Print Friendly and PDF

Dilek Çeşmem






   ذ   Z





41





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Yâ İlâhî sana senden el’ıyâz,
Sensin âhir cümlemize müsteâz.
 





Derd senin dermân senindir şüphe yok,
Derdli kullara yine sensin melâz. 





Cem-i fark eylegil meşhûdumuz,
Cem-ul cem inden bize ver iltizâz. 





Zevk-i küllî pâdişâhım ol durur,
Bize tevhidin ola dâim melâz. 





Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Eyle gel tevhid-i sırfda onu şâz. 





Yâ İlâhî sana senden el’ıyâz,
Sensin âhir cümlemize müsteâz. 





Yâ İlâhî sana senden sığınırız,
Hepimize sığınılacak en son Sensin. 





Hz. Ali kerremallâhü veche anlatıyor:





"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem  vitrinin sonunda şunu okurdu:





"Allahım! Senin gadabından rızana sığınırım, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana (layık olduğun) senâyı saymaya gücüm yetmez. Sen, kendini senâ ettiğin gibisin." [1]





Yaratılmışın yaratıcısını bilme, tanıma ve kulluk etme oranı sayı ile ifade edilecek olursa sıfır makamındadır. Sıfırın kudreti yoktur. Değerini sayıların yanında iken kazanır. Kulun Allah Teâlâ’ya sığınması ve yanaşması onun kadir ve kıymetini ziyadeleştirir. Sayı sisteminde sıfırın geliş yönü sağ ve sol tarafa doğru kıyas edersek sağ tarafta büyürken sol tarafta küçülmesi artar. Onun için hep bir olan Allah Teâlâ’nın sağ tarafında bulunmak ve onun celâl sıfatlarından cemaline doğru meyletmek gerekir. O’ndan O’na sığınmak gerekir.





Derd senin dermân senindir şüphe yok,
Derdli kullara yine sensin melâz. 





Şüphe yok derd senin dermân senindir,
Derdli kullara yine sensin sığınılacak yersin. 





Cem-i fark eylegil meşhûdumuz,
Cem-ul cem inden bize ver iltizâz. 





Görüşümüzü cem-i farkı eylegil,
Bize Cem-ul cem inden lezzet ver. 





“Vuslatı olmayanın marifeti yoktur. Farkı olmayanın da kulluğu yoktur.”  Yani, bir kimse Hakk’a ulaşmadıkça şeriat yo­lunda kalmıştır. O kimse Allah Teâlâ’yı bilmez. Bir kimse Hakk’a ulaş­tıktan sonra geri farka gelip kulluğunu ve zayıflığını bulmamışsa, o kimsenin kulluğu yoktur. Önceki hâli gizli şirkti, ikincisi dalâlet ve dinden dönme yoludur. Tevhit ehli hem ceme varmış hem de farka gelmiş olmalıdır. Nitekim Hüdâyî Sultan buyurur:





Şunun kim cem’i yok irfanı yokdur





Şunun kim farkı yok ilhâdı çokdur





Biri şol Türk’e benzer şehre gelmez





Biri şehr âdemi karyeye gelmez





Hakikatte kemâl ehli hem köye hem şehre gelendir. Şimdi, tevhidin aslı hem cem’e varmış olmalı ve hem geri farka gelip kulluğu ve ilâhlığı birbirlerine perde yapmayıp zayıflığını anla­malı ve kullukta bulunmalıdır. Nitekim Hz. Ali kerreme’llâhü veche buyurur: “Cem’siz fark şirk, farksız cem’ zındıklık; ilhad, cem’ ve fark tevhiddir.” 





 Evliyâullahtan bir âşık, Hakk’a demiş ki; “Yâ Rab, ben yoğum, sen varsın.”  Allah Teâlâ, o kula:





“Ey kulum! Güzel, beni tevhîd ettin. Ya hani senin kulluğun !” demiş.





Şimdi, Hakk’a kavuştuktan sonra geri farka gelip kulluğu bulup kulluğunu ulûhiyyete perde etmemek her âşığın elinden gelmez. Son derece zordur; kâmil mürşide ihtiyaç vardır.





Ey benim canım! Niyâzî-i Mısrî’nin; Müşkili çokdur Niyazi’nin velî biri de bu Zâhid anlasa Hakk’ı zühdü neden olur kesâd dediği, cemden sonraki farka işarettir. Zira cem makamında secde edenle secde edilen bir olur. İbadet eden, ibâdet edilen bir olur. Harf, ses ve söz kalmaz. Bu makamda sâlik, şeriatı gereğin­ce yapamaz, ilhâda meylederek gerçek inançtan sapar.





Buraya ulaşan âşığın yaptığı zühd niçindir? Önce yaptığı Hakk’a kavuşmak için idi; Hakk’a kavuştu, istediğine ulaştı. “Ebrârın iyilikleri, mukarreplerin seyyiatıdır.”  Yani, Hakk’ı iste­yenin iyilikleri, yani ibâdeti, Hakk’a kavuşan âşığa günahtır. Çünkü Hakk’a kavuşan âşığa gerek ibadetler gerekse sülük bun­ların hepsi şirktir. Böyle olunca sona ulaşanların ibadeti ne için­dir, demektir. Şimdi, sona ulaşanlar insan-ı kâmildir, insan-ı kâmil sadece bir kuldur. Niyazi’nin şu mısraı buna işarettir:





“Abd-i mahzam ben tasarruf bilmezem” [2]





Zevk-i küllî pâdişâhım ol durur,
Bize tevhidin ola dâim melâz.[3] 





Bütün zevkim ve pâdişâh o olsun,
Bize tevhidin dâima sığınılacak makam ola. 





“Cüneyd’den arif ve irfan iribâtı hakkında sordular. O da ‘Su konduğu kabın rengini alır’ diye bunu cevapladı. Yâni tâbir caizse -aslında O, o değil, O, O’dur ama- arifin sanki O oluncaya kadar Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmasını kasdetmiştir” [4]





Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Eyle gel tevhid-i sırfda onu şâz.





Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Gel onu tamamiyle tevhidte eşi bulunulmaz kıl.





Aradan çekilirse bir kul, zuhur eyler yüce yaratan. Birliği ve sonsuz kudreti Allah Teâlâ’ya ver, aradan sen çekil demektir.










[1] Ebû Dâvud, Salât 340, (1427); Tirmizî, Da'avât 123, (3561); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 51, (3, 248-249)





[2] (Çeltik, 2004), s.118





[3] Melaz: Sığınılacak yer. Melce'





[4] (KILIÇ, 1995), s.108 (Bkz. el-Fütûhât, II/316, 597, III/8, 55, 161; Fusûs, 225: Ayrıca bkz. S.Ateş, Cüneyd-i Bağdadî: Hayatı, Eserleri ve Mektupları, 79, 85.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar