderecektir. “Eğer,
sizin Mesih dediğiniz Allah 'in Elçisi Davud'un oğlu ise, Davud O'na nasıl “rab”
der? Bana inanın, size söylüyorum ki, va'd İsmail'e yapılmıştır, İshak'a değil.”
44.
“Allahın Elçisi
Muhammed Yaratılan Hemen Her Şeye Mutluluk Getirecek Bir Nurdur”
Bunun
üzerine havariler dediler: “Ey
muallim, Musa'nın kitabında böyle, yani va'dın îshak'a yapılmış olduğu
yazılıdır.”
İsa, ah ederek
cevap verdi: “Öyledir,
ama onu Musa yazmadı, Yuşa da yazmadı onu Allah'tan korkmayan hahamlarınız
yazdı. Bakın, size söylüyorum ki; melek Cebrail'in sözlerine baktığınızda
yazıcılarınızın ve fakihlerinizin mel'anetini anlayacaksınız. Çünkü, Cebrail
demiştir ki: “İbrahim,
tüm dünya Allah'ın seni ne kadar sevdiğini biliyor; fakat, senin Allah'a oîan
sevgini dünya nasıl bilecek? Mutlaka Allah sevgisi için bir şey yapman
gerekiyor.”
ibrahim cevap verdi: “Bak,
Allah'ın kulu Allah'ın dileyeceği her şeyi yapmaya hazırdır.”
“Sonra Allah
İbrahim'e şöyle seslendi: “Oğlunu,
ilk doğan (çocuğun) İsmail'i al ve dağa çıkıp onu kurban et.”
Eğer, İshak doğduğu zaman İsmail yedi yaşında idiyse, o zaman İshak nasıl ilk
doğan (çocuk) olmuş olur?”Ardından
havariler dediler: “Bizim
fakihlerimizin aldattığı ortada; bu bakımdan bize gerçeği anlat, çünkü, biz
senin Allah tarafından gönderildiğini biliyoruz.”
İsa cevap verdi: “Bakın,
size söylüyorum ki, şeytan Allah'ın kanunlarını hükümsüz kılmak için çalışır
durur; ve bu nedenle, yoldaşları olan sahte imanlı münafıklar ve yaşantıları
şehvet peşinde geçen günahkârlarla birlikte, bugün hemen hemen her şeyi
kirletmiş bulunmaktadır ki, pek az gerçeğe rastlanılmaktadır. Yazıklar olsun münafıklara,
çünkü bu dünyanın övgüleri, cehennemde onlar için azaba ve hakarete
dönüşecektir.
“Bu nedenle
size diyorum ki, Allah'ın elçisi, Allah'ın yarattığı hemen her şeye mutluluk
getirecek olan bir nurdur; çünkü o, anlayış ve müşavere ruhuyla, hikmet ve kudret
ruhuyla, korku ve sevgi ruhuyla, akıl ve itidal ruhuyla donatılmıştır; rahmet
ve merhamet ruhuyla, adalet ve takva ruhuyla, yumuşaklık ve sabır ruhuyla
donatılmıştır ki, bunlan o Allah'tan, bütün diğer yaratıklarına verdiğinden üç
kat daha fazla almıştır. Ey, O'nun dünyaya geleceği kutlu zaman! İnanın bana,
O'nun ruhunu görenlere Allah peygamberlik verdiğinden, her peygamber gibi ben
de O'nu gördüm ve O'na saygı gösterdim. O'nu görünce, ruhum teselli ile doldu
(ve) dedim: “Ey
Muhammed, Allah seninle olsun ve beni
ayakkabının
bağlarını çözecek değerde kılsın. Buna ermekle ben de büyük bir peygamber ve
Allah'ın kutsal bir (kul)'u olacağım.”
Ve İsa
böyle deyip, Allah'a şükretti.
Sonra,
melek Cebrail; Isa'ya geldi ve O'na, bizim sesini duyabileceğimiz bir şekilde
seslendi: “Kalk
ve Kudüs'e git!”
İsa, bu
emre uyarak çıktı ve Kudüs'e gitti. Yedinci gün mabede girerek, halka öğretmeye
başladı. Bunun üzerine insanlar akın akın mabede geldiler. İçlerinde bulunan
başkâhin ve kâhinler Isa'ya yaklaşarak, dediler : “Ey
muallim, hakkımızda kötü şeyler diyormuşsun; bu bakımdan dikkat et de, başına
bir kötülük gelmesin.”
İsa
cevap verdi: “Dikkat
edin, size diyorum, ben münafıklar hakkında kötü konuşuyorum; eh, siz de
münafıksanız, sizin aleyhinizde de konuşurum.”
Cevap
verdiler: “Kim
bir münafıktır? Bize açıkça anlat.”
İsa
dedi: “Bakın,
size diyorum ki, insanlar kendini görsün diye iyi bir şey yapan kişi
münafıktır. Öyle ki”
yaptığı iş insanların göremediği kalbe işlemez, orada ancak her türlü kötü
düşünce ve her türlü kirli şehvet kalır. (Şimdi) bildiniz mi münafığın kim
olduğunu? Diliyle Allah'a kulluk ederken, kalbiyle insanlara kulluk eden kişi
münafıktır. Ey zavallı adam! Ölünce, bütün kazandıklarını yitirecek. Bu konuda
Davud peygamber der: “Reislere
güven bağlamayın. Kendileri için kurtuluş olmayan insan oğullarına da (güven
bağlamayın). Çünkü ölürken düşündükleri yok olur. Heyhat, ölmeden önce
kendilerini mükâfattan yoksun bulurlar, çünkü Allah'ın peygamberi Eyyub'-un
dediği gibi: “İnsan
gelici geçicidir, hiç bir zaman bir kalışta kalmaz.”
Öyle ki, bugün seni övse, yarın kötüler, bugün seni ödüllendirmek istese, yarın
malını elinden almak ister. Yazıklar olsun öyleyse münafıklara, çünkü onların
kazandığı boşunadır. Huzurunda durduğum Allah vardır ve hayattadır ki, münafık
soyguncudur ve saygısızdır, (sahtekârdır), o kadar ki, iyi görünmek için
kanundan yararlanır ve hamd, sena ve şan ebediyyen yalnızca kendine ait olan
Allah'ın şanını çalar.
“Size daha da
söylüyorum ki, münafığın inancı yoktur, öyle ki, eğer Allah'ın her şeyi
gördüğüne ve kötülüğü korkunç bir hükümle cezalandıracağına inanmış olsa,
inanmadığı için kötülüklerle doldurduğu kalbini arıtır. Bakın, size diyorum ki,
münafık, dıştan beyaz (görünen), fakat içi çürük, küf ve solucanlarla dolu bir
mezardır. Size gelince ey kâhinler, Allah sizi yarattığı ve sizden istediği
için Allah'a kulluğunu yerine getiriyorsanız, size lâfım yok, çünkü siz
Allah'ın kullarısınız; fakat, her şeyi kazanç için yapıyor ve Allah'ın
mabedinin soyguncular mağarasına çevirdiğiniz bir ticaret değil, ibadet evi
olduğuna bakmadan pazarda olduğu gibi mabette de alış verişte bulunuyorsanız,
her şeyi insanları memnun etmek için yapıyor ve Allah'ı aklınızdan
çıkarıyorsanız, o zaman size haykırarak diyorum ki, siz Allah aşkı için babasının
evini terkeden ve kendi oğlunu kesmek isteyen ibrahim'in değil, şeytan'ın
çocuklarısınız. Eğer böyleyseniz, yazıklar olsun size ey kâhinler ve fakihler,
çünkü Allah kâhinliği sizden alacaktır!”
Isa
konuşmasını şöyle sürdürdü: “Önünüze
bir mesel koyuyorum. Bir aile reisi bir bağ dikmiş ve hayvanlar tarafından
çiğnenip ezilmesin diye etrafını çevirmişti. Ve, orta yere de şarap çıkarmak
için mengene koymuştu ve buradan çiftçilere şarap verecekti. Gel
zaman,
şarabın biriktirilme vakti gelince hizmetçilerini yolladı. Bunları gören
çiftçiler bazılarını taşladı, bazılarını yaktı ve diğerlerini de bıçakla delik
deşik ettiler. Ve bunu defalarca yaptılar. Söyleyin bana, bağın sahibi
çiftçilere ne yapsın şimdi?”
Herkes
cevap verdi: “En
kötü biçimde hepsini yok eder ve bağını başka çiftçilere verir.”
Bunun üzerine İsa
dedi: “Bağın
İsrail ailesi ve çiftçilerin ise Yahudiye ve Kudüs halkı olduğunu bilmez
misiniz? Yazıklar olsun size, Allah sîze gazap etmektedir, Allah'ın bu kadar
peygamberinin karnını yardınız; öyle ki, Ahab zamanında Allah'ın kutsal
(kul)larını gömecek tek bir kişi bulun(a)mıyordu.!”
Ve, Isa
böyle deyince, kâhinler onu yakalamak istedilerse de, kendisini yücelten
halktan korktular.
Sonra
Isa, doğuştan başı öne doğru eğik bir kadın görüp, dedi: “Allah'ın
adıyla başını kaldır ey kadın, ki şunlar, benim doğruyu söylediğimi ve benim
O'nun dilediği şeyleri bildirdiğimi anlayabilsinler.”
Sonra
kadın Allah'ı ta'zim ederek, başını tümüyle kaldırdı.
Başkâhin
bağırdı: -Bu adam Allah'ın göndermesi değildir, bakın, Sebt'i tanımıyor, çünkü
sakat bir kişiyi iyileştiriyor bugün.”
İsa cevap verdi: “Şimdi
söyleyin bana, yedinci (Sebt) günde konuşmak ve başkalarının kurtulması için
dua etmek meşru değil midir? Sebt günü eşeği ve öküzü bir hendeğe kaçtığında,
onu Sebt günü- (kaçtığı yerden) çekip çıkarmayacak kim vardır içinizde? Emînim
ki, hiç kimse. Ve ben, bir İsrail kızına sıhhat kazandırmakla yedinci günü
bozmuş mu oluyorum? Evet işte, burada münafıklığınız kesinkes ortaya
çıkıveriyor! Ah, kendi üzerinde başını kesmek için bir pala durup dururken,
başkasının gözüne bir saman çöpü gelip de çarpacak diye korkan nice kişi vardır
bugün. Ah, bir karıncadan korkarken bir fili önemsemeyen nice nice insan
vardır!”
Ve İsa
bunları söyleyip mabetten çıktı. Fakat, ele geçirip, babalarının Allah'ın
kutsal (kul) larına yaptığı gibi, ona istediklerini yapamayan kâhinler kendi
aralarında öfkeden kuduruyorlardı.
İsa, peygamberlik
görevinin ikinci yılında Kudüs'ten çıkıp Nain'e gitti. Şehrin kapısına
yaklaştığı sırada, ahali, herkesin ölümüne ağladığı dul bir annenin tek oğlunu
mezara götürüyordu. Bu sırada İsa
şehre gelmiş bulunuyordu. Ve halk, Galileli bir peygamber olan İsa'nın
geldiğini anlayıp, ölüyü bir peygamber olduğundan kaldırabilir diyerek,
kendisine yalvarmaya koyuldular. Isa çok korktu ve Allah'a yönelerek dedi: “Beni
bu dünyadan al ey Rabb (im), çünkü dünya delirmiş, nerdeyse bana tanrı
diyecekler!”
Ve İsa böyle deyip ağladı.
Sonra
melek Cebrail gelip dedi: “Ey
İsa, korkma, çünkü Allah sana her sakat (ve noksanlık) üzerine güç vermiştir, o
kadar ki, senin Allah adıyla bahşedeceğin her şey tümüyle yerine gelecektir.”
Bunun üzerine İsa
iç çekip, dedi: “Sen
ne dilersen olur, Rabb Allah kadir ve rahimdir.” Böyle deyip
ölünün annesine yaklaştı ve ona acıyarak dedi: “Kadın, ağlama.”
Ve ölünün elini tutarak, dedi: “Sana
diyorum genç, Allah'ın adıyla iyileşip kalk!”
Sonra,
çocuk yeniden canlandı ve bunun üzerine herkes korkuya kapılıp, dediler: “Allah
içimizden büyük bir peygamber seçip çıkardı ve halkını ziyaret etti.”
Bu
sırada Roma ordusu Yahudiye'de olup, memleketimiz atalarımızın günahları
yüzünden onlara bağlıydı. Şimdi, Romalıların adetiydi ki, halka yararlı yeni
bir şey yapan tanrıya seslenip ibadet ederlerdi. Ve, Nain'de bulunan bu
askerlerin (bazıları) da bir ötekini, bir berikini paylıyor ve, “Tanrılarınızdan
biri sizi ziyaret etti ve siz buna hiç önem vermediniz. Eğer, bizim
tanrılarımızdan biri bizi ziyaret edecek olsa, biz ona elimizde olan her
şeyimizi veririz. Bizim tanrılarımızdan ne kadar korktuğumuzu görüyorsunuz.
Onların heykellerine (suretlerine) sahip olduğumuz şeylerin en iyisini
veriyoruz.”
diyorlardı. Nain halkı arasında en ufak bir fesat çıkaramayan şeytan, bu tür
konuşmaları teşvik ediyordu. Ama İsa
Nain'de hiç oyalanmayıp, Kefernahum'a döndü. Nain'de anlaşmazlıklar öyle bir
kerteye gelmişti ki bazıları, “Bizi
ziyaret eden Allah'ımız”
derken, bazıları “Allah
görünmez, öyle ki, O'nu kimse görmemiştir, kulu Musa bile; o halde o Allah
değil, ama O'nun oğludur”
diyordu. Bir diğerleri de, “O
Allah değil, Allah'ın oğlu da değildir, çünkü Allah'ın baba olacak bedeni de
yoktur ayrıca; O, sadece Allah'ın bir peygamberidir.”
diyordu.
Ve,
böyle kışkırtmalarda bulunuyordu İsa'nın peygamberliğinin üçüncü yılında
şeytan; öyle ki, bu (kışkırtmalar) dan halkımızın başına büyük bir yıkım
(gelecekti) .
İsa
Kefernahum'a gitti; burada ahali, (kendisinin geldiğini) öğrenince tüm
hastalarını toplayıp, İsa'nın havarileriyle birlikte kaldığı (evin)
sundurmasının önüne koydu. Ve İsa'yı dışarı çağırıp, hastalara sıhhat için
ricada bulundular. Sonra, İsa
ellerini her birinin üzerine koyup, dedi: “Kutsal
adınla İsrail'in Rabbı, bu hastaya sıhhat ver.” Böyle böyle
hepsi iyileşti.
Sebt
gün İsa havraya girdi ve tüm halk konuştuğunu duymak üzere buraya koşuştu.
Yazıcı
o gün Davud'un mezmurunu okudu, (şöyle) diyordu Davud orada: “Bir
zaman bulduğumda dosdoğru hükmedeceğim.”
Ardından, peygamberleri okuduktan sonra İsa kalktı ve elleriyle sus işareti
yapıp, ağzını açarak şöyle konuştu: “Kardeşler,
babamız Davud'un, bir zaman bulduğunda dosdoğru hükmedeceğini söyleyen
sözlerini duydunuz. Size gerçekten diyorum ki, pek çok hakim hükmünde,
kendileri için uygun düşmeyen hüküm vermek ve kendileri için uygun düşene de
zamanından önce hükmetmekten başka bir nedenle (yanılgıya) düşmez. Bu bakımdan,
babalarımızın Allah'ı peygamberi Davud aracılığıyla bize şöyle7 bağırır: “Adaletle
hükmedin ey insanoğullan.”
Bundan dolayı, cadde köşelerinde oturup da, gelen geçen için, “Şu
güzeldir, şu çirkindir, şu iyidir, bu kötüdür” demekten
başka bir şey yapmayanlar zavallılardır. Yazıklar olsun onlara, çünkü onlar, “Ben
şahidim ve hakimim ve şanımı kimseye vermem” diyen
Allah'ın elinden hükmünün asasını kapıp alırlar. Bakın, size söylüyorum ki,
bunlar görmedikleri ve gerçekten duymadıkları (şeylere) şahitlik ederler ve
kendilerine yetki verilmeden hükümde bulunurlar. Bu nedenle, yerde olanlar
Allah'ın gözüne iğrençtirler ve (Allah) son günde kendileri için korkunç
hükmünü verecektir. Yazıklar olsun size, yazıklar olsun hayır ve şerden söz
edip, hayrın yazarı olan Allah'a suç isnad ederek, şerre hayr diyenlere ve tüm
şerlerin kaynağı olan şeytan'ı haklı çıkaranlara! Ne ceza göreceğinizi düşünün
ve kötüyü para için haklı çıkaran ve yetimlerle dulların davasına bakmayanlar
üzerine gelecek olan Allah'ın hükmüne düşmek ne korkunçtur, (düşünün)! Size
diyorum, size,
öyle
korkunç olacaktır ki bu,-tüm şeytanlar bu hüküm karşısında titreyecektir. Ey
sen, hüküm makamında oturan insan, hiç bir şeye bakma, ne yakına, ne dosta, ne
şerefe, ne kazanca sadece, Allah korkusuyla, en büyük dikkatle araştıracağın
gerçeğe bak, çünkü, Allah'ın hükmünde seni kurtaracak olan budur. Ben seni
uyarıyorum ki, merhametsiz hükmedene, (yine) merhametsizce hükmedilecektir.”
“Söyle bana ey
başkasını yargılayan adam, bütün insanların menşeinin aynı çamurdan olduğunu
bilmez misin? Yalnızca Allah'tan başka hiç bir şeyin iyi olmadığını bilmez
misin? Bu bakımdan, her insan, bir yalancı ve bir günahkârdır. înan bana ey adam,
eğer sen bir hatadan dolayı başkalarını yargılıyorsan, kendi kalbinin de aynı
nedenle yargılanması gerekir. Ah, ne tehlikeli bir şeydir yargılamak, ah, kaç
kişi helak olmuştur yanlış yargılarından dolayı! şeytan, insanın kendinden daha
değersiz olduğuna hükmetti de, yaratanı Allah'a karşı isyan etti ve kendisiyle
konuşurken öğrendiğim gibi, bu davranışından dolayı da tevbekâr olmadı, ilk
annebabamız şeytan'ın sözüne iyi hükmü verdiler ve bu nedenle Cennet'ten
atılarak, tüm nesillerini de mahkûm ettiler. Bakın, size söylüyorum, huzurunda
durduğum Allah sağ ve diridir ki, yanlış hüküm tüm günahların babasıdır. Öyle
ki, kimse iradesi dışında günah işlemez ve kimse de bilmediği şeyi dilemez. Bu
nedenle, günaha değerli ve sevaba değersiz hüjanü veren ve böylece sevabı
reddedip günahı seçen hüküm sahibi günahkârlara yazıklar olsun! Emin olun ki,
Allah'ın dünyayı yargılama zamanı geldiğinde katlanılmaz bir cezayı çekecektir
o. Ah, kaç kişi helak olmuştur yanlış hüküm nedeniyle va kaç kişi daha helak
olacaktır (aynı sebepten)! Firavun, Musa ve İsrail kavmine dinsizler hükmünü
verdi; Saul Davud'un ölüme lâyık olduğuna hükmetti; Ahab îlya'-yı yargıladı,
Buhtunnasır ise yalancı tanrılarına tapınmayan üç çocuğu (yargıladı). îki
büyükler Susanna'-yı yargıladılar ve bütün putatapıcı reisler peygamberleri
yargıladılar. Ah, Allah'ın azametli hükmü! Yargılayan helak olur, yargılanan
kurtulur. Ve, ey insan, aceleyle değilse, neden suçsuz aleyhinde hükmederler?
iyilerin yanlış hüküm vermeleri nedeniyle nasıl helake yaklaştıklarını, kendini
Mısırlılara satan Yusuf'un kardeşleri ve kardeşlerini yargılayan Harun ve
Musa'nın kız kardeşi Miriyam gösteriyor. Eyüb'ün üç arkadaşı, suçsuz
arkadaşları Eyub'u yargıladılar. Davud Mefibeset ve Uriyah'ı yargıladı. Sirus
Danyal'ın arslanlara et olmasını hükmetti ve daha pek çokları aynı sebepten
helak olmaya yaklaştılar. Bu nedenle size diyorum, yargılamayın ki,
yargılanmayasınız.”
Ve sonra, İsa
bu konuşmasını bitirince, pek çokları hemen tevbeye gelip, günahlarına
ağladılar; ve onunla gelmek için her şeylerinden seve seve vaz geçeceklerdi.
Fakat İsa
dedi: “Evlerinizde
kalın ve günahı bırakıp, korkarak Allah'a kulluk edin; böylece kurtulursunuz;
çünkü ben kendime hizmet edilsin diye değil, aksine, hizmet etmek için geldim.”
Ve İsa
bunu deyip, havradan ve şehirden çıkarak, ibadet .etmek için çöle çekildi,
çünkü o yalnızlığı (ve tenhayı) çok seviyordu.
Rabb'e
ibadet ettiğinde havarileri gelip dediler: “Ey muallim,
bilmek (istediğimiz) iki şey var: Biri, tevbekâr değildir dediğiniz şeytan'la nasıl
konuştuğunuz; diğeri de, Hüküm Günü*nde Allah hükmetmek için nasıl gelecektir?”
İsa
cevap verdi: “Bakın,
söylüyorum size, düştüğünü bildiğimden şeytan'a karşı merhametim vardı ve
günaha ittiği insan cinsine karşı da merhametim vardı. Bu nedenle, Allah'ımız
için namaz kılıp oruç tuttum ve O bana meleği Cebrail aracılığıyla dedi, “Ne
ararsın ey Isa, istediğin nedir?”
Cevap verdim: “Rabb
(ım)/şeytan'ın ne serlere neden olduğunu ve onun iğvalanyla pek çoklarının
helâka sürüklendiğini bilirsin; o, Sen'in yarattığın bir yaratığındır Rabb
(im), bu nedenle Rabb(ım) O'na merhamet et.”
Allah
cevap verdi: “İsa,
bak O'nu bağışlayacağım. Yalnızca O'na, “Rabb
(im) Allah, ben günah işledim, bana merhamet et” dedirt, o
zaman O'nu bağışlayacak ve ilk durumuna iade edeceğim.”
“Bu barışı
çoktan gerçekleştirdiğime inanarak, çok sevindim” dedi İsa.
“Bu nedenle
şeytan'ı çağırdım ve gelip dedi: Senin için ne yapmam gerek ey İsa?”
Cevap
verdim: “Kendin
için yapacaksın, ey şeytan, çünkü senin hizmetlerini sevmiyorum, ama seni iyiliğin
için çağırdım.”
şeytan
cevapladı: “Sen
benim hizmetlerimi arzulamıyorsan, ben de seninkileri arzulamıyorum; çünkü ben
senden daha soyluyum,”
bu bakımdan, sen bana hizmet edecek değerde değilsin sen çamursun, halbuki ben
ruhum.”
“Bunu bırakalım”
dedim, “ve
söyle bana, ilk güzelliğine ve ilk durumuna dönmen iyi olmaz mı? Melek
Mikâil'in Hüküm Günü'nde sana Allah'ın kılıcıyla yüz bin defa vurması
gerektiğini, (vuracağını) ve her vuruşun sana on cehennem azabı vereceğini
bilmelisin.”
şeytan cevapladı: “O
gün kimin daha çok şey yapabileceğini göreceğiz; ben kesinlikle yanıma pek çok
melek ye Allah'ı ta'ciz edecek en güçlü putatapıcıları alacağım ve O, pis bir
çamur (parçası) uğruna beni sürgün etmekle ne büyük bir hata işlemiş olduğunu
bilecektir.”
Sonra dedim:
“Ey
şeytan, sen zihnen sakatsın ve ne dediğini bilmiyorsun.”
Sonra,
şeytan alay eder biçimde başını sallayarak dedi: “Gel şimdi,
benimle Allah arasında bu barışı yapalım; sen madem zihnen sağlamsın, ne
yapılması gerekiyor söyle ey İsa.”
Cevap
verdim: “Yalnızca
iki sözün söylenmesi gerekli.”
şeytan cevapladı: “Hangi
sözlerin?”
Cevap
verdim: “Şunlar:
Günah işledim; bana merhamet et.”
Sonra
şeytan dedi: “Eğer
Allah bu sözleri bana söyleyecek olursa, ben şimdi bu banşı seve seve
yapacağım.”
“Şimdi defol buradan”
dedim, “Ey
mel'un, sen bütün zulüm ve günahların habis yazarısın, fakat Allah, adil ve
günahsızdır.”
şeytan
çığlık atarak ayrıldı ve dedi: “Öyle
değil ey İsa, ama sen Allah'ı memnun etmek için yalan söylüyorsun.”
“Şimdi
zihninizde tartın (bakalım)”
dedi İsa havarilerine, “o
nasıl merhamet görecek?”
Cevap verdiler: “Asla,
Rab, çünkü o tevbekâr değildir. Şimdi de bize Allah'ın hükmünden söz edin.”
“Allah'ın Hüküm
Günü öylesine korkunç olacaktır ki, bakın size söylüyorum, günahkârlar,
Allah'ın kendilerine kızgın kızgın konuşmasını, duymaktansa, hemen on cehennemi
seçeceklerdir. Onlara karşı bütün yaratıklar şahitlik edecektir. Bakın, size
diyorum ki, yalnızca günahkârlar korkmakla kalmayacak, Allah'ın seçilmiş
(kulları) ve
velîler (korkacak), öyle
ki, İbrahim takvasına güvenmeyecek, Eyüp günahsızlığına itimad etmeyecek. Ve,
ne diyorum? Allah'ın Elçisi bile korkacak, şu sebepten ki, Allah, ululuğunu
bildirmek için, Allah'ın kendisine her şeyi nasıl vermiş olduğunu hatırlamasın
diye Elçisini hafızadan yoksun bırakacak. Bakın, size diyorum ki, bütün
kalbimle söylüyorum, dünya (dakiler) bana tanrı diyeceklerinden ve bundan
dolayı açıklamada bulunmam gerekeceğinden ben titriyorum. Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, ben de diğer insanlar gibi ölümlü bir insanım;
Allah beni, hastalar şifa bulsun, günahkârlar doğrulsun diye İsrail ailesi
üzerine peygamber yapmışsa da, ben Allah'ın kuluyum ve siz, benim dünyadan
ayrılmamdan sonra, şeytan'ın çalışmalarıyla benim kitabımdaki gerçeği iptal
edecek olan şu habislere karşı nasıl konuştuğuma şahitsiniz. Fakat, ben sonlara
doğru döneceğim ve benimle birlikte Enoh'la İlya da gelecek ve sonları meş'um
olacak habisler karşısında delil ve şahit olacağız.”
Ve, İsa
böyle deyip, göz yaşı döktü, bunun üzerine havariler hüngür hüngür ağlayıp,
seslerini yükselterek dediler: “Bağışla
ey Rabb(ımız) Allah ve suçsuz kuluna merhamet et.” İsa
karşılık verdi: “Amin,
Amin.”
“Bu
günden önce”
dedi İsa, “dünyanın
üzerine büyük bir belâ gelecektir; öylesine amansız ve acımasız bir savaş
olacak ki, insanlar arasındaki ayrılık ve gruplaşmalar nedeniyle, baba oğulu
öldürecek, oğul babayı öldürecektir. Bu şekilde şehirler yerle bir edilecek ve
kırlar çöl olacaktır. Öylesine salgın hastalıklar baş gösterecek ki, ölüleri
taşıyacak kimse bulunmayacak ve hayvanlara yem olsun diye terk edilecekler.
Yeryüzünde kalanlara Allah öylesine bir kıtlık gönderecek ki, ekmek altından
daha kıymetli olacak ve her türlü pis şeyleri yiyecekler. Ey, hiç kimseden, “günah
işledim, bana merhamet et ey Allah (im)”
sözünün duyulmayacağı, fakat, korkunç seslerle, her zaman azametli ve Sübhan
olan (Allah'a) küfredileceği zavallı çağ!”
“Bundan
sonra, o gün yaklaşırken, yeryüzünün sakinleri üzerine, onbeş gün süreyle her
gün korkunç bir işaret gelecek. İlk gün, güneş gökteki yörüngesinde ışıksız,
fakat kumaş boyası gibi siyah olarak seyredecek; ve bir babanın ölmekte olan
oğluna ah-vah ettiği gibi, ah-vah edecek. İkinci gün, ay kana dönecek ve kan
yeryüzüne çığ gibi inecek. Üçüncü gün, yıldızların düşman orduları gibi,
aralarında savaştıkları görülecek.
Dördüncü gün, taşlar ve
kayalar, vahşî düşmanlar gibi birbirleri üzerine hücum edecekler. Beşinci gün,
her bitki ve ot kan ağlayacak. Altıncı gün, deniz (ler) yüzelli gez (kadar)
yükselip, bütün gün öyle duvar gibi kalacaklar. Yedinci gün, tersine pek az
görülebilecek kadar derine batacaklar. Sekizinci gün, kuşlarla yeryüzünün ve
suların hayvanları bir araya gelip, feryat ve figan edecekler. Dokuzuncu gün,
öylesine korkunç bir dolu fırtınası olacak ki, ancak canlıların onda biri
kalacak şekilde her şeyi öldürecek.-Onuncu gün, öylesine korkunç yıldırımlar ve
gök gürlemeleri meydana gelecek ki, dağların üçte bir parçası yarılıp
kavrulacak. On birinci gün, her ırmak geriye doğru akacak ve su yerine kan
akıtacak. On ikinci gün, her canlı figan edip, inleyecek. On üçüncü gün, gök
kitap gibi dürülecek ve her canlının ölmesi için ateş yağdıracak. On dördüncü
gün, öylesine korkunç bir deprem olacak ki, dağların tepeleri kuşlar gibi
havada uçuşacak ve bütün yeryüzü bir ova haline gelecek. Onbeşinci gün, kutsal
melekler ölecek ve Allah tek başına hayatta kalacak şan, şeref ve azamet
O'-nundur.”
Ve Isa böyle deyip, her
iki eliyle yüzünü tokatladı ve başını yere vurdu. Ve, başını
kaldırıp,
dedi: “Benim
sözlerime, benim Allah'ın oğlu olduğumu katanlara lanet olsun.”
Bu sözler üzerine havariler ölüler gibi yere kapandılar, bunun üzerine İsa
onlan kaldırıp, dedi: “O
günde korkuya kapılmak istemiyorsak, şimdi Allah'tan korkalım.”
“Bu işaretler
geçince, dünya üzerine kırk gün karanlık olacak, yalnızca yaşayan Allah'tır (o
gün), şan ve azamet ebediyyen O'nadır. Kırk gün geçince Allah, tekrar güneş
gibi, fakat bin güneş kadar parlak kalkacak olan Elçisi'ne hayat verecek. O,
oturacak ve konuşmayacak, çünkü kendinden geçmiş gibi olacak. Allah, sevdiği
dört meleği yeniden diriltecek ve onlar Allah'ın elçisini arayacak. Bulunca da,
kendisine göz kulak olmak için (bulunduğu yerin) dört yanına yerleşecekler.
Ardından, Allah tüm meleklere hayat verecek ve Allah'ın Elçisinin çevresinde
arılar gibi dönerek gelecekler. Bundan sonra, Allah tüm peygamberlerine hayat
verecek ve Adem'in ardından hepsi Allah'ın Elçisi'nin elini öpmeye gidecek ve
kendilerini O'nun himayesine bırakacaklar. Sonra, Allah tüm seçkin (kullarına) hayat
verecek ve (şöyle) bağıracaklar: “Ey
Muhammed, bizi hatırından çıkarma!”
Bu bağırışmalar üzerine Allah'ın elçisinde acıma duygusu uyanacak ve
kurtuluşları için endişelenecek, ne yapması gerektiğini düşünecek. Bunun
ardından, Allah her yaratılmışa hayat verecek ve önceki varlıklanna dönecekler,
fakat herkes, aynca konuşma gücüne sahip olacak. Sonra, Allah tüm günahkârlara
(fasık, facir, kâfir, münafık) hayat verecek, yeniden dirildiklerinde
çirkinliklerine bakarak, Allah'ın tüm yaratıkları bağıracaklar: “Rahmetin
bizi bırakmasın, ey Allah'ımiz Rabb.”
Bunun ardından, Allah şeytan'ı diriltecek ve onu görünce, görünümünün
iğrençliğinden korkarak, her yaratık ölü gibi olacak. “Allah
razı olsun ki”
dedi İsa, “bu
canavarı ben o gün görmem, yalnızca Allah'ın Elçisi bu tür şekillerden korkuya
kapılmayacak, çünkü O sadece Allah'tan korkacak.”
Sonra,
surunun sesiyle herkesin dirileceği melek, suruna yeniden üfürüp, diyecek: “Hüküme
gelin ey yaratıklar, çünkü Yaratıcı'nız sizi yargılamak diliyor!”
Ardından, göğün ortasında, Yehoşafat vadisi üzerinde ışıldayan bir taht
belirecek ve üzerine beyaz bir bulut gelecek, bunun üzerine melekler
bağıracaklar: “Sen,
bizi yaratan ve bizi şeytan'ın kaydırmasından koruyan Allah'ımızı tesbih ve
ta'zim ederiz.”
Sonra, Allah'ın elçisi korkacak, şu sebepten ki, kimsenin gerektiği kadar
Allah'ı sevmemiş olduğunu algılayacak. Çünkü, karşılığında bir parça altın
alacak olanın altmış akçesi olmalı; öyle de, eğer bir akçeden başka bir şey
yoksa, karşılığında bir şey alamıyacaktır. Ya, Allah'ın Elçisi de korkacak
olursa, kötülük ve pislik dolu dinsizler ne yapacak?”
55.
“Allah'ın
Elçisi tüm peygamberleri toplamaya çıkacak, onlarla konuşup, kendilerinden
mü'minler için birlikte Allah'a yalvarmaya gitmelerini rica edecek. Ve, hepsi
de korkuyla özür dileyecek; Allah sağ ve diridir ki, bildiğim şeyi bilerek ben
de gitmeyeceğim. Sonra Allah bu durumu görüp, Elçisi'ne her şeyi nasıl O'nun
sevgisi için yarattığını hatırlatacak ve böylece korkusu gidecek ve melekler, “Ey
Allah, Allah'ımız, Senin kutsal adını tesbih ederiz”
diye söyleşirken, sevgi ve saygıyla tahta yaklaşacak.”
“Ve, tahta
yaklaştığında, Allah Elçisi'ne, uzun zamandır bir araya gelmemiş bir dostun bir
dosta (açtığı) gibi açacak. İlk konuşan Allah'ın elçisi olacak ve diyecek ; “Ey
Allah'ım,
seni seviyor ve sana ibadet ediyorum; bütün kalbim ve ruhumla, beni kulun
olarak yaratmak lûtfunda bulunduğun ve her şeyde, her şey için ve her şeyin
üstünde seni seveyim diye her şeyi benim sevgim için yarattığından dolayı sana
hamd ederim; bu bakımdan, bütün yaratıkların Sana sena etsinler, ey Allah'ım.”
Sonra, Allah'ın yarattığı her şey diyecek: “Sana hamd
ederiz ey Rabb ve kutsal adını tesbih ederiz.” Bakın, size
diyorum ki, şeytan'Ia birlikte cinler ve tevbe etmeyenler o zaman öyle
ağlayacaklar ki, her birinin gözlerinden akan su, Erden ırmağının suyundan daha
çok olacak. Ve Allah'ı da görmeyecekler.
“Ve, Allah
Elçisi'ne konuşarak, diyecek: “Hoş
geldin, ey benim imanlı kulum; şimdi ne dilersen iste benden, çünkü her şeyi
elde edeceksin.”
Allah'ın
Elçisi cevap verecek; *Ey Rabb (ım), hatırlıyorum ki, beni yarattığın zaman,
benim sevgim için, ben kulun aracılığıyla Seni yüceltsinler diye dünyayı ve
cenneti, melekleri ve insanları yaratmak istediğini söylemiştin. Bu bakımdan
rahîm ve adil olan Rabb (ım) Allah, sana, kuluna yapılan va'dı hatırlaman için
yalvarıyorum.”
Ve
Allah, dostuyla şakalaşan bir dost gibi cevap verecek ve diyecek: “Buna
şahitlerin var mı dostum Muhammed?”
Ve, o saygıyla diyecek: “Evet
Rabb (im).”
Sonra, Allah cevap verecek, “Git,
çağır onları ey Cebrail.”
Melek Cebrail Allah'ın Elçisi'ne gelip, diyecek : “Efendi,
şahitlerin kimdir?”
Allah'ın Elçisi cevap verecek: “Adem,
ibrahim, İsmail,
Musa,
Davud ve Meryem oğlu İsa.”
Sonra,
melek gidecek ve adı geçen şahitleri çağıracak, korkuyla oraya gidecekler. Ve,
hazır olduklarında, Allah onlara diyecek; “Elçimin
iddia ettiği şeyi hatırlıyor musunuz?”
Cevap verecekler; “Hangi
şeyi ey Rabb (ımız)?”
Allah diyecek: “Bütün
şeyler kendi aracılığıyla bana sena etsinler diye, her şeyi O'nun sevgisi için
yarattığımı.”
Sonra, onların hepsi cevap verecekler: “Bizimle
birlikte, bizden daha iyi üç şahit daha var, Rabb (imiz).”
Bunun üzerine, Allah cevaplayacak : “Kimlerdir
bu üç şahit?”
Sonra, Musa diyecek : “Bana
verdiğin kitab ilkidir”;
ve Davud diyecek: “Bana
verdiğin kitab ikincisidir”;
ve size konuşan diyecek : “Rabb
(ım), şeytan tarafından aldatılan tüm dünya, benim senin oğlun ve yoldaşın
olduğumu söyledi ve fakat, bana verdiğin kitab, gerçekte benim senin kulun
olduğumu söylüyordu; ve bu kitab, “Bana
verdiğin kitap da böyle der, ey Rabb (im).”
Ve, Allah'ın Elçisi bunu söyleyince Allah konuşup, diyecek: “Şimdi
yapmış olduğum şeylerin hepsini herkesin seni ne kadar çok sevdiğimi bilmesi
için yaptım.”
Ve, böyle konuştuktan sonra, Allah Elçisine, içinde bütün seçilmiş kul (ların)
adı yazılan bir kitab verecek. Bunun üzerine, her yaratık Allah'a saygı
gösterisinde bulunup, diyecek: “Yalnızca
Sanadır, ey Allah (imiz) şan ve izzet. Çünkü bize Elçi'ni Sen gönderdin.”
56.
“Ey Rabb Allah,
Bizi De Şu Toprağa İade Et!”
Allah,
Elçisi'nin elindeki kitabı açacak ve Elçisi oradan okuyup, tüm melekleri,
peygamberleri ve seçilmiş (kul)ları çağıracak ve her birinin alnında Allah'ın
Eİçisi'nin işareti yazılı olacak. Ve kitapta Cennet'in ihtişamı yazılacak.
Sonra,
herkes Allah'ın sağına geçecek; (Allah'ın) yanına elçisi oturacak ve
peygamberler O'nun yanına oturacaklar. Evliya peygamberlerin yanına
oturacaklar. Asfiya velîlerin yanına (oturacak) ve melek sura üfürûp, şeytan'ı
mahkemeye çağıracak.
Sonra,
bu zavallı (yaratık) gelecek ve en büyük küfür ve hakaretlerle her yaratık
tarafından suçlanacak Bu nedenle, Allah melek Mikâil'i çağıracak, o da Allah'ın
kılıcıyla (şeytan'a) yüz bin defa vuracak. Şeytan'a vuracak ve her vuruş on
Cehennem ağırlığında olup, (şeytan) Cehennem çukuruna atılanların da ilki
olacak. Melek, şeytan'ın yoldaşlarını çağıracak ve onlar da aynı şekilde
suçlanıp, hakarete uğrayacaklar. Bunun üzerine, melek Mikâil, Allah'tan aldığı
yetkiyle bir kısmına yüz defa, bir kısmına elli, bir kısmına yirmi, bir kısmına
on, bir kısmına da beş (defa) vuracak. Ve, sonra hepsi çukura inecekler, çünkü,
Allah onlara diyecek: “Cehennem
sizin mekânınızdır, ey mel'unlar.”
Bundan
sonra, mahkemeye tüm kâfirler ve fasıklar çağırılacak, bunlara karşı önce
insanın altındaki yaratıklar çıkacak ve Allah'ın önünde, bu insanlara nasıl
hizmet ettiklerini ve bunların Allah'a ve yaratıklarına nasıl rezilce
davrandıklarını (anlatıp), tanıklık edecekler. Ve peygamberlerin hepsi kalkıp,
aleyhlerinde tanıklık edecek. Bunun üzerine, Allah tarafından cehennemi
alevlere mahkûm edilecekler. Bakın, size diyorum ki, bu korkunç günde hiç bir
boş söz veya düşünce cezasız kalmayacak. Bakın, size söylüyorum ki, at kılından
gömlek güneş gibi parlayacak ve kişinin Allah aşkıyla taşıdığı her bit inciye
dönüşecek. Gerçek yoksulluk içinde Allah'a yürekten kulluk eden fakirler iki
kat, üç kat daha çok kutsanır. Çünkü onlar bu dünyada dünyevî hazlardan
yoksundurlar. Ve bu nedenle pek çok günahlardan da azadedirler; o günde de,
dünyanın zenginliklerini nasıl harcadıklan konusunda hesap vermek zorunda
kalmayacaklar, tersine, sabırları ve yoksuîlukları nedeniyle
ödüllendirilecekler. Bakın, size diyorum ki, eğer dünya bunu bilse, kaftandan
önce at kılından gömleği, altından önce bitleri (ve) ziyafetlerden önce oruçlan
seçer.
Her şey
incelendiğinde Allah, Elçisi'ne seslenerek: “Bak, ey
dostum, kötülükleri ne kadar da büyük, halbuki, yaratıcıları olan Ben, tüm
yaratılmış şeyleri hizmetlerine verdim ve onlar her şeyde şanımı kırmaya
çalıştılar. Bu nedenle, en adaletli şey, onlara merhamet etmememdir.”
Ve o bu
sözleri söyledikten sonra, tüm melekler ve peygamberler Allah'ın
seçilmişleriyle birlikte —hayır, neden seçilmişler diyorum?— bakın, size
söylüyorum ki, örümcekler ve sinekler, taşlar ve kumlar dinsizlere karşı
haykıracak ve adalet isteyecekler.
Sonra,
Allah insanın altındaki tüm canlı ruhlan yeniden toprak edecek ve dinsizleri de
cehenneme gönderecek. Giderlerken, köpeklerin, atların ve diğer çirkin
hayvanların katılacakları toprağı tekrar görecekler. Bunun üzerine, diyecekler:
“Ey
Rabb Allah, bizi de şu toprağa iade et.”
Fakat bu istekleri kendilerine bahşedilmeyecek.”
İsa konuşurken
havariler acı acı ağlıyorlardı. Ve, Isa da pek çok gözyaşı döktü.
Yuhanna
ağlamasını bitirip sordu: “Ey
muallim”
öğrenmek istediğimiz iki şey var. Biri, merhamet ve acıma dolu olan Allah'ın
Elçisi'nin kendisi gibi aynı çamurdan olduklarını bildiği halde, o gün
tevbesizlere acımaması nasıl mümkün oluyor? Diğeri, Mikâil'in kılıcının on
cehennem ağırlığında olmasını nasıl anlayacağız; sonra, birden fazla cehennem
var mıdır? İsa
cevap verdi: “Davud
Peygamber'in, günahkârların helakine adaletli olanların nasıl güleceği ve, “ümidini
gücüne ve zenginliğine bağlayıp Allah'ı unutan insanı gördüm”
diyerek alay edeceğiyle ilgili sözlerini duymadınız mı? Bu bakımdan, bakın size
diyorum ki, İbrahim babasıyla ve Adem tüm tevbesiz günahkârlarla
alay
edecek; ve bu olacak, çünkü, seçilmişler yeniden öylesine tam ve Allah'a
müttefik olarak doğacaklar ki, zihinlerinde Allah'ın adaletine karşı en ufak
bir düşünce beslemeyecekler; bu nedenle, hepsi ve hepsinin üstünde Allah'ın
Elçisi adalet isteyecek. Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki, ben şimdi
insanlığa acıyarak ağlıyorum da, o gün, sözlerimi küçümseyenlere ve hepsinden
çok kitabımı kirletenlere karşı acımadan adalet isteyeceğim.”
“Cehennem
birdir ey havarilerim, ve içinde melunlar ebediyyen ceza çekeceklerdir. Böyle
de, biri diğerinden daha derin yedi odası veya bölümü vardır ve en derinine
giden daha büyük azap çekecektir. Yine, benim Mikâil'in kılıcıyla ilgili
sözlerim de doğrudur. Çünkü, bir günah işleyen bir cehennemi hak eder, iki
günah işleyen iki cehennemi hak eder. Bu bakımdan, bir cehennemde günahkâr
mel'unlar, on, yüz veya bin cehennemde azap çekiyormuş hissi duyacaklardır; ve
Kadîri Mutlak Allah, gücü ve adaleti sebebiyle, Şeytan'a on, yüz, bin (bir
milyon) cehennemdeymiş gibi ve geri kalanların her birine de kötülüklerine göre
azap çektirecektir.”
Sonra
Petrus karşılık verdi: “Ey
muallim, gerçekten Allah'ın adaleti büyüktür ve bugün bu konuşma sizi üzdü; bu
nedenle, sizden rica ediyoruz, dinlenin ve cehennemin nasıl olduğunu bize yann
anlatan.”
Isa
cevap verdi: “Ey
Petrus, bana dinlenmemi söylersin; Ey Petrus, sen ne dediğini bilmiyorsun.
Yoksa böyle konuşmazdın. Bakın, sana diyorum ki, bu dünya hayatında dinlenmek
dindarlığın zehri ve her iyi işi tüketen (bir) ateştir. Hem, Allah'ın
peygamberi Süleyman'ın bütün peygamberler gibi, üşengeçliği eleştirdiğini
unuttun mu? (Ne kadar) doğru söylüyor o; “Haylaz,
soğuk korkusuyla toprağı işlemiyecek ve yaz gelince dilenecektir!”
Bundan dolayı, dedi: “Elinden
ne geliyorsa, hepsini dinlenmeden yap.”
Ve, Allah'ın en suçsuz dostu Eyüp ne diyor: “Kuşun uçmak
için doğduğu gibi, insan da çalışmak için doğmuştur.”
Bakın, size diyorum ki, her şeyden çok dinlenmekten nefret ederim.”
“Cehennem
birdir ve kış yazın, soğuk da sıcağın zıddı olduğu gibi, o da Cennet'in
zıddıdır. Bu bakımdan, Cehennem'in alçaklığını tanımlayan, Allah'ın
nimetlerinin Cennet'ini görmüş olmalıdır.
Ve,
sonra İsa
ağlatan bir inilti koyvererek, dedi: -”Cidden,
hiç şekillenmemiş olmak, böylesine dehşetli işkencelerden daha iyi olurdu.
Çünkü, vücudunun her yanında işkenceler çeken ve kendisine merhamet gösterecek
olması şöyle dursun, herkes tarafından alay edilen bir insan düşünün; söyleyin
bana, bu büyük bir azap olmaz mı?”
Havariler cevap verdiler: “En
büyüğü.”
Sonra
İsa dedi: “Şimdi
bu cehenneme (oranla) bir sevinçtir. Size gerçekten diyorum ki, eğer Allah, tüm
insanların bu dünyada çektikleri ve Hüküm Günü'ne kadar çekecekleri azabı bir
kefeye ve cehennem azabının tek bir saatini da öbür kefeye koysa, fasık ve
facirîer kuşkusuz bu dünyanın acılarını seçerler. Çünkü, dünyanın acıları,
insanlann elinden gelirken, diğer (acılar) merhamet nedir bilmeyen cinlerin
(zebanilerin?) elinden gelir (çekilir). Ne zalim (bir) ateş verecektir onlar
zavallı günahkârlara! Ne acı, ama yine de alevleri hafifletmeyecek olan (bir)
soğuk! Ne gıcırdayan dişler, hıçkırıklar ve ağlamalar! Öyle ki, Erden
(Irmağı)ın suyu, onların gözlerinden her saniye dökülecek yaşlardan daha azdır.
Ve, burada dilleri, anneleri, babaları ve ebedi Sübhan olan Yaratıcılanyla
birlikte yaratılmış her şeye lanet okuyacaktır.”
İsa
böyle deyip, Musa'nın kitabında yazılı olan Allah'ın kanununa göre
havarileriyle birlikte yıkandı; ve sonra namaz kıldılar. Ve, onu böyle üzgün
gören havariler kendisiyle o gün hiç konuşmadılar, her biri, onun sözleri
üzerine dehşetten dona kalmıştı.
Sonra
İsa, akşam namazının ardından ağzını açıp dedi: “Hangi aile
babası bir hırsızın evine girmek niyetinde olduğunu bilirse uyuyabilir? Emin
olun, hiç biri; çünkü (etrafı) gözetler ve hırsızı öldürmek için hazır bekler.
Öyle de, şeytan'ın yiyebileceği kişiyi bulmak için dolaşan azgın bir arslan
olduğunu bilmez misiniz? O, insana günah işletmenin yolunu arar. Bakın, size
diyorum ki, eğer insan (şu) tüccar gibi davranırsa, o gün hiç bir korkusu
olmaz. Çünkü, hazırlığı iyidir. Ticaret yapmaları ve kârı adil bir şekilde bölüşmeleri
için komşularına para veren bir adam vardı. Ve, bir kısmının ticareti iyi gitti
ve parayı iki katına çıkardılar. Fakat, bir kısmı ise parayı, onu kendilerine
veren adamı kötüleyip, düşmanının hizmetinde kullandılar. Şimdi söyleyin bana,
(bu) komşu borçlularını hesap vermeğe çağırdığında, ne olacaktır? İnanın, o
ticareti iyi gidenleri ödüllendirecek, fakat diğerlerine karşı kızgınlığı
paylama biçiminde kendini gösterecektir. Ve, sonra onları kanuna göre
cezalandıracaktır. Ruhum huzurunda duran Allah sağ ve diridir ki, komşu,
kendisi sena olunsun ve insan Cennet'in ihtişamına ersin ve dünyada iyi yaşasın
diye, insana hayatla birlikte sahip olduğu her şeyi veren Allah'tır. İyi
yaşayanların örneği, paraları iki katına çıkanlardır. Çünkü, günahkârlar onların
(gösterdiği örneğe bakarak) tevbeye gelirler, böylece iyi yaşayan insanlar daha
büyük bir ödülle ödüllendirileceklerdir. Fakat, günahlarıyla (ve) Allah'ın
düşmanı şeytan'ın hizmetinde geçen hayatlarıyla Allah'ın kendilerine verdiği
şeyleri yarıya indiren, Allah'a küfreden ve başkalarına saldırılarda bulunan
lânetli günahkârlar, söyleyin bana, bunların cezası ne olacaktır?”
“Ölçülemez
(derecede) olacaktır”
dedi havariler.
Sonra İsa
dedi: “îyi
yaşayacak olan, dükkânını kilitleyip, onu gece gündüz büyük bir dikkatle
koruyan tüccardan örnek almalıdır. Ve, aldığı şeyleri satarak kâr etmek
isteyecektir, çünkü bu şekilde kaybedeceğini sezerse, kendi kardeşine bile
satmayacaktır. Öyleyse sizin de böyle yapmanız gerekir. Çünkü, gerçekten
ruhunuz bir tüccardır, beden ise dükkândır; bu bakımdan, duyular yoluyla
dışandan aldığını, (ruhuyla) alır, satar. Ve para sevgidir. Bakın bakayım,
sevginizi vererek kendisiyle kâr edemiyeceğiniz en küçük bir düşünceyi alıp
satmazsınız. Ama, düşünce, söz, iş tümüyle Allah'ın sevgisi için olmalı,-
çünkü, (ancak) bu şekilde o gün emniyette olursunuz. Bakın, size diyorum ki,
pek çokları abdest alıp namaza gider, pek çokları oruç tutup zekât verir, pek
çokları ilimle uğraşır ve başkalarına va'z verir, (ama) hepsinin sonu Allah katında
kötüdür; çünkü, bedeni temizlerler, kalbi değil; ağızla ağlarlar, kalple değil;
etlerden uzak dururlar, kendilerini günahlarla doyururlar; kendilerine iyi
densin diye, başkalarına kendileri için iyi olmayan şeyler verirler; işe
yarasın diye değil, konuşmayı bilmek için ilimle uğraşırlar. Kendilerinin
tersini yaptıklan şeyleri başkalarına öğütlerler. Ve, böylece kendi dilleriyle
kendilerini mahkûm ederler. Allah, sağ ve diridir ki, bunlar Allah'ı
kalpleriyle tanımazlar; çünkü, tanımış olsalardı severlerdi; ve insan madem ki
sahip olduğu her şeyi Allah'tan almıştır, Öyle de, her şeyi Allah'ın sevgisi
uğrunda harcamalıdır.”
Bir kaç
gün sonra, İsa
Samirîierin bir şehrine uğradi; (fakat) kendisini şehre almadıklan gibi,
havarilerine ekmek de satmak istemediler. Bunun üzerine Yakup ve Yuhanna
dediler: “Muallim,
razı olur musun ki, Allah'a dua edelim de, gökten bu insanların üzerine ateş
indirsin?”
İsa cevap verdi: “Hangi
ruhun sizi çektiğini bilmiyorsunuz da, böyle konuşuyorsunuz. Hatırlayın ki,
Allah, içinde
Allah'tan korkan kimse görmediğinden Ninova'yı yıkmaya karar vermişti. Burası,
öylesine kötüydü ki, Allah Yunus peygamberi bu şehre göndermek üzere çağırdı. O
da halktan korkusundan Tarsus'a kaçmak istedi. Bunun üzerine Allah O'nu denize
attı ve bir balığa yakalanıp, Ninova yakınıra fırlatıldı. Ve, orada tebliğde
bulundu, insanlar tevbeye geldiler ve Allah da kendilerine acıdı,”
“Öç için
çağıranlara yazıklar olsun çünkü her insanın içinde Allah'ın öcünü çekecek bir
neden bulunduğundan, (çağırdıkları) başlarına gelecektir. Şimdi söyleyin bana,
bu şehri bu insanlarla birlikte siz mi yarattınız? Ey siz deliler, emin olun ki
hayır. Çünkü tüm yaratıklar bir araya gelse, hiç yoktan yeni tek bir sinek
yaratamazlar. Eğer, bu şehri yaratmış olan Sübhan ve Azim Allah şimdi onu
yaşatıyorsa, siz hangi nedenle onu yıkmayı arzularsınız? Neden şöyle demediniz?
“Razı
olur musun ki muallim Allah'ımız Rabb'e dua edelim de, bu insanlar tevbeye
gelsinler?”
Kesinlikle, benim havarimin (yapacağı) doğru hareket budur. Kötülük yapanlar
için Allah'a dua etmektir. Habil, Allah'ın lanetine uğrayan kardeşi Kabil
kendisini öldürürken böyle yaptı. İbrahim, karısını kendisinden alan Firavun
için de böyle yaptı ve bunun üzerine Allah'ın meleği (Firavun'u) öldürmedi de,
vurup sakatladı. Dinsiz kralın iradesiyle mabette öldürülürken, Zekeriyya da
böyle yaptı. Allah'ın tüm dostları ve kutsal peygamberlerle birlikte, Yeremya
îşaya, Hezekiel, Danyal ve Davud böyle yaptılar. Söyleyin bana, eğer bir kardeş
çıldırmışsa, kötü konuştu ve yanına varanlara vurdu diye onu öldürür müsünüz?
Kesinlikle, böyle yapmıyacaksınız, bilakis, sakatlığına iyi gelecek ilaçlarla
onu sıhhatına kavuşturmaya çalışacaksınız.”
“Ruhum
huzurunda duran Allah sağ ve diridir ki, bir günahkâr herhangi bir insana
eziyet ederken, sağlam bir zihne sahip değildir, çünkü, söyleyin bana,
düşmanının cübbesini yırtma uğruna başını kıracak bir kimse var mıdır? Şimdi,
düşmanının bedenini incitmek için kendini Allah'tan, ruhunun başından ayıran
kişinin nasıl salim bir zihni olabilir? “Söyle
bana ey insan, düşman kimdir? Kesinlikle bedeniniz, ve sizi öven herkes. Bu
nedenle, eğer sıhhatli bir zihne sahipseniz, sizi kötüleyenlerin ellerini öper
ve size eziyet edenlere ve vurup duranlara hediyeler verirsiniz; çünkü, ey
insan, çünkü, bu hayatta günahlarınızdan dolayı ne kadar kötülenir ve eziyet
çekerseniz, Hüküm Günü'nde o kadar az (kötülenip, eziyet çekeceksiniz). Fakat,
söyle bana ey insan, eğer veliler ve Allah'ın peygamberleri, masum olmalarına
rağmen eziyet çekmiş ve dünya tarafından lekelenmişlerse, ey günahkâr, sana
yapılacak olan nedir; ve onlar kendilerine eziyet edenler için dua edip, tüm
sabırlarıyla tahammül göstermişlerse, senin ne yapman gerekir, ey Cehennem'e
lâyık olan insan? Söyleyin bana ey havarilerim, Şimei'nin Allah'ın kulu Davud
Peygamber'e hakaretler edip, taşladığını bilmiyor musunuz? Öyleyken, Şimei'yi
seve seve öldürecek olanlara Davud ne dedi?” Sana ne
oluyor ki ey Yoab, Şimei'yi öldürmek istiyorsun? Bırak, bana hakaretler etsin
o, çünkü bu, o hakaretleri nimete çevirecek olan Allah'ın iradesidir.”
Ve, böyle oldu; Allah Davud'un sabrını gördü ve onu kendi oğlu Absalom'un
zulmünden kurtardı.
İki
havari cevap verdi: “Rab,
biz günaha girdik, Allah bize merhamet etsin.”
Ve İsa
cevap verdi: “Amin.”
Fısıh
bayramı yaklaştı ve İsa
havarileriyle birlikte Kudüs'e gitti. Ve, “Probatika”
denilen havuza vardı. Ve, her gün Allah'ın meleği havuzu bulandırdığından ve
suya ilk giren (suyun) hareketinden sonra her türlü noksanlıktan kurtulduğu
için banyoya böyle denirdi. Bu nedenle, beş çatılı bölmesi olan havuzun yanında
çok sayıda hasta kalırdı. Ve, İsa
orada otuzsekiz yıl bulunan, azap verici bir sakatlıkla ma'lûl güçsüz bir adam
gördü. Bunun üzerine, durumu İlâhî ilhamla bilen İsa hasta adama
acıdı ve şöyle dedi: iyi olmak ister misin?”
Güçsüz
adam cevap verdi: “Rab,
melek suyu bulatınca beni içine itecek kimsem olmuyor, fakat ben gelirken de,
bir başkası benden önce inip oraya giriyor.”
Sonra, İsa
gözlerini gök yüzüne kaldırıp, dedi: “Allah'ımız
Rabb, babalarımızın Allah'ı, bu güçsüz adama merhamet et.”
Ve,
bunu dedikten sonra İsa (yine) dedi: “Allah'ın
adıyla kardeş, bütün ol; kalk ve yatağını al.”
Sonra,
güçsüz adam kalktı, Allah'a hamdederek yatağını omuzlarına koydu ve Allah'a
hamd ederek evine gitti.
Onu
görenler bağırdılar: “Bugün
yedinci gündür; yatağını taşıma meşru değildir.”
Sonra,
kendisine sordular: “Kimdir
o?”
O cevap
verdi: “Adını
bilmiyorum.”
Bunun
üzerine, aralarında söyleştiler.- “Nasıralı
İsa
olmalı.”
Diğerleri dedi: “Hayır,
çünkü o Allah'ın kutsal bir (kul) udur, halbuki bunu yapan kötü bir adamdır,
çünkü yedinci gün (ün) yasağını çiğnemiştir.”
Ve, İsa
mabede girdi ve sözlerini duymak için büyük bir kalabalık yanına yaklaştı, bu
durum karşısında, Ferisiler kıskançlıktan yanıp tutuşuyorlardı.
İçlerinden
biri öne gelip dedi: “îyi
muallim, doğru ve güzel öğretirsin; bu bakımdan söyle bana, Cennet'te Allah
bize nasıl bir mükafat verecektir?”
İsa
cevap verdi: “Sen
bana iyi dersin ve yalnızca Allah'ın iyi olduğunu bilmezsin.
Allah'ın
dostu Eyüp'-ün sözüne (bakın) : “Bir
günlük çocuk temiz değildir; yaa, Allah'ın melekleri bile Allah'ın huzurunda
hatasız değildirler.”
Daha da dedi: “Beden
günahı çeker ve toprağın suyu emdiği gibi kötülükleri emer.”
Bunun
üzerine kafası karışan Ferisi sustu. Ve İsa
dedi: “Bakın,
size söylüyorum ki, hiç bir şey konuşmaktan daha feci değildir. Süleyman'ın
sözüne (dikkat edin) .- “Hayat
ve ölüm dilin kudreti içindedir.”
Ve,
havarilerine dönüp, dedi: “Sizi
kutsayanlara karşı dikkatli olun, çünkü onlar sizi aldatmaktadırlar. Dille şeytan
ilk anne babamızı kutsadı, ama sözlerinin sonu kötü oldu. Mısır'ın önde
gelenleri de aynı şekilde Firavun'u kutsadılar, Caİut Filistinlileri kutsadı.
Yine, dörtyüz sahte peygamber Ahab'ı kutsadı; ama, övgüleri yalancıktandı ki,
övülen övenlerle birlikte helak olup gitti. Bu bakımdan Allah İşaya Peygamber
aracılığıyla boşuna, '“İnsanlarım,
sizi kutsayanlar sizi aldatırlar”
dememiştir.
Yazıklar
olsun size yazıcılar ve Ferisîler; yazıklar olsun size kâhinler ve Levililer
çünkü siz, Kurban kesmeye gelenleri Allah'ın bir insan gibi et yediğine
inandırarak, Rabb'ın kurbanını berbat ettiniz.”
Çünkü,
onlara dersiniz: “Koyun,
sığır ve kuzularınızı Allah'ın mabedine getirin ve (kendiniz) hiç yemeyip,
bunları size vermiş olan Allah'a bir pay ayırın”; ve babamız İbrahim'in
inancı ve itaatıyla birlikte, Allah'ın kendisine yaptığı va'd ve verdiği
nimetler hiç bir zaman unutulmasın diye, babamız İbrahim'in oğluna bahşedilen
hayata bir şahitlik olan kurbanın menşeini onlara anlatmazsınız. Fakat,
peygamber Hezekiel aracılığıyla Allah der: “Kurbanlarınızı
benden uzaklaştırın, sizin kurbanlıklarınız bana kerih geliyor.”
Allah'ın Hoşea Peygamber'e söylediği sözün olacağı vakit yaklaşıyor: “İnsanların
seçmediğine seçilmişler diyeceğim.”
Ve, Hezekiel Peygamber'e de der; “Allah
insanlarıyla, babalarınıza verip de gözetmedikleri ahde göre olmayan yeni bir
ahid yapacak ve onlardan taş yürek (lerini) alıp, yeni bir yürek verecek;- ve
bütün bunlar olacaktır, çünkü siz O'nun kanununda yürümüyorsunuz. Ve, elinizde
anahtar varken açmıyorsunuz; tersine üstünde yürümek isteyenler için yolu
kapatıyorsunuz.”
Kâhin
her şeyi mabedin yanında duran başkâhine bildirmek için gidiyordu ki, İsa dedi;
“Kal,
çünkü soruna cevap vereceğim.”
“Allah'ın bize
Cennet'te ne vereceğini size anlatmamı istersin. Bakın, size diyorum ki,
ücretleri düşünenler patronu sevmezler. Önünde bir koyun sürüsü bulunan bir
çoban kurdun geldiğini görünce onları korumaya hazırlanır; (ama) tersine,
ücretli kurdu görünce koyunları ve sürüyü terkeder. Huzurunda durduğum Allah
sağ ve diridir ki, eğer babalarımızın ALLAH'ı sizin Allah'ınız olmuş olsaydı, “Allah
bize ne verecek”
diye aklınızdan geçirmezdiniz. Tersine, Davud Peygamber'in dediği gibi
derdiniz: “Bana
verdiği bunca şeye karşılık ben Allah'a ne vereceğim?”
Anlayasınız
diye, sözlerimi bir temsille anlatacağım. Kralın biri, yol kenarında hırsızlar
tarafından soyulup, ölme derecesinde yaralanan bir adam gördü. Ve, ona acıyıp,
bu adamı şehre götürerek (gerekli) bakımını yapmalarını kölelerine emretti ve
onlar da bunu tüm
dikkatleriyle
yerine getirdiler. Ve, kral hasta adama karşı büyük bir sevgi duyup, kızını ona
verdi ve varisi yaptı. Şimdi, bu kral mutlaka en merhametli (bir kraldı);
fakat, adam köleleri dövdü, ilâçları küçümsedi, karısına kötü davrandı, kral
hakkında ileri geri konuştu ve sipahilerini ona karşı ayaklandırdı. Ve, kral
herhangi bir hizmet istediğinde, “Kral
bana ödül olarak ne verecek”
der dururdu. Şimdi, kral bunu işitince, böylesine dinsiz bir adama ne yapsın?”
Hepsi
(birden) cevap verdiler. “Yazıklar
olsun ona, kral onu her şeyden yoksun bırakır ve şiddetli , bir biçimde
cezalandırır.”
O zaman İsa
dedi: “Ey
kâhinler, yazıcılar, Farisîler ve siz, benim sözümü dinleyen başkâhin: “Size
Allah'ın, peygamberi îşaya aracılığıyla söylediğini bildiriyorum: “Ben
köleleri besledim ve yücelttim, fakat onlar beni küçümsediler.”
Kral,
İsrail kavmini bu dünyada acılarla dolu bularak, onlara kulları Yusuf, Musa ve
Harun'u verip, bakımlarını yaptıran Allah'ımızdır. Ve Allah'ımız onlara karşı
öylesine bir sevgi duymuştur ki, İsrail kavmi uğruna Mısır'ı vurmuş, Firavun'u
boğmuş ve Kenanîlerle Medyenliler'in yüz yirmi kralını darmadağın etmiştir;
İsrail Kavmi'ne kanununu vermiş, onları insanlarımızın oturduğu (toprakların)
tümüne varis kılmıştır.
“Fakat, îsrail
Kavmi'nin yaptığı nedir? Ne kadar peygamberi öldürmüş, ne kadar peygamberliği
bozup lekelemiştir; nasıl da Allah'ın kanununu çiğnemiştir; bu nedenle kaç
tanesi Allah'tan kopup, sizin suçlarınız yüzünden ey kâhinler, putlara kulluğa
koşmuştur! Ve, yaşama biçiminizle Allah'ın şanını nasıl da hiçe sayarsınız! Ve,
(sonra da) gelip bana sorarsınız; “Allah
bize Cennet'te ne verecek”
diye. Bana şöyle sormalıydınız : “Allah'ın
bize Cehennem'de vereceği ceza ne olacaktır?” Ve, sonra da
Allah'ın kendinize merhamet etmesi amacıyla gerçek tevbe için ne yapmanız
gerektiğini (sormalıydınız). Size bunu söyliyebilirim ve sizi bu hedefe
yöneltiyorum.”
“Huzurunda
durduğum Allah sağ ve diridir ki, benden göklere çıkarma değil, gerçeği
alacaksınız. Bu bakımdan size diyorum ki, babalarımızın günah işledikten sonra
yaptığı gibi tevbe edip, Allah'a dönün ve kalbinizi sertleştirmeyin.”
Kâhinler
bu konuşma üzerine kızgınlıktan bitip tükeniyorlardı ama, halktan korkularına
tek bir ses çıkaramıyorlardı.
Ve, İsa
sözlerini şöyle sürdürdü: “Ey
fakihler, ey yazıcılar, ey Ferisîler, ey kâhinler, söyleyin bana, şovalyeler
gibi atlar arzular, fakat savaşa gitmeği arzu etmezsiniz; kadınlar gibi güzel
giysiler arzular, fakat eğirme ve çocuk beslemeği arzu etmezsiniz; tarlaların
meyvelerini arzular, fakat toprağı işlemeği arzu etmezsiniz; denizin
balıklarını arzular, fakat balığa gimeyi arzu etmezsiniz; şehirliler gibi şeref
arzular, fakat cumhuriyetin yükünü arzu etmezsiniz; ve kâhinler olarak onda
birleri (aşarı) ve ilk (toplanan) meyveleri arzular, fakat Allah'a gerçek
kulluk etmeği arzu etmezsiniz. Böyleyken, burada şersiz - kötülüksüz her
iyiliği arzuladığınızı gören Allah ne yapacaktır size? Bakın, size diyorum ki,
Allah size, tüm iyiliklerden yoksun her türlü şerri bulacağınız bir yer
verecektir.”
Ve, İsa
bunları deyince, konuşup göremiyen ve işitme gücünden yoksun bir cin çarpmışı
getirdiler kendisine. Bunun üzerine, inançlarını gören İsa
gözlerini göğe kaldırdı ve dedi: “Babalarımızın
Allah'ı Rabb, bu hasta adama merhamet et ve ona sıhhat ver ki, bu insanlar beni
Sen'in gönderdiğini bilsinler.”
Ve, İsa
böyle söyleyip, ruha ayrılmasını emrederek, dedi: “Rabbımız
Allah'ın adının gücüyle adamdan ayrıl ey şerli olan!”
Ruh
ayrıldı ve dilsiz adam konuştu, gözleriyle de gördü. Bunun üzerine herkes
korkuya kapıldı, fakat yazıcılar dediler: “Cinlerin
reisi Beelzebu'nun gücüyle cinleri çıkarıp atıyor.”
O zaman
İsa dedi: “İçinde
ayrılık olan her ülke yok olur, ev ev üstüne yıkılır; eğer, şeytan'ın gücüyle
şeytan çıkarılıp atılıyorsa, bu ülke nasıl ayakta duracak? Eğer, sizin
oğullarınız Süleyman Peygamber'in kendilerine verdiği kitapla şeytan'ı çıkarıp
atıyorlarsa, benim şeytan'ı Allah'ın gücüyle çıkarıp attığımı doğruluyorlar
(demektir). Allah sağ ve diridir ki, Kutsal Ruh'a karşı küfür, dünya ve
Ahiret'te bağışlanmayacaktır. Çünkü, kendi kendine kötülük eden insan, günahını
bile kendini günaha sokacaktır.”
Ve, İsa
bunları deyip, mabetten çıktı. Ve, halk, toplayabildikleri tüm hastaları
getirdikleri ve İsa da dua ederek, hepsine sıhhat verdiği için, ona ta'zimde
bulundular. Bunun üzerine, o gün Kudüs'deki Romalı askerler şeytan'ın
dürtmesiyle, İsa'nın, halkını ziyarete gelen İsrail Kavmi'nin Allah'ı olduğunu
söyleyerek halk arasında fitne yaymaya başladılar.
İsa Bayramdan sonra
Kudüs'ten ayrılıp Filipus Kayseriyesi sınırlarından içeri girdi. Bu sırada,
melek Cebrail halk arasında başlayan fesadı kendisine söyleyince, havarilerine
sordu: “İnsanlar
benim için ne diyor?”
Dediler:
“Bir
kısmı senin îlya olduğunu, bir diğer kısmı Yeremya, bir diğer kısmı da eski
peygamberlerden
biri olduğunu söylüyor.”
İsa cevap verdi: “Ya
siz; benim için siz ne diyorsunuz?”
Petrus
cevap verdi: “Sen
Allah'ın oğlu Mesih'sin.”
O
zaman, İsa
kızdı ve kızgınlıkla onu azarlayıp, dedi; “Defol,
ayrıl benden, çünkü sen şeytan'sın ve beni günaha sokmaya çalışıyorsun!”
Ve,
onbir (havariyi) de tehdit edip, dedi: “Eğer
böyle inanıyorsanız, yazıklar olsun size, çünkü ben böyle inananlara karşı
Allah'tan büyük bir lanet kazandım.”
Ve,
Petrus'u kovup atmak istedi; bunun üzerine onbir (havari) onun için Isa'ya
yalvardılar. O da onu kovmayıp, yeniden azarlıyarak dedi: “Uyanık
olun da, bir daha sakın böyle bir söz söylemeyin, çünkü Allah sizi reddeder.”
Petrus
ağladı ve dedi: “Rab,
ben aptalca konuştum; Allah'a yalvar da beni affetsin.”
O zaman
İsa dedi: “Eğer,
Allah'ımız kulu Musa'ya, çok sevdiği îlya'ya veya herhangi bir peygambere
görünmek dilemiş olsa, Allah'ın bu imansız nesle görünmesi gerektiğini mi
düşüneceksiniz? Siz bilmez misiniz ki, Allah her şeyi hiç yoktan tek bir sözle
yaratmıştır ve tüm insanların menşei bir çamur parçasıdır. Bu durumda Allah'ın
nasıl olur da, insana benzeyen bir yanı bulunabilir? Yazıklar olsun, şeytan'a
kanarak kendi kendilerine eziyet edenlere!”
Ve, İsa
bunu deyip, Petrus için Allah'a yalvardı, on bir (havari)yle Petrus ağhyarak,
dediler: “Amin,
amin ey Allah'ımız Azîm ve Sübhan Rabb.”
Ardından
İsa
ayrıldı ve avamın kendisiyle ilgili olarak boş düşüncelerini söndürmek için
Galile'ye gitti.
İsa,
kendi memleketine gelince tüm Galile yöresinde, İsa Peygamberin
Nasıra'ya nasıl geldiği yayıldı. Bunun üzerine, büyük bir dikkatle hastaları
araştırıp, kendisine getirdiler ve onlara elleriyle dokunması için yalvardılar.
Ve, kalabalık öylesine büyüktü ki, tanınmış, felçli bir zengin kapıdan geçemiyerek
İsa'nın bulunduğu evin damına çıktı ve damın örtüsünü alıp, kendini İsa'nın
önündeki yazgıların yanına bıraktı, İsa,
bir an tereddüt edip durdu ve sonra dedi: “Korkma
kardeş, çünkü günahların sana bağışlanmış bulunuyor.”
Herkes
bunu duyunca incindi ve dedi: “Kimdir
bu günahları bağışlayan?”
O zaman
İsa dedi: “Allah
sağ ve diridir ki, ben günahları bağışlayamam, bir başka kişi de (bağışlayamaz)
, ama, yalnızca Allah bağışlar. Fakat, Allah'ın kulu olarak ben, başkalarının
günahlan için Allah'a yalvarabilirim; ve, işte bu hasta adam için O'na
yalvardım ve eminim ki, Allah duamı işitmiştir. Bu nedenle, gerçeği bilesiniz
diye, bu hasta adama diyorum: “Babalarımızın
Allah'ı, İbrahim'in ve oğullarının Allah'ının adıyla, iyileşmiş olarak kalk!”
Ve, İsa bunu deyince, hasta adam iyileşmiş olarak kalktı ve Allah'ı ta'zim
etti.
O
zaman, halktan olanlar İsa'dan dışanda duran hastalar için Allah'a yalvarmasını
rica ettiler. Bunun üzerine, İsa
dışanya onların yanına çıktı ve ellerini kaldmp dedi: “Ey
orduların Allah'ı, yaşayan Allah, gerçek Allah, hiç ölmeyecek olan kutsal Allah
Rabb, onlara merhamet et!”
Bunun üzerine, herkes cevap verdi: “Amin.”
ve, böyle dedikten sonra hasta halkın üzerine ellerini koydu ve hepsi
sıhhatlerine kavuştular.
Bundan
dolayı Allah'ı ta'zim ettiler: “Allah
bizi peygamberi aracılığıyla ziyaret etmiştir ve Allah, büyük bir peygamber
göndermiştir bize.”
72.
Allah'ın Elçisiyle İlgili
İşaretler
İsa geceleyin
havarileriyle gizlice konuşup, dedi: “Bakın,
size diyorum ki, şeytan sizi buğday gibi elemek arzu eder. Fakat ben sizin için
Allah'a yalvardım ve benim için tuzaklar kurandan başka sizin için helak olmak
yoktur.”
Ve, bunu Yehuda hakkında dedi, çünkü, melek Cebrail ona Yehuda'nın kâhinlerle
nasıl el birliği içinde olduğunu ve İsa'nın
konuştuğu her şeyi onlara bildirdiğini söylemişti.
Bunu
yazan göz yaşlarıyla Isa'ya yaklaşıp, dedi: “Ey muallim,
bana söyle, sana ihanet edecek olan kimdir?”
İsa
cevap verip, dedi.- “Ey
Barnabas, şimdi senin için onu bilmenin zamanı değildir. Fakat, yakında kötü
olan kendini ortaya koyacaktır. Çünkü, ben dünyadan ayrılacağım.”
O zaman, havariler ağlıyarak dediler: “Ey
muallim, demek bizi bırakacaksınız? Sen bizi bırakmaktansa, biz ölelim, çok
daha iyi!”
İsa
cevap verdi: “Kalbiniz
üzüntü çekmesin, korkmayın da; çünkü sizi ben yaratmadım, fakat sizi yaratmış
olan yaratıcımız Allah sizi koruyacaktır. Bana gelince, ben şimdi, dünyaya
selâmet getirecek olan Allah'ın Elçisi'nin yolunu hazırlamak için dünyaya
gelmiş bulunuyorum. Fakat, sakın ola ki, aldatılmayasınız, çünkü, benim
sözlerimi alıp, benim kitabımı kirletecek pek çok sahte peygamber gelecektir.”
O
zaman, Arıdreâs dedi: “Muallim,
bize bazı işaretler söyle ki, onu bilelim.”
İsa
cevap verdi: .”Sizin
zamanınızda gelmeyecek, fakat, sizden birkaç yıl sonra, kitabımın hükümsüz ki,
kılınacağı, o kadar ki, ancak otuz kadar mü'minin kalacağı bir zamanda
gelecektir. Bu zamanda Allah dünya(dakilere) acıyacak ve bu bakımdan Elçisi'ni
gönderecektir; (Elçisi'nin) üzerinde bir bulut duracak, buradan onun Allah'ın
seçilmiş
bir (kul)u olduğu bilinecek ve O'nunla tanınacaktır. Dinsizlere karşı büyük bir
güçle gelecek ve yeryüzünde putatapıcılığı yıkacaktır. Ve, ben de seviniyorum
ki, onunla Allah tanınıp, ta'zim edilecek ve ben de gerçek olarak tanınacağım;
ve, benim insandan öte olduğumu söyleyenlerden öç alacaktır. Bakın, size
diyorum ki, ay çocukluğunda ona uyku verecek ve büyüdüğünde o (ayı) ellerine
alacaktır. Bırakın, dünya onu çıkarıp attığını fark etsin, çünkü o, putatapıcıları
öldürecek; Allah'ın kulu Musa ve yaktıkları şehirleri ve çocuklarını
öldürdükleri şehirleri bağışlamayan Yuşa çok daha fazlasını öldürmüştü; çünkü
eski bir yaraya kişi ateş tatbik eder.
“O, bütün
peygamberlerinkinden daha açık bir gerçekle gelecek ve dünyayı yanlış yere
kullananı azarlayacaktır. Babamızın şehrinin kuleleri neş'eyle birbirlerini
selamlayacaklardır; ve işte, putatapıcılığın (yüz üstü) yere kapaklandığının
görüleceği ve benim de başkaları gibi bir insan olduğumu itiraf edeceği zaman, bakın,
size söylüyorum ki, Allah'ın Elçisi gelmiş olacaktır.”
“Bakın, size
diyorum ki, eğer şeytan sizin Allah'ın dostları olup olmamanız (konusunda)
uğraşacak olursa —çünkü, kimse kendi şehirlerine saldırmaz,— eğer şeytan
dileğini üzerinize korsa, size kendi zevklerinize kaydırmakla işkence eder;
fakat, sizin kendisine düşman olduğunuzu bildiğinden, sizi helak etmek için her
şiddete baş vuracaktır. Ama, korkmayın, çünkü, o size karşı zincire vurulmuş
bir köpek gibi duracaktır. Çünkü, Allah benim duamı işitmiştir.”
Yuhanna
cevap verdi: “Ey
muallim, yalnız kendimiz için değil, fakat kitaba inanacaklar için de anlat;
eski iğvacı insana nasıl tuzak kurar?”
İsa
cevap verdi: “Bu
mel'un dört yolla iğva eder. İlki, kendisi düşüncelerle iğva ettiği zamandır
İkincisi, kulları aracılığıyla söz ve işlerle iğva ettiği zamandır. Üçüncüsü,
sahte akideyle iğva ettiği zamandır. Dördüncüsü (de), sahte görüşlerle iğva
ettiği zamandır. Şimdi, ateşi olanın suyu sevdiği gibi, günahı seven insan
bedeni her şeyiyle onun yanındayken, insan nasıl tedbirli olmalıdır? Bakın,
size diyorum ki, eğer bir insan Allah'tan korkarsa, (Allah) her şeye karşı ona
zafer verir, ki Davud peygamber (şöyle) der: “Allah
üzerinizde melekler görevlendirecek, (ve onlar) şeytan sizi yanıltmasın diye
yollarınızı tutacaklardır. Bin (tanesi) sol kolunuz üzerine düşecek, bir on bin
tanesi de sağ kolunuz üzerine düşecek ki, (şeytanlar) yanınıza yaklaşmasın.”
“Hattâ,
Allah'ımız büyük sevgisinden, aynı Davud aracılığıyla bizi koruyacağını va'd
etmiştir. “Öğretmenlik
edecek anlayış veriyorum sana; ve yürüyeceğin yollannda kendi gözümü senin
üzerine dikeceğim.”
Ama, ne
diyeyim ben? O, İşaya aracılığıyla dedi: “Bir
anne kendi rahminin çocuğunu unutabilir mi? Fakat, size diyorum,ki, o unuttuğu
zaman, ben sizi unutmayacağım.”
“Öyleyse,
söyleyin bana, gözetici olarak melekleri ve koruyucu olarak daim sağ olan
Allah'ı varken Şeytan'dan kim korkar? Bununla birlikte, Süleyman Peygamber'ın
dediği gibi, .(şu da) gereklidir: “Sen
Rabb'-dan korkmak için gelen oğlum, iğvalara karşı ruhunu hazır et.. Bakın,
size diyorum ki, insan paraları muayene eden bir banker gibi yapıp,
düşüncelerini muayene etmeli ki, yaratıcısı Allah'a karşı günah işlemesin.”
“Dünyada günah için(hiç) kaygı çekmeyen
insanlar var olagelmiştir ve vardır; bunlar en büyük yanılgı içindedirler.
Söyleyin bana, şeytan nasıl günah işledi? Onun insandan daha değerli olduğu
düşüncesiyle günah işlediği ortada. Süleyman, bir ziyafete Allah'ın tüm
yaratıklarını davet etmeği düşünerek günah(zelle) işledi de, bir balık
hazırladığı her şeyi yiyerek onu doğrulttu. Bu bakımdan, babamız Davud'un sözü
sebepsiz değildir: “Bir kimsenin kalbinde yükselmek için kişi gözyaşları
vadisinde oturur.” Ve, bu nedenle Allah, peygamberi îşaya aracılığıyla bağırmaz
mi: “Gözlerinden kötü düşüncelerinizi çekip, ayırın.” Ve, bu amaçla Süleyman
der: “Tüm tutuşunla kalbini tut.” Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, düşünmeden günah işlemek mümkün olmadığından, her şey günaha
götüren kötü düşünceler için söylenir. Şimdi, deyin bana, çiftçi bağ diktiği
zaman, diktiklerini derine koymaz mı? Kesinlikle kor. İşte böyle de, şeytan
günahı dikerken gözde veya kulakta durmayıp, Allah'ın mekânı olan kalbe geçer.
Allah'ın kulu Musa aracılığıyla dediği gibi; “Benim kanunumda yürüsünler diye,
ben içlerinde yerleşeceğim.”
“Şimdi söyleyin bana, eğer kral Hirodes
içinde oturmak arzu ettiği bir evi korumanız için size verecek olsa, düşmanı
Pilatus'un oraya girmesine veya içine eşyalarını koymasına katlanır mısınız?
Emin olun ki, hayır. Öyle de, Allah'ın, mekânı olan kalbinizi korumanız için
size verdiğini göre göre, Şeytan'ın oraya girmesine veya içine düşüncelerini
yerleştirmesine hiç katlanmamanız gerekir. Bu bakımdan, nasıl banker, Kayser'in
resmi doğru mudur, değil midir, gümüş sağlam mıdır, sahte midir ve gereken
ağırlıkta mıdır diye paraya dikkat ediyor ve bu nedenle onu elinde evirip
çeviriyorsa, siz de öylece dikkat edin. Ah, deli dünya! Kuşkusuz, kendi kulların
Allah'ın kullarından daha ölçülü ve sakıngan olduğu için, son günde Allah'ın
kullarını ihmal ve dikkatsizlikleri nedeniyle azarlayasın ve yargılayasın diye,
kendi işlerinde ne kadar da akıllısındır. Söyleyin bana şimdi, kim bir
düşünceyi, bankerin gümüş bir parayı (muayene ettiği) gibi muayene ediyor? Emin
olun ki, hiç kimse.”
75.
Sonra, Yakup dedi: “Ey muallim, bir
düşüncenin bir para gibi muayenesi nasıl olur?”
İsa cevap verdi: “Düşüncedeki sağlam
gümüş dindarlıktır. Çünkü dine aykırı her düşünce şeytan'dan gelir. Doğru
resim, peşlerinden gitmemiz gereken kutsal (kul)ları ve peygamberleri örnek
(almak) tır; düşüncenin ağırlığı ise, her şeyin kendisine göre yapılması
gereken Allah sevgisidir. Böyle oldu mu, düşman, komşuna karşı araya din dışı
düşünceler getirecektir, bedeni bozmak için dünyaya uygun (düşünceler); Allah
sevgisini bozmak için dünya sevgisiyle (ilgili düşünceler).”
Bartalemus cevap verdi: “Ey muallim,
iğvaya kapılmayalım diye az düşünmemiz için ne yapmamız gerekiyor?”
İsa cevap verdi: “îki şey gereklidir
sizin için. îlki, kendinizi çok eğitmeniz, ikincisi de, az konuşmanızdır;
çünkü, tenbellik her türlü kirli düşüncenin toplandığı bir bataktır. Çok fazla
konuşmak ise, kötülükleri biriktiren bir süngerdir. Bu bakımdan yalnızca
çalışmanızın vücudu meşgul etmesi değil, aynı zamanda ruhunun da ibadetle
meşgul olması gerekmektedir. Çünkü, (ruh) ibadetten hiç bir zaman uzak durmamak
ihtiyacındadır.”
Temsil olsun diye anlatıyorum: “(Çalıştırdıklarının)
hakkını vermeyen bir adam vardı, bu nedenle de, onu tanıyan kimse tarlalarını
sürmeye gitmezdi. Bunun üzerine, lânetli bir
adam gibi dedi: “Pazar yerine gidip, hiç
bir şey yapmayan boş adamları bulacağım, onlar da boş olduklarından
bağlıklarımı işlemeye gelecekler.” Bu adam evinden çıktı ve boş boş oturup, hiç
paraları olmayan pek çok yabancı buldu. Kendileriyle konuşup, onları bağlığına
şevketti. Fakat, onu tanıyan ve eli iş tutan hiç kimse o tarafa gitmedi. “(Çalıştırdıklarının)
hakkını vermeyen şeytan'dır, çünkü o iş verir ve insan bunun karşılığında
hizmetine sonsuz ateşler alır. Bu nedenle, Cennet'ten sürülmüş ve işçiler
aramaya çıkmıştır. O, işlerine mutlaka, boş boş oturanları, en çok da kendisini
tanımayanları koşar. Her ne durumda olursa olsun, kötülüğü bilmek, ondan
kurtulmak İçin yeterli değildir. Fakat, onu altetmek için iyiliklerle uğraşmak
da gerekir.”
“Size bir temsil (daha) anlatıyorum. Üç
bağ tarlası olan ve bunları üç çiftçiye icara veren bir adam vardı. Birinci
adam bağları nasıl işleyeceğini bilmediğinden, bağlar yalnızca yaprak verdi,
ikincisi üçüncüye, bağlara nasıl bakılması gerektiğini öğretti; o da onun
sözlerini en iyi şekilde dinledi ve kendisine anlatıldığı şekilde kendininkini
işledi; o kadar ki, üçüncünün bağı çok (meyve) verdi. Fakat, ikinci zamanını
yalnızca konuşmakla geçirerek, bağını işlemeden bıraktı. İcarları ödeme zamanı
gelince, bağ tarlalarının sahibine birinci (adam) dedi:. “Efendi, bağ
tarlalarının nasıl işleneceğini bilmiyorum, bu bakımdan, bu yıl hiç meyve
alamadım.”
76.
Bağ sahibi cevap verdi: “Ey aptal, sen dünyada
tek başına mı yaşarsın da, toprağı işlemesini çok iyi bilen ikinci bağcının
fikrini sormazsın? Belli ki, bana (hiç bir şey) ödemeyeceksin.”
“Ve, böyle deyip, onu efendisine
(borcunu) ödeyinceye kadar hapiste çalışmaya mahkûm etti; (fakat) sade dilliliğinden
acıma (duyguları) harekete geçip onu salıverip, dedi:
“Defol, benim bağımda daha fazla
çalışmanı istemiyorum, senin borcunu ödemen için bu kadarı yeter.”
İkincisi geldi (ve) ona (bağ) sahibi
dedi: “Hoş geldin benim bağcım! Bana borçlu olduğun meyveler nerede? Kuşkusuz
sen, bağların nasıl budanacağını en iyi bilen olduğundan, sana icara verdiğim
bağım çok meyve vermiş olmalı.”
İkinci (adam) cevap verdi: “Ey efendi,
senin bağın öyle duruyor, çünkü, ben ne kök ve dalları budadım, ne de toprağı
işledim; bu bakımdan, bağ meyve vermedi, ben de sana (borcumu) ödeyemiyorum.”
Bunun üzerine bağ sahibi, üçüncü (adamı)
çağırdı ve hayret içinde sordu: “Bana, kendine ikinci bağı icara verdiğim şu
adamın, sana icara verdiğim bağın nasıl işleneceğini sana tam olarak
anlattığını söyledin. Öyle de, nasıl olur da ona icara verdiğim bağ, hepsi aynı
toprakken meyve vermemiş olsun?” Üçüncü (adam) cevap verdi: “Efendi, bağlıklar
yalnızca konuşmakla işlenmez, fakat, bağının meyve vermesini isteyen günde bir
gömlek terletmelidir. Ve, hiç bir şey yapmaz, ama vaktini konuşmakla harcarken
ey efendi, senin bağcının bağı nasıl meyve versin? Emin olun ey efendi, eğer o
kendi sözlerini uygulamaya koymuş olsaydı, bu kadar çok konuşamayan ben sana
iki yıllık icarı öderken, o beş yıllık bağ kirasını verirdi.”
“Efendi kızdı ve bağcıya sertçe çıkıştı:
“Ve sen, kesilecek dalları kesmeyip, tarlayı düzlememekle büyük bir iş yaptın.
Bu nedenle de, sana verilecek büyük bir ödül var!”
Ve, hizmetçilerini çağırıp, onu acımadan
dövdürdü. Ve sonra da, onu her gün döven
zalim bir hizmetçinin gözetiminde hapse
koydu. Ve arkadaşlarının ricalarına bakıp da, hiç bir zaman serbest bırakmak da
İstemedi.”
77.
Bakın, size diyorum ki, Hüküm Günü'nde
pek çokları Allah'a diyecek: “Rabb, biz senin kanununu va!z ettik ve öğrettik.”
Bunlara karşı kuşlar bile haykırıp, diyecekler: “Siz başkalarına va'z ederken,
kendi dilinizle kendinizi mahkûm ediyordunuz, ey günah işçileri!”
“Allah sağ ve diridir ki” dedi Isa, “gerçeği
bilip de aksini yapan, öylesine feci bir ceza ile cezalandırılacak ki, hani
neredeyse şeytan bile ona acır duruma gelecek. Şimdi söyleyin bana, Allah bize
kanununu bilmek için mi verdi, uygulamak için mi? Bakın, size diyorum ki, tüm
ilmin amacı, bildiğini yapan bir akıla sahip olmaktır.”
“Söyleyin bana, eğer bir kişi sofrada
oturup, gözleriyle nefis etlere baksa, ama elleriyle kirli şeyleri seçse ve
bunları yese bu bir deli değil midir?” “Kesinlikle öyle” dedi havariler. O
zaman, İsa dedi: “Ey bütün delilerden de deli, sen ey adam, anlayışınla göğü
bilir, ellerinle yeri seçersin; anlayışınla Allah'ı tanır, içinden dünyayı
seçersin; anlayışınla Cennet'in zevklerini bilir, yaptıklarınla Cehennemin
bayağılıklarını seçersin. Kılıcı Bırakıp da, savaşa kınıyla giden cesur asker!
Şimdi, bilmezmisiniz ki, geceleyin yürüyen yalnızca ışığı görmek için değil,
gerçekte, hana salimen varabilsin diye doğru yolu görmek için ışığı arzular?
Ey, bin defa hakir görülüp, iğrenilmesi gereken dünya, çünkü, Allah'ımız kutsal
peygamberleriyle hep kendi ülkesine ve dinlenme yerine giden yolu bildirmek
istedi, fakat, sen şerli (yaratık), yalnızca gitmek istememekle kalmaz, daha
kötüsü, ışığı hakir görürsün! Şu deveyle ilgili atasözü (ne) doğrudur: “Deve,
kendi çirkin yüzünü görmek istemediğinden içmek için duru suyu beğenmezmiş.”
îşte, kötülük yapan dinsizler de böyledir; kötü işleri bilinmesin diye ışıktan
nefret ederler. Fakat, âklı olup da, iyi işler yapmamakla kalmayıp, daha
kötüsü, (aklını) şerlerde kullanan, hediyeleri, (onları) vereni öldürmek için
alet olarak kullanan gibidir.”
“Bakın, size diyorum ki, Allah şeytan'ın
düşüşüne acımadı, ama, yine de Adem'in düşüşüne (acıdı). Bırakın, artık bu,
iyiliği bilip de kötülük yapanın mutsuz durumunu bilmeniz için yetsin.”
O zaman, Andreas dedi: “Ey muallim,
böyle bir duruma düşmemek için, bilgiyi bir yana koymak iyi bir şey (o halde)!”
İsa cevap verdi: “Eğer, dünya güneşsiz,
insan gözsüz ve ruh da anlayışsız iyiyse o zaman bilmemek de iyidir. Bakın,
size diyorum ki, bilginin ebedi hayat için olduğu kadar, ekmek geçici hayat için
iyi değildir. Öğrenmenin Allah'ın bir emri olduğunu bilmez misiniz? Şöyle diyor
Allah: “Büyüklerinize sorun ve onlar size öğretsinler.” Ve, kanun hakkında
Allah der: “Görün ki, hükmüm gözlerinizin önündedir; oturacağınız zaman,
yürüyeceğiniz zaman ve her zaman onun üzerinde düşünün.” Öyleyse, öğrenmenin
iyi olup olmadığını şimdi biliyorsunuzdur herhalde. Ah, mutsuzdur bilgeliği
hakir gören. Çünkü o, ebedî hayatı kesinlikle yitirecektir.”
Yakup, karşılık verdi: “Ey muallim,
Eyüb'ün bir hocadan ders almadığını biliyoruz, İbrahim de (aynı); öyleyken,
Allah'ın kutsal (kulları) ve peygamber oldular.”
İsa cevap verdi: “Bakın, size diyorum
ki, güveyin evinden olanın evlenme (törenine) çağırılmasına gerek yoktur, çünkü
o, törenin yapıldığı evde oturmaktadır. Fakat, evden uzakta olanlar
(çağırılır). Şimdi, bilmez misiniz ki, Allah'ın peygamberleri Allah'ın rahmet
ve bereket evindedirler ve Allah'ın kanunlarını açık olarak içlerinde bulurlar.
Babamız Davud bu konuda (bakın) ne der: “Allah'ımın kanunu kalbimdedir; bu
nedenle, O'nun yolu kazmakla yapılmayacaktır.” Bakın, size diyorum ki,
Allah'ımız insanı yaratırken, onu yalnızca doğru olarak yaratmakla kalmadı.
aynı zamanda kalbine, Allah'a kulluk etmeye uygun olanı kendine göstermesi için
bir ışık yerleştirdi. Bu bakımdan, bu ışık günahlar nedeniyle kararsa bile,
yine de sönmez, Çünkü, her kavimde, Allah'ı yitirmiş olup, sahte ve yalancı
tanrılara kulluk etseler bile, Allah'a kulluk etme arzusu vardır. Dolayısıyla,
bir insanın Allah'ın peygamberlerinden ders alması gereklidir, çünkü onlar,
Allah'a iyi kulluk ederek Cennet'e, vatanımıza giden yolu öğretmek için ışığı
yakarlar; tıpkı, gözleri hasta olanlara yardım ve kılavuzluk edilmesinin
gerekli olduğu gibi.”
Yakup karşılık verdi: “Peygamberler
ölüyse bize nasıl öğretecekler; ve peygamberler hakkında bilgisi olmayana da
nasıl öğretilecektir?”
Isa cevap verdi: “Onların akidesi,
incelenebilsin diye yazılır, çünkü (yazılanlar) peygamberden size (kalandır).
Bakın, bakın size diyorum ki, peygamberliği hakir gören, yalnızca peygamberi
hakir görmekle kalmaz, peygamberi gönderen Allah'ı da hakir görmüş olur.,
Fakat, (bazı) kavimler gibi peygamberliği bilmeyenlere gelince, size
söylüyorum: Eğer, böyle yörelerde bir insan kalbinin kendine gösterdiği
biçimde, başkalarından görmediğini başkalarına yapmadan ve başkalarından
aldığını komşusuna vererek yaşayacak olursa, evet böyle bir insan Allah'ın
rahmetinden uzak kalmayacaktır. Ölürken, daha önce olmazsa Allah kendisine
öğretecek ve rahmetle kanununu verecektir. Belki de, Allah'ın kanun sevgisi
için kanun verdiğini düşünüyorsunuz. Kesinlikle böyle değil, ama, gerçekte
Allah kanununu, insan Allah sevgisi için iyilik yapsın diye verir. Ve, Allah
Kendi sevgisi için iyilik yapan bir insan bulsa sanki onu hakir mi görecektir?
Hayır, asla, ama daha da, onu
kendilerine kanun verdiklerinden çok sevecektir. Bir örnek olarak anlatıyorum :
“Büyük mal varlığı olan bir adam vardı; ve bölgesinde yalnızca meyve vermeyen
çöl topraklar bulunuyordu, îşte, bir gün böyle bir çöl araziden geçerken,
meyvesiz bitkiler arasında güzel meyveler yeren bir bitki buldu. Bunun üzerine,
bu adam dedi: “Bu bitki nasıl olur da, böylesine güzel meyveleri verir? Onu
kesinlikle kesmiyecek ve diğerleriyle birlikte ateşe vermeyeceğim.” Ve,
hizmetçilerini çağırıp, o bitkiyi söktürerek bahçesine diktirdi. îşte böyle de
size diyorum ki, Allah'ımız nerede olurlarsa olsunlar, salih amel işleyenleri
Cehennem'in alevlerinden koruyacaktır.”
“Söyleyin bana, putatapıcılar arasında
Eyub Uz'-dan başka nerede kaldı? Ve, tufan zamanında Musa nasıl yazıyor? Bana
söyleyin, O der: “Nuh gerçekten, Allah'ın önünde rahmet buldu.” Babamız
İbrahim'in sahte putlar yapıp tapınan inançsız bir babası vardı. Lût,
yeryüzünün en rezil insanları arasında yaşadı. Danyal, bir çocukken Hananya,
Azarya ve Mişael'le birlikte Buhtunnasır
tarafından öyle bir şekilde tutsak alındılar ki, o
zaman daha sadece iki yaşında idiler; ve
puta tapıcı hizmetçiler kalabalığı içinde yetiştirildiler. Allah sağ ve diridir
ki, nasıl ateş zeytin, servi veya palmiye demeden kuru şeyleri yakar ve onları
ateşe çevirir, öyle de Allah'ımız, Yahudi, Sisian, Yunan veya Ismaili demeden,
salih amellerde bulunan herkese merhamet eder. Fakat, kalbin orada durmasın ey
Yakup. Çünkü, Allah'ın peygamber gönderdiği yerde kendi hükmünü tümüyle
reddedip peygamberi izlemek, “O neden böyle diyor?”, “Neden böyle yasaklıyor ve
emrediyor?” demeden, “Allah böyle istiyor”, “Allah böyle emrediyor” demek
gerekir. Şimdi, İsrail kavmi Musa'yı hakir gördüğünde, Allah Musa'ya ne
demişti? “Onlar seni hakir görmediler, fakat onlar Beni hakir gördüler.”
“Bakın size diyorum ki, insan tüm ömrünü
konuşup yazmayı öğrenmeye değil, salih amel işlemeyi öğrenmeye de harcamalıdır.
Şimdi söyleyin bana, tüm dikkatiyle hizmet ederek, kendini memnun etmeye çalışmayan
Hirodes'in şu kulu kimdir? (Var mıdır böyle biri?) Yalnızca çamur ve gübre olan
bir bedeni memnun etmeye çalışıp da, tüm şeyleri yaratan ve ebedi Sübhan ve
Kuddüs olan Allah'a kulluk etmeye çalışmayıp unutan dünya(dakiler)e yazıklar
olsun.” “Söyleyin bana, eğer kâhinler Allah'ın ahd sandığını taşırken bırakıp
yere düşürmüşlerse, bu onların büyük bir günahı değil midir?”
Havariler bunu duyunca titrediler,
çünkü, Allah'ın sandığına yanlış dokunduğu için Allah'ın Uzza'yı öldürdüğünü
biliyorlardı. Ve dediler: “Böyle bir günah en feci olanıdır.” O zaman İsa dedi:
“Allah sağ ve diridir ki, Allah'ın onunla her şeyi yarattığı ve ona uymakla
size sonsuz hayat sunduğu sözünü unutmak daha büyük bir günahtır.”
Ve Isa böyle deyip dua etti. Duasından
sonra dedi : “Yarın Samiriye'ye varmamız gerekiyor, çünkü, Allah'ın kutsal
meleği bana böyle dedi.”
Belli bir günün sabahında erkenden Isa,
Yakub'un yaptığı ve oğlu Yusuf'a verdiği kuyuya yaklaştı. Seyahat nedeniyle
yorgun düşen Isa havarilerini yiyecek satın almaları için şehre gönderdi. Kendi
de kuyunun yanına, bir kuyu taşının üstüne oturdu. Ve, bir de ne görsün,
Samiriyeli bir kadın su çekmek için kuyuya gelmiyor mu!
İsa kadına dedi: “İçmek için bana (su)
ver!” Kadın cevapladı: “Şimdi, sen bir İbrani olarak, ben Samiriyeli bir
kadından içecek istemeye utanmıyor musun?”
İsa cevap verdi: “Ey kadın, senden
içecek isteyenin kim olduğunu bilsen, belki de sen ondan içecek isterdin.”
Kadın karşılık verdi: “Şimdi, kuyu
derinken ve senin de su çekecek ne kovan, ne de ipin olmadığını görüp dururken,
bana nasıl içmek için (su) verecekmişsin?”
Isa cevap verdi: “Ey kadın, kim bu
kuyunun suyundan içerse, susuzluk ona yine gelir, fakat, kim benim verdiğim
sudan içerse, artık bir daha susamaz; ama (bunu) susuz olanlara içmek için verirler,
o kadar ki, sonsuz hayata ererler.”
O zaman, kadın dedi: “Ey Rab, bana bu
suyundan ver.”
İsa cevap verdi: “Git, kocanı çağır,
ikinize de içmeniz için vereceğim.”
Kadın dedi: “Benim kocam yok.”
İsa karşılık verdi: “Peki, doğruyu
söyledin, çünkü senin beş kocan oldu, şimdiki ise kocan değildir.”
Kadın bunu duyunca şaşırdı ve dedi: “Rab,
anlıyorum ki, sen bir peygambersin; bu nedenle söyle bana, yalvarırım :
îbraniler, Kudüs'te Siyon dağı üzerinde, Süleyman'ın yaptırdığı mabette ibadet
ederler ve derler ki, bir başka yerde değil (ancak) orada (insanlar) Allah'ın
rahmet ve bereketini bulurlar. Ve, halkımız (ise) bu dağlar üzerinde ibadet
eder ve derler ki, ibadet yalnızca Samiriye dağlarında yapılmalıdır. (Bu
durumda) gerçek ibadet edenler kimler olmuş oluyor?”
O zaman İsa iç çekti ve ağlayıp, dedi: “Yazıklar
olsun sana Yahudiye, çünkü, sen “Rabb'ın mabedi, Rabb'ın mabedi” diye
büyüklenir ve sanki hiç Allah yokmuş gibi ömür sürer, kendini tümden dünyanın
zevklerine ve kazançlarına verirsin; (işte) bu kadın Hüküm Günü'nde seni
Cehennem'e mahkûm edecek; çünkü, bu kadın Allah önünde rahmet ve bereketin
nasıl bulunacağını öğrenmeye çalışıyor.”
Ve, kadına dönerek dedi: *Ey kadın, siz
Samiriyeliler bilmediğiniz şeye ibadet eder, fakat biz İbranîler bildiğimiz
şeye ibadet ederiz. Bak, sana diyorum ki, Allah ruhtur ve gerçektir, ve öyle
de, ona ruhtan ve gerçekten ibadet edilmelidir. Çünkü, Allah'ın va'di Kudüs'te,
Süleyman mabedinde yapılmıştır, başka yerde değil. Ama, inan bana, bir gün
gelecek ve Allah rahmetini bir başka şehre gönderecek ve her yerde O'na
gerçekten ibadet etmek mümkün olacaktır. Ve, Allah her yerde gerçek ibadeti
rahmet(iy)le kabul edecektir.
Kadın karşılık verdi: “Biz Mesih'e
bakıyoruz; o geldiğinde bize öğretecek.”
İsa cevap verdi: “Biliyor musun sen
kadın, Mesih'in geleceğini?”
Kadın cevap verdi: “Evet ya, Rab.”
O zaman İsa sevindi ve dedi: “Gördüğüm
kadarıyla ey kadın, sen mü'minsin; bu bakımdan bil ki, Mesih'in inancıyla
Allah'ın seçtiği herkes kurtulacaktır; dolayısıyla, Mesih'in gelişini bilmen
gerekmektedir.”
Kadın dedi: “Ey Rab, belki de sen
Mesih'sin.” İsa cevap verdi: “Ben, kuşkusuz İsrail ailesine bir kurtuluş
peygamberi olarak gönderilmiş bulunuyorum; fakat, benden sonra Allah'ın tüm
dünyaya gönderdiği Mesih gelecek; onun için yaratmıştır Allah dünyayı. Ve, o
zaman tüm dünyada Allah'a ibadet edilecek ve rahmete erilecek, o kadar ki,
şimdi yüz yılda bir gelen sevinç yılı Mesih'le her yerde her (bir) yıla inecek.”
Sonra, kadın su kabını bırakıp, İsa'dan
duyduğu her şeyi bildirmek üzere şehre koştu.
Kadın İsa ile konuşurken, havarileri
gelmiş ye İsa'nın bir kadınla bu şekilde konuşmasına şaşıp kalmışlardı. Yine de
kimse ona, “Samiriyeli bir kadınla böyle niye konuşursun?” demedi.
Sonra, kadın ayrılıp gidince dediler: “Muallim,
yemeğe gelin.”
İsa karşılık verdi: “Ben öbür yemeği
yemeliyim.” O zaman, havariler birbirlerine dediler: “Belki, bir yolcu İsa ile
konuşup ona yiyecek bulmak için gitmiştir.” Ve, bu (satırları) yazana sorup
dediler: “Buraya muallime yemek getirebilecek kimse geldi mi ey Barnabas?”
O zaman (bu satırları) yazan cevap
verdi: Gördüğünüz, şu boş kovayı suyla doldurmak için getiren kadından başka
kimse gelmedi.”.O zaman, havariler İsa'nın sözlerinin anlamını bekliyerek,
şaşırıp kaldılar. Bunun üzerine İsa dedi: “Bilmez misiniz ki, gerçek yiyecek
Allah'ın istediğini yapmaktır,- çünkü, insanı yaşatan ve ona hayat veren ekmek
değil, daha çok, iradesiyle (gelen) Allah'ın sözüdür. Ve, işte bu nedenle
kutsal melekler
yemezler. Ama, yalnızca Allah'ın
iradesiyle beslenerek yaşarlar. Ve, bu şekilde biz, Musa ve İlya ve yine bir
başkası kırk gün kırk gece hiç yiyeceksiz (dururuz).
Ve, İsa gözlerini kaldırıp dedi: “Hasat
(vaktine) ne kadar var?”
Havariler cevap verdiler; “Üç ay.”
İsa dedi: “Öyleyse bakın, nasıl dağ mısırlarla
ağarmışsa, ben de size diyorum ki, bugün toplanması gereken büyük bir hasat
vardır.” Ve, sonra kendisini görmeye gelen kalabalığa işaret etti. Şehre varan
kadın, “Ey insanlar, gelin ve Allah'ın İsrail ailesine gönderdiği yeni bir
peygamber görün” diyerek, tüm şehri ayağa kaldırmış ve İsa'dan duyduğu şeylerin
hepsini anlatmıştı. (İsa'nın bulunduğu) yere gelip, kendileriyle kalması için
ona yalvardılar; ve (İsa) şehre girip onlarla iki gün kaldı; hastaları
iyileştirdi ve Allah'ın melekûtuyla ilgili dersler verdi.
O zaman, şehirliler kadına dediler: “Senin
söylediğin zamankinden daha çok onun mucizelerine ve sözlerine inanıyoruz;
çünkü, o kuşkusuz Allah'ın kutsal bir (kulu), kendine inananların kurtuluşu
için gönderilmiş bir peygamberdir.
Gece yarısı namazından sonra havariler
İsa'nın yanına vardılar ve (İsa) onlara dedi: “Bu gece Allah'ın elçisi Mesih
zamanında —Şimdi yüz yılda bir gelirken her yıl gelen sevinç (gecesi) olacak.
Bu bakımdan, istiyorum ki uyumayalım, ibadet edelim, yüz kez rükûya varıp, her
zaman hamde lâyık Kadir ve Rahim olan Allah'ımızı ta'zim edelim ve her
seferinde (şöyle) diyelim: “Sen yegâne Allah'ımız, kabul ve itiraf ederiz ki,
Sen'in başlangıcın olmadı, sonun da olmayacak; çünkü Sen rahmetinle her şeye
başlangıç verdin ve adaletinle de hepsine bir son vereceksin; Sen'in insanlar
arasında hiç bir benzerin yoktur. Çünkü, sonsuz iyiliğin içinde Sen ne
kımıldarsın, ne de herhangi bir arızaya uğrarsın.. Bize merhamet et, çünkü,
bizi Sen yarattın ve biz Sen'in Ellerinin eseriyiz.”
îbadet edildikten sonra İsa dedi: “Allah'a
şükredelim, çünkü, bize bu gece büyük rahmet indirdi; çünkü, bu gece geçecek
olan zamanı geri getirdi. Ve biz Allah'ın Elçisi'yîe birlikte ibadet ettik. Ve,
ben onun sesini duydum.”
Havariler bunu duyunca çok sevindiler ve
dediler: “Muallim, bize bu gece bazı hükümler öğret.”
O zaman İsa dedi: “Hiç balla karışık
gübre gördünüz mü?”
Cevap verdiler: “Hayır Rab, çünkü, kimse
bunu yapacak kadar deli değildir.”
“(Madem öyle), ben de size diyorum ki,
dünyada daha deli insanlar vardır.” dedi İsa, “Çünkü, Allah'a kullukla onlar
dünyaya kulluğu karıştırırlar. O kadar ki, lekesiz hayat yaşayanların pek
çoğunu şeytan aldatmış ve ibadet ederlerken, ibadetleriyle dünya işlerini
kanştirmışlar, bu nedenle de, bu zamanda Allah'ın gözünde çirkinleşmişlerdir.
Söyleyin bana, ibadet için yıkanırken, hiç bir pis şeyin kendinize
dokunmamasına dikkat ediyor musunuz? Evet, mutlaka. Ya ibadet ederken ne
yapıyorsunuz? Ruhunuzu Allah'ın rahmetiyle günahlardan temizliyorsunuz.
Öyleyse, ibadet ederken, dünyalık şeylerden söz etmek ister misiniz? (Aman)
böyle yapmamaya dikkat edin, çünkü, her dünyalık kelime, konuşanın ruhu
üzerinde şeytan'ın bir gübresidir.”
O zaman, havariler titrediler, çünkü,
(İsa) ateşli bir ruhla konuşmuştu, ve dediler: “Ey muallim, eğer, biz ibadet
ederken bir arkadaş bizimle konuşmaya gelirse ne yapalım?”
Isa cevap verdi: “Bekletin ve ibadeti
tamamlayın.” Bartalemus dedi: “Ama, alınır da, kendisiyle konuşmadığımızı
görünce çeker giderse?”
İsa cevap verdi: “Eğer alınırsa, bana
inanın ki, o sizin bir arkadaşınız veya bir mü'min değil, gerçekte inanmayanın
biri ve şeytan'ın yoldaşıdır. Söyleyin bana, eğer Hirodes'in bir seyis
yamağıyla konuşmaya gitseniz ve onu Hirodes'in kulağına söz anlatırken bulsanız,
sizi bekletti diye alınır mısınız?” Kesinlikle hayır; aksine, arkadaşınızı
kralın sevdiğini görerek rahat edersiniz. Doğru değil mi?” dedi Isa.
Havariler cevap verdiler; “Doğruların
doğrusu.” O zaman İsa dedi: “Bakın, size diyorum ki, herkes ibadet ederken
Allah'la konuşur. Öyleyse, insanla konuşacağız diye, Allah'la konuşmayı
bırakmanız doğru olur mu? Bundan dolayı, Allah'a kendinden çok saygı
gösterdiğiniz için arkadaşınızın alınması doğru olur mu? İnanın bana, eğer
beklettiğimiz zaman alınırsa, şeytan'ın iyi bir kulu (demektir) o. Çünkü,
Allah'ın insan için bırakılması şeytan'ın arzusudur. Allah sağ ve diridir ki,
her iyi işte, Allah'tan korkan kendini dünyanın işlerinden ayırmalı ki, iyi
ameli bozulmasın.”
“Bir adam kötü işte bulunduğu veya kötü
sözler söylediği zaman, biri onu düzeltmeye gidip, bu tip işlerden men etse, bu
adamın yaptığı nedir?” dedi İsa.
Havariler cevap verdiler: “İyi eder,
çünkü, güneşin daima karanlığı sürüp çıkarmaya çalışması gibi, her zaman
kötülüklerin men edilmesini isteyen Allah'a hizmet eder.”
İsa dedi: “Ben de size diyorum ki,
aksine, bir insan iyilik yapar ve iyi (şeyler) konuşurken, kim onu daha iyi
olmayan herhangi bir şeyi bahane ederek engellemeye çalışırsa şeytan'a hizmet
eder. Hayır, hayır, onun yoldaşı (bile) olur. Çünkü şeytan, her iyi şeyi
engellemekten başka bir işe bakmaz.”
“Şimdi ben size ne diyeyim? Allah'ın
dostu ve mukaddesi Süleyman Peygamber'in dediği gibi diyeyim size: “Tanıdığınız
bin kişiden biri arkadaşınızdır.”
O zaman Matta dedi: “Öyleyse, kimseyi
sevemiyeceğiz.”
Isa cevap verdi: “Bakın, size diyorum
ki, sizin için günah dışında herhangi bir şeyden nefret etmek meşru değildir; o
kadar ki, şeytan'dan bile Allah'ın yaratığı olarak nefret edemez, ancak
Allah'ın düşmanı olarak (nefret edebilirsiniz). Bu, neden böyle biliyor
musunuz? Söyleyeyim size: Çünkü, o, Allah'ın bir yaratığı olup, Allah'ın
yarattığı her şey iyi ve tamdır. Bu bakımdan, kim yaratılandan nefret ederse
Yaratan'-dan da nefret eder. Fakat, arkadaş tek bir şeydir, kolayca bulunmaz,
ama kolayca yitirilir. Çünkü, arkadaş sonsuz derecede sevdiğiyle zıtlaşmaya
katlanamaz. Dikkat edin, tedbirli olun ve arkadaş olarak sevdiğinizi sevmeyeni
seçmeyin. Arkadaşın ne demek olduğunu biliyor musunuz? Arkadaş; şu bu değil,
yalnızca ruh doktoru demektir. Ve böyle de, nasıl kişi, hastalığı bilip de,
ilâcını vermekten anlayan iyi bir doktoru çok seyrek bulursa, aynı şekilde,
hataları bilip, doğruya yöneltmekten anlayan arkadaşlar da (çok seyrek
bulunur.) Fakat, burada bir şer vardır; şöyle ki, arkadaşlarının hatalarını
görmezlikten gelen arkadaşlara sahiptir pek çokları; diğerleri vardır, onları
mazur görür; bir diğerleri onları dünyevî bahanelerle savunur; ve en kötüsü de,
arkadaşını yanlışlara çağırıp yardım eden ve sonunu kendi kötü sonuna
benzetendir. Dikkat edin ki, böylelerini arkadaş edinmeyesiniz, çünkü,
gerçekten onlar düşmandırlar ve ruh katilleridirler.”
“Arkadaşınız şöyle olsun: Sizi
doğrultmak isterken bile, kendisi doğrulsun; sizin Allah sevgisi için her
şeyden geçmenizi isterken bile, Allah'a hizmet için kendini bile feda etmeniz
onu memnun etsin.
“Ama söyleyin bana, eğer bir kişi
Allah'ı nasıl seveceğini bilmezse, kendini ne şekilde seveceğini nasıl bilir;
kendini sevmeği bilmezken, başkalarını ne şekilde seveceğini nasıl bilir?
Kesinlikle imkânsızdır bu. Bu bakımdan, kendinize arkadaş seçeceğiniz zaman
(çünkü, hiç arkadaşı olmayan, oldukça yoksul olandır) , önce, onun güzel
soyuna, güzel ailesine, güzel evine, güzel giysisine, güzel şekline ve güzel
sözlerine bakmayın. Çünkü; kolayca aldanırsınız. Fakat, Allah'tan nasıl
korktuğuna, dünyalık şeyleri nasıl hakir gördüğüne, salih amelleri nasıl
sevdiğine ve hepsinin üstünde kendi bedeninden nasıl nefret ettiğine bakın ki,
gerçek arkadaşı kolayca bulasınız; eğer o her şeyin üstünde Allah'tan korkuyor
ve dünyanın fani şeylerini hakir görüyorsa; her zaman salih amellerle meşgul
oluyor ve kendi vücudundan zalim bir düşman gibi nefret ediyorsa. Yine de, böyle
bir arkadaşı, sevgin onda kalacak şekilde sevmeyeceksiniz. Çünkü, (bu şekilde)
bir puta tapıcı olursunuz. Ama, onu Allah'ın size verdiği bir hediye olarak
sevin, çünkü, bu şekilde Allah (onu) daha büyük sevgiyle süsleyecektir. Bakın,
size diyorum ki, gerçek bir arkadaş bulan Cennet'in zevklerinden birini
bulmuştur; hayır, hayır, böylesi Cennet'in anahtarıdır.
Teddeus karşılık verdi: “Ya, bir adamın
şans eseri, sizin anlattığınız gibi olmayan bir arkadaşı olacak olursa, ey
muallim? Ne yapsın o? Ondan vaz mı geçsin?”
İsa cevap verdi: “Gemisini kârlı olduğu
sürece kullanan, zararlı hale geldiğini gördüğü zaman da bırakan denizcinin
yaptığı gibi yapsın. Senden daha kötü olan arkadaşını böyle yaparsın, senin
için bir tehlike olduğu şeylerde eğer Allah'ın rahmetinden ayrı düşmeyeceksen
onu terk et.”
“Vay haline tökezlerden dolayı dünyanın.
Tökezletin gelmemesi olmaz, tüm dünya kötülükler içinde yüzüyor çünkü. Ama yine
de, vay o adama ki, tökezler onun vasıtasıyla gelir. Eğer bu adam boynunda bir
el değirmeni taşıyıp, denizin derinliklerine dalsaydı, komşusuna karşı suç
işlemesinden daha iyi olurdu. Eğer, gözünüz sizin bir günah nedeniyse, onu
çıkarıp atın; çünkü, tek bir gözle Cennet'e gitmek, ikisiyle birlikte
Cehennem'e gitmekten daha iyidir. Eğer, eliniz veya ayağınız sizi günaha
itiyorsa, (yine) aynı şekilde yapın; çünkü, göklerin melekûtuna bir ayak veya
bir elle girmek, iki el veya iki ayakla Cehennem'e gitmekten daha iyidir.”
Petrus seslendi: “Rab, ben bunu ne
yapayım? Muhakkak, kısa zamanda parça parça olacağım.”
İsa cevap verdi: “Ey Petrus, bedeni aklı
bırak ve doğruca gerçeği bul. Çünkü, sana öğreten senin gözündür, sana
işlerinde yardım eden ayağındır, sana bir~şeyler alıp veren de elindir. Bu
bakımdan, bunlar senin için günah nedeni olursa, onları bırak; çünkü, Cennet'e
bilgisiz, bir kaç amelle ve yoksul gitmek, Cehennem'e akıllı, büyük amellerle
ve zengin gitmekten daha iyidir. Seni Allah'a kulluktan alıkoyan her şeyi, bir
kişinin görmesini engelleyen her şeyi fırlatıp attığı gibi, kendinden çıkar at.”
Ve, İsa böyle söyleyip, Petrus'u yanına
çağırdı ve ona dedi: “Eğer, kardeşin sana karşı günah işlerse, git ve onu
düzelt. Eğer düzelirse sevin; çünkü, kardeşini kazanmış olursun. Ama,
düzelmezse, yeniden git ve iki tanık çağırıp, onu yeniden düzelt; ve düzelmeyecek
olursa git ve durumu kiliseye anlat;
yine de düzelmeyecek olursa, onu kâfir yerine koy, bu bakımdan, onunla aynı
çatı altında durmaz, onun oturduğu masada yemek yemez ve onunla konuşmazsın; o
kadar ki, yürürken ayağını koyduğu yeri bilirsen, oraya kendi ayağını
koymazsın.”
Ama, aklında olsun ki, kendini daha iyi
görmeyesin; bunun, yerine şöyle diyesin: “Petrus, petrus, eğer Allah nimetiyle
sana yardım etmese, ondan daha kötü olursun.”
Petrus karşılık verdi: “Onu nasıl
düzeltmeliyim?”
İsa cevap verdi: “Kendinin nasıl
düzeltilmesini istiyorsan öyle. Başkalarının sana nasıl katlanmalarını
istiyorsan, sen de başkalarına öyle katlan. înan bana Petrus, çünkü sana
söylüyorum ki, merhametle kardeşini düzelttiğin her vakit Allah'ın merhametini
çekersin ve sözlerin meyvesini verir; fakat, sert ve haşin olursan, Allah'ın
adaleti tarafından sertçe cezalandırılırsın ve sözlerin hiç meyve vermez. Söyle
bana Petrus: Şu, yoksulların içinde yemeklerini pişirdikleri toprak kaplar var
ya, bunları onlar denk geldiğince taşlarla ve demir çekiçlerle mi yıkıyorlar?
Emin ol ki hayır; ama, bunların yerine sıcak suyla (yıkamıyorlar mı?) Kaplar,
demirle parça parça olur, yemek eşyası ateşte yanar; fakat, insan merhametle
düzelir. Dolayısıyla, kardeşini düzelteceğin zaman kendi kendine şöyle diyesin:
“Eğer Allah bana yardım etmezse, onun bugün yaptıklarının, ben daha kötüsünü
yaparım yarın.”
Petrus karşılık verdi: “Kardeşimi kaç
kez bağışlamalıyım, ey muallim?”
İsa cevap verdi: “Onun seni kaç kez
bağışlamasını istiyorsan, o kadar.”
Petrus dedi: “Günde yedi kez mi?”
İsa cevap verdi: “Yalnızca yedi kez
değil, onu her gün yetmiş çarpı yedi kez bağışlayacaksın; çünkü.-bağışiayan
bağışlanacak, cezaya çarptıran ise cezaya çarptırılacaktır.”
O zaman bu (satırlar) ı yazan dedi: “Yanıklar
olsun reislere! Çünkü, Cehennem'e gidecektir onlar.”
İsa, onu azarlıyarak dedi: “Böyle
demekle aptallaşıyorsun, ey Barnabas! Bak, sana diyorum ki, reisin devlet için
gerekli olduğu kadar, banyo vücut için, gem at için ve dümen gemi için önemli
değildir. Ve, hangi nedenle Allah Musa'ya, Yuşa'ya, Samuel'e, Davud ve
Süleyman'a ve gelip geçen daha pek çoklarına hüküm verdi? Bunlara Allah,
kötülüklerin kökünden kazınması için kılıç vermiştir.”
O zaman, bu (satırları) yazan dedi: “Şimdi,
cezaya çarptırma ve bağışlama hükümleri nasıl verilmeli?”
İsa cevap verdi: “Herkes hüküm verici
değildir: -Çünkü, başkalarını cezaya çarptırma hak ve yetkisi yalnızca
hakimlere aittir, ey Barnabas. Ve, nasıl baba, tüm beden çürümesin diye,
çürümüş bir azanın oğlundan kesilip atılmasını emrederse, hakim de suçluları
cezaya çarptırmalıdır.”
Petrus dedi: “Kardeşimin tevbe etmesi
için ne kadar beklemem gerek?”
İsa cevap verdi: “Seni ne kadar
beklemelerini istiyorsan o kadar.”
Petrus karşılık verdi: “Herkes bunu
anlamaz; bu bakımdan, bize daha açık konuşun.”
İsa cevap verdi: “Allah'ın seni
beklediği kadar, sen de kardeşini bekle.”
“Bunu da anlamazlar” dedi Petrus. İsa
cevap verdi: “Tevbe etmek için vakti olduğu sürece bekle.”
O zaman, Petrus üzüldü ve diğerleri de
(üzüldüler) , çünkü, söylemek istenileni anlamadılar. Bunun üzerine, İsa cevap
verdi: “Eğer sağlam anlayış sahibiyseniz ve kendinizin günahkâr olduğunuzu
biliyorsanız, kalbinizi günahkâra karşı merhametten kesmeyi hiç bir zaman
düşünmezsiniz. Ve, ben böyle açık açık söylüyorum size, ki günahkâr, dişlerinin
altında nefes alıp verecek bir ruhu oldukça tevbe etsin diye beklenmelidir.
Çünkü, Kadir ve Rahim olan Allah'ımız onu böyle bekler. Allah demedi ki, “Şu
saatte günahkâr oruç tutacak, zekât verecek, namaz kılacak ve hacca gidecek ve
ben de onu affedeceğim.” Pek çokları bunu yerine getirdiler de, ebediyen lanete
uğradılar. Fakat, O dedi: “Şu saatte günahkâr günahlarına ağlasın, ben de,
kendi payıma onun kötülüklerini daha fazla hatırlamam.” Anlıyor musunuz?” dedi İsa.
Havariler cevap verdiler: “Kısmen
anladık, kısmen de anlamadık.”
İsa dedi: “Neresini anlamadınız?”
Cevapladılar: “Oruçla birlikte namaz da kılan pek çok
kişinin lanete uğramasını.”
O zaman, İsa dedi: “Bakın, size diyorum
ki, münafıklar ve goyimler Allah'ın dostlarından daha çok namaz kılar, daha çok
zekât verir ve daha çok oruç tutarlar. Ama, inançları olmadığından, Allah
sevgisi için tevbe edemezler ve böylece lanete uğrarlar.”
O zaman Yuhanna dedi: “Bize, Allah
aşkına imanı öğret.”
İsa cevap verdi: “Şimdi, sabah namazını
kılma vakti.” Bunun üzerine kalkıp yıkandılar ve her zaman Sübhan ve Azîm
Allah'ımıza ibadet ettiler.
Namaz bitince, havarileri yeniden
İsa'nın yanına geldiler, o da ağzını açtı ve dedi:
“Yaklaş Yuhanna, çünkü bu gün, sorduğun
her şeyi sana anlatacağım. İman, Allah'ın seçtiklerini mühürlediği bir
mühürdür: mühür ki, Elçisi'ne vermiş ve O'nun ellerinden seçilmiş olan herkes
imanı almıştır. Çünkü, nasıl Allah birdir, öyle de, iman da birdir. Bu nedenle,
her şeyden önce Elçisi'ni yaratmış olan Allah, O'na her şeyden önce, sanki
Allah'ın benzeriymiş (resmiymiş) ve Allah'ın yaptığı ve söylediği şeylerin
hepsiymiş gibi imanı vermiştir. Ve, işte, mü'min imanla her şeyi birinin
gözleriyle gördüğünden daha iyi görür; çünkü, gözler yanılabilir; hatta, hemen
hemen her zaman yanılır; ama iman asla yanılmaz, çünkü, kaynak olarak Allah ve
sözüne sahiptir. Bana inan, imanla Allah'ın tüm seçtikleri kurtulur. Ve,
herhangi bir kimsenin iman olmadan Allah'ı memnun etmesinin imkânsız olduğu da
kesindir. Bu nedenle şeytan, orucu ve namazı, zekâtı ve haccı hiçe indirmek
için çalışmaz; inanmayanları daha bu işleri yapmaya iter, çünkü, insanın
karşılığını almadan çalıştığını görmekten zevk alır. Fakat, tüm gayretiyle
imanı hiçe indirmek için sancılanır durur. Bu bakımdan iman özenle bilhassa
korunmalıdır; ve en emin yol da, “Neden?” sorusunun insanları Cennet'ten
çıkardığını ve şeytan'ı en güzel bir melekten çirkin bir cine çevirdiğini
görerek, “Neden'i bırakmak olacaktır.”
O zaman Yuhanna dedi: “Şimdi biz, ilmin
kapısı olduğunu göre göre, “Neden” i nasıl bırakalım?”
İsa cevap verdi: “Öyle değil, “Neden”
Cehennem'-in kapısıdır.”
Bunun üzerine Yuhanna sustu, Isa devam
etti : “Allah bir şey söylediği zaman ey insan, sen kimsin ki, kuşkun kalmasın
diye, “Neden böyle dedin ey Allah; neden böyle yaptın?
diyecekmişsin? Toprak kap, olur ya,
yapıcısına diyecek mi ki, “beni neden su tutmak için yaptın da, almak için
yapmadın?” Bak, sana diyorum ki, her iğvaya karşı şu sözle kendini güçlendirmen
gerekir: “Allah böyle dedi”, -Böyle yaptı Allah”; “Allah böyle diledi”; çünkü,
böyle yapmakla emniyet içinde yaşarsın.”
Bu zamanda Yahudiye'nin her yanında, İsa
hakkında büyük bir dedikodu vardı: Romalı askerler şeytan'ın çalışmalarıyla,
İsa'nın kendilerini ziyaret etmeye gelen Allah olduğunu söyleyerek, İbranîler'i
karıştırıyorlardı. Bunun üzerine, öylesine büyük bir fitne doğdu ki, kırk gün
demeden tüm Yahudiye silahlandı; o kadar ki, oğul babasına, kardeş kardeşine
karşı durdu. Çünkü, bazıları İsa'nın dünyaya gelen Allah olduğunu söylerken,
diğerleri, “Hayır, O Allah'ın oğludur” diyor; bir diğerleri de, “Hayır, çünkü
Allah insana benzemez, bu nedenle de, oğul edinmez; Nasıralı İsa ise Allah'ın
bir peygamberidir” diyorlardı.”
Ve, bu (fitne) İsa'nın gösterdiği büyük
mucizeler nedeniyle doğmuştu.
Bunun üzerine, halkı susturmak için,
başkâhinin alnında Allah'ın kutsal adı, Teta Gramaton (aslından aynen alındı)
olduğu halde kâhinlik cübbesini giyip at üzerinde merasimde görünmesi gerekti.
Ve, benzer şekilde vali Pilatus ve Hirodes de ata bindiler. Bu olaylar
nedeniyle, Mizpeh'de, her biri kılıçlı ikiyüzbin kişiden oluşan üç ordu
toplandı. Onlara karşı Hirodes konuştu, fakat susmadılar. Sonra, vali ve
başkahin konuşup dediler: “Kardeşler, bu savaş şeytan'ın çalışmasıyla doğuyor,
çünkü İsa hayattadır ve ona baş vurup, kendisi hakkında ifade vermesini
istememiz gerekir. Sonra da ne derse ona inanırız.”
Bunun üzerine herkes sustu; silahlarını
bırakıp, birbirlerini kucakladılar ve birbirlerine şöyle dediler: -”Beni affet,
kardeş!”
O gün, kararlaştırıldığı biçimde herkes
söyleyeceği şeye göre Isa'ya inanmayı kalbine koydu. Ve, vali ile başkâhin
tarafından, İsa'nın bulunduğu yeri bildirecek olana büyük ödüller verileceği
ilân edildi.
Bu sırada biz, kutsal meleğin sözü
üzerine Sina Dağı'na gitmiştik. Ve, İsa orada havarileriyle birlikte kırk gün
kaldı. Bu (süre) geçince, Kudüs'e gitmek üzere İsa Erden ırmağına vardı. Ve,
İsa'nın Allah olduğuna inananlardan biri tarafından görüldü. Bunun üzerine
sevinçlerin en büyüğüyle, -”Allah'ımız geliyor” diye bağırıp, şehre varınca da,
“Allah'ımız geliyor ey Kudüs, onu almaya hazırlan!” diyerek tüm şehri
ayaklandırdı. Ve, İsa'yı Erden yakınında görmüş olduğuna tanıklık etti.
O zaman, küçük büyük herkes İsa'yı
görmek için şehirden çıktı, o kadar ki, şehir boşaldı; çünkü kadınlar,
çocuklarını kucaklarına almışlar, yemek için yiyecek almayı bile unutmuşlardı.
Bu durumu anladıkları zaman vali ve
başkâhin atla çıkıp, halk arasındaki fitnenin yatışması için, aynı şekilde
İsa'yı bulmak için atla çıkan Hirodes'e bir elçi gönderdiler. Bunun üzerine,
iki gün Erden yakınındaki görülen yerlerde İsa'yı aradılar ve üçüncü gün öğleye
doğru, havarileriyle birlikte Musa'nın kitabına göre ibadet için temizlenirken
buldular.
İsa, yeri insanlarla dolduran kalabalığı
görünce çok şaşırdı ve havarilerine dedi: “Belki de şeytan Yahudiye'de fitne
uyandırmıştır. şeytan'dan günahkârlar üzerindeki egemenliğini Allah inşallah
alır.”
Ve, bunu dediğinde kalabalık
yaklaşıyordu ve kendisini tanıdıkları zaman, “Hoş geldinler sana ey Allah'ınız!”
diye bağırmaya ve Allah'a yapıyorlarmış gibi saygı gösterilerinde bulunmaya
başladılar. Bunun üzerine İsa büyük bir aah çekti ve dedi: “Gidin benim önümden
ey deliler, çünkü, ben yerin açılıp da iğrenç sözlerinizden dolayı sizinle
birlikte beni yemesinden korkuyorum!” Bunun üzerine insanlar dehşete kapılarak,
ağlamaya başladılar.
O zaman, İsa sus işareti olarak elini
kaldırdı ve dedi: “Siz var ya siz, ey İsrailîler, bir insan olan bana
Allah'ımız demekle büyük hata işlediniz. Ve, korkarım ki, Allah bundan dolayı
kutsal şehir üzerine, onu yabancılara köle ederek ağır bir belâ indirir Ey,
sizi buna iten bin kez lanetli şeytan!”
Ve bunu deyip, İsa iki elleriyle yüzünü
tokatladı, bunun üzerine öylesine bir yas yükseldi ki, kimse İsa'nın ne
dediğini duyamıyordu. Bu durum karşısında, Isa bir kez daha sus işareti olarak
elini kaldırdı. Ve, halk ağlamayı bırakınca, bir kez daha konuştu: “Göğün
huzurunda itiraf ediyor ve yer üzerinde oturan her şeyi tanıklığa çağırıyorum
ki, ben sizin dediğiniz, şeylerin tümüne yabancıyım; görüyor (sunuz) ki, ben,
ölümcül (bir) kadından doğmuş, Allah'ın hükmüne tabi, diğer insanlar gibi yeme
ve uyuma, soğuk ve sıcak dertlerini çeken bir insanım. Bu bakımdan, Allah
hükmünü vereceği zaman; sözlerim benim insandan öte olduğuma inananların her
birini bir kılıç gibi delip geçecektir.”
Ve, böyle dedik (ten sonra) İsa, çok
büyük bir atlı kalabalığı gördü ve bundan Hirodes ve başkâhinle birlikte
valinin gelmekte olduklarını anladı.
O zaman İsa dedi: “Ne belli, belki onlar
da delirmiştir.”
Vali, Hirodes ve başkâhinle birlikte
oraya varınca, herkes atından inip, İsa'nın çevresinde bir çember oluşturdular,
o kadar ki, askerler İsa'nın başkâhinle konuşmasını dinlemek isteyen halkı
tutamıyorlardı.
İsa saygıyla kâhine yaklaştı, ama o
İsa'nın önünde rükûya vanp, tapınmak istiyordu ki, İsa bağırdı; “Yaptığına
dikkat et, ey yaşayan Allah'ın kâhini! Allah'ımıza karşı günah işleme!”
Kâhin karşılık verdi: “Şimdi, Yahudiye
senin alâmetlerin ve öğretinle öylesine kaynıyor ki, senin Allah olduğunu
haykırıyorlar; bu nedenle, halk sıkıştığından, Roma valisi ve kral Hirodes'le
buraya gelmiş bulunuyorum. Bu bakımdan, sana yürekten rica ediyorum ki, senin
yüzünden ortaya çıkan fitneyi kaldırmaya razı olasın. Çünkü, bazıları Allah
olduğunu söylüyor, bazıları Allah'ın oğlu olduğunu, bazıları da bir peygamber
olduğunu söylüyor.”
İsa cevap verdi: “Ve sen, ey Allah'ın
başkâhini, neden sen bu fitneyi yatıştırmadın? Sen de mi yoksa aklını yitirdin?
Allah'ın kanunu ile birlikte peygamberlikler öylesine nisyana(unutulmaya)
terkedilmiş ki, ey şeytan'ın aldattığı lanetli Yahudiye!”
Ve, İsa bunu söyleyip, yeniden dedi: “Göğün
huzurunda itiraf ediyor ve yer üzerinde oturan herkesi tanıklığa çağırıyorum
ki, insanların hakkımda dedikleri, yani, benim insandan öte olduğum (şeklinde
söyledikleri) şeylerin tümüne yabancıyım ben. Çünkü, bir kadından doğma,
Allah'ın hükmüne tabi, burada diğer insanlar gibi yaşayan, ve herkesin çektiği
dertlere maruz bir insanım ben. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir
ki, dediğin şeyi söylemekle büyük günah işledin, ey başkâhin. Bu günah
nedeniyle kutsal şehir üzerine büyük intikam gelmez inşallah.”
O zaman, kâhin dedi: “Allah bizi
bağışlasın ve sen bizim için dua et.”
Sonra, vali ve Hirodes dediler: “Efendi,
insanın senin yaptığını yapması imkânsızdır; bu bakımdan, ne dediğini
anlamıyoruz.”
İsa cevap verdi: “Dediğiniz doğru,
çünkü, Allah insanda iyi şeyler yapar. Nasıl ki, şeytan kötü şeyler yapıyor.
Çünkü, insan bir dükkân gibidir. Oraya rızasıyla giren çalışır ve orada
satıcılık yapar. Fakat, söyleyin bana ey vali ve sen ey kral, siz böyle
dersiniz, çünkü bizim kanunumuza yabancısınız. Eğer, Allah'ımızın ahdini ve
va'dini okursanız, Musa'nın bir asayla suyu kana, tozu pireye, çiği fırtınaya
ve ışığı karanlığa çevirdiğini görürsünüz. Yerleri kaplayan kurbağa ve fareleri
Mısır'a getirdi, ilk doğanları öldürdü ve denizi yardı da, orada Firavun'u
boğdu. Ben, bunlardan hiç birini yapmış değilim. Ve, Musa'ya gelince, herkes
itiraf eder ki, o, şu anda ölmüş bir adamdır. Yuşa, güneşi yerinde durdurdu ve
Erden (ırmağını) yardı, ben bunları da henüz yapmadım. Ve, Yuşa'ya gelince,
herkes itiraf eder ki o şu anda ölmüş bir adamdır. îlya gökten görüne görüne
ateş ve yağmur indirdi, ben, bunları da yapmış değilim. Ve, îlya'ya gelince,
herkes itiraf eder ki, o bir insandır. Ve, (aynı şekilde) Allah'ın kudretiyle,
Kadir ve Rahîm, her zaman Sübhan ve Kuddüs Allah'ımızı bilmeyenlerin
akıllarının kavrayamayacağı şeyler yapan daha pek çok peygamberler, kutsal
insanlar, Allah'ın dostları.”
Ardından, vali, başkâhin ve kral,
İsa'dan halkı susturması için, yüksek bir yere çıkıp halka konuşmasını rica
ettiler. O zaman İsa, tüm İsrailîler kuru ayakkabılarla geçerlerken Yuşa'nın
Ürdün'ün orta yerinden on iki kabileye aldırttığı oniki taştan birinin üzerine
çıktı ve yüksek sesle dedi: “Kâhinimiz yüksek bir yere çıksın da, oradan benim
sözlerimi tasdik etsin.” Bunun üzerine, kâhin oraya çıktı; İsa, herkes duysun
diye, ona ayrıca dedi: “Yaşayan Allah'ın va'dinde ve ahdinde, Allah'ımızın
başlangıcı olmadığı ve hiç bir zaman sonunun da olmayacağı yazılıdır.”
Kâhin, karşılık verdi: “Aynen böyle
yazılıdır orada.”
İsa dedi: “Allah'ımızın yalnızca Kendi
Sözü'yle her şeyi yaratmış olduğu yazılıdır.” “Aynen öyledir” dedi kâhin.
İsa dedi: “Allah'ın değişmeyen cisimsiz
ve hiç bir şeyden oluşmaması nedeniyle görünmez ve insan zihninden gizli olduğu
yazılıdır.”
“Öyledir, gerçekten” dedi kâhin.
İsa dedi: “Allah'ımız sınırsız ve sonsuz
olduğundan, gökler göğünün onu ihata edemiyeceği yazılıdır.”
“Süleyman Peygamber de böyle söyledi ey İsa”
dedi kâhin.
İsa dedi “Allah'ın yemediğinden,
uyumadığından ve her hangi bir eksiklikle ma'lûl olmadığından, hiç bir şeye
ihtiyaç duymadığı yazılıdır.
“Öyledir” dedi kâhin.
İsa dedi: “Allah'ımızın her yerde olduğu
ve vurup düşüren ve bütünleştiren ve razı olduğu her şeyi yapan O'ndan başka
hiç bir ilâh olmadığı yazılıdır.”
“Öyle yazılıdır” diye karşılık verdi kâhin.
O zaman İsa ellerini yukarı kaldırarak
dedi: “Allah'ımız Rabb, tersine inanacak herkese karşı şahit olarak, senin
hükmüne getireceğim inancım budur.” Ve, halka dönerek dedi: “Kâhinin, Allah'ın
ebediyete kadar ahdi olan Musa'nın kitabında yazılıdır dediği şeylere bakarak
tevbe edin, ki günahınızı idrak edebilesiniz; çünkü ben görünen bir insan ve
yeryüzünde yürüyen diğer insanlar gibi ölümlü bir çiğnem çamurum. Ve, benim bir
başlangıcım oldu, sonum da olacak ve (ben) bir sineği (bile) yeniden yaratamayan
biri(yim).”
Bunun üzerine, halk sesli sesli ağlayıp
dedi: “Günah işledik sana karşı Allah'ımız Rabb; bize merhamet et.” Ve, kutsal
şehrin güvenliği, Allah'ın kızarak onu milletlerin ayaklarının altına teslim
etmemesi için Isa'ya dua et diye hepsi de yalvardı. Bu durum karşısında, İsa
ellerini kaldırarak, kutsal şehir ve Allah'ın insanları için dua etti. Herkes
bağrışıyordu: “Amin, amin!”
Dua bitince kâhin yüksek bir sesle dedi:
“Dur İsa, çünkü, milletimizi sakinleştirmek için senin kim olduğunu bilmemiz
gerekiyor.”
İsa karşılık verdi: “Ben, Davud soyundan
Meryem oğlu İsa, ölümlü ve Allah'tan korkan bir insanım ve şan, şeref ve
azametin Allah'a verilmesine çalışıyorum.”
Kâhin cevap verdi: “Musa'nın kitabında,
Allah'ın ne dilediğini bize ilân edecek ve dünyaya Allah'ın rahmetini getirecek
olan Mesih'i Allah'ın bize herhalde göndereceği yazılıdır. Bu bakımdan, senden
rica ediyorum, bize gerçeği söyle, sen beklediğimiz Allah'ın Mesihi misin?”
İsa cevap verdi: “Allah'ın böyle va'd
ettiği doğrudur. Fakat ben kuşkusuz o değilim, çünkü o benden önce
yaratılmıştır ve benden sonra gelecektir.”
Kâhin karşılık verdi: “Sözlerinden ve
alâmetlerinden, biz ne olursa olsun inanıyoruz ki, sen Allah'ın bir peygamberi
ve bir mukaddesisin. Bu nedenle, tüm Yahudiye ve İsrail adına senden rica
ediyorum ki, Allah aşkına bize Mesih'in ne şekilde geleceğini anlatasın.”
İsa cevap verdi: “Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah, babamız İbrahim'e, “Senin soyundan
yeryüzünün tüm kabilelerini kutsayacağım” diye va'd etmişse de, ben yeryüzünün
tüm kabilelerinin beklediği Mesih değilim. Fakat, Allah beni dünyadan çekip
alınca, şeytan dinsizleri benim Allah ve Allah'ın oğlu olduğuma inandırarak, bu
lânetli fitneyi yeniden çıkaracak, bu şekilde sözlerim ve akidem öylesine tahrif
edilecek ki, ortada otuz mü'min ya kalacak, ya kalmayacak. Bunun üzerine Allah
dünyaya acıyacak ve herşeyi kendisi için yaratmış olduğu Elçisi'ni gönderecek;
O güneyden kuvvetle gelecek ve putatapıcılarla birlikte putları yok edecek;
şeytan'-dan insanlar üzerindeki egemenliği (ni) alacak. Yanında, kendisine
inanacak olanların kurtuluşu için Allah'ın merhametini getirecektir. Onun
sözlerine inanacak olanlara (ne) mutlu.”
97.
“MUHAMMED O'nun
kutlu adıdır”
“O'nun ayakkabı bağlarını çözecek
değerde değilsem de, Allah'tan O'nu görme rahmet ve bereketini aldım.”
O zaman, vali ve kralla birlikte kâhin
cevap verip, dedi: “Üzme kendini ey İsa, Allah'ın mukaddesi, çünkü, bizim
zamanımızda bu fitne bir daha olmaz, şundan ki, kutlu Roma senatosuna o şekilde
yazacağız ki, împaratorluk iradesiyle kimse sana bundan böyle Allah veya
Allah'ın oğlu demeyecektir.”
O zaman, İsa dedi: “Sözlerinizden
teselli bulmuyorum, çünkü sizin ışık umduğunuz yere karanlık gelecektir; fakat
benim tesellim, hakkımdaki her batıl düşünceyi yok edecek ve dini tüm dünyaya
yayılıp, (tüm dünyayı) kontrolüne alacak olan Elçi'nin gelmesindedir, çünkü
böyle va'd etmiştir Allah, babamız İbrahim'e. Ve, bana teselli veren, onun
dininin sona ermeyecek ve Allah tarafından el değmeden korunacak olmasıdır.”
Kahin karşılık verdi: “Allah'ın Elçisi
geldikten sonra, (daha) başka peygamberler gelecek mi?”
İsa cevap verdi: “Ondan sonra Allah
tarafından gönderilen gerçek peygamberler gelmeyecek ama, pek çok yalancı
peygamber gelecek; ki ben buna üzülüyorum. Çünkü, şeytan Allah'ın adaletli
hükmüyle onları yerlerinden kaldıracak da, kendilerini, benim kitabımı bahane
edinip gizleyecekler.”
Hirodes karşılık verdi: “Bu tür
dinsizlerin huzuruna geleceği Allah'ın adaletli hükmü nasıl bir şeydir?”
İsa cevap verdi: “Ne adalettir ki,
kurtuluşa götüren gerçeğe inanmayan, lanete götüren bir yalana inanır. Bu
nedenle size diyorum ki, Mika ve Yeremya zamanında da görülebileceği üzere,
dünya hep gerçek peygamberleri horlamış ve yalancıları sevmiştir. Çünkü, her
benzer kendi benzerini sever.”
O zaman, kâhin dedi: “Mesih'e ne ad
verilecek ve hangi işaret (ler) onun gelişini ortaya koyacaktır?”
İsa cevap verdi: “Mesih'in adı hayranlık
uyandırır, çünkü Allah ruhunu yaratıp da, göksel bir nur içine koyduğu zaman
ona (bu) adı kendisi vermiştir. Allah dedi: “Bekle Muhammed; çünkü senin uğruna
Cennet'i, dünyayı ve yığınlarca yaratığı yaratacağım, içlerinden seni bir elçi
yapacağım, öyle ki, kim seni kutsarsa kutsanacak, kim seni lanetlerse
lânetlenecektir. Seni, dünyaya göndereceğim zaman, kurtuluşa elçim olarak
göndereceğim ve senin sözün gerçek olacak. O kadar ki, gök ve yer düşecek.
Fakat senin dinin düşmeyecek. MUHAMMED O'nun kutlu adıdır.”
O zaman, kalabalık seslerini yükseltip,
dediler: “Ey Allah, bize elçini gönder! Ey Muhammed, dünyanın kurtuluşu için
çabuk gel!”
Ve, kalabalık böyle deyip, İsa ile
ilgili ve akidesi ile ilgili büyük görüşmeler yapmış olarak, kâhin, vali ve
Hirodes'le birlikte ayrıldılar. Bundan sonra kâhin, Roma'ya, Senato'ya tüm
meseleyi yazmasını validen rica etti; vali bunu yerine getirdi. Bunun üzerine,
Senato İsraililere acıyıp, Yahudilerin peygamberi Nasıralı Isa'ya 'Allah' veya
'Allah'ın oğlu' diyenin öldürüleceği hükmünü verdi. Bu hüküm, bakır üzerine
kazınıp mabede kondu.
Kalabalığın büyük bölümü ayrıldığı
zaman, kadın ve çocuk olmayan beşbin kadar kişi kaldı; yolculuktan yorgun
düşmüş, Isa'ya olan özlemleri nedeniyle yanlarına almayı unuttuklarından iki
gün ekmeksiz kalan ve bundan dolayı çiğ ot yiyen (kişilerdi) bunlar
bu bakımdan, diğerleri gibi ayrılıp
gidememişlerdi.
O zaman İsa, bu (durum)u sezince onlara
acıdı ve Filipus'a dedi: “Açlıktan helak olmamaları için bunlara nereden ekmek
bulacağız?”
Filipus cevap verdi: “Rab, her birinin
birazcık tatması için bile, ikiyüz altın bu kadar ekmeği satın alma (ya yetmez)”
O zaman Andreas dedi: “Burada beş somunu ve iki balığı olan bir çocuk ,var,
fakat bu kadar (kişi) için nedir ki bu?”
İsa cevap verdi: “Kalabalığı oturtun.”
Ellişer kırkar otlar üzerine oturdular. O zaman İsa dedi: “Allah'ın adıyla!
(Bismillah)” ve, ekmeği alıp, Allah'a dua etti. Ve sonra ekmeği bölüp
havarilere verdi, havariler (de) kalabalığa verdiler; ve balıkları da böyle
yaptılar. Herkes yedi ve herkes doydu. O zaman İsa dedi: “Artanları toplayın.”
Havariler parçaları toplayıp on iki sepet doldurdular. Bunun üzerine herkes
elini gözlerine koyup, dedi: “Uyanık mıyım, yoksa düş mü görüyorum?” Ve, büyük
mucize nedeniyle kendilerinden geçmiş gibi bir saat öyle kalakaldılar.
Ardından İsa, Allah'a şükredip, onları
dağıttı, fakat ayrılmak istemeyen yetmiş iki kişi vardı; bu durum karşısında İsa,
inançlarını anlayıp, onlan şakirdi olarak seçti.
Erden yakınındaki Tire'de çölün boş bir
parçasına çekilen İsa, yetmiş iki (kişi) yi, on ikiyle birlikte çağırdı ve
kendisi bir taşın üzerine oturup, onlan da yanına oturttu. Ve, bir ah çekişle
ağzını açtı ve dedi: “Bu gün Yahudiye'de ve İsrail'de büyük bir kötülük gördük,
ve öyle bir (kötülük ki), göğsümün içinde kalbim Allah korkusuyla titreyip
duruyor. Bakın, size diyorum ki, Allah kendi şanını kıskanır ve İsrail'i bir
sevgili gibi sever. Bir genç bir hanımı sevdiğinde, o kendisini sevmez de,
başkasını (severse), kızar ve rakibini öldürür, biliyorsunuz. Allah da böyle
yapar, diyorum size: çünkü, İsrail herhangi bir şeyi sevip, bu nedenle de
Allah'ı unutur, Allah da böyle bir şeyi hiçe indirir. Şimdi, hangi şey burada,
yeryüzünde, Allah için din adamlığı ve kutsal mabetten daha kıymetlidir?
Bununla birlikte, Yeremya peygamber zamanında insanlar Allah'ı unutmuşlardı ve
tüm dünyada bir benzeri yok diye yalnızca mabetle öğünüyorlardi; o zaman Allah
gazaba gelip, bir orduyla Babil kralı Buhtunnasır'a kutsal şehri aldırdı ve
kutlu mabetle birlikte yaktırdı. O kadar ki, Allah'ın peygamberlerinin dokunmak
(korkusuyla) titrediği tüm kutsal şeyler kötülük dolu kafirlerin ayakları
altında ezildi İbrahim, oğlu İsmail'i hak olandan biraz daha fazla sevdi; bunun
üzerine Allah İbrahim'in kalbindeki bu şerli sevgiyi öldürmek için, ona oğlunu
boğazlamasını emretti; bıçak kesmiş olsaydı, bunu yapacaktı.
Davud Abşelom'u şiddetle sevdi ve bu
nedenle Allah, oğulun babasına isyan etmesine hükmetti ve (oğul) saçından
asılıp, Yoab tarafından öldürüldü- Ey Allah'ın korkunç hükmü, Abşelom saçını
her şeyden çok severdi de, bu (saç) kendisinin asıldığı bir ipe döndü!
Suçsuz Eyüp, yedi oğlu ve üç kızını
(gereğinden fazla) sevecekti ki, Allah kendisini şeytan'ın eline verdi. (şeytan
da) onu bir günde yalnızca oğullarından ve zenginliğinden yoksun bırakmakla
kalmadı, Aynı zamanda onu acı bir hastalıkla çarptı. O kadar ki, yedi yıl
süreyle bedeninden kurtlar çıktı.
Babamız Yakup Yusuf'u öteki oğullarından
daha çok sevdi: bunun üzerine Allah onu sattırdı ve bu aynı oğullara Yakub'u
aldattırdı; o kadar ki, kurtların oğlunu yediğine inandı ve böylece ağlaya
ağlaya on yıl geçirdi.
“Allah sağ ve diridir ki kardeşler,
Allah bana kızar diye korkuyorum. Bu bakımdan, Yahudiye ve İsrail'e varıp, on
iki İsrail kabilesine aldanmamaları için va'zlarda bulunmalısınız.”
Havariler korku içinde ağlayarak cevap
verdiler: “Bize ne emredersen yaparız.”
O zaman İsa dedi: “Üç gün namaz kılıp
oruç tutalım, bundan sonra da her akşam ilk yıldız görünüp, namaz bittiğinde,
üç kez daha namaz kılıp, üç kez O'ndan merhamet isteyelim, çünkü; Israililer'in
günahı başka günahlardan üç kez daha ağırdır.”
Öyle yapalım” diye karşılık verdi
havariler.
Üçüncü günün bitiminde dördüncü günün
sabahı, İsa tüm şakirtlerini ve havarilerini çağırıp, kendilerine dedi: “Barnabas
ve Yühanna benimle kalsın yeter; siz diğerleri tüm Samiriye, Yahudiye ve İsrail
yörelerine gidip, tevbeyi anlatın; çünkü, balta, kesip devirmek için ağaca
inmek üzeredir. Ve, hastalar için de dua edin, çünkü Allah bana her hastalık
üzerinde yetki vermiştir.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan dedi: “Ey
muallim, eğer havarilerine tevbe etme şekli sorulursa, ne cevap versinler?”
İsa karşılık verdi: “Bir adam cüzdanını
yitirdiğinde, onu görmek için yalnızca gözünü mü, veya almak için yalnızca
elini mi, ya da sormak için yalnızca dilini mi öne sürer? Kesinlikle hayır,
ama, tüm bedenini öne sürüp, onu bulmak için ruhunun tüm gücünü kullanır. Doğru
değil mi?”
O zaman, bu (satırları yazan) cevap
verdi: “Doğruların doğrusu.”
101.
Günahkar Nasıl Tevbe Etmelidir?
Sonra İsa dedi: “Tevbe, kötü yaşantının
ters yüzüdür; çünkü, her duyu günah işlerken yaptığının tam tersine dönmelidir.
Sevinç yerine keder konmalı, gülme yerine ağlama, gülüp eğlenme yerine oruç,
uyuma yerine gece ibadetleri, boş vaktin yerine faaliyette bulunma, şehvetin
yerine arılık, masal söyleme ibadete, hırs ve tamah da sadaka vermeye dönüşsün.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık
verdi: “Ama, kendilerine nasıl kederleneceğimiz, nasıl ağlayacağımız, nasıl
oruç tutacağımız, nasıl faaliyet göstereceğimiz, nasıl arı-duru kalacağımız,
nasıl namaz kılacağımız ve infakta bulunacağımız sorulursa ne cevap verecekler?
Ve, nasıl tevbe edileceğini bilmiyorlarsa, doğru olarak nasıl keffarette
bulunacaklar?”
İsa cevap verdi: “îyi sordun ey
Barnabas, İnşallah her şeye tam olarak cevap vermek arzusundayım. Bu bakımdan,
size bu gün genel olarak tevbeden söz edeceğim ve bir(iniz)e söylediğimi
hep(iniz)e söylüyorum (demektir).”
“Öyleyse bil ki, tevbe bir başka şeyden
daha fazla olarak salt Allah sevgisi için yapılmalıdır. Aksi halde tevbe etmek
boşuna olacaktır. (Durumu) size bir benzetmeyle anlatayım.
“Her bina, temeli çekip alındığında
yıkılıp, enkaz haline gelir; doğru mudur bu?” “Doğrudur” diye karşılık verdi
havariler.
O zaman İsa dedi: “Bizim kurtuluşumuzun
temeli Allah'tır. O'nsuz kurtuluş olmaz. İnsan günah işlediği zaman, kurtuluşunun
temelini yitirmiş olur; bu bakımdan, (işe) temelden başlamak gerekir.”
“Söyle bana, köleleriniz size karşı suç
işleseler ve siz de, onların size karşı işledikleri suçtan dolayı değil de,
ödüllerini yitirdiklerinden dolayı üzüldüklerini bilseniz, kendilerini bağışlar
mısınız? Kesinlikle, hayır. (Öyle de,) size diyorum ki, Allah, Cennet'i
yitirdiklerinden dolayı pişman olanlara işte böyle yapacaktır. Bütün
iyiliklerin düşmanı olan şeytan, Cennet'i yitirip, Cehennem'i kazandığı için
büyük pişmanlık gösterdi. Ama, hiç merhamet (yüzü) görmeyecek artık o, neden
biliyormusun? Çünkü, onda Allah sevgisi yoktur; bırakın bunu, Yaratıcı'sından
nefret eder o.”
“Bakın, size diyorum ki, her hayvan
tabiatı gereği, arzu ettiği şeyi yitirirse yitirilmiş olan (bu) iyilik için
kederlenir. Bunun gibi, gerçekten tevbe edecek olan günahkâr da, içinde
Yaratıcı'sına karşı yaptığı şeyi cezalandırma arzusu duymalıdır. O şekilde ki,
ibadet ettiği zaman, Allah'tan Cennet dilenmeye veya Cehennem'den kurtulmayı
(istemeye) kalkışmaz. Bunun yerine utanarak Allah önünde secdeye varır, der: “Ey
Rabb, sana kulluk etmesi gereken zamanda, hiç yoktan sana karşı aşırı giden
suçluya bak. Bu nedenle burada, yaptığının düşmanın olan şeytan'ın eliyle
değil, Senin elinle cezalandırılmasını diliyor; şundan ki, dinsizler Senin
yaratıkların karşısında sevinmesinler. İstediğin biçimde cezalandır, ceza ver
ey Rabb, çünkü Sen bana hiç bir zaman bu hayırsızın hak ettiği kadar çok azap
etmezsin.”
“Böylece, bu tevbe biçimine sarılan
günahkâr, adalet isteğine oranla Allah'tan daha çok merhamet görecektir.”
“Emin olun ki, iğrenç bir saygısızlıktır
günahkârın gülmesi; o kadar ki, bu dünya, babamız Davud'un haklı olarak
söylediği gibi, bir göz yaşları vadisidir.”
“Kölelerinden birini oğul edinen ve mülkündeki
her şey üzerine efendi yapan bir kral vardı. Şimdi, öyle oldu ki, şerli bir
adamın kandırmasryla zavallı kralın gözünden düştü; yalnızca içten içe değil,
aynı zamanda hakir görülüp, gün be gün çalışarak kazandığı her şeyden yoksun
bırakılarak büyük acılar çekti. Siz sanır mısınız ki, bu adam şu veya bu vakit
güle (bili) r?”
“Kesinlikle hayır” (diye) cevap verdi
havariler, “çünkü, eğer kral bunu bilmiş olsa, gözünden düştügünü görüp onu
köleleştirir. Ama, her halde o, gece gündüz (demeden) ağlar.”
O zaman İsa ağlayarak dedi: “Yazıklar
olsun dünyaya, çünkü sonsuz azap kesindir onun için. Ey zavallı insanlık, Allah
seni bir oğul(hikayecikteki mecaz anlamında) olarak seçip, sana Cennet'i
bahşetti, ama sen orada, ey zavallı, şeytan'ın etkisiyle Allah'ın gözünden
düştün ve Cennet'-ten atılıp, pis dünyaya mahkûm edildin; burada tüm şeyleri
zahmetle elde edersin ve her iyi çalışma sürekli günah işlemekle senden,
alınır. Ve, dünya sadece güler, ve daha kötüsü, en büyük günahkâr olan
herkesten daha çok güler. Bu bakımdan dediğiniz gibi olacak, yani Allah,
günahlarına gülen ve onlar için ağlamayan günahkarı ebedi ölüme çarptıracaktır.”
“Günahkârın ağlaması, bir babanın ölmek
üzere bulunan oğluna ağlaması gibi olmalıdır. Ah (şu) insanın deliliği (ah),
kendinden ruh(u) ayrılan bedene ağlar da, günah nedeniyle Allah'ın
merhametinden ayrılan ruha ağlamaz.
“Söyleyin bana, denizci, gemisi
fırtınaya tutulup parçalandığı zaman yitirdiği şeyleri ağlamakla geri
getirebilecek olsa ne yapar? Belli ki, (oturup) acı acı ağlar.. Ama, size
diyorum ki size, insan ağladığı her şeyde günaha girer de, yalnızca günahına
ağladığı zaman (girmez). Çünkü, insana gelen her belâ kurtuluşu için Allah'tan
gelir ki, (daha) buna sevinmesi gerekir. Fakat, günah, insanın helaki için
şeytan'dan gelir de, insan buna üzülmez. Mutlaka buradan fark ediyorsunuz ki,
insan kayıp peşindedir, kâr değil.” Bartalemus dedi: “Rab, kalbi ağlamaya
yabancı olduğu için ağlayamayan kimse ne yapsın?”
İsa cevap verdi: “Gözyaşı dökenlerin
hepsi ağlamıyor, ey Bartalemus. Allah sağ ve diridir ki, gözlerinden hiç yaş
düşmeyen, (ama yine de) göz yaşı döken bin kişiden daha çok ağlayan insanlar
bulunur. Bir günahkârın ağlaması, üzüntünün ağırlığı nedeniyle dünyevî sevginin
tüketilmesidir. O kadar ki, nasıl güneş ışığı en üste konanı bozulup çürümekten
korursa, aynen öyle de, bu tükeniş ruhu günahtan korur. Eğer Allah, gerçekten
tevbe edene denizin suları kadar göz yaşı verecek olsa, o, çok daha fazlasını
arzular; ve böylece bu arzu, yanan bir ocağın bir damla suyu tükettiği gibi,
seve seve dökeceği bu küçücük damlayı da tüketir. Fakat, hemen hıçkırıklarını
koyuverenler, yükü azaldıkça daha hızlı giden at gibidirler.”
“Mutlaka, hem içte sevgisi, dışta göz
yaşı olan insanlar da vardır. Fakat, bu şekilde o, bir Yeremya gibi olacaktır.
Allah, ağlamada göz yaşından çok üzüntüye bakar.”
O zaman Yuhanna dedi: “Ey muallim, insan
günahtan başka şeyler üzerine ağlamakla nasıl kaybeder?”
İsa cevap verdi; “Eğer, Hirodes sana
tutman için bir gömlek verse ve ardından onu senden çekip alsa, bu senin için
bir ağlama nedeni olur mu?”
“Hayır” dedi Yuhanna” O zaman, İsa dedi:
“Şimdi, insan hiçbir şey yitirmediği zaman, ağlamasına neden yoktur, yitirdiği
zaman da yoktur; çünkü, herşey Allah'ın elinden gelir. Öyleyse, Allah'ın
istediği zaman eîindekini çıkarma kudreti olmasın mı, ey aptal adam? Madem
senin olan senin, günah kendinin, öyleyse sen bunun için ağlayacaksın, bir
başka şey için değil.”
Matta dedi: “Ey muallim, tüm Yahudiye
önünde Allah'ın insana hiç benzemediğini itiraf ettin, şimdi de, insanın
(herşeyi) Allah'ın elinden aldığını söylüyorsun; o halde, Allah'ın eli olduğuna
göre, insana benzeyen bir yanı var (demektir).” İsa cevap verdi “Yanılgı
içindesin ey Matta, ve kelimelerin anlamını bilmeyen pek çokları da bu şekilde
yanılmışlardır. însan, kelimelerin dış (biçim) ini değil, insan konuşmasını
bizimle Allah arasında bir yorumcuymuş gibi görerek, anlamı göz önüne
almalıdır. Bilmez misiniz ki, Allah babalarımıza Sina dağında konuşmak dilediği
zaman, babalarımız, “Bize sen konuş ey Musa, Allah bize konuşmasın, yoksa
ölürüz” diye haykırmışlardı? Ve, Allah İşaya peygamber aracılığıyla ne dedi
(bilmez misiniz) ki, gök yerden ne kadar uzaksa, Allah'ın yol ve yöntemleri
insanların yol ve yönteminden o kadar uzaktır.”
“Allah Öylesine ölçümlenemezdir ki, O'nu
anlatmaktan titriyorum. Ama, sizin için bir girişimde bulunmam gerekiyor. Size
diyorum ki, gökler dokuz (tanedir) ve birbirlerine olan uzaklığı, birinci göğün
yerle olan uzaklığı kadardır. Bu da yerden beşyüz yıllık bir yolculuk
uzaklığındadır. Bu bakımdan, yer en yüksek gökten dörtbinbeşyüz yıllık bir
yolculuk uzaklığında (olmakta) dır. Size diyorum ki, yine (yer) birince göğe
oranla bir iğnenin ucu gibidir. Birinci gök aynı şekilde İkinciye oranla bir
nokta gibidir ve bunun gibi tüm gökler bir sonrakinden daha küçüktür Fakat tüm
göklerle birlikte yerin tüm büyüklüğü, Cennet'e oranla bir nokta gibidir, olmadı,
bir kum taneciği gibidir. Bu büyüklük ölçülemez değil midir?”
Havariler cevap verdiler: “Evet,
mutlaka.”
O zaman, İsa dedi: “Ruhumun huzurunda
durduğu Alah sağ ve diridir ki, Allah'ın (Arşı?) önünde Kâinat bir kum taneciği
kadar küçüktür. Ve Allah('ın Arşı?) Kâinat'tan, tüm gökleri, Cennet'i ve daha
başka şeyleri doldurmak için gidecek kum taneleri sayısınca büyüktür. Şimdi,
bakın bakalım; Allah, yeryüzü üzerinde küçük bir çamur parçası olan insanla
herhangi bir şekilde oranlanabilir mi? öyleyse, dikkat edin de eğer ebedî
hayatı elde etmek istiyorsanız, çıplak kelimelere değil, anlama bakın.”
Havariler karşılık verdiler: “Yalnızca
Allah bilebilir kendini ve (durum) gerçekte İşaya peygamberin dediği gibidir: “O,
insan duyularından gizlidir.”
İsa cevap verdi: “Evet, böylesi
doğrudur; bu bakımdan, Cennet'te olduğumuzda, burada kişinin bir damla tuzlu
sudan denizi tanıdığı gibi, biz de Allah'ı tanıyacağız.”
“Dersime dönecek olursam, size diyorum
ki, insan yalnızca günahı için ağlamalıdır. Çünkü, günah işlemekle insan
Yaratıcı'sını bir yana iter. Ya, eğlencelere ve ziyafetlere gidip duran insan
nasıl ağlayacaktır? Bu ateş çıkaracakmış gibi ağlayacaktır o! Eğer nefisleriniz
üzerinde hakimiyetiniz varsa, ziyafetleri oruca çevirmelisiniz. Çünkü böyle bir
hakimiyete sahiptir Allah'ımız.”
Teddeus dedi: “Öyleyse madem, Allah'ın
üzerinde hakimiyeti bulunan nefsi vardır.” İsa cevap verdi: “Yine mi geriye
dönüp, “Allah'ın bunu vardır”, “Allah böyledir” gibi (sözler) söylemek? Deyin
bana, insanın nefsi var mıdır?”
“Evet” (diye) cevap verdi havariler.
İsa dedi: “Bir insan bulunabilir mi ki,
içinde hayat olsun da nefsi çalışmasın?”
“Hayır” dedi havariler.
“Siz kendinizi aldatıyorsunuz” dedi İsa,
“çünkü, kör, sağır, dilsiz ve kötürüm insan için nefis nerdedir? Ya, bir insan
bayıldığı zaman?”
O zaman havariler şaşırdılar; İsa yine
dedi: “İnsanı meydana getiren üç şey vardır; her biri kendi başına ayrı üç şey:
Ruh, nefis ve ceset. Allah'ımız ruhu ve bedeni duyduğunuz gibi yaratmıştır, ama
nefsi nasıl yarattığını henüz işitmediniz. Bu bakımdan, yarın inşallah size
hepsini anlatacağım.”
Ve, İsa böyle deyip Allah'a şükretti ve
halkımızın kurtuluşu için dua etti, hepimiz de “Amin” dedik.
Sabah namazını bitirince İsa bir palmiye
ağacının altına oturdu ve havarileri orada kendisine yaklaştılar. O zaman İsa
dedi: “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, hayatımız konusunda
pek çokları aldanıyor. Ruh ve nefis birbirine öylesine bitişiktir ki,
insanların büyük bölümü ruh ve nefsi bir ve aynı şey olarak görür ve onu
özde değil de, yaptığı işe göre
kısımlara ayırıp, duygusal, bitkisel ve zihinsel ruh diye adlar takar. Ama
bakınn, size diyorum ki, ruh birdir, düşünür ve yaşar. Ey aptallar, hayat
olmadan zihinsel ruhu nereden bulacaklar? Emin olun ki, hiç (bulamayacaklar)
ama, duyular olmadan hayat, nefis kendisini terkettiği zaman bayılanda
görüldüğü gibi hemen bulunabilir.”
Teddeus karşılık verdi: “Ey muallim,
nefis hayatı terk ettiği zaman insanın hayatı olmaz.”
İsa cevap verdi: “Bu doğru değil, çünkü
insan, ruh ayrıldığı zaman hayattan yoksun olur; çünkü ruh, mucize dışında bir
daha bedene dönmez, fakat nefis duyduğu korku nedeniyle veya ruhun duyduğu
üzüntü nedeniyle ayrılır. Çünkü, nefsi Allah zevk için yaratmıştır; ve nasıl
beden yemekle yaşıyor ve ruh da bilgi ve aşkla yaşıyorsa, o da yalnızca bununla
(zevkle) yaşar. Bu nefis şimdi, günah nedeniyle Cennet'in zevkinden yoksun
bırakılmasının kızgınlığıyla ruha karşı isyan halindedir. Bu bakımdan, onun
bedenî zevk (ler) -le yaşamasını istemeyen için, onu manevî zevk (ler) le beslemeye
çok büyük ihtiyaç vardır. Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, onu yaratan
Allah, onu cehenneme ve acımasız kar (lar) a ve buz (lar) a mahkûm etti; çünkü,
o kendisinin Allah olduğunu söyledi; fakat, Allah onu, yiyeceğini alıp da
besininden yoksun bırakınca, Allah'ın bir kölesi ve O'nun ellerinin işi
olduğunu itiraf etti Ve, şimdi söyleyin bana, nefis dinsizlerde nasıl çalışır?
Emin olun ki, onlarda Allah gibidir o, Allah'ın kanununu bırakarak nefsin
peşinden gittiklerini görüyorsunuz. Bu bakımdan, onlar iğrençleşirler ve hiçbir
salih amelde bulunmazlar.”
“Ve, günaha üzülmenin peşinden gelen ilk
şey oruç tutmaktır. Belli bir yemeğin kendisini hasta ettiğini gören, ölmekten
korkarak, yediğine üzüldükten sonra, hastalanmamak için bu yemeği bırakır.
Günahkâr da böyle yapmalıdır. Zevkin kendisini, dünyanın bu iyi şeylerinde
nefse uyarak yaratıcısı Allah'a karşı günaha sürüklediğini görür, bırakın böyle
yaptığına üzülsün, çünkü, bu kendisini Allah'tan, hayatından yoksun bırakmakta
ve sonsuz Cehennem ölümü vermektedir. Ama, insan yaşarken dünyanın bu güzel
şeylerine ihtiyaç duyduğundan, burada oruç gereklidir. Öyleyse, bırakın da
nefsi kırsın ve Rabb'ı olan Allah'ı bilsin. Ve, nefsin oruçtan nefret ettiğini
görünce de, bırakın, sonsuz üzüntüden başka hiçbir zevkin olmadığı Cehennem'in
durumunu koysun önüne; bir tek zerresi tüm dünyanın zevklerinden daha büyük
olan Cennet'in zevklerini koysun önüne. Bu şekilde kolaylıkla durgunlaşacaktır
o; çünkü, çoğu elde etmek için azla yetinmek, azın içinde tepinip, bütünden
yoksun kalmaktan ve azap içinde kalmaktan daha iyidir.
“İyi oruç tutmak için zengin
ağırlayıcıyı hatırlamanız gerek. Çünkü, burada yeryüzünde her günü zevk sefa
içinde geçirmek isteyen, tek bir damla sudan ebediyyen yoksun kaldı; öte
yandan, burada, yeryüzünde kırıntılarla yetinen Lazarus Cennet'in dopdolu
nimetleri içinde ebediyyen yaşayacaktır. Ama, pişman olan tedbirli olsun; çünkü
şeytan her iyi işi, daha çok, başkalarından da öte, kendisine karşı inançlı bir
köleden asî bir düşmana dönüştüğü için pişman olanın (iyi işlerini) yok etmenin
yollarını arar. Bu bakımdan, şeytan, hastalık bahanesiyle ne olursa olsun ona
oruç tutturmamaya çalışacak ve bundan bir yarar sağlayamadığı zaman da, hasta
düşüp, ardından zevk sefa içinde yaşaması için onu aşırı derecede oruç tutmaya
çağıracaktır. Ve, bunda da başarılı olamazsa, hiç yemek yemeyen, fakat daima
günah işleyen kendisine benzemesi için, orucunu yalnızca bedensel
yemeğe dayandırtmanın çaresini
arayacaktır.”
“Allah sağ ve diridir ki, oruç
tutmayanları hakir görüp, kendini onlardan daha üstün tutarak bedeni yemekten
yoksun bırakmak ve ruhu gururla doldurmak iğrenç bir şeydir. Söyleyin bana,
hasta olan adam, doktorun kendisine verdiği perhizden dolayı böbürlenip,
perhizsiz olanlara deli mi diyecektir? Kesinlikle hayır. Aksine, kendisine,
perhiz verilmesini gerektiren hastalıktan dolayı üzülecektir. Böyle de, size
diyorum ki, pişman olan orucundan dolayı övünmemeli ve oruç tutmayanları hakir
görmemelidir; bunun yerine, oruç tutmasına neden olan günahı için üzülmelidir.
Pişman olup oruç tutan, lezzetli yemekler de yememelidir, kaba yemeklerle
yetinmelidir. Şimdi, bir insan ısıran köpeğe ve tepen ata lezzetli yemek verir
mi? Hayır, kesinlikle, ama tam tersini yapar. Ve, oruçla ilgili olarak bu
(kadar) size yetsin.”
“Bakın, (şimdi de) uyanık olmakla ilgili
size söyleyeceklerime kulak verin. Nasıl, vücudun uyuması ve ruhun uyuması diye
iki tür uyuma varsa, böyle de, uyanık olmakta, vücut uyurken ruhun uyumamasına
dikkat etmelisiniz. Çünkü, bu en ağır bir hatadır. Deyin bana, benzetme olsun
diye (söylüyorum) : Yürürken kendini kayaya çarpan ve ayağını kayaya vurmamak
için kaçındıkça başını vuran bir adam var. Nedir böylesi bir adamın durumu?”
“Zavallı” diye cevap verdi havariler, “çünkü,
böyle bir adam kendinde değildir.”
O zaman, Isa dedi: “îyi cevap verdiniz,
çünkü, bakın size diyorum ki, vücuduyla uyanık olup, ruhuyla uyuyan kendinde
değildir. Manevî kötürümlük maddî olandan daha çok ağırsa, iyileşmesi de daha
zor olur. Bu bakımdan, böylesi bir zavallı, yaşamanın başı olan ruhuyla uyuma
bedbahtlığının farkına varmayıp da, yaşamanın ayağı olan vücuduyla uyumadığı
için övünecek midir? Ruhun uyuması, Allah'ı ve korkunç hükmünü unutmaktır.
Öyleyse, uyanık olan ruh, her yerde ve her şeyde Allah'ı duyan ve daima her an
Allah'tan rahmet ve bereket gördüğünü bilerek, her şeyde her şey kanalıyla ve
her şeyin üstünde O'nun celal ve azametine şükür eden (ruh) tur. Bu bakımdan,
O'nun celal ve azametinden korkan ruhun kulağında ~şu melekî söz yankılanır
durur: “Yaratıklar, hükme gelin, çünkü Yaratıcı'nız sizi yargılamak diliyor.”
Çünkü, o hep Allah'a kulluk eder durur. Söyleyin bana, daha fazlasını, bir
yıldızın ışığıyla veya güneşin ışığıyla görmek istemez misiniz?
Andreas cevap verdi: “Güneşin ışığıyla;
çünkü, yıldızınkiyle yakındaki dağları (bile) göremeyiz, ama günesin ışığıyla
en minnacık bir kum tanesini görürüz. Bu nedenle de, yıldızın ışığında korkarak
yürürken, güneşin ışığında güvenle yürürüz.”
İsa karşılık verdi.- “Aynen öyle de,
size diyorum ki, ruhla Allah'ımız (olan) adalet güneşiyle bakmalı, vücudun
gördükleriyle övünmemelisiniz. Bu bakımdan, en doğru olan, vücudun uyumasından
mümkün olduğu kadar kaçınmaktır, ama; (bundan kaçınmak da), nefis ve beden
yiyecekle, zihin de işle ağırlaştığından hemen hemen imkânsızdır. Bundan
dolayı, bırakın, çok fazla iş ve çok fazla yemekten kaçınmak için birazcık
uyusun.”
“Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, her gece bir miktar uyumak
meşrudur, fakat Allah'ı ve korkunç
hükmünü unutmak asla meşru değildir; ve ruhun uyuması böylesi bir unutmadır.”
O zaman, bu (satırlar) ı yazan karşılık
verdi: “Ey muallim, Allah'ı her zaman hatırda nasıl tutabiliriz? Emin olun,
bize bu imkânsız görünüyor.”
İsa, iç çekerek dedi: “İnsanın
çekebileceği en büyük ızdıraptır bu, ey Barnabas. Çünkü insan burada yeryüzünde
yaratıcısı Allah'ı her zaman hatırda tutamaz; ancak kutsal olanlar bunun
dışındadır. Çünkü onlar, Allah'ı unutamasınlar diye içlerinde Allah'ın
bereketinin nurunu taşıdıklarından Allah'ı her zaman hatırda tutarlar. Ama,
söyleyin bana, taş ocağında çalışanları gördünüz mü? (Bir yandan) başkalarıyla
konuşurken, (öte yandan) yapa yapa demire bakmadan taşı işleyen demir aletle
devamlı vurmayı, ama yine de ellerine vurmamayı nasıl da öğrenmişler! Şimdi,
siz de bu şekilde yapın. Unutma hastalığını tümüyle yenmek istiyorsanız, kutsal
olmayı arzulayın. Bakın ki, su uzun bir süre vura vura en sert kayaları tek bir
damlayla yarar geçer.
“Bu hastalığı neden yenemediğinizi
biliyor musunuz? Çünkü, bunun bir günah olduğunun farkına varmadınız. Öyleyse
size diyorum ki, bir reis sana bir hediye verse ey insan, senin gözlerini
kapayıp ona sırtını dönmen bir hatadır. Allah'ı unutanlar da işte böyle hata
yaparlar. Çünkü, her vakit insan Allah'tan rahmet ve hediyeler alır.
“Şimdi söyleyin bana, Allah'ımız her
vakitte size nimet (in) i bahşetmiyor mu? Kesinlikle evet; çünkü hiç durmadan,
sayesinde yaşadığınız nefesi veriyor size. Bakın, bakın size diyorum ki,
vücudunuzun nefes aldığı her an kalbiniz, “Allah'a şükürler olsun” demelidir.”
O zaman Yuhanna dedi: “Dediklerin
doğruların doğrusu ey muallim; bu bakımdan bu kutlu duruma ulaşmanın yolunu
öğret bize.”
İsa cevap verdi: “Bakın, size diyorum
ki, kişi böyle bir duruma, Rabb'ımız Allah'ın rahmeti olmadan insanî güçlerle
erişemez. İnsanın, Allah'ın kendisine vermesi için iyiliği istemesi gerektiği
doğrudur. Söyleyin bana, sofraya oturduğunuz zaman, görmek istemediğiniz etleri
alır mısınız? Emin olun ki, hayır. Böyle de size diyorum ki, arzu etmediğiniz
şeyi almayacaksınız. Eğer kutsallık arzu ederseniz, Allah göz açıp kapamadan
daha az bir zaman içinde sizi kutsal yapmaya kadirdir, fakat, insan hediye ve
(hediyeyi) vereni anlasın diye, Allah'ımız beklememizi ve istememizi diler.
“Bir hedefe atışta bulunanları gördünüz
mü? Mutlaka pek çok kez boşa atarlar. Buna rağmen, hiç bir zaman boşa atmak
istemezler, daima da hedefi vurma ümidindedirler. Şimdi, siz (de) böyle yapın.
Allah'ımızı her zaman hatırda tutmak isteyen ve unuttuğunuzda kederlenen
sizler; çünkü Allah, söylediğim şeylerin hepsini elde etmeniz için size bereket
verecektir.
“Oruç tutmak ve ruhen uyanık bulunmak
birbiriyle öylesine bir aradadır ki, eğer kişi uyanıklığı bozarsa, oruç da
hemen bozulur. Çünkü, bir insan, günah işlemekle ruhun orucunu bozar ve Allah'ı
unutur. İşte, uyanık olmak ve oruç tutmak ruh bakımından biz ve bütün insanlar
için her zaman gereklidir. Çünkü, günah işlemek kimse için meşru değildir. Ama,
vücudun oruç tutması ve uyanık kalması, inanın bana, her zaman ve herkes için
mümkün değildir. Çünkü, hastalar ve yaşlılar, çocuklu kadınlar, perhiz yapan
insanlar, çocuklar ve zayıf yapıda daha başka kişiler vardır. Kuşkusuz herkes,
normal ölçülerine göre giyinmiş olsalar bile, kendi oruç tutma (biçimini)
tesbit etmelidir. Nasıl,
bir çocuğun elbiseleri otuz yaşlarında
bir insan için uygun değildir, aynen öyle de, bir kişinin uyanıklığı ve orucu
da bir diğeri için uygun değildir.”
“Ama, dikkat edin ki, geceleyin uyanık
kalıp, ardından Allah'ın emri üzere namaz kılmanız ve Allah'ın sözünü
dinlemeniz gerektiği zaman, uyuyasınız diye şeytan tüm gücünü kullanacaktır.”
“Söyleyin bana, bir arkadaşınız eti
yiyip de, kemikleri size verse razı olur musunuz?” Petrus cevap verdi: “Hayır
muallim, çünkü böylesine arkadaş değil, sahtekâr denmesi gerekir.”
İsa iç çekerek cevap verdi: “Tam gerçeği
söyledin ey Petrus, çünkü kişi vücuduyla gereğinden fazla uyanık kalıp, ibadet
edeceği veya Allah'ın sözlerini dinleyeceği zaman uyur veya uyuklayıp başı
aşağı düşerse, böylesi bir bedbaht, Yaratıcısı Allah'la alay etmektedir ve böyle
bir günah dolayısıyla da suçludur. Hatta, Allah'a vermesi gereken zamanı çalıp,
istediği zaman ve istediği kadar harcadığı için de bir soyguncudur.”
“Bir insan, içinde en iyi şarap bulunan
bir kâseyi, şarabın en iyi miktarı bitinceye kadar içmeleri için düşmanlarına,
şarabın tortuları kalınca da, içmesi için efendisine verdi. Efendinin her şeyi
öğrendiği zaman hizmetçisine ne yapacağını ve hizmetçinin onun önünde ne hale
geleceğini düşünürsünüz? Mutlaka onu dövecek ve yerinde bir kızmayla dünyanın
kanunlarına göre kendisini öldürecektir. Şimdi, zamanının en iyisini işlerinde
ve en kötüsünü de ibadet ve kanunu incelemede geçiren bir adama Allah ne
yapacaktır? Yazıklar olsun dünyaya, çünkü, bununla ve daha büyük günah (lar) la
kalbi ağırlaşmıştır! Bu yüzden, size gülmek ağlamaya, ziyafetler oruca ve uyku
uyanıklığa dönüşmeli dediğim zaman, duyduğunuz şeylerin tümünü üç kelimeye
sıkıştırdım. Burada, yeryüzünde kişi her zaman ağlamalı ve bu ağlama yürekten
olmalı, çünkü Yaratıcı'mız Allah'a karşı geliniyor; nefis üzerinde hakimiyet
kurmak için oruç tutmalı ve günah işlememek için uyanık olmalısınız; ve bedenen
ağlama, bedenen oruç tutma ve uyanık olma her bir kişinin bünyesine göre
yapılmalıdır.”
İsa böyle söyleyip, (sonra) dedi: “Hayatımızı
sürdürmemiz için tarlanın meyvelerinden aramaya çıkmalısınız, çünkü sekiz
gündür hiç ekmek yemiyoruz. Bu bakımdan, Allah'ımıza dua edecek ve Barnabas ile
birlikte sizi bekliyeceğim.
Bunun üzerine, tüm şakirtler ve
havariler, İsa'nın sözüne göre dörder altışar yola koyuldular. İsa'nın yanında
bu (satırlar)ı yazan kaldı; o zaman İsa ağlayarak dedi: “Ey Barnabas, sana
büyük sırlar açıklamam gerekiyor, bundan sonra ben dünyadan ayrılacağım ve sen
de onlan anlatacaksın.”
O zaman, bu (satırlar) ı yazan ağlıyarak
dedi; “Beni ağlat ey muallim, başkalarını da (ağlat). Çünkü biz günahkârlarız.
Ve, Allah'ın bir mukaddesi ve peygamberi olan sen, senin için bu kadar ağlamak
uygun değildir.”
İsa karşılık verdi: “İnan bana Barnabas,
ben (ağlamam) gerektiği kadar ağlayamıyorum. Çünkü, eğer insanlar bana Allah
dememiş olsaydı, ben Allah'ı burada, Cennet'te görüleceği biçimde görecek ve
Hüküm Günü'nden korkmama emniyetine erişecektim. Ama, Allah biliyor ki, ben
suçsuzum, çünkü hiç bir zaman bir köleden öte tutulma
düşüncesi beslemedim. Hem, sana diyorum
ki, eğer Allah diye çağırılmamış olsaydım, dünyadan ayrılınca Cennet'e
götürülecektim, ama şimdi Hüküm (Günü'ne) kadar oraya gitmeyeceğim. Şimdi,
benim ağlamama neden olup olmadığını görüyorsun. Bil ki ey Barnabas, bu yüzden
her halde büyük zulme uğrayacak ve havarilerimden biri tarafından otuz paraya
satılacağım. Bu bakımdan, eminim ki, beni satacak olan benim adıma öldürülecek,
çünkü Allah beni yeryüzünden çekecek ve herkes onun ben olduğuma inansın diye
hainin görünümünü değiştirecek; yine de, o, şerli bir ölümle öldüğü zaman, ben
uzun bir süre bu lekeyle dünyada kalacağım. Fakat, Allah'ın kutlu Elçi'si
Muhammed gelince, bu rezalet silinip gidecek. Ve, Allah bunu yapacak, çünkü,
bana bu canlı bilinme ve şu rezil ölüme yabancı olma ödülünü verecek olan Mesih
gerçeğini itiraf etmiş bulunuyorum.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık
verdi: “Ey muallim, söyle bana, kimdir bu alçak! Çünkü, seve seve boğar
öldürürüm onu.”
“Sus, bir şey söyleme” diye cevap verdi İsa,
“çünkü Allah böyle diliyor ve o(hain) başka türlüsünü de yapamaz. Fakat, gör
ki, annem böyle bir olaya üzüldüğünde, rahatlaması için ona gerçeği anlatırsın.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık
verdi: “înşallah bütün bunları yapacağım ey muallim.”
Şakirtler dönüşlerinde, çam kozalakları
getirdiler ve Allah'ın iradesiyle bir hayli de hurma bulmuşlar. Öğle namazından
sonra İsa ile birlikte yediler. Bu sırada (bu satırları) yazanın üzgün yüzünü
gören şakirtler ve havariler, İsa'nın hemen dünyadan ayrılması gerektiğinden
korkuya kapıldılar. Bunun üzerine, İsa onları teselli ederek dedi: “Korkmayın,
çünkü sizden ayrılma saatim henüz gelmiş değil. Yanınızda kısa bir süre daha
kalacağım. Bu bakımdan, dediğim gibi, Allah'ın îsrailîler üzerine merhamet
etmesi için, tüm İsrail'e varıp, pişman olmayı anlatmayı size öğretmeliyim.
Öyle ki, herkes tenbelliğin farkına varsın ve çok daha fazla günahının
kefaretini ödesin; çünkü, iyi meyve vermeyen her ağaç kesilecek ve ateşe
atılacaktır.
“Bağ tarlası olan bir vatandaş vardı ve
tarlanın ortasında, içinde güzel bir incir ağacı olan bir bahçe bulunuyordu. Üç
yıldır mal sahibi ağaca geliyor ve üzerinde hiç meyve bulamıyordu; ve tüm öbür
ağaçların meyve verdiğini görünce, bağcısına dedi: “Bu kötü ağacı kes, çünkü
araziye yük oluyor.”
Bağcı karşılık verdi: “Değil efendim;
çünkü, güzel bir ağaçtır o.”
“Ses etme” dedi mal sahibi, “çünkü,
yararsız güzelliklere önem vermem ben. Palmiye ve pelesenk ağacının incirden
daha soylu olduğunu bilmen gerek. Ama, evimin avlusuna bir palmiye ve bir de
pelesenk ağacı fidanı dikmiş ve çevresine hayli para harcayarak duvar
çevirmiştim. Fakat, bunlar meyve yerine yığılıp kalan yaprak verip, evimin
önündeki araziyi de verimsizleştirince, ikisini de ortadan kaldırdım. Şimdi,
diğer bütün ağaçların meyve verdiği bağ tarlama ve bahçeme yük olan evimin
uzağındaki bir incir ağacını nasıl bağışlayayım? Emin ol ki, ona daha fazla
katlanmayacağım.”
O zaman bağcı dedi: “Efendi, toprak
oldukça zengin. Bu bakımdan, bir yıl daha bekle. Ben incir fidanının dallarını
budayıp, kendinden toprağın verdiği tüm fazlalıkları alayım ve taşlı kuru bir
araziye koyayım; böyle yapıca meyve verecektir o.”
-Mal sahibi karşılık verdi: “Şimdi git
ve öyle yap; bekleyeceğim ve incir fidanı da meyve
verecek.” Bu temsilî hikâyeyi
anlıyorsunuz değil mi?”
Havariler cevap verdiler: “Hayır Rab, bu
nedenle onu bize açıklayın.”
İsa karşılık verdi: “Bakın, size diyorum
ki, mal sahibi Allah'tır, bağcı da O'nun kanunu. Allah'ın Cennette palmiye ve
pelesenk ağaçları vardı; şeytan palmiye ağacı, ilk insan da pelesenk ağacıdır.
Allah, bunları çıkarıp attı. Çünkü, salih ameller meyvesi vermiyorlar, bunun
yerine pek çok melekleri ve pek çok insanları ayıplayan dinsizce sözler sarf
ediyorlardı. Şimdi, Allah insanı dünyaya, tüm emir ve yasaklarına göre Allah'a
kulluk eden yaratıklarının arasına indirmiştir. Allah'ın meleği ve ilk insanı
bağışlamayıp, meleği ebedi, insanı da bir süre için cezalandırdığını görerek
diyorum ki, meyve vermeyen insanı Allah kesip, Cehennem'e mahkûm eder. Bu
konuda Allah'ın kanunu der ki, bu hayatta insan için pek çok iyi şeyler vardır
ve bu nedenle salih ameller işleyebilmesi için sıkıntılar çekmesi Ve dünyevî
iyiliklerden yoksun kalması gerekmektedir. Dolayısıyla, Allah'ımız insanın
Pişman olmasını bekler. Bakın, size diyorum ki, Allahımız insanı çalışmaya
mahkûm etmiştir ki, Allah'ın dostu ve peygamberi Eyüp der: “Kuşun uçmak için,
balığın da yüzmek için doğduğu gibi, insan da çalışmak için doğar.”
Allah'ın bir peygamberi olan Davud da
şöyle der: “Elimizin emeğini yiyerek kutsanacağız ve bu bizim için iyidir.”
Bu nedenle, herkes niteliğine göre
çalışsın. Şimdi söyleyin bana, babamız Davud ve oğlu Süleyman elleriyle
çalışmışlarsa, günahkârın ne yapması gerekir?
Yuhanna dedi: “Muallim, çalışmak yerinde
olan bir şey, ama bunu yoksullar yapmalı.” İsa karşılık verdi: “Yaa, çünkü
onlar başka türlü yapamaz. Ama, bilmez misin ki, iyilik iyi olmak için
gereklilikten azade olmalıdır? Böyle de, güneş ve diğer gezegenler, başka
türlüsünü yapamasınlar diye Allah'ın hükümleriyle güçlendirilmişlerdir ve bu
nedenle de, herhangi bir liyakatleri yoktur. Söyleyin bana, Allah çalışma
hükmünü koyduğu zaman, “Yoksul insan yüzünün teriyle yaşayacaktır” mı dedi? Ve,
Eyüp, “Kuş uçmak için doğar, yoksul insan da çalışmak için doğar” mı dedi?
Hayır, Allah insana, “Ekmeğini yüzünün teriyle yiyeceksin” ve Eyüp de “İnsan
çalışmak için doğmuştur” demiştir. Bu bakımdan, (yalnızca) insan olmayan bu
hükmün dışındadır. Emin olun ki, her şeyin pahalı olmasının nedeni, pek çok
haylaz insanın bulunmasıdır. Eğer, bunlar çalışacak olsalar, bazısı toprağı
sürse, bazısı da sularda balıkçılık yapsa, dünyada bolluk üstü bolluk olur. Ve,
yokluklar nedeniyle, korkunç Hüküm Günü'nde hesap vermek gerekecektir.”
“Bırakın, insan bana bir şeyler desin.
Dünyaya ne getirdi ki, bu nedenle haylaz haylaz yaşasın? Çıplak ve hiç bir şey
yapamıyâcak biçimde doğduğu ortada. Bundan dolayı da, bulduğu şeylerin tümünün
sahibi değil, dağıtıcısıdır o. Ve, o korkunç günde bunların hesabını
verecektir. İnsanı vahşi hayvanlar gibi yapan iğrenç şehvetten çok korkmak
gerekir; çünkü, düşman kişinin kendi evi içindedir. Bu bakımdan, düşmanın
gelemiyeceği herhangi bir yere gitmen mümkün değildir. Ah, niceleri şehvet
yüzünden helak olup gittiler! Şehvet yüzünden tufan oldu, o kadar ki, dünya
Allah'ın merhameti önünde silinip gitti de, yalnızca Nuh ve seksen üç insan
kurtuldu.
Şehvet yüzünden Allah üç lânetli şehri
yerle bir etti (ve) içlerinden yalnızca Lût ve iki oğlu kurtuldu. “Şehvet
yüzünden Bünyamin'in kabilesi tümüyle sönüp yok oldu. Ve, bakın size diyorum
ki, şehvet yüzünden ne kadar insanın helak olduğunu size anlatacak olsam, beş
günlük süre yetmez.”
Yakup karşılık verdi: “Ey üstad, şehveti
simgeleyen nedir?”
İsa cevap verdi: “Şehvet, gem vurulmamış
bir aşk arzusudur; akıl tarafından yönlendirilmezse, insan zihin ve
duygularının sınırlarını aşar,- öyle ki, insan kendini bilmeden, nefret etmesi
gereken şeyi sever. İnanın bana, insan, böyle bir şeyi Allah kendisine verdi
diye değil de, sahibi olarak bir şeyi severse, bir zani olur; çünkü,
Yaratıcı'sı Allah'la birlikte olması geieken ruhu yaratıkla birleştirmiştir.
Ve, işte Allah Işaya peygamber aracılığıyla ağlayarak der: “Sen pek çok
aşıklarla zina ettin; buna rağmen bana dön, seni kabul edeceğim.”
“Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, eğer insanın kalbinde içten bir şehvet olmazsa, dışta (kötülüklere)
düşmez; çünkü, kök giderse ağaç hemen ölür.”
“Bu nedenle insan, Yaratıcı'sının
kendisine verdiği hanımla yetinsin ve başka bir kadını unutsun.”
Andreas karşılık verdi: “însan, yaşadığı
şehirde o kadar çok varken, kadınları nasıl unutur?”
“Ey Andreas, şehirde yaşayan insana,
şehrin zarar vereceği ortada; görülüyor ki, şehir her kötülüğü emen bir
süngerdir.”
“Nasıl asker, kale çevresinde düşmanlar
olduğu zaman, vatandaşlar adına her zaman ihanetten korkarak ve kendini her
(türlü) saldırıya karşı koruyarak yaşıyorsa, insana da şehirde yaşamak yaraşır.
Aynen böyle de, diyorum ki size, insan dıştan gelen her türlü günah dürtüsünü
itsin ve nefisten korksun, çünkü onun kirli şeylere karşı aşın bir arzusu
vardır. Ama, her türlü şehevî günahın kaynağı olan göze gem vurmazsa, kendini
nasıl korusun? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, maddi gözleri
olmayan, üçüncü dereceye kadar olan cezaları görmekten emindir; halbuki,
gözleri olan yedinci dereceye kadar cezalandırılır.
“îlya peygamber zamanında, îlya iyi
yaşantısı olan kör bir adamı ağlarken görüp, ona sordu: “Niye ağlarsın, ey
kardeş?” Kör adam cevap verdi: “Ağlarım, çünkü Allah'ın mukaddesi İlya
Peygamber'i göremiyorum.”
O zaman, îlya kendisini azarlayıp dedi: “Bırak
ağlamayı ey adam, çünkü ağlamakla günaha giriyorsun.”
Kör adam karşılık verdi: “Söyle bana
şimdi, ölüleri kaldıran ve gökten ateş indiren Allah'ın kutsal bir peygamberini
görmek günah mıdır?”
îlya cevap verdi: “Gerçeği konuşmuyorsun;
çünkü îlya senin dediklerinin hiç birini yapamaz. Senin gibi bir insandır o.
Dünyadaki tüm insanlar, tek bir sineği meydana getiremezler.”
Kör adam dedi: “Sen böyle dersin ey
adam, çünkü, îlya herhalde bazı günahların nedeniyle seni azarladı da, bu
bakımdan ondan nefret ediyorsun.”
Îlya karşılık verdi: “inşallah gerçeği
söylüyorsundur; çünkü, ey kardeş, eğer îlya'dan nefret edersem Allah'ı severim
ve îlya'dan ne kadar nefret edersem, Allah'ı o kadar çok severim.”
Bunun üzerine, kör adam çok kızdı ve
dedi: “Allah sağ ve diridir ki, sen dinsizin birisin! însan Allah'ın
peygamberinden nefret ederken, Allah sevilebilir mi? Defol git, seni daha fazla
dinlemek istemiyorum çünkü!”
îlya karşılık verdi: “Kardeş, şimdi
bedenle görmenin nasıl kötü olduğunu zekânla görebiliyorsundur. Çünkü, llya'yı
görmek için göz istersin, ruhunla da îlya'dan nefret edersin.”
Kör adam karşılık verdi: “Hemen defol
git, çünkü sen şeytan'sın. Allah'ın mukaddesine karşı beni günaha katacaksın.”
O zaman îlya ah çekti ve göz yaşları
içinde dedi: “Gerçeği söyledin ey kardeş, çünkü, görmeği arzu ettiğin benim
bedenim seni Allah'tan ayırır.”
Kör adam dedi: “Seni görmek istemiyorum;
hem, gözlerim olsa, seni görmemek için kaparım.”
O zaman îlya dedi: “Bil ki kardeş, ben
îlya'yım!” Kör adam karşılık verdi.: “Doğruyu söylemiyorsun.”
O zaman îlya'nın havarileri dediler: “Kardeş,
o Allah'ın peygamberi îlya'nın ta kendisidir.”
“Söyleyin bana” dedi kör adam, “Eğer o
peygamberse, ben hangi soydanım ve nasıl kör oldum?”
îlya cevap verdi: “Sen Levî
kabilesindensin; ve Allah'ın mabedine girerken, mabedin yanında bir kadına
şehvetle baktığından Allah'ımız görme gücünü aldı.”
O zaman, kör adam ağlayarak dedi: “Bağışla
beni ey Allah'ın kutsal peygamberi; sana dediklerimden dolayı günaha girdim;
seni görmüş olsaydım, günah işlemiyecektim.” îlya karşılık verdi: “Allah'ımız
bağışlasın seni ey kardeş, çünkü benim hakkımda bana doğruyu söylediğini
biliyorum; çünkü kendimden ne kadar çok nefret edersem, o kadar çok Allah'ı
severim; ve eğer beni görsen, Allah'ın razı olmadığı arzun yatışır. Çünkü senin
Yaratıcın îlya değil, Allah'tır; bu bakımdan ben senin için şeytan'ım” dedi
îlya ağlayarak; “çünkü, sana Yaratıcı'dan yüz çevirttim. O halde ağla kardeş,
çünkü, senin hakkı batıldan ayırt ettirecek ışığın yok. Ama olsaydı, benim
akidemi hor görmiyecektin. Bu nedenle, sana diyorum ki, pek çokları beni görmek
arzular ve uzaklardan beni görmeye gelirler, (ve) bunlar sözlerimi hor
görürler. Dolayısıyla onlar için, kurtuluşları için, gözlerinin olmaması daha iyi,
çünkü kendileri gibi yaratılandan zevk alan ve Allah'tan zevk almaya çalışmayan
herkes kalbinde bir put yapıyor ve Allah'ı bırakıyor.” Sonra İsa iç çekerek
dedi: “îlya'nın dediklerinin hepsini anladınız mı?”
Havariler cevap verdiler: “Gerçekten
anladık ve burada, yeryüzünde putatapıcı olmayan pek az kisi bulunduğunu görüp,
ne diyeceğimizi bilemiyoruz.”
118.
İbadet Ruhun İlacı ve
Avukatıdır
O zaman İsa dedi: “Doğru söylüyorsunuz,
çünkü, şimdi îsrailîler beni Allah yerine koyarak, kalblerindeki putatapıcılığı
yerleştirmek arzusundaydılar; pek çokları Allah olduğumu söylersem tüm
Yahudiye'ye hakim olabileceğimi ve sürekli nefis bir yaşantı içinde reisler
arasında kalmayıp, çöllük, yerlerde yoksulluk içinde yaşamak istediğimden deli
olduğumu söyleyerek, öğretimi hakir görmektedirler. Ey, sineklerde ve
karıncalardaki ışığa değer verip,
yalnızca meleklerde, peygamberlerde ve Allah'ın mukaddeslerinde bulunan ışığı
hor gören talihsiz insan!
“O halde, göz korunmayacak olursa ey
Andreas diyorum ki sana, baş aşağı şehvetle düşmemek mümkün değildir. Bu
konuda, Yeremya peygamber ağlaya ağlaya gerçeği söylüyordu: “Gözüm ruhumu çalan
bir hırsızdır.” Böyledir, çünkü babamız Davud da Rabb'ımız Allah'a en büyük
özlemle, yararsız şeylere bakmaktan gözlerini çevirmesi için dua ediyordu.
Gerçekten sonu olan her şey boşunadır. Öyleyse, söyleyin bana, bir kimsenin
ekmek aİacak iki kuruşu olsa, onu duman almak için harcar mı? Kesinlikle hayır;
şundan ki, duman gözleri incitir ve vücuda hiç bir gıda vermez. İşte insan da
aynen böyle yapsın, çünkü o gözlerinin bakışı ve kalbinin bakışıyla (basiret)
Yaratıcısı Allah'ı ve iradesinin verdiği temiz lezzeti tanımaya çalışmalı ve
Yaratıcı'yı yitirmeye neden olan yaratılanı amaç edinmemelidir.”
însan, bir şeye baktığı ve o şeyi insan için
yaratan Allah'ı unuttuğu her vakitte günah işlemiş olur. Çünkü, eğer bir
arkadaşın kendisini hatırda tutması için sana herhangi bir şey verse ve sen de
onu satıp, arkadaşını unutsan, arkadaşına karşı suç işlemiş olursun, îşte,
insan da böyle yapar; çünkü, yaratılana bakıp, onu insanın sevgisi için
yaratmış olan Yaratıcıyı hatırda tutmadığı zaman, akılsızlığından yaratıcısı
Allah'a karşı günaha girer, “Bu bakımdan, kadınlara bakıp, kadını erkeğin
iyiliği için yaratan Allah'ı unutan kişi. kadını sevecek ve arzulayacaktır. Ve,
bu şehveti o dereceye zorlayıp gelecektir ki, sevilen şeye benzeyen her şeyi
sevecek, bu şekilde hatırlanması bir utanç olan bu iş (in) günahı doğacaktır. O
halde, eğer insan gözlerine gem vuracak olursa, nefsinin üzerinde hakim olacak,
o da kendisine sunulmayan şeyi arzulayamayacaktır. Çünkü, böylece beden ruha
tabî olacaktır. Nasıl gemi rüzgârsız hareket edemezse, beden de nefs olmadan
günah işleyemez.
“Sonra, pişman olanın masal söylemeyi
ibadete çevirmesi gerekir. Bu Allah'ın bir hükmü olmasa bile, akıl bunu
gösteriyor. Çünkü, her haylaz kelimede insan günaha girer ve Allah'ımız günahı
ibadetle siler. Çünkü, ibadet ruhun avukatıdır; ibadet ruhun ilâcıdır; ibadet
kalbin savunmasıdır; ibadet inancın silâhıdır, ibadet nefsin gemidir; ibadet
bedenin, günahla bozulmasını önleyen tuzudur. Size diyorum ki, ibadet
hayatımızın elleridir; bununla, ibadet eden kişi hüküm gününde kendisini
koruyacaktır çünkü, ruhunu burada, yeryüzünde günahtan uzak tutacak ve kalbini
kötü arzuların değmesinden koruyacaktır; nefsini Allah'ın kanunu içinde tutup,
istediği her şeyi Allah'tan alarak bedeni de takva yolunda yürüdüğü için
şeytan'ı kızdıracaktır.
“Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir
ki, ibadet etmeyen insan, derdini köre açan dilsiz bir adamdan; merhemsiz
iyileştirilebilen fistülden, hareket etmeden kendini savunan veya silahsız
olarak bir başkasına saldıran, dümensiz kürek çeken veya tuz olmadan ölü bedeni
koruyan bir adamdan daha çok salih amel sahibi değildir. Çünkü, bakın, eli
olmayan alamaz. Eğer insan gübreyi altına ve çamuru şekere çevirebilecek olsa,
ne yapar?”
Sonra, İsa sustu, havariler cevap
verdiler: “Kimse, altın ve şeker yapmaktan başka bir işe kendini koşmaz.”
O zaman İsa dedi: “Şimdi, neden insan
aptalca masal anlatıcılığı ibadete dönüştürmez? Zaman kendine Allah tarafından
Allah'a karşı gelsin diye mi verilmiştir yoksa? Hangi
reis kendi üzerine savaş açsın diye bir
şehri tebasına verir? Allah sağ ve diridir ki, eğer insan boş konuşmakla
ruhunun ne hallere girdiğini bilmiş olsa, konuşmaktansa hemen dilini dişleriyle
koparır. Ey zavallı dünya! Bugün insanlar ibadet için toplanmazlar da, mabedin
verandalarında ve mabedin ta içinde şeytan boş konuşma kurbanlarını alır ve
utanç duymadan sözünü edemediğim şeylerden daha kötü olan da budur.
Boş konuşmanın meyvesi budur ki, zihni
gerçeği anlamayacak biçimde zayıflatır; nasıl, yarım kiloluk pamuk yükünü
taşımaya alışmış bir at on kiloluk taşı taşıyamazsa, aynen öyle.
Fakat, bundan daha kötüsü, insanın
zamanını şaka matrakla geçirmesidir, İbadet etmek istediği zaman, şeytan aklına
şu aynı şakaları getirir, o kadar ki, Allah'ın merhametini çekip, günahlarının
afvını sağlamak için günahlarına ağlaması gerektiği zaman, gülmekle Allah'ın
kızgınlığını çeker; O da kendisini cezalandıracak ve fırlatıp atacaktır. “Öyleyse,
yazıklar olsun şaka matrakla boş vakit geçirenlere! Ama, Allah'ımız şaka edip
boş vakit geçirenleri iğrenerek alırsa, ya komşusuna iftira edip, mırıldanıp
duranı nasıl alacak ve çok gerekli bir işle uğraşır gibi günahla uğraşanların
durumu ne olacaktır? Ah murdar dünya, senin Allah'ın nasıl elem verici bir
cezasına çarpılacağını tasavvur edemiyorum! Öyle de, pişman olan, diyorum ki o
sözlerini altın fiyatına vermelidir.” Havarileri karşılık verdiler: “Ama, bir
insanın sözlerini altın fiatına kim alır? Kesinlikle hiç kimse ve nasıl pişman
olacaktır? Mutlaka aç gözlü olacaktır o!” İsa cevap verdi: “Öylesine ağır
kalbleriniz var ki, ben on (lar) ı kaldıramıyorum. Bu, bakımdan, her sözde size
anlamı da söylemem gerekiyor. Ama, size sırlarını öğrenme lûtfunda bulunan
Allah'a şükredin. Pişman olan, konuştuğunu satsın demiyorum. Konuştuğu zaman,
altın çıkarıyormuş gibi düşünsün diyorum. Çünkü, kuşkusuz böyle yapmakla, nasıl
altın gerekli şeyler için harcanırsa, o da (yalnızca) konuşması gerektiği zaman
konuşacaktır. Ve, nasıl kimse altını vücudunu incitecek bir şey için
harcamazsa, o da ruhunu incitebilecek bir şeyin sözünü etmesin.
“Vali bir mahpusu yakalayıp da sorguya
çekerken zabıt kâtibi de (konuşulanları) kayda geçiyorsa, söyleyin bana, böyle
bir adam nasıl konuşur?”
Havariler cevap verdiler: “Yerinde ve
korkarak konuşur ki, kuşku uyandırmasın; ve valiyi sinirlendirebilecek herhangi
bir şey söylememek, aksine serbest bırakılabilecek şekilde konuşmanın yollarını
aramak için dikkat eder.”
O zaman, Isa karşılık verdi: “Ruhunu
yitirmemek için, pişman olanın da yapması gereken budur. Çünkü, Allah her
insana zabıt kâtibi olarak, biri yaptığı iyilikleri, diğeri de kötülükleri
yazan iki melek vermiştir. Öyleyse, eğer bir insan merhamet görmek istiyorsa,
altını ölçtüğünden daha çok konuşmasını ölçsün.”
“Hırs ve tamaha gelince, bu da sadaka
vermeye çevrilmelidir. Bakın, size diyorum ki, nasıl çekülün(terazi) denge
olarak merkezi varsa, tamahkânn da sonunda varacağı yer
olarak Cehennem vardır. Neden biliyor
musunuz? Anlatacağım size: Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki,
tamahkâr diliyle sessiz bile olsa yaptıklarıyla der: “Benden başka Allah
yoktur.” Sahip olduğu ne varsa, başını, sonunu, çıplak doğup, her şeyi
(ardında) bırakarak öleceğini düşünmeden istediği gibi harcar.”
“Şimdi söyleyin bana, Hirodes size
bakmanız için bir bahçe verse, siz de kendinizi hemen sahip yerine koyup,
Hirodes'e hiç meyve göndermeseniz ve Hirodes size adam gönderip meyve
istediğinde elçileri kovsanız, söyleyin bana, kendinizi bu bahçenin kralları
yapmış olmaz mısınız? Mutlaka, öyle. Şimdi, diyorum ki size, aynen tamahkâr
adam da böyle, Allah'ın kendine vermiş olduğu zenginliği üzerinde kendini ilâh
yapar. “Hırs ve tamah, zevkine göre yaşamasının günahıyla Allah'ı yitiren ve
kendinden gizli olup, çevresini iyilikleri yerine koyduğu geçici şeylerle
kuşatan Allah'tan memnun olmayan nefsin bir susuzluğudur; ve bu (susuzluk)
arttıkça, kendini o kadar çok Allah'tan uzaklaşmış bulur.
“Ve, günahkârın doğru yolu bulması,
tevbe etme lûtfunda bulunan Allah'tandır. Babamız Davud da şöyle der: “Bu
değişim Allah'ın sağ elinden gelir.”
“Pişmanlığın nasıl olması gerektiğini
bilmek istiyorsanız, size insanın ne tür (bir şey) olduğunu anlatmam lâzım. Ve,
bugün bize iradesini sözlerim aracılığıyla bildirme lûtfunda bulunan Allah'a
şükürler edelim.”
“Bundan sonra ellerini kaldırıp dua
ederek, dedi: “Merhametiyle bizi yaratan, bize Doğru Elçi'nin diniyle kulların
insanlar mertebesi veren Kadir ve Rahim Rabb Allah, tüm nimetlerin için sana
şükreder, günahlarımıza hayıflanarak, namaz kılıp zekât vererek, oruç tutup
Kelimen üzerinde çalışarak, iradeni bilmeyenlere öğreterek, Sen'in sevgin için
dünyanın sıkıntılarını çekerek ve Sana kulluk için ölüm üzerine hayatımızdan
geçerek seve seve yalnızca Sana ibadet ederiz. Sen ey Rabb, seçtiklerini
koruduğun gibi, Kendi benliğin aşkına ve bizi kendisi için yarattığın Elçin
aşkına ve tüm kutsal (kul)lann ve peygamberlerin aşkına bizi şeytan'dan,
bedenden ve dünyadan koru!”
Havariler karşılık verdiler: “Amin, Amin
Rabb, Amin ey merhametli Allah'ımız.”
Cuma günü gelince, sabah erkenden
namazdan sonra İsa havarilerini topladı ve onlara dedi: “Oturalım; çünkü işte
bu günde Allah insanı yeryüzünün çamurundan yarattı; ben de inşallah, insanın
nasıl bir şey olduğunu size anlatacağım.”
Herkes oturunca yeniden dedi: “Allah'ımız,
yaratıklarına iyiliğini, merhametini ve hoşgörülüğü ve adaletiyle birlikte
kudretini de göstermek için birbirine zıt dört şeyden bir terkip meydana
getirdi ve bunları, —toprak, hava, su ve ateş— her biri zıddını dengelesin diye
insan denilen nihai bir nesnede birleştirdi. Ve bu dört şeyden, sinirler,
damarlarla birlikte ve tüm iç parçaları ile birlikte et, kemik, kan, ilik ve deriden
oluşan insan vücudu olarak bir kap yaptı; içine Allah, bu hayatın iki yönü
olarak ruh ve nefsi yerleştirdi; orada yağ gibi yayıldığı için nefse yerleşim
bölgesi olarak vücudun her parçasını verdi. Ve, ruha da yerleşim bölgesi
olarak, nefsle birleşip tüm hayata egemen olması için kalbi verdi.
“İnsanı bu şekilde yaratan Allah, içine
akıl denilen bir ışık yerleştirdi ki, deri, nefs ve ruhla tek bir hedefte
—Allah'a kulluk için çalışmak— birleşsin.
“Bundan sonra, bu eseri Cennet'e
koyunca, akıl, şeytan'ın dürtmesiyle nefsin iğvasına uğradı, beden rahatını
yitirdi, nefs kendisiyle yaşadığı zevki yitirdi ve ruh (da) güzelliğini
yitirdi.
“Böylesi kötü bir duruma düşen insan,
akıl tarafından engellenmediğinden çalışmakta huzur bulmayıp, zevk peşinde
koşan nefsle, gözlerin kendine gösterdiği ışığın peşinden gider; bundan dolayı
da, gözler, boş şeylerden başka bir şey görmediğinden kendini aldatır ve
böylece dünyevi şeyleri seçerek günah işler.
“İşte, Allah'ın rahmetiyle, insanın
aklının iyiyi kötüden seçmek ve gerçek zevki (ayırt etmek) için yeniden
aydınlatılması gerekmektedir; bunu bilmekle günahkâr tevbeye yönelir. Bu
bakımdan, bakın, size diyorum ki, eğer Rabb'ımız Allah insanın kalbini
aydınlatmazsa, insanın akıl yürütmelerinin hiç bir önemi yoktur.”
Yuhanna karşılık verdi: “O halde,
insanların konuşması hangi, amaca hizmet etmektedir?”
İsa cevap verdi: “İnsan, insan olarak
insanı tevbeye yöneltmek için hiç bir işe yaramaz; fakat insan, Allah'ın insanı
doğruya çekmek için kullandığı bir araç olarak (işe yarar). İşte Allah böyle,
insanın kurtuluşu için gizli olarak insanda bir şeyler meydana getirir. Bu
nedenle kişi, Allah'ın kendinde konuştuğu birini bulabilirim diye herkesi
dinlemelidir.” Yakup karşılık verdi: “Ey muallim, eğer sahte bir peygamber ve
bize ders veriyormuş gibi davranan yalancı bir muallim gelecek olsa, ne
yapmamız gerekir?”
İsa bir temsille cevap verdi . “Bir
insan ağını alıp balık tutmaya gider ve gittiği yerde pek çok balık yakalar,
ama kötü olanları çıkarıp atar.”
“Bir insan ekin ekmeye gider, ama
yalnızca iyi toprağa düşen tane tohum taşır.” “Siz de aynen böyle yapmalısınız.
Her şeyi dinlemeli, (ama) sadece gerçek ebedî hayata meyve taşıyacağından,
yalnızca gerçek olanı almalısınız.”
O zaman, Andreas karşılık verdi: “Öyle.
de, gerçek nasıl bilinecektir?” İsa cevap verdi: “Musa'nın kitabına uyan her
şeyi gerçek diye alırsınız. Biliyorsunuz, Allah birdir, gerçek birdir; buradan
giderek deriz ki, akide birdir ve akidenin anlamı birdir ve dolayısıyla din
birdir. Bakın, size diyorum ki, eğer gerçek Musa'nın kitabından silinip
çıkarılmamış olsaydı, Allah, babamız Davud'a ikinciyi vermeyecekti. Ve,
Davud'un kitabı tahrif edilmemiş
olsaydı, Allah İncil'i bana emanet etmeyecekti; çünkü Allah'ımız Rabb değişmez
ve tüm insanlara tek bir mesajla konuşmuştur. Bu bakımdan, Allah'ın elçisi
geleceği zaman, dinsizlerin benim kitabımda yaptıkları tahrifatın tümünü
temizlemek için gelecektir.”
Sonra, bu (satırlar)ı yazan karşılık
verdi: “Ey muallim, kanunun tahrif edildiği ve yalancı peygamberin konuştuğu
zamanlarda insan ne yapsın?”
İsa cevap verdi: “Güzel bir soru ey
Barnabas. Bu nedenle sana diyorum ki, böyle bir zamanda, insanlar sonunda
Allah'a varacaklarını düşünmediklerinden pek az kişi kurtulur. Ruhumun
huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki; insanı amacından, yani, Allah'tan
yüz çevirten her akide en kötü akidedir. Onun için, akidede göz önünde
bulunduracağınız üç şey vardır, Allah'a karşı sevgi, kişinin komşusuna acıması
ve Allah'a karşı gelen, O'na her gün karşı gelen kendinden nefret etmesi.
Öyleyse, bu üç temele zıt olan her akideden kaçın. Çünkü, o en şerli olandır.”
“Şimdi de hırs ve tamaha dönüyorum; ve
size diyorum ki, nefs bir şeyi elde etmek istediği veya onu inatla koruduğu
zaman, ki, “böyle bir şeyin sonu olacak” demelidir. Eğer onun sonu olacaksa,
onu sevmenin delilik olduğu ortadadır. Bu bakımdan, kişiye yakışan, sonu
gelmeyecek olanı sevmesi ve korumasıdır.”
“Öyleyse, (bir insanın) haksızca
kazandığı şeyleri hakça dağıtmakla, hırs ve tamah sadakaya dönüşsün.
“Ve, sağ elin verdiğini, sol elin
bilmemesine baksın. Çünkü, münafıklar infakta bulunurken görünmek ve dünya
tarafından övülmek arzu ederler. Ama, boşunadır verdikleri, çünkü insan kim
için çalışırsa, ücretini de ondan alır. O halde, eğer insan Allah'tan bir şey
alacaksa, onun Allah'a kulluk etmesi yaraşır.
“Ve, infakta bulunurken, (verdiğiniz)
her şeyi Allah sevgisi için Allah'a verdiğinizi düşünmeye çalışın. Bu bakımdan,
vermekte yavaş davranmayın ve sahip olduğunuz şeyin, Allah sevgisi için en
iyisini verin.
“Söyleyin bana, Allah'tan kötü olan bir
şeyi almak ister misiniz? Ey toz toprak, kesinlikle hayır! O halde, eğer Allah
sevgisi için kötü olan bir şeyi verirseniz, kendinize nasıl inanırsınız?
“Kötü bir şey vermekten hiç bir şey
vermemek daha iyidir; çünkü, vermemekle dünyaya göre bazı mazeretleriniz
olacaktır; ama değersiz bir şey vermek ve en iyiyi kendisi için alıkoymakta,
mazeretiniz ne olacaktır?
“Pişman olmakla ilgili size söylemem
gereken şeylerin tümü bu kadar.
Barnabas karşılık verdi: “Pişmanlık ne
kadar sürmeli?”
İsa cevapladı: “İnsan günah içinde
oldukça, daima tevbe etmeli ve pişman olmalı. Dolayısıyle, insan hayatı boyunca
her zaman günah işlediğinden, daima da pişman olmalıdır; ayakkabılarınızın
patladığı her vakit onları onarıyorsunuz, ama ayakkabılarınıza ruhunuzdan daha
çok dikkat etmeyeceksiniz.”
İsa, havarilerini çağırıp, “Gidin ve
duyduklarınızı anlatın” diyerek, onları ikişer ikişer tüm İsrail yöresine
dağıttı.
(Havariler) baş eğdiler ve (İsa) elini
başlarının üzerine koyarak dedi: “Allah'ın adıyla hastalara sıhhat verin,
cinleri çıkarıp atın ve benim başkahinin önünde dediklerimi kendilerine
anlatarak, İsrailîleri benim ne olduğum konusunda aldatmayın.
Sonra, bu (satırlar) ı yazanla, Yakup ve
Yuhanna dışında hepsi ayrıldı; ve tüm Yahudiye içine girip, İsa'nın kendilerine
anlattığı gibi pişman olmayı anlattılar, her türlü hastalığı iyileştirdiler. O
kadar ki, İsrail'de, İsa'nın “Allah birdir ve İsa Allah'ın peygamberidir”
şeklindeki sözleri tasdik edildi ve bir kalabalık gördüklerinde hastaları
iyileştirmekle ilgili olarak İsa'nın yaptığını yaptılar.
Ama, şeytan'ın oğulları Isa'ya eza etmek
için bir başka yol buldular. Bunlar kâhinlerle yazıcılardı. Ardından, İsa'nın
İsrail üzerinde krallığa göz diktiğini söylemeye başladılar. Fakat, avamdan
korktukları için, Isa'ya karşı gizli gizli plânlar kurdular.
Tüm Yahudiye'yi geçtikten sonra,
Havariler İsa'ya geri döndüler, o da kendilerini bir babanın oğullarını kabul
ettiği gibi kabul ederek dedi: “Söyleyin bana, Allah'ımız Rabb ne işler yaptı?
Emin olun ki, şeytan'ın ayaklarınızın altına düştüğünü ve onu bağcının üzümleri
ezdiği gibi ezdiğinizi gördüm!”
Havariler karşılık verdiler: “Ey
muallim, sayısız hastayı iyileştirdik ve insanlara eziyet eden pek çok cinleri
çıkarıp attık.”
İsa dedi: “Allah sizi affetsin ey
kardeşler, çünkü her şeyi yapan Allah olduğu halde, “biz iyileştirdik” demekle
günaha girdiniz.”
O zaman dediler: “Budalaca konuştuk; bu
bakımdan, ne diyeceğimizi bize öğretin.” İsa cevap verdi: “Her,iyi işte, “Allah
yaptı” deyin, her kötü işte de “günah işledim” deyin.”
“Böyle yapacağız” dedi Havariler ona.
Sonra İsa dedi: “îsrailîler, Allah'ın,
benim elimle yaptıklarını şu kadar insanın elleriyle de yaptığını görünce ne
diyorlar?”
Havariler cevap verdi: “Tek bir Allah'ın
bulunduğunu ve senin Allah'ın peygamberi olduğunu söylüyorlar.”
İsa neş'eli bir yüzle karşılık verdi: “Ben,
kulunun arzusunu hor görmiyen Allah'ın kutsal adını tesbih ve ta'zim ederim!”
Ve, bunu dedikten sonra istirahata çekildiler.
İsa çölden ayrılıp, Kudüs'e vardı; bunun
üzerine tüm insanlar O'nu görmek için mabede koşuştular. Mezmurlan okuduktan
sonra İsa, yazıcıların çıkmak adetinde oldukları mabedin kürsüsüne çıkarak,
eliyle sus işareti yapıp dedi: “Bizi alevli ruhtan değil, yeryüzünün çamurundan
yaratan Allah'ın kutsal adını tesbih ve ta'zim ederim, ey kardeşler. Günah
işlediğiniz zaman, Allah'ın huzurunda merhamet bulunuz ki, şeytan bunu hiç
bulmayacaktır, çünkü o gururu yüzünden, alevli ruh olması nedeniyle her zaman
soylu olduğunu söylediğinden bunu hiç bulmayacaktır.
“Duydunuz mu kardeşler, babamız Davud'un
Allah'ımız için, toprak olduğumuzu ve ruhumuzun gidip, bir daha geri
dönmeyeceğini göz önüne alarak bize merhamet etmiştir dediğini? Bu sözleri
bilenler ne kadar kutsaldır, çünkü onlar, günahtan sonra tevbe ederek ve
günahları sürüp gitmeyerek, Rabblerine karşı sonsuza değin günah işlemezler.
Kendilerini yüceltenlere yazıklar olsun, çünkü onlar Cehennemin yakıcı kömürleri
olarak azaltılacaklardır. Söyleyin bana kardeşler, kendi kendini yüceltmenin
nedeni nedir? Burada, yer üzerinde herhangi bir iyilik var mıdır acaba?
Kesinlikle hayır; çünkü Allah'ın peygamberi Süleyman'ın dediği gibi, “Güneşin
altında bulunan her şey boştur.” Eğer dünyada bulunan şeyler bize kendimizi
kalbimizde yüceltme nedeni vermiyorsa, hayatımız çok daha az verir (bu) nedeni;
çünkü, insanın altındaki tüm yaratıklar bize karşı savaştıklarından pek çok
dert ve ızdıraplarla yüklüdür o. Yazın yakıcı sıcağından niceleri can
vermiştir, niceleri kışın soğuğundan ve donundan ölmüştür; yıldırımdan ve
doludan ölmüştür niceleri; niceleri de hastalıklardan ve kıtlıktan veya vahşî
hayvanlara yem olarak, yılanlar tarafından ısırılarak, yemekten boğularak
ölmüştür! Ey, her yerde tüm yaratıkların kendisi için tuzak kurduğu ve altında
ezilecek kadar kendini yücelten talihsiz insan! Ya, yalnızca fena şeyler
arzulayan beden ve nefs için, günahtan başka bir şey teklif etmeyen dünya için,
şeytan'a kulluk edip, Allah'ın kanununa göre yaşayan herkese eziyet ve zulmeden
lânetliler için ne diyeyim? Açıktır ki kardeşler, eğer bir insan, babamız
Davud'un dediği gibi “Sonsuzluğa gözleriyle bakarsa günaha girer.”
“Kişinin kendini kalbinde yüceltmesi,
bağışlanmaması için Allah'ın rahmetini ve acımasını kilitlemekten başka bir şey
değildir. Çünkü, babamız Davud der ki: “Allah'ımız toprak olduğumuzu ve
ruhumuzun gidip bir daha dönmeyeceğini bilir. Kim kendini
yüceltirse, toprak olduğunu inkâr etmiş
olur. Bu yüzden de ihtiyacını bilmeyerek yardım istemez ve böylece yardımcısı
olan Allah'ı kızdırır. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki,
şeytan kendi zavallılığını bilse ve her zaman Sübhan olan Yaratıcısı'ndan
merhamet isteseydi, Allah şeytan'ı bağışlardı.”
“îşte böyle kardeşler, ben yeryüzünde
yürüyen ve size pişman olun ve günahlarınızı bilin diyen bir insanım. Toprağım
ve çamurum. Diyorum ki kardeşler, Roma askerleri aracılığıyla şeytan, benim
Allah olduğumu söylediğinizde sîzi aldattı. Bu bakımdan, sahte ve yalan
ilâhlara kulluk ederek Allah'ın lanetine uğradıklarından, aman onlara
inanmayın; babamız Davud bile onlara şöyle lanet okur: “Ulusların tanrıları
gümüş ve altındır, kendi ellerinin eseridir; gözleri vardır, görmezler;
kulakları vardır, duymazlar; burunları vardır koklamazlar, ağızlan vardır
yemezler; dilleri vardır, söylemezler; elleri vardır dokunmazlar; ayakları
vardır, yürümezler.” Bu nedenle babamız Davud sağ ve diri olan Allah'ımıza dua
ederek dedi: “Onları yapanlar ve onlara güvenenler de onlar gibî olsunlar.” Ey
duyulmamış gurur, Allah tarafından topraktan yaratıldığı halde kendi durumunu
unutan ve kendi keyfine göre seve seve ilâh yaratan insanın ah bu gururu!
Burada o, sanki “Allah'a kulluk etmekte hiç bir yarar yoktur” diyerek, Allah'la
sessizce alay etmektedir. Çünkü yaptıkları bunu gösteriyor. şeytan, size benim
Allah olduğuma inandırarak, sizi bu duruma düşürmek istedi ey kardeşler; çünkü
bir sineği bile yaratamayan ve geçici ve ölümlü olan ben her şeye kendim muhtaç
olduğumdan, size yararlı hiç bir şey veremem. O halde bunu yapmak Allah'a
aitken ben her şeyde nasıl yardım edebilirim?
“Öyleyse Allah'ımız olarak, sözüyle
Kâinat'ı yaratan yüce Allah'ı alacak ve başka dinden olanlarla ve ilâhlanyla
alay mı edeceğiz?”
“Buraya, mabede dua etmek için iki kişi
geldi; biri ferisi ve diğeri de bir vergi kesenekçisiydi. Ferisi ibadet yerine
yaklaşıp yüzünü yukarı tutarak şöyle dua etti: “Şükürler olsun sana ey
Allah'ımız Rabb, çünkü ben her kötülüğü yapan öteki insanlar, günahkârlar ve
özellikle şu vergi kesenekçisi gibi değilim. Şundan ki, haftada iki kez oruç
tutar ve varımın yoğumun onda birini veririm.”
“Vergi mültezimi uzakta durup yere doğru
eğildi ve göğsüne vura vura başı eğik dedi: “Rabb, ben ne göğe, ne de ibadet
yerine bakacak değilim, çünkü pek çok günahlar işledim; bana merhamet et!”
“Bakın, size diyorum ki, vergi mültezimi
mabetten ferisîden daha iyi bir durumda indi; çünkü Allah'ımız tüm günahlarını
afvedip onu temize çıkardı. Ama ferisi vergi kesenekçisinden daha kötü durumda
mabetten indi; çünkü Allah'ımız yaptıklarını nefretle karşılayıp onu reddetti.”
“Olur ya, bir insanın bahçe haline
getirdiği ormanı kestin diye balta kendi kendiyle öğünsün mü? Asla, çünkü her
şeyi yapan insandır; baltayı da kendi elleriyle yapmıştır. “Ve sen ey insan,
Allah'ımızın seni çamurdan yarattığını ve yapılan her iyiliği sende (O'nun)
yaptığını göre göre, iyi bir şey yaptım diye kendinle öğünür müsün?
“Ve hangi nedenle komşunu hor görürsün?
Bilmez misin ki, eğer Allah seni şeytan'dan
korumamış olsaydı, sen şeytan'dan daha
kötü olurdun.”
“Şimdi bilmez misin ki, tek bir günah en
güzel meleği en iğrenç şeytan yapar. Ve dünyaya gelen en tam insan Adem'i tüm
soyuyla birlikte bizim çektiklerimizi çeken zavallı bir varlık haline getirdi.
O halde hiç korkmadan kendi keyfince yaşayabileceğin faziletle ilgili hangi
hükme sahipsin ki? Yazıklar olsun ey çamur, çünkü kendini seni yaratan Allah'ın
üstüne çıkardığından, sana tuzak kuran şeytan'ın ayaklarının altına
indirileceksin.”
Ve İsa böyle deyip ellerini Rabbe
kaldırarak dua etti. Ve insanlar da “Amin, Amin.” dedi. Duasını bitirince
mabedin kürsüsünden indi. Bunun üzerine başına pek çok hasta üşüştü ve onları
iyileştirerek mabetten ayrıldı. O zaman, İsa'nın hastalığını gidermiş olduğu
bir cüzzamlı, Simun kendisini yemeğe davet etti.
İsa'dan nefret eden kâhinler ve
bilginler, Roma askerlerine İsa'nın tanrılarına karşı söylediklerini
bildirdiler. Kuşkusuz, O'nu öldürmenin yollarını aradılar, ama bulamadılar,
çünkü halktan korkuyorlardı.
İsa, Simun'un evine varıp, sofraya
oturdu. Ve, yemeğini yerken gördü ki, Meryem adında bir sokak kadını eve girip
kendini İsa'nın ayakları altındaki yere atarak onları gözyaşlarıyla yıkıyor,
değerli bir yağ sürüyor ve başının saçlarıyla siliyor.
Simun yemeye oturan herkesle birlikte
bir rezaletle karşılaştığını düşündü. Ve kalplerinden dediler: “Eğer bu adam
bir peygamber olsa, bu kadının kim ye ne türden olduğunu bilir ve onu kendisine
dokundurmaz.”
İsa dedi: “Simun, sana söyleyecek bir
şeyim var.” Simun karşılık verdi: “Konuş ey muallim, çünkü sözlerini
arzuluyorum”
İsa dedi: “Bir adama iki kişinin borcu
vardı. Biri alacaklısına elli kuruş, diğeri beşyüz kuruş borçluydu. Sonra,
bunlardan hiç birinin ödeyecek bir şeyleri olmadığından paranın sahibi
merhamete geîip borcu her ikisine de bağışladı. Bunlardan hangisi alacaklısını
en çok sever?”
Simun cevap verdi: “Kendisine daha büyük
borç bağışlanmış olan.”
İsa dedi: “İyi söyledin; sana diyorum
ki, öyleyse bu kadına ve kendine bak; çünkü sen Allah'a iki kez borçlusun, biri
bedeninin cüzzamından dolayı, diğeri de ruhun cüzzamından dolayı, ki bu
günahtır.
“Rabbımız Allah dualarımla merhamete
gelip, senin bedenini ve ruhunu iyileştirmek istedi. Sen bu bakımdan beni az
seversin. Çünkü benden hediye olarak az bir şey aldın.
Ve böyle, ben evine gelince de benim
ayağımı öpmedin ve başıma da yağ sürmedin.
Ama, bu kadın, bakın bakın! Senin evine
girer girmez, kendini doğruca ayaklarıma atıp, onları gözyaşlarıyla yıkadı ve
değerli bir yağ sürdü. Bu bakımdan, bakın size diyorum ki, ona pek çok
günahları bağışlandı, çünkü beni çok sevmiştir. Ve kadına dönüp, dedi: “Huzur
içinde var yoluna git, çünkü, Allah'ımız Rabb günahlarını bağışlamıştır. Bir
daha da günah işlememeye bak. İmanın seni kurtarmıştır.”
131.
“Gururdan
Kurtulmak İçin Ne Yapılmalı?”
Havarileri gece ibadetinden sonra
İsa'nın yanına varıp, dediler: “Ey muallim, gururdan kurtulmak için ne
yapmalıyız?”
İsa cevap verdi: “Yemek için bir reisin
evine çağırılan bir yoksul gördünüz mü (hiç)?” Yuhanna karşılık verdi: “Ben
Hirodes'in evinde yemek yedim. Şöyle ki, seni tanımadan önce balığa gider ve
Hirodes'in ailesine balık satardım. Böyle böyle, ziyafet verdiği bir gün, ben o
tarafa güzel bir balık götürürken beni durdurdu ve orada yemek yedirdi.”
O zaman İsa dedi: “Şimdi, kâfirlerle
nasıl yemek yedin? Allah seni bağışlasın ey Yuhanna! Ama söyle bana, sofraya
nasıl oturdun? En yüksek yeri mi aradın? En nefis yemeği mi istedin? Sofrada,
kendine soru sorulmadığı zaman konuştun mu? Kendini sofrada oturan diğer
kimselerden daha mı değerli saydın?”
Yuhanna cevap verdi: “Allah sağ ve
diridir ki, kralın baronları arasında oturan kötü giyimli, yoksul bir balıkçı
olduğumu görerek, gözlerimi kaldırmaya cesaret bile edemedim. Böyle iken, kral
bana küçük bir et parçası verdiği zaman kralın bana gösterdiği teveccühün
büyüklüğünden dünyanın benim olduğunu sandım. Ve, işte diyorum ki, kral eğer
bizim kanunumuza uymuş olsaydı, hayatımın bütün günlerinde seve seve ona hizmet
ederdim.”
İsa haykırdı: “Ses etme Yuhanna, çünkü,
Allah'ın gururumuzdan dolayı Ebiram gibi bizi Cehennem'e atmasından korkarım!”
Havariler İsa'nın sözleri üzerine
korkudan titrerken, O yine dedi: “Bizi gururumuzdan dolayı Cehennem'e atmaması
için Allah'tan korkalım.”
“Ey kardeşler, bir reisin evinde ne
yapıldığını Yuhanna'dan duydunuz mu? Dünyaya gelen insanlara yazıklar olsun,
çünkü, gurur içinde yaşarlarken zillet içinde ölecekler ve şaşırıp kalacaklar.
“Bu dünya da, Allah'ın insanlara ziyafet
verdiği ve Allah'ın tüm kutsal (kul)Ianyla peygamberlerinin yemek yediği bir
evdir. Ve, size diyorum ki bakın, insan aldığı her şeyi Allah'tan alır. Bu
bakımdan, insan kendi değersizliğini ve Allah'ın bizi besleyen büyük
nimetleriyle birlikte yüceliğini de tanıyarak, en derin bir alçak gönüllülük
içinde olmalıdır. Öyleyse, insanın “ah, bu dünyada bu neden yapılır ve bu neden
söylenir” demesi değil, gerçekten, kendini dünyada Allah'ın sofrasında duracak
değerde görmemesi meşrudur. Ruhumun huzurunda olduğu Allah sağ ye diridir ki,
burada, yeryüzünde Allah (in elinden alınan hiç bir şey küçük değildir, öyleyse
insan, karşılığında tüm ömrünü Allah sevgisi için harcamalıdır.
“Allah sağ ve diridir ki, Hirodes'le
yemek yemekle günah işlemiş değilsin ey Yuhanna, çünkü senin yaptığın bize ve
Allah'tan korkan herkese bunu anlatman için Allah'ın bir takdiriydi. Böyle yapın”
dedi. İsa havarilerine, “dünyada, Yuhanna'nın Hirodes'in evinde onunla yemek
yerken yaşadığı gibi yaşayasınız, çünkü bu şekilde, gerçekten tüm gururlardan
kurtulacaksınız.”
İsa Galile denizi boyunca yürürken,
çevresini büyük bir kalabalık aldı; bunun üzerine, sahilden biraz ötede
durmakta olan bir kayığa bindi. Ve, sesi işitilebilecek kadar yakınlıkta karaya
demir attı. Bunun üzerine, hepsi denizin kıyısına gelerek, oturup sözlerini
beklediler. O zaman ağzını açtı ve dedi:
“İşte, ekici ekmeye çıktı, ekerken
ekinlerin bazısı yola düştü. Ve bunlar insanların ayakları altında çiğnenip,
kuşlar tarafından yendi; bazısı taşların üstüne düştü, nem olmadığından
sıçrayıp, güneşte yandılar; bazısı çitlerin içine düştü, burada
büyüdüklerinden, dikenler tohumları boğdu; ve bazısı da iyi toprağa düştü,
burada otuz, altmış ve yüz katına kadar meyve verdiler. İsa yine dedi: “Bakın,
bir aile babası bu tarlaya iyi tohum ekti; burada iyi adamın hizmetçileri
uyurlarken efendileri olan adamın düşmanı gelip, iyi tohumların üzerine delice
otları ekti. Bunun üzerine, ekinler çıkınca, aralarında bir hayli delice otları
çıktığı da görüldü. Hizmetçiler efendilerine gelip, dediler: -Ey efendi,
tarlana iyi tohum ekmedin miydi? Neden orada bir hayli delice otları da çıktı?”
Efendi cevap verdi, “İyi tohum ektim, fakat adamlar uyurken, adamın düşmanı
geldi ve ekinler üzerine delice otları ekti.”
Hizmetçiler dediler: “Gidip, ekinler
arasındaki delice otlarını söküp koparmamızı ister misin?”
Efendi cevap verdi, “Böyle yapmayın,
çünkü onlarla birlikte ekinleri de koparırsınız; bunun yerine hasat zamanı
gelinceye kadar bekleyin. O zaman gider ve ekinler arasındaki delice otlarını
koparıp yanmaları için ateşe atar, ekinleri de anbarıma korsunuz.”
İsa yine dedi: “Pek çok adam incir
satmaya gittiler. Ama, pazara vardıklarında gördüler ki, insanlar iyi incirler
değil de, güzel yaprakları arıyorlar. Bunun üzerine, adamlar incirlerini
satamadılar. Ve, bu durumu gören kötü bir vatandaş dedi: “Muhakkak zengin
olabilirim.” Ardından, iki oğlunu çağırıp (dedi) : “Gidin ve kötü incirleri
bulunan pek çok yaprak toplayın.” Ve, bunları ağırlıklarınca altın karşılığı
sattılar. “Çünkü insanlar yapraklarından pek memnun oluyorlardı. Ama yaprakları
yiyenler ağır bir hastalığa tutuldular.”
İsa yine dedi: “Bakın ki, bir
vatandaşın, tüm komşu vatandaşların pisliklerini yıkamak için su aldıkları bir
çeşmesi vardı; fakat, bu vatandaşın kendi elbiseleri çürüyüp gidiyordu.”
İsa yine dedi: “İki adam elma satmaya
gittiler. Biri, elmanın kendine bakmadan, altın karşısındaki ağırlığından
dolayı, satmak için elmanın kabuğunu seçti. Diğeri, elmaları elden çıkarıp,
yalnızca yolculuğunda yiyeceği ekmeği alabildi. Ama, altın karşısındaki
ağırlığı nedeniyle insanlar, onları kendilerine iştahla verene bakmadan ve onu
hakir görmeden elmaların kabuğunu aldılar.”
Ve, o gün İsa kalabalığa böylece
temsillerle konuştu; sonra, onları dağıtıp, havarileriyle birlikte Nain'e
gitti; burada (bir) dul kadının oğlunu (Allah'ın izniyle) diriltmişti; bu oğul
annesiyle birlikte onu evine alıp, hizmette bulundular.
Havarileri İsa'nın yanına varıp, ona
şöyle sordular : “Ey muallim, halka söylediğin temsillerin anlamını bize anlat.”
İsa karşılık verdi: “Namaz saati
yaklaşıyor; bu bakımdan, akşam namazı bitince size temsillerin anlamını
söyleyeceğim.”
Namaz bitince havariler İsa'nın yanına
vardılar, o da kendilerine dedi: “Yol üstüne, taşlara, dikenlerin üstüne, iyi
toprağa tohum eken, çok sayıda insanın üstüne düşen Allah'ın Kelâmı'nı öğreten
kişidir.”
“Yola düşer; yani, yaptıkları uzun
yolculuklar ve ilişki içinde bulundukları kavimlerin farklılığı nedeniyle,
şeytan'ın hatırlarından Allah'ın Kelâmı'nı çıkardığı denizcilerin ve
tüccarların kulağına varır. Taşların üzerine düşer; bu vakit, bir reisin
vücuduna karşı göstermek zorunda oldukları büyük dikkat nedeniyle, içlerine
Allah'ın Kelâmı'nın işlemediği saray hizmetçilerinin kulağına varır. Şundan ki,
hatırlarında bundan az bir şey varsa da, herhangi bir zorlukla karşılaşır
karşılaşmaz Allah'ın Kelâmı hatırlarından çıkar
gider; çünkü, Allah'a kulluk
etmediklerinden, Allah'tan yardım da umamazlar.
“Dikenlerin arasına düşer, bu kez, kendi
hayatlarını sevenlerin kulağına varır. Her ne kadar bunların üzerinde Allah'ın
Kelâmı biterse de, bedeni arzular büyüyünce iyi tohum olan Allah'ın Kelâmı'nı
boğarlar. Çünkü bedeni arzular (insanlara) Allah'ın Kelâmı'nı bıraktırır. İyi
toprağa düşer; bu kez, Allah'ın Kelâmı Allah'tan korkanın kulağına varır,
burada sonsuz hayat meyvesi verir. Bakın, size diyorum ki, kişinin Allah'tan
korktuğu her durumda, Allah'ın Kelâmı onun içinde meyve verir.”
“Şu aile babasına gelince, size diyorum
ki bakın, o her şeyin babası olan Rabbımız Allah'tır, şundan ki, her şeyi O
yaratmıştır. Fakat, O, tabiatta görüldüğü biçimde bir baba değildir. Çünkü O hareket
etmez, hareket etmeyen üremez, doğmaz, doğurmaz. O halde, Allah'ımız bu
dünyanın sahibi olandır; tohum ektiği tarla insan soyudur ve tohum da Allah'ın
Kelâmı'-dır. İşte böyle, muallimler dünyanın işlerine dalarak Allah'ın
Kelâmı'nı anlatmayı ihmâl ettikleri zaman, şeytan insanların kalbine dalâlet
(sapmalar-sapkınlıklar) eker, bundan da, şerli akidenin sayısız kolları türer.
Kutsal (kul)lar ve peygamberler
haykırır: “Ey Rabb, sen o zaman insanlara iyi akîde vermemiş miydin? Neden o
halde bu kadar çok dalâlet oluyor?”
Allah cevap verir: “İnsanlara iyi akide
verdim, ama insanlar kendilerini boş şeylere kaptırıp giderken, şeytan, benim
kanunumu hiçe indirgemek için dalâletler ekiyordu.” Kutsal (kul)lar der: “Ey
Rabb, insanları yokederek bu dalâletleri dağıtacağız.”
Allah cevap verir: “Böyle yapmayın,
çünkü mü'-minler kâfirlere akrabalıkla öylesine bağlıdırlar ki, kâfirler içinde
yok olurlar. Ama, mahkemeye kadar bekleyin, çünkü o zaman kâfirler meleklerim
tarafından toplanıp, şeytanla birlikte Cehennem'e atılırken, iyi mü'min olanlar
benim melekûtuma gelecek.” Emin olun ki, pek çok kâfir babanın mü'min oğulları
olur, bunların uğruna da Allah dünyanın tevbe etmesini bekler.
İyi incir taşıyanlar iyi akide va'z eden
muallimlerdir. Fakat yalanlardan zevk alan dünya ehli, muallimlerden güzel
sözler ve koltuk kabartma yaprakları ister. Bunu gören şeytan, beden ve nefsle
birleşerek, bir sürü yaprak, yani, günahları örtecek bir sürü yaprak getirir;
bunları alan insan hastalanır ve sonsuz ölüme hazırlanır.
Suyunu pisliklerini yıkayıp gidermek
için başkalarına veren, fakat kendi elbiselerini çürümeye bırakan su sahibi
vatandaş, başkalarına pişman olmayı öğütleyen, kendisi ise, halâ günahta devam
eden muallimdir.
“Hava üzerine, kendine uygun cezayı
melekler değil, kendi diliyle yazan zavallı insan!” “Eğer bir insanın dili fil
dili gibi, vücudunun geri kalan kısmı ise karınca gibi küçük olsa, bu acaip bir
şey olmaz mı? Evet, mutlaka. Şimdi, size diyorum ki, bakın, başkalarına pişman
olmayı öğütleyip, kendisi ise günahlarına tevbe etmeyen daha çok acaiptir.”
“Şu elma satan iki adama gelince: Biri,
Allah rızası için öğütte bulunup, kimsenin koltuğunu kabartmayan, fakat,
yalnızca yoksul bir insanın geçimliğini isteyip gerçekten öğüt veren kişidir.
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, böyle bir insanı dünya ehli
kabul etmez, aksine hor görür. Ama, altınla olan ağırlığı nedeniyle kabuk satan
ve elmaları saçıp savuran ise, insanları memnun etmek için öğütte bulunan
kişidir; ve o dünya ehlinin koltuğunu kabartmakla, koltuk kabartıcılığının
sonucu olarak ruhunu mahveder. Ah, bundan dolayı niceleri helak olup gitmiştir!”
O zaman (bunu) yazan karşılık verdi “Kişi
Allah'ın kelâmını nasıl dinlemeli; ve kişi Allah sevgisi için va'z vereni nasıl
bilmeli?”
İsa cevap verdi: “Va'z veren, iyi
akideyi va'z ederken Allah konuşuyormuş gibi dinlenilmelidir; çünkü, Allah onun
ağzıyla konuşmaktadır. Fakat, kişilere saygı gösterip, belli insanların
koltuklarını kabartarak, günahlara günah demeyenden yılandan kaçar gibi
kaçmalıdır, çünkü, gerçekte o insanın duyduğunu zehirler.”
“Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum
ki, nasıl ki yaralı bir adamın yaralarını sarmak için güzel bir sargıya değil
de, iyi bir merheme ihtiyacı varsa, aynı şekilde, bir günahkârın da, günah
işlemeyi bırakması için güzel sözlere değil, güzel uyarı ve sakındırmalara
ihtiyacı vardır.”
134.
Cehennem'dekilerin Durumları
Sonra, Petrus dedi: “Ey muallim, bize,
kaybedenlerin nasıl azap göreceğini ve Cehennem'de ne kadar kalacaklarım
anlatın ki, insan günahtan kaçabilsin.” İsa cevap verdi: “Ey Petrus, sorduğun
güzel bir şey, ben de inşallah sana cevap vereceğim. Bu bakımdan bilin ki,
Cehennem birdir. Ama, birbiri altında yedi katı vardır. Dolayısıyla nasıl yedi
türlü günah varsa, şeytan'ın neden olduğu bu (günahlar) için Cehennem'in yedi
kapısı ve orada yedi tane de ceza vardır.”
“Kalben en mağrur olan, üstteki tüm
katlardan geçerek ve bunlardaki tüm acıları çekerek en alt kata
fırlatılacaktır. Burada, Allah'ın emrettiğinin aksine, istediğini yapmak
arzusuyla Allah'tan daha yüce olmanın peşinde koşup, kendi üstünde kimseyi
tanımak istemiyor idiyse, aynı şekilde orada şeytan ve şeytancıklarının
ayakları altına konacak. Bunlar kendisini üzümün şarap yapılırken ezildiği gibi
ezecekler ve bundan sonra hep şeytanların eğlencesi ve maskarası olacaktır.”
“Komşusunun iyiliğinden tedirgin olup,
başına gelenlere sevinen haset, altıncı kata gidecek ve çok sayıda Cehennem
yılanlarının dişleri tarafından tedirgin edilecektir.”
“Ve, Cehennem'deki tüm şeyler gördüğü
azaba seviniyor ve yedinci kata gitmediğine üzülüyormuş gibi gelecektir
kendisine. Her ne kadar lânetliler hiç bir şeye sevinemezlerse de, yine de
Allah'ın adaleti, kötü, haset adamı insan rüyasında biri tarafından
tekmeleniyor ve bu yüzden azap duyuyormuş hissi veren bir duruma sokacaktır.
Kötü haset adamın önüne konan durum aynen böyle olacaktır işte. Asla hiç bir
mutluluğun olmadığı bir yerde, ona, öyle gelecektir ki, sanki herkes, başına
gelenlere sevinmekte ve daha kötüsünü tatmadığına üzülmektedir.”
“Tamahkâr beşinci kata gidecek (ve)
orada zengin ziyafetçinin çektiği gibi aşırı derecede yoksulluk çekecektir. Ve,
cinler daha çok azap (vermek) için, arzuladığı şeyi kendisine sunacaklar ve onu
eline aldığında, diğer cinler, “Hatırla ki, Allah sevgisi için vermiyordun.
Allah da şimdi almanı istemiyor” diyerek, elinden zorla çekip alacaklardır.”
“Ey mutsuz insan! Şimdi, eski
zenginliğini hatırlayıp, şu andaki dehşetli yoksulluğunu görünce kendini bu
durumda bulacak (işte) 'Ve, o zaman sahip olamayacağı mallarla sonsuz zevkleri
kazanabilirdi! (Ama, heyhat!.)
“Dördüncü kata şehvet düşkünü gidecek.
Orada, kendilerine Allah tarafından verilen yolu değiştirenler, şeytan'ın yanan
tersinde pişmiş ekin gibi olacaklar. Ve, orada korkunç Cehennem yılanlarınca
kucaklanacaklar. Ve, fahişelerle günah işleyenler (in) bütün bu pis
hareketleri, kendileri için Cehennemi ateş ve öfkelere dönüştürecek; bunlar,
saçı yılan, gözleri alevli kükürt, ağzı zehirli, dili yalan dolan, vücudu
tümüyle ahmak balıkları yakalamada kullandıklarına benzer dikenli çengellerle
kaplı kuşak, pençeleri ejderha pençeleri gibi, tırnakları ustura, (ve) üretim
organlan da ateş gibi olan kadına benzer şeytanlardır. Şimdi, bütün bunlarla
birlikte, tüm şehvet düşkünleri, yatakları olacak olan Cehennem'in közlerinden
(de) yararlanacaklardır!
“Üçüncü kata, şimdi çalışmak istemeyen
tembeller gidecektir. Burada, tek bir taş gereken yere konmadığı için, biter
bitmez yıkılıveren şehirler ve büyük büyük saraylar yapılır.
Ve, bu koca koca taşlar tembellerin
omuzlarına konur. Bunlar, yürürken bedenlerini serinletmek ve yükü
kolaylaştırmak için ellerini kullanmazlar. Çünkü, tembellik kollarının gücünü
gidermiştir ve bacakları Cehennem'in yılanlarıyla kucaklaşmaktadır.
Ve, daha kötüsü ardında cinler vardır,
kendisini iter ve yükün altında defalarca yere düşürürler; yükü kaldırması için
yardım da etmezler; kaldırılamıyacak derecede ağırdır o, bir iki katı daha
konur üzerine.
“İkinci kata boğaz düşkünleri gider.
Şimdi, burada yiyecek kıtlığı vardır, o derecede ki, canlı akreplerle, canlı
yılanlardan başka yenecek hiç bir şey yoktur. Bu öyle bir azap verir ki, hiç
doğmamış olmak bu tür yemekleri yemekten daha iyidir. Görünüşte şüphesiz,
kendilerine cinler tarafından nefis etler sunulur; fakat elleri ve ayakları
ateşten zincirlerle bağlı olduğundan, kendilerine et göründüğü durumlarda el
uzatamazlar. Ama, daha da kötüsü, yediği akrepler karnını kemirir. Hızlıca
dışarı çıkamadıklarından oburun gizli yerlerini parçalarlar. Ve, zaten kirli
olup, pis ve tiksindirici biçimde dışarı çıktıkları zaman tekrar tekrar
yenirler.”
“Öfkeli olan, birinci kata gider. Orada,
tüm cinlerden ve kendinden aşağılara giden o kadar lânetli kişilerden hakaret
görür. Kendisini tekmelerler, tokatlarlar, geçtikleri yola yatırırlar ve
ayaklarıyla boğazına basarlar. O, yine de kendisini koruyamaz. Çünkü elleri ve
ayakları bağlanmıştır. Ve daha kötüsü, başkalarına hakaret ederek öfkesinin
çıkacağı bir yol da bulamaz. Çünkü dili, balık satanın kullandığına benzer bir
kancayla bağlanır.” “Bu lânetli yerde, tüm katlarda görülen, ekmek yapmak için
çeşitli ekin tanelerinin karıştırılması gibi, genel bir cezalandırma olacaktır.
Ateş, buz, yıldırımlar, şimşek, kükürt, sıcak, soğuk, rüzgâr, çılgınlık, şiddet
hepsi Allah'ın adaletince birleştirilecek. O şekilde ki, ne soğuk sıcağı
yumuşatacak, ne de ateş buzu.. Her biri sefil günahkâra azap verecektir.”
“Bu lânetli bölgede kâfirler ebediyyen
kalacaktır,-o kadar ki, dünya mısır taneleriyle dolsa ve tek bir kuş, dünyayı
boşaltmak için yüz yılda bir kez, tek bir taneyi götürecek olsa —eğer bu
şekilde boşalıp— kâfirler de Cennet'e girecek olsalar, sevinip rahat ederler.
Ama, böyle bir ümit yoktur. Çünkü, günahlarına Allah sevgisiyle bir son
vermedikleri için çektikleri azap da sona ermeyecektir.”
“Fakat, mü'minler rahat edecekler, çünkü
çektikleri azabın sonu gelecektir.”
Havariler bunu duyunca korkup dediler: “Müminlerin
de Cehennem'e girmeleri gerekiyor mu?”
İsa cevap verdi: “Kim olursa olsun,
herkesin Cehennem'e girmesi gerek. Ama, buna rağmen, Allah'ın kutsal (kul) ları
ve peygamberlerinin, herhangi bir ceza çekmek için değil de, görmek için oraya
gidecekleri doğrudur; ve korkanlar yalnızca takvalı olanlardır. Ne diyebilirim
ki ben? Size söylüyorum ki, buraya, Allah'ın adaletini görmek üzere Allah'ın
Elçisi (bile) gelecektir. O zaman, O'nun varlığından Cehennem
titreyecektir. Ve, O da bir insan
bedenine sahip olduğundan, tüm insan bedenine sahip olup da cezaya konulanlar,
Allah'ın Elçisi'nin Cehennemi görmek için kaldığı sürece cezasız kalacaklardır.
Fakat, O orada (yalnızca) göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre içinde
kalacaktır.”
“Ve, Allah bunu, her yaratık Allah'ın
Elçisi'nden yarar gördüğünü bilsin diye yapacaktır.”
“O, oraya geleceği zaman, tüm şeytanlar
titreyecek ve birbirlerine “kaçın kaçın, çünkü düşmanımız Muhammed buraya
geliyor” diyerek, yanan közlerin altına gizlenmeye çalışacaklardır. Bunu duyan
şeytan, her iki elleriyle yüzüne vuracak ve haykırarak diyecektir: “Sen, bana
rağmen benden daha soylusun, adaletsizce yapılmış (bir iş) bu!”
“Yetmiş iki derecede olan mü'minlere
gelince: —biri salih amellere üzülüp, diğeri de kötülüklere sevinerek— salih
amelleri olmadan (yalnızca) imanı bulunan son iki derecedekiler Cehennem'de
yetmiş bin yıl kalacaklar.”
“Bu yıllardan sonra melek Cebrail
Cehennem'e gelecek ve onların “Ey Muhammed, sana inananların Cehennem'de
ebediyyen kalmayacaklarını söyleyerek, bize edilmiş va'dlerin nerede?”
dediklerini duyacak.”
“O zaman, melek Cebrail geri Cennet'e
dönüp, saygıyla Allah'ın Elçisi'ne yaklaşacak, duyduklarını O'na anlatacak.”
O zaman Elçi'si Allah ile konuşup,
diyecek: “Allah'ım Rabb, benim inancımı kabul edenlerle ilgili olarak, onların
Cehennem'de ebediyyen kalmayacakları (şeklinde) ben kuluna edilmiş va'di
hatırla.”
Allah karşılık verecek: “Ne diliyorsan
iste, ey dostum, çünkü, istediğin her şeyi sana vereceğim.”
O zaman Allah'ın Elçisi diyecek: “Ey
Rabb, müminlerden yetmiş bin yıldır Cehennem'de kalanlar var. Merhametin nerede
ey Rabb? Sana, Rabb, onlan acı cezalardan kurtarman için dua ediyorum.”
“O zaman Allah, dört gözde meleğine
Cehennem'e giderek, Elçisi'ne inanan herkesi çıkarıp, Cennet'e götürmelerini
emredecek. Ve, onlar da bunu yapacaklar.”
“Ve, Allah'ın Elçisi'ne inanmanın yararı
böyle olacaktır işte. O'na inananlar, hiç bir salih amel işlemeseler de,
inançları içinde ölürlerse, sözünü ettiğim cezadan sonra Cennet'e
gireceklerdir.”
Sabah olunca erkenden, şehrin tüm
insanları kadın ve çocuklarla birlikte, İsa'nın havarileriyle kaldığı eve
gelerek, O'na yalvanp dediler: “Rab, bize merhamet et. Çünkü, bu yıl kurtlar
ekinleri yediler ve biz de bu yıl toprağımızdan hiç bir şey alamıyacağız.” İsa
karşılık verdi: “Sizinki de ne korku! Bilmez misiniz ki, Allah'ın kulu îlya,
Allah'ın azabının sürdüğü üç yıl içinde, yalnızca otlarla ve yabanî meyvelerle
beslenerek, ekmek (yüzü) görmedi. Allah'ın peygamberi babamız Davud, Seul'un
zulmü altında iki yıl yabanî meyve ve ot yedi. O kadar ki, yalnızca iki kez
ekmek yedi.”
Adamlar karşılık verdiler: “Rab, onlar
manevî nimetlerle beslenen ve dolayısıyla iyi sabır gösteren Allah'ın
peygamberleridirler; ama bu küçükler nasıl yemek bulacaklar?” Ve,
O'na çocukların oluşturduğu kalabalığı
gösterdiler.
O zaman İsa, onlann perişanlıklarına
merhamet ederek dedi: “Hasada ne kadar var?” Cevap verdiler: “Yirmi gün.”
O zaman İsa dedi: “Bakın, bu yirmi gün
süreyle kendimizi oruca ve namaza veririz; böylece Allah size, merhamet
edecektir. Bakın, size diyorum ki, burada, benim Allah veya Allah'ın oğlu
olduğumu söylediklerinde îsraililer'in günahı ve insanların deliliği başladığı
için, Allah bu kıtlığı vermiştir.”
On dokuz gün oruç tutup da, yirminci
günün sabahı olduğu zaman, tarlaların ve tepelerin olgun ekinlerle kaplı
olduğunu gördüler. Bunun üzerine, Isa'ya koşup, her şeyi anlattılar. Ve, bunu
işitince İsa, Allah'a şükürler etti ve dedi: “Gidin kardeşler, Allah'ın size
verdiği yemeği toplayın.”
Adamlar o kadar çok ekin topladılar ki,
nereye koyacaklarını bilemediler; ve bu şey İsrail'deki bolluğun sebebi oldu.
Şehirliler, İsa'yı başlarına kral yapmak
için danışıp görüştüler; o, bunu öğrenince kendilerinden kaçtı. Bu nedenle,
havariler on beş gün kendisini bulmak için uğraştılar.
İsa, bu (satırlar) ı yazanla, Yakup ve
Yuhanna tarafından bulundu. Ve, onlar ağlayarak dediler: “Ey üstad, bizden
neden kaçtın? Yana yakıla seni aradık; tüm havariler de ağlaya ağlaya seni
arıyorlar.”
İsa cevap verdi: “Kaçtım. Çünkü,
biliyordum ki, şeytanların bir yol göstericisi, kısa bir zaman sonra
göreceğiniz bir şey hazırlıyor benim için. İleri derecedeki kâhinlerle halkın
önde gelenleri bana karşı ayaklanacak ve Romalı validen beni öldürmek için
yetki koparacaklar. Çünkü, benim İsrail krallığını gasbetmek istediğimden
korkuyorlar. Hattâ, Yusuf'un Mısır'a satıldığı gibi, ben de havarilerimden biri
tarafından ihanete uğrayacak ve satılacağım. Ama, peygamber Davud'un, “O,
çukura, komşusuna tuzak kuranı düşürecektir.” dediği gibi, adaletli Allah,
kendisini düşürecek. Allah, beni onların elinden kurtarıp, dünyadan çekip
alacak.”
Üç havari korktular; ama İsa, “Korkmayın,
çünkü sizden hiç biriniz bana ihanet etmeyecektir” diyerek kendilerini
rahatlattı.
Ertesi gün olunca, İsa'nın
şakirtlerinden otuz altısı ikişer ikişer geldi; ve (İsa) diğerlerini bekleyerek
Şam'da kaldı. Ve, herkese dert yanıyorlardı. Çünkü, İsa'nın dünyadan ayrılması
gerektiğini biliyorlardı. Bunun üzerine ağzını açtı ve dedi: “Kesinlikle mutsuz
odur ki, nereye gideceğini bilmeden yürür; ama (bundan) daha mutsuz olan ise,
gücü yettiği ve iyi bir hana nasıl varılacağını bildiği halde, yağmur altında,
eşkiya tehlikesine karşı batak yolda kalmak diler ve arzu eder. Söyleyin bana
kardeşler, bu dünya bizim ana vatanımız mıdır? Hiç de değil. Çünkü, ilk insan
dünyaya sürgüne gönderildi; ve burada hatasının cezasını çekiyor. Yoksulluk
içinde olduğunu görürken, kendi zengin ülkesine dönme özlemini duymayan bir
sürgün bulunur mu acaba? Akıl bunu kesinlikle reddeder, ama tecrübe doğruluyor,
çünkü, dünyayı sevenler ölümü düşünemezler; hem de, biri kendilerine ondan söz
etti mi, konuşmasına kulak vermezler.”
“İnanın ki ey insanlar, ben dünyaya, hiç
kimsenin, hattâ Allah'ın Elçisi'nin bile sahip olmadığı bir ayrıcalıkla geldim
(Bu ayrıcalık Isa Peygamberin kıyamete yakın bir zamana kadar yükseltildiği
yerde yaşamasıdır); çünkü, Allah'ımız insanı dünyada yerleştirmek için değil,
gerçekte Cennet'e koymak için yarattı.”
“Emin olun ki, kendisine yabancı bir
kanuna bağlı olduklarından, Romalılar'dan herhangi bir şey almak ümidi olmayan
kişi, sahip olduğu tüm şeylerle birlikte kendi ülkesini terketmek ve asla dönüp
de, gidip Roma'da yaşamak istemez. Ve, kendisinin Kayser'e karşı geldiğini
gördüğü zaman, çok daha az (ihtimalle) böyle bir şey yapar. îşte, ben de size
diyorum ki bakın, Allah'ın peygamberi Süleyman da benimle birlikte ağlıyor, “Ey
ölüm, seni hatırlamak, zenginlikleri içinde rahat rahat oturanlara ne kadar da
acı gelir!” Bunu, şimdi öleceğim için demiyorum; çünkü, dünyanın sonuna kadar
yaşayacağımdan eminim.
“Fakat, ölmeyi öğrenesiniz diye size
bundan söz edeceğim.”
“Allah sağ ve diridir ki, bir kez bile
olsa yanlış yapılan her şey gösterir ki, bir şeyi iyi yapmak için, o şeyde
alıştırma yapmak gereklidir.”
“Askerleri gördünüz mü, barış zamanında
sanki savaştalarmış gibi nasıl da birbirleriyle kendilerini eğitirler. Ya iyi
ölmesini bilmeyen insan, iyi bir ölümle nasıl ölecektir?” “Rabb'ın gözünde
kutsal (kul) un ölmesi çok kıymetlidir” demişti Peygamber Davud. Neden biliyor
musunuz? Söyleyeceğim size: Şundan ki, nasıl, tüm az bulunan şeyler kıymetliyse,
iyi ölenlerin ölümü de, az bulunduklarından Yaratıcımız Allah'ın gözünde
kıymetlidir.
“Cidden, bir insan ne zaman bir şeye
başlasa, aynı şeyi bitirmek istemekle kalmaz, bunun yanı sıra, plânı iyi bir
sonuca varsın diye sancılanır.”
“Ey, donuna kendinden daha çok değer
veren zavallı insan; kumaşı keseceği zaman, kesmeden önce dikkatle ölçer;
kesilince de özenle diker. Ya, hayatını, —ölmek için doğan, o kadar ki,
yalnızca doğmayan ölmez— neden insanlar hayatlarını ölümle ölçmezler?”
“Yapı yapanları gördünüz mü; koydukları
her taşta duvar yıkılmasın diye, tam yerinde olup olmadığını ölçerek temeli
nasıl da göz önünde bulundururlar? Ey sefil insan, hayat yapısı en büyük
yıkımla yıkılacak, çünkü ölüm temeline bakmıyor!”
“Söyleyin bana, bir insan doğarken nasıl
doğar? Mutlaka çıplak doğar. Ve, ölü olarak toprağın altına konurken, ettiği
kâr nedir? îçine sarıldığı basit bir keten bezi; ve budur dünyanın kendisine
verdiği ödül.”
“Şimdi, işin iyi bir sona varması için,
her işte (kullanılan) araçların başlangıç ve sonla uyum içinde olması
gerekirken, ya dünyanın zenginliğini isteyen insanın varacağı son nedir?
Allah'ın peygamberi Davud Peygamber'in “Günahkâr en kötü bir ölümle ölecektir”
dediği biçimde öl(üp gid)ecektir.”
“Bir insan elbise dikerken, iğneye iplik
yerine kiriş geçirirse, iş(i) nasıl (bir sona) varır? Mutlaka boşa çalışmış
olur ve komşuları tarafından küçümsenir Şimdi, insan dünyalık malları toplarken
sürekli bu (işi) yaptığını görmüyor. Çünkü, Ölüm iğnedir, dünyalık malların kirişleri
ondan geçmez. Yine de o, delicesine işi başarmak için uğraşır durur, ama
nafile.”
“Ve, benim bu sözüme kim (inanmıyorsa)
kabirlere baksın. Çünkü, orada gerçeği bulacaktır. Allah korkusuyla başka her
şeyin ötesinde akıllı olmak isteyen mezarın kitabesini incelesin. Çünkü, orada,
kurtuluşu için gerçek akideyi bulacaktır. Çünkü, insan bedeninin kurtçukların
yiyeceği haline dönüştüğünü gördüğü zaman, dünyadan, bedenden ve nefsten
sakınmayı öğrenecektir.
-Söyleyin bana, insanın ortasından
yürüdüğünde emniyetle gidebileceği, kıyılardan yürüdüğünde ise başını kıracağı
bir yol olsa; birbirlerine karşı çıkan ve kıyıya en yakın olmak gayretiyle
kavga eden ve kendilerini öldüren insanlar görürseniz ne dersiniz? Nasıl da
şaşırırsınız! Mutlaka dersiniz ki, “Deli ve çılgındır onlar. Eğer çılgın
değillerse aklî dengesizlik içindedirler.”
“Doğru, aynen öyledir” (diye) karşılık
verdi havariler.
O zaman İsa ağladı ve dedi: “îşte,
dünyayı sevenler de tıpkı böyledirler. Çünkü, insanda orta bir yer tutan akla
göre yaşasalardı, Allah'ın kanununa uyarlar ve sonsuz ölümden kurtulurlardı.
Fakat, bedene ve dünyaya uyduklarından, biri diğerinden daha bir gurur ve
şehvetle yaşamak için didinen çılgınlar ve kendi benliklerinin acımasız
düşmanlarıdırlar.”
142.
Hain Yahuda ve Tahrifçi Din
Adamlarının Mantığı
Hain Yehuda İsa'nın kaçtığını görünce,
dünyada güçlü olma ümidini yitirmişti. Çünkü, içinde Allah sevgisi için
kendisine verilen tüm şeylerin bulunduğu İsa'nın kesesini taşıyordu. İsa'nın
İsrail kralı, kendişinin de güçlü bir insan olacağını ümit ediyordu. Bu
bakımdan, ümidini yitirince kendi kendine dedi: “Eğer bu adam bir peygamberse,
parasını çaldığımı bilir; ve böylece sabrını yitirip, kendisine inanmadığımı
bilerek beni hizmetinden kovar. Eğer akıllı bir adam olsaydı, Allah'ın kendisine
vermek istediği şereften kaçmazdı? Bu bakımdan, Ferisîler, yazıcılar ve önde
gelen kâhinleriyle bir düzen kurup, onu ellerine nasıl teslim edeceğime bakmam
daha iyi olacak, çünkü böylece iyi bir şeyler elde edebilirim.” Bunun üzerine,
kararını verip, meselenin Nain'de nasıl geçtiğini yazıcılar ve Ferisîler'e
duyurdu. Onlar da başkâhinle istişare edip, dediler: “Bu adam kral olursa ne
yaparız? Kesinkes geçimimiz kötü olur; çünkü o, eskiden olduğu gibi Allah'a
ibadeti geri getirmek isteyecektir. Çünkü, bizim geleneklerimizi alıp kabul
edemez.
Şimdi, böyle bir adamın egemenliği
altında nasıl geçiniriz? Kesinlikle, çocuklarımızla birlikte helak oluruz;
çünkü memuriyetimizden atılırsak, ekmeğimizi dilenmek zorunda kalırız.
“Şimdi, Allah'a şükür, bizim kendilerininkiyle
ilgilenmediğimiz gibi bizim kanunumuzla ilgilenmeyen, kanunumuza yabancı bir
kral ve bir valimiz var. Ve, böylece listeye ne alırsak yapabiliyoruz; bu
şekilde her ne kadar günah işliyorsak da, Allah'ımız öylesine merhametlidir ki,
kurban ve oruçla yumuşayıverir. Fakat, eğer, bu adam kral olursa, Musa'nın
kitabına göre Allah'a ibadet edildiğini görmedikçe yumuşamıyacaktır; ve daha da
kötüsü, (önde gelen havarilerinden birinin bize dediği gibi) Mesih, Davud
soyundan gelmeyecek demekte, ama, İsmail'in soyundan geleceğini ve va'din
îshak'a değil, îsmail'e yapıldığını söylemektedir.”
“O halde, bu adam yaşamaya katlanacak
olursa, sonuç ne olacaktır? Mutlaka îsmaililer Romalılarla anlaşmaya varıp,
ülkemizi ellerine verecekler ve böylece İsrail, eskiden olduğu gibi yine
köleleştirilecektir.” Bunun üzerine, teklifi duyan başkâhin Hirodes ve valiyle
görüşmesi gerektiği şeklinde cevap verdi, “Çünkü, halk O'na öylesine eğilim
göstermektedir ki, asker olmadan herhangi bir şey yapamayız; ve inşallah
askerle bu işi belki başarabiliriz.”
Bu nedenle, aralarında istişare edip,
vali ve Hirodes olur dedikleri zaman, onu geceleyin yakalamak için plân
kurdular.
Sonra, tüm havariler Allah'ın
dilemesiyle Şam'a geldiler. Ve, o gün hain Yehuda herkesten daha çok İsa'nın
yokluğuna üzülüyor göründü. Bunun üzerine İsa dedi:
“Herkes, hiç yeri yokken sizi seviyor
gösterisinde bulunan kişiden sakınsın.”
Ve Allah anlayışımızı giderdi de, onun
bunu ne amaçla dediğini bilemedik.
Şakirtlerin tümü geldikten sonra İsa
dedi: “Galile'ye dönelim, çünkü Allah'ın meleği bana oraya gitmem gerektiğini
söyledi.” Bunun üzerine, bir sebt günü sabahı İsa Nasıra'ya geldi. Şehirliler İsa'yi
tanıyınca herkes kendisini görmek istedi. Bu arada, Zakkay adlı kısa boylu bir
vergi mültezimi büyük kalabalık nedeniyle İsa'yı göremediğinden yabani bir
incir ağacına tırmanıp, İsa havraya giderken oradan geçeceği zamanı bekledi.
Sonra İsa o yere gelince gözlerini kaldırıp dedi: “İn Zakkay çünkü bugün senin
evinde kalacağım.”
Adam inip O'nu memnunlukla kabul etti ve
mükemmel bir ziyafet hazırladı. Ferisîler mırıldanıp İsa'nın havarilerine
dediler: “Mualliminiz neden vergi mültezimleri ve günahkârlarla yemeğe gider?”
İsa cevap verdi: “Doktor bir eve neden
girer? Söyleyin bana ve ben de size neden buraya geldiğimi söyleyeceğim.”
Cevap verdiler: “Hastaları iyileştirmek
için.” “Doğru Söylüyorsunuz.” dedi İsa, “Çünkü hastalardan başka kimsenin ilâca
ihtiyacı yoktur.”
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, Allah peygamberlerini ve kullarını dünyaya, günahkârlar tevbe etsin
diye gönderir, takva sahipleri uğruna göndermez, çünkü, nasıl temiz olanın
banyoya ihtiyacı yoksa, onların da tevbeye ihtiyacı yoktur. Ama size diyorum ki
bakın, eğer sizler gerçek Ferisîlerseniz benim kurtuluşları için günahkârlarla
uğraşmam gerektiğinden memnun olmalısınız.
“Söyleyin bana, kaynağını” ve dünyanın
Ferisileri neden çekmeye başladığını biliyor musunuz? Mutlaka anlatacağım size,
çünkü, bilmiyorsunuz, öyleyse sözlerime kulak verin.
“Dünyaya hiç değer vermeden, gerçekten
Allah'ın yolunda yürüyen bir Allah dostu Enoh (İdris Peygamber) Cennet'e
alındi; ve, mahkemeye kadar orada kalacak (çünkü, dünya sonuna yaklaştığı zaman
o, îlya ve bir başkasıyla birlikte dünyaya dönecektir). Ve böylece, bunu bilen
insanlar Cennet arzusuyla Yaratıcıları Allah'ı aramaya başladılar. Şu “Ferisi”,
Kenan dilinde tam anlamıyla “Allah'ı arayan” demektir. Çünkü Kenaniler insanın
ellerine tapınma denen putperestliğe bağlı olduklarından, bu ad orada iyi
insanlarla alay etmek suretiyle başladı.
“Bu şekilde, halkımızdan Allah'a kulluk
için dünyadan ayrılanları gören Kenanîler, böyle birini gördüklerinde “Ferisi”,
yani 'Allah'ı arıyor' derlerdi. Şöyle demek istiyorlardı: “Ey deli yoldaş,
senin heykelden putların yok ve rüzgâra tapmıyorsun; bu bakımdan, kaderine bak
da, gel ve bizim tanrılarımıza kulluk et.”
“Bakın, size diyorum ki”, dedi İsa, “Tüm
velîler ve Allah'ın peygamberleri sizin gibi
ismen değil, ama amelde Ferisi
olmuşlardır. Çünkü, tüm hareketlerinde yaratıcıları Allah'ı aramışlar ve Allah
sevgisiyle şehirleri terketmişler ve mallarını Allah sevgisi uğruna (Allah'a)
satmışlar ve yoksullara vermişlerdir.”
145.
Ilya (İlyas) Peygamberin Kitabı
“Allah sağ ve diridir ki, Allah'ın
peygamberi ve dostu İlya zamanında onyedi bin Ferisî'nin oturduğu on iki dağ
vardı. Ve öyleydi ki, bu kadar büyük bir sayının içinde tek bir fasık/facir
yoktu; ve hepsi Allah'ın seçkin (kul)Iarıydı. Ama şimdi, israil'de yüzbinden
fazla Ferisî'nin olduğu bir zamanda, bin kişide bir tane seçkin (kul) vardır
inşallah!” Ferisîler kızarak karşılık verdiler: “Öyleyse, biz hep
fasık/faciriz. Ve sen bizim dinimizi fısk/fücur içinde görüyorsun.”
İsa cevap verdi: “Gerçek Ferisîler'in
dinini fısk/ fücur içinde değil, beğenilecek bir şey olarak görüyorum. Ve bunun
için ölmeye de hazırım. Ama gelin siz Ferisi misiniz, değil misiniz bakalım.
Allah'ın dostu îlya havarisi Elişa'nın ricası üzerine küçük bir kitap yazıp,
içinde Rabb'ımız Allah'ın kanunuyla birlikte tüm insanî hikmetlere de yer
verdi.”
Ferisîler îlya'ın kitabının adını
duyunca şaşırdılar, çünkü geleneklerinde kimsenin böyle bir akideye uyduğunu
bilmiyorlardı. Bu bakımdan yapılacak işleri olduğu bahanesiyle ayrılıp gitmek
istediler. O zaman İsa dedi: “Eğer siz Ferisîlerseniz başka her işi
bırakırsınız; çünkü, Ferisi yalnızca Allah'ı arar. Bunun üzerine şaşkınlık
içinde İsa'yı dinlemek için kaldılar, o da dedi: “Allah'ın kulu İlya” (çünkü,
küçük kitap böyle başlıyor), “Yaratıcısı Allah'la birlikte yürümek isteyen
herkes için bunu yazıyor. Kim çok şey öğrenmek isterse, o Allah'tan az korkar
(metinden aynen), çünkü Allah'tan korkan yalnızca Allah'ın dilediğini
öğrenmekle yetinir. Güzel sözler isteyenler, başka değil, yalnızca
günahlarımızı reddeden Allah'ı istemezler.
“Allah'ı anmak arzu edenler, hemen
evlerinin kapı ve pencerelerini kapasınlar. Çünkü, mal sahibi evinin dışında,
sevilmediği (bir yerde) bulunmaya katlanamaz. Bu bakımdan, nefislerinizi
koruyun, kalbinizi koruyun, çünkü Allah, dışınızda, nefret edildiği bu dünyada
bulunmaz.”
“Salih amel işlemek isteyenler kendi
benliklerine yönelsinler, çünkü tüm dünyayı kazanıp da kendi ruhunu yitirmek
hiç bir işe yaramaz.”
“Başkalarına öğretmek isteyenler,
başkalanndan daha iyi yaşasınlar; çünkü kendinizden daha az bilenden hiç bir
şey öğrenilemez. O halde, günahkâr kendine öğretenden daha kötü birini duyduğu
zaman hayatını nasıl düzeltecek?
“Allah'ı arayanlar insanların (metinden
aynen) sohbetinden kaçsınlar, çünkü Musa Sina dağında yalnızken kendini buldu
ve bir dostun bir dostla konuştuğu gibi Allah'la konuştu. “Allah'ı arayanlar,
otuz günde yalnızca bir kez dünyalık insanların bulundukları yere çıksınlar;
çünkü, Allah'ı arayanın iki yıllık işi bir günde yapılabilir.”
“Yürüdüğü zaman, yalnızca kendi
ayaklarına baksın.”
“Konuştuğu zaman, yalnızca gerekli olan
şeyi konuşsun.”
“Yedikleri zaman, sofradan doymadan
kalksınlar. Her gün bir ertesi güne çıkmayacaklarını düşünüp, vakitlerini (son)
nefesi yaklaşan biri gibi harcasınlar.”
“Elbise olarak hayvan derisi yeter.”
“Toprak yığını, çıplak yer üstünde
uyusun; her gece iki saatlik uyku da yeter.” “Kendinden başka kimseden nefret
etmesin, kendinden başka kimseyi ayıplamasın.” İbadet ederlerken, gelecek olan
mahkemedelermiş gibi bir korku içinde ayakta
dursunlar.”
“Şimdi, Allah'a kulluk için Allah'ın
Musa kanalıyla sana verdiği kanuna göre bunları yap, çünkü bu şekilde Allah'ı
bulacak, her zaman ve her yerde sen Allah'ta, Allah da sendeymiş hissini
duyacaksın.”
“İlya'nın küçük kitabı budur ey
Ferisîler. Bu nedenle size yine diyorum ki, eğer siz Ferisîlerseniz benim
buraya girmeme sevinmiş olmalısınız, çünkü Allah günahkârlara merhamet eder.”
Sonra Zakkay dedi: “Rab, Allah sevgisi
için tehditle aldığım tüm şeylerin dört katını vereceğim.”
O zaman İsa dedi: “Bugün kurtuluş bu eve
gelmiş bulunuyor. Bakın, bakın pek çok vergi mültezimleri, fahişeler ve
günahkârlar Allah'ın melekûtuna girecekler ve kendilerini takva sahibi sayanlar
sonsuz ateşlere gireceklerdir.”<
Bunu duyan Ferisîler öfkeyle ayrıldılar.
O zaman İsa tevbeye gelenlere ve havarilerine dedi: “Bir adamın iki oğlu vardı,
küçük olanı dedi: “Baba bana düşen malları ver,” Ve babası verdi ve kendi
payını alan (oğul) ayrıldı ve uzak bir ülkeye gitti; orada tüm varlığını lüks
içinde yaşayarak fahişelerle harcayıp bitirdi. Bundan sonra, bu ülkede şiddetli
bir kıtlık oldu, o kadar ki, bu sefil adam bir vatandaşa hizmet etmeye gitti, o
da kendisini malları arasında bulunan domuzların başına verdi. Ve domuzlara
bakarken, onlarla birlikte palamut yiyerek açlığını ne de olsa gideriyordu. Ama
kendine geldiği zaman (şöyle) dedi: “Ah babamın evinde ne bol yiyecekler vardı.
Bense burada açlıktan kırılıyorum! Bu nedenle, kalkıp babama gidecek ve
kendisine diyeceğim: Baba, gökte sana karşı günah işledim; bana
hizmetçilerinden birine davrandığın gibi davran.”
“Zavallı adam gitti ve öyle oldu ki,
babası onun uzaklardan geldiğini görüp kendisine karşı merhamete geldi. Bunun
üzerine onu karşılamaya çıktı ve yanına varıp kendisini kucakladı ve öptü.”
Oğul, baş eğip dedi: “Baba, gökte sana
karşı günah işledim, bana hizmetçilerinden birine davrandığın gibi davran.
Çünkü ben, senin oğlun denecek değerde değilim.”
Baba karşılık verdi: “Oğul, böyle deme,
çünkü sen benim oğlumsun ve seni kölem durumunda görmeye dayanamam.” Ve
hizmetçilerini çağırıp dedi: “Buraya yeni elbiseler getirip bu oğlumu giydirin
ve kendisine yeni don verin. Parmağına yüzüğünü takın ve hemen yağlı danayı
kesin, şenlik yapacağız. Çünkü bu benim oğlum ölmüştü. Şimdi ise yeniden hayata
gelmiş bulunuyor. Kayıptı da şimdi bulundu.”
“Evde şenlik yaparlarken bakın ki, büyük
oğul eve geldi. Ve içerde şenlik yaptıklarını duyup şaşırdı ve hizmetçilerden
birini çağırıp niye böyle şenlik yapmakta olduklarını sordu.”
Hizmetçi ona cevap verdi: “Kardeşin
geldi, baban da yağlı danayı kesti, yiyorlar.” Büyük oğul bunu duyunca çok
kızdı ve eve girmedi.
Bunun üzerine, babası dışarı çıkıp
kendisine dedi: “Oğul, kardeşin geldi, sen de gel ve onunla birlikte sevin.”
Oğul kızarak cevap verdi: “Sana hep iyi
bir şekilde hizmet ettim; ve sen bana hiç bir
zaman arkadaşlarımla yemek için bir kuzu
vermedin. Fakat, seni terkedip giden ve tüm payına düşeni fahişelerle yiyip
bitiren bu değersiz herife gelince şimdi yağlı danayı kesiyorsun.”
Baba cevap verdi: “Oğul, sen hep
benimlesin ve her şey senindir. Ama bu ölmüştü, şimdi yine hayattadır, kayıptı,
şimdi bulunmuştur, bu bakımdan sevinmeliyiz.”
Büyük oğul daha çok kızdı ve dedi: “Sen
git ve neşelen, ben zina edenlerin sofrasında yemek yemeyeceğim.” Ve tek bir
kuruş bile almadan babasını bırakıp gitti.
“Allah sağ ve diridir ki” dedi Isa, “tevbe
eden günahkârlar için Allah'ın melekleri arasındaki sevinç işte böyledir.”
Ve yemeği yedikleri zaman ayrıldı, çünkü
Yahudiye'ye gitmek istiyordu. Bunun üzerine havariler dediler: “Muallim,
Yahudiye'ye gitme, çünkü Ferisiler'in başkâhin (ve kâhin) lerle senin aleyhinde
görüştüklerini biliyoruz.”
Isa karşılık verdi: “Ben, onlar bunu
yapmadan önce de biliyordum, fakat korkmuyorum. Çünkü onlar Allah'ın iradesine
aykırı hiç bir şey yapamazlar, bu bakımdan bırakın istedikleri her şeyi
yapsınlar; çünku ben onlardan değil, Allah'tan korkuyorum.”
“Şimdi söyleyin bana: Bu günün
Ferisîleri Ferisi midirler? Allah'ın kulları mıdır onlar? Hiç de değil. Evet,
ve bakın size diyorum ki, burada yeryüzünde bir insanın melanetlerini örtmek
için din mesleği ve kılığına bürünmesinden daha kötü bir şey yoktur.
Şimdikileri bilirsiniz diye eski zamanların Ferisîlerinden tek bir örnek
vereceğim size. İlya'nın, putatapıcıların büyük zulümleri sonucu ayrılmasından
sonra Ferisîler'in kutlu cemaati dağıldı. Çünkü, daha hemen İlya zamanında, bir
yılda gerçek Ferisi olan on binden fazla peygamber öldürülmüştü.”
“İki Ferisi yerleşmek üzere dağlara
gittiler ve birbirlerinden yalnızca bir saatlik mesafede bulunuyor idiyseler
de, biri komşusundan on beş yıl hiç bir haber alamadı. Bakın ki, bunlar meraklı
kişilerdi de! Gel zaman git zaman bu dağlarda bir kuraklık oldu ve bunun
üzerine her ikisi de su aramaya koyuldular ve birbirlerini buldular. O zaman
daha yaşlı olanı dedi (çünkü en büyüğün herkesten önce konuşması adetleriydi ve
genç bir adamın yaşlı birinden önce konuşmasını büyük bir günah sayarlardı.) Bu
bakımdan, yaşlı olanı dedi: “Nerede oturuyorsun kardeş?”
“Oturduğu yeri parmağıyla işaret ederek
cevap verdi: “Şurada oturuyorum.” Çünkü, genç olanın oturma yerinin
yakınındaydılar.”
Yaşlı olanı dedi: “Kardeş ne zamandır
burada oturuyorsun?”
Genç olanı cevap verdi: “Onbeş yıldır.”
Yaşlı olanı dedi: “Belki de, Ahab
Allah'ın kullarını öldürdüğü zaman geldin?”
“Evet öyle” diye cevap yerdi genç olanı
Yaşlı olanı dedi: “Ey kardeş, şimdi îsrail kralı kimdir, bilir misin?”
Genç olanı cevap verdi: “İsrail'in kralı
Allah'tır, çünkü putatapıcılar kral değil, İsrail'in cellâtlarıdır.”
“Doğru” dedi yaşlı olanı. “Ama, ben
şimdi israil'in cellâtı kimdir demek istemiştim.” Genç olanı cevap verdi: “İsrail'in
günahları İsrail'in cellâtlarıdır. Çünkü, günah işlememiş olsalardı, (Allah)
İsrail'e karşı putatapıcı reisleri ayaklandırmıyacaktı.”
O zaman yaşlı olanı dedi: “Allah'ın
İsrail'i cezalandırmak için gönderdiği şu kâfir reis
kimdir?”
Genç olanı cevap verdi: “Şimdi ne bileyim,
onbeş yıldır senden başka kimseyi görmemişim ve okumak da bilmiyorum ki, bana
herhangi bir mektup gönderilmiş olsun.” Yaşlı olanı dedi: “Ama, koyun derilerin
ne kadar da yeni! Madem, hiç bir kimseyi görmedin de, onları sana kim verdi?”
Genç olanı cevap verdi: “îsrail
halkının, üstünü başını çölde kırk yıl eskitmekten koruyan, benim derilerimi de
korudu.”
O zaman yaşlı olanı sezdi ki, genç olan
kendinden daha tamdır, çünkü kendisinin her yıl insanlarla ilişkisi oluyordu.
Bu yüzden, sohbetinden yararlanmak için dedi: “Kardeş, sen okumak bilmezsin,
bense bilirim, benim evimde Davud'un Mezmurlar'ı vardır. O halde, gel ben her
gün sana biraz okuyayım, ve Davud'un ne dediğini açıklayayım.”
Genç olanı cevap verdi: “Haydi gidelim.”
Yaşlı olanı dedi: “Ey kardeş, iki gün oldu ki, su içmiyorum. Bu bakımdan biraz
su araştıralım dedi.” Genç olanı dedi: “Ey kardeş, ben iki aydır su içmiyorum.
O halde haydi gidelim de, Allah'ın peygamberi Davud aracılığıyla ne dediğine
bakalım; Rabb bize su vermeye kadirdir.”
Bunun üzerine dönüp, yaşlı olanın
mekânına vardılar. Ve kapıda bir taze su kaynağı buldular.
Yaşlı olanı dedi: “Ey kardeş, sen
Allah'ın kutsal bir kulusun; bak Allah bu kaynağı senin uğruna verdi.”
Genç olanı dedi: “Ey kardeş, alçak
gönüllülüğünden diyorsun,bunu. Ama belli ki, Allah eğer bunu benim uğruma
yapmış olsaydı (onu aramak için) ayrılmayayım diye, benim mekânımın yakınında
bir kaynak verirdi. Ben sana karşı günah işlediğimi itiraf etmeliyim. Sen iki
gündür içmediğinden su aradığını söyleyince, ben iki aydır içeceksiz
olduğumdan, sanki senden daha iyiymişim gibi içimde bir yükseklik duydum.”
O zaman yaşlı olanı dedi: “Ey kardeş,
gerçeği söyledin, dolayısıyla günah işlemiş değilsin.”
Genç olanı dedi: “Ey kardeş, babamız
Ilya'nın “Allah'ı arayan yalnızca kendini ayıplasın.” dediğini unutuyorsun. O,
biz bunu bilelim diye değil, buna uyalım diye yazdı onu mutlaka.”
Daha yaşlı olanı yoldaşının doğruluğunu
ve takvasını sezerek dedi: “Doğru; ve Allah'ımız seni bağışlamıştır.”
Ve bunu deyip, Mezmurlar'i aldı ve
babamız Davud'un dediklerini okudu:
“Dilimin, günahıma bahane bulup göz
yumarak kötü sözlere dalmaması için ağzımın üzerine bir gözetleyici
yerleştireceğim.” Ve burada yaşlı adam bir konuşma yaptı ve genç olanı ayrıldı.
Bundan sonra, buluşmalarından önce onbeş yıl daha geçti. Çünkü genç olanı
yerini değiştirmişti. İşte böyle, yaşlı olan onu bulunca dedi: “Ey kardeş,
kaldığın yere neden geri (bir daha) gelmedin?”
Genç olanı cevap verdi: “Çünkü, bana
söylediklerini henüz öğrenmiş değilim.”
O zaman yaşlı olanı dedi: “Onbeş yıl
geçmişken nasıl olabilir bu?”
Genç olanı cevap verdi: “Sözlere
gelince, onları tek bir saatte öğrendim ve hiç unutmadım; fakat, henüz onlara
uyamadım. Uymayacak olduktan sonra, çok fazla şey öğrenmenin amacı nedir ki?
Allah'ımız zihnimizin değil de, daha çok kalbimizin iyi
olmasını bekler, bu bakımdan, Hüküm
Günü'nde bize ne öğrendiğimizi değil, ne yaptığımızı soracaktır.”
Yaşlı olanı karşılık verdi: “Ey kardeş,
böyle deme, çünkü, Allah'ımızın değer verilmesini istediği ilmi hor görmüş
oluyorsun.” Genç olanı cevapladı: “Şimdi, günaha düşmemek için nasıl
söylemeliyim ki, çünkü senin sözün doğru, benimki de öyle. Öyleyse, diyorum ki,
Allah'ın kanununda yazılı olan emirlerini bilenler, eğer ardından daha çok şey
öğreneceklerse, (önce) bunlara uymalıdırlar. Ve, insan öğrendiği her şeye,
bırakın uysun, (yalnızca) onu bilmekle kalmasın).”
Yaşlı olanı dedi: “Ey kardeş, söyle
bana, kiminle konuştun ki, benim söylediklerimin tümünü öğrenmediğini bilirsin?”
Genç olanı cevap verdi: “Ey kardeş,
kendimle konuşurum. Her gün hesabımı vermek için kendimi Allah'ın mahkemesinin
önüne korum. Ve, her zaman için de günahlarıma göz yuman bir şey duyarım.”
Yaşlı adam dedi: “Ey kardeş, sen tamken,
hataların nedir ki?”
Genç olanı cevap verdi: “Ey kardeş,
böyle deme, çünkü ben iki büyük hatanın ortasında duruyorum: Biri, kendimi
günahkârların en büyüğü olarak bilmemem, diğeri ise, başkalarından daha çok
(günahıma) pişman olmak istemememdir.”
Yaşlı olanı karşılık verdi: “Şimdi, sen
(insanların) en olmuşu iken, kendini nasıl günahkârların en büyüğü olarak
bilebilirsin?”
Genç olanı cevapladı: “Bir Ferisi'nin
alışkanlığını edindiğim zaman, üstadımın bana söylediği ilk söz şuydu: “Başkalarının
iyiliklerine, kendimin ise kötülüklerime bakmalıyım. Çünkü böyle yaparsam eğer,
kendimi günahkârların en büyüğü olarak algılayabilirim.”
Yaşlı adam dedi: “Ey kardeş, bu dağlarda
kimin iyiliğine, kimin hatalarına bakarsın, görüyorsun ki, burada hiç kimse
yoktur.”
Genç olanı cevap verdi: “Güneşin ve
gezegenlerin itaatına bakmalıyım. Çünkü onlar Yaratıcı'larına benden daha iyi
kulluk ediyorlar. Ama, ya arzuladığım gibi ışık vermediklerinden, ya
sıcaklıklarının çok fazla olduğundan, ya da yerde çok fazla veya çok az yağış
olduğundan ben onları ayıplıyorum.”
O zaman, yaşlı adam bunu duyunca dedi: “Kardeş,
sen bu akideyi nereden öğrendin. Çünkü, ben şimdi doksan yaşmdayım ve yetmiş
yıldır bir Ferisi'yim.”
Genç olanı cevap verdi: “Ey kardeş, sen
bunu alçak gönüllülüğünden söylersin, çünkü sen, Allah'ın kutsal bir (kul)
usun. Yine de ben sana cevap vereyim ki, Yaratıcı'mız Allah zamana bakmaz. Ama
kalbe bakar. Bundandır ki, Davud onbeş yaşında, öbür altı kardeşinden daha genç
iken îsrail kralı seçildi ve Rabbımız Allah'ın bir peygamberi oldu.”
“Bu adam gerçek bir Ferisî'ydi” dedi İsa
havarilerine. Ve, inşallah Hüküm Günü'nde onu arkadaşımız olarak buluruz.”
İsa sonra bir gemiye bindi ve havariler
ekmek getirmeyi unuttuklarından dolayı üzgündüler. İsa kendilerini azarlayıp
dedi: “Günümüz Ferisi1 lerinin mayalarından
sakının. Çünkü küçük bir maya bir yığın
yemeği bozar.”
O zaman havariler birbirlerine dediler: “Şimdi,
ekmeğimiz bile yokken, nasıl mayamız olsun ki?”
O zaman İsa dedi: “Ey az inancı olan
adamlar, Allah'ın, hiç bir ürün işareti olmayan Nain'de yaptıklarını unuttunuz mu?
Ve, beş ekmek ve iki balığı kaç kişi yemiş ve doymuştu? Allah'a imandan yoksun
olan Ferisi'nin mayası ve ben düşüncesi, yalnızca bugünün Ferisî'lerini
bozmakla kalmamış, îsraili'leri de bozmuştur. Çünkü, okumak bilmeyen basit bir
halk, kutsal kişiler olarak tanıdıklarından Ferisi'lerde gördüğü şeyleri yapar.
“Gerçek Ferisi nedir bilir misiniz? O,
insan tabiatının yağıdır. Nasıl ki, yağ her sıvının üstünde durursa, gerçek
Ferisî'nin iyiliği de tüm insanî iyiliklerin üstünde durur. O, Allah'ın dünyaya
verdiği yaşayan bir kitaptır; çünkü, söylediği ve yaptığı her şey Allah'ın
kanununa uygundur. Bu bakımdan, kim onun yaptığını yaparsa. Allah'ın kanununa
uymuş olur. Gerçek Ferisi, günahla insan bedenini çürütmeyen tuzdur; çünkü, onu
gören herkes tevbeye gelir. Hacıların yolunu aydınlatan bir ışıktır o, çünkü,
onun pişmanlığıyla birlikte yoksulluğunu gören herkes, bu dünyada kalbimizi
kapamamamız gerektiğini idrak eder. “Ama, yağı ekşiten, kitabı tahrif eden,
tuzu çürüten, ışığı söndüren bu insan sahte bir Ferisî'dir. Bu bakımdan, eğer
helak olmayacaksanız, bugünkü Ferisîlerin yaptıklarını yapmamaya dikkat edin.”
İsa Kudüs'e gelip de, bir sebt günü
mabede girdiğinde, askerler onu kışkırtmak ve alıp (götürmek) için yaklaşıp
dediler: “Muallim, savaş açmak meşru mudur?” İsa cevap verdi: “İnancımız bize,
hayatımızın yeryüzü üzerinde sürekli bir savaş halinde olduğunu söyler.”
Askerler dediler: “Öyleyse, bizi kendi
inancına döndürmek ve bizim yığınla tanrıyı bırakıp, (çünkü, yalnızca Roma'da
görülen yirmi sekiz bin tann vardır) senin tek olan ve görülemediği için nerede
olduğu bilinmeyen, belki de bir hayal olan Allah'ına uymamızı ister misin?”
İsa cevap verdi: “Eğer sizi Allah'ımızın
yarattığı gibi, sizi ben yaratmış olsaydım, sizi hidayete erdirmek isterdim.”
Karşılık verdiler: “Şimdi, nerede olduğu
bilinmediği halde, senin Allah'ın bizi nasıl yaratmış olabilir? Bize Allah'ını
göster, o zaman yahudi olacağız.”
O zaman İsa dedi: “Eğer sizin O'nu
görecek gözleriniz olsa, ben size O'nu gösteririm, fakat kör olduğunuz için,
O'nu size gösteremiyorum.”
Askerler karşılık verdiler: “Bu
insanların sana verdiği onur mutlaka senin anlayışını götürmüş olmalı. Çünkü,
hepimizin başında iki gözü varken, sen bizim kör olduğumuzu söylersin.”
İsa cevap verdi: “Bedenî gözler, yalnızca
cismi olan ve dıştaki şeyleri görebilir. Bu bakımdan, siz yalnızca, hiç bir şey
yapamayan altından, gümüşten ve tahtadan tanrılarınızı görebilirsiniz. Ama, biz
Yahudiyelilerin Allah'ımıza karşı korku ve iman şeklinde manevi gözlerimiz
vardır, bu yüzden de, biz Allah'ımızı her yerde görebiliriz.” Askerler karşılık
verdiler: “Konuşmana dikkat et, çünkü, eğer tanrılarımıza nefret yağdıracak
olursan, seni Hirodes'in ellerine veririz, o da her şeye gücü yeten
tanrılarımızın öcünü alır.”
İsa cevap verdi: “Eğer dediğiniz gibi,
onların her şeye gücü yetiyorsa, beni bağışlayın, artık onlara tapacağım.”
Askerler bunu duyunca sevindiler ve
putlarını yüceltmeye başladılar. O zaman İsa dedi: “Burada işlerinize ihtiyaç
vardır, sözlerinize değil, madem öyle, tanrılarınıza bir sineği yarattırın, ve
ben onlara tapacağım.”
Askerler bunu duyunca yılıp, diyecek şey
bulamadılar, bunun üzerine İsa dedi: “Asla, onların tek bir sineği (bile)
yeniden yaratmadıklarını gördüğümden, kendileri için, tek bir sözle her şeyi
yaratmış olan Allah'ı bırakmıyacağım, O'nun adı tek başına orduları korkutur.”
Askerler karşılık verdiler: “Şimdi şuna
bakalım; çünkü biz seni al (ip götür) mek istiyoruz.” Ve ellerini Isa'ya karşı
uzatmak istediler.”
O zaman İsa dedi: “Adonai Sabaoth!”(Ey
Orduların Rabbi!) Bunun üzerine, bir kişinin, yıkanıp yeniden şarapla
doldurulacakları zaman tahta fıçılan yuvarladığı gibi, askerler de hemen
mabedten yuvarlanıp gittiler; o kadar ki, kendilerine dokunan kimse olmadığı
halde, başları ve ayakları yere çarpıyordu.
Ve, o kadar korktular ve öyle bir
şekilde kaçtılar ki, Yahudiye'de bir daha görünmediler.
Kâhinler ve Ferisi'Ier kendi aralarında
mırıldanıp dediler.- “O'nda Ba'al ve Eşterot'un bilgeliği var, ve bundan
dolayı, şeytan'ın gücüyle yaptı bunu.”
Isa ağzını açtı ve dedi: “Allah'ımız
komşumuzun mallarını çalmamamızı emretti. Fakat, bu tek hüküm öylesine aşıldı
ve kötüye kullanıldı ki, dünyayı günahla doldurdu ve bu (günah) diğer
günahların bağışlandığı gibi bağışlanmıyacaktır; çünkü, başka her günah için
insan ağlar ve onu bir daha işlemez, namaz ve zekâtla birlikte oruç da tutarsa,
Kadir ve Rahim olan Allah'ımız affeder. Fakat, bu günah o türdendir ki, zulmen
alınan geri verilmedikçe, asla bağışlanmayacaktır.”
O zaman, bir yazıcı dedi: “Ey muallim,
hırsızlık tüm dünyayı günahla nasıl doldurmuştur? Şimdi, Allah'ın lûtfuyla,
yalnızca bir kaç hırsızın bulunduğu ortadadır, onlar da kendilerini
gösteremezler, çünkü hemen askerler tarafından asılırlar.” İsa karşılık verdi.-
“Malları bilmeyen (metinden aynen) hırsızları da bilmez, hem, bakın size
diyorum ki, pek çokları ne yaptığını bilmeden çalar, bu yüzden de, günahları
başkalarınınkinden daha büyüktür, çünkü bilinmeyen hastalık iyileşmez.”
O zaman Ferisîler Isa'ya yaklaşıp
dediler: “Ey muallim, İsrail'de gerçeği tek sen bildiğin için bize öğret.”
İsa karşılık verdi: “israil'de gerçeği
tek benim bildiğimi söylemiyorum, çünkü bu “tek” kelimesi başkalarına değil,
yalnızca Allah'a ait. Çünkü, O Hakk'tır, hakkı (gerçeği) da yalnızca O bilir.
Bu bakımdan, eğer ben böyle dersem, büyük bir hırsız olurum. Çünkü, Allah'ın
şanını çalmış olurum. Ve, Allah'ı tek ben biliyorum demekle de, herkesten daha
çok cehaletin içine düşerim. Bu nedenle siz, tek benim gerçeği bildiğimi
söylemekle ağır bir günah işlediniz. Ve, size diyorum ki, eğer bunu teşvik
etmek için dediyseniz, günahınız daha da büyük olacaktır.”
Sonra İsa, herkesin sustuğunu görünce
yeniden dedi: “Her ne kadar ben İsrail'de gerçeği bilen tek kişi değilsem de,
tek ben konuşacağım; bu bakımdan, madem bana sordunuz, (o halde) bana kulak
verin.”
“Yaratılan her şey Yaratıcı'ya aittir, o
şekilde ki, hiç bir şey herhangi bir şey için iddiada
bulunamaz. Öyle de, ruh, nefs, beden,
zaman, mal ve şan hep Allah'ın mülkiyetindedir. Eğer bir insan onları Allah'ın
istediği biçimde almazsa, bir hırsız olmuş olur. Ve, aynı şekilde, eğer onları
Allah'ın isteğinin aksine harcarsa, yine bir hırsız olmuş olur. Bu bakımdan
diyorum ki size, ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, siz zamanı “yarın
şöyle yapacağım, şöyle bir şey söyleyeceğim, şöyle bir yere gideceğim” diyerek
ele alırsanız ve “inşallah (Allah izin verirse)” demezseniz, hırsız olursunuz
ve zamanınızın daha iyi bölümünü Allah'ı memnun etmek için değil de, kendinizi
memnun etmek için harcadığınızda daha büyük hırsız olursunuz ve daha kötü
bölümünü Allah'a kulluk için harcadığınızda, o zaman da kuşkusuz hırsız
olursunuz.
“Kim günah işlerse, hangi şekilde olursa
olsun bir hırsızdır; çünkü o Allah'a kulluk etmesi gereken zamanı, ruhu ve
kendi hayatını çalıp Allah'ın düşmanı şeytan'a vermiş olur.”
“Bu bakımdan, onuru, canı ve malı olan
insanın malı mülkü çalındığı zaman hırsız asılacaktır; canı alındığı zaman,
katilin başı kesilecektir ve adaletli olan budur, çünkü Allah böyle
buyurmuştur. Ama, bir komşunun onuru alındığı zaman, neden hırsız çarmıha
gerilmez? Mal onurdan, gerçekten daha mı iyidir? Allah gerçekten, malı alanın
cezalandırılacağını, malla birlikte canı alanın cezalandırılacağını, ama onuru
alanın serbest kalacağını mı buyurmuştur? Hiç de değil, çünkü mırıldanmaları
nedeniyle babalarımız va'd edilen ülkeye girmediler de, yalnızca çocukları
(girdi). Ve, bu günah nedeniyle, yılanlar halkımızdan yetmiş bin kadarını
öldürdü.
“Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, onuru çalan, bir insanı malından ve canından edenden daha büyük
cezayı hak eder. Ve, mınldayana kulak veren de aynı şekilde suçludur. Çünkü,
biri şeytan'ı diline, diğeri ise kulaklarına alır.”
Ferisîler bunları duyunca (öfkeden)
patlıyorlardı, çünkü konuşmasına karşı çıkamıyorlardı.
Sonra İsa'nın yanına bir fakih yanaştı
ve ona dedi : “Sayın muallim, bana anlat ki Allah, babalarımıza neden ekin ve
meyve bahşetmedi? Düşeceklerini bildiğinden, mutlaka kendilerine vermeli veya
insanlara onu görme eziyetini çektirmemeliydi.”
İsa cevap verdi: “Adam, sen bana iyi
dersin, fakat hata edersin, çünkü yalnızca Allah iyidir. Ve, Allah'ın neden
senin beynine göre iş yapmadığını sormakla daha çok hata edersin. Yine de sana
cevap vereceğim. O halde sana diyorum ki, Yaratıcımız Allah işinde kendisini
bize uydurmaz, bu bakımdan meşrû olan, yaratılmışın O'nun yöntemini ve
uygunluğunu değil de, bunun yerine, Yaratanın yaratılmışa değil, yaratılmışın
Yaratan'a bağlı kalması için Yaratıcısı Allah'ın şanını araştırmasıdır. Ruhumun
huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer Allah insana her şeyi vermiş
olsaydı, insan, kendisinin Allah'ın kulu olduğunu bilmeyecekti; ve böylece de
kendini Cennet'in efendisi sayacaktı. Bu bakımdan, her zaman Azîm ve Sübhan
olan Yaratıcı, Kendine bağlı kalsın diye insanı yemekten men etti.
“Ve, bakın size diyorum ki, kimin
gözünde ışık varsa her şeyi açık görür ve bizzat karanlıktan bile ışık çıkarır;
fakat kör böyle yapmaz. Bu nedenle diyorum ki, eğer insan günah işlememiş
olsaydı, ne ben ne de sen Allah'ın merhametini ve adaletini bilmeyecektik. Ve,
eğer Allah, insanı günah işleme istidadında yaratmamış olsaydı, bu konuda o,
Allah'a eşit olacaktı.. Bundan dolayı, Sübhan Allah insanı iyi ve adaietli
yarattı,- ama kendi hayatı, kurtuluşu ve batışıyla ilgili olarak istediğini yapmakta
serbest bıraktı.”
Fakih bunları işitince dondu kaldı ve
şaşkınlık içinde ayrılıp gitti.
Sonra, başkahin iki yaşlı kâhini gizlice
çağırarak mabedten çıkıp, öğle namazını kılmak için Süleyman verandasında
oturup beklemekte olan İsa'ya gönderdi. Ve, (İsa'nın) yanında halktan büyük bir
kalabalıkla birlikte havarileri de bulunuyordu.
Kâhinler Isa'ya yaklaşıp dediler: “Muallim,
insan ekini ve meyveyi neden yedi? Allah onu yemesini istedi mi, istemedi mi?”
Ve, onlar bunu İsa'yı yanıltmak için dediler; çünkü, “Allah istedi” dese, “(öyleyse)
niçin yasakladı?” karşılığını verecekler, “Allah istemedi” dese, “o halde,
Allah'ın istediğinin aksini yapabildiğine göre, insan Allah'tan daha büyük bir
güce sahip” diyeceklerdi.
İsa cevap verdi: “Sizin sorunuz, dağın üstünden
geçen ve sağ ve solunda uçurum bulunan bir yol gibi, ama ben ortadan
yürüyeceğim.”
Bunu duyunca, kâhinler İsa'nın
kalplerini bildiğini sezerek şaşırdılar.
Sonra İsa dedi: “Her insan ihtiyacı
olduğundan, her şeyi kendi yararı için yapar. Ama, hiç bir şeye ihtiyacı
olmayan Allah, kendi hak arzusuna göre yaptı, Bu bakımdan, insanı yaratırken
onu, Allah'ın kendine ihtiyacı olmadığını bilsin diye hür yarattı. Verbigratîa
(=misal olarak), kendi zenginliğini sergilemek için ve köleleri kendini daha
çok sevsin diye, kölelerine hürriyet veren bir kralın yaptığı gibi.
“O halde, Allah insanı, Yaratıcı'sını
çok daha fazla sevsin ve nimetini bilsin diye hür yarattı. Çünkü, Allah her ne
kadar Kadiri Mutlak olup, insana ihtiyacı yok ve onu kudretiyle de yaratmışsa
da, hayır işleyip, şerre karşı koyabilecek şekilde onu serbest bırakmıştır.
Çünkü, her ne kadar Allah'ın günaha engel olma gücü var idiyse de, kudret ve
nimeti insanda görüldüğünden, insanda günaha karşı çıkmamak için, yani, insanda
Allah'ın rahmeti ve adaleti yürüsün diye O, kendi nimetiyle çelişmiyecekti
(çünkü, Allah'ta çelişme yoktur). Ve, gerçeği konuştuğuma işaret olarak, sizi
başkâhinin beni aldatmak için gönderdiğini ve bunun da kâhinliğin meyvesi
olduğunu size söylüyorum.” Yaşlı adamlar ayrılıp gittiler ve her şeyi başkâhine
anlattılar, o da dedi: “Bu herifin sırtında her şeyi kendisine söyleyen cin
var; çünkü o İsrail krallığını arzular, ama Allah bunun da gereğine bakacaktır.”
İsa öğle namazını kılıp da mabedten
çıkarken, annesinin rahminden kör doğan birini gördü. Havarileri kendisine
sorup dediler: “Muallim, bu adamda kimin günahı var, babasının mı, yoksa
annesinin mi ki. (böyle) kör doğmuş?”
İsa cevap verdi: “Ne babasının, ne de
annesinin günahı var onda, ama Allah, İncil'e bir şahit olsun diye onu böyle
yarattı.” Ve, kör adamı yanına çağırıp, yere tükürerek çamur yaptı ve onu kör
adamın gözlerine sürdü ve ona dedi: “Siloam gölüne git ve yıkan!”
Kör adam gitti ve yıkanıp, ışığa
kavuştu, ardından, eve dönerken, kendisine rastlayan pek çokları dediler: “Bu
adam körse, kesinlikle derim ki, mabedin güzel kapısında oturup duran adamdı.”
Başkaları dediler; “Odur, fakat ışığa nasıl kavuştu?” Ve, yanına yaklaşıp
dediler: “Sen mabedin güzel kapısında oturup duran kör adam değil misin?”
Cevap verdi: “Oyum, neden
(soruyorsunuz)?” -Dediler: “Öyleyse, görme gücüne nasıl kavuştun?” Cevap verdi:
“Bir adam toprağa tükürerek çamur yaptı ve bu çamuru gözlerimin üzerine koyup,
bana dedi: “Git Siloam gölünde yıkan.” Gidip yıkandım ve şimdi görüyorum.
İsrail'in Allah'ını tesbih ederim!”
Kör doğmuş olan adam mabedin güzel
kapısına yeniden geldiği zaman, tüm Kudüs meseleyi duymuştu. Bunun üzerine, İsa
aleyhinde kâhinler ve Ferisilerle konuşmakta olan kâhinlerin reisine getirildi.
Başkâhin kendisine sorup, dedi: “Adam,
sen doğuştan kör değil miydin?”
“Ya, evet” (diye) cevap verdi.
“Şimdi Allah'ın şanı üzerine”, dedi
başkâhin “anlat bize, hangi peygamber sana rüyada göründü de ışık verdi.
Babamız İbrahim miydi, yoksa Allah'ın kulu Musa mı, veya bir başka peygamber
miydi? Çünkü, başkaları böyle bir şeyi yapamaz.”
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: “Ben
rüyada ne İbrahim'i, ne Musa'yı, ne de bir başka peygamberi görüp
iyileştirilmedim. Ben mabedin kapısında otururken bir adam beni yanına
getirtti, tükrüğüyle topraktan çamur yaparak, bu çamurun bir kısmını gözlerime
sürdü ve beni yıkanmam için Siloam gölüne gönderdi; ben de oraya gidip yıkandım
ve gözlerimin ışığıyla geri döndüm.”
Başkâhin kendisine o adamın adını sordu.
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: “Bana adını söylemedi, ama onu gören biri
beni çağırarak dedi: “Git ve bu adamın sana söylediği gibi yıkan, çünkü o
Nasıralı İsa'dır, Israililerin Allah'ının bir peygamberi ve kutsal bir
(kul)udur.”
O zaman başkâhin dedi: “O seni belki de
bugün, yani sebt günü iyileştirdi?”
Kör adam cevap verdi: “Bu gün
iyileştirdi beni.”
Başkâhin dedi: “Bakın şimdi, bu herif
nasıl da günahkârın biridir, görüyorsunuz ki sebt gününe riayet etmez!”
Kör adam karşılık verdi: “O bir günahkâr
mıdır, değil midir bilmem; ama şunu bilirim ki, ben kör iken o beni ışığa
kavuşturdu.”
Ferisiler buna inanmadılar bu nedenle de
başkâhine dediler: “Anne ve babasını çağırtın, bize gerçeği söyler onlar.”
Bunun üzerine kör adamın anne ve babasını çağırttılar ve onlar gelince başkâhin
kendilerine şöyle sordu: “Bu adam sizin oğlunuz mudur?”
Cevap verdiler: “O bizim oğlumuzun ta
kendisidir.”
O zaman başkâhin dedi: “O, kör doğduğunu
ve şimdi de gördüğünü söylüyor; nasıl olmuştur bu iş?”
Kör olarak doğan adamın baba ve annesi
cevap verdi: “Evet, o kör doğmuştu, ama, ışığı nasıl aldığını bilmiyoruz; onun
yaşı başı yerindedir, kendisine sorun, size gerçeği söyler.” Bunun üzerine
onlara yol verildi ve başkâhin yeniden, kör doğmuş olan adama dedi: “Allah'ın
şanı üzerine doğruyu söyle.”
(Kör adamın baba ve annesi konuşmaktan
korkmuşlardı; çünkü, Roma Senatosu'ndan, ölüm acısına çarptırılmak (istemiyen)
kimsenin, Yahudiler'in peygamberi İsa hakkında çekişmemesi için bir ferman
çıkmıştı. Bu ferman valinin de eline ulaşmıştı, bu nedenle, “Onun yaşı başı
yerindedir, kendisine sorun” dediler.)
Sonra, başkâhin kör adama dedi: “Allah'ın
şanı üzerine doğruyu söyle, çünkü biz, senin kendini iyileştirdiğini söylediğin
bu adamın bir günahkâr olduğunu biliyoruz.”
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: “O bir
günahkâr mıdır, değil midir bilmem. Ama şunu bilirim ki, ben görmüyordum, o
beni ışığa kavuşturdu. Dünyanın başlangıcından bu saate kadar, kesinkes, kör
doğup da ışığa kavuşturulan kimse olmamıştır. Ve Allah
günahkârlara kulak asmaz.”
Ferisiler dediler: “Seni ışığa
kavuştururken ne yaptı?”
O zaman kör doğmuş olan bunların
inançsızlığına şaştı kaldı ve dedi: “Söyledim ya, neden bir daha soruyorsunuz
bana? Siz de O'nun şakirtleri olmaz mısınız?”
O zaman, başkâhin kendisine küfredip
dedi: “Sen zaten günah içinde doğmuşsun, öyleyken bize öğretmeye mi
kalkıyorsun? Defol ve böyle bir adamın sen şakirdi ol! Çünkü, biz Musa'nın
şakirtleriyiz ve biliyoruz ki, Allah Musa ile konuşmuştur; bu adama gelince,
onun neci olduğunu bilmiyoruz.” Ve, onu havra ve mabedten atıp, Israililer
arasındaki temizlerle birlikte ibadet etmesini yasakladılar.
Kör doğmuş olan adam gidip İsa'yı buldu.
O da kendisini şöyle teselli etti: “Hiç bir zaman şimdiki kadar kutsanmamıştın,
çünkü, peygamberi ve babamız Davud kanalıyla dünyanın dostlarına karşı, “Onlar lanetlerler,
ben kutsarım” diyen Allah'ımız tarafından kutsandın; ve O, peygamber Mika
aracılığıyla da dedi : “Ben sizin kutsamanızı lanetlerim. Çünkü, Allah'ın
dilemesinin dünyanın dilemesine zıt olduğu kadar yer göğe, su ateşe, ışık
karanlığa, soğuk sıcağa veya sevgi nefrete zıt değildir.”
Havariler ardından kendisine şöyle
sordular: “Rab,sözlerin pek güzel; bu nedenle anlam (ların) ı bize söyle, çünkü
henüz anlamış değiliz.”
İsa cevap verdi: “Dünyayı tanıdığınız
zaman göreceksiniz ki, ben gerçeği konuştum ve böylece her peygamberdeki
gerçeği de tanıyacaksınız.”
“O halde bilin ki, tek bir adda
birleşmiş üç türlü dünya vardır: Biri, su, hava ve ateşle birlikte gökleri ve
yeri ve insanın altında olan tüm şeyleri temsil eder. Şimdi, bu dünya her
şeyiyle, Allah'ın peygamberi Davud'un, “Allah onlar için çiğnemedikleri bir
kural koymuştur” dediği gibi, Allah'ın iradesine uyar.”
İkincisi, nasıl “bunlardan birinin evi”
-duvarları değil de, aileyi temsil ediyorsa, bunun gibi tüm insanları temsil
eder, şimdi bu dünya yine Allah'ı sever; çünkü fıtratları gereği Allah'ı
özlerler. O kadar ki, fıtrata göre herkes, Allah'ı aramada yanılgıya düşse de,
Allah'ı özler. Ve, biliyor musunuz,
hepsi Allah'ı neden özler? Çünkü, onlar, herkes hiç bir kötülüğü olmayan sonsuz
bir iyiliğin özlemini duyar, bu ise yalnızca Allah'tır. Bu bakımdan, Rahman
olan Allah, bu dünyaya kurtuluşu için peygamberlerini göndermiştir. “Üçüncü
dünya, insanların, dünyanın yaratıcısı Allah'a aykırı bir kanuna dönüşmüş olan
günaha batmış durumudur. Bu, insanı Allah'ın düşmanları olan cinlere benzetir.
Ve, Allah'ımız bu dünyadan öylesine şiddetle nefret eder ki, eğer peygamberler
bu dünyayı sevmiş olsalardı, ne düşünürsünüz? mutlaka Allah kendilerinden
peygamberliklerini alırdı. Ve nasıl söyliyeyim ki ben? Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah'ın Elçisi dünyaya gelince eğer bu şerli
dünyaya karşı bir sevgi duyacak olsa, mutlaka Allah ondan, kendisini yarattığı
zaman vermiş olduğu tüm şeyleri alır ve, onu ebediyyen cezalandırır; Allah bu
dünyaya işte bu derecede zıttır.”
Havariler karşılık verdiler: “Ey
muallim, sözlerin öylesine güzel, bu bakımdan bize merhamet et, çünkü onları
anlamıyoruz.”
İsa dedi: “Sanır mısınız ki, Allah
Elçisi'ni kendisini Allah'la eşit tutmak isteyecek bir
rakip olarak yaratmıştır? Kesinlikle
hayır, aksine, efendisinin istemediğini istemeyecek olan itaatkâr kölesi olarak
(yaratmıştır.) Siz bunu anlayamazsınız, çünkü neyin günah olduğunu
bilmiyorsunuz. Bu nedenle, sözlerime kulak yerin. Bakın, dikkat edin, diyorum ki
size, günah insanda Allah'a aykırı bir şey olmadıkça ortaya çıkmaz; çünkü,
yalnızca Allah'ın dilemediği şey günahtır; o kadar ki, Allah'ın dilediği her
şey günaha yabancıların yabancısıdır. Bu durumda, eğer Ferisîlerle bizim
başkâhinlerimiz ve kâhinlerimiz, İsrail halkı bana Allah dediği için bana
işkence etseler, Allah'ı razı eden bir şey yapmış olurlar ve Allah da
kendilerini ödüllendirir. Fakat, benim gerçeği, gelenekleriyle Allah'ın
peygamberleri ve dostları olan Musa ve Davud'un kitaplarını tahrif ettiklerini
söylememi istemiyerek, tersi bir nedenle bana işkence ettiklerinden ve bu
yüzden benden nefret edip, ölümümü arzuladıklarından, işte bundan dolayı Allah
kendilerini tiksinti ve nefretle kabul eder.
“Söyleyin bana, Musa insan öldürdü, Ahab
da insan öldürdü, bu, her iki durumda da katl(öldürme) değil midir? Kesinlikle
değil; çünkü Musa, putatapıcılığı yok etmek ve Hakk olan Allah'a ibadet etmeyi
koruyup sürdürmek için insan öldürdü; ama Ahab ise, insanları Hakk olan Allah'a
ibadeti yok etmek ve putatapıcılığı koruyup sürdürmek için öldürdü, bu nedenle,
Musa için insan öldürmek kurbana dönüşürken, Ahab için (dine karşı)
saygısızlığa dönüştü; o kadar ki, bir ve aynı iş bu iki zıt etkiyi ortaya
çıkardı.” Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer şeytan
meleklerle onların Allah'ı nasıl sevdiklerini görmek için konuşmuş olsaydı,
Allah'ın reddine uğramıyacakti; ama, onları Allah'tan yüz çevirtmenin yollarını
aradı, bu yüzden de ebedi azaptadır.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık
verdi: “O halde, îsrail krallarının kitabında yazılı olduğu gibi, Allah'ın
yalancı peygamberlerin ağzıyla söylenmesini takdir buyurduğu yalanla ilgili
olarak, peygamber Mikaya'da söylenen şey nasıl anlaşılmalıdır?” İsa karşılık
verdi: “Ey Barnabas, olanları kısaca anlat ki, gerçeği açıkça görelim.”
O zaman, yazan dedi: “Peygamber Danyal,
îsrail krallarının ve tiranlarının tarihini anlatırken şöyle yazar: “îsrail
kralı, Ammoniler olan Belial oğullarına (yani, fasık/facirlere) karşı savaşmak
için Yahuda kralıyla birleşti. Şimdi, Yehuda kralı Yehoşafat ve İsrail kralı
Ahab ikisi birlikte Samiriyede bir tahtta otururlarken, önlerine dört yüz
yalancı peygamber gelip, îsrail kralına dediler: “Ammonîlere karşı çık, çünkü
Allah onları senin ellerine verecek. Ve sen Ammon'u parçalayacaksın.”
O zaman Yehoşafat dedi: “Burada
babalarımızın Allah'ının herhangi bir peygamberi var mıdır?”
Ahab cevap verdi: “Yalnızca bir tane
var, o da şerlidir, çünkü benimle ilgili olarak her zaman şer haber verir
durur; ve ben de onu hapiste tutuyorum.” Böyle, yani “yalnızca bir tane var”,
çünkü Ahab'ın fermanıyla o kadar çok peygamber öldürülmüştü ki, peygamberler
sizin de dediğiniz gibi ey muallim” insanların bulunmadığı dağ tepelerine
kaçmışlardı.”
O zaman Yehoşafat dedi: “Onu buraya
çağırt bakalım, ne der.”.
Bunun üzerine Ahab Mikaya'nın oraya
çağırılmasını emretti. O da ayağında bukağılarla ve hayatla ölüm arasında
bulunan bir insan gibi, şaşırmış bir yüzle geldi.
Ahab kendisine sorup dedi: “Allah adına
konuş Mikaya, biz Ammoniler'e karşı çıkacak mıyız? Allah, onların şehirlerini
bizim ellerimize verecek mi?”
Mikaya cevap verdi: “Çık, çık, çünkü
başarılı bir gekilde çıkacak ve yine daha başarılı bir şekilde ineceksin!”
O zaman, yalancı peygamberler Mikaya'yı
Allah'ın gerçek bir peygamberi olarak övüp, ayaklarındaki bukağıları kırıp
çıkardılar.
“Allah'ımızdan korkan ve hiçbir zaman
putlar önünde diz çökmemiş olan Yehoşafat Mikaya'ya sorup, dedi: “Bu savaş
işini nasıl görüyorsun, babalarımızın Allah'ı aşkına doğruyu konuş.”
Mikaya cevap verdi: “Ey Yehoşafat, senin
yüzün için korkuyorum. Bu nedenle diyorum ki sana, îsrail kavmini çobansız
koyun gibi görüyorum.”
O zaman Ahab gülümseyerek, Yehoşafat'a
dedi: “Sana bu herifin yalnızca şerri haber verdiğini söylemiştim de, sen
inanmamıştın.”
Sonra ikisi de dediler: “Şimdi, bunu
nerden bilirsin ey Mikaya?”
Mikaya cevap verdi: “Herhalde Allah'ın
huzurunda bir melekler heyeti toplandı ve ben Allah'ın şöyle gediğini işittim: “Ahab'ı
Ammon'a karşı çıkıp, öldürülmesi için kim kandıracak?” Bunun üzerine, biri bir
şey dedi, öbürü bir başka şey dedi. Sonra, bir melek gelip dedi: “Rabb, ben
Ahab'a karşı savaşacak ve yalancı peygamberlere gidip, yalanı onların diline
koyacağım ve böylece o da karşı çıkıp, öldürülecek.” Ve Allah bunu duyunca
dedi: “Şimdi git ve öyle yap, çünkü sen başaracaksın.”
O zaman yalancı peygamberler kızdı ve
reisleri Mikaya'nın yanağına tokat atıp, dedi: “Ey Allah'ın fasığı, gerçeğin
meleği ne zaman bizi bıraktı da sana geldi. Söyle bize, yalanı getiren melek
bize ne zaman geldi?”
Mikaya cevap verdi: “Kralınızı
aldattığınız için, öldürülmek korkusuyla evden eve kaçtığınız zaman
öğreneceksiniz.”
O zaman Ahab gazaba gelip dedi: “Mikaya'yı
yakalayın, ayaklarındaki bukağıları yanağına vurun ve ben dönünceye kadar
kendisine arpa ekmeği ve su verin, çünkü şu anda, ona nasıl bir ölüm biçeceğimi
bilmiyorum.”
Sonra gittiler ve her şey Mikaya'nın
dediği gibi oldu. Çünkü, Ammoniler'in kralı kullarına dedi: “Bakın, ne Yehuda
kralına, ne de israil reislerine karşı savaşıyorsunuz, ama, düşmanım olan İsrail
kralı Ahab'ı öldürün.”
O zaman İsa dedi: “Burada kal Barnabas
çünkü amacımız açısından bu kadarı yeterli.” “Hepsini işittiniz mi?” dedi İsa.
Havariler cevap verdiler: “Evet Rab.”
Bunun üzerine İsa dedi: “Yalan söylemek
bir günahtır,-ama katl(öldürmek) daha büyük bir günahtır; çünkü, yalan,
söyleyene ait bir günahken, katl, işleyene ait ise de, Allah'ın burada,
yeryüzündeki en kıymetli şeyini, yani insanı da yok eder. Ve, yalan söylemeye,
söylenen şeyin aksini söylemekle çare bulunabilir; halbuki katlin çaresi
yoktur. Çünkü, ölüye yeniden hayat vermek mümkün değildir. O halde söyleyin
bana, Allah'ın kulu Musa öldürdüklerinin hepsini öldürmekle günah mı işledi?”
Havariler cevap verdiler: “Haşa, haşa
ki, Musa kendisine emreden Allah'a itaat etmekle günah işlemiş olsun!”
O zaman İsa dedi: “Ben de diyorum, haşa
ki, Ahab'ın yalancı peygamberlerini yalanla kandıran şu melek, günah işlemiş
olsun; çünkü, Allah nasıl insanların boğazlanışını kurban diye kabul etmişse,
bu yalanı överek kabul etmiştir. Bakın, bakın, diyorum ki size, nasıl,
ayakkabılarını bir devin ölçüsüne göre yaptıran çocuk hata ederse, aynen öyle
de, insanın kendisi kanuna tabi iken Allah'ı kanuna tabi kılan da hata eder. Bu
bakımdan, yalnızca Allah'ın dilemediği şeyin günah olduğuna inandığınız zaman,
size söylediğim
gibi, doğruyu bulmuş olacaksınız. Bu
nedenle, çünkü Allah bileşik değildir ve değişemez, öyleyse aynı zamanda farklı
şey dileyemez ve dilemez; çünkü, böyle olsaydı, kendinde çelişki ve neticede
dert barındıracaktı ve sonsuz derecede Kudsi ve Sübhan olmayacaktı.” Filipus
karşılık verdi: “Öyleyse, peygamber Amos'un şu sözü nasıl anlaşılmalıdır?
Şehirde Allah'ın yapmadığından başka
kötülük yoktur.”
İsa cevap verdi: “Şimdi bak buraya
Filipus, Ferisiler'in yaptığı gibi harflerde çakılıp kalmanın tehlikesi ne
kadar büyüktür; onlar, kendileri için, “seçilenler de Allah'ın takdirini” icat
ettiler, öyle ki, gerçekte, Allah'ın haksız, kandırıcı, yalancı ve (üzerlerine
gelecek) hükümden nefret edici olduğunu demeye getiriyorlar.”
Bu bakımdan diyorum ki, burada Allah'ın
peygamberi Amos, dünyanın kötülük dediği kötülükten söz etmektedir; çünkü, eğer
müttakilerin dilini kullanmış olsaydı, dünyadakiler tarafından
anlaşılmayacaktı. Çünkü, bütün dertler iyidir; ister yaptığımız kötülükleri
temizledikleri için olsun, ister bizi kötülük yapmaktan alıkoydukları için iyi
olmuş olsun, isterse ebedî hayatı sevip, özleyelim diye, insana bu hayatın
durumunu öğrettikleri için, iyi olmuş olsun. îşte, eğer Amos, “Allah'ın
yaptığından başka şehirde hiç bir iyilik yoktur” demiş olsaydı, zenginlik
içinde yaşayan günahkârlara ve kendilerini belâ içinde gören dertlilere
ümitsizlik için fırsat tanımış olacaktı. Ve daha kötüsü, şeytan'ın insan
üzerinde böyle bir egemenliği olduğuna inanan pek çokları, dert çekmemek için
şeytan'dan korkacaklar ve ona kulluk edeceklerdi. Bu nedenle Amos, başkâhinin
huzurunda konuşurken onun sözlerine bakmayıp, îbranî dilini konuşmayı bilmeyen
Yahudi'nin iş ve dileğini dikkate alan Romalı tercümanın yaptığını yapmıştır.
Eğer Amos, “Şehirde Allah'ın yaptığından
başka iyilik yoktur” demiş olsaydı, ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, ağır bir hata işlemiş olacaktı; çünkü, dünya kendini beğenme
yoluyla işlenen kötülük ve günahların dışında hiç bir iyilik barındırmaz. Böyle
olunca da, insanlar kendinden yerin titrediği (böyle bir sözü) duymakla, “Allah'ın
yapmadığı” herhangi bir günah ve kötülük olmadığına inanarak daha çok kötülük
işleyeceklerdi.” Ve İsa bunu demişti ki, hemen büyük bir deprem oldu. O kadar
ki, herkes ölü gibi yere düştü. Isa onları kaldırıp, dedi: “Şimdi, benim size
doğruyu söyleyip söylemediğimi görün işte. O halde, Amos'un, dünyadakilerle
konuşurken “Allah şehirde kötülük yapmıştır” derken, sadece günahkârların
kötülük dediği dert ve belâlardan söz ettiği (konusunda) bu kadarı yetsin.”
Şimdi, bilmek istediğiniz takdire
gelelim ve size bundan inşallah yarın öte tarafta, Erden kıyısında söz
edeceğim.
163.
Takdirin Açıkça Bilineceği
Kişi: Hz. Muhammed
İsa havarileriyle Erden'in ötesindeki
çöle gitti ve öğle namazı kılınınca bir palmiye ağacının yanına oturdu. Palmiye
ağacının gölgesine de havarileri oturdular.
Sonra İsa dedi: “Takdir öylesine
gizlidir ki ey kardeşler, size diyorum ki bakın, o yalnızca bir kişiye açıkça
bilinecektir. O, milletlerin aradığı, Allah'ın gizliliklerinin kendisine
öylesine açık olacağı kimsedir; o dünyaya geldiği zaman, onun sözlerini
dinleyecek olanlar kutsanacaktır.. Çünkü bu palmiye ağacının bizi
gölgelendirdiği gibi, Allah da onları rahmetiyle gölgelendirecektir. Yaa, nasıl
bu ağaç bizi güneşin yakıcı
ısısından koruyorsa, Allah'ın rahmeti
de, o kişiye inananları şeytan'dan öyle koruyacaktır.”
Havariler karşılık verdiler: “Ey
muallim, sözünü ettiğiniz bu dünyaya gelecek kişi kim olacak?”
İsa kalb coşkusuyla cevap verdi: “O,
Allah'ın Elçisi Muhammed'dir. Ve o dünyaya geldiği zaman, yağmurun, uzun bir
süre yağmur almadıktan sonra yere meyve verdirmesi gibi, o da getireceği bol
rahmetle insanlar arasında salih ameller için bir fırsat olacak. Çünkü, O,
Allah'ın rahmetiyle yüklü beyaz bir buluttur. Bu rahmeti Allah, mürşidler
üzerine yağmur gibi fışkırtacaktır.”
îşte şimdi size, Allah'ın bu aynı
takdirle ilgili olarak bilmem için bana bahşettiği azıcık şeyi anlatacağım.
Ferisîler derler ki, “her şey önceden o şekilde takdir edilmiştir ki, seçilmiş
olan fasık/facir olamaz, fasık/facir olan da, ne olursa olsun seçilmiş olamaz;
ve nasıl Allah salih ameli, üzerinde seçilmişlerin kurtuluşa doğru yürüdüğü yol
olarak önceden takdir etmişse, aynı şekilde günahı da, üzerinde
fasık/facirlerin helake yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmiştir.” Bunu
yazan elle birlikte, diyen dile de lanet olsun. Çünkü bu, şeytan'ın inancıdır.
Buradan kişi günümüz Ferisîlerinin durumunu bilebilir. Çünkü onlar, şeytan'ın
inanmış kullarıdır.
“Takdir, kişinin elinde araç olarak
bulundurduğu şeye son veren mutlak bir iradeden başka ne anlama gelebilir? O
halde, yalnızca harcayacak taş ve para değil, aynı zamanda, üzerine bir ayak
koyacak kadar arsası da olmayan bir kişi evi nasıl takdir edecektir? (Böyle bir
şeyi) asla kimse (yapamaz). Öyleyse size diyorum ki, takdir, Allah'ın insana
kendi pak nimeti, kendi kanunundan verdiği hür iradeyi çekip almaktan öte bir
şey değildir. Yerleştirmekte olduğumuz, kesinlikle takdir değil, sadece kötülük
aracıdır. “Musa'nın kitabı gösteriyor ki, şu insan hürdür. Allah'ımız kanunu
Sina dağında verdiği zaman şöyle konuşmuştur: “Benim buyruğum gökte değil ki.”
şimdi kim Allah'ın buyruğunu gidip bize getirecek ve acaba kim ona uyma gücünü
bize verecek?” diye kendine mazeret arayasın. Ama, benim buyruğum senin
kalbinin yanındadır, ki dilediğin zaman ona uyabilesin.”
Söyleyin bana, eğer kral Hirodes yaşlı
bir adama gençleşmesini ve hasta bir adama düzelmesini emretse, onlar bunu
yapmayınca kendilerini öldürtse, bu adalet olur mu?” Havariler cevap verdiler: “Eğer
Hirodes böyle bir emir verse, en zalim ve dinsiz (kişi) olur.”
O zaman Isa iç çekerek, dedi: “Bunlar
insanî geleneklerin meyveleridir kardeşler; çünkü, Allah fasık/ faciri (bir
daha) seçilmiş olamayacak şekilde önceden takdir etmiştir demekle, onlar
Allah'ı en dinsiz ve zalim yaparak küfrediyorlar. O, günahkâra günah
işlememeyi, işlediği zaman da tevbe etmeyi emreder; halbuki, bu tür bir takdir
günahkârdan günah işlememe gücünü çekip alır ve tevbeden tümüyle yoksun
bırakır.”
Allah'ın peygamber Yoel aracılığıyla ne
dediğini de duyun: “Sağ ve diriyim ki, (der) Allah'ımız, günahkârın ölümünü
dilemem, ama onun tevbeye gelmesini ararım.” O halde, Allah dilemediği şeyi
önceden takdir mi edecektir? Bir, Allah'ın dediğine bakın, bir de bu
zaman Ferisîlerinin dediğine.
“Dahası var, Allah peygamber îşaya
aracılığıyla der: “Ben çağırdım, sizse beni dinlemediniz.” Ve, Allah ne kadar
çağırmış, aynı peygamber aracılığıyla dediğini duyun; “Bütün gün ellerimi bana
inanmayan bir kavme yaydım da, bana karşı geldiler.” Ve, bizim Ferisî'lerimiz
fasık/facirin seçilmiş olamıyacağını söylerken, Allah'ın, beyaz bir şey
gösterip kör bir adamla alay etmek gibi, veya sağır bir adamla kulaklarına
konuşarak alay etmek gibi insanlarla alay ettiğinden başka bir şey mi söylemiş
oluyorlar? Ve, seçilmişin fasık/facir olamıyacağı konusunda, bakın Allah'ımız
Hezekiel peygamber aracılığıyla ne diyor: “Sağ ve diriyim ki” der Allah “eğer
takva sahibi takvasını bırakır da, kirli işler yaparsa helak olur. Artık onun
takvasından da hiç bir şey hatırlamaz olurum; çünkü takvasına güvenirse,
takvası onu Benim önümde terk eder ve onu kurtarmaz.”
Ve, fasık/faciri çağırma konusunda,
Allah peygamber Hoşea aracılığıyla şundan başka bir şey mi der: “Ben seçilmiş
olmayan bir kavmi çağıracağım, onlara seçilmiş diyeceğim.” Allah doğrudur ve
yalan söylemez; çünkü doğru olan Allah doğruyu söyler. Ama, bu zamanın
Ferisîleri akideleriyle Allah'a tümüyle karşı çıkarlar.”
Andreas karşılık verdi: “Ama, Allah'ın
Musa'ya dediği şu, merhamet etmek dilediğine merhamet edeceği, katılaştırmak
dilediğini katılaştıracağı (sözü) nasıl anlaşılmalıdır?” İsa cevap verdi: “Allah
bunu, insanın kendi faziletiyle kurtulacağına inanmaması, bunun yerine, hayatın
ve Allah'ın merhametinin kendisine Allah tarafından nimeti olarak
bahsedildiğini idrak etmesi için der, Ve bunu insanların Kendinden başka
tanrılar bulunduğu düşüncesinden kaçınmaları için der.
“Bu bakımdan, eğer Allah Firavun'u
katılaştırdıysa, o, kavmimize işkence edip, onu İsrail'deki tüm erkek çocukları
yok etmekle hiçe indirmeye kalkıştığı için yapmıştır. O zaman Musa da hayatını
kaybedeyazmıştı.
“Aynı şekilde, bakın size diyorum ki,
takdir kendisine temel olarak Allah'ın kanununu ve insanın hür iradesini alır.
Evet, ve eğer Allah kimse helak olmasın diye tüm dünyayı kurtaracak olsa, ruhun
tepeden baktığı bu çamur (yığını), ruh gibi günah işlese bile, tevbe etme
gücüne sahip olsun ve ruhun fırlatılıp atıldığı o yerde oturmaya gelsin diye,
şeytan'a garaz olarak kendisine sakladığı hürriyetten insanı yoksun bırakmamak
için bunu yapmaz. Allah'ımız, diyorum ki, rahmetiyle insanın hür iradesini
izlemek diler, yaratığı kudretiyle terketmek dilemez. Ve, bu nedenle hüküm
gününde kimse, günahları için herhangi bir mazerette bulunamıyacaktır. Çünkü,
Allah'ın doğru yola gelmeleri için neler neler yaptığı ve ne kadar sık
kendilerini tevbe etmeye çağırdığı o zaman herkes için apaçık ortada olacaktır.
“İşte böyle, eğer zihniniz bununla da
yetinip durulmadıysa ve yine “neden böyle?” demek istiyorsanız, size bir “neden”i
daha açıklayacağım. O da şudur : Söyleyin bana, neden (tek) bir taş suyun
üstünde duramaz da, tüm yer yüzü suyun üstünde durur? Söyleyin bana, su ateşi
söndürür ve yer havadan kaçarken ve kimse toprak, hava, su ve ateşi uyum içinde
bir araya getiremezken, yine de bunlar insanda bir araya geliyor ve uyum içinde
kalıp gidiyorlar, neden?
“O halde bunu bilmiyorsanız —hem, tüm
insanlar da insan olarak bunu bilmezler— Allah'ın kâinatı hiç yoktan tek bir
sözle yarattığını nasıl anlıyacaklar; Allah'ın sonsuzluğunu nasıl anlıyacaklar?
Ne olursa olsun bunu asla anlıyamayacaklardır. Çünkü insan, sonlu ve peygamber
Süleyman'ın dediği gibi vücutla bileşim içinde olup, bozulabilir ve ruhu da
baskı altında tutarken ve Allah'ın işleri de Allah'a göreyken onları nasıl
anlıyabilecekler?
“Allah'ın peygamberi îşaya (bunun) böyle
(olduğunu) gördüğünden, haykırıp, dedi: “Gerçekten sen gizli bir Allah'sın!”
Ve, Allah'ın Elçisi hakkında, Allah O'nu nasıl yarattı, o der: “Onun doğuşu,
kim anlatacak?” Ve, Allah'ın işlemesi hakkında der: “Onun danışmanı kim?” Bu
bakımdan, Allah insan tabiatına der: “Nasıl gök yerin üstünde yükseltilmişse,
benim yöntemlerim, sizin yöntemleriniz üzerinde ve benim emrim sizin emriniz
üzerinde yükseltilmiştir.”
Bu nedenle size diyorum ki, takdirin
niteliği, durum benim size anlattığım gibiyse de, insanlara açık değildir.
Öyleyse insan, yöntemi bulamadığı için
gerçeği inkâr mı etmelidir? Ben, nasıl olduğu anlaşılmadığı halde sıhhati
reddeden bir kimseyi henüz görmüş değilim. Hem, Allah'ın benim dilimle
hastaları nasıl iyileştirdiğini bile bilmiyorum.”
O zaman havariler dediler: “Gerçekten sende Allah
konuşuyor, çünkü insan senin konuştuğun gibi asla konuşmamıştır.”
İsa karşılık verdi: “Ben inanın ki,
Allah beni îsrail ailesine göndermek için seçtiği zaman, bana apaçık bir aynaya
benzeyen bir kitap verdi; o, benim kalbime o şekilde indi ki, konuştuğum
şeylerin hepsi bu kitaptan geliyor. Ve, bu kitabın benim ağzımdan çıkması sona
erdiği zaman, ben dünyadan yukarı alınacağım.”
Petrus karşılık verdi: “Ey muallim,
senin şimdi söylediğin bu kitabta yazılı mıdır?” İsa cevapladı: “Allah'ın ilmi
ve Allah'a kulluk hakkında, insan bilgisi ve insanlığın kurtuluşu hakkında
söylediğim her şey, hepsi benim încil'im olan bu kitabtan çıkar.” Petrus dedi: “Onda
Cennet'in ihtişamı (da) yazılı mıdır?”
İsa cevap verdi: “Dinleyin ve ben
Cennet'in ne tür olduğunu ve kutsal kişilerle mü'minlerin orada nasıl sonsuz
olarak kalacaklarını size anlatacağım; çünkü, bu Cennet'in en büyük
nimetlerinden biridir; görüyorsunuz ki, her şeyin ne kadar büyük olursa olsun,
madem ki bir sonu var, o halde küçüktür, hatta hiçtir.
“Cennet, Allah'ın nimetlerini depo
ettiği yurttur; burada kutlu ve kutsanmışların ayaklarının bastığı yer öylesine
kıymetlidir ki, bir dirhemi bin dünyadan daha değerlidir. “Bu nimetler Allah'ın
peygamberi babamız Davud tarafından görülmüştür, çünkü, Allah, Cennet'in
ihtişamına baksın diye bunları kendisine göstermiştir. O, ardından kendine
gelince, iki elleriyle gözlerini kapamış ve ağlıyarak demiştir: “Bu dünyaya daha
fazla bakmayın ey benim gözlerim, çünkü her şey boş ve hiç bir iyi şey yok!”
“Bu nimetler hakkında îşaya peygamber
demiştir: “Allah'ın sevdikleri için hazırladığı şeyleri insanın gözleri
görmemiştir, kulakları işitmemiştir. însan kalbi de tasavvur etmiş değildir.”
Neden bu tür nimetleri görmemişler, işitmemişler ve tasavvur etmemişlerdir
biliyor musunuz? Şundan ki, burada aşağıda yaşarken, bu tür şeyleri müşahade
edecek değerde değillerdir. Bu bakımdan, babamız Davud, onları gerçekten
görmüşse de, size diyorum ki, onları insan gözüyle görmüş değildir; Allah
ruhunu kendisine almış ve böylece Allah'la bir olarak, onları ilâhi ışıkla
görmüştür. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Cennet'in
nimetleri sonsuz, insan ise sonlu olduğundan, küçük bir
toprak kavanozun denizi içine
alamayacağı gibi, insan da onları içine sığdıramaz. “Öyleyse bakın ki, dünya
her şeyin meyve verdiği yaz vakti ne kadar da güzeldir! Vakti gelen hasat
nedeniyle sarhoş olan şu köylü, emeklerini son derecede sevdiği için vadileri
ve dağları türküleriyle çınlatır. Şimdi, onları yapana yakışan meyvelerle her
şeyin yüklü olduğu Cennet'e yükselt bakalım aynı şekilde kalbini.
“Allah sağ ve diridir ki, Cenneti bilmek
bakımından bu kadarı yeterlidir. Öyle ki, Allah, Cennet'i kendi nimetlerinin
yurdu olarak yaratmıştır. Şimdi ölçüsuz derecedeki iyiliğin, ölçüsüz derecede
iyi şeyleri olmayacağını mı düşünüyorsunuz? Veya, ölçüsüz derecedeki güzelliğin
ölçüsüz derecede güzel şeyleri olmayacağını mı? Sakının ki, eğer olmayacağını
düşünürseniz, büyük hata işlersiniz.”
Allah, kendine inanarak kulluk edecek
olan insana şöyle der: “Senin yaptıklarını biliyorum, sen Benim için
çalışıyorsun. Ebediyyen sağ ve diriyimdir ki, senin sevgin Benim nimetimi
aşmayacaktır. Madem kendini Benim eserim bilip, Bana yaratıcın Allah olarak
kulluk edersin, ve madem, Bana inanarak kulluk etmek için Ben'den rıza ve
merhametten başka bir şey istemezsin; madem, Bana sonsuza değin kulluk etmek
arzusuyla Bana kulluğa bir son vermezsin, ben de işte aynen böyle yapacak ve
seni, Allah'mışsın, benim dengimmişsin gibi ödüllendireceğim. Ellerine yalnızca
Cennet'in bol nimetlerini koymakla kalmayacak, aynı zamanda sana kendim de bir
hediye vereceğim; şöyle ki, nasıl sen ebediyyen Benim kulum olmak istiyorsan,
ben de senin ücretini ebedî yapacağım.”
“Cennet hakkında ne düşünürsünüz?” dedi
İsa havarilerine. Böylesi zenginlik ve nimetleri kavrıyabilecek bir akıl var
mıdır? İnsanın Allah'ınki kadar geniş bilgisi olmalı ki, Allah'ın kullarına
vermek istediği şeyleri bilebilsin.
“Hirodes gözde baronlarından birine bir
hediye verirken, hangi türde hediye verir, hiç gördünüz mü?
Yuhanna karşılık verdi: “İki kez gördüm;
emin olun ki, onun verdiği şeyin onda biri yoksul bir adama yetecektir.”
İsa dedi: “Ya yoksul bir adam Hirodes'e
hediye verecek olsa, ne verir ona?”
Yuhanna cevap yerdi: “Bir veya iki
metelik.” “Şimdi, bu sizin cennet hakkındaki bilgiyi ~etüd edeceğiniz kitabınız
olsun” (dedi İsa) “çünkü, Allah'ın insana bedeni için bu dünyada verdiği
şeylerin hepsi, sanki Hirodes'e yoksul bir adamın bir metelik vermesi gibidir
ama, Allah'ın bedene ve ruha Cennet'te vereceği şeyler, Hirodes'in sahip olduğu
herşeyi, hatta hayatını hizmetçilerinden birine vermesi gibidir.”
“Allah, kendisini sevene ve inanarak
kulluk edene şöyle der: “Git ve denizin kumlarına bak ey kulum, ne kadardır?
Öyleyken, eğer deniz sana tek bir kum taneciği verecek olsa, bu sâna az gelmez
mi? Mutlaka, öyle. Ben, Yaratıcın sağ ve diriyimdir ki, bu dünyada
yeryüzünün tüm reislerine ve krallarına
verdiğim şeylerin tümü, sana Cennetimde vereceğim şeylere oranla, denizin sana
verdiği bir kum taneciğinden daha azdır.”
171.
“Bedenimiz
Cennete Girecek mi?”
“O halde” dedi Isa, “Cennetin bolluğunu
siz gözönüne getirin. Çünkü eğer Allah bu dünyada insana bir kaç gramlık mal
vermişse. Cennette on yüz bin yük verecektir. Bu dünyadaki meyvelerin
miktarını; yiyeceklerin miktarını, içeceklerin miktarını ve insana verilen
şeylerin miktarını düşünün. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki,
insan bir kum taneciği aldıktan sonra, denizde nasıl halâ daha ne kadar kum
kalıyorsa, aynen bu şekilde (Cennet'teki) yemişlerin miktarı ve niteliği,
burada yediğimiz yemişlerin türünü aşacaktır. Ve, Cennet'teki diğer şeyler de
böyledir. Olmadı, hattâ, bakın size diyorum ki, bir dağ altın ve inci, bir
karıncanın gölgesinden ne kadar kıymetliyse, Cennet'in nimetleri de, dünyadaki
reislerin sahip oldukları ve dünyanın sona ereceği Allah'ın mahkemesine kadar
sahip olacakları nimetlerin tümünden aynı şekilde kıymetlidir.”
Petrus karşılık verdi: “Öyle de, şimdi
bizim sahip olduğumuz bedenimiz Cennet'e girecek mi?”
İsa cevap verdi: “Dikkat et ki Petrus,
aman bir sadukî olmayasm; çünkü sadukiler, bedenin yeniden dirilmeyeceğini ve
meleklerin olmadığını söylerler. Bu bakımdan, onların bedeni ve ruhu Cennet'e
girmekten yoksundur ve onlar bu dünyada meleklerin hizmetinden de yoksundurlar.
Belki de, Allah'ın peygamberi ve dostu Eyüb'ü, onun ne dediğini
unutmuşsunuzdur: “Biliyorum ki, Allah'ım sağ ve diridir; ve Son Gün yeniden
bedenimle birlikte kalkacak ve Kurtarıcı'm Allah'ı gözlerimle göreceğim.”
“Ama inanın bana, bizim bu bedenimiz
öylesine paklanacaktır ki, şimdi sahip olduğu şeylerden tek bir mala bile sahip
olmayacaktır; çünkü bütün kötü arzulardan arınacak ve Allah onu, Adem'in günah
işlemeden önceki durumuna getirecektir.”
“îki insan bir efendiye tek ve aynı işte
hizmet eder. Biri yalnızca işi seyreder ve ikinciye emirler verir, ikinci de
birincinin emrettiği herşeyi yerine getirir. Size adaletli gelir mi diyorum,
efendinin, yalnızca seyredip emirler vereni ödüllendirmesi ve kendini çalışarak
yoranı evinden çıkarıp atması? Mutlaka hayır.”
“Öyleyse, Allah'ın adaleti bunu nasıl
götürecektir? Ruh ve beden insanın nefsiyle birlikte Allah'a hizmet eder;
yalnızca ruh seyreder ve hizmet emri verir. Çünkü, ruh yemek yemez, oruç
tutmaz, yürümez, soğuğu ve sıcağı duymaz, hasta olmaz ve öldürülmez, çünkü ruh
ölümsüzdür; o, bedenin her bir uzvunda çektiği bu bedeni acıların hiç birini
çekmez. O halde, hak mıdır ki, kendini Allah'a hizmet ederek bu kadar yoran
beden değil de, yalnızca ruh Cennet'e girsin?”
Petrus karşılık verdi: “Ey muallim,
beden ruha günah işlettiğinden Cennet'e konmamalıdır.”
İsa cevap verdi: “Şimdi, beden ruh
olmadan nasıl günah işler ki? Bu kesinlikle imkânsızdır. Bu nedenle, Allah'ın
rahmetini bedenden çekmekle sen ruhu Cehennem'e mahkûm ediyorsun.”
“Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, Allah'ımız rahmetini günahkâra va'd ederek der: “Günahkârın
günahına ağlayacağı şu saatte, Kendi üzerime yemin ederim ki, onun
kötülüklerini artık hiç hatırlamayacağım.”
“Şimdi, eğer beden oraya gitmeyecekse,
Cennet'in yiyeceklerini kim yiyecektir? Ruh mu? Emin olun ki değil. Çünkü o
manevîdir.”
Petrus karşılık verdi: “O halde,
kutsananlar Cennet'te yiyecekler, ama pislik olmayacaksa, yemekler nasıl
boşaltılacaktır?”
İsa cevap verdi: “Şimdi eğer yemez
içmezse insan nasıl nimetlendirilir? Yüceltilen şeye oranla yüceltmede
bulunulmasının uygun olduğu açıktır. Fakat sen Petrus, böyle yemeğin pislik
şeklinde boşaltılacağını düşünmekle yanılgıya düşüyorsun, çünkü bu beden şimdi
bozulabilen yemekler yiyor ve bundan dolayı da kokuşma ve çürüme ortaya çıkıyor;
ama Cennet'te beden bozulmayacaktır, ölümsüz ve her türlü dertten kurtulmuş
olacaktır; ve hiç bir kusurlu yanı olmayan yemekler herhangi bir kokuşma veya
çürüme hasıl etmeyecektir.”
“Allah, fasık/facir üzerine nefret
yağdırarak İşaya Peygamber'e şöyle der: “Kullarım Benim evimde Benim soframda
oturacaklar, neşeyle, mutluluk içinde ve harp ve org sesleriyle yiyip içecekler
ve onlara hiç bir ihtiyaç hissettirmeyeceğim. Fakat, siz Benim düşmanım
olanlar, Benden uzağa atılacaksınız ve orada, Benim kullarımın hepsi sizi hor
görürken, sefillik içinde helak olacaksınız.”
“Onlar yiyip içecekler” sözü ne demeye
gelir? dedi İsa havarilerine. “Emin olun ki, Allah açık konuşuyor. Fakat, bu
kadar meyve ile birlikte, Cennet'teki dört kıymetli şarap (içecek) ırmağı hangi
amaca (yöneliktir)? Kesinlikle Allah yemez, melekler yemez, ruh yemez, nefis
yemez, ama bizim vücudumuz olan beden (yer). Bu bakımdan, Cennet'in ihtişamı
içinde yemekler beden içindir; Allah, meleklerin konuşması ve kutsanmış ruhlar
da nefs ve ruh için. Bu ihtişam, (Allah her şeyi Kendi sevgisi için
yarattığından) her şeyi herhangi bir diğer yaratıktan daha iyi bilen Allah'ın
Elçisi tarafından açıklanacaktır.” Bartalemus dedi: “Ey muallim, Cennet'in
ihtişamı herkes için eşit mi olacak? Eğer eşitse, bu adaletli olmayacaktır;
eşit değilse daha az olan daha çok olanı kıskanacaktır.”
İsa cevap verdi: “Eşit olmayacaktır,
çünkü Allah adildir; ve herkes de razı olacaktır. Çünkü, orada kıskançlık
yoktur. Söyle bana Bartalemus: Pek çok hizmetçileri olan bir efendi var ve
hizmetçilerin hepsini aynı elbiseyle giydiriyor. O zaman, kendilerine çocuk
elbisesi giydirilen çocuklar, yetişkinlerin kıyafetinde olmadıkları için
üzülürler mi? Emin
ol ki tam tersine, eğer büyüklerin geniş
elbiselerini giymiş olsalardı öfkelenirlerdi, çünkü, elbiseler kendi bedenleri
ölçüsünde olmadığından, kendileriyle alay edildiğini düşünürlerdi.
“Şimdi Bartalemus, kalbini Cennet'te
Allah'a yükselt ve bütün bir ihtişamın bîrine daha çok, diğerine daha az da
olsa, hiç bir kıskançlık doğurmayacağını göreceksin.”
O zaman bu, (satırlar) ı yazan dedi: “Ey
muallim, bu dünyanın aldığı gibi, Cennet'te güneş'ten ışık alır mı?”
İsa cevap verdi: “Allah bana şöyle dedi
ey Barnabas: “Siz günahkâr insanların oturduğu dünyanın, sizin yararınız ve
mutluluğunuz için güneşi, ayı ve kendisini süsleyen yıldızları vardır; çünkü
bunu Ben yarattım.”
“Düşünün o halde, benim mü'min
kullarımın oturduğu ev daha iyi olmayacak mıdır? Böyle düşünmekle mutlaka hata
ediyorsunuz; çünkü Ben, sizin Allah'ınız Cennet'in güneşiyim ve benim Elçim her
şeyi benden alan aydır; ve yıldızlar, size irademi tebliğ eden
peygamberlerimdir. Bu bakımdan, benim mü'min kullarım (burada) benim sözümü
peygamberlerimden almış oldukları gibi, nimetlerimin Cennet'inde de, mutluluk
ve sevinci aynı şekilde yine onların aracılığıyla alacaklardır.”
“
Cennet'i bilmeniz için bu kadarı size
yetsin.” dedi İsa. Bunun üzerine, Bartalemus yeniden dedi: “Ey muallim, size
bir kelime daha sorsam; bana sabr edin.” İsa karşılık verdi: “Ne arzu
ediyorsun, söyle.”
Bartalemus dedi: “Cennet mutlaka
büyüktür; çünkü, içinde böylesine büyük iyilikler var, o halde büyük olmalı.”
İsa cevap verdi: “Cennet öylesine büyüktür
ki, kimse onu ölçemez. Bakın, size diyorum ki, gökler dokuzdur, aralarına,
birbirlerinden bir insanın beş yüz yıllık yolculuğu kadar uzak olan gezegenler
yerleştirilmiştir; ve yeryüzü de aynı şekilde birinci gökten beşyüz yıllık
yolculuk kadar uzaktır.
“Ama, birinci göğü ölçerken durun daha,
o yeryüzünden, tüm yeryüzünün bir kum taneciğinden büyük olduğu oranda
büyüktür. îkinci gök birinciden bu şekilde büyük, üçüncü ikinciden ve son göğe
kadar biri diğerinden aynı şekilde büyük ola ola gider. Ve, bakın size diyorum
ki, tüm yeryüzü bir kum taneciğinden nasıl büyükse, Cennet'te tüm yeryüzü ve
tüm göklerin (toplamından) o şekilde büyüktür.”
O zaman Petrus dedi: “Ey muallim, Cennet
Allah'tan büyük olmalı, çünkü Allah onun içinde görünecektir.”
İsa karşılık verdi: “Ağzını kapa Petrus,
çünkü farkında olmadan küfre gidiyorsun.”
O zaman melek Cebrail Isa'ya gelerek,
ona güneş gibi parlayan ve içinde şu sözlerin yazılı olduğu görülen bir ayna
gösterdi: “Ebediyyen sağ ve diriyimdir ki, nasıl Cennet tüm göklerden ve
yeryüzünden ne kadar daha büyükse, ve nasıl tüm yeryüzü bir, kum taneciğinden
ne kadar daha büyükse, ben de aynı şekilde Cennet'ten o kadar büyüğüm; ve
denizin sahip olduğu kum tanecikleri kadar, denizdeki su damlaları kadar,
yerdeki otlar kadar, ağaçlardaki yapraklar kadar, hayvanlardaki deriler kadar;
gökleri ve Cennet1eri ve daha (başka şeyleri) dolduracak kum taneciklerinin
sayısı kadar (Cennet'ten büyüğüm).” Sonra İsa dedi: “Ebediyyen Aziz ve Sübhan
olan Allah'ımıza ta'zimde bulunalım.” Bunun üzerine yüz kez rükûya vardılar ve
dua ederek secdeye kapandılar.
Bu şekilde ibadet eda edilince, İsa
Petrus' u çağırıp, O'na ve tüm havarilere görmüş
olduğu şeyleri söyledi ve Petrus'a dedi:
“Tüm yeryüzünden daha büyük olan senin ruhun, bir, gözle tüm yeryüzünden bin
kez daha büyük olan güneşi görüyor.”
“Doğru” dedi Petrus.
O zaman İsa dedi: “Aynen böyle. Cennet
(gözüy) le Yaratıcımız Allah'ı göreceksin.” Ve İsa bunu deyip, İsrail ailesi ve
kutsal şehir için dua ederek, Rabbunız Allah'a şükretti. Ve, herkes karşılık
verdi: “Amin, Rabb.”
Bir gün, İsa Süleyman (mabedi)
verandasında otururken, yanına yazıcılar geldi ve içlerinden halka hitap eden
birisi kendisine dedi: “Ey muallim, ben bu insanlara defalarca hitap ettim,
aklımda kitaptan anlayamadığım bir bölüm var.”
İsa karşılık verdi: “Nedir o?”
Yazıcı dedi: “Allah'ın babamız İbrahim'e
söylediği şu, “Ben senin büyük ödülün olacağım” (sözü). Şimdi, insan (böyle bir
ödülü) nasıl hak edebilir?”
O zaman İsa ruhen sevindi ve dedi: “Eminim
ki sen Allah'ın melekûtundan uzak değilsin. Beni dinle, bu öğretinin anlamını
sana anlatacağım. Allah, sonsuz, insan sonlu olduğundan, insan Allah'ı hak
edemez ve senin kuşkun bu mudur kardeş?”
Yazıcı ağlayarak cevap verdi: “Rab, sen
benim kalbimi biliyorsun; o halde konuş, çünkü benim ruhum senin sesini duymak
arzu ediyor.”
O zaman İsa dedi: “Allah sağ ve diridir
ki, insan her an aldığı küçük bir nefesi de hak edemez.”
Bunu duyan yazıcı kendinden geçti ve
havariler de aynı şekilde hayrete düştüler, çünkü İsa'nın, Allah sevgisi için
ne verirlerse, onun yüz katını alacaklarını söylediğini hatırlıyorlardı.
Sonra İsa dedi: “Eğer biri size yüz
altın kuruş ödünç verse ve siz de bu kuruşları harcasanız, sonra bu adama, “ben
sana kurumuş bir bağ yaprağı veriyorum; bu nedenle bana evini ver, çünkü onu
hak etmiş oluyorum” diyebilir misiniz?”
Yazıcı cevap verdi: “Asla Rab, çünkü o
önce borcunu ödemeli ve sonra da, herhangi bir şey isteyecekse iyi şeyler
vermelidir, ya bozulmuş bir yaprak ne işe yarar ki?”
Isa karşılık verdi: “İyi söyledin ey
kardeş; o halde söyle bana, insanı hiç yoktan yaratan kimdir? Mutlaka
Allah'tır, aynı zamanda ona yararlanması için tüm dünyayı da vermiştir. Ama
insan, günah işleyerek bunu tümüyle harcamıştır, çünkü, günahtan dolayı tüm
dünya insanın aleyhine döndü ve insanın sefilliği içinde, Allah'a günahla
bozulmuş amellerinden başka verecek hiç bir şeyi yoktur. Çünkü, her gün günah
işlemekle, kendi amelini bozmaktadır, bu nedenle îşaya peygamber der: “Bizim
takvamız bir aybaşı bezi gibidir.” “O hâlde, tatmin etmekten uzak olan insan
nasıl hak sahibi olabilir? Olur ya, insan günah işlemiyor mu diyelim?
Allah'ımızın peygamber Davud aracılığıyla söyledikleri açık seçiktir.- “Muttaki
bir günde yedi kez düşer” öyleyse, muttaki olmayan ne kadar düşer? Ve, eğer
bizim takvamız lekeliyse, takvasızlığımız ne kadar da iğrençtir! Allah sağ ve
diridir ki, bir insanın, “hak ederim” sözünden daha çok kaçınması gereken başka
bir şey yoktur. Bir insan, elinin yaptıklarını bilsin, kardeş, o zaman hakkını
hemen görecektir. İnsandan çıkan her iyi şeyi, gerçekten insan yapıyor
değildir, ama onu kendisinde yapan
Allah'tır; çünkü varlığı kendisini
yaratmış olan Allah'ındır. însanın yaptığı, yaratıcısı Allah'a karşı çıkmak ve
günah işlemektir, böylece de o, ödülü değil, azabı hak eder.”
“Dediğim gibi, Allah insanı yalnızca
yaratmakla kalmamış, aynı zamanda onu tastamam yaratmıştır. Ona tüm dünyayı
vermiştir. Cennet'ten ayrıldıktan sonra kendisine korumak için iki melek
vermiş, ona peygamberler göndermiş, ona kanunu bahşetmiş, imanı bahşetmiş, her
an onu şeytandan korumakta, ona Cennet vermek istemektedir; hattâ insana
Kendisi'ni vermek istemektedir. O halde borcun büyüklüğünü düşünün! Hiç yoktan
kendiniz gibi insanlar yaratmak, bir dünya ve Cennet'le birlikte, hatta Allah'ımız
gibi, büyük ve iyi bir Allah'la birlikte, Allah'ın gönderdikleri kadar
peygamberler yaratmak ve her şeyi Allah'a vermek borcu tehir edilmekte ve size
yalnızca Allah'a şükretme zorunluluğu kalmaktadır. Fakat tek bir sinek
yaratamadığınız için ve her şeyin Rabb'ı olan Allah'tan başka (tanrı
olmadığından), borcunuzu nasıl tehir edebileceksiniz? Emin olun ki, eğer bir
insan size yüz altın kuruş ödünç verecek olsa, geri yüz altın kuruş vermek
zorunda olursunuz.
“İşte kardeş, bunun anlamı şudur ki,
Cennet'in ve her şeyin Rabb'ı olan Allah istediğini diyebilir; ve her ne
isterse verebilir. Bu bakımdan, O İbrahim'e “Ben senin büyük ödülün olacağım”
dediği zaman, İbrahim, Allah benim ödülümdür” değil, “Allah benim hediyem ve
borcumdur” diyebildi: Sen de insanlara hitap ederken ey kardeş, bu bölümü işte
böyle açıklamalısın; yani, eğer insan iyi çalışırsa, Allah şu şu şeyleri insana
verecektir (demelisin).
Ey insan, Allah'ın sana konuşacağı ve “Ey
benim kulum, benim sevgim için iyi işler yaptın; ben Allah'ından nasıl ödül
istersin?” diyeceği zaman, sen cevap ver: “Rabb, ben Senin ellerinin eseri
olduğumdan, bende şeytan'ın sevdiği günahın bulunması yakışık almaz. Bu nedenle
Rabb, kendi azametin için, ellerinin eserlerine merhamet et.”
Ve Allah, “Seni bağışladım, şimdi de
seni ödüllendirmek istiyorum” derse cevap ver: “Rabb, yaptıklarım için ben ceza
hak ettim, ve Sen ise yaptıkların için ululanmayı hak ettin. Rabb, bende yapmış
olduğum şeyleri cezalandır ve Kendi yaptığın şeyleri ise kurtar.”
Ve eğer Allah, “Günahın için kendine
hangi ceza uygun görünüyor?” derse, sen cevap ver: “Ey Rabb, tüm fa
sık/facirlerin çekeceği kadar.”
Ve eğer Allah, “Neden bu kadar büyük bir
ceza istersin, ey benim mü'min kulum?” derse, cevap ver: -Çünkü, onların hepsi
senden benim aldığım kadar çok şey almış olsalardı, sana benden daha çok
inançla kulluk ederlerdi.”
Ve eğer Allah, “Bu cezayı ne zaman ve ne
kadar süreyle almak istersin?” derse, cevap ver: “Şimdi ve sonsuza değin.”
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, böyle bir insan Allah'ı tüm kutsal meleklerinden daha çok hoşnut
edecektir. Çünkü, Allah gerçek alçak gönüllülüğü sever ve gururdan nefret eder.”
Sonra, yazıcı Isa'ya teşekkür etti ve
dedi: “Rab, haydi hizmetçinin evine gidelim. Çünkü, hizmetçin sana ve
havarilerine yemek verecektir.”
İsa karşılık verdi: “Bana 'Rab' değil
de, “kardeş” diyeceğine söz verdiğin zaman oraya gelecek ve sen hizmetçim
değil, kardeşimsin diyeceğim.”
Adam söz verdi ve İsa da onun evine
gitti.
183.
“Gerçek
Alçakgönüllü Nasıl Olunur?”
Yemekte otururlarken yazıcı dedi: “Ey
muallim, Allah'ın gerçek alçak gönüllülüğü sevdiğini söyledim. Bu bakımdan,
bize alçak gönüllülüğünü ve onun nasıl gerçek, nasıl sahte, olabileceğini
anlatın.”
İsa cevap verdi: “Bakın size diyorum ki,
küçük bir çocuk gibi olmayan göklerin melekûtuna girmeyecektir.”
Herkes bunu duyunca şaşırdı ve
birbirlerine dediler ; “Şimdi, otuz ya da kırk yaşında olan biri nasıl küçük
bir çocuk gibi olacak?”
İsa cevap verdi: “Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, sözlerim doğrudur. Size, “(bir insanın) çocuk
gibi olması gerektiğini söyledim; çünkü bu, gerçek alçak gönüllülüktür. Eğer
küçük bir çocuğa, “Senin elbiselerini kim yaptı?” diye sorsanız, “babam” (diye)
cevap verecektir. Eğer ona, oturduğu evin kimin olduğunu sorsanız, “babamın”
diyecektir. Eğer “sana kim yiyecek veriyor?” deseniz, “babam” (diye) karşılık
verecektir. Eğer, “sana yürümek ve konuşmayı kim öğretti?” deseniz, “babam”
(diye) cevap verecektir. Ama deseniz ki, “alnını kim yardı, alnını böyle
sardırmışsın” diyecek olsanız, “düştüm ve başımı yardım” (diye) cevap verir.
Eğer, “neden düştün?” derseniz, “görmüyor musunuz küçüğüm, yetişkin bir insan
gibi yürüme ve koşma gücüm yok ki! Bu bakımdan babam, sağlam yürümem için benim
elimden tutmadı. Fakat iyi yürümeyi öğrenmem için babam beni bir an bıraktı ve
ben de koşmak isteyince düştüm.” (diye) cevap verir. Eğer, “o zaman baban ne
dedi?” derseniz, “niye şimdi oldukça yavaş yürümedin? Bak, ileride benim
yanımdan ayrılmayacaksın” dedi (diye) cevap verir.”
“Söyleyin bana, doğru değil mi bu?” dedi
İsa.
Havariler ve yazıcı cevap verdiler: “Doğruların
doğrusu!”
O zaman İsa dedi: “Kalbinden Allah'ı tüm
iyiliklerin yazarı, kendini de günahların, yazarı olarak tanıyan gerçekten
alçak gönüllü olur. Ama, dille çocuk gibi konuşup, hareketle zıtlarını ortaya
koyan, emin olun ki, sahte alçak gönüllülük ve gerçek gurur sahibidir. Çünkü,
gurur bu şekilde, insanlar tarafından azarlanıp tekmelenmedikçe, alçak gönüllü
şeyleri kullandığı zaman zirvesine varır.
Gerçek alçak gönüllülük insana kendini
gerçekten bildiren bir ruh alçak gönüllülüğüdür; ama sahte alçak gönüllülük
Cehennem'den bir duman olup, ruhun anlayışını öylesine karartır ki, insan
kendinde bulması gerekeni Allah'ta bulup, Allah'ta bulması gerekeni kendinde
bulur. Bu şekilde, sahte alçak gönüllü insan kendisinin ağır bir günahkâr
olduğunu söyler, fakat biri kendisine günahkâr olduğunu söylediği zaman, hemen
ona karşı gazaba gelir ve ona eziyet eder.
“Sahte alçak gönüllü insan, sahip olduğu
her şeyi kendisine Allah'ın verdiğini söyler, ama kendi başına kalınca uymaz ve
salih ameller yapmış olur. Ve, bu zamanın bu Ferisîleri kardeşler, söyleyin
bana, nasıl yürürler?”
Yazıcı ağlayarak cevap verdi: “Ey
muallim, bu zamanın Ferisîleri Ferisi cübbesi ve adını taşırlar, ama kalben ve
amel bakımından Kenanîdirler. Ve, Allah'a karşı böyle bir adı gasbetmekle
kalmıyorlar, bu şekilde basit insanları da aldatıyorlar! Ey eski zaman, ne
kadar zalimce dayrandın bize. Gerçek Ferisileri bizden aldın ve bize
sahtelerini bıraktın!”
İsa karşılık verdi: “Kardeş, bunu yapan
zaman değil, gerçekte şerli dünyadır, çünkü her zaman içinde Allah'a gerçekten
kulluk etmek mümkündür; ama dünyâ ile bir olunca, yani her zaman kötü
tavırlarla insanlar kötüleşir. Elişa peygamberin hizmetçisi Gehazi'nin yalan
söyleyip efendisini utandırdığını, para ve Suriyeli Naaman'ın elbiselerini
aldığını biliyor musunuz? Ama, Elişa'nın da Allah'ın onu kendilerine peygamber
yaptığı çok sayıda Ferisî'si vardı.
“Bakın, size diyorum ki, İnsanlar kötü
işlere öylesine meyillidir ve dünya da onları bu işlere öylesine çeker ve
şeytan da kendilerini şerre sürükler ki, bu zamanın Ferisi'leri her salih
amelden ve her kutsal örnekten kaçınmaktadırlar; ve Gehazi örneği, Allah
tarafından lanetlenmeleri için kendilerine yeter.”
Yazıcı karşılık verdi: “Doğruların
doğrusu.” Bunun üzerine İsa dedi: “Gerçek Ferisîleri görebilmemiz için, bize
Allah'ın iki peygamberi olan Haggay ve Hoşea örneğini anlatsana.”
Yazıcı karşılık verdi: “Ey muallim,
nasıl diyeyim ki? Danyal peygamber tarafından yazılmış olmasına rağmen, pek
çokları kesinlikle buna inanmıyor; ama sana itaat ederek, ben gerçeği
nakledeceğim.”
Haggay, babadan kalma mirasını satarak,
yoksullara verip de, Obadya peygambere hizmet etmek için Anatos'tan
ayrıldığında onbeş yaşındaydı. Haggay'ın alçak gönüllülüğünü bilen yaşlı Obadya
onu, şakirtlerine öğretmede bir kitap olarak kullandı. Bu nedenle, o sık sık
kendisine elbise ve güzel yemekler gönderir, fakat Haggay her seferinde elçiyi
geri gönderip, derdi: “Git, evine dön, çünkü bir yanlışlık yaptın. Obadya bana
böyle şeyler mi gönderecek? Asla; çünkü o benim hiç bir işe yaramadığımı ve
yalnızca günah işlediğimi bilir.”
“Ve, Obadya kötü bir şeyi olduğunda,
görmesi için onu Haggay'ın yanında bulunan birine verirdi. O zaman Haggay bunu
görünce kendi kendine derdi: “Bak. şimdi, Obadya mutlaka seni unuttu, çünkü bu,
herkesten kötü olduğundan yalnızca bana uygundur. Ve bunun kadar pis bir şey
yoktur. Allah'ın Obadya'nm elleriyle bana bahşettiği bu şeyi ondan alsam, bir
hazine olurdu.”
“Obadya birine dua etmeği öğretmek
istediğinde. Haggay'ı çağırır ve derdi: “Duanı burada yap ki, herkes sözlerini
işitsin.” O zaman Haggay derdi: “İsrail'in Allah'ı Rabb, Seni çağıran kuluna
merhametle bak, çünkü onu Sen yarattın. Adaletli Rabb Allah, adaletini hatırla
ve kulunun günahlarını cezalandır ki, senin eserini kirletmiyeyim. Allah'ım
Rabb, ben senden mü'min kullarına bahşettiğin nimetleri isteyemem, çünkü benim
günahtan başka bir şey yaptığım yok. Bu bakımdan Rabb, kullarından birine bir hastalık
vereceğin zaman kendi şanın için ben kulunu hatırla.”
“Ve Haggay, böyle davranınca” dedi
yazıcı, “Allah onu öylesine sevdi ki, zamanında yanında bulunan herkese Allah
peygamberlik (hediyesini) verdi. Ve, Haggay dua ederken hiç bir şey istemedi
ki, Allah vermemiş olsun.”
Salih yazıcı bunları söylerken, gemisi
parçalanan bir denizcinin ağladığı gibi ağladı.
Ve, dedi: “Hoşea, Allah'a kulluk etmek
için gittiği zaman, Naftali kabilesinin reisiydi ve ondört yaşındaydı. Ve, o da
babadan kalan mirasını satarak, yoksullara verip Haggay'ın şakirdi olmak üzere
gitti.
“Hoşea sadakaya öylesine tutulmuştu ki,
kendinden istenen her şey için derdi: “Bunu Allah bana senin için verdi ey
kardeş, bu nedenle onu kabul et!”
- “Böyle yaptığından, az sonra iki
elbiseyle kalakaldı, bunlar da çuval bezinden uzun bir gömlekle, bir deri
cübbeydi. Babadan kalma mirasını satarak yoksullara verdi diyorum, çünkü, başka
türlü kimsenin Ferisi olarak çağırılmasına izin verilmezdi.
“Hoşea'da Musa'nın kitabı vardı, onu en
büyük ciddiyetle okurdu. Bir gün Haggay kendisine dedi: “Hoşea, varını yoğunu
senden kim çekip aldı?”
Karşılık verdi: “Musa'nın kitabı.”
Komşu bir peygamberin şakirdlerinden
biri bir gün Kudüs'e gitmek istedi, ama cübbesi yoktu. Bunun üzerine, Hoşea'nın
iyilik severliğini duymuş olduğundan varıp onu buldu ve dedi: “Kardeş,
Allah'ımıza kurban kesmek için Kudüs'e gitmek istiyorum ama cübbem yok, bu
nedenle ne yapacağımı bilmiyorum.”
Hoşea bunu duyunca dedi: “Bağışla beni
kardeş, çünkü sâna karşı büyük bir günah işledim; Allah bana, sana vereyim diye
bir cübbe verdi de, ben unutmuştum. Bu bakımdan şimdi onu kabul et ve Allah'a
benim için dua et.” Buna inanan adam Hoşea'nın cübbesini kabul edip, gitti. Ve
Hoşea Haggay'ın evine varınca, Haggay dedi: “Cübbeni kim alıp gitti?”
Hoşea cevap verdi: “Musa'nın kitabı.”
Haggay bunu duyunca çok sevindi, çünkü
Hoşea'nın iyiliğini anlamıştı.
“Bir gün bir yoksul adam hırsızlar
tarafından soyuldu ve çıplak kaldı. Bunun üzerine, onu gören Hoşea kendi uzun
gömleğini çıkanp, çıplak olana verdi; kendisi ise, gizli yerleri üzerindeki bir
keçi derisi parçasıyla kalakaldı. Bu nedenle, Haggay'ı görmeye gidemeyince,
salih Haggay Hoşea'nın hasta olduğunu sandı. Bunun üzerine, iki şakirtle
birlikte onu görmeye gitti. Ve onu palmiye yapraklarına sarılmış olarak
buldular. O zaman Haggay dedi: “Şimdi söyle bana, neden beni ziyarete gelmedin?”
Hoşea cevap verdi: “Musa'nın kitabı uzun
gömleğimi aldı ve oraya gömleksiz gelmekten korktum.” Bunun üzerine Haggay
kendisine bir başka gömlek verdi.
“Bir gün, genç bir adam Hoşea'yı
Musa'nın kitabını okurken görüp, ağlayarak dedi: “Bir kitabım olsa, ben de
okumayı öğrenirim.” Bunu duyan Hoşea ona kitabı verip, dedi: “Kardeş, bu kitap
senindir; Allah onu bana, ağlayarak kitap isteyen birine vermem için verdi.”
Adam ona inandı ve kitabı kabul etti.
Haggay'ın, Hoşea'nın yakınında bir
şakirdi vardı; ve kitabının iyi yazılmış olup olmadığını görmek arzusuyla
Hoşea'yı ziyarete gitti ve ona dedi “Kardeş, kitabımı al ve benimki gibi olup
olmadığına bakalım.”
Hoşea karşılık verdi: “O benden alındı.”
“Kim aldı onu senden?” dedi şakirt.
Hoşea cevap verdi: “Musa'nın kitabı.”
Bunu duyan diğeri Haggay'a vardı ve dedi:
“Hoşea delirmiş, Musa'nın kitabının
kendinden Musa'nın kitabını aldığını söylüyor.”
Haggay karşılık verdi: “Bende Înşallah
aynı şekilde deli olsam ey kardeş ve tüm deliler Hoşea gibi olsa!”
Yahudiye ülkesine akın eden Suriyeli
soyguncular, peygamberlerin ve Ferisilerin oturduğu Karmel dağı yanında zar zor
yaşayıp giden yaşlı bir dulun oğlunu ele geçirdiler, öyle denk geldi ki, odun
kesmeye gitmiş olan Hoşea, ağlamakta olan kadına karşı geldi. Bunun üzerine,
hemen ağlamaya başladı, çünkü ne zaman gülen birini görse güler ve ne zaman
ağlayan birini görse ağlardı. Sonra Hoşea, ağlamasının nedeniyle ilgili olarak
kadına sordu; ve o da her şeyi anlattı.
O zaman Hoşea dedi: “Gel kardeş, çünkü
Allah sana oğlunu vermek diliyor.”
Ve, ikisi birlikte Hebran'a gittiler,
Hoşea burada kendisini satıp, parayı dul kadına verdi, o da Hoşea'-nın parayı
nasıl elde ettiğini bilmeyerek kabul etti. Ve oğlunu kurtardı. Hoşea'yı satın
almış olan onu Kudüs'e getirdi, burada oturacak bir yeri vardı, Hoşea'yı da
tanımıyordu. Hoşea'nın bulunmadığını gören Haggay, üzüntüye kapıldı. Bunun
üzerine Allah'ın meleği, onun bir köle olarak Kudüs'e nasıl getirildiğini
anlattı.
Salih Haggay bunu duyunca, oğlunun
yokluğuna ağlayan bir anne gibi Hoşea'nın yokluğuna ağladı. Ve iki şakirt çağırıp
Kudüs'e gitti. Ve Allah'ın dilemesiyle, şehrin girişinde, efendisinin bağ
tarlasındaki işçilere götürdüğü ekmeği yüklenmiş olan Hoşea'yla karşılaştı.
Haggay onu tanıyıp dedi: “Oğul, nasıl
oldu da, yana yakıla seni arayan yaşlı babanı bıraktın?” Hoşea cevap verdi: “Baba,
ben satıldım.” O zaman Haggay öfkeyle dedi: “Seni satan bu kötü herif kimdir?”
Hoşea cevap verdi: “Allah seni affetsin
ey babam; çünkü, beni satan o kadar iyidir ki, eğer o dünyada olmamış olsaydı,
kimse kutsal olmayacaktı.”
“O halde kimdir o?” dedi Haggay. Hoşea
cevap verdi: “Ey benim babam, o Musa'nın kitabıydı.”
O zaman, Haggay kendinden geçip, olduğu
yerde kaldı ve dedi: “Seni sattığı gibi oğlum, Musa'nın kitabı tüm çocuklarımla
birlikte inşallah beni de satsa!”
Ve, Haggay Hoşea ile birlikte
efendisinin evine gitti, o Haggay'ı görünce dedi: “Peygamberini benim evime
gönderen Allah'ı tesbih ederim”; ve elini öpmeye koştu. O zaman Haggay dedi: “Kardeş,
satın aldığın kölenin elini öp, çünkü o benden daha iyidir.” Ve, olup
bitenlerin hepsini ona anlattı; bunun üzerine, efendi Hoşea'ya hürriyetini
verdi. “Ve, istediğin tam bu kadar, ey muallim” (dedi yazıcı).
Sonra İsa dedi: “Bu gerçektir. Çünkü,
Allah bunu bana kesinlikle bildirdi. O halde, herkesin bunun gerçek olduğunu
bilmesi için, Allah adıyla güneş olduğu yerde kalsın ve oniki saat hareket
etmesin!” Ve, Kudüs ve Yahudiye'nin dehşeti karşısında böyle oldu.
Ve İsa yazıcıya dedi: “Ey kardeş, böyle
bir ilmin varken, benden ne öğrenmek istersin? Allah sağ ve diridir ki, bu,
insanın kurtuluşu için yeterlidir. Öyle ki, Hoşea'nın iyilik severliğiyle
Haggay'ın alçak gönûllülüğü tüm kanunun ve tüm peygamberlerin istediğidir.”“Söyle
bana kardeş, bana mabette soru sormak için geldiğin zaman, Allah'ın beni belki
de kanunu ve peygamberleri yok etmek için göndermiş olabileceğini düşündün mü?”
“Bellidir ki, Allah bunu istemez. Çünkü
O değişmez ve bu nedenle de, insanın kurtuluş yolu olarak takdir ettiği şeyi
tüm peygamberlere söyletmiştir. Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer Musa'nın
kitabı babamız Davud'un kitabıyla birlikte sahte Ferisi ve fakihlerin insani
gelenekleriyle tahrif edilmemiş olsaydı, Allah bana Kelâmı'nı vermeyecekti. Ve,
neden ben Musa'nın kitabından ve Davut'un kitabından söz ediyorum? Her
peygamberliği tahrif ettiler. O kadar ki, bugün, Allah'ın emrettiği hiç bir
şeye bakılmıyor, ama insanlar, sanki Allah yanılgı içinde de, insanlar hata
etmezmiş gibi fakihler ne diyor, Ferisîler ne yapıyor, ona bakıyorlar.”
“Bu bakımdan, yazıklar olsun bu imansız
nesle, çünkü üzerlerine mabedle mihrap arasında öldürdükleri Berekya'nın oğlu
Zekeriyya'nın kanıyla birlikte, her peygamberin ve takvalı insanın kanı
dökülecektir!”
“Hangi peygamberi öldürmediler ki? Hangi
takvalı insanı tabii bir ölümle ölüme bıraktılar? Olsa olsa bir tane: Ve, şimdi
de beni öldürmenin yollarını arıyorlar. İbrahim'in çocukları olmakla ve güzel
mabedleri bulunmakla övünürler. Allah sağ ve diridir ki onlar şeytan'ın
çocuklarıdır ve onun dilediğini yaparlar; bu, yüzdendir, kutsal şehirle
birlikte mabed yıkılacak, o kadar ki, mabedte taş üstünde taş kalmayacaktır.”
190.
Va'd İsmail için Yapıldı..
“Söyle bana kardeş, sen kanunu öğrenmiş
bir alimsin. Babamız İbrahim'e yapılan mesih va'di kim içindir? îshak için mi,
İsmail için mi?”
Bilgin cevap verdi: “Ey muallim, ölüm
cezasından ötürü bunu sana söylemekten korkuyorum.”
O zaman İsa dedi: “Kardeş, evinde yemek
yemeye geldiğim için üzgünüm, çünkü sen bu hayatı Yaratıcın Allah'tan daha çok
seviyorsun; ve bu nedenle de, hayatını yitirmekten korkuyor ve dil Allah'ın kanunuyla
ilgili olarak kalbin bildiğinin aksini söylediği zaman yok olan sonsuz hayatı
ve imanı yitirmekten korkmuyorsun.”
O zaman salih yazıcı ağladı ve dedi: “Ey
muallim, nasıl sonuç vereceğini bilmiş olsaydım, insanlar arasında fitne
çıkmasın diye söylenmeden bıraktığım pek çok şeyi anlatırdım.”
İsa cevap verdi: “Ne insanlara, ne tüm
dünyaya, ne tüm kutsal kişilere, ne de tüm meleklere, Allah'a karşı gelmeyi
gerektirdiğinde saygı duymamalısın. Bu bakımdan, yaratıcın Allah'a karşı
gelineceğine, bırak bütün (dünya) helak olsun. Ve günahlarla birlikte ortada
kalmasın. Çünkü günah yıkar, korumaz ve Allah denizdeki kumlar kadar, hatta
daha çok dünyalar yaratmaya kadirdir.”
Sonra, yazıcı dedi: “Bağışla beni
muallim, günaha girdim.” İsa dedi.- “Allah bağışlasın seni; çünkü günahı O'na
karşı işledin.”
Bunun üzerine yazıcı dedi: Allah'ın
kulları ve peygamberleri Musa ve (senin yaptığın gibi güneşi yerinde durduran)
Yuşa'nın eliyle yazılmış eski bir kitap gördüm. Bu kitap Musa'nın gerçek
kitabıdır. İçinde, İsmail'in Mesih'in babası, İshak'ın da Mesih'in habercisinin
babası olduğu yazılıdır. Ve, kitap şöyle der ki: “Musa dedi: “Kadir ve Rahim
olan İsmail'in Allah'ı Rabb, azametinin nurunu kuluna göster.” Bunun üzerine,
Allah ona Elçisi'ni İsmail'in kucağında gösterdi ve İsmail de İbrahim'in
kücağındaydı. İsmail'in yanında İshak duruyordu, kucağında bir çocuk vardı.
Parmağıyla Allah'ın Elçisi'ni gösterip diyordu: “Bu, Allah'ın tüm şeyleri
kendisi için yarattığı kişidir.”
Bunun üzerine Musa sevinçle haykırdı: “Ey
İsmail, sen kucağında tüm dünyayı ve Cennet'i tutuyorsun; ben Allah'ın kulunu
unutma ki, Allah'ın her şeyi kendisi için yarattığı oğlunun sayesinde Allah'ın
gözünde bir lutfa erebiliyorum.”
Bu kitapta, Allah'ın koyun ve sığır eti
yediği bulunmaz; bu kitapta Allah'ın rahmetini yalnızca İsrail için tuttuğu
değil, bilakis Allah'ın, gerçekten yaratıcısı Allah'ı arayan her insan için
rahmet sahibi olduğu yazılıdır.
“Ben bu kitabın tamamını okuyamadım,
çünkü ben kitaplığımda iken başkâhin onu bir Ismaili'nin yazmış olduğunu
söyleyerek beni men etti.”
O zaman İsa dedi: “Artık tekrar bir daha
gerçeği saklamamaya bak. Çünkü Mesih'e inanmakla Allah insanlara kurtuluş
verecek ve O'nsuz kimse kurtulamayacak”
Ve, İsa konuşmasını burada bitirdi.
Bunun üzerine, yemeye oturuyorlardı ki, bir de ne görelim, İsa'nın ayaklan
dibinde ağlayan Meryem Nikodemus'un (yazıcının adı böyleydi,) evine girip,
ağlıyarak kendini İsa'nın ayaklannın dibine bıraktı ve dedi: “Rab, senin
sayende Allah'ın rahmetini gören kulunun bir kız kardeşi ve bir erkek kardeşi
şimdi ölüm tehlikesiyle hasta yatıyor.”
İsa karşılık verdi; “Evin nerededir?
Söyle bana, çünkü onun sıhhati için Allah'a dua etmeye geleceğim.”
Meryem cevap verdi: “Betani erkek ve kız
kardeşimin (memleketi) dir. Benim kendi memleketim Magdala'dır; erkek kardeşim
Betani'dedir.”
İsa kadına dedi: “Hemen doğru erkek
kardeşinin evine git ve orada beni bekle. Onu iyileştirmeye geleceğim. Ve
korkma, çünkü o ölmeyecek.”
Kadın ayrıldı ve Betani'ye vardığında
erkek kardeşinin o gün ölmüş olduğunu gördü. Bunun üzerine onu babalarının
kabrine koydular.
İsa Nikodemus'un evinde iki gün kaldı ve
üçüncü gün Beytanya'ya gitmek üzere ayrıldı; ve kasabaya yaklaştığında,
Meryem'e gelmekte olduğunu söylemeleri için havarilerinden ikisini önden
gönderdi. Kadın koşarak kasaba dışına çıktı ve İsa'yı bulunca ağlayarak dedi: “Rab,
kardeşimin ölmeyeceğini söylemiştin; şimdi ise dört gündür gömülü bulunuyor.
Allah için, ben seni çağırmadan önce gelmiş olsaydın, o zaman ölmezdi!”
İsa karşılık verdi: “Kardeşin ölmüş
değil, uyuyor. Bu bakımdan, ben onu uyandırmak için geliyorum.”
Meryem ağlayarak cevap verdi “Rab, böyle
bir uykudan o Hüküm Günü'nde Allah'ın meleğinin surunun sesiyle uyanacaktır.”
İsa karşılık verdi: “Meryem, bana inan
ki, o (o günden) önce kalkacak. Çünkü, Allah bana uyku üzerine güç vermiştir;
ve bak sana diyorum ki, o ölmüş değildir. Çünkü yalnızca, Allah'ın rahmetini
bulmadan ölenler ölüdür.”
Meryem, kızkardeşi Marta'ya İsa'nın
gelişini bildirmek için çabucak geri döndü.
Şimdi, Lazarus'un ölümünde Kudüs'ten
gelmiş bir hayli Yahudi ve pek çok yazıcı ve Ferisi toplanmış bulunuyorlardı.
Kız kardeşinden İsa'nın gelmekte olduğunu duyan Marta aceleyle kalktı ve dışarı
koştu; bunun üzerine yahudi, yazıcı ve Ferisîler'den oluşan kalabalık onu
teselli etmek için peşinden gittiler. Çünkü kardeşine ağlamak için kabre
gittiğini sanıyorlardı, İsa'nın Meryem'le konuştuğu yere varınca Marta
ağlayarak dedi: “Rab, Allah için burada olmuş olsaydın, çünkü o zaman kardeşim
ölmezdi!”
Meryem o zaman ağlamaya başladı; bunun
üzerine İsa da göz yaşı döktü ve iç çekerek dedi: “Onu nereye yatırdınız?”
Cevap verdiler, “Gel bak.”
Ferisîler kendi aralarında diyorlardı: “Şimdi
Nain'deki dulun oğlunu dirilten bu adam, ölmeyeceğini söylediği halde neden bu
adamı ölüme bıraktı?”
İsa, herkesin ağlamakta olduğu kabre
varıp dedi: “Ağlamayın, çünkü Lazarus uyuyor, ve ben onu uyandırmaya geldim.”
Ferisîler kendi aralarında dediler: “Allah
için, sen böyle mi uyursun!”
O zaman İsa dedi: “Benim saatim henüz
gelmedi; geldiği zaman aynı şekilde uyuyacak ve süratle uyandırılacağım.” Sonra
İsa yine dedi: “Kabrin üzerinden taşı çekin.”
Marta dedi: “Rab, o kokmuştur. Çünkü
öleli dört gün oluyor.”
İsa dedi: “Öyleyse ben niye geldim
buraya Marta? Sen benim onu uyandıracağıma inanmıyor musun?”
Marta cevap verdi: “Senin, Allah'ın bu
dünyaya gönderdiği bir mukaddesi olduğunu biliyorum.”
O zaman, İsa ellerini göğe kaldırdı ve
dedi: “İbrahim'in Allah'ı, İsmail ve îshak'ın Allah'ı, babalarımızın Allah'ı
Rabb, bu kadınların başına gelenlere merhamet et ve kutsal adına şan ver.” Ve,
herkes “Amin” diye karşılık verince, İsa yüksek bir sesle dedi:
“Lazarus, beri gel!”
Bunun üzerine, ölmüş olan kalktı; ve İsa
havarilerine dedi: “Onu çözün.” Çünkü, babalarımızın (ölülerini) gömegeldikleri
şekilde, o da yüzünün üzerindeki peşkirle birlikte kefene sarılmış bulunuyordu.
Yahudilerden büyük bir kalabalık ve
Ferisî'lerin bir kısmı Isa'ya iman ettiler. Çünkü mucize büyüktü.
Küfürlerinde kalanlar ise ayrıldılar ve
Kudüs'e gidip Lazarus'un dirilişini ve pek çok kişinin nasıl Nasara olduğunu
başkâhine reislerine anlattılar. İsa'nın tebliğ ettiği Allah'ın kelâmıyla
tevbeye gelenlere böyle (Nasara Nasırîler) derlerdi.
Yazıcılar ve ferisiler Lazarus'u
öldürmek için başkâhinle istişarede bulundular; çünkü, pek çokları, Lazarus'un
insanlarla konuştuğunu, yiyip içtiğini gördüklerinden, Lazarus mucizesinin
büyüklüğü dolayısıyla kendilerinin geleneklerini bırakıp, İsa'ya iman
ediyorlardı. Fakat, Kudüs'te taraftarları olduğundan ve kizkardeşiyle Magdala ve
Beytanya'yı da elinde bulunduran Lazarus güçlü de olduğundan ne yapacaklarını
bilmiyorlardı.
İsa Beytanya'ya, Meryem'le birlikte
Marta ve Lazarus'un evine vardı. Kendisine hizmet ettiler.
Bir gün İsa'nın ayaklan dibinde oturan
Meryem onun sözlerini dinliyordu. Bu sırada Marta İsa'ya dedi : “Rab, görmüyor
musun kızkardeşim sana gereken bakımı yapmıyor ve senin ve havarilerinin
yiyeceklerini getirmiyor.”
İsa cevap verdi.- “Marta, Marta, sen
yapman gereken şeyin düşüncesine kapılıyorsun, çünkü Meryem kendinden ebediyen
ayrılmayacak bir pay seçti.”
Kendine iman eden büyük bir kalabalıkla
birlikte sofrada otururken İsa, konuşup dedi: “Kardeşler, sizinle kalacak pek
az zamanım var. Çünkü, vakit gelmiş demektir ve benim
dünyadan ayrılmam gerekiyor. Bu nedenle,
size Allah'ın Hezekiel Peygambere söylediği sözü hatırlatıyorum: “Ben, senin
Allah'ın ebediyen sağ ve diriyimdir ki, günah işleyen ruh ölecektir, ama eğer
günahkâr, tevbe edecek olursa ölmeyecek, yaşayacaktır.”
Bu bakımdan, şimdiki ölüm, ölüm değil,
gerçekte uzun bir ölümün sonudur; nasıl bedenin bir baygınlık anında içinde ruh
varken, candan ayrıldığı zaman, ölenler ve gömülenler üzerinde bayılmak dışında
başka hiç bir avantajı olmuyorsa, gömülen (vücut) da Allah'ın kendisini yeniden
diriltmesini bekler.
“O halde dikkat edin, Allah'ı idraktan
yoksun olan bir hayat ölüdür.”
195.
“Bana İnananlar
Ebediyyen Ölmeyeceklerdir.”
Bana inananlar ebediyen ölmeyeceklerdir.
Çünkü, benim sözüm sayesinde Allah'ı içlerinde idrâk edecekler ve bu nedenle de
kurtuluşlarını gerçekleştireceklerdir.
“Ölüm, Allah'ın buyruğuyla tabiatın
yaptığı bir hareketten başka nedir? Şöyle ki, biri bir kuşu tutup, ipini de
eline aldığı zaman, baş kuşun uçmasını dilediğinde ne yapar? Tabii ki, mutlaka
ele açılmasını emreder ve böylece kuş hemencecik uçup gider. “Ruhumuz”,
peygamber Davud'un dediği gibi, kişi Allah'ın koruması altında bulunduğu zaman,
“kuş avcısının tuzağından kurtulmuş bir serçe gibidir.” Ve hayatımız, tabiatın
kendisiyle ruhu insanın bedenine ve canına bağlı tuttuğu bir ip gibidir. Ve, bu
bakımdan, Allah dilediği ve tabiata açılmasını emrettiği zaman, hayat kopar ve
ruh, Allah'ın ruhları almakla görevlendirdiği meleklerin elinde kurtulur.
O halde, dostlar, dostları öldüğü zaman
ağlamasınlar, çünkü Allah'ımız böyle dilemiştir. Ama, günah işledikleri zaman,
bırakın durmaksızın ağlasınlar. Çünkü, (günah işlemekle) ruh, Allah'tan,
-gerçek hayattan- koptuğundan ölür.
Eğer beden ruhla birleşmeyince
çirkinleşiyorsa, ruh, rahmet ve lûtfuyla kendini güzelleştiren ve dirilten
Allah'la birleşmeyince çok daha fazla korkunçlaşır.”
Ve, İsa bunu deyip Allah'a şükretti;
sonra Lazarus dedi ki: “Rab, bu ev bana geçimim için verdiği tüm şeylerle
birlikte, yoksullara bakılması için Yaratıcım olan Allah'a aittir. Bu nedenle,
sen de yoksul olduğuna ve pek çok şakirdin de bulunduğuna göre, istediğin zaman
istediğin kadar kalmak için buraya gel. Çünkü, Allah'ın kulu, Allah sevgisi
için gerektiği kadar size hizmet edeceğim.”
İsa bunu duyunca sevindi ve dedi: “ölmek
ne kadar iyi bir şeymiş görün! Lazarus yalnızca bir kere öldü ve dünyanın,
kitaplar arasında büyüyen en akıllı adamlarının bilmediği böyle bir akideyi
öğrendi! Allah için, her insan Lazarus gibi, insanlar yaşamayı öğrensinler diye
yalnızca bir kez için olsun ölmeli.”
Yuhanna karşılık verdi: “Ey muallim, bir
söz söylememe izin var mı?”
“Bin tane söyle” (diye) karşılık verdi İsa,
“Çünkü, nasıl bir insan Allah'a kulluk için mallarını dağıtmaya hazırsa, o
akideyi dağıtmaya da hazırdır. Ve, o (böyle yapmaya) ne kadar hazır olursa, mal
ölüye yeniden hayat veremezken, sözün o kadar çok bir ruhu tevbeye getirme gücü
olur. Bu bakımdan, yoksul bir insana yardım etme gücü olan adam, yardım etmeyip
de, yoksul açlıktan öldüğü zaman bir katil olmuş olur. Ama daha kötü katil,
Allah'ın Kelâmı'yla günahkârı tevbeye getirebilen, ama getirmeyip, Allah'ın
dediği gibi “dilsiz bir köpek” örneği oturup duran kişidir. Böylelerine karşı
Allah der: “Kelâmımı gizlediğinden dolayı günahkârın helak olacak olan ruhunu
senin ellerinden isteyeceğim, ey benim imansız kulum.”
“Bu durumda anahtarı olup da sonsuz
hayata girmeyen, hatta girmek isteyenlere engel olan yazıcıların ve
Ferisîler'in durumu ne olmaktadır şimdi?”
“Ey Yuhanna, benim yüzbin sözümü
dinledikten sonra bir söz söylemek için benden izin istersin. Bak sana diyorum
ki, beni dinlediğin her bir sözün on katını senden dinlemeye hazırım. Ve, bir
diğerini dinleyecek olan, konuştuğu her defada günah işler. Çünkü, kendimiz
için istediğimizi başkalarına da yapmalı, kendi görmek istemediğimizi
başkalarına da yapmamalıyız.”
O zaman Yuhanna dedi: “Ey muallim, neden
Allah bunu, yani, kendilerini ve Yaratıcılarını bilmeleri için, Lazarus'un
yaptığı gibi bir kez ölüp geri dönmeği insanlara bahşetmedi?”
İsa cevap verdi: “Söyle bana Yuhanna; ev
sahibinin biri bir hizmetçisine, evinin manzarasını kapayan ağacı kesmesi için
mükemmel bir balta verdi.
Ama işçi baltayı unuttu ve dedi: “Eğer
efendi bana eski bir balta vermiş olsaydı ağacı kolayca keserdim” Söyle bana
Yuhanna, ev sahibi ne dedi? Mutlaka kızdı ve eski baltayı alıp adamın başına
çarptı ve dedi:
“Aptal hilekâr! Sana ağacı zahmetsizce
kesebileceğin bir balta verdim, sense büyük zahmetlerle çalışman gerekecek ve
gidip, hiç bir şey elde edemeyeceğin bu baltayı mı istersin? Ben senin ağacı,
çalışman işe yarasın diye kesmeni isterim. Doğru değil mi bu?” Yuhanna cevap
verdi: “Doğruların doğrusu.” (O zaman İsa dedi) : -Ebediyen sağ ve diriyimdir
ki” der Allah, “Ben herkese iyi bir balta verdim, bu da bir ölünün gömüldüğünü
görmektir. Kim bu baltayı iyi kullanırsa, kalbindeki günah ağacını sancısız
çıkarır; böylece lütuf ve rahmetimi kazanır. Onlara salih amellerinden dolayı
sonsuz yaşama hakkı veririm. Ama, gün be gün başkalarının ölüp durduğunu
gördüğü halde ölümlü olduğunu unutan ve “eğer öbür hayatı görsem, iyi işler
yaparım” diyenin üzerine olacaktır öfkem, ve onu ölümle öylesine çarparım ki,
bir daha hiç iyilik bulamaz.”
“Ey Yuhanna” dedi İsa, “Başkalarının
düşüşünden ayakları üzerinde durmayı öğrenenin avantajı ne büyüktür!”
Sonra, Lazarus dedi: “Muallim, bakın
size diyorum ki, günbegün ölenlerin mezara, götürüldüğünü görüp de Yaratıcımız
Allah'tan korkmayanın hak edeceği cezayı tasavvur edemiyorum. Böyle biri,
tümüyle vazgeçmesi gereken dünyadaki şeyler için kendisine nesi varsa veren
Yaratıcısı'na karşı gelir.”
O zaman İsa havarilerine dedi: “Bana
muallim diyorsunuz ve iyi ediyorsunuz, çünkü Allah benim ağzımla size
öğretiyor. Ama, Lazarus'a ne diyeceksiniz? Gerçekten o burada, bu dünyada
akideyi öğreten tüm muallimlerin muallimidir. Ben şüphesiz size nasıl iyi
yaşanacağını öğrettim, ama Lazarus size nasıl iyi ölüneceğini öğretecektir.
Allah sağ ve diridir ki, o peygamberlik hediyesini almıştır; bu bakımdan onun
doğru sözlerini dinleyin. Ve, insan kötü ölürse, iyi yaşama boşuna olacağından
onun sözlerini o derece fazla dinlemelisiniz.”
Lazarus dedi: “Ey muallim, sana teşekkür
ederim ki, gerçeğin değerini veriyorsun; bu nedenle Allah sana büyük hak
verecektir.”
O zaman, (bu satırlar)ı yazan dedi: “Ey
muallim, Lazarus sana, “hak alacaksın” demekle, nasıl gerçeği söylemiş oluyor?
Halbuki, sen Nikodemus'a insanın cezadan başka bir şeye hakkı olmadığını
söylemiştin. Sen de bu durumda Allah'ın cezasına mı uğrayacaksın?” İsa cevap
verdi: “Înşallah bu dünyada Allah'ın cezasına uğrarım, çünkü, yapmam gerektiği
kadar imanla ona kulluk etmedim.”
“Ama, Allah rahmetinden dolayı beni
öylesine sevdi ki, her ceza benden geri alındı. O kadar ki, ben yalnızca bir
başka kişide azap göreceğim. Ceza benim için yerindedir. Çünkü insanlar bana
Allah dediler. Ama ben gerçek olarak, yalnızca Allah olmadığımı değil aynı
zamanda, Mesih de olmadığımı itiraf ettiğimden Allah benden cezayı çekti ve
utanç benim olsun diye, onu şerli birine çektirecektir. Bu bakımdan, sana
diyorum ki benim Barnabas'ım, bir insan Allah'ın komşusuna ne vereceğinden söz
ederken 'komşusunun onu hak ettiğini de söylesin. Ama dikkat etsin ki, Allah
kendine vereceği şeyden söz ederken “Allah bana verecek” desin. Ve, “benim
hakkım var” dememeye dikkat etsin; çünkü Allah kullarına günahları nedeniyle
Cehennem'i hak ettikleri zaman rahmetini bahşetmekten memnunluk duyar.
Allah rahmette o kadar zengindir ki, bin
denizin suyu, eğer bu kadarı bulunabilirse, Cehennem alevlerinin bir
kıvılcımını söndüremezken, Allah'a karşı suç işlediğine ağlayan kişinin bir
damla göz yaşı, Allah'ın imdadına yetiştiği büyük rahmetiyle tüm Cehennem'i
söndürür. Bu nedenle, Allah şeytan'ı kahretmek ve kendi nimetini göstermek
için, mü'min kulunun her iyi amelini rahmetinin varlığıyla hak diye
isimlendirmek diler ve onun komşusu hakkında böyle konuşmasını ister. Yine de,
bir insan kendisi hakkında “hakkım var” demekten kaçınmalıdır, çünkü kınanır.”
İsa sonra Lazarus'a döndü ve dedi: “Kardeş,
benim dünyada kısa bir zaman kalmam gerekiyor. Bu bakımdan, senin evine yakın
olduğum zaman, hiç başka yere gitmeyeceğim, çünkü sen bana, benim sevgim için
değil, Allah sevgisi için hizmet edersin.”
Yahudi'lerin Fısıh bayramı yaklaştı, bu
nedenle İsa havarilerine dedi: “Kudüs'e fısıh kuzusu yemeye gidelim.” Ve,
Petrus'la Yuhanna'yı şehre gönderip, dedi : “Şehrin kapısının yanında bir
sıpayla birlikte bir eşek bulacaksınız, onu çözüp buraya getirin; çünkü,
Kudüs'e kadar ona binmem gerekiyor. Ve, eğer biri size, “onu niye çözüyorsunuz”
diye sorarsa “muallimin ona ihtiyacı var” deyin, onu getirmenize izin verirler.”
Havarileri gittiler. İsa'nın kendilerine söylediklerinin hepsini gördüler ve
aynı şekilde eşeği ve sıpayı getirdiler. Havariler cübbesini sıpanın üstüne
koydular ve İsa ona bindi. Ve, öyle oldu ki, Kudüs halkı Nasıra'lı İsa'nın
gelmekte olduğunu duyunca, ellerinde palmiye ve zeytin dalları “Allah Rabb
adına bize gelen kutlu olsun; şükürler Davud'un oğlu!” diye çocuklarıyla
birlikte İsa'yı görmek için şehrin dışına çıktılar. İsa şehre girince, halk, “Allah
Rabb adına bize gelen kutlu olsun; şükürler Davud'un oğlu!” diye diye
elbiselerini eşeğin ayaklan altına yazdılar.
Ferisiler İsa'yı azarlayıp dediler: “Görmüyor
musun ne diyorlar? Sustur onlan!”
O zaman İsa dedi: “Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir kî, eğer insanlar susacak olsa, habis
günahkârların küfrüne karşı taşlar haykıracaktır.” Ve, İsa bunu deyince,
Kudüs'ün bütün taşları büyük bir gürültüyle haykırdılar. “Allah Rabb adına bize
gelen kutlu olsun!”
Yine de Ferisiler küfürlerine devam
ettiler ve bir araya toplanıp, onu konuşurken yakalamak için istişarede
bulundular.
197.
“İlk Taşı
Günahsız Olanınız Atsın!”
İsa mabede girince, yazıcılar ve
Ferisiler kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Aralarında dediler:
“Eğer onu kurtarırsa, bu Musa'nın kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız;
eğer mahkûm ederse, bu kendi akidesine aykırıdır, çünkü o merhameti tebliğ
etmektedir. Bu şekilde Isa'ya varıp, dediler: “Muallim, bu kadını zina ederken
bulduk. Musa, böylesinin recm edilmesini emretmişti; buna sen ne dersin?”
Bunun üzerine İsa eğilip, parmağıyla
yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü. Cevap için
sıkıştırırlarken, İsa doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi: “Aranızda
günahsız olan ona ilk taşı atsın.” Ve, yeniden eğilip, aynayı çizdi. Bunu gören
insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar, çünkü kirli işlerini
görünce utanıyorlardı.
İsa yeniden doğrulup, kadından başka
kimseyi göremeyince dedi: “Kadın, seni ayıplayanlar nerede?”
Kadın ağlıyarak cevap verdi, “Rab,
gittiler; eğer beni bağışlarsan, Allah sağ ve diridir ki, bir daha günah
işlemiyeceğim.”
O zaman İsa dedi: “Allah'ı tesbih
ederim! Huzurla yoluna git ve bir daha günah işleme, çünkü Allah beni seni
mahkûm etmek için göndermedi.”
Sonra, yazıcılar ve Ferisiler
toplanınca, İsa kendilerine dedi: “Söyleyin bana; eğer sizden birinizin yüz
koyunu olsa ve onlardan birini yitirse doksandokuzunu bırakıp, onu aramaya
gitmez misiniz? Ve, onu bulunca, onu omuzlarınıza atıp, komşularınızı
çağırarak, onlara demez misiniz? “Benimle birlikte sevinin, çünkü, yitirdiğim
koyunu buldum.” Mutlaka böyle yaparsınız.
“Şimdi söyleyin bana, Allah'ımız,
dünyayı kendisi için yarattığı insanı daha mı az sever? Allah sağ ve diridir
ki, tevbe eden günahkâr üzerine Allah'ın meleklerinde böylesine bir sevinç
meydana gelir; çünkü, günahkârlar Allah'ın rahmetini bildirirler.”
“Söyleyin bana, doktor en çok kimin
tarafından sevilir, hiç hastalık görmemiş olanlar tarafından mı, yoksa doktorun
ağır hastalıklarını iyileştirdiği kişiler tarafından mı?” Ferisiler ona dedi: “Sağlam
adam doktoru nasıl sevsin ki? O mutlaka onu, yalnızca hasta olmadığı için
sevecektir; ve hastalığı bilmediği için de çok az sevecektir.”
O zaman ruhî bir şiddetle İsa konuşup
dedi: “Allah sağ ve diridir ki, sizin kendi diliniz kendi gururunuzu mahkûm
ediyor, o kadar ki, Allah'ımız müttakî olandan çok, Allah'ın üzerindeki büyük
rahmetini bilen tevbekâr günahkâr tarafından sevilir. Çünkü, muttaki Allah'ın
rahmetini bilmez. Bu bakımdan, Allah'ın meleklerinin yanında, tevbe eden bir
günahkâr için duyulan sevinç, doksan dokuz muttaki kişiye (duyulandan) daha
çoktur.
“Zamanımızda müttakîler nerede? Ruhumun
huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, takvasız müttakîlerin sayısı çoktur;
onların durumu şeytanınki gibidir.”
Yazıcılar ve Ferisiler karşılık verdiler:
“Biz günahkârlarız, bu nedenle Allah bize merhamet edecektir” Ve, onlar bunu
İsa'yı kışkırtmak için dediler; çünkü, yazıcılar ve Ferisîler, kendilerine
günahkâr denmesini büyük bir hakaret sayarlardı.
O zaman İsa dedi: “Korkarım ki siz,
takvasız müttakîlersinizdir. Çünkü, günah işleyip de günahınızı inkâr eder ve
kendinize muttaki derseniz, takvasız olursunuz; ve eğer kalbinizden kendinizi
muttaki kabul ediyor ve dilinizle günahkâr olduğunuzu söylüyorsanız, o zaman
bir kat daha takvasız müttakilersiniz demek olur.”
Yazıcılar ve Ferisîler bunu duyunca,
İsa'yı havarileriyle birlikte huzur içinde bırakıp başları önünde çekip
gittiler ve cüzzamı temizlenmiş olan cüzzamlı Simun'un evine vardılar. Şehir
halkı hastalarını Simun'-un evinde toplamış bulunuyorlardı; Isa'ya hastaların
iyileştirilmesi için ricada bulundular.
O zaman, saatinin yakın olduğunu bilen
İsa dedi: “Ne kadar hasta varsa çağırın, çünkü Allah onları iyileştirecek
kudrette ve merhamettedir.”
Karşılık verdiler: “Burada, Kudüs'te
başka hasta bulunduğunu bilmiyoruz.”
Isa ağlayarak karşılık verdi: “Ey Kudüs,
ey İsrail, senin için ağlıyorum. Sen sana olan ziyareti bilmiyorsun; çünkü, bir
tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi, ben de seni yaratıcınız
Allah sevgisinde toplamak istedim, ama sen istemedin! Bu nedenle, Allah size
şöyle diyor:
203.
İlahi Gazaba Uğrayacaklar..
“Ey sert yürekli, sapık fikirli şehir,
sana, seni kalbine çevirmesi için ve sen de tevbe edesin diye kulumu gönderdim;
ama sen ey bozuk şehir, senin için, ey İsrail, Mısır'a ve Firavun'a
yaptıklarımın hepsini unuttum. Kulum hasta vücudunu iyileştirsin diye defalarca
ağlarsın; ama, senin günahkâr ruhunu iyileştirmeye çalıştığı için, kulumu
öldürmenin yollarını ararsın.”
“Cezama uğramayan yalnızca sen mi
kalacaksın şimdi? Sen ebediyyen yaşayacak mısın? Ve, senin gururun seni benim
ellerimden kurtaracak mı? Kasinlikle hayır, çünkü, bir orduyla birlikte karşına
reisler çıkaracağım ve onlar seni kuvvetle saracaklar ve seni onların ellerine
öylesine teslim edeceğim ki, gururun doğru Cehennem'e düşecek.” “Yaşlıları ve
dulları bağışlamıyacağım, çocukları bağışlamıyacağım, seni tümden kıtlığa,
kılıca ve hakarete terk edeceğim ve üzerine rahmetle baktığım mabedi şehirle
birlikte ıssız bırakacağım; o kadar ki, uluslar arasında bir efsane, bir alay
konusu ve bir darb-ı mesel olacaksın. Gazabım üzerinde böyle kalacak ve benim
öfkem uyumaz.”
Bunları söyledikten sonra İsa yeniden
dedi: “Başka hastalar bulunduğunu bilmiyor musunuz? Allah sağ ve diridir ki,
Kudüs'te ruhları sağlam olanlar vücutça hasta olanlardan daha azdır. Ve,
gerçeği bilmeniz için, size diyorum ki ey hasta olanlar,
Allah'ın adına hastalığınız sizden
ayrılsın!”
Ve, o bunu söylediği zaman, derhal
iyileştiler. -Allah'ın Kudüs üzerindeki gazabını duyunca insanlar ağladılar ve
merhamet için yalvardılar. O zaman İsa dedi: “Eğer Kudüs günahları için
ağlayacak ve pişman olup, yolumda yürüyecek olursa” der Allah, “bir daha
onun kötülüklerini hatırlamıyacak ve
söylediğim belâlardan hiç birini ona vermeyeceğim. Ama Kudüs, uluslar arasında
adıma küfretmekle şanımı lekelediğine değil de, kendi yıkımına ağlar. Bu yüzden
öfkem daha çok tutuştu. Ebediyyen sağ ve dîriyimdir ki, eğer Musa ile birlikte
kullarım Eyub, İbrahim, Samuel, Davud ve Danyal kavimleri için dua etseler,
Kudüs'e olan öfkem yatışmayacaktır.” Ve, İsa bunu dedikten sonra, herkes endişe
içinde evine çekildi.
İsa cüzzamlı Simun'un evinde akşam
yemeği yerken, bakın ki, Lazarus'un kızkardeşi Meryem eve girdi ve bir kabı
kırıp, İsa'nın başına ve elbisesine yağ merhemi döktü. Bunu gören hain Yehuda,
Meryem'i böyle bir işi yapmaktan alıkoymaya çalışıp, dedi: -Gidip merhemi sat
ve parayı getir de onu yoksullara vereyim.”
İsa dedi: “Ona neden engel olursun?
Bırak yapsın, çünkü sizin bulacağınız yoksullar hep sizinledir. Ama beni her
zaman bulamıyacaksınız.”
Yehuda karşılık verdi: “Ey muallim; bu
yağ merhemi üç yüz kuruşa satılabilir; kaç yoksulun yardım göreceğine bakın
şimdi.”
İsa cevap verdi: “Ey Yehuda, ben senin
kalbini biliyorum; sabr et bakalım, sana her şeyi vereceğim.”
Herkes korkuyla yemek yedi. Havariler
ise üzgündü. Çünkü İsa'nm kendilerinden ayrılması gerektiğini biliyorlardı.
Ama, Yehuda kızgındı, çünkü, İsa'ya verilen bütün şeylerin onda birini
çaldığından, yağ satılmadığı için otuz kuruşu yitirdiğini biliyordu. Başkâhini
bulmaya gitti; o, kâhinleri, yazıcıları ve Ferisîleri bir heyet halinde
toplamış bulunuyordu; kendisine Yehuda dedi: “Bana ne vereceksin? Ben kendisini
İsrail kralı yapmak isteyen İsa'yı elinize teslim edeceğim.”
Cevap verdiler: “Şimdi, onu elimize
nasıl vereceksin?”
Yehuda dedi: “Şehir dışına ibadet etmeye
gittiğini öğrendiğim zaman size söyleyecek ve sizi onun bulunduğu yere
ileteceğim; çünkü, onu şehrin içinde fitne çıkmadan yakalamak imkânsız
olacaktır.”
Başkâhin karşılık verdi: “Eğer onu bizim
elimize verirsen, sana otuz altın vereceğiz ve sana nasıl iyi davranacağımızı
göreceksin.”
Gün olunca, İsa halktan büyük bir
kalabalıkla birlikte mabede vardı. Bu sırada başkâhin yaklaşıp dedi: “Söyle
bana ey İsa, Allah olmadığını, Allah'ın oğlu veya Mesih bile olmadığını itiraf
etmiştin, unuttun mu hep bunları?”
İsa cevap verdi: “Hayır, asla unutmadım;
çünkü bu, Hüküm Günü'nde, Allah'ın mahkemesi önünde yapacak olduğum
itirafımdır. Musa'nın kitabında yazılı olan her şey doğruların doğrusudur. Öyle
ki, Yaratıcımız Allah bir tek (Allah) tır, ve ben Allah'ın kuluyum ve sizin
Mesih dediğiniz Allah'ın Elçisi'ne hizmet etmek arzu ediyorum.” Başkâhin dedi: “Öyleyse,
mabede halktan bu kadar büyük bir kalabalıkla gelmenin yararı ne? Yoksa,
kendini îsrail'in kralı mı yapmak istersin? Sakın ki, başına bir tehlike
gelmesin!”
İsa cevap verdi: “Eğer ben kendi ün ve
şanım için çalışsam ve kendi payımı bu dünyada istemiş olsaydım, Nain halkı
beni kral yapmak istediği zaman kaçmazdım. Bana gerçekten inan ki, bu dünyada
hiç bir şeyin peşinde değilim.”
O zaman, başkâhin dedi: “Mesih'le ilgili
olarak bir şeyi bilmek istiyoruz.” Ve, hemen kâhinler, yazıcılar ve Ferisiler
İsa'nın çevresinde bir halka oluşturdular. İsa karşılık verdi: “Mesih hakkında bilmek
istediğiniz bu şey nedir? Ne belli, yalan olmasın bu? Emin olun ki, size yalan
söylemiyeceğim. Çünkü, yalan söylemiş olsaydım, tüm îsrail'le birlikte siz,
yazıcılar (ve) Ferisîler tarafından göklere çıkarılacaktım; ama, size gerçeği
söylediğim için benden nefret ediyor ve beni öldürmenin yollarını arıyorsunuz?”
Başkâhin dedi: -Şimdi biliyoruz ki,
senin sırtında, cinin var; çünkü sen bir Samirîsin ve Allah'ın kâhinine saygı
duymazsın.”
İsa cevap verdi: “Allah sağ ve diridir
ki, benim sırtımda cinim yok, bilakis ben cini fırlatıp atmaya çalışıyorum,
dolayısıyla, bu sebepten cin dünyayı bana karşı ayaklandırıyor. Çünkü, ben bu
dünyadan değilim. Ben, beni dünyaya gönderen Allah'ın yüceltilmesi için
çalışıyorum. Bu bakımdan, bana kulak verin, size kimin sırtında cini
bulunduğunu söyliyeceğim. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki,
cinin iradesiyle çalışanın sırtında cin vardır, o kendisine iradesinin yularını
takmış, onu istediği gibi yönetip, her kötülüğe koşturuyor.
Bir elbise nasıl sahibini değiştirince,
aynı kumaş olduğu halde, adını da değiştirirse, insanlar da tek bir maddeden
olmalarına rağmen, insanın içinde çalışanın yaptıkları nedeniyle
farklılaşırlar.
Eğer ben (bildiğim kadarıyla) günah
işlemişsem, bir düşman olarak benden nefret etmek yerine, niye bir kardeş
olarak beni uyarmazsınız? Gerçekten, bir bedenin azaları başla birleştikleri
zaman birbirlerinin imdadına koşarlar ve baştan kopuk olanlar ise ona hiç
yardım etmezler. Çünkü, bir vücudun elleri bir başka vücudun değil, birlikte
oldukları vücudun ayaklarının acısını duyarlar, Ruhumun huzurunda durduğu Allah
sağ ve diridir ki, Yaratıcı'sı Allah'ı seven ve O'ndan korkan, başının merhamet
duyduğu kişiye karşı merhamet duygusu besler. Allah'ın günahkârın ölmesini
dilemeyip, her birinin tevbe etmesini beklediğini görerek, eğer siz benim de
birlikte olduğum şu bedendenseniz, Allah sağ ve diridir ki, kendi başıma göre
hareket etmem için bana yardım edersiniz.
“Eğer kötülük yaparsam, beni uyarın,
Allah da sizi sevsin, çünkü O'nun istediğini yapmış olursunuz. Ama, kimse
günahtan dolayı beni uyarmazsa, bu, sizin dediğiniz gibi İbrahim'in çocukları
olmadığınızın ve İbrahim'in bulunduğu başla bir arada bulunmadığınızın
işaretidir. Allah sağ ve diridir ki, İbrahim Allah'ı o kadar çok severdi ki,
sahte putları parçalayıp, anne ve babasını terketmekle kalmamış, aynı zamanda
Allah'a itaat etmek için kendi oğlunu da öldürmek istemiştir.”
Başkahin karşılık verdi: “Sana sorduğum
bu; ve seni öldürmenin yollarını aramıyorum, o halde söyle bize: İbrahim'in bu
oğlu kimdi?”
İsa cevap verdi: “Senin şanının ateşi ey
Allah, beni tutuşturuyor ve konuşmadan edemiyorum. Bakın diyorum, İbrahim'in
oğlu İsmail'di. Ondan, kendisiyle yeryüzünün tüm kabilelerinin kutsanacağı
İbrahim'e, va'd edilen Mesih gelecektir.”
Ö zaman, bunu duyan başkahin kızdı ve
bağırdı: “Şu dinsiz herifi gelin taşlayalım.
Çünkü o bir îsmaili'-dir. Musa'ya karşı,
Allah'ın kanununa karşı küfretmiştir.”
Bunun üzerine, her yazıcı ve Ferisi
halkın önde gelenleriyle birlikte İsa'yı taşlamak için taş kaptılar. İsa ise
gözlerinden kaybolup mabetten çıktı. Ve o zaman, İsa'yı öldürmek için
duydukları dehşetli arzuyla, öfke ve nefretten gözleri dönmüş şekilde
birbirlerine öylesine vurdular ki, orada bin kişi öldü ve kutsal mabedi
kirlettiler. İsa'nın mabetten çıktığını gören havariler ve mü'minler (çünkü o
kendilerinden gizli değildi) kendisini Simun'un evine kadar izlediler.
Bu arada Nikodemus oraya geldi ve
Isa'ya, Kudüs'ten çıkıp, Sidrun çayı ötesine gitmesini tavsiye ederek dedi: “Rab,
benim Sidrun çayı gerisinde evle birlikte bahçem var, bu bakımdan sana rica
ediyorum, şakirtlerinden bazılarıyla oraya git ve kâhinlerimizin bu nefreti
geçinceye kadar orada kal. Sana gerekli olan her şeyi sağlıyacağım. Ve,
şakirtlerin çoğunu burada Simun'un evinde ve benim evimde bırak, Allah bize her
şeyi verecektir.” Ve, İsa yanına, ilk olarak havariler denilen yalnızca on iki
kişiyi almak arzu ederek, böyle yaptı.
Bu sırada, İsa'nın annesi bakire Meryem
ibadet ediyordu ki, melek Cebrail kendisini ziyaret edip, oğluna yapılan
eziyeti naklederek, dedi: “Korkma Meryem, çünkü Allah O'nu dünya (dakiler) den
koruyacaktır. Bunun üzerine, Meryem ağlayarak Nasıra'dan ayrıldı ve oğlunu
aramak için Kudüs'e, kız kardeşi Meryem Selâme'nin evine geldi.
Fakat, İsa gizlice Sidrun çayının
ötesine çekilmiş olduğundan, onu bu dünyada bir daha göremedi; ancak utanç
işinden sonra melek Cebrail, Mikâil, (İs)rafil ve Uriel'le birlikte Allah'ın
emriyle onu kendisine getirdiler.
Mabeddeki karışıklık İsa'nin
ayrılmasıyla dinince, başkâhin yüksek bir yere çıkıp, elleriyle sus işareti
yaparak dedi: “Kardeşler! Biz ne yapıyoruz? O'nun şeytan'ca san'atıyla tüm
dünyayı aldattığını görmüyor musunuz? Şimdi, eğer o bir büyücü değil ise, nasıl
oldu da kaybolup gitti? Emin olun ki, o kutsal biri ve bir peygamber olmuş
olsaydı, Allah'a karşı, kul(u) Musa'ya karşı ve İsrail'in ümidi Mesih'e karşı
küfürde bulunmazdı! Ve, ne diyeyim ben? O, tüm kâhinlerimize küfretti. Bu
bakımdan, bakın size diyorum ki, eğer o dünyadan ayrılmazsa, İsrail kirlenecek
ve Allah'ımız bizi milletlere teslim edecektir. Dikkat edin şimdi, onun
yüzünden bu kutsal mabed nasıl da kirlenmiş bulunuyor!”
Ve, başkâhin o şekilde konuştu ki, pek
çokları İsa'yı terketti. Bunun üzerine, gizli tutulan öldürme işi açığa
vuruldu. O kadar ki, başkâhin bizzat Hirodes'e ve Roma valisine gidip, İsa'yı,
kendisini İsrail'e kral yapmak arzusunda olmakla suçladı ve bu konuda yalancı
şahitler de buldular.
Sonra, İsa aleyhinde genel bir toplantı
yapıldı. Çünkü Romalıların fermanı herkesi korkutuyordu. Öyle ki, Roma senatosu
İsa ile ilgili olarak iki kez ferman yayınlamıştı. Fermanın birinde,
Yahudiler'in peygamberi Nasıralı Isa'ya Allah veya Allah'ın oğlu denilmesi ölüm
cezasıyla men ediliyor; diğerinde ise, Yahudiler'in peygamberi Nasıralı İsa
hakkında tartışmak para cezasıyla yasaklanıyordu. Bu nedenle, aralarında büyük
bir ayrılık vardı. Bazıları, İsa aleyhinde Roma'ya yeniden yazı yazılmasını
istiyordu; bazıları, bir serserinin sözleriymişçesine ne derse desin, İsa'nın
kendi başına bırakılması gerektiğini söylüyor; diğerleri ise, gösterdiği büyük
mucizeleri delil olarak ileri sürüyorlardı.
Bu yüzden başkâhin, afaroz acısını göze
almadan kimsenin İsa'yı savunur bir tek kelime bile konuşmamasını söyledi ve
Herod ve valiyle konuşup dedi: -Her halûkârda elimizde kötü bir risk var.
Çünkü, bu günahkârı öldürsek, Kayser'in fermanına karşı davranmış olacağız, yok
yaşamasına ve kendisini İsrail'e kral yapmasına izin versek, o zaman durum ne
olacaktır?” Bunun üzerine Hirodes kalktı ve valiyi tehdit ederek dedi: “Sakın
ki, bu adamı tutman yüzünden bu ülke ayaklanmaya kalkmasın; o zaman seni
Kayser'in önünde bir asi olarak suçlarım.” Bu durum karşısında vali, senatodan
korkup, Hirodesle dost oldu. (Çünkü önceden birbirlerinden öldüresiye nefret
ederlerdi). Ve İsa'nın öldürülmesi üzerinde anlaşıp, başkâhine dediler: “Ne
zaman bu suçlu adamın nerede olduğunu öğrenirsen, kendini bize gönder, biz sana
asker vereceğiz.” Bu, “yeryüzünün reisleri ve kralları İsrail'in mukaddesine
karşı birleşirler. Çünkü o, dünyanın kurtuluş yolunu ilân eder” diyerek,
İsrail'in peygamberi İsa'yı önceden haber veren Davud'un peygamberî sözünün
gerçekleşmesi için oldu.
Bunun üzerine, o gün Kudüs'ün her
yanında İsa için genel bir arama yapıldı.
Sidrun çayı ötesinde, Nikodemus'un
evinde bulunan İsa havarilerini rahatlatıp, dedi: “Dünyadan ayrılma vaktim
yaklaşmış bulunuyor; kendinizi teselli edin ve üzülmeyin, çünkü ben gittiğim
yerde hiç bir ızdırap duymayacağım.
“Şimdi, benim hayrıma üzülürseniz, benim
dostlarım olmuş olur musunuz? Emin olun ki hayır, bilakis düşmanlar (ım olmuş
olursunuz). Dünya neşeleneceği zaman siz üzülün, çünkü, dünyanın neşelenmesi
ağlamaya dönüşür; ama sizin üzüntünüz sevince dönüşür ve sizin sevincinizi
kimse sizden alamaz; çünkü, kalbin, yaratıcısı Allah'ta duyduğu sevinci tüm
dünya çekip alamaz. Allah'ın benim ağzımla size söylediği sözleri unutmamaya
bakın. Dünyaya karşı ve dünyayı sevenlere karşı incil'imle yaptığım şahitliği
tahrif edecek herkese karşı, benim şahitlerim olun.”
Sonra, ellerini Rabb'e kaldırıp, dua
ederek dedi: “İbrahim'in Allah'ı, İsmail ve İshak'ın Allah'ı, babalarımızın
Allah'ı, Allah'ımız Rabb, bana verdiklerine merhamet et ve onları dünyadan
koru. Onları dünyadan al demiyorum, çünkü, benim İncil'imi tahrif edeceklere
karşı onların şahitlik etmesi gerekiyor. Bunun yerine, onları şerden koruman
için dua ediyorum, ki, Senin Hüküm Günü'nde, benimle birlikte, senin ahdini
bozan İsrail ailesine karşı ve dünyaya karşı şahitlik etmek için gelsinler.
Putatapıcı babaların oğullarına karşı, tam dördüncü soya kadar putatapıcılıktan
intikam alan kadir ve gayyûr Rabb Allah, benim Senin oğlun olduğumu yazdıkları
zaman, bana verdiğin İncil'imi tahrif edecek olan herkesi Sen ebediyyen
lanetle. Çünkü, çamur ve toprak olan ben, Senin kullarının hizmetçisiyim ve hiç
bir zaman kendimi senin iyi bir kulun olarak düşünmedim; şundan ki, ben Sana,
bana verdiklerin karşısında hiç bir şey veremem. Çünkü, her şey Senindir. Bin
nesilde Sen'den korkanlar üzerinde merhametini gösteren Rahim Rabb Allah, bana
verdiğin Kelâmı'na inananlara merhamet et. Çünkü, nasıl Sen gerçek Allah'san,
benim söylediğim söz de öyle gerçektir. Çünkü, o Senindir. Görüyorsun ki,
okuduğu kitapla yazılı olandan başkasını okuyamıyan bir okuyucu gibi konuştum;
bana verdiğini işte bu şekilde anlattım.
Koruyucu Rabb Allah, şeytan'ın
kendilerine karşı hiç bir şey yapmaması için bana verdiklerini koru; yalnız
onları değil, onlara inanacak her şeyi koru.
“Merhameti bol ve zengin Rabb, Hüküm
Günü'nde Elçi'nin cemaati içinde bulunmasını kuluna bahşet; yalnızca bana
değil, bana verdiğin herkese, onlarla birlikte, tebliğleri sonucu bana inanacak
herkese. Ve, Kendin için bunu yap ki Rabb, şeytan Sen Rabb'e karşı
böbürlenmesin.”
“Nimetinden kavmim îsrail için gerekli
olan her şeyi sağlayan Rabb Allah, dünyayı kendisi için yarattığını Elçi'nle
kutsamayı va'd ettiğin yeryüzünün tüm kabilelerini hatırdan çıkarma. Dünyaya
merhamet et ve Elçi'ni çabucak gönder ki, düşmanın olan şeytan, imparatorluğunu
yitirsin.” Ve, İsa bunu söyledikten sonra üç kez, “Amin, yüce ve rahîm olan
Rabb!” dedi.
Ve, ağlayarak karşılık verdiler. “Amin!”;
Yehuda hariç, çünkü o hiç bir şeye inanmıyordu.
213.
“O, başkaları
için hazırladığı çukura düşecektir”
Kuzuyu yeme günü gelince, Nikodemus
kuzuyu İsa ve şakirtleri için gizlice bahçeye gönderdi ve vali ve başkâhinle
birlikte Hirodes'in ferman ettiği her şeyi bilirdi.
Bunun üzerine Isa ruhen sevinip dedi: “Kutsal
adını tesbih ve takdis ederim ey Rabb, çünkü beni, dünyanın işkence edip
öldürdüğü kullarının sayısından ayırdın. Şükürler olsun sana Allah'ım, çünkü
Senin işini yerine getirdim.” Ve, Yehuda'ya dönerek, ona dedi : “Arkadaş, neye
beklersin? Benim vaktim yakın, o halde git de, yapman gerekeni yap.”
Şakirtler, İsa'nın Yehuda'yı Fısıh günü
için bir şeyler almaya gönderdiğini sandılar; ama İsa, -Yehuda'nın kendisine
ihanet edeceğini biliyordu; bu nedenle, dünyadan ayrılmak arzusuyla böyle
konuştu.
Yehuda karşılık verdi: “Rab, yememe izin
ver, sonra giderim:”
“Yiyelim” dedi İsa, “çünkü sizden
ayrılmadan bu kuzuyu yemeği çok arzu ettim.” Ve, kalkıp, bir havlu aldı ve
beline doladı, sonra bir leğene su koyup, şakirtlerinin ayaklarını yıkamaya
başladı. Yehuda'dan başlayıp, Petrus'a geldi. Petrus dedi: “Rab, benim
ayaklarımı yıkamıyacak mısın?”
İsa cevap verdi: “Benim ne yaptığımı sen
şimdi bilmiyorsun, ama daha sonra bileceksin.” Petrus karşılık verdi: “Benim
ayaklarımı hiç yıkamıyacaksın.”
O zaman, İsa kalktı ve dedi: “Sen de
Hüküm Günü'nde benim bölüğüme katılmayacaksın.”
Petrus karşılık verdi: “Yalnız
ayaklarımı değil Rab, ellerimi ve başımı da yıka.”
Şakirtler yıkanıp da, yemek için sofraya
oturduklarında İsa dedi: “Ben sizi yıkadım, yine de tamamen temiz değilsiniz;
öyle ki, denizin tüm suyu bana inanmayanı yıkamıyacaktır.” İsa bunu, kendisine
kimin ihanet etmekte olduğunu bildiği için dedi. Şakirtler bu sözlere
üzülmüşlerdi ki, İsa yine dedi: “Bakın size diyorum ki, sizden biriniz bana
ihanet edecek, öyle ki, bir koyun gibi satılacağım; ama yazıklar olsun ona,
çünkü, babamız Davut'un böyle biri hakkında söylediği, “O, başkaları için hazırladığı
çukura
düşecektir” sözünü tümüyle yerine
getirecek.”
Bunun üzerine şakirtler birbirlerine
bakıp, üzüntü içinde dediler: “Hain kim olacak?” Sonra Yehuda dedi: “Ben mi
olacağım o, ey muallim?”
İsa cevap verdi: “Bana ihanet edecek
olanın kim olduğunu söyledim.” Ve, on bir havari bunu duymadı.
Kuzu yenilince, cin Yehuda'nın sırtına
bindi ve o da evden çıkarken, İsa kendisine yeniden dedi: “Yapman gereken şeyi
çabuk yap.”
İsa evden çıkıp, ibadet etme adeti
üzere, yüz kez dizlerini büküp, secdeye vararak ibadet etmek için bahçeye
çekildi. Bu sırada, İsa'nın şakirtleriyle birlikte bulunduğu yeri bilen Yehuda
başkâhine vardı ve dedi: “Bana va'd olunanı verirseniz, bu gece aradığınız
İsa'yı elinize vereceğim; çünkü o onbir ashabıyla birlikte yalnızcadır.”
Başkâhin karşılık verdi: “Ne kadar
istersin?” Yehuda dedi: “Otuz altın.”
O zaman, başkâhin hemen kendisine parayı
saydı ye asker getirmesi için vali ve Hirodes'e bir Ferisi gönderdi ve bir
lejyon asker verdiler, çünkü halktan korkuyorlardı; bu nedenle, silahlarını
alarak değnekler üzerindeki meş'ale ve fenerlerle Kudüs'ten çıktılar.
Askerler Yehuda'yla birlikte İsa'nın
bulunduğu yere yaklaştıklarında, Isa çok sayıda kişinin yaklaştıklarını işitip,
korkuyla geri eve çekildi. Ve, on bir (havari) uyumakta idiler.
O zaman kuluna gelen tehlikeyi gören
Allah, elçileri Cebrail, Mikâil, (İs)rafil ve Uriel'e İsa'yı dünyadan
almalarını emretti.
Kutsal melekler gelip, İsa'yı güneye
bakan pencereden çıkardılar. Onu götürüp, üçüncü göğe, daima Allah'ı tesbih ve
takdis etmekte olan meleklerin yanına bıraktılar.
214.
Yahudi İskariyot Mucize ile
İsa'ya Benzetiliyor
Yehuda herkesin önünden hızlı hızlı İsa'nın
yukarı alındığı odaya daldı. Ve, şakirtler uyuyorlardı. Bunun üzerine,
mucizeler yaratan Allah yeni bir mucize daha yarattı. Öyle ki, Yehuda konuşma
ve yüz bakımından Isa'ya o şekilde benzetildi ki, O'nun İsa olduğuna inandık.
Ve, o bizi uyandırdı. Muallim'in bulunduğu yeri arıyordu. Bunun üzerine, biz
hayret ettik ve cevap verdik : “Sen Rab, bizim muallimimizsin; bizi unuttun mu?”
O, gülümseyerek dedi: “Şimdi, benim
Yehuda îskariyot olduğumu bilmeyecek kadar budalalaştınız!”
Ve, o bunu derken askerler girdiler,
ellerini Yehuda'nın üzerine koydular, çünkü o, her bakımdan İsa'ya benziyordu.
Biz, Yehuda'nın dediklerini duyup,
yığınla askeri de görünce, delirmiş gibi kaçtık.
Ve, keten beze dolanmış olan Yuhanna da
uyanıp kaçtı ve askerin biri kendisini keten bezden yakalayınca, keten bezi
bırakıp, çıplak olarak kaçtı. Çünkü Allah, İsa'nın duasını duymuş ve on bir
(havariyi) şerden korumuştu.
215.
Hain Yahuda Çarmıha Geriliyor
Askerler Yehuda'yı tutup, alay ede ede
bağladılar. Çünkü o, gerçekten İsa olduğunu inkâr ediyordu; askerler kendisiyle
alay edip dediler: “Efendi, korkma, çünkü biz seni İsrail kralı yapmaya geldik
ve senin krallığı reddedeceğini bildiğimiz için de seni bağladık.” Yehuda
karşılık verdi: “Siz aklınızı mı yitirdiniz? Siz, bir soyguncuya (karşı gelir
gibi) silâh ve fenerlerle Nasıra'lı İsa'yı almaya geldiniz ve size yol gösteren
beni, kral yapmak için bağladınız!”
O zaman askerler sabırlarını yitirip,
yumruk ve tekmelerle Yehuda'ya vurmaya başladılar ve onu öfkeyle Kudüs'e
getirdiler.
Yuhanna ve Petrus uzaktan askerleri
izliyorlardı; ve, İsa'yı idam etmek için toplanmış bulunan Ferisîler heyeti ve
başkâhin tarafından Yehuda'ya yapılan tüm sorgulamayı gördüklerine dair bu
(satırları) yazanı ikna ettiler. Bu arada Yehuda pek çok deli sözleri söyledi,
o kadar ki, herkes katıla katıla gülüp, onun gerçekten İsa olduğuna ve ölüm
korkusuyla deli numaraları yaptığına inandılar. Bunun üzerine, yazıcılar,
gözlerini bir sargıyla bağlayıp, alay ederek dediler: “Nasıralılar'ın (Isa'ya
inananlara böyle derlerdi) peygamberi İsa, söyle bize, yüzüne vuran kimdir?”
Ve, onu yuınruklayıp, yüzünü tokatladılar.
Sabah olunca, halkın ileri gelenleri ve
Ferisîlerden oluşan büyük bir heyet toplandı; ve, başkâhin Ferisîlerle birlikte
Yehuda'ya karşı, İsa olduğuna inandıklarından yalancı şahit, aradılar; ve
aradıklarını bulamadılar. Ve, önde gelen kâhinlerin Yehuda'nın Isa olduğuna
inandıklarını neden söylüyorum? Hattâ, bunu yazanla birlikte tüm şakirtler buna
inanıyordu; ve hatta, İsa'nın zavallı bakire annesi yakınları ve dostlarıyla
birlikte buna inanıyordu. Öyle ki, herkesin üzüntüsü inanılmaz derecedeydi.
Allah sağ ve diridir ki, yazan, İsa'nın söylemiş olduğu her şeyi, dünyadan
nasıl çekilip alınacağını, üçüncü bir kişide nasıl işkence çekeceğini ve
dünyanın sonuna kadar ölmeyeceğini unutmuştu. Bu nedenle, İsa'nın annesi ve
Yuhanna ile birlikte çarmıhın yanına gitti.
Başkâhin Yehuda'yı bağlı olarak önüne
getirtti ve ona şakirtlerini ve akidesini sordu. Bunun üzerine Yehuda, kendinde
değilmiş gibi konuyla ilgili hiç bir cevap vermedi. Başkâhin, İsrail'in yaşayan
Allah'ı üzerine, gerçeği söylemesini ondan rica etti.
Yehuda cevap verdi: “Benim Nasıra'lı
İsa'yı elinize vermeği va'd eden Yehuda İskariyot olduğumu söyledim size; ve
siz, hangi san'atladır bilmiyorum, çıldırmışsınız, çünkü, her bakımdan benim
İsa olduğumu kabul ediyorsunuz.”
Başkâhin karşılık verdi: “Ey sapık
fitneci, akidenle ve sahte mucizelerinle Galile'den başlayarak, buraya, Kudüs'e
kadar tüm İsrail'i aldattın; ve şimdi de, deli numarası yapmakla sana yakışacak
olan hak ettiğin cezadan kaçmayı mı düşünüyorsun? Allah sağ ve diridir ki,
ondan kurtulamıyacaksın!” Ve, bunu dedikten sonra, hizmetçilerine, anlayışı
geri başına gelsin diye yumruk ve tekmelerle ona vurmalarını emretti. Sonra,
başkâhinin hizmetçilerinin elinde gördüğü alay inanılmayacak biçimdeydi. Çünkü,
heyete zevk vermek için aşkla ve şevkle yeni yeni yöntemler kullanıyorlardı.
Bir hokkabaz gibi giydiriyorlar ve el ve ayaklarla o şekilde davranıyorlardı
ki, Kenanileri bile bu manzarayı gördüklerinde merhamete getirebilirdi.
Ama, önde gelen kâhinler, Ferisîler ve
halkın ileri gelenleri, Isa'ya karşı öylesine çileden çıkmış kalblere
sahiptiler ki, Yehuda'nıngerçekten İsa olduğuna inanarak, ona bu şekilde
davranıîdığını görmekten zevk duyuyorlardı.
Ardından, onu bağlı olarak İsa'yı
gizliden gizliye seven valiye götürdüler. Bunun üzerine o, Yehuda'nın İsa
olduğunu sanıp, kendisini odasına aldı ve onunla konuşarak, hangi nedenle önde
gelen kâhinlerin ve halkın onu eline verdiklerini sordu.
Yehuda cevap verdi: “Sana gerçeği
söylesem de bana inanmazsın; çünkü, belki sen de (önde gelen) kâhinler ve
Ferisîler'in aldatıldığı gibi aldatılmışsındir.”
Vali, (onun kanunla ilgili olarak
konuşmak arzusunda olduğunu düşünerek) karşılık verdi: “Şimdi sen benim bir
Yahudi olmadığımı bilmiyor musun? (Önde gelen) kâhinler ve halkının ileri
gelenleri seni benim elime verdiler; bu nedenle, bana gerçeği söyle de,
adaletli olanı yapayım. Çünkü, benim seni serbest bırakacak veya seni idam
edecek gücüm vardır.”
Yehuda karşılık verdi: “Efendi (m), inan
bana eğer beni idam edersen büyük bir yanlışlık yapmış olacaksın; çünkü suçsuz
bir kişiyi öldüreceksin; ben Yehuda îskoriyot'um, bir büyücü olan ve san'atıyla
beni bu şekle çeviren İsa değilim.”
Vali, bunu duyunca şaştı kaldı, öyle ki,
onu serbest bırakmak istedi. Bu nedenle de dışarı çıkıp, gülümseyerek, “Hiç
olmazsa bir konuda bu adam ölümü değil, bilakis merhameti hak etmektedir” dedi
ve ilâve etti: “Bu adam İsa olmadığını, aksine, İsa'yı yakalamaları için
askerlere yol gösteren bilinen bir Yehuda olduğunu söylüyor ve Galile'li
İsa'nın büyücü san'atıyla kendisini bu şekle koyduğunu belirtiyor. Bu nedenle,
eğer bu doğruysa, onu öldürmek, suçsuz olduğundan büyük bir haksızlık
olacaktır. Ama, eğer İsa ise ve kendisini inkâr ediyorsa, o zaman mutlaka
anlayışını yitirmiştir. Ve, bir deliyi öldürmek de dinsizce bir davranış olur.”
O zaman, önde gelen kâhinler ve halkın
ileri gelenleri, yazıcı ve Ferisîlerle birlikte bağıra çağıra dediler: “O
Nasıra'lı İsa'dır, biz onu tanırız; çünkü, eğer suçlu olmamış olsaydı onu senin
eline vermezdik. O deli de değildir, bilakis habistir. Çünkü bu yolla elimizden
kurtulmaya çalışıyor. Ve onun karıştırdığı fitne, kurtulacak olursa öncekinden
daha kötü olacaktır.”
Pilatus (valinin adı böyleydi), böyle
bir durumdan kendisini sıyırmak için dedi. “O Galile'lidir ve Hirodes Galile
kralıdır; bu nedenle böyle bir davaya bakmak bana düşmez, bu yüzden onu
Hirodes'e götürün.”
Bunun üzerine, Yehuda'yı Hirodes'e
götürdüler. O, uzun bir süre İsa'nın evine gitmesini arzulamıştı. Ama, İsa onun
evine gitmeği hiç istememişti. Çünkü Hirodes, bir Centilî olup, sahte ve
yalancı tanrılara tapar, necis Centilîlerin usulü üzere yaşardı. Şimdi, Yehuda
oraya getirilince, Hirodes, kendisine pek çok sorular sordu; Yehuda, İsa
olduğunu inkâr ederek bunlara, amaca uymayan cevaplar verdi.
O zaman, Hirodes, tüm sarayıyla birlikte
onunla alay etti ve, soytarılara giydirildiği gibi ona da beyazlar giydirip,
geri Pilatus'a gönderdi ve dedi: “İsrail kavmine adalette başarısızlığa düşme!”
Ve, Hirodes bunu yazdı, çünkü, önde
gelen kâhinler, yazıcılar ve Ferisîler kendisine çok miktarda para vermişlerdi.
Vali, bunu Hirodes'in bir hizmetçisinden duyunca, o da biraz para elde
edebilmek için Yehuda'yı serbest bırakmak istermiş gibi yaptı. Bunun üzerine,
kamçılayarak öldürmeleri için kendilerine yazıcıların ödemede bulunduğu
kölelerine onu kamçılattı. Ama, bu konuda fermanını vermiş bulunan Allah, bir
başkasını sattığı bu korkunç ölümü çekmesi için, Yehuda'yı çarmıha saklıyordu.
Her ne kadar askerler onu, vücudu kan revan içinde kalıncaya kadar
kırbaçlamışlarsa da, Yehuda'nın kırbaç altında ölmesine izin vermedi. Sonra,
alay ederek, üzerine eski mor bir elbise giydirip, dediler: “Yeni kralımızı
giydirmek ve taçlandırmak gerek.” Böyle deyip, dikenler topladılar ve kralların
başlarına giydikleri altın ve kıymetli taşlardan oluşan taçlar gibi bir taç
yaptılar ve bu dikenli tacı Yehuda'nın başına koydular. Asa yerine eline bir
kamış verdiler ve yüksek bir yere oturttular. Ve, askerler önüne gelip, alaylı
alaylı baş eğerek, onu
Yahudiler'in kralı olarak selâmladılar.
Ve, yeni kralların vermeye alışık oldukları hediyeleri almak için ellerini
açtılar; ve hiç bir şey almayınca da Yehuda'yı tokatlayıp dediler: “Askerlerine
ve hizmetçilerine ödemede bulunmayacaktın da, ne diye taç giydin aptal kral?”
Yazıcılar ve Ferisilerle birlikte önde
gelen kâhinler, Yehuda'nın kırbaçlarla ölmemiş olduğunu görünce, Pilatus'un onu
serbest bırakmasından korkarak, valiye para hediyesinde bulundular. O da bunu
alıp. Yehuda'yı ölüm suçlusu olarak yazıcılara ve Ferisî'lere verdi. Bunun
üzerine, onun yanısıra iki hırsızı da çarmıhta ölüm cezasına çarptırdılar.
Sonra onu, suçluları astıkları Kalveri
dağına götürdüler ve orada, daha çok rezil olsun diye çıplak olarak çarmıha
gerdiler.
Yehuda, bağırmaktan başka gerçekte bir
şey yapmadı : “Allah, suçlunun kurtulup gittiğini ve benim de haksız yere
öldüğümü göre göre, beni neden terkettin?”
Cidden diyorum ki, Yehuda'nın sesi, yüzü
ve şekli Isa'ya o kadar benziyordu ki, şakirtleri ve mü'minleri onun İsa
olduğuna tamamen inandılar; bu yüzden bazıları, İsa'nın sahte bir peygamber
olduğuna ve gösterdiği mucizeleri büyü san'atıyla gerçekleştirdiğine inanarak,
İsa'nın doktrininden ayrıldılar; çünkü, İsa dünyanın sonunun yaklaştığı zamana
kadar ölmeyeceğini söylemişti. Çünkü, o zaman dünyadan alınmalıydı.
Öte yandan, İsa'nın akidesinde
sapasağlam devam edenler, ölenin tümüyle Isa'ya benzediğini görüp, İsa'-nın
demiş olduğu şeyleri de hatırlamadıklarından üzüntüye kapıldılar. Ve, İsa'nın
annesinin eşliğinde Kalveri dağına gidip, İsa'nın ölümünde sürekli ağlıyarak
bulunmakla kalmadılar, aynı zamanda Nikademus ve Aberimetya'lı Yusufun
aracılığıyla İsa'nın vücudunu, gömmek için validen aldılar. Ve, kesinlikle
kimsenin inanmayacağı ağlamalarda onu çarmıhtan indirip, yüz liralık çok
kıymetli merhemlerle sararak, Yusuf'un yeni mezarına gömdüler.
Sonra, herkes kendi evine döndü. Bunu
yazan Yuhanna ve kardeşi Yakup'la birlikte, İsa'nın annesiyle beraber Nasıra'ya
gitti.
Allah'tan korkmayan şakirtler geceleyin
gidip, Yehuda'nın cesedini çalarak sakladılar ve İsa'nın yeniden dirildiğini
yaydılar; bu yüzden büyük karışıklık doğdu. O zaman, başkâhin, afaroz cezasını
göze almadan, kimsenin Nasıra'lı İsa'dan söz etmemesini emretti. Ve, büyük bir
işkence başladı; pek çokları taşlandı, pek çokları dövüldü ve pek çokları
ülkeden sürüldü; çünkü, bu konuda ağızlarını tutamıyorlardı.
Nasıra'ya, çarmıhta ölmüş bulunan
hemşehrileri İsa'nın yeniden dirildiği haberi geldi. Bunun üzerine, bu
(satırlar) ı yazan İsa'nın annesinden ağlamayı bırakıp, sevinmesini rica etti.
Çünkü, oğlu yeniden dirilmisti. Bunu duyan bakire Meryem ağlayarak dedi:
“Kudüs'e gidip oğlumu bulalım. Onu
gördüğüm zaman rahat ölebilirim.”
219.
İsa Gelerek İnananlarla 3 Gün
Kalıyor
Bakire, başkâhinin fermanının çıktığı
gün, bu (satırlar) ı yazan, Yakup ve Yuhanna'yla birlikte Kudüs'e döndü.
Burada, Allah'tan korkan bakire, başkâhinin
fermanının haksız olduğunu bilmesine rağmen, yanında kalanlara oğlunu
unutmalarını emretti. O zaman, herkes ne kadar da
müteessir oldu! — İnsanların kalbini
gözleyen Allah biliyor ki, muallimimiz İsa olduğuna inandığımız Yehuda'nın
ölümünün üzüntüsüyle, onu yeniden dirilmiş görmenin arzusu arasında, İsa'nın
annesiyle birlikte bitip tükeniyorduk.
Bu yüzden, Meryem'in koruyucuları olan
melekler, İsa'nın meleklerin eşliğinde kaldığı üçüncü göğe çıkıp, her şeyi
İsa'ya anlattılar.
Bunun üzerine İsa, kendisine annesini ve
şakirtlerini görme gücü vermesi için Allah'a dua etti. O zaman rahim olan
Allah, dört gözde meleği Cebrail, Mikâil, Rafail ve Uriel'e İsa'yı annesinin
evine götürüp, yalnızca akidesine inananlarca görülmesine izin vererek, üç gün sürekli
olarak kendisini gözetmelerini emretti.
İsa nurla çevrilmiş olarak, bakire
Meryem'in, iki kızkardeşi ve Marta ve Meryem Magdalen, Lazarus, bu (satırlar) ı
yazan, Yuhanna, Yakup ve Petrus'la birlikte kalmakta olduğu odaya geldi. Bunun
üzerine, herkes korkudan ölü gibi düştü. Ve, İsa annesini ve diğerlerini yerden
kaldırıp dedi: “Korkmayın, çünkü ben İsa'yım; ve ağlamayın, çünkü ben diriyim,
ölmüş değilim.” Herkes uzun bir süre İsa'nın karşısında kendinden geçmiş gibi
kaldı; çünkü, İsa'nın öldüğüne artık inanmış bulunuyorlardı. Sonra, Bakire
ağlayarak dedi: -Söyle bana oğlum, sana ölüleri diriltme gücü veren Allah neden
yakınlarının ve dostlarının utancına rağmen ve akidenin (düştüğü) utanca rağmen
senin ölmene, izin verdi? Çünkü seni seven herkes adeta ölmüş durumda.”
220.
“Neden Isa'nın
Öldüğüne inandırıldılar?”
İsa annesini kucaklayıp cevap verdi: “İnan
bana anne, çünkü sana gerçekten diyorum ki, ben hiç ölmedim; Allah beni
dünyanın sonuna kadar saklamış bulunuyor.” Ve, bunu deyip, dört meleğe
görünmelerini ve meselenin nasıl geçtiği konusunda şahitlik etmelerini rica
etti.
Bunun üzerine, melekler dört parlak
güneş gibi göründüler, öyle ki, herkes korkudan yine ölü gibi (yere) düştü.
O zaman İsa meleklere, görünebilsinler
ve konuştukları annesiyle ashabı tarafından duyulabilsin diye, giymeleri için
dört keten bezi verdi. Ve, her bir kimseyi (yerden) kaldırıp, rahatlatarak
dedi: “Bunlar Allah'ın elçileridir; Allah'ın gizliliklerini bildiren Cebrail,
Allah'ın düşmanlarına karşı savaşan Mikâil, ölenlerin ruhlarını alan Rafail
(Azrail) ve herkesi Son Gün'de Allah'ın mahkemesine çağıracak olan Uriel
(İsrafil).”
O zaman dört melek, Allah'ın İsa'yı
nasıl çağırdığını ve bir başkasını sattığı cezayı çekmesi için Yehuda'yı nasıl
değiştirdiğini Bakire'ye naklettiler.
Sonra, bu (satırlar) ı yazan dedi: “Ey
muallim, sen bizimle birlikte kalırken benim için meşru olduğu gibi, şimdi de
sana soru sormak benim için meşru mudur?” İsa cevap verdi: “Ne istersen sor
Barnabas, sana cevap vereceğim.”
O zaman bu (satırlar) ı yazan dedi: “Ey
muallim, Allah rahim olduğu halde, neden senin öldüğüne inandırarak bize eziyet
etti? Ve, annen senin için o kadar ağladı ki, nerdeyse ölecekti. Ve Allah'ın
bir mukaddesi olan sen, Allah neden üzerine, Kalveri dağında hırsızlar arasında
öldürüldüğün iftirasının atılmasına izin verdi?” İsa cevap verdi: “înan bana
Barnabas, her günahı, ne kadar küçük de olsa, Allah'a karşı günahla suç
işlendiğinden, Allah büyük ceza ile cezalandırır. Bu nedenle, annem ve benimle
birlikte olan imanlı şakirtlerin beni birazcık da dünya sevgisiyle
sevdiklerinden, adaletli olan Allah, Cehennem alevleriyle cezalanmaması için bu
sevgiyi şu andaki üzüntüyle cezalandırdı ve, her ne kadar ben dünyada suçsuz
idiysem de, insanlar bana
“Allah” ve “Allah'ın oğlu”
dediklerinden, Hüküm Günü'nde şeytanların alayına uğramıyayım diye, Allah,
herkesi benim çarmıhta öldüğüme inandırarak, bu dünyada Yahuda'nın ölümüyle
insanların alayına uğramamı diledi. Ve bu alay, geldiği zaman bu aldanmayı
Allah'ın kanununa inananlara açıklayacak olan Allah'ın elçisi Muhammed'in
gelişine kadar sürecektir.”
Bu şekilde konuştuktan sonra İsa dedi: “Sen
adilsin ey Allah'ımız Rabb, çünkü sonsuz şan ve şeref ancak Sana aittir.”
Ve, İsa bu (satırlar) ı yazana dönüp
dedi: “Bak Barnabas, benim dünyada kalışım süresince tüm olup bitenlerle ilgili
olarak benim İncil'imi elbette yazmalısın. Ve, aynı şekilde Yehuda'nın başına
gelenleri de yaz ki, mü'minler aldanmasın ve herkes gerçeğe inansın.”
O zaman, yazan cevap verdi: “inşallah
her dileği yaparım ey muallim, ama Yehuda'nın başına gelenler nasıl oldu
bilmiyorum, çünkü hepsini görmedim.”
İsa cevap verdi: “işte her şeyi gören
Yuhanna ve Petrus, olup bitenlerin hepsini sana söylerler.”
Ve, sonra İsa kendisini görmeleri için
bize, imanlı şakirtlerini çağırmamızı emretti. O zaman Yakup ve Yuhanna,
Nikodemus ve Yusuf'la birlikte yedi havari ve yetmişikiden başka daha pek
çoklarını topladılar ve hepsi İsa ile birlikte yemek yediler.
Üçüncü gün İsa dedi; “Annemle birlikte
Zeytinlik Dağı'na gidin, çünkü, oradan yeniden göğe çıkacağım, beni kimin
götürdüğünü görürsünüz.”
Korkularından Şam'a kaçmış bulunan
yetmişiki şakirdin yirmi beşi dışında herkes oraya gitti. Ve, hepsi ibadet
halindeyken, İsa öğleyin Allah'a senada bulunan çok sayıda melekle geldi; ve,
yüzünün nuru herkesi korkudan sararttı ve yüz üstü yere düştüler. Ama, İsa
kendilerini kaldırıp, rahatlatarak dedi: “Korkmayın, ben mualliminizim.”
Ve, kendisinin ölüp yeniden dirildiğine
inananları uyararak dedi: “Şimdi siz beni ve Allah'ı yalancılar yerine mi
koyuyorsunuz? Çünkü Allah bana, size söylediğim gibi hemen hemen dünyanın
sonuna kadar yaşamayı bahsetmiştir. “Bakın size diyorum ki, ben değil, hain
Yehuda öldü. Dikkat edin, çünkü şeytan sizi aldatmak için her çabayı
gösterecektir, ama siz tüm İsrail'de ve dünyanın her yanında duyduğunuz ve
gördüğünüz bütün şeyler için benim şahitlerim olun.”
Ve İsa böyle konuşup, mü'minlerin
kurtuluşu ve günahkârların hidayeti için Allah'a dua etti. Ve duası sona erdi,
annesini kucaklayıp dedi: “Selam sana anneciğim, seni ve beni yaratan Allah'a
dayan.” Ve, böyle söyleyip, şakirtlerine dönerek dedi: “Allah'ın lûtfu ve
rahmeti sizinle olsun.”
Sonra, orada bulunanların gözleri Önünde
dört melek onu göğe çıkardılar.
İsa ayrıldıktan sonra, şakirtler
İsrail'in ve dünyanın değişik bölgelerine dağıldılar ve şeytan'ın nefret ettiği
Hak, her zaman olduğu gibi, Batılın işkencelerine uğradı. Çünkü, şakirtmiş gibi
görünen birtakım şerli insanlar İsa'nın öldüğünü ve tekrar dirilmediğini
yazdılar. Diğer bazıları, onun gerçekten öldüğünü, ama tekrar dirildiğini
yazdılar. Bir diğerleri ise İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu yazdılar ve
yazıyorlar; aralarında aldatılmış
olan Pavlus da vardır. Ama biz,
yazabildiğimiz kadarını Allah'tan korkanlara anlatıyoruz ki, Allah'ın son Hüküm
Günü'nde kurtulabilsinler.
İNCİLİN SONU
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar