ÜSTAD CEMİL MERİÇ İLE SOHBET
“Toplumun kalabalıkları ve onlar gibi düşünenler benim kitabımı
okumasınlar; hem ben, ona hiç el sürmemelerini, alışkanlıklarına uyarak eserimi
yanlış anlamalarına yeğ tutarım.” SPINOZA
Röportaj: Hüsamettin Aslan
H. Arslan: Üstadım,
izninizle, sorularıma, hayat konusundaki görüşlerinizi alarak başlamak
istiyorum. Şimdi hatırlayamadığım bir yerde «Hayal» der Levi Strauss, «bir bunalım serisidir». Onu, yani hayatı, Allah katında bir imtihan olarak
niteleyenler de var, tabiî ayıklama kanunuyla açıklayanlar da, Sizce nedir
hayatın anlamı?
Cemil Meriç: Hugo’nun bir
sözünü not etmiştim. «Hayat, mezarların çözdüğü dolaşık bir yumaktır» diyordu.
Buna mukabil şöyle söyler Neyzen Tevfik:
«Çözemez kimse bu
dünya denilen kördüğümü/Yaratan bilir ancak onun içyüzünü./Bir delikten çıkarak
bir deliğe girmekteyiz./önü zulmet, sonu zulmet s…m’şim gündüzünü.» Bu sözlerin
hiçbiri mutlak olarak ele alınmamalı elbette. Hayyam, «Efsane söylediler uykuya daldılar» diyor. Hepimizin söylediği bir efsane var. Hepimiz
bir efsane söyleyip uykuya dalıyoruz. Bu, suale sualle cevap vermek. Bu suale
cevap verilmez. Zor sualler bunlar.
Münker Nekir sualleri gibi… Bir
şairde mutlak hakikat aramak yanlış. Şaiı sözü… İlham var. Sokrat, bütün
düşüncelerinin demon’dan geldiğini söyler. «Benim bir demon’um var, beni o konuşturuyor» derdi. Herkesin bir demon’u var.
Yukarıdaki mısraları böyle anlamalıyız. Belli anlarda doğar şairin içine
bunlar, bazan bir şimşek pırıltısı gelir, aydınlatır insanı. İnsan
aydınlandığını zanneder. Şimşek pırıltısı geçtiğinde daha koyu bir karanlığın
içinde kalır insan.
H. Arslan : Ölüm
hakkında ne düşünüyorsunuz? Ölümün sizdeki teddaileri nedir? Benim aklıma Camus
geliyor. O, «Bu dünyada her şeyden ölüm akıyor; duvarlardan, gazetelerden ve insanlarının
yüzlerinden» diyordu
Başkaldıran İnsan adlı kitabında. İslâmiyet, «Ölüm insanın canını
Rahibine emanet etmesidir; » diyor.
Cemil Meriç: ölüm, ister
istemez karşılacağımız bir sual işareti. Ziya Paşa’nın dediği gibi «Halledemedi bu lügazın sırrını kimse/Bin kafile geçti ulemâdan füzelâdan.»
H. Arslan : Ölümden
korkar mısınız?
Cemil Meriç: Aksini
söyleyemem. Somutlaştırarak anlatmam mümkün değil. Mahiyeti meçhul bir korku.
Aslında bu sorular, benim bütün hayatım boyunca kendime sorduğum sorular. Hiçbir
zaman cevap veremedim. Kimse verememiş.
H. Arslan : Ebediyet
neden sümüklü böceğin izleri kadar aldatıcı olsun? «Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnaklarını kâğıda geçirmek
istiyorsun; kâğıda, yani ebediyete. Zavallı çocuk bilmiyorsun ki edebiyet
sümüklü böceğin izleri kadar aldatıcı» (Bu Ülke, sf. 182) diyorsunuz. İnanmıyor musunuz
ebediyete?
Cemil Meriç: Ebediyet
diye bir şey yok yeryüzünde. Burada şöhret sözkonusu. Bütün şöhretler yalandır.
Ebediyeti şöhret mânasına kullanıyorum. Napolyon mu, Marks mı?
H. Aslan: Kültürler,
genellikle, içlerinde yaşattıkları insanların bunalımlarını çözen kurumlar
yaratmışlar Gazali böyle meseleyle karşılaştığında tekkeye koşar; oysa
Gökalp bunalımlarını çözmek için intihara başvurur. Mesele bir tercih meselesi.
İnsanın fikrî ölçülerini değiştirmesi bence bu. Gökalp, Durkheim’i yani modern
düşünceyi tercih etti. Ben, sizin de aynı tercih problemiyle zaman zaman karşı
karşıya olabileceğinizi düşünüyorum. Bu konuda bizi biraz aydınlatır mısınız?
Aklıma gelmişken söyleleyim, meselenin çağrışımları beni Tanpınar’a götürüyor. Ölmeden
onbeş gün önce günlüğünde şu soruyu soruyor kendisine: «Tanrı’ya inanıyor muyum? Evet.»
Cemil Meriç: Ziya Gökalp
Gazalî değildir. Gökalp minnacık bir adamdır. Elindeki imkânlarla başka çaresi
yoktu. İster İstemez intihar edecekti. İntihar bazı devirlerde, bazı çağlarda
bir mecburiyettir. Elindeki anahtarlar hiçbir kapıyı açmıyor. O da Mavi Sakalın
Kırkıncı Odası’nı açıyor. Sık sık bu meseleyle ben de karşı karşıya geldim,
ama korkak olduğum için intihar edemedim. Bu büyük meçhul beni ürküttü. Ben
düşünceyi bir bütün olarak ele alırım. Memleketten memlekete değişmez. Ziya
Gökalp’le Gazalî arasında mahiyet farkı var. Ziya Gökalp, batının sofra
artıklarıyla geçinen bir zattır; onları atıştırır, zaman zaman da kusar. Peyami
Safa’nın çektiği ruh çilesini çekmemiştir. Sahtekârdır. Her devirde dalkavukluk yapmıştır. Talat Paşa’ya ve
İttihat Terakki’ye meselâ. Tarihin şımarttığı bir adamdı.
Ben daima
intihar düşüncesi içinde yaşadım. İntihar beni dâüssıla gibi takip etmiştir. Şimdiyse,
intihar bile edemeyecek haldeyim. Hayyam’ın dediği gibi, bir masal anlattık
çağdaşlarımıza ve geçip gideceğiz. Noktalayacağız bir gün.
Tanrı
sorusuna cevap veremem. Tanpınar bahtiyar bir adamdı. Bu soruya cevap vermiş, inanıyorum da inanmıyorum da.
Bunlar matematik birer realite değil ki. Zaman zaman inandım. Ama ne
kadar inanıyorum, bilemiyorum. Eğer Tanrı olmazsa hayat bir curcuna oluyor.
İntihar tam bir hal çaresi oluyor o zaman. Camus’ün yaptığı da bu. Sisyphos
Efsanesi’nde söylediği gibi, ya inanacaksın ya intihar edeceksin. Üçüncü bir
hâl çaresi yok. Bunlar
kaypak kavramlar. Kim ne kadar inanır bilinmez. Tanpınar benden aydınlık
görüyor ve «evet» diyor, inanıp inanmadığımı bilemiyorum. Müslümanım, Müslüman bir çevrede doğdum. Ancak ne
kadar inanıp inanmadığımın cevabını mahşer günü bilebileceğim.
H. Arslan : Cemil, Meriç
külliyatında el atılmayan düşünce devi yok gibi, İbn Haldun’la Marks; Cevdet
Paşa’yla Weber; Cemalettin Efgani ile Ali Şeriati içiçe bu külliyatta. Yani,
idealizmle materyalizm, laiklikle din, doğu ile batı. Bence zorlu ve çetin bir
yürüyüş bu. Eklektik bir düşünür, kendini parçalamış, çatlamış aynalarda
seyreden ve bunun verdiği acıyla kıvranan bir aydın diyebilir miyiz sizin için?
Arkasından sözkonusu parçalanışınızın ülkemizle ilgili yanları sökün ediyor. «Benim trajedim şu birkaç satırda; sevebileceklerim (yani
sosyalistler) dilsiz, dilimi konuşanlarla (yani sağcılarla) konuşacak lakırdım
yok» —parantez içleri soruyu soranın— «Sağ
okumuyor. Boşuna bağırıyorum. Sol diyalogdan kaçıyor» Nasıl oluyor
da hem Büyük Doğu kadrosundan hem de Yön kadrosundan olabiliyorsunuz? Neden
buna mecbur hissediyorsunuz kendinizi?
Cemil Meriç: Bu
kelimeleri tarif etmeden kullanmak hata. Ben Türkiye’de gerçekten sosyalist
olabileceğini sanmıyorum. Bir parça eklektiğim. Her aydın bir parça
eklektik olmak zorundadır, insan bütündür. Evet derseniz biter. Halbuki aydın
olmak başka şey. Aydın olmanın insana yüklediği büyük sorumluluklar var. Bu
sorumluluğun idraki başka, uygulama imkânı başka. Belki ben aydın olmanın
sorumluluğunu idrak ediyorum ama, icaplarına ne kadar uyuyorum bilemem.
İnsan çok meşhullü bir problemdir.
Mesela dilimle Büyük Doğu’ya mensubum. inançlarımın bir kısmıyla da öyle. Yön
de bir tarafım benim.
H. Arslan : Yön’le
paylaştıklarınız?..
Cemil Meriç : önce
pozitivizm. Akla fazla önem verişim. Meselâ Rıza Tevfik, Tevfik Fikret zaman
zaman bir anlamda Yön’cüdürler. Bu problemde o kadar meçhul var ki… İnsanla
ilgili hiçbir problem basit değil. Mesela Necip Fazıl’ı severim, ama Doğan
Avcıoğlu’nu sevmem.
H. Aslan: Geçmişte
sosyalist olmanızla Yön arasında bir bağ kurulabilir mi?
Cemil Meriç: Ben hiçbir
zaman sosyalist olmadım. Bilhassa materyalist hiç olmadım.
H. Aslan: «Kimim ben?»
diye soruyorsunuz günlüğünüzde kendinize ve insanı kanser edecek ağırlıktaki bu
soruyu şöyle cevaplandırıyorsunuz: «Hayatını Türk irfanına adayan münzevi
ve mütecessis bir fikir işçisi.» Sene 1974. Türkiye gibi Ortadoğu’nun göbeğinde bir
ülkede, bu yamalı bohçada bir düşünür için yukarıdaki cevabınız yeterli mi?
Kimsiniz siz? Kimlik sözkonusu olduğunda sorulacak bütün sorulara cevap
verebilecek bir düşünür mü, yoksa arafta bir yalnız mı?
Cemil Meriç: Arafta bir
yalnızım.
H. Aslan: Umrandan
Uygarlığa adlı kitabınızdaki müthiş makalenizi, Ruşen Eşref’in «Diyorlar ki»
adlı kitabını esas alarak yazdığınız «Diyorlar ki» başlığını taşıyan yazınızı
düşünüyorum. Elimden gelse herkese okurdum bu yazıyı. Benim çağdaşlarım
Gökalp’in bir Delf kâhinine benzediğini sizden öğrendiler. Peki ama hocam,
orada sözünü ettiğiniz Türk aydınlarıyla sizin aranızdaki fark nedir? Bu
Ülke’de Peygamberden «Muhammed [sallallâhü aleyhi ve sellem] » diye
söz etmiyor musunuz? Bir batılının konuşma veya yazma biçimi bu. Hemen arkasından,
İslamiyetle ilgili olarak yazdığınız, hepsi birer manifesto niteliğindeki
yazılarınız geliyor aklıma. Çelişki bu.
Cemil Meriç: Benim Peygamberin şahsına saygım çok büyük. O kadar
büyük ki… Muhammed isminin önüne bir sıfat eklemek saygısızlıktır. Böyle
düşünmüşümdür hep. «Hazret» herkes için kullanılabilir. Bu kadar fani
sıfatların O’nu vasıflandıracağına kani değilim.
H. Aslan : Müchner’in
Madde ve Kuvvet adlı kitabının düşünce dünyanızı, bir anlamda kişiliğinizi en
çok etkileyen kitaplardan biri olduğunu söylüyorsunuz. İslamiyet’in size
açıklamadığı şey neydi de bu kitaba dört elle sarıldınız? Kaderiniz bence,
kimlik bunalımlarını okudukları kitaplarda çözümleyen binlerce insanın —sağcı,
solcu, idealist veya materyalist olmaları bir şey değiştirmez— kaderleriyle
aynileşiyor. Okumakla olmak neden aynileşsin? Bir düşünceyi öğrenmek aynı
zamanda bir yaşama biçimini öğrenmektir. Doğru. Ancak o yaşama biçimini icra
etmek değil. Pratik hayatta kendilerini yaşayabilme imkânını sağlamıyor bize
okuduklarımız.
Cemil Meriç : Biraz fazla
altını çizmişim «Madde ve Kuvvet»in. Sözün gelişi öyle yazmışım. Onsekiz
yaşında bir insanı çarpar elbette. Bütün hayatımı etkileyen bir tesiri
olmamıştır üzerimde. Belli bir çağda etkilemiştir beni. Hayatıma şâmil
değildir. Bulûğ çağında, ilk defa rastlanan güzel bir kadının insan üzerindeki
etkisi bu. Ama babam için aynı şeyi söyleyemem. Babama okuttum, ruh dünyasında
kötü akisler yaptı. Babam hacıydı ve mûtekid bir insandı. Üzerinde resim var
diye, eve gelen kibritlerin resimli kapaklarını yırtardı. Onun üzerinde
tesirli oldu bu kitap, benim üzerimde değil. Evladım, kelimeler hiçbir şey
ifade etmiyor, görüyorsunuz; yani hem yalan hem doğru bunlar.
H. Aslan: Günlüğünüzde
yazdıklarınızla kitaplarınızda yeralan düşünceleriniz arasında çelişkiler var.
Russel, «Bir düşünce sistemi» der, «eğer yüzdeyüz tutarlıysa, o düşünce sistemi
toptan tutarsızdır ya da ilmi değildir.» Bu tesbit «Batı Felsefesi
Tarihi»ndeydi sanırım. Çelişkileriniz son tahlilde normal olarak da kabul
edilebilir. Kitaplarınızdan birinde, «Yobaza
düşmanlık tarihe düşmanlık. Yobaz en güzel taraflarımızla biziz, biz.»diyorsunuz.
Eserlerinizde bu türden yüzlerce ifade gösterebilirim. Oysa günlüğünüzde, «Solun kadir naşinas davranışı beni ister istemez
gericilerin, kucağına değil, yanına itti.» şeklinde beyanlarınız
var. Gericilik nedir, sağ nedir? Yeni Devir gazetesi hangi çizgidedir?
Müslümanlık nedir ki böyle söylüyorsunuz?
Cemil Meriç: Yeni Devir pek ciddi bir intiba
bırakmamıştır üzerimde. Mesela, Cumhuriyet’te yazmayı tercih ederdim. Gerici
benim. Sağ’a antipatim yok. Sağ mezarlık bekçisi. Eskinin devamını ister sağ.
Halbuki hayatın kendisi daima yeniye müteveccihtir.
H. Aslan: Marksizme
yaklaşımınız oldukça farklı, sizce yalnızca bir düşünme biçimi. Ortodoks marksizme
ateş püskürüyor yazılarınız. Ortodoks olmayan marksist düşünürler ise daima tam
not alıyor sizden; Rodinson, Schumpeter ve diğerleri… Ancak, yine de marksist
düşünceyle birçok şeyi paylaşıyorsunuz. Bunların başında düşünüş biçiminiz var
bence. Genç Cemil Meriç’ten olgun Cemil Meriç’e uzanan çizgide değişmeden kalan
tek unsur düşünme biçiminiz, yani diyalektik yöntem. Bilgi problemine bakış
açınız marksizmden izler taşıyor. Meraklı okuyucular, Mağaradakiier adlı
kitabınızın 301., Ümrandan Uygarlığa adlı kitabınızın 231-261. sayfalarına
bakabilirler. Ayrıca, Kırkambar adlı eserinizde, Proudhon’u yazarken
yaşadığınız iç hazzı geliyor aklıma. Düşünürken ve yazarken, «önce eylem vardı» diyorsunuz
diğer sosyalistler gibi. Önce eylem vardı; yani, yani hayat vardı, maddî
gerçeklik vardı. Bilginin kaynağının materyalist açıklaması bu. Modern bilimin
bu ilkeye dayandığını kabul ediyorum. Doğru, bilimin nesnesi, araştırma nesnesi
maddedir. Ama bu düşünme biçimi, İslâmiyet, evet, kitaplarınızda sıkça
vurguladığınız İslâmiyet sözkonusu olduğunda çelişkilerinizden birini
doğuruyor. Tehlikeli bu, İslâmiyet açısından. Tehlikeli, çünkü vahyi dışarıda
bırakıyor. Bir şey daha var: «Ümrandan Uygarlığa»da (sf. 366, dipnot), Marks’ı
Şerif Mardin’e karşı savunabiliyorsunuz.
Cemil Meriç : Hayır, bende değişmeden kalan diyalektik
değildir; insan düşüncesine saygıdır.Ben insan düşüncesini İbn Haldun
gibi ikiye ayırıyorum : inşa ve haber. Haber’e olduğu gibi inanılır, inşa ise yorum demektir
ve tartışmaya açıktır. Marks da İbn Haldun ve Farabî gibi büyük düşünce
adamlarından biridir. İmtiyazlı bir mevki! yoktur. O da bir insandır ve
hataları vardır. Düşünen bir adamdır. Bilhassa polemik içinde ve düşmanlarıyla
savaşarak düşünen bir adamdır. Düşünen hiçbir insan tarafsız olamaz. Marks’ın
da hataları vardır. Proudhon’u Saint-Simon’u Marks’tan daha çok severim. Sert, dövüşken, haşin bir adamdır Marks, Musevi
asıllıdır ve bunun düşüncelerine büyük etkisi vardır.
H. Aslan: «Otobiyografileri
hep şüpheyle karşılarım. En masumları, ihtiyar nazeninler gibi aşırı bir
tuvaletle çıkar tarih karşısına. Talleyrand doğru söylüyor galiba: Dilin görevi
hakikati gizlemektedir.» (Bu Ülke, sf: 197) Sizin otobiyografiniz için de
geçerli mi aynı şey?
Cemil Meriç: Benimki için
geçerli değil. Çünkü hiçbir siyasi hareket içinde bulunmadım. Ailem ve
çocuklarım için de öyle. İlmi namusumu az çok muhafaza etmişimdir. Talleyrand
bir politikacıydı. Tarihin en namussuz, en zeki adamlarından biridir.
Talleyrand yükselmek istiyordu. Politikanın dili
gizliliktir. Benim yükselmek gibi bir amacım olmadı.
H. Aslan: Mülkiyet
karşısındaki tavrınız nedir? Daha önceki bir konuşmanızda, «Ben müslüman sosyalistim» demiştiniz.
Bu sözünüz bana gençliğinizin Tarık Mümtaz’ını hatırlatıyor. Onun, İslamî
Sosyalizme Doğru adlı bir risalesini okuduğunuzu belirtiyorsunuz. (Bu Ülke
Beşinci baskı, sf: 29.) Müslüman sosyalizmi pek
itibar görmüyor bugün Türkiye’de.
Cemil Meriç : Sosyalizm Türkiye’de yaşamak için İslâmî
bir veçheye bürünmek zorundadır. Mülkiyet konusunda Saint-Simon gibi düşünüyorum.
Mülkiyet daima tahdit edilmelidir. Topluma faydalı olduğu sürece yararlıdır.
Yani herkes kendi zevki için tüketim yapamaz. Mülkiyet toplumundur. Onda, bizden önce gelenlerin de, bizden sonra geleceklerin de
hakkı vardır. İslamiyet de sosyalizm gibi düşüncede bir devrimdir.
H. Aslan : Stendhal
eline kalemi alır, ilham gelmesini beklermiş yazarken. Siz nasıl yazarsınız?
Cemil Meriç: özel bir
merasime tâbi değildir. İlham da beklemem.
H. Aslan : En belirgin
özelliklerinizden biri dil konusundaki hassasiyetiniz değil mi?
Cemil Meriç : Bir yazar
olarak dili muhafaza etmeye çalışırım. Bu konuda titizim. Hayatımın mânası bu.
H. Aslan: Türk Sağı’na ve Türk Solu’na tavsiyeleriniz nelerdir?
Cemil Meriç: Türkiye’de sol’un sağlaşması, sağ’ın
sollaşması gerekir. Sağla sol arasında büyük bir fark yoktur. Gurur
dargınlıkları ve benzeri şeylerden doğan ayrılıklar. Birbirlerine
yaklaşmalıdırlar.
H. Aslan: Ama, bugün
bunun tam tersi ortaya çıkıyor.
Cemil Meriç: Ben bu
kutuplaşmaya karşıyım. Kutuplaşma yobazlıktır.
H. Aslan: Üslubunuz
efendim?
Cemil Meriç: Üslubum kendimdir.
Benliğim, bütün hüviyetimdir. Yazdıklarım kadar yazış biçimim de önemlidir.
H. Aslan: Şiirin
tornasından geçmiş bir düşünürün üslubu diyebilir miyiz?
Cemil Meriç: Yıllarca
şiir yazdım.
H. Aslan: Cemil Meriç
Türk nesrine Fransız sentaksını getirdi, deniyor doğru mu bu sizce?
Cemil Meriç: Olabilir.
Fransızca’yla o kadar çok temasım oldu ki… Ben farkına varmadan bir etkisi
olmuş olabilir Fransızca’nın. Edebiyata tercümeyle geçtim. Bir şuuraltı tesir…
H. Aslan: Yazılarınızı
başka birine dikte ettiriyorsunuz. Konuşuyorsunuz yazılıyor. Yazılarınızda
konuşma cümleleri ağırlıkta. Dikte ettirmenizden mi geliyor bu özellik?
Cemil Meriç: Üslubum
kendim yazıyorken de, yani gözlerimin kapanmasından önce de böyleydi.
Sanmıyorum.
H. Aslan : Üstadım,
şiiri neden bıraktınız?
Cemil Meriç: Sevdiğim
şairler vardı. Pınarbaşları tutulmuştu. Onlardan daha büyük olamayacağımı
hissettim. Nazım, Yahya Kemal, Necip Fazıl. Halbuki nesirde bana rakip
olabilecek bir zirve yoktu.
H. Aslan: Şiiri
bırakışınızın tarihini hatırlıyor musunuz?
Cemil Meriç : Acaba
bıraktım mı? Söyleyemem ki bunu. Nesri şiir haline getirmeye çalıştım.
H. Aslan: Büyük yazar
olmak için sizin hayat çizginize benzer bir yolu katetmek gerekir mi?
Cemil Meriç: Gerekir.
Acılar insan ruhunu biliyor. Acı çekmeyen insan olamaz.
H. Aslan: Sizin için
demokrat diyebilir miyiz?
Cemil Meriç: Elbette
evladım. Gerçek bir demokratım. Liberal ve demokratım.
H Aslan: Yazılarınızdan birinde, «Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir
ülkede» yaşadığımızdan söz ediyorsunuz.
Cemil Meriç : Evet. En kötü yanımız, müsamahakâr olamayışımız Herhalde Moğollar’dan
kalma bize.
H. Aslan: Liberal terimini hürriyet anlamında mı kullanıyorsunuz?
Cemil Meriç : Evet.
H. Aslan: Aydınlarımız
konusunda söyleyecekleriniz var mı efendim?
Cemil Meriç: Bu konuda söyleyeceğimi söyledim galiba.
Türkiye’de aydın yoktur. Çünkü mesuliyet yoktur. Taşıma suyla değirmen
döndürüyoruz.
H. Aslan: Bir
denemenizde kitapları kadınlara benzetiyorsunuz. Neden başka bir varlığa değil
de kadına?
Cemil Meriç: Hayatımda
iki önemli varlık var: Kadın ve kitap. İkisi de insan. Yani, bunları teke irca
edebiliriz. Kadın da insan, kitap da insan.
H. Aslan : «Her kitapta kendimizi okuruz, kendimizle yatarız her kadında»
diyorsunuz. Neden kendimizle yatarız her kadında?
Cemil Meriç : Kadınla bir parça bize yakın olduğu ve bizi sevdiği için yatarız. Hayvanlar
çiftleşir, insanlar birleşir, tekleşir. Her insanda binlerce insan vardır.
Kadın ve erkeğin biraraya gelmesinde, bu binlerce insandan yalnızca birer
tanesi birbiriyle kaynaşır ve anlaşır. Aynileşirler.
H. Aslan: Kitabı kadına benzeten başka bir düşünür hatırlıyor musunuz?
Cemil Meriç: Hatırlamıyorum.
H. Aslan: «Bana okuduğum kitapların en güzelinin
hangisi olduğunu soruyorsunuz, söyleyeyim: “Annemdir” der Abraham Lincoln.
Annenizden hatırınızda kalanlar neler?
Cemil Meriç: Muhterem bir
hanımdı annem. Babamla akrabaydılar. Babamın dedesi Dimetoka müftüsüydü. Benim
soyadım aslında Hocazâde’dir. Soyadı kanunuyla değiştirildi. Bu soyadı Hafız
Idris Efendi’den geliyor. İlk mektebi bitirmişti annem. Çok zengin bir masal
dünyası vardı ve masallar anlatırdı bana. Hassas bir kadındı. Bende de var aynı
hassasiyet ve bu annemin bendeki etkisidir.
H. Aslan: Zaaflarım
diyebileceğiniz özellikleriniz neler efendim?
Cemil Meriç: Çok. Baştan aşağı zaafım. Lüzumundan fazla hassasım. Çabuk kızarım, çabuk
darılırım, çabuk sevinirim. Okumaya düşkünüm. Her insan gibi, belli bir ölçü
içinde kadınlara zaafım var. Beş kardeşiz. Ailenin yaşayan tek erkek evladı benim.
Bu yüzden biraz şımarık büyümüşüm-
H. Aslan: Aşka
inanıyor musunuz?
Cemil Meriç: Elbette.
İnsanlar arasındaki biricik insani his aşk. İnsanı insan yapan aşktır.
H. Aslan: Kadınlara
bakış açınız nedir?
Cemil Meriç: Büyük bir
saygı ve sonsuz bir sevgi. Kadın erkekten daha yüksektir bana göre. Erkek kadın eşitliği yoktur. Vazife taksimi vardır.
Kadın vazifeleriyle üstündür.Fedakârlığıyla, sadakatiyle. Hayatımdaki önemli
varlıklardan biri kadın diğeri kitap.
H. Aslan: «Bir kadınla
yemeğe mi çıkıyorsunuz» der Nietsche, «sakın kırbacınızı yanınıza almayı
ihmal etmeyin.»
Cemil Meriç : Budala. «İnsanın Tanrı
olmadığının tek belgesi göbekaltıdır» diyor bir yerde de. Küçüklük
duygusundan ileri geliyor onun bu özelliği. Kadın bahsinde hiçbir zaman
tatmin olmamıştır. Dâvet edildiği düğünde, geline evlenme teklif eder.
Salaktı hazret.Dâhi bir salak. Tam bir erkek değildi; çünkü tam bir insan değildi.
Farkında olmadığı bir zaafı vardı kadına. Delirdi zaten.
H. Aslan: Kadınlar bahsinde
hayatınızdaki en büyük yeri işgal eden kadın kimdir efendim?
Cemil Meriç: Ölenlerden
karım Fevziye, yaşayanlardan, Lamia. Karımı çok severim. Kırk yılın üzerinde bir
beraberliğimiz oldu onunla. Fevziye tam bir aile kadını, mükemmel bir anneydi.
Daima rahmetle anarım. Sakin bir zevceydi. Roma’yı Roma yapan asil ve büyük
kadınlardan biriydi. Menteşoğulları boyundandı.
H. Aslan: Lamia
Hanım’dan sözeder misiniz?
Cemil Meriç: Son derece
sevdiğim ve son derece saydığım müstesna bir insandır. İnsanlar arasındaki
yerini bulamamıştır. Talihsiz bir izdivaç yaptı. Hz. Ebubekir soyundan
geliyor. Son derece fedakârdır. Hastalığımda bana gösterdiği şefkat
emsalsizdir. İnsanlığın yüzünü ağartan bir fedakârlık. Mükemmel bir hocadır. Hayatımın en mükemmel arkadaşı. Talihim
benim. Karım öldükten sonra onun yerini ancak Lamia Hanım doldurabilirdi.
İngilizce öğrenimine dört yaşında başlamıştır. Ana mektebini ve Arnavutköy Kız
Koleji’ni birincilikle bitirmiştir. Hasan Ali Yücel döneminde başarılı
öğrencilerin diplomalarını Roosewelt imzalardı. Diplomasında Roosewelt ve Hasan
Ali’nin imzaları var. Çok mükemmel bir İngilizce hocasıdır Lamia. Tanpınar’ın
öğrencisidir, Reşat Nuri ile akrabadırlar.
H. Aslan: Kızınız
efendim?
Cemil Meriç: Kızım
mükemmel ve emsalsiz bir evlattır. Talihim bu Bedbahtlık içinde bahtiyarım.
H. Aslan: Ne tür
müzikten hoşlanıyorsunuz?
Cemil Meriç: Umumiyetle
alakurkayı severim. Sevdiğim bir insanla dinlemeliyim müziği. Sevdiğim insanla
birlikte dinlediğim müziği severim, ister otobüs müziği olsun ister klasik.
Farketmez. Türkülere özel bir zaafım yok. Ama sevdiğim türküler de var.
H. Aslan: Hangileri
mesela?
Cemil Meriç: Şu anda
sıralayamam.
H. Aslan : Sevdiğiniz
yemekler neler?
Cemil Meriç: Lamia’nın
pişirdiği yemeklerinin hepsini severim. Bilhassa bulgur ve etle yapılan
yemekleri. Bütün yemeklerini severim Lamia’nın. Ümit’in pişirdiklerini de
severim.
H. Aslan: Sigarayla
aranız nasıl?
Cemil Meriç: On yedi
yaşımdan bu yana sigara İçerdim. Günde üç paket. Sonra bıraktım. Lamia’nın
yüzünden tekrar başladım. En son olarak da hastalanınca bıraktım. Şimdi
içmiyorum.
H. Aslan : Lamia Hanım
yüzünden?
Cemil Meriç: O içiyordu
çünkü.
H. Aslan: Şu anda
seyahat etme imkânınız olsaydı hangi ülkede olmak isterdiniz?
Cemil Meriç: Fransa’da.
H. Aslan : Neden
Fransa’da?
Cemil Meriç : En çok
Fransız kültürüyle temas halinde oldum. İnsanlarını severim. Altmış küsur
yıldır Fransızcayla uğraşıyorum. Lamia’yla O’nun memleketi olan Şam’a da gitmek
isterdim mesela.
H. Aslan: Kitaplarınıza
çocuklarınız hissiyle baktığınız oluyor mu?
Cemil Meriç: Fazlasıyla elbette. Onlar da çocuğum. Kafamın gönlümün çocukları.
H. Aslan: Kitaplarınız
arasında tercih yapabilir misiniz?
Cemil Meriç: Yapamam.
Ancak Hind Edebiyatını çok severim. Sonradan «Bir Dünyanın Eşiğinde» adıyla
basıldı. «Bu Ülke»yi de severim. Düşüncelerim tohum halinde Bu Ülke’dedir.
Hayatımın bütün tecrübesi…
H. Aslan: Yeni bir
çalışmanız var mı?
Cemil Meriç: Evet. Yeni
bir kitap hazırlıyorum, «Umrandan Uygarlığa»nın tersi, «Kültürden İrfana»
olacak adı. «Umrandan Uygarlığa», geçmişten bugüne idi, yeni kitabım bugünden
geçmişe. İrfan biziz, kültür Avrupa. Batı’dan Doğu’ya gibi bir şey.
H. Aslan : Benim sormadığım, sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Cemil Meriç: Her cevap noksan. Cevaplamak ayıklamaktır.
İnsanlara verebileceğim mesaj bu.
Sh: 586-592 Allah
Teâlâ, rahmet eylesin. Âmin
Kaynak:
YAZARLAR BİRLİĞİ Türkiye kültür ve sanat yıllığı 1986 YAYINLAYAN VE
YÖNETEN: Yazarlar Birliği a. D. Mehmet DOĞAN Mart 1986-Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar