Print Friendly and PDF

AIDS Bütün Hayatı Mavi Etti

Bunlarada Bakarsınız



Blue (1993)

79 dk

Yönetmen:Derek Jarman

Senaryo:Derek Jarman

Ülke:İngiltere

Tür:Biyografi, Dram

Vizyon Tarihi:03 Ekim 1993 (ABD)

Dil:İngilizce

Müzik:Simon Fisher-Turner

Oyuncular

John   Quentin

Nigel   Terry

Derek   Jarman

Tilda   Swinton

 Özet

Derek Jarman'ın hem yazıp hem yönettiği "Blue", belgesel tarz ile dramanın harmanlandığı bir film.Ekran masmavi. Hareketsiz. Sesler, ses efektleri ve müzik, mavi ekranla birlikte izleyiciye sunuluyor. Jarman, "Blue"yu AIDS virüsüyle yaşadığı deneyimleri, hem fiziksel hem de alegorik anlamda, mavi rengiyle ilişkilendirerek aktarmak için kurtarmış...

Derek Jarman'ın hem yazıp hem yönettiği "Blue", belgesel tarz ile dramanın harmanlandığı  filmi... 1980'lerin başından beri, Derek Jarman, Birleşik Krallık'ta eşcinsel yönelimini gizlemeyen ve AIDS sorunlarına dikkat çeken birkaç halk figüründen biri olmuştur. 22 Aralık 1986'da Jarman'a HIV teşhisi kondu. 1993, Jarman'ın birçok arkadaşı Avrupa ve Amerika'yı sersemleten ilk AIDS dalgasının kurbanı oldular, yönetmenin kendisi görme yeteneğini kaybetmeye başladı.  Derek Jarman AIDS'le yüzleşirken, sevdiklerinin kaybıyla, vücudunun parçalanmasıyla, körlükle, kendi yakınlaşmasının boşluğa düşmesiyle yüzleşirken ekran baştan sona mükemmel bir mavi .

 Caravaggio'dan sonra Jarman'ın çalışmalarında yeni bir dönem başlıyor.  Requiem for War ve The Garden filmlerinin yapımı sırasında Jarman ciddi şekilde hastalandı.  Jarman, 19 Şubat 1994'te Londra, Birleşik Krallık'ta öldü.

Virüsün tedavisi ve ilaçları henüz mevcut olmamasına rağmen halktan saklamamaya karar verdi, ve teşhisin kendisi fiili bir ölüm cezası olduğunu biliyordu. Hastalık filmlerin tamamlanmasını engellemese de, yönetmen daha sonra sadece üç film yaptı:

1991'de Christopher Marlowe'un eşcinsellik sorunlarına adanmış ve Jarman'ın bu konudaki en radikal filmi olarak kabul edilen oyununa dayanan II. Edward'ı filme aldı.   1993'te ünlü filozof Wittgentstein'ın hayatı hakkında sahte biyografik bir drama çekti.

Blue de, farklı anlatım biçimleriyle ikiye bölünmüştür. İkinciyle kesişen ilk hikaye, Mavi'nin maceralarını bir karakter ve renk olarak anlatıyor. Mavinin başka renklerle kavga etmesi anlatılır, 'Sarıgöbek lanetli nefesiyle dünyayı kavurur...', maceralara, 'Marco Polio mavi dağları tökezler...'

Diğer hikaye, 1990'ların Londra'sında yaşayan bir eşcinsel olarak Derek Jarman'ın günlük hayatını ve AIDS ile yaşamanın zorluklarını anlatıyor. Arkadaşlarla bir kafeye gitmek, Saraybosna'daki savaşı tartışmak ve kıyafetleri ters giymek gibi günlük yaşamda zorluk yaşamak gibi bahsedilen olaylardan bazıları gerçekçi ve doğrudur. Diğerleri, örneğin Jarman'ın gökyüzünün ötesinde ne olduğunu merak etmesi gibi, daha çok rüya gibi hissediyor. Bu, sağlığı ve ölene kadar ne kadar süre kaldığı, vücudunun zayıflaması ve sonunda görme yeteneğinin düşmesiyle ilgili düşüncelerle çelişir.

Ayrıca Jarman'ın hayal kurduğu birkaç bölüm var. Anlatı, gökyüzünde yürümekten ve bir astronotun nasıl olabileceğini merak etmekten bahsediyor.

Filmin son anları tekrarlanan bir dizi isimden oluşur. 'John. Daniel. Howard. Graham. Terry. Paul'. Bu isimlerin hepsi, AIDS'ten ölen Jarman'ın eski sevgilileri ve arkadaşlarıdır.

Filmde bir yanda yankılanan çan sesleri, bir çocuğun açılan gözleri. Yerini çığlığa benzer seslerin aldığı bir fon oluşturur. Gözler, aynı zamanda filmin yönetmeni olan Derek Jarman'a aittir.  

...Alıntı...


Altyazı

 

Çocuğa, aç gözlerini dersin

Gözlerini açınca ve ışığı görünce

Bağırtırsın.

Dersin ki :

Ey Mavi çık dışarı

 Ey Mavi doğ

Ey Mavi yüksel

Ey Mavi gel içeri

Genç Boşnak mültecilerin servis yaptığı bu kahvede birkaç arkadaşımla oturmuş kahve içiyorum.

Savaş gazetelerin üzerinden ve Saray Bosna'nın harap sokaklarının içinden geçerek bütün şiddetiyle kasıp kavuruyor.

Tanya : 'Giysilerinin önünü arkasına, içini dışına giymişsin,' dedi.

Orada sadece ikimiz olduğu için hemen oracıkta çıkartıp düzgün olarak yeniden giydim.

Henüz kapılar açılmadan burada olurum hep.

Ölümü ya da yaşamı ilgilendiren her ne varsa içimde işleyip durmaktayken ve faaliyetteyken dış dünyadan bunca habere ne gerek var?

Kaldırımdan aşağı adım atıyorum ve bir bisikletli neredeyse beni yere deviriyor.

Karanlığın içinden uçup gelerek neredeyse beni ikiye biçecekti.

Mavi bir dehşete adım atıyorum.

St. Bartholomew Hastanesi'ndeki doktor retinamda -gözbebekleri güzelavratotu damlaları ile büyütülmüşken-yaralar gördüğünü sandı, fener gözlerimin içinde iğrenç,kör edici bir ışıkla parladı.

Sola bak Aşağıya bak

Yukarıya bak Sağa bak

Gözlerimde mavi çakımlar.

Mavi sinek vızlıyor

Tembel günler

Gökmavi kelebek iki yana sallanıyor peygamberçiçeğinin üstünde

Yükselen mavi sıcaklığın içinde

kendinden geçmiş

Blues söylüyor

Pes perdeden, ağır ağır

Kalbimin mavisi

Düşlerimin mavisi

Ağır aksak mavi aşk

Hezaren günlerinden

Mavi insanın içinde yıkandığı

evrensel aşktır - yeryüzü cennetidir.

Plaj boyunca uluyan bir fırtınanın

içinde yürüyorum.

Bir yıl daha geçmekte

Gürüldeyen sularda

Ölmüş arkadaşlarımın sesini duyuyorum.

Aşk sonsuza dek süren hayattır.

Kalbimin anıları size dönüyor David.

Howard.

Graham.

Terry.

PauI.

David.

Howard.

Graham.

Terry.

PauI.

David.

Howard.

Graham.

Terry.

PauI.

Ama ya bu şimdi

Dünyanın son gecesiyse

Batan güneşte aşkın soluyor

Ayışığında ölüyor

Doğamıyor yeniden

Şafağın ilk ışıklarında

Horozun ötüşüyle üç kere inkâr ediliyor

Sola bak

Aşağıya bak

Yukarıya bak

Sağa bak

Kamera flaşı atom parlaklığında

Fotoğraflar

CMV - yeşil bir ay sonra dünya mecentaya dönüyor

Retinam

Uzak bir gezegen

Oğlan Çocukları için Resimli Roman'dan

Kırmızı bir Merih

Sarı bir enfeksiyon

Kaynıyor köşesinde

Gezegene benziyor bu, dedim

Doktor da :

'Aa  bence bir pizzayı andırıyor', dedi.

Hastalığın en kötü yanı belirsizlik.

Son altı yıldır bu senaryoyu her gün her dakika ileri geri oynadım durdum  Mavi, insani sınırların ağırbaşlı coğrafyasını aşıyor.

Evdeyim ve kepenkler kapalı H. B.  Newcastle'dan döndü Ama dışarı çıktı şimdi Çamaşır makinesi homurdanıp duruyor

Buzdolabı buzlarını eritiyor

Bunlar onun en sevdiği sesler.

Hastanede kalmak ya da iki günde bir gelip bir seruma takılmak seçenekleri sunuldu bana.

Bir daha eskisi gibi göremeyeceğim.

Retina tahrip olmuş, ama eğer kanama durursa, görüşümden geriye ne kaldıysa o biraz daha iyileşebilirmiş.

Görememe fikrini kabullenmem gerekiyor.

Eğer görüşümün yarısını kaybedersem görebildiklerim de mi yarıya inecek?

Virus amansızca kol geziyor.

Artık hiçbir arkadaşım yok ki, ölmüş ya da ölmekte olmasın.

Mavi bir ayaz gibi yakaladı onları.

İşteyken, sinemadayken, yürüyüşlerde ve de plajlarda.

Kilisede diz çökmüşken, koşarken, uçarken, susarken ya da slogan atarken.

Gece terlemeleri ve şiş bezelerle başladı.

Sonra yüzlerine siyah yaralar yayıldı tüberküloz ve zatürreenin ciğerlerine, toksoplazmanın beyinlerine indirdiği balyoza karşı nefes almak için mücadele verirken.

Refleksler karıştı tropikal ormanlardaki sarmaşıklar gibi başa yapışmış saçlardan ter boşandı.

Sesler kaymaya başladı ve sonra tamamen kayboldular.

Kalemim fırtınada bir o yana bir bu yana savrularak kağıdın üzerinde bu hikâyeyi kovaladı.

Duyarlılığın kanı mavidir En mükemmel ifadesini bulmaya adıyorum kendimi Gece, görüşüm biraz daha kötüleşti.

H. B.  bana kan vermeyi önerdi

Ne varsa hepsini öldürür bu, diyor DHPG'nin damlayışı, Ses titremesi gibi kanaryanın.

İçinde H. B. 'nin belirip kaybolduğu bir gölgeyle birlikte dolaşıyorum.

Sağ gözümün çevresindeki görüntüyü tümüyle kaybettim.

Ellerimi önüme doğru uzatıyorum ve yavaşça birbirinden ayırıyorum.

Bir an geliyor ki gözlerimin köşesinden kayboluyorlar.

Eskiden böyle görürdüm.

Şimdi hareketi tekrarlıyorum, bütün görebildiğim hareket.

Virüse karşı savaşı kazanamayacağım 'AIDS'le yaşamak' gibi sloganlara rağmen.

Virüse sağlıklılar el koydular böylece onlar şarap rengi deniz üzerindeki Ithaka'ya ulaştırmak için larvalarına yorgan sererlerken, bizim AIDS'le birlikte yaşamamız gerek.

Bu duyuları keskinleştiriyor ama başka bir şey kayboluyor.

Teatrallikte boğulan bir gerçeklik duygusu.

Kör düşünmek, kör olmak.

Hastanenin içi bir mezar kadar sessiz.

Hemşire sağ kolumda bir damar bulma uğraşı içinde.

Beş kereden sonra vazgeçiyoruz.

Kolunuza birisi bir iğne batırsa bayılır mıydınız?

Ben alıştım ama hala gözlerimi kapatıyorum.

Guatama Buda bana kalkıp hastalıktan uzaklaşmamı öğütlüyor.

Ama o bir seruma bağlı değildi.

Kader en güçlüsü

Kader

Mukadderat

Mukadder

Kendimi

Kadere teslim ediyorum

Kör Kadere

Serum canımı yakıyor

Kolumda bir şişkinlik oluşuyor

Serum çıkıveriyor

Bir elektrik şoku ateşliyor kolumu

Nasıl yürüyüp gidebilirim bir serum takılmışken bana?

Nasıl uzaklaşıp gidebilirim?

Bu odayı birçok sesin yankısıyla dolduruyorum

Burada zaman geçirmiş sesler

Çoktan kurumuş boyanın mavisinden kopmuş sesler

Güneş çıkıyor ve bu boş odaya doluyor

Benim odam diyorum buraya

Odam nice yazı karşıladı

Gülüşü ve gözyaşlarını kucakladı

Senin kahkahanla doldurabilir mi kendini?

Her sözcük bir güneş ışını

 Aydınlıkta parlayan

Bu, Benim Odamın Şarkısı

Mavi geriniyor, esniyor ve uyandı.

(sussurrando) Paul.

(sussurrando) Howard.

Bu sabah gazetede Bosna'yı terk eden mültecilerin fotoğrafı var.

Zaman dışıymış gibi duruyorlar.

Başörtülü ve siyah elbiseli köylü kadınlar daha eski bir Avrupa'nın sayfalarından fırlamış gibiler.

Biri üç çocuğunu kaybetmiş.

Şimşek hastane penceresinin içinden yanıp sönüyor kapıda yaşlıca bir kadın yağmurun dinmesini bekliyor.

Onu bir yere bırakabileceğimi söylüyorum, bir taksi çevirdim.

'Beni Holborn istasyonuna bırakır mısınız?

' Yolda gözyaşlarına boğuluyor.

Edinburgh'tan gelmiş.

Oğlu hastane koğuşundaymış menenjiti varmış ve artık bacakları tutmuyormuş Yaşlar akarken ben çaresizim.

Onu göremiyorum.

Sadece hıçkırıklarını duyuyorum.

Bir insan bütün dünyayı bilebilir

Hiç yerinden kıpırdamadan

Pencereden bakmadan

Cennetin yolunu görebilir

Ne kadar uzağa giderse kişi

O kadar az şey bilir İmgenin keşmekeşinde

Sana Evrensel Mavi'yi sunuyorum

Mavi, ruha açık bir kapı Elle tutulur olan

Sonsuz bir ihtimal İşte gene bekleme odasındayım.

Bekleme odası dünya yüzündeki cehennem.

Burada bilirsin ki denetim senin elinde değil, adının okunmasını beklersin: "712213" Burada bir adın yoktur, gizlilik isimsizdir.

666 nerede?

O kadının/adamın karşısında mı oturuyorum?

Belki 666 televizyonda kanal değiştirip duran o kaçık kadındır.

Ne görmekteyim Bilincin kapılarını geçince Pazar ayinini basan militanlar Katedralde epik bir Çar İvan Moskova patriğini itham ediyor Aydede yüzlü bir oğlan tüküren ve habire Haç çıkaran.

O diz çökerken Cennetin kapıları çarpılarak kapanacak mı İman edenlerin suratına?

Kaçık kadın iğne konusunu tartışıyor burada her zaman iğnelerle ilgili bir tartışma var.

Boynuna bir tüp geçirilmiş.

Nasıl algılanıyoruz, eğer algılanıyorsak?

Çoğunlukla görünmez kalıyoruz Eğer Algının kapıları arındırılsaydı o zaman her şey olduğu gibi görünürdü.

İt ürür, kervan yürür.

Marco Polo Mavi Dağ'ı katediyor, bata çıka.

Marco Polo duruyor ve Oxus Nehri'nin kenarında lapis lazuliden bir tahta oturuyor, Bu arada Büyük İskender'in torunları ona hizmet ediyorlar.

Kervan yaklaşıyor, mavi çadır bezleri rüzgârda çırpınarak.

Denizin ötesinden gelen mavi insanlar -ultramarin- altın benekli lapisi almaya gelmişler.

Hayat Suyu şehrine giden yol kristal ve aynalardan yapılmış ve güneş ışığında korkunç bir körlük yaratan bir labirentle korunuyor.

Aynalar ihanetlerini tek tek yansıtıp büyüterek seni çılgına çeviriyorlar.

Mavi, labirente giriyor.

Ziyaretçilerden mutlak bir sessizlik talep ediliyor ki varlıkları oradaki kazıları yöneten şairleri rahatsız etmesin.

Yağmur ve rüzgar buluntulara zarar verdiğinden kazı işlemi sadece çok sakin günlerde yürütülebiliyor.

Sesin arkeolojisi ancak yakın zamanda mükemmelleştirildi ve sözcüklerin sistematik olarak tasnif edilmesi düne kadar gelişigüzel bir biçimde yapılıyordu.

Mavi, sözcüklerin ışıldayan kıvılcımlar saçarak cisimleşmesini, yansımalarının parlaklığıyla her şeyi karanlığa gömen ateş şiirini izledi.

İlk gençliğimde körlere hizmet veren Royal National Institute'da Noel zamanı radyolar için hazırlanan yardım kampanyalarında çalışırdım, her sabah Harley Davidson'uyla gelen yetmişlik sevgili Miss Punch'la birlikte.

Bize göz açtırmazdı.

Bahçıvanlık yaptığı için Ocak ayında boş vakti olurdu.

Derili Kadın Miss Punch karşılaştığım kendini gizlemeyen ilk harbi lezbiyendi.

Cinselliğim yüzünden gizlendiğim ve ürktüğüm için o benim umudumdu.

'Atla hadi, dolaşmaya gidelim'.

Edith Piaf'a benzerdi, bir serçeye ve çapkınca yana yatırılmış bir bere takardı.

Her yıl her yıl onunla ahbaplık etmek için gelen bütün diğer ihtiyar kızlara patronluk taslardı.

Bugünkü gazete.

AIDS örgütlerinin dörtte üçü daha güvenli seks için bilgi sağlamıyor.

Bir bölge onların bulunduğu yerde ibne olmadığını söylemiş, ama X bölgesini deneyebilirsiniz orası tam bir cümbüş.

Görüşüm iyice sınırlanmış gibi.

Hastane bu sabah daha da sessiz.

Susturulmuş.

Karnımın dibinde sevimsiz bir duygu var.

Yenik hissediyorum.

Zihnim zehir gibi ama bedenim dökülüyor karanlık ve harap bir odada çıplak bir ampul.

Buranın havasında ölüm var ancak bundan söz etmiyoruz.

Ama biliyorum ki bu sessizlik 'Hemşire koş!

Hemşire yardım!

' diye bağıran çılgına dönmüş ziyaretçilerin çığlıklarıyla her an bozulabilir, arkasından koridor boyunca koşuşturan ayak sesleri.

Sonra sessizlik.

Mavi, beyazı masumluktan korur

Mavi, yanı sıra siyahı sürükler

Mavi, görünür kılınmış karanlıktır

Mavi, beyazı masumluktan korur

Mavi, yanı sıra siyahı sürükler

Mavi, görünür kılınmış karanlıktır

Dağların ardında Rita'ya adanmış bir sunak var, zamanını doldurmuş herkes orayı ziyaret ediyor.

Rita, Yitik Dava'nın Azizesi.

Yolunu şaşırmışların, dünyanın gerçekleri tarafından kuşatılmış, tuzağa düşürülmüşlerin.

Davadan kopuk bu gerçekler Mavi Gözlü Oğlanı bir gerçekdışılık sistemine hapsetti.

Bütün bu bulanık, aldatan gerçekler onun son nefesiyle dağılıp gidecek mi?

İmgeye, bir mutlak değer fikrine inanmaya alışkın olduğu için onun dünyasına öze hâkim olmak unutulmuştu:

Kendine Hiçbir Suret Yapmayacaksın, oysa biliyorsun ki görevin boş sayfayı doldurmak.

Kalbinin derinliklerinde, dua et ki imgeden kurtulabilesin.

İmge, ruhun hapishanesi, senin kalıtımın, eğitimin, kötülüklerin, heveslerin, niteliklerin, psikolojik dünyan.

Yürüdüğüm göğün ardına geçtim (MUSICA IN SOTTOFONDO) Bulmaya çabaladığın nedir?

Mutluluğun sırrına erilmez mavisi.

Boşluğun astronotu olmak için, sana güven vererek hapseden rahat evini terk et.

Unutma, Gidiyor olmak ve sahip olmak sonsuz değil.

Giriş, gelişme, ve sonu doğuran korkuyla savaş.

Mavi için sınırlar ve çözümler yoktur.

Zaman, ışığı bize ulaşmaktan alıkoyandır.

Arkadaşlarım o kobalt mavisi nehri nasıl geçtiler, sandalcının parasını neyle ödediler?

Bu kuzgun karası göğün altında, çivit mavisi kıyıya doğru yola çıktıklarında kimileri gözleri geride kalarak ayakta öldü.

Siyah arabayı çeken cehennem tazılarıyla Ölümü gördüler mi, mavi-siyah berelenmiş, ışığın yokluğunda giderek kararırken, borazanların kulak paralayan sesini duydular mı?

David panikledi, Waterloo'dan trene binip eve kaçtı, aynı gece bitkin ve bilinçsiz bir halde getirildi, o gece de öldü.

Terry'nin anlaşılmaz mırıldanmaları tutamadığı gözyaşlarına karıştı.

Ötekiler Mavi Sakallı Azrail'in tırpanıyla kesilmiş çiçekler gibi soldular, yaşam suyu azaldıkça kurudular.

Howard ağır ağır bir taşa dönüştü, gün be gün taşlaştı, zihni beton bir kaleye hapsedildi, sonunda duyabildiğimiz tek ses yerküreyi çepeçevre saran telefondaki iniltileriydi.

Deli Vincent dizlerini göğsüne çekmiş sarı sandalyesinde oturuyor Kaçık.

Boş kapta ayçiçekleri solmakta, kupkuru, iskelet gibi, siyah çekirdekler cadılar bayramındaki balkabağının boş bakan yüzüne dönüşüyor.

Köşede ayakta duran Mavi'nin farkında değil.

Hummalı gözler sararmış mısıra takılmış, sarıda helezonlar çizen kapkara kargaların gaklamaları… Köşeye atılmış istenmeyen tuvallerin içinden limoni bir cin bakıyor.

Mızmız bir intihar kötülük çığlıkları atıyor korkakça yakalıyor Ödlekliği, gözleri birer çizgi.

Mavi, kokmuş nefesiyle ağaçları, keskin bir ateşle kavurup sarartan hastalıklı Ödleklikle dövüşüyor.

Şeytaniliğinin oksijeni ihanet.

Seni arkadan vurur.

Ödleklik havaya sararmış bir öpücük konduruyor, irin kokusu Mavi'nin gözlerini kör ediyor.

Kötülük sarı ödde yüzüyor.

Ödlekliğin yılan gözleri zehir saçıyor.

Havva'nın çürüyen elmasının üzerine tırmanıyor eşek arısı gibi.

Yıldırım hızıyla Mavi'yi ağzından sokuyor -'AAAGGHH!'- cehennemi taburları hardal gazı içinde vızıldayıp kıkırdıyor.

Üstüne başına işer bunlar.

Nikotinden sararmış sivri dişleri ortaya çıkmış.

Mavi halesi düşmanları yakıp kavuruyor.

Hepimiz intiharı düşündük

Kendi isteğimizle hayatımıza son vermeyi

Uyutulduk, inandırıldık

Morfinin acıları defedeceğine

Acıyı elle tutulur yapmakta oysa

Çılgın bir Disney çizgi romanı gibi

Kendini akla gelebilecek Her türlü kabusa dönüştürerek Karl kendini öldürdü Nasıl yaptı bunu?

Hiç sormadım.

Öylesine oluvermş gibiydi.

Asit prusiği kafaya dikmiş ya da kendini gözünden vurmuş, ne fark eder?

Belki de bulutların yaladığı gökdelenlerin ta tepesinden kendini sokaklara bırakmıştır.

Hemşire bedenine bağlayacağın düzeneği açıklıyor.

İlaçları karıştırıp günde bir kere yavaş yavaş zerkedeceksin.

İlaçlar sana verdikleri küçük bir buzdolabında saklanıyor.

Bununla yolculuk ettiğini düşünebiliyor musun?

Metal bağlantı havaalanındaki bomba detektörünü alarma geçirecek… kendimi görebiliyorum, Berlin'e giderken koltuğumun altında bir buzdolabı.

Güneşin sabırsız gençleri

Sayısız renkle yanan

Taraklar geçiriveriyorlar saçlarından

Banyo aynalarının karşısında

Birbirilerinin içinde eriyerek ve modaya uygun düzüşüyorlar

Zümrüt yeşili lazer ışınlarının içinde dans edip

Nükleer üreticilerden fışkıran spermlerle

Sayfiye çarşaflarının üstünde çiftleşiyorlar Ne günlerdi onlar.

Serumun damlaları saniyeleri sayıyor, bu kaynaktan çıkan dereyle birlikte dakikalar saatlerin nehrine, yılların denizine ve zamansızlığın okyanusuna kavuşmak için akıyor.

Vücuduma zerkedilmesi için iki günde bir hastaneye geldiğim ilacın, DPHG'nin yan etkileri şunlar: Akyuvarların azalması, artan enfeksiyon riski, trombosit sayısında azalma sonucu kanama riskinde artış, alyuvarların azalması (anemi), ateş, döküntü, karaciğer fonksiyon bozukluğu, titreme, vücutta şişme (ödem), enfeksiyonlar, kırıklık, kalp atışında düzensizlik, yüksek tansiyon (hipertansiyon), tansiyon düşüklüğü (hipotansiyon), tuhaf düşünceler ve rüyalar, denge bozukluğu (ataksi), koma, bilinç bulanıklığı, baş dönmesi, baş ağrısı, sinirlilik, sinirlerin tahrip olması (parestezi), psikoz, uyku hali (somnolans), titreme, bulantı, kusma, iştah kaybı (anoreksi), ishal, mide ya da bağırsak kanaması (intestinal hemoraji), karın ağrısı, akyuvarların bir türünde artış, kan şekeri düşüklüğü, nefes alma güçlüğü, saç dökülmesi (alopesi), kaşıntı (prürit), ürtiker, idrarda kan, böbrek fonksiyon bozukluğu, kanda üre artışı, iltihaplar (enflamasyon), ağrı ya da tahriş (filibit).

Hem tedavinin öncesinde hem de sonrasında hastalarda retina ayrılması gözlemlenmiş.

İlaç hayvanlarda sperm üretiminde azalmaya yol açmış, insanlarda kısırlığa, hayvanlarda sakat doğumlara neden olabilir.

İnsan bilimlerinde bu konuda hiçbir veri yok ama potansiyel olarak kansere neden olabileceği düşünülebilir çünkü hayvanlarda tümörler oluşturuyor.

Eğer yukarıdaki yan etkiler sizi kaygılandırıyorsa ya da daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız, lütfen doktorunuza danışınız.

Bu ilaç tedavisine başlamak için bir kâğıt imzalamanız ve tüm bu hastalıkların ihtimal dâhilinde olduğunu kabul ettiğinizi belirtmeniz gerek.

Ne yapmam gerekiyor, gerçekten bilemiyorum.

İmzalayacağım.

Med cezirle birlikte karanlık çöküyor

Yıl takvimden kayıyor

Öpüşünün alevi yükseliyor

Gecede çakılmış bir kibritin

Alevi yükseliyor ve sönüyor

Uyuklamam bölündü

Bir daha öp beni

Öp beni

Bir daha öp beni

 Bir daha

Yetmiyor hiç

Obur dudaklar

Veronika mavisi gözler

Mavi gökler

Tekerlekli sandalyesinde oturmuş bir adam,saçları darmadağınık,bir paket kuru bisküviyi tıkınıp duruyor,bir peygamberdevesi gibi,ağır ağır ve telaşsız.

Hararetli hararetli, bazen de anlaşılmaz bir biçimde düşkünler evinden söz ediyor.

Diyor ki, 'Orada kimlerle ahbap olduğuna ne kadar dikkat etsen de azdır, ziyaretçilerle, hastaları ve personeli birbirinden ayırt etmenin imkânı yok.

Personeli belli edecek tek özellik , sadece hepsinin deri giymeye düşkün olması.

Burası bir Sado-Mazo Kulübü gibi.

Bu kurum hayırseverler tarafından kurulmuş, bağış yapanların isimleri herkes görsün diye sergileniyor.

Hayırseverlik, ilgisizlerin ilgi gösteriyormuş gibi görünmesine yarıyor ve bu, ona mecbur olanlar için berbat bir durum.

Hükümet bu ilgisizlik günlerinde kendi sorumluluklarını başından attıkça, bu iş büyük bir ticaret haline geliyor.

Buna izin veriyoruz böylece bizi düzmüş olan zenginler ve güçlüler bizi bir kez daha düzüyor ve her bakımdan kazançlı çıkıyorlar.

Her zaman o kadar kötü davranıldı ki bize, birileri birazcık yakınlık gösterse hemen abartıp teşekkürlere boğuyoruz.

Bir erkeğimsiyim

G..te dalan

Büyük çük düşkünü

Pek menfi davranışlı

K.ç yalayan bir Psikoibne

Mahremiyet sineklerini taciz eden

Lezbiyen oğlanları düzen

Sapkın bir heterocin

Ölümle sidik yarıştıran

Ağzına alan

Normalmiş gibi davranan

T.ş.k sızlatan kötü tavırları

Delikanlıca nemfoman bir politikası

Akrabalarla cinsi münasebet ve

Yakışıksız terminoloji kabilinden

Cüretkâr cinsiyetçi arzuları olan

Lezbiyen bir erkeğim

Ben bir Gay Değil'im

H.B. mutfakta

Briyantin sürüyor saçlarına

Mekânı koruyor

Bana karşı

İşyerim diyor buraya

Dokuzda hastaneye doğru yola çıkıyoruz

H.B. göz bölümünden dönüyor

Benimle ilgili raporlar karmakarışık edilmiş

Diyor ki Romanya gibi içerisi

İki ampul gaddarca aydınlatıyor

Dökülen duvarları

Bir kutu dolusu oyuncak bebek var

Bir köşede İnanılmaz kirliler

Doktor da diyor ki

"Elbette

Çocuklar görmüyor onları"

Burayı adam edecek

Kaynaklarımız yok ki

Damlalar gözümü acıtıyor

Enfeksiyonun ilerlemesi durmuş

Işık çekiliyor

Gözlerimdeki kan damarlarının

Kızıl yansımaları kalıyor.

Diş takırdatan şubat

Ölüm kadar soğuk

Yatak çarşaflarına saldırıyor

Sızlatan bir soğuk

Mermer kadar amansız

Zihnim

İlaçlarla buz tutmuş, donduruveriyor

Düşen boş kar tanelerini

Hafızayı siliyor

Körleşmiş bir kar fırtınası

Sarmal çemberler çiziyor

Her şeye burnunu sokan şaşı bir bilinç

cak mıyım?

…cek miyim?

Sarsakça bir ölüm nöbeti

Adımına dikkat et (GOCCIOLIO.  MUSICA IN SOTTOFONDO)

Ağızdan alınan DHPG karaciğer tarafından emildiği için sistemi kandıracak bir molekül hilesi yapmışlar.

Bunun riski ne?

Eğer kırk yıl kör yaşayacak olsaydım, bir daha düşünebilirdim.

Hastalığımı çarpışan otomobiller gibi tedavi edin: müzik, parlak ışıklar, tokuşmalar sonra kendini yeniden hayata at.

Haplar en zoru, bazısının tadı acı, bazıları çok büyük.

Günde aşağı yukarı otuz tane alıyorum, ayaklı bir kimya laboratuarı gibiyim.

Yutarken öğürüyorum ve yarısı erimiş bir şekilde öksürükle ve püskürtülerek dışarı çıkıyorlar.

Derim üzerimde Nessus'un gömleği gibi duruyor.

Geceleri sırtım ve bacaklarım gibi gibi yüzüm de kaşınıyor.

Kaşına kaşına dönüp duruyorum, uyuyamıyorum.

Kalkıp ışığı yakıyorum.

Sendeleyerek banyoya gidiyorum.

Belki çok yorulursam uyuyabilirim.

Kafamdan birbiri ardınca filmler geçiyor.

Kırk yılda bir, Taj Mahal kadar büyüleyici rüyalar görüyorum.

Genç bir guru olan rehberimle Güney Hindistan'a gidiyorum çocukluğumun düşler ülkesi Hindistan'a.

Moselle'in pembe-gri oturma odasındaki armağanlar.

Moselle diye, 'Girly' diye, May diye çağrılan büyükannem.

Adını kaybetmiş bir yetim, Ruben'miş adı.

Yeşimden maymunlar, fildişi minyatürler, mah-jongg.

Çin'in rüzgarlarıyla bambuları.

Bütün eski tabular

 Kan bağlarıyla ve kan bankalarıyla ilgili Mavi kan ve kötü kan Bizim kanımız ve sizin kanınız Ben buraya oturacağım - siz oraya.

Uyurken bir jet uçağı yüksek bir binaya çarptı.

Jet hemen hemen boştu ama iki yüz kişi uykusunda yanıp kavruldu.

Dünya ölüyor ve biz fark etmiyoruz.

Belsen'li bir esir kadar çelimsiz genç bir adam

Koridordan aşağı doğru ağır ağır yürüyor

Soluk yeşil hastane pijamaları

Üzerinden dökülüyor

Ortalık çok sessiz

Sadece uzaktan gelen öksürük sesleri

Sakat gözüm şekilsizleştiriyor

Görüş alanımdan çıkıp

Yürüyüp giden genç adamı

Fena alaşağı ediyor insanı bu hastalık

Tam unutmaya başladığın anda

Ensene bir kurşun

Daha kolay olabilirdi

Biliyor musun, ikinci dünya savaşından

Daha da uzun sürebilir

mezara giden yol.

Çağlar ve Asırlar terk ediyor odayı

İnfilak edip zamansızlığa karışarak

Girişler ya da çıkışlar yok şimdi

Ölüm ilanlarına ya da ilahi yargılara gerek yok

Zamanın biteceğini biliyorduk

Yarından sonra gündoğumunda

Yerleri ovduk

Bulaşıkları yıkadık

Habersiz yakalayamazdı bizi

Retina tahrip olduğunda gözde beyaz çakımlar görülmesi olağan bir şey.

Tahrip olmuş retina geride alacakaranlıkta dönenip duran bir sığırcık sürüsü gibi sayısız kara leke bırakarak dökülmeye başladı.

Gözlerimi uzmana muayene ettirmek için St.Mary'ye döndüm.

Yer aynı ama çalışanlar değişmiş.

Göğsüme bir tüp sokacakları ameliyatı bu sabah olmayacağımı öğrendiğimde ne kadar rahatladığımı anlatamam.

H. B. 'yi biraz neşelendirmeye çalışmalıyım, feci bir on beş gün geçirdi.

Bekleme odasında hayli kötü durumda kır saçlı küçük bir adam Sussex'e gitmesi gerektiği için söylenip duruyor.

'Kör oluyorum, artık hiç okuyamıyorum' diyor.

Bir süre sonra eline bir gazete alıyor, biraz onunla cebelleşiyor sonra masanın üstüne fırlatıyor.

Gözümü acıtan gözdamlaları okumama engel, bu yüzden bir güzelavratotu damlası sisinin gerisinden yazıyorum bu satırları.

Küçük kır saçlı adamın yüzü bir trajediye dönüşmüş.

Jean Cocteau'ya benziyor, yalnız şairin incelikli küstahlığı yok onda.

Oda, hastalığın değişik aşamalarında, gözlerini kısarak karanlığa bakan erkek ve kadınlarla dolu.

Bazıları güçlükle yürüyor, her suratta keder ve öfke ve ardından da korkunç bir kadere katlanış.

Jean Cocteau gözlüklerini çıkarıyor, etrafına tarifsiz bir hainlikle bakıyor.

Ayağında siyah mesler, mavi çoraplar, üzerinde gri bir pantolon, bir Fairisle kazak, balıksırtı bir ceket var.

Arkasındaki duvara yapıştırılmış afişler bitmez tükenmez soru işaretleriyle dolu, HIV/AIDS? , AIDS? , HIV?  HIV/AIDS'Lİ MİSİNİZ?

AIDS? , ARC? , HIV?

Zor bir bekleyiş bu.

Göz uzmanının kamerasından gelen şiddetli parlak ışık, o boş gök mavisi rengini bırakıyor ardında.

İlk kez yeşil mi gördüm gerçekten?

Yansılanan görüntü saniyede yok oluyor.

Fotoğraflar birbirini izledikçe, renkler pembeye, ışık turuncuya dönüyor.

Bu süreç bir işkence ama eğer sonuçta doğru dürüst görebileceksem, o zaman ödediğim bedele ve her gün almak zorunda olduğum on iki hapa değer.

Bazen o haplara bakmak bile midemi bulandırıyor ve almayıvereyim diyorum.

Herhalde bilgisayar aşığı, klavye kralı H.

B ile ilişkim yüzünden şans bana güldü de bu ilaç denemesi için bilgisayar benim ismimi seçti.

Az kalsın unutuyordum: St.Mary'yi terk ederken Jean Cocteau'ya gülümsedim.

O da bana tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdi.

Kendimi bir vitrindeki ayakkabılara bakarken yakaladım.

İçeri girip bir çift ayakkabı almayı düşündüm, ama sonra kendime engel oldum.

Şu anda giydiğim ayakkabılar beni öteki dünyaya götürmeye yeter herhalde.

Gökmavisi denizlerde

İnci avcıları

Ölüler adasını yalayan

Derin sular

Mercan limanlarda Amfora altın döküyor

Kıpırtısız denizdibinin üzerine

Orada yatıyoruz

Unutulmuş gemilerin kabaran

Yelkenleriyle yelpazelenerek

Derinlerden gelen

Hazin rüzgarlarla savrularak

Yitik Oğlanlar

Sonsuza kadar uyuyorlar

Candan bir kucaklaşmada

Tuzlu dudaklar değiyor birbirine

Denizaltı bahçelerinde

Serin mermer parmaklar

Antik bir gülümseyişe dokunuyor

Denizkabuğu sesleri

Fısıldaşıyor

Derin aşk med cezirle

sonsuza kadar sürükleniyor

Onun kokusu

Ölümüne yakışıklı

Güzelliğinin yazında

Blue jean'i

Ayak bileklerinde

Hortlaksı gözümde mutluluk

Öp beni dudaklarımdan

Gözlerimden

Adımız unutulacak zamanla

Kimse işlerimizi hatırlamayacak

Hayatımız bir bulutun son izleri gibi kaybolacak

Ve güneşin ışınlarıyla kovalanan bir sis gibi

Dağılıp gidecek

Çünkü bir gölgenin geçişidir zamanımız

Ve hayatlarımız, kıvılcımlar gibi,

Ekin saplarının arasından çakıp gidecek.

Mezarının üstüne bir hezaren bırakıyorum,

Mavi.

H.B.'ye  ve tüm gerçek aşıklara   


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar