ALINYAZISI SAATİ ( 1979-1988) Sezai Karakoç
(Onüçüncü Sağnak: kış sağnağı.
Ölüm.
Ölüm.
Sonra çark bir daha dönecek: diriliş.)
Ve
Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı
şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında
bir krater saklayan şehir.
Kalbime
bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne
diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani
Şam'dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin
Süleyman Peygamber'in kabrine
Ruhları
aydınlatan bir lâmba
İfriti
döndürecek insana:
Söndürecek
canavarın gözlerini
İfriti
döndürecek insana
Ve
Kudüs'ü terkettiğin o ikindi
Birinci
Cihan Harbi günü vakti
Kan
sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı
dağlardan indirdiğin atların
Bir
evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin
perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor
yere inen saçları
Göğü
yırtan kefen beyazı elleri
**
Ve
Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı
şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile
dönmüş türbelerin demiri
Zamanın
rüzgâr gibi esen zehriyle
Ve
yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar
işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar
Lût şehrinden kaçar gibi
Tuz
heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş
minarelerin azabıyla
Yıkılmış
cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve
şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık
burada taş bile durmak istemez
Ve
ay'ı görmek istemez zeytin ağaçları
Eğilerek
selâmlamazlar hilâli hurmalar
Artık
ne Zekeriya ve ne İsa var
Sararmış
bir tomar mı mucizeler
Ölülerin
dirilişi şifa veren kelimeler
Ve
ne de Miraçtan bir iz
Yerden
yükselen kaya
**
Ve
Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır
yaprakların, çelik gövdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir
köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan
çiçeklerin şehri.
Gülle
kusuyor ana rahmi
Bomba
parçalıyor beynini bebeğin.
Tanklar
saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak
var gök yok utanç var
Ve
kime karşı bütün bunlar
Masûm
insanlara karşı
Binlerce
yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve
kim tarafından bütün bunlar
Roma'nın,
Babil'in, Asur'un ve Firavunların
Ve
nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime
olan öcünü mazlûmdan almak
Zalim
olmak ve en zalim olmak
Ve
artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden
okunan Tevrat hükümleri
Karaya
boyanmış Mezmurlar
**
Ve
Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun
Göklere
kaçmış hayaliyle
Bir
pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir
başka âleme göçmüş hakikati
Tanrı
katına varmış
İki
elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm
istemiş
Yeryüzüne
yeryüzü kadısına
Hüküm
ki:
Haksız
yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir
Ve
haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve
fitne, Arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten
Fitne
bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden
fesat kalkıncaya kadar
Ey
insanlık, ey insanlar
Ey
gündüzden daha gündüz,
Hakikatten
daha hakikat Müslümanlar.
Ne
kadar uzaktık Dicle'den
Çok
yakınında doğmuşken
Dicle
ki aşağılarda köpüklerinden
Bir
şehir doğurmuş Bağdat'tır bu senin ülken
Bağdat'tır
bu kardeşim senin ülken
Ayın
Dicle'ye düşüp toprağa yükselmesi yeniden
Ayna
koparmak boyuna ayna koparmak güneşten
Açık
ve seçik bir fetih kılıçla yarılan güneşten
Senin
şehrin benim şehrim ve hepimizin şehri
Bir
nehrin şehri ki bizi yıkamıştır ruh ve beden
İçimizde
akmıştır gece ve gündüz demeden
Gövdesinde
izler benekler taşır Kara Âmid kalesinden
Yaralar
kaplan derisini cam gibi süsleyen
Gönül
yaraları fizikötesinden
**
Ve
bir şehir ki haber verir
Gök
yaratılmadan önceki gökten
Zebercet
seslerin ev kafesi oluşu
Diş
diş bahçe parmaklıkları gümüşten
Hurmalar
Dicle'nin çiçekleri peygamber armağanı
Veliler
armağanı Bağdat'a doğru gelen
Boyuna
gelen bin yıldan beri
Bin
bin yıl daha öteye giden
Altın
palmiyeler sulh ve sükûn defneleri
**
Görmedim
Bağdat'ı ne kadar görmek istemişken
Bizi
mahrum bırakmışlar birbirimizden
Kendimiz
mahrum bırakmışızdır kendimizi kendimizden
Bağdat
ki Kerbelâ şehitlerinin kanıdır harcı
İslâm
Uygarlığının Başkenti
Harun
Reşit barışı
İmam-ı
Azam adaleti
Cüneyd'in
gözleri
Geylâni'nin
gönlü
Ve
Halid'in zikri
Binbir
gece ülkesi
Binbir
gündüz gerçeği
Fuzuli'nin
günü
Leyli
vü Mecnun nefesi
Ve
Hallaç-ı
Mansur'un kanıyla besli
Gece
meleği
Yaksam
bütün lâmbaları
Çağırmak
üzere ateş pervanelerini
Fitili
kıssam ışık baharını
Yanmasın
aşıkların yüreği
Bir
aldanışla bir yanışla
Ulu
bir kanışla bir yanışla
**
O
çocuğun kederini biliyorum
Kaderi
bir ağıt gibi sızdıran gönlüne
Bağdat
bir sarnıca ine ine
Yaklaşıyor
yeniden derinden derine
Çarpılmanın
mermerine
**
Alçılar
kırılıyor Lût gölü tuz gibi
Dicle
kara bir fırtınada dönüyor fırdolayı
Çatlayan
toprak karanlığın anası
Ve
su, kurumuş çiçeklerin damıttığı
**
Kitap
yüklü develer boğuldu
Ateş yüklü atlar yüzerken yandı
Kördüğümdür
halifenin sırrı
At
nallarının altında
**
Kuşlar
ki boğazları tıkanmış mercandan
Kıyamet
habercisi çıkardığı seslerle
Zeytin
ezmesi sergisi sonsuz bir asfaltta
Bilyeler
üstünde kayan otomobiller göçünde
Bir
halk gidiyor burdan bilinmeyen bir yere
Hâtıralarını
savurarak sıcak bir rüzgârın küllerine
**
Ve
haberci diyor ki: n'oldu Bağdat
Nerde
onu koruyan sur ve perde
İnsan
ki yaşar eserde
İnsan
nerde ve eser nerde
**
Devrilen
her taş benim taşım
Yıkılan
her ev benim
Benden
yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorum
Yıkılan
benim
**
Ve
haberci diyor ki: yıkılan benim
Taşta
suda hurmada
Kuş
boğazında
Otomobil
tekerinde petrol zerresinde
**
Her
zerrede ölen benim
Ölen
Bağdat benim
**
Ve
diyor ki haberci:
Yanan
ay sönen gün benim
Çöken
akşam gelen geceyim ben
Neden
anlamadın bütün bunları sen
Ey
Bağdat'ın altın anahtarını küle çeviren
Deniz
köpüğünden kurulmuş kubbeler altında
Yıkayan
hatıraları incir kamaşmalarıyla
Zeytinde
tutuşan akşam mavisi ağıtlar
Güveyi
çamaşırları kadar andırıyor baharı
**
Yerin
altında bir şehir var yaza mahsus
Rüyalar,
pınarları güneşle karıştırıp sayıklar
Ruhumuz,
kıyamet aşısıyla damgalı damar damar
Kabirlerde,
eski taşlarda, mahzenlerde mahpus
**
Ben
Şam'ı bin yıl öncesinden bilirim
Annemin
sütü kadar yakın bana
Babamın
uğradığı son antik çarşı
Dedemin
kılıcını dayadığı surlarına
**
Ey
kalbimin içinde uyuyan şehir
Hiç
bir uçak hiç bir tren hiç bir otomobil
Hiç
bir muştu hiç bir belge hiç bir kanıt hiç bir
Seni
alıp bana getirmemiştir
(Beni
alıp sana gelememiştir)
**
Niçin
göçtün benden ve nereye
Yükleyip
gittin ağır kervanını
Neden
aldatmadın karanlığın bezirganını
Boyanmış
olan sarıya kızıla griye
**
Peygamberlerin
türbeleri makamları
Mahallelerinde
ağaçlarla çevrili
Altından
suların aktığı
Bir
sırrı fısıldayan yeşil rüzgârı
**
Tevrat
çizgisi Zebur yankısı
İncil
sesi Kur'an nefesi
Şam
sokaklarının sabah öncesi
Ve
güneşi yere indiren öğlesi
**
Atların
aşık kemiğine kadar çıkmıştı
Seni
son koruyanların kanı
Taşıdıkları
yeşil peygamber sancağı
Dalgalanmıştı
sağnak sağnak tepelerinde
**
Şehirde
adım adım savaş...
Sokak
sokak gerileme ve çekiliş
Maveraünnehir'den
gelip de durmuş
Huzurunda
peygamberlerin. Şimdi geri gidiş...
**
Nereye
gidiş? Şehitler ülkesine elbet
Vahyin
kanatlarıyla sedefleşen yer
Gecenin
günün ortasında cennetler
Sonsuz
balkonlardan gül saçılışı sepet sepet
**
Yeniden
doğuş diriliş sûru çalınca
Benim
geri döneceğim şehir Şam'dır
Bir
Başşehre döner gibi dönecek askerler
Belki
yorgun, fakat neşelerin en neşesiyle
**
Fırat
sana geldiği zaman
Nasıl
karşılayacaksın onu
Dicle
sana geldiği zaman
Bir
diriliş başlangıcı Bir kıyamet sonu —
Nasıl
karşılayacaksın onu
**
Taşlarının
içindeki cevher
Kederimin
madeninden
Toprağın
ruhumun yeraltında gezer
Bir
gelgit depreminden boğazıma yükselen
**
Şam
Şam Şam
Sana
hangi kadırgamı göndersem
Sana
hangi çektirimi yollasam
**
Sana
hangi kucağımı uzatsam
**
Bir
nar gibi koparılan Şam
Yabancı
ellerce gerçek dalından
Güneşten
ayırıp götürülen geceye
Renginden
ruhundan anısından soyulan
**
Atların
aşık kemiğine kadar çıkmıştı
Dünya
yüzüne Allah adını yazan kan
Bir
kan ki, İlgaz, Erciyes, Ağrı, Süphan
Dağları
ırmaklarından akmıştı coşkun coşkun
**
Ve
sonra ne yazık sonbahar büyük bozgun
Çıkageldi
Büyük Halk ve Büyük Yurt için
İstanbul'u,
Bağdat'ı, Şam'ı kaplayan mâtem için için
Kanatlarıyla
siyah siyah bir kuzgun
**
Ama,
umutsuzluk yok, en yakın ve keskin günde,
Sonunda
dönecek talih, gelecek
Büyük
Atlı Çileye batmış İslâm halkı için kurtarıcı
Görünecek
ilkin Şam'da der gelenek saati
Bütün
dünya mahkûm gibi
Yalnız
sen hürsün sabah yıldızı
Bizim
zincirle bağlı her yanımız kolumuz kanadımız
Yalnız
sen özgürsün sabah yıldızı
Güneş
bile lekelenmiş
Yerden
yükselen dumanlarla
Ay
paslanmış
Geceden
sisler ve puslarla
Yalnız
sen saf lekesiz ve mâsum
Yalnız
sen tertemiz
Gecenin
eremediği
**
Gündüzden
önce ulaşan
Kendi
gönül sırrına
Ve
günün soluğuyla sararmayan
Parçalanmaz
aydınlık
Ve
bölünmez ışık
Alınyazımızın
tek ak noktası gibi parlayan
Sabah
yıldızı
Bütün
gece uykusuz kalsam
Bütün
ömür susuz kalsam
Ne
çıkar
Seni
görürüm mutlak
Sabaha
doğru
**
Sabah
namazı
Senin
kanatlarındır
İnsanı
götüren
Hür
ve aydınlık ufuklara doğru
**
Yıldızlar
çekilir
Ve
güneş erteler doğmasını
Ve
sana kalır
Zaptedilmez
öz vatan gibi
Gökyüzü
**
Ve
sabah rüzgârı
Hafif
hafif siler
Gözünde
birikmiş yaşları
Kadifeden
görünmez ellerle
**
Neden
ağladın bu gece
Ve
dün gece
Ve
neden ağladın evvelki gece
Neden
söyle
Sabah
yıldızı
**
Bırak
Beyrut'a ben ağlayayım
Altmış
bin ölü verdi
Daha
dün
Kardeş
kardeşe
**
Ve
Irak'ın ve İran'ın
Canım
şehirlerine ağlayayım
Ölen
kadınlarına ve çocuklarına ağlayayım
Avrupa'dan
Rusya'dan Amerika'dan
Kan
pahasına alınmış
Ölüm
kusan silâhlarla
**
Bir
kalb duracaksa
Acıdan
ve ıstıraptan
O
benim kalbim olsun
Senin
kalbin değil
Sabah
yıldızı
**
Ağlama
ve dayan sabah yıldızı
Kalbin
durabilir sonra
**
Bunca
acı ve ıstırap levhası karşısında
Oysa
sen daha çok lâzımsın
Sabah
uyanan insanlara
Tanrı'nın
bütün mâsum yaratıklarına
Gülümsemen
gerek
Hatırlatman
gerek onlara
Yüzyıllarca
belki bin yıllarca
Mâsumluğun
var olduğunu
**
Umut
gibi ışı
Ezan
gibi uzan her sabah
Ve
rüyasına sız
Uyuyan
o çocuğun
**
Bir
kalb duracaksa
O
benim kalbim olsun
Sınırları
belli insan ömrünün çünkü
Ama
senin yaşını
Ölüm
saatini kim bilebilir
Şanı
yüce
Tanrı'dan
başka
Bırak
ben ağlayayım
Esir
pazarında satılan Afganistan'a
Açlıktan
milyonları kırılan Afrika'ya
Filipinler'
e
Habeşistan'a
Eritre'ye Filistin'e
Esaret
prangasıyla kıvranan
Kafkaslar
Azerbaycan Türkistan'a
Bütün
milletlere ülkelere
Irmaklar
gibi ben ağlayayım
Sen
demir gibi olmalısın
Çelik
gibi sabah yıldızı
**
Ceyhun
dursun ben ağlayayım
Seyhun
dursun ben ağlayayım
**
Sen
diriliş yıldızısın
Büyük
Tanığısın
Tanrı'ya
inanmanın
**
Ve
baharda
Tomurcuklanan
gül
Senin
doğuşunla açar gözlerini dünyaya
**
Seninle
uyanmıştır çoban
Çağırmaktadır
sürüsünü
Yeni
gün taze vakte
**
Seninle
uzay aynasında
Keskin
sesini ayarlar
Şah
horoz
**
Ve
yankılar yankılar yankılar
Gökkubbede
eşsiz yankılar
Dağlardan
dağlara
Ovalardan
ovalara
**
Sen
demir gibi olmalısın
Çelik
gibi
Sabah
yıldızı
Kırılacak
bir kadeh değilsin
Bu
meyhanenin
Kepenkleri
inerken
Sen
ruhumun rönesansı
Göğe
vurmuş yansıması
Kalbin
saf aynası
Ve
ta kendisisin şafağın
Ta
kendisisin sabahın
**
Korkma
seni gölgeleyemez
Karanlığın
öbekleri
Seni
örseleyemez
Sabaha
kadar havlayan
Şerrin
köpekleri
Çevrende
halkalanmış 24 saat nöbette
Peygamber
ocağının bebekleri
Yeryüzü
melekleri
Kahraman
Asker
tüfekleri
*
İçim
gece yarılarında
Kömürleşen
Bir
boşluk gibi
Onu
yakacak ateş Yalnız
Sabah
yıldızı
**
O
yıldız ki
Tren
Sabah
vakti geçerken
Sivas'tan
İlişir
göğe
Bir
sarı
Bir
mavi
İğne
gibi
**
Bundan
mı ki
Sana
"Sarı
yıldız Mavi yıldız"
Demiş
halk şairi
**
O
yıldız ki
Kur'an
diline girmiş
İlk
işaret olmuş
Büyük
Birliğe
**
Ben
onu benzetmem
Mitolojideki
gibi
Güzelliğini
insandan alan (yer insanından)
Hiç
bir şeye
**
Soyut
kalsın diye
Onu
yakıştırdığım
Güzel
olana değil sâde
Güzellik
düşüncesine
Güzelliğin
ta kendisine
Kimse
söndüremez seni
Sabah
yıldızı İnsanlığın alınyazısısın
Altın
çivilerle çakılmış
Zaman
levhasının göğsüne
**
Ürkek
bir güvercinin
Kalbi
gibi atsa da nabzın
Sen
çelik kalesisin secdenin ve sabrın
**
Kerpiç
damlara
Sessizce
sürünüp geçsen de
Ayın
gölgesinde
Belli
belirsiz
İletsen
de bildirini
Güneşin
ilk parlayışıyla
Sönecek
çiğ tanelerine
Kimse
bilmese de
Yine
sen olacaksın
O
güneşin gözbebeğinde
**
Güneş
yakar
Sen
ışıtırsın
Ateş
denizinin çalkantılarından
Yüzü
bulandıkça onun
Yüzünü
aydınlatan
Suyunu
durultan
Sen
olacaksın onun
*
Ve o
kadınlar nereye gittiler
Anne
olan sevgili olan o kadınlar
Çocuklarının
üzerine titreyen
Kirpiklerinde
hep aynı
Sevgi
ve merhamet ışığı
O
kadınlar gökyüzüne mi çekildiler
Eleğimsağmalara
mı göçtüler
Muratlarımızla
birlikte Ve şimdi
Erkeklerin
kötü alışkanlıklarına özentili
Bir
kadınlar seli
Onlar
gibi
Kumar
içki ve şiddetin esiri
Ve
kentte gece yarılarında
Tabanca
sesleri
Bir
kurşun senin de yüzünü sıyırmıştır
O
terör yıllarında
Farketmişsindir
sabah yıldızı
**
Yaşatmağa
değil
Öldürmeğe
inanmış
Diriltmeğe
değil
Söndürmeğe
kanmış
Bir
takım eli silâhlılar
Seni
de mutlaka seni de
O
sonsuz sükûnet dünyasında
O
her kımıldanışın bir altın değer kazandığı cihanda
Ürperttiler
titrettiler sarstılar
En
sefil bir kapitalizm taklidi
Ve
komünizm ciridi
Kendi
insanımızı
Ruhumuzu
canımızı kanımızı
Eritip
emdi, emdi eritti
Bir
oyun böyle başladı
Bir
oyun böyle gitti
Bir
oyun böyle bitti
**
Hayır,
sabah yıldızı
Gözümüzün
bebeği
Gönlümüzün
çiçeği
Sevgili
Sabah yıldızı
Oyun
bitmedi.
Bitti
sanılan bu yerde
Yeniden
başlayacak
İndi
sanılan bu perde
Yeniden
açılacak
Onların
istediği gibi değil
Kaderin
istediği biçimde
Kan
seli olarak değil
Gül
sağnağı halinde
Ve
yeniden
O
anneler o sevgililer
Geri
gelecekler
Ve o
aydın o yiğit çocuklarını getirecekler
Senin
kurşunla yaralanmış
Kana
batmış gözlerini
Ruhlarından
akan
Ak
ve billûr
Bir
kevserle yıkayacaklar
Gök
gök olacak Yer yer olacak
Ve
yeniden başlayacak maceramız
Dünya
ve âhiret hayatımız
Ben
düşüncede
Yeryüzünü
dolaşıyorum
Sen
düşünde
Gökyüzünü
Sabah
yıldızı
Haritalar
çiziyor ruhum
Acının
utancın hıncın ve hüznün haritalarını
Umut
dağları yükselmese
Muştu,
nehirleri beklemese
Denizler
denizlere direnmese
Yağmur
ağaçlara örtünüş olmasa
Küller
içinden çıkmasa
Yepyeni
ve güçlü hakikatlerin hayalleri
Hayatın
yükünü kim taşıyabilir
Bu
ateşten kara parçalarında
Kuşlardan
bahsetmek isterim sana
Güvercinlerden
kırlangıçlardan
Hurmalardan
çiçeklerden
Güllerden
ve samanyollarından
Bütün
bunlarla
Direniyoruz
dünyaya
Yeraltından
çıkan taşlarla
Göktaşlarıyla
Hisarlar
kuruyoruz
Ölümün
kara ölümün pususunca
Büyük
savunma
Gecemiz
gündüzümüz
Bir
rehinden kurtarıyoruz
Tam
satılacakken evimizi
Hep
cehennemlerden gözlüyoruz cennetimizi
Bir
eskiler alayım yankısına çevirmişiz geçmiş günlerimizi
Büyük
şelâlelerle akan taptaze sesimizi
**
Sabah
yıldızını
Ak
yıldızını
Kaybetmiş
ülke
Sevgili ülke
Afganistan
**
Seni
andım yine bu gece
Sattılar
seni bir gün
Esirler
pazarında Rusya'ya
Zavallı
Afganistan
Hayır
hayır zavallı değil
Kahraman
Afganistan
**
Ruhları
donmuş şahların
Sana
yabancılaşmış aydınların
Attı
seni kucağına Rusya'nın
Pakistan'a
karşı
Zavallı
Afganistan
Hayır
hayır zavallı değil
Kahraman
Afganistan
**
İleriyi
göremediğinden
Habersiz
olduğu için gelecekten
Ürküttüğü
için kendinden
Attı
seni esarete
İstemeden
bilmeden Pakistan
Zavallı
Afganistan
Hayır
hayır zavallı değil
Kahraman
Afganistan
**
Dünyayı
bir kefeye
Kendini
bir kefeye Koyan İran
Yalnız
kendine açık
Kendi
sorunu dışında sorun tanımayan
Umursamadı
yanı başında
Gözler
önünde
Çiğnenmesini
bir kardeş ülkenin
**
Pakistan,
İran, Türkiye
Dağıttılar
birliklerini
En
düşman ülkeler
Paktlar
kurarken
Seni
başbaşa koydular kaderinle
**
Ey
islâm ülkeleri
Birlik
sizin ana ilkenizken
Paramparça
oldunuz
Niçin
ve neden
**
Hergün
biriniz bir ziyafet konusu
Kurda
kuşa
Kalanlarınız
da giriyor sıraya
Bekliyorlar
Kurban
edilme nöbetini
**
Ama
Afganistan'ın
Kahraman
çocukları
Bir
bir can verecek gerekirse
Yurtları
mukaddesatları uğruna
**
Hindikuş
dağlarında bugün
Bambaşka
bir ateş yanıyor
Sönmez
bir ateş bir ateş tohumu
Geleceğin
diriliş meşaleleri için
**
Bir
gün Hayber geçidinden
Kuş
uçmaz dağlardan o
Sancak
geçecek
Kurtuluş
günü olacak o gün
Şehitlerin
dirildiği gün
Ebedî
anlam ve amaçta
Yeryüzüne
ayı indir o bir şehir olsun
Yaklaştıkça
büyüyen
Ayrıntıları
setleri bahçeleri
Yumuşak
çizgileriyle ortaya çıkan
İşte
ben o şehri yaşadım yıllarca
İstanbul'da
parça parça
Çeşmelerinde
ayı yaşadım
Servilerinde
ayla birlik bölündüm
Ayla
birlik yaralandım
İstanbul
mezarlıklarını aydınlatan ayla
Soludum
bölük bölük âhiretin
Keskin
çizgili özgürlüğünü
Kanlı
canlı özgürlüğünü ay kesmesi
İçtim
sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
**
Kutsallığın
ballı biberli çilekli çile kevserini
İstanbul'dur
bu otuz yıl kana kana yaşadığım
Resmim
âdeta taşlarına geçti
Ben
İstanbul'da dağıldım zerre zerre
İstanbul
damla damla içimde birikti
Mermer
tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir
Bu
yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir
O
bir kılıçtır Doğu'dan Batı'ya uzanıp
Çin
ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen
Darbeleriyle
Batı çeliğini lime lime eden
O
Tanrı'nın kılıç halindeki hilâli
İslâm
ruhunun kristalleşmiş heykeli
İçimin
sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri
İstanbul'a
gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden
Taştaki
oymalarını incele bir er gözüyle
Semerkant'tan
kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri
Camileri
mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri
Git
Sümbülefendi'ye servilerden sor olup biteni
Merkezefendi'de
tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini
Bağdat'ta
ebedî bağı ruhun ve İlâhî hikmetlerin
Şam'da
son sının manevî medeniyetlerin
Kozmik
bakış metafizik sezgi
**
Bağdat'tan
dal Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi
Hep
İstanbul'da kırık dökük
Parçalanmış
silinmiş sönmüş
Hayaletler
gibi kaçmış gizliliklere
Loş
boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu
Sabah
Karacaahmet'ten öten şafak kırmızısında savaş borusu
Sökün
eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler
Su
şırıltısından gök gürültüsüne değin
Bütün
seslere düzen vermiş ebedî mehter
Yok
olduysa da bu şehir ruhu ruhuma sindi
Ben
yaşadıkça o yaşayacak bende
Kimbilir
belki o da dirilecek benimle
İslâm
Milletinin dirilişinde
O
yeniden güneşin güneş ayın ay dünyanın dünya
İnsanın
insan olduğu o günde
Ölümün
biliyorum ey İstanbul diriliş içindir
Öyleyse
indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa
Doğrul
ve kalk ayağa
Kemiklerinle
etin arasında
Sonsuz
güç topla korku ve muştuyla
Mucize
muştusuyla
Yüreğim
yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim
Fırtına
yaprak yaprak dökülüyor
Gecenin
tüyleri savruluyor havaya
Ölümümü
kutlayan Arz oğullarıyla
Mübarek
toprağın anlamından bile yoksun
Taşın
demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman
**
Kâbûs
ruhumu çalmak isteyen hırsız
Madde
dönüşür bin bir şeye ama ruh kaybolmaz
Altın
madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz
Ve
ben karadan geldim ama denizi üstlendim
Denizi
yüklendim âdeta denizle evlendim
Denizle
yaşadım denizle öldüm
Öldükten
sonra denizin gözlerini gördüm
Denizden
denize yükseldim
Birliğin
şarkısını işittim dinledim derinliklerinde
Sedeflerinden
yapılmış İstanbul camilerinin taşları
Beyaz
güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
Bilirim
atalarımız denizden yaptılar bu şehri
Ama
gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek —
Bursa'dan
gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra
**
Ve
trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken
Dönüp
bir köşeden ötede kaybolurken
Ben
kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği
koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
**
Ve
derken birden karaya sıçradım
Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu
o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana olup biteni
O
yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
**
Ve
sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
**
Ve
derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin
ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve
kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uzatıyorum
göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök
sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
Kalk
ve kavra ruhum bir kadavra gibi olan bu göksel yapıyı
Bir
kartal taşırken yere düşmüş
Ve
kalakalmış kaldığı yerde
Sonra
karanlıklardan çıkan kargalar tünemiş üstüne
Yemişler
ötesini berisini
Ey
kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı
**
Ey
Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı
Bir
at gibi soluyorsun kulelerinle
Deniz
öfkenin köpükleriyle benekli
Gel
barışın köprüsü ol içimizde dışımızda
Yeniden
sularından içelim kana kana
Savaşabilirim
bugün bütün dünyayla
Gerekirse
Ruhumuzun
susadığı hakikat olan
Evrensel
İslâm Barışının zaferi için
Aşk
için Tanrı hakikati aşkı için
Göğe
çıkan İsa yere insin diye
Fazla
çıkardılar göğe —
Gel
ey Muhammed ve İsa hakikati
Burada
sizi bekleyen bütün bir insanlık var
Bulutlar
yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
Kara-düşünce
fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havalan
Savaşırım
doğudan daha doğu
Doğrudan
daha doğru olanı bulmak için
Zulme
karşı savaşabilirim
İnsan
başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
Ebedî
hakikat budur
Bunun
için savaşırım ben
Bunun
için kanım helâl olsun
Şehrimin
alnına özgür Tanrı aşkını yazmak
İstanbul'u
yeniden Tanrı şehri yapmak
Bunun
için savaşırım ben
**
Servi
için savaşırım çınar için savaşırım
Tozlanmamış
gün doğuşu için
Yıldızlar
geceleri yeniden görünsün diye
Tuz
deniz damlasında gülsün
Çam
denizle gülüşsün
Su
tenimizle barışsın
Ruhumuzla
ışısın diye
Savaşçıyım
ben atalarım gibi
İstanbul
için savaşırım
Bağdat'ın
dervişlik ortağı
Şam'ın
kılıç kardeşi
Olan
İstanbul için
Benim
güneşimden öteye kimse gidemez
Benim
güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil
"Benim
duvarımdan yüksek duvar haraptır"
Gerçek
özgürlüktür kölelik değil
Tanrı'ya
kulluk İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü
Kıyamete
kadar söylenecek türkü
Ölümden
korkuşun sembolü olan
Ölümden
kurtuluşa yol arayan
Zehiri
saklayan incir tatlılığında
Yılanı
saklayan meyve sepetinde
Bizans
mahzenlerinin yarı ışıklı sularında
Örülmüş
tabiat ihanetinin masalı
Kuleye
giydirilen ipek maske
Hayır
bu bir iftira çizilmiş zaman pergeliyle
Metafizik
bir dirilişe koşan ermişliğin eliyle
**
Denizin
ortasında yükselmiş ışık anıtıdır o
İslâmm
denizden güneşe yükselen sütunu gibi
Denizden
yükselmiş bir Eyyûb Sultan gecesi mumu gibi
Geceyi
gündüze dönüştüren ruh oyunu gibi
Bakireliğin
kehânete kurban oluşu değil
Işığın
şehre ilk kabul edilip dağıtılışının merkezi
Bizans
dirilmek için ummasın ondan medet
O
yalnız ve yalnız İslâmın dirilişine işaret
Bir
şehâdet parmağı gibi yönelmiş Tanrı'ya
Kelebeği
arıyı karıncayı konuk eder
Ördek
sürülerini selâmlar martılara el eder
Yaz
kış geçişlerinde etrafında döner leylekler
Leyleklere
yön belirlemelerinde yol gösterir
Kız
Kulesi Galata Kulesine nur gönderir
Giderir
Ceneviz karanlığını
Bizans
karanlığını her sabah
Her
akşam sularda duyduğu müslüman ninnisiyle
Kazır
büyük konuşmasını ruhumuzun derinliklerine
Yayar
Semerkant kokulu ceviz yaprağı akşamını havaya
Yeşil
bir duadır o en büyük aydınlığa
**
Batı
güldü yüzümüze
Ama
hep arkadan vurdu
Hep
öyledir Batı
Ve
hep öyle kalacak
Ey,
doğunun iki yüzlü, batının iki yüzlülükten de artık yüzlü
**
Hainlikleri
ve düşmanlıklarıyla karşılaşan
Saf
ve temiz yürekli müslüman
Sen
hep yalın kılıçla
Ve
yüzyüze
Ve
apaçık ilân ederek savaştın
Bunu
bir onur işi saydın
Kaybettinse
zırhsız savaştığından kaybettin
Müslümanlar
Sizin
için büyük hayat tehlikesi var doğuda ve batıda
Batıdan
iki defa korkun doğudan iki defa
Korkun
demek sakının demek
Yoksa
müslüman için korkmak ne demek
Doğu
da batı da korksun senden geçmişte olduğu gibi
Korkut
ve muştula buyruğunca
Yeniden
söyle söyleyeceğini doğuya batıya
Çin,
psikolojik incelikler ve duyarlıklar uygarlığı
Gerçekte
mahrumdur hakikatin metafizik cevherinden
Onlar
ne kadar batılı görünüm alırlarsa alsınlar
Yine
emlidirler. Ayinleridir sabah akşam jimnastiği
İdealleri,
bütün dünyayı istilâ
Kumların
çölleri istilâsı gibi
Ve
Hint, ne kadar metafizik görünümlü olursa olsun
Dinleri
ve uygarlıkları: düşüncenin gölgesi duyarlık üstünde
Semboller
tabiatın soyutlanışından
Onların
da dünyayı istilâ niyetleri
Suların
ovaları istilâsı gibi
**
Büyük
Hakikatin gölgesi burdan vurmuşsa oraya
Kartalın
gölgesi düşmüşse toprağa
Aldatmasın
kendisini hintli
Kartal
uzaklarda sonsuz gökyüzünde
Ve
hakikat uzaklarda
**
Ve
iki kere tehlikedir Batı senin için
Rusya...
buzul, sonsuz kutup soğukluğu...
Dondurucu
kış gibi gelip kavurmak ister her yeşili
Karanlık
ülkelerden güneşi söndürmeğe gelmiş aydınlık ülkelere
—Yine
de tümünde halkları ayırıyorum yönetimlerden
Halkları
sürü gibi itiyorlar savaşa
Kullanıyorlar
onları kızıl kara sarı esmer zulümler için
Onları
nisbeten mazlûm ve hatta mağdur kabul ediyorum—
Ve ateş
gibi Batı gittiği yeri yakar
Ruhunu
kezzaba batırır insanın
Artık
insan onursuz ve idealsiz
Yıllarca
ve yüzyıllarca
Amaçsız
donmuş kalakalır
Tanrı
yardım etmezse
Diriliş
ne güç!
Batı,
ateş ve duman
Rus,
kızıl buz
Hint,
boğucu su,
Çin
yutan kum çölü
Tanrım,
müslüman ne korkunç âfetlerle çevrili!
Tanrım,
müslüman, ne korkunç âfetlerle çevrili
Hem
âfakta hem enfüste
Hem
dışta hem içte
Hem
fizikte hem ruhta
Onu
koru Tanrım
Ona
acı ona yardım elini uzat
Senin
halkındır onun halkı
Onu
uyandır onu şuurlandır
Ona
bilgi ve güç ver
İleriyi
görüş gücü ver
O,
yeşilin şiiridir
Yeşil
şiirdir onun ruhu
Hızır'dır
öncüsü artçısı bu halkın
Onlar
tek sahibi metafiziğin
Ruh
ve hakikat medeniyetinin
Onun
uygarlığıdır hayata anlam veren
Aklı
da aklı aşanı da fizikötesine götüren
Tabiatı
verimlendiren
Ayı
ay güneşi güneş eden
Çelişkileri
bile ahenk olarak kullanan
Kavisleri
bile dosdoğru
Zehir
bile onda şifanın buyruğunda
Onlardır
güneşi ve gölgeyi yerli yerine koyan
Bu
dünya ve öteki dünya, hakikatin gölgesi
Tanrı
aşkını yaşayanlardır onlar
Mevlâna
görünür bir uçtan
Konya'dan
Kubbe-i Hadra'dan
Muhyiddin-i
Arabi İmam-ı Gazali
İmam-ı
Rabbani ve Hallaç esintileriyle dolu uygarlık
Pancurlar
var Hallaç gibi
Yaz
sıcağında ruha açılan
Sabrın
ve tevekkülün son ucu Geylâni
Halisliğin
saf madeni Rüfai
Dünya
nakışlarını silmiş kalbden
Kalb
ahiret aşısının boyasıyla boyalı nakşi
Ey
kalbim sen yine bunları ara
Ve
bul yeniden
Çatıda
setlerde ufuk çizgisinin olduğu her yerde
Her
müslüman gönülde ve yüzde
Bin
bir yol gider bir yola varır
Orda
kalbimizin fidanı göğerir
Orda
gönlümüzün çiçeği açar
Açar
bir gün elbet yeniden gönlümüzün çiçekleri
Görülmemiş
fizikötesine ait çiçekler
Mesnevi'nin
Mânevi'nin
İhyâ'nın
Mektubat'ın
İstanbul'un
Bursa'nm
Diyarbekir'in
Konya'nın
Erzurum'un
Bağdat'ın Şam'ın
Kahire'nin
ve bütün Afrika'nın
Mekke'nin
ve Medine'nin gülleri
Ne
tükenmezdir islâmın şehirleri
En
büyüğünden en küçüğüne
Hangisini
ansam eksik kalır
Sayılmaz
güzellikleri iyilikleri
Kuala
Lumpur'dan Darüsselâm'a kadar
Ve
ayrıntılar ayrıntılar ayrıntılar
Merzifon'da
sen gördün mü Kara Mustafa Paşa Cami'inde
Kesik
insan başı gibi ağlayan yaşlı çınar köklerini
Gövdeyi
geçen kökler —
Hamamlarını
ve bedestenini
Gümüşhacıköy'ün
camilerini
Mardin'in
kaleyi andıran içiçe ve üstüste evleri
Ve
kalesinde Hızır Makamı
Ve
her kim Mardin kalesini bir kere görmüşse yedi kere görecek demektir —
Ve
Bitlis kalesi
Dört
mevsim baharı yaşayan Van Dağları
Erek
Dağı, orda erilir bala ve tertemiz sırra
Yaşlanmazlığa
Hızır
sırrına
Ey
zaptedilmez ruh, yine sensin!
Seni
hiç bir gem dizginliyemez
Süphan
Dağı
Ağrı.
Ruh volkanik bir dağ gibi erimiştir orda.
Herşey
kurşun ve bakır
Ağırlıklar
her yeri çökertmiş
Meteor
taşı gelmiş gökten ve yeri yakmış
Küçük
Ağrı'da yer yerin dibine batmış
Koparamazsın
en ufak taşı bile yerinden
Taşlar
eriyip donmuş
Aydan
gelmiş bir maden
Yol
nedir yolun neresindeyiz
Dönüyor
muyuz sonsuz bir dairede
Tarifsiz
telâfisi olmayan bir gerilemede mi
Farkedilmeyen
ama ansızın farkedilecek olan
İlerlemede
miyiz hafif hafif birikip
Birden
patlayan
Deprem
dalgalan gibi gelip
Sükûneti
duruşu blok blok düşüren
Önlenemez
bir sonda mıyız
Bütün
medeniyetlerin ölümü mü bu
Peki
ne kalacaktır geriye
Yoksa
tam tersine bir saflaşma mı
Eninde
sonunda
Hakikate
sahip olduğumuza göre
Rönesansımız
dönemine mi girdik
Parçalanma
ve bölünme dönemine mi
Ne
olup ne bitiyor
Gün
nereye gidiyor
Sana
kalsa ikindi ya da akşam
Bana
kalsa ikinci
İkinci
kuşluk ve ikinci
Sabah
alacakaranlığı
Çöp
ve öz saman ve tane birbirlerinden mi ayrılıyor
Dikenler
gülü mü reddediyor
Saklıyorlar
mı geleceklerden
Kan
boğacak mı hakikati
Sıkarak
damarları
Gerilim
Yaralandık
mı
Aklımız
mı duyarlığımız mı yara aldı
Bütün
belgeler yakıldı mı sandık sandık
Bütün
sır İstanbul - Bağdat - Şam çizgisinde mi
Ya
iki üçgen söz konusu biri dar biri geniş
Darını
iç üçgeni söyledim. Geniş
Ya
da dış üçgene gelince Afrika'dan Malezya'ya gider ta.
Ve
orta daire Kahire - İslâmabat - Mekke...
Dokuz
şehir kurtulsun,
Kurtulacaktır
müslümanlar.
İnsanlık
kurtulacaktır,
Diriliş
fikri gitmelidir bu dokuz şehre akırmak gibi
Cennetten
çağlayan
Işıklarla
yıkanan
Öte
yer öte zaman kınalı
Rüya
oyalı
Arı
gönül aşılı
Tanrım
yeniden dirilişin tohumlarını
Saçmamız
için fırsat ver
Kötülük
ilkesini zayıflat
Direnişini
kır yoğunluğunu seyrelt
Doğrulukla
doldur doğumumuzu
Peygamberin
zamanından bir...
Zaman
düşür üstümüze
Hakikat
içimizde göğersin
Yeniden
o gümüş sükûnet gelsin
İkindilerimizin
saatine
Suları
dalga dalga arıtan gönüller ve havuza
Can
gelsin suya dallarını sarkıtan asmalara
Yapraklardaki
toz
Doğudan
gelen o atlı silüetinin
Atının
ayaklarından çıkan toz
Altın
tozundan daha değerli
Bir at ki yanında taşıyor bir başkaldırışı
Bütün
başkaldırıları eskitip değersizleştiren başkaldırışı
Bir
başkaldırı ötesi medeniyetini taşıyan karnında o at
Ve o
atlı
Nereden
geliyor o atlı Tanrı aşkından doğan o atlı
Yunus
izli Mevlâna çizgili
Muhyiddin-i
Arabi gölgeli Gazali hacimli
Develerin
hörgücünde saklı hazineler
Moğol
atlılarının Dicle'ye döktükleri
O
hâzinelerin gizli şifreleri
Ve
bin bir Bağdat mitolojisi
En
büyük acı şu: insanlık hadım edildi
Hakiki
düşünceden gerçek duyarlıktan ve öz bilgiden
Bayrakların
ve sancakların gerisindeki sancak söndürüldü
Karanlıktan
sunî ışık yapıldı ve gerçek ışık öldü
Hayat
dediğiniz ölüm ölüm sandığınız gerçek hayat
Diyarbekir'in
yaz sıcağında meyankökü şerbetindeki tatla
Koka-kola
zehri arasındaki fark bu
Benim
yazlarım ebedîlik yelpazesinin kat kat açılışı
Çamlı
ahşap köşklerin pancurlarının aralanışı
Dupduru
denizin sonsuzluğa kardeş kabul edilişi
Gidersin
yorgunluğunu gecelerin ve gündüzlerin
Yeniden
özgürlüğe ve özgünlüğe çıkmak
Bize
mahsus görüntüler Bursa İstanbul Konya Edirne
Bize
mahsus görüntüler Diyarbekir
Ulu
Cami Peygamber Camii Süleyman Camii
İçkale
Aslanlı Çeşme
Dar
sokaklar kapı içinde kapı uygarlık bu
Kendi
uygarlığımız
Yenilememiz
gereken
Ve
diriltmemiz
Kopyadan
taklitten dönmek
Ölümden
dönmekten daha zor ama
Varolmanın
tek şartı
Kaderin
kaderle çarpışması
Kaderin
kaderi ertelemesi
Kaderin
kaderi yenmesi
Yeniden
varolmanın sırrı
Dirilmek
ve diriltmek görevi
Ölümün
çürütemediği güzellik
Ben
o güzelliği söylüyorum
Ben
o güzelliği söylüyorum
Ölümün
ötesindeki güzellik
**
Ben
o güzelliği söylüyorum
Sonbaharın
kızıl yapraklarındaki baharı
Ben
o güzelliği söylüyorum
Açlık
ve susuzluktan sonraki sofraları
Yakıcı
çölün derinliğindeki ırmak
Yatır
örtüsündeki yeşil sükûnetin bal peteği
Balın
içindeki geometri vahyin kanıtı Cebrail izi
Cebrail'in
gölge gibi geçerken bıraktığı iz gecede
Ben
hep o güzelliği söylüyorum
Böcek
ki akıtıyor damla damla ağzından
Üzüm
ballarında süzülmüş ağustosu
Titreyen
şıngırdayan bir çocuk oyuncağı
Ağustos
bu seste
Bu
durmayı unutmuş seste
**
Çam
diyor ağustos böceği
Çamlara
kasideler söylüyor
Tanrı'ya
yakarıyor nesli tükenmesin diye
Bu
hanedanın
Ağaçlar
içinde şah ağaç olan bu hanedanın
**
Ey
masalcı adam iftira ettin sen
Bu
harikalar harikası böceğe
Onu
suçladın tembellikle
En
çalışkan onu görüyorum ben
Hiç
bir karşılık beklemeden
Yazı
ağustosu çamı çınarı
Tanıtıyor
bize yazı ağustosu çamı ve çınarı
**
Ağacın
dalında güneşe doğru yaklaşarak
Suyun,
bir damla suyun değerini altın ediyor
Çiğ
damlası bir zümrüttür diyor
Susadıkça
eşsiz sesiyle şarkılar söylüyor
İlâhiler okuyor güneşe gönderiyor
Sen
bunları levha levha kızart diyor
Bir
daha yanmayacak şekilde kızart diyor
Kıyamete
kadar kalsın insanlığa uzat diyor
**
Güneşi
yakıcı güneş bilen gölgeyi reddeden
Gölgede
saklanma kurnazlığını reddeden
Aç
kalma pahasına olsa da öten
Susamanın
armonilerini en iyi bilen
Mâtemden
alevden bir gömlek giyen
Yapraktan
bir saray ören
Sesini
bir şehir gibi boşaltan nehre
Dağlara
kırlara ve ormanlara zerre zerre
Sonra
kış gelince karıncalar saklanır toprak altına
Herkes
bir önlem almıştır o hariç
O
hep iyiyi güzelliği yaşamış
Özgürlüğe
dalıp çıkmış yalnız özgürlüğe
Öbürleri
hep gerçekçilik taslamış
Ama
o hep gerçeği aramış
Gerçeği
aramağa çağırmış
Ve
gerçeği yaşamış
**
Sizin
acımanıza gülüp geçiyor
Sizi
gidi faydacılar çıkarcılar sizi
Üzülmeyin
evi yuvası yok diye
Kışlık
erzak biriktirmemiş diye
Sizin
acımanıza yok onun ihtiyacı
Sahtedir
zaten acımanız
Siz
ancak alay edersiniz acımasız —
Özgürlüğün
sesidir o ürkmez korkmaz
Titremeden
geçer gündüzden geceye
**
Bir
başka ağustosta yeniden doğacaktır
Ağaçların
tepelerinde güneşe en yakın yerde
Tanrı'nın
sırrıyla bir mucizeyle
Oysa
nesli kesilmeliydi size göre —
Ama
hiç bir zaman hiç bir yerde
Sönmez
Tanrı'nın yaktığı meşale
İsterse
bir böcekte olsun o meşale
Temmuzda
ağustosta ağaçlar cayır cayır yanarken
Yalnız
o, odur teselli eden dayanın diyen
Yaşamanın
en büyük ilkesi sabrı öğütleyen
Yavru
kuşlara masallar anlatarak geceye serine götüren
Adeta
güneşle onlar arasına sesiyle bir perde geren
Şırıl
şırıl sesiyle onları serinleten
Gözlerine
ışıltılı vahalar gösteren
Çeşmelerden
su sesleri alıp getiren
Sesiyle
— o ufacık gövdesinden tüten —
Dağ
gibi sessiz korumasız bahçeyi örten
Herkese
her yere mutluluk saçan sevinç serpen
Dünya
cehennemine Cennet'i karşı diken
Işık
kıyametine mızraklar havale eden
Harbeler
gönderen oklar atan sesinden
Ağustos
böceği deyip hor gördüğümüz
Minik
göğsünde bir koskoca orkestra taşıyan
**
Hiç
yere bir şey yaratmamış olanın
Bize
gönderdiği bir muştucu o yaratık
Uyarıcı
ve muştucu bir yaratık
Tanrı
boş yere bir şey yaratmamıştır Anlayan için muştucu duyan için uyarıcı —
**
Ateşle
dans eder o güneşle dans eder
Çırçıplak
çıkar güneşin karşısına
Belki
yaşayamaz güneşi eksik kışta
Fakat
ardında unutulmaz bir yaz bırakır
Sh:
679-682
Kaynak: SEZAİ KARAKOÇ, GUN
DOGMADAN-Şiirler, 2.baskı, DİRİLİŞ YAYINLARI
P.K. 1279, Sirkeci - İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar