Print Friendly and PDF

AYAK BAĞLAMA GELENEĞİ (Evrim Neden Olmadı)

Bunlarada Bakarsınız

 

Tarihler boyu bütün kültürlerin ortak amacı, güzelliğe ulaşabilmek ve güzel olmayı başarabilmek olmuştur. Güzellik uğruna, kadınlar ve erkekler çağlar boyu pek çok acı ve ızdırap çekmişlerdir. Kültürden kültüre değişimler gösteren güzellik kavramı, bize, ortaya çıktığı toplumun yapısına, geleneklerine ve kadın - erkek arasındaki farklılıklara dair önemli ipuçları vermektedir.

 

Eski Çağ Avrupası' nda güzelliğin simgesi korse


Eski Çağ Avrupası' nda güzelliğin sembolü, ince belli kadınlardı. Kadınlar, bellerini ince gösterebilmek uğruna öldürücü sıkılıkta korseler kullanırlardı. Bu korseler, pek çok ağrıya sebep olmalarının yanı sıra, kadınların kaburga kemiklerini kırar ve iç organlarına zarar verirdi. Ancak, verdiği tüm bu zararlara karşın, korseler, dönemin popüler güzellik simgesiydi ve pek çok ince belli kadın yaratmıştı. 

Bazı toplumlarda ise, güzelliğe ulaşmanın yolu, vücudun çeşitli yerlerini deldirmek ve dövmeler yaptırmaktı. Bu, korseler kadar ciddi sonuçlara yol açmasa da, güzellik uğruna yapılan uygulamalar kategorisinde yer alıyordu.53

 

Tayland' da güzellik uğruna katlanılan eziyet


Toplumların güzellik anlayışlarının ve bunu ifade tarzlarının en ilginç örneklerinden bir diğeri, Tayland' da karşımıza çıkmaktadır. Boynuna onlarca halka geçirilmiş uzun boyunlu kadınlar güzelliğin simgesi sayılmışlardır. Eskiden, dolunay zamanı doğan kızlara takılan bu halkalar, günümüzde de halen güzellik amacıyla kullanılmaktadır.

Güzellik uğruna yapılan en acı verici ve zararlı uygulama, şüphesiz, 10. yüzyılın ortalarında Çin' de uygulanmaya başlanan "Ayak Bağlama Geleneği" dir. Ayağın gelişimini durdurmayı amaçlayan bu uygulamaya, Çinli kadınlar, yaklaşık bin yıl boyunca maruz kalmışlardır. 

 

Ayak bağlama uygulamasında temel amaç, ayağın büyümesini engellemekti. 3 yaşına gelen kız çocuklarının ayakları sıkı bir biçimde bağlanır ve bu şekilde ayakların doğal büyüme süreci engellenmiş olurdu. Yetişkin çağa geldiklerinde, ayakları kırılan ve deforme olan kız çocukları, enfeksiyon, felç ve kaslarda körelme gibi pek çok olumsuz ve ciddi rahatsızlıkla karşı karşıya gelirlerdi. 

Bu geleneğin, tam olarak hangi dönemde ortaya çıktığına dair pek çok efsane ve halk öyküsü bulunmaktadır. Ancak en akla yatkın ve mantıklı hikaye, 10. yüzyılda Tang Hanedanlık dönemine ait olanıdır.

 

Lotus Ayakkabı


Dönemin hükümdarı Li Yu' nun gözde cariyesinin, küçük ayaklarıyla, inciler ve değerli taşlarla süslü, altından yapılmış lotus şeklinde bir platformun üzerinde sergilediği dans, Çin' de yeni bir moda başlattı. Başta saray içindeki kadınlar olmak üzere, tüm Çinli kadınlar, bu güzel cariyenin, imparatorun gözüne giriş sebebini ayaklarının küçüklüğüne bağladılar. Küçük ayaklar bir süre sonra, kadınsı güzelliğin simgesi haline geldi. Kızların ayaklarının küçük kalması için çareler aranmaya başlandı ve sonunda, 3 - 5 yaşındaki kızların ayak parmaklarının kırılıp, ipekten sargılarla iyice bağlanması şeklinde bir metot geliştirildi. 

Bir süre sonra, bağlı ayaklar, Çin' de, statünün sembolü oldu. Yaklaşık 4,5 milyar kadın, yüzlerce yıl boyunca, bu uygulamaya tabi tutuldu ve bütün bir ömürlerini acı içinde geçirdiler.

 

Altın Lotus


Ayak bağlama uygulamasının belli başlı esasları bulunuyordu. Bu uygulamaya göre, ayak uzunluğu 3 - 4 inç' i geçmemeliydi.  En mükemmel ayak ölçüsü 3 inç olarak kabul edilirdi ve buna ' altın lotus ' denilirdi. 4 inç olanlar ' gümüş lotus ', 4 inç' ten daha büyük olanlar ise ' demir lotus ' adını alırdı.  

Ayak bağlama uygulamasına, kız çocukları henüz 3 yaşındayken başlanırdı. Uygulamaya küçük yaşta başlanmasının sebebi, kemiklerin henüz gelişmemiş olması ve kıkırdak halinde bulunan bu kemiklere biçim vermenin daha kolay olmasıydı. Bu işlem, genellikle sonbahar ya da kış aylarında gerçekleştirilirdi. Bu mevsimlerin tercih edilmesinin nedeni, ayakların bu dönemde soğuktan uyuşması ve böylelikle acının çok fazla hissedilmemesiydi. 

 

Bağlı ayaklarda meydana gelen kemik deformasyonu

Her ailenin ayak bağlama uygulaması farklıydı. Kullanılan yöntemler, araçlar ve ayağın biçimi, ailenin bir nevi damgası kabul edilirdi.  Anneler ve daha tecrübeli kadın akrabalar tarafından uygulanan bu işleme, ayak tırnaklarının kesilmesiyle başlanırdı. Ayak öncelikle sıcak su ya da ılık hayvan kanından hazırlanan özel bitkisel karışımlarla ıslatılırdı. Bunun yapılmasının nedeni, bu işlemle kemiklerin yumuşatıldığına inanılmasıydı. Bu karışımlarla ıslatılan ayak derisi bir süre sonra çürümeye başlardı. Hemen ardından ayak tırnakları kesilir ve yapılan ayak masajının ardından başparmak dışındaki tüm parmaklar kırılırdı.

Bu acı verici işlemin ardından, ayaklar ipek ya da ketenden yapılmış sargı bezleriyle sıkıca sarılırdı. On ayak uzunluğunda ve iki parmak genişliğinde olan bu sargı bezleri, ayak parmaklarının çevresinden topuğa kadar sıkıca bağlanırdı. Her iki günde bir sargı bezleri açılır ve yenilenirdi. Yapılan masajlarla ve sıcak soğuk kompreslerle çekilen bu korkunç acı azaltılmaya çalışılırdı.

Ayağın küçük kalmasını sağlamak için bu işleme 10 yıl boyunca devam edilmesi gerekirdi. Eğer işleme ara verilirse, ayaklar doğal olarak büyümeye devam ederdi. 62

 

Sağlıklı ayakla, deforme olmuş ayak arasındaki fark


 

Ayağın küçük kalması için yapılan bu işlem sırasında ayak kemeri eğilir ve topuğa yaklaşırdı. Bandaj her gün daha çok sıkılaştırılırdı ve kız çocuğuna küçük numaralı ayakkabılar giydirilirdi.  Bu uygulamayla birlikte ayak iki büklüm hale gelirdi. Bir süre sonra ayak kemeri kırılır ve ayak, bacakla paralel hale gelirdi. Öyle ki, kadın ayağa kalktığında ayağı bacağının bir uzantısıymış gibi görünürdü. Bu işlem, ilk yıllar anneler tarafından yapılır, zaman geçtikçe, kızlar kendi başlarına bandajları sıkılamayı ve bu acıya katlanmayı öğrenirlerdi.

 


Küçük ayaklı kız çocuklarının ayakları bağlandıktan sonra, yanlarına bir hizmetkar verilirdi. Hizmetkar ve kız çocuğu tüm hayatlarını birlikte geçirirlerdi. Aralarında bir tür bağımlılık ilişkisi kurulurdu. Ayağı bağlı bu kızlar evlendikten sonra, kayınvalidelerinin sorumluluğu altına girerlerdi. 

Kayınvalideye bir şey olması durumunda, kocalarının kız kardeşlerinin denetimi ve bakımı altında hayatlarını sürdürürlerdi. Pek çok kadın, Konfüçyanizmin ve toplumsal estetik yargılarının verdiği güçle bu durumdan şikayetçi olmazdı. Çektikleri acının karşılığında, yüksek toplumsal statü, zenginlik, saygınlık ve iyi bir evlilik elde edeceklerini düşünürlerdi. Ayağı bağlanan her kız çocuğunun, hükümdarın karısı olmaya aday olduğu söylenirdi. Bu küçük ayaklı kadınlar, bu nedenle kendilerini ayrıcalıklı hissederlerdi. Bağlı ayaklarıyla cinsel cazibenin ve namusun timsali sayılırlardı.64

 

Ayağı bağlı Çinli kadınlar mutfakta yemek yaparken


Ayrıca, bu dönemde, Çinli erkekler ayağı bağlı olmayan kızlarla evlenmezlerdi. Normal ayak ölçülerine sahip kızlar, evlendiklerinde, kocalarının aileleri için bir utanç kaynağı olurlardı. Bu nedenle, anne, oğlunu evlendirmeyi düşündüğü kızın ayağının bağlı olup olmadığını bilmek isterdi. 

Kaynana, gelin olarak almak istediği kızın eteğini kaldırıp ayaklarını kontrol eder; eğer kızın ayağı bağlı değilse, oğlunun bir daha o kızla konuşmasına dahi izin vermezdi.65

 

Ayakları bağlanmış küçük bir Çinli kız çocuğu


Anneler için, kızlarının ayaklarını bağlamaya karar vermek çok kolay değildi. Üç farklı nesilden kadının yaşam hikayelerinin anlatıldığı, 'Yaban Kuğuları' adlı romanda, kızının ayaklarını bağlayan bir anne ve kızı arasında yaşananlar, şu cümlelerle aktarılmıştır: "Küçük kız, dayanılmaz ızdıraplar içinde, annesine bağlarını çözmesi için yalvardığında, anne hüngür hüngür ağlardı ve ona, ayaklarının bağlanmaması halinde, tüm yaşamının kötü geçeceğini ve bunu, onun gelecekteki mutluluğu için yaptığını söylerdi."

Bazen, anneler bu satırlarda anlatıldığı üzere, kızlarının çektiği bu korkunç acıya katlanamaz ve kızlarının ayaklarına bağladıkları sargı bezlerini çıkarırlardı. Ancak, bu, ileride kız çocuğunun toplum tarafından aşağılanmasına ve kocasının ailesinin hakaretlerine maruz kalmasına sebep olurdu.

 

Ayak bağlama geleneği, kadınla erkeği birbirinden ayıran ve Eski Çin inanç sistemini destekleyen bir uygulamaydı. Bu uygulama, kadını zayıf, güçsüz ve kocasına bağımlı kılıyordu. Kadınların ayakları bağlandığında, erkekler onların üzerinde daha kolay hakimiyet kuruyorlar, kadınların kendi ellerindeki gücü alacaklarına dair endişeleri kalmıyordu.

Konfüçyanist öğretilere göre, erkeklerin üstün olduğu düşünülüyordu. Kadınlar toplumda daima ikinci sınıf olarak kabul ediliyorlardı. Bağımsızlığı ve eğitimi hak etmiyorlardı. Kadının yaşamdaki başlıca rolü, iyi bir eş ve erkek çocuklarının annesi olmaktı.

Ayak bağlama geleneği, tam olarak bir teslimiyet ve itaat sembolüydü. Ayağı bağlı bir kadın, yanında yardımcısı olmadan uzağa gidemiyordu. Böylelikle, kocasının kontrolü altında kalıyor ve yanlış yola sapmıyordu. Ancak, aynı zamanda, kocasının kötü muamelelerine maruz kalıyor ve dayaklarından kaçamıyordu. Ayağı bağlı bir kadının itaat etmekten ve sadık olmaktan başka şansı olmuyordu.

 

Küçücük bir kız çocuğuyken uygulanan bu korkunç gelenek, kız çocuklarının, yaşamlarını kendi kontrolleri dışında yaşadıklarının en büyük kanıtıydı. Küçük kızların bu kararı değiştirme şansı olamıyordu. Çünkü, ayakları bağlandığında, buna karşı çıkabilecek yaşta ve olgunlukta olmuyorlardı. 

Ayak bağlama geleneği, bir statü sembolüydü. Kadınları daha cazip, evlenilebilir ve yüksek bir sosyal statüye sahip kılıyordu. Bu uygulama önceleri, varlıklı aileler arasında uygulanmaya başlanmış; bir süre sonra, alt sınıf aileler de, kızlarını yüksek sınıftan bir erkekle evlendirme umuduyla kızlarının ayaklarını bağlamaya başlamışlardır. Ancak, bu tarz evliliklerin çok olmaması sebebiyle, bu kızlar, ömürlerinin kalan kısmında, ayakları bağlı olduğu halde, tarlalarda zor koşullar altında çalışmak zorunda kalmışlardır.

 

Küçük bir lotus ayakkabı


Ayağı bağlı kızlar, yaşadıkları tüm bu zorluklara rağmen, erkekler için, güzel görünen ve dikkatle bakılan birer objeydiler. Bu nedenle, kızların sağlıklı olmalarından çok, küçük ayaklara sahip olmaları önemliydi. Bağlı ayakların, erkekler tarafından güzel ve erotik olarak nitelendirildiği 

düşünülürdü. Oysa ki, çürümüş ve deforme olmuş ayakların bu biçimde nitelendirilmesi tamamen bir yanlış anlaşılmaydı. Erkekler, kadınların ayaklarını hiçbir zaman göremezlerdi. Çünkü, bir kadın için, ayaklarının çıplak halde görülmesi son derece utanç verici ve rahatsız ediciydi. Kadın, kötü koku yayan, çürümüş ayaklarını, kimselerin görmesini istemez ve onları, küçük lotus ayakkabılarının içine saklardı. 

 

Ayağı bağlı Çinli bir genç kız


Tüm bu görsel sebeplerin yanında, ayak bağlama uygulamasının erkeklere hizmet eden bambaşka bir özelliği bulunmaktaydı. Bir kadının ayağının bağlanması, sadece bedeninin genel duruşunu ve yürüyüşünü değiştirmiyor, aynı zamanda, pelvik bölgesindeki kaslarının sıkılaşmasını sağlıyordu. Bu da, erkekler için cinsel birleşmenin daha zevk verici olmasını sağlıyordu.

 

Ayağın geçirdiği korkunç değişim (Yıllarca bu eziyet yapılırken Çin kadını neden evrimleşemedi...?)


Ayak bağlama işlemi, doğal gelişime karşı yapılan bir nevi başkaldırıydı. Son derece acı verici bir işlem olmasının yanında, bu küçük kız çocuklarının sağlığına zarar veren pek çok etkiye de sahipti. Bağlanan ayağın acısı asla durmazdı.

Bazı durumlarda parmakların altında nasırlar oluşurdu. Oluşumlarını engellemek amacıyla bu nasırlar bıçakla kesilirdi. Ancak bu, durumu daha da kötüleştirirdi. Buradaki et parçası, kan sirkülasyonu olmadığı için çürür ve çoğunlukla iltihaplanmaya yol açardı.

İltihaplanmalar pek çok şekilde ortaya çıkardı. Bunlardan biri, topuğa doğrudan baskı uygulandığı için ayağın şişmesiydi. Bir diğeri ise, ayak tırnaklarının uzamaya devam etmesi sonucu derinin içine kıvrılmasıydı. Eğer uygun biçimde pedikür yapılmazsa, uzayan ayak tırnakları enfeksiyona sebep olurdu. Enfeksiyonun ardından bazen, kan zehirlenmeleri ve ölümler gelirdi.

 

Enfeksiyon, ayak derisinin, hatta ayak parmağının çürümesine neden olurdu. Oluşan iltihap çoğunlukla yaraya dönüşür, bir süre sonra da, bu yaradan kan ve kötü koku sızardı. Kız çocuğu, gittiği her yere bu kokuyu da beraberinde götürürdü.

Yaradan sızan kan ve kötü kokudan daha büyük bir sorun ise ayağın kangren olmasıydı. Ayağı ıslatmak için kullanılan hayvan kanı ve bitki karışımları eti çürütürdü. Bu işlemin ardından ayaklar, her defasında daha sıkı olmak şartıyla yeniden bandajlarla sarılırdı. Ancak, bandajlar gereğinden çok daha fazla sıkılırsa, bu, kangrene davetiye çıkartırdı.

Yapılan tüm bu işlemlere iki yıl boyunca devam edilirdi. İltihaplanmaları hastalıklar izler ve ölümlerin çoğu bu sebepten kaynaklanırdı.

 

Bazı kız çocukları, çocukluklarını, hiçbir tıbbi sorun yaşamadan geçirirlerdi. Ancak zaman ilerledikçe, pek çoğu, ayak bağlama işleminden kaynaklanan sorunlar yaşarlardı. Ayağı bağlı kadınlar uzun süre ayakta duramaz ve sıklıkla düşerlerdi. Pek azı yere çömelebilir ve yine pek azı 

oturduğu yerden kolaylıkla kalkabilirdi. Kalça kemiğinin alt kısmının birleştiği yerde oluşan baskı, kadınların düşmesine sebep olur, bu da kalça kırığı riskini artırırdı.68

 

Bu geleneğe karşı, 17. yüzyılın başlarında bir muhalefet başladı. Qing Hanedanı, 1645 yılında, bu geleneği yasaklamak istediyse de başarılı olamadı. Çin Halk Cumhuriyeti' nin kurulmasının ardından, 1911 yılında, bu uygulama suç olarak kabul edildi ve yasaklandı. Ancak, uygulamanın devam ediyor oluşu, hükümeti üç aşamalı bir program başlatmaya yöneltti. Programın ilk basamağı, tüm yaygın eğitim kurumlarında, bu işlemin kötü sonuçları hakkında halka bilgi verilmesiydi. Eğitim kurumları dışında kalan 

yerlerde de, çeşitli yollarla bilgilendirme kampanyası başlatıldı. Programın üçüncü ve son aşamasında ise, ayağı bağlı kadınlarla evlenmenin men edilmesi bulunuyordu. Yüzyıllar boyunca, ayakları bağlı olmadığı için toplum tarafından dışlanan ve evlilik için talep görmeyen kadın, bu kez de ayakları bağlı olduğu için evde kalma tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş, toplum tarafından yarı özürlü sayılmıştır. Hükümetçe uygulanan bu program, bir süre sonra başarılı olmuş ve kısa zamanda, Çin' in çok büyük bir kısmında bu gelenek sona erdirilmiştir.

Ancak ne var ki, bu uygarlıktan uzak, acımasız gelenek, tüm yasaklamalara karşın, 1950' li yıllara kadar sürdürülmüştür. Çin' in bazı bölgelerinde, bu uygulamanın etkilerinin halen devam etmekte olduğu görülmektedir.  


Kaynak: Sedef KAPANOĞLU, Çin' De Kadın İmgesi, Türkiye Cumhuriyeti Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri Ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi 2006-Ankara 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar