ROCKEFELLER'DEN SON YÜZYILIN EN BÜYÜK İTİRAFLARI
M. MOORE DİYOR Kİ…………………………
“Yani bunun çok ironik olduğunu düşünmüşümdür” yani tüm bunları
yapabiliyorum ve yine neredeyim? Görsel medyadayım. Büyük şirketlerin sahipleri
olduğu stüdyolar tarafından yayınlanıyorum. Şimdi ben, temsil ettikleri her
şeye karşıyken beni neden yayınlıyorlar?
Ve ben onların parasıyla onların inandıklarına karşı çıkıyorum. Tamam mı?
Evet çünkü onlar hiç bir şeye inanmazlar. Beni yayınlarlar çünkü bilirler ki
benim filmimi veya TV gösterimi izlemek isteyen milyonlarca insan var ve
böylece para kazanacaklar. Ve ben de düşüncelerimi ortaya koyabiliyorum çünkü
kamuoyunun kapitalizmdeki bu inanılmaz kusur boyunca sürüyorum açgözlülük
kusuru. Anlatıldığı gibi zengin adam sana ipi satar onu asacağın ipi eğer
bundan para kazanacağını düşünürse evet ben ipim.
Umarım. İpin bir kısmı. Ve yine inanırlar ki insanlar beni izlediğinde “veya belki
bu filmi veya herneyse izlediğinde” sanırlar ki yani evet yani bilirsiniz bunu
izlerler ve bir şey yapmazlar çünkü onların beynini uyuşturup onları
aptallaştırmada öyle başarılı olmuşuzdur ki “yani hiç etkilenmeyeceklerdir…”
“İnsanlar divanlarından kalkmayacaklar” ve gidip politik bir şey
yapmayacaklardır. Buna inanıyorlar. Ben aksine inanıyorum. İnanıyorum ki bir
kaç insan bu sinemadan çıkacak veya divanından kalkacak gidip bir şeyler
yapacak bu dünyayı tekrar elimize geçirmek için herhangi bir şey. [THE
CORPORATİON-Şirket (2003) Belgesel]
[BU ŞEKİLDE OLSADA YİNE HABERİNİZ OLSUN]
Zamanın Ruhu,
sizlere Zeitgeist teması ile para-ekonomisi düzenini sürdüren Şirketokrasi'nin
imparatorları hakkında iki belgesel film sunmuştu... İzleyenler futurist, bilim
adamı ve toplum mühendisi Fresco'nun görüşlerini hatırlayacaklar...
Aşağıda
okuyacağınız röportaj, bu filmlere paralel bir temayı işliyor... Kişiler ise
Murdoch, Rockefeller, Rothschild aileleri ki, 100 yılı aşkın bir süredir
dünyaya yön veren şirketlerin ve örgütlerin başındaki gerçek kişiler ve
niyetlerini düne kadar başarıyla saklayabiliyorlardı...
Fakat "güneş
balçıkla sıvanmaz" misali, farklı ülkelerdeki bir avuç gazeteci,
araştırmacı ve yazar ile bürokrat, bilim adamı ve politikacı, yaptıklarından,
alet olduğundan utanç duyarak insafa gelen itirafçıların şahit olduğu
entrikalar, olaylar, artık medyaya haber ve cilt cilt kitaplara konu oldu... En
önemlisi de İnternet'e aktarılarak hızla yayılmaya başladı...
Bu kez,
gazeteci/yazar/araştırmacı ve belgeselci Banu Avar'dan Murdoch'un tanık olduğu
son derece çarpıcı, dünya gerçekleri ile birebir örtüşen, kimileri için fantastik,
kimileri içinse gerçek ötesi denilebilecek bir röportajı sunuyorum.
YCY
Illuminati’nin çekirdek üyesi ve Amerikan Medya imparatoru Rupert Murdoch
şöyle anlatıyor:
Trokya Toplantısı,
Illuminati’nin yemek buluşmasıydı. David Rockefeller, Baron de Guy Rothschild
ve Yale, Harvard, Princeton ve MIT üniversitelerinin yöneticileri ile
buluşmuştuk.
Yemekten sonra
Rockefeller ve Rothschild dışındaki konuklar okullarına dönmüş, üçümüz özel bir
odada baş başa kalmıştık. Onlarla geçtiğimiz sohbetlerimizin hepsini vermiyorum
ama sizin merak ettiğiniz ve bilmeniz isteyeceğimiz şeyleri de söyleyebilirim.
KRALİÇE VE KİLİSEYİ GÖZDEN DÜŞÜRDÜK
Rockefeller:
Fransız İhtilali öncesinde Kraliyet ve Kilise mensuplarını halkın gözünden
düşürmek için şöyle bir oyun oynandı. Kraliçe Marie Antoniette adına devrin
ünlü bir kuyumcusuna iri elmaslardan oluşan bir gerdanlık siparişi verildi.
Kuyumcu bu siparişi hazırlayıp Kraliçe’ye götürdü; ama Kraliçe doğal olarak
gerdanlığı kabul etmedi ve para ödemedi. Fakat bu olay kraliçenin parayı çarçur
ettiği şeklinde bütün basında yer aldı. Devrin kardinaline, durumu izah etmek
isteyen Kraliçe adına; adamlarımız tarafından genelev olarak işletilen şehrin
bir otelinde randevu verildi. Otele gelen Kardinale bir fahişe Kraliçe olarak
tanıtıldı ve fahişe ile Kardinal bütün basında yer aldı. Böylece hem Kraliyet
Ailesi, hem de en yüksek kilise makamı yıpratılmış oluyordu. Eski başkanlardan
Nixon bizim yolumuzdan çıkınca, Watergate Skandalı ile bir anda gözden
düşürülüp istifa etmek zorunda bırakılmıştır.”
KENNEDY VE MARILY MONROE NEDEN ÖLDÜLER
“John F. Kennedy
suikastı bir diğer güzel örnektir. Aslında yaramaz çocuk Kennedy tam bizim
isteklerimiz doğrultusunda hareket ediyordu; fakat vücudunu bitkin düşüren
rahatsızlıkları vardı. Devlet başkanlığı yapmak çok yorucu bir iş olduğu için
uyarıcı ilaçlar kullanıyordu. Fakat son zamanlarda özellikle seks yaşamını
sürdürebilmesi için bu ilaçların dozunu arttırmaya başlamıştı ve ilaçlar
içkiyle karışınca ağzından çıkanların farkına varmıyordu. Marily Monroe ile
yakın ilişkisi vardı ve biz bir gün yatak odasını dinlemeye aldırdık ve bize
karşı çıkararak o sıralarda sürmekte olan Vietnam Savaşı’nı sona erdirmeyi
planladığını öğrendik. Bizler ise bu savaşın çıkması için çok büyük paralar
harcamış; ama henüz hedeflediğimiz cirolara ulaşamamıştık. Sonucu biliyorsunuz,
her ikisi de dünyaya erken veda etmek zorunda kaldılar.
AMAÇ, DÜNYADA TEK DEVLET, TEK DİN
Bizim amacımız
yeryüzündeki bütün devletleri birleştirip, tek bir dini olan tek bir dünya
devleti kurmaktır. Bütün dünya tek bir merkezden yönetilecek ve başkenti de
Kudüs olacak. Böylece savaşlar, acılar, açlık gibi kavramları ortadan
kaldıracağız.”
Ben de burada
konuşmaya girmek isteyip “Peki bu dünya devletinin yönetim biçimi ne olacak,
Hegel Diyalektiği konusunda neler söyleyeceksiniz, merak ediyorum. Yoksa
komünizm geri mi geliyor?” diye sordum.
VATANDAŞ DEVLETİ TANRI GİBİ GÖRMELİ VE
KENDİNİ FEDA EDEBİLMELİ
Rockefeller cevap
veriyor; “Komünizmin kurucuları Marx ve Engel, Haham, Moritz Moses Hess’in
öğrencileriydiler ve Hegel’e fikir babalığı yapmışlardır. Hegel diyalektiği
kısaca tez ile anti-tezden bir sentez oluşacağını söyler. Bu sentez daha sonra
yine tez olur ve karşısına yine bir anti-tez çıkarak yeni bir sentez
oluştururlar. Bu böylece devam eder. Hegel’in diyalektiğine göre iki zıt gücü
kontrol eden, yeni dünyanın da efendisi olur. Hegel’in politik sisteminde
devlet aynı zamanda Tanrı’dır; köle olarak görülen vatandaşın tek görevi bu
devlete hizmet etmesidir ve bu hizmeti Tanrı’ya tapmak olarak algılamasıdır.
Vatandaş kendini ülkesi için feda etmeye her an hazır olmalıdır. İkiz Kuleler
saldırısında ölen onbinlerce Amerikalı buna güzel bir örnektir.
SEÇİMLER, TAMAMEN BİR ALDATMACA... AMAÇ;
YENİ DÜNYA DÜZENİ
Seçimler tamamen
bir aldatmaca olup, vatandaşın düşüncesine bir değer veriliyormuş gibi
gösterilmektedir. Seçimlerde aday bol bol vaatlerde bulunarak seçmenin gururunu
okşar ve seçmene sorunlarının farkında olduğu izlenimi verir. Seçmen için ise
birisinin sorunlarını bilmesi yeterlidir, vaatlerin yerine getirilmesi onun
için ikinci planda kalır. Hiçbir zaman da seçim öncesinde verilen sözler
tutulmaz ve bir süre sonra da tamamen unutulur, gelecek seçimlere kadar.
Seçimden sonra devlet yine Tanrı rolünü oynamaya devam edecektir. Zamanımızda,
Amerika Birleşik Devletleri’nin kapitalizmi tez, Rusya’nın komünizmi anti-tez
olmuştur ve sentezi dünya “Küreselleşme” olarak sunduğumuz “Yeni Dünya Düzeni”
olacaktır. Bu yeni rejime faşizm diyebiliriz; çünkü otoriter bir devlet
yönetimi, bizim anlayışımıza göre, dünyayı yönetebilmek için en ideal rejimdir.
Böylece kişilerin yaşamı polis denetimiyle mutlak kontrol altına alınacak,
varlıklarına devlet her an el koyabilecek, toplumlar bizim istediğimiz şekilde
yönlendirilecek. Bu yeni düzende fakir yaşlı ve hastalara yer yoktur ve onların
hemen yok edilmeleri gerekmektedir.
KAPİTALİZM-KOMÜNİZM-SOSYALİZM... FARK
ETMEZ, HEPSİ BİZİM ESERİMİZ
İkinci sorunuza
gelirsek, yukarıda bahsettiğim gibi bir ülkenin Komünizm, Kapitalizm veya
Sosyalizm’i benimsemesi hiç fark etmez. Hepsi sonuçta bizim eserimiz olan aynı
şeyler. Başta akıllı ve zengin, yönetici bir avuç insan, geride hiçbir değeri
olmayan ve istenildiği gibi yönlendirilen bir köle sürüsü. Fransız İhtilali
neden yapıldı sanıyorsunuz, Fransız halkı çok fakirdi de açlıktan mı ölüyordu,
ya da burjuvazi gerçekten çok mu zengindi? Hayır, hayır, sınıf farkı tarih
boyunca hep olmuştur, bugün de böyledir. Asıl sebep Masonluğun en büyük
kahramanlarından Jacques De Molay ve diğer Tapınak Şövalyeleri’nin, 1314
yılında o devrin Fransa kralı IV. Philip tarafından Tapınakçıların hazinesini
kendisine vermediği için yakılarak öldürülmeleridir. Bu ihtilalin Masonlar
tarafından kışkırtıldığını biliyorsunuz. Devrim sonunda XVI. Louis giyotinle
idam edildiği zaman, bir devrimcinin; “Molay, intikamın alındı.” Diye
haykırdığı bilinen bir gerçektir.
Rus Devrimi başta
bir sebepten dolayı yapılmıştır. O zaman ki Illuminati yöneticileri, Hegel
Diyalektiği gereği Amerika Birleşik Devletleri’nde oluşan kapitalist sisteme
bir karşı sistem oluşturarak dünya yönetimini ellerine geçirmenin planlarını
yapıyorlardı. Çünkü istediğiniz gibi yönlendirebilmek için bir şekilde
insanları avuçlarınızın içinde devamlı baskı altında tutmanız ve korkutmanız
gerekir. Rotschild ailesinin özel desteğiyle Rusya’da devrim gerçekleştirildi
ve Komünizm ilan edildi. Amerikan Kapitalist sistemine karşı, Rusların Komünizm
sistemi. Burada Hegel Diyalektik yönetimi gereği, Marksist yönetim antitez
olarak yani Kapitalist yönetimin karşısına çıkarılıyordu. Bu iki zıt gücün
sentezinden, Amerikan Bir Doları’nın arka yüzündeki piramitin altında yazdığı
gibi, Yeni Dünya Düzeni ortaya çıkıyordu.
MEDYA VE SİNEMA ENDÜSTRİSİNİN ROLÜ ÇOK
ÖNEMLİ
Böylece dünya
ülkelerinin Komünist rejime dâhil olmayan yarısı, Komünizm tehlikesine karşı
devamlı korkutuldu. Bu sistem içindeki insanlar sahip oldukları mal ve
mevkilerin Komünizm gelirse ellerinden gideceği korkusu içinde, devlet
yönetimine sonsuz destek verdiler. Öte yandan eski Sovyetler Birliği ve
Komünist sistemde yaşayan diğer insanlara ise Kapitalizmin ne kadar öcü olduğu
anlatılıyordu. Onlar da yaşadıkları yaşam şartlarının en iyisi olduğuna
inandırılmış, bunun da Komünist sistem sayesinde olduğunu düşünüyorlardı.
Böylece insanlar devamlı baskı altında tutuluyor ve istediğimiz gibi
yönlendirilebiliyorlardı. Tabii burada medyaya ve sinema endüstrisine büyük
görevler düşmüştür.
NÜKLEER SAVAŞ TEHDİDİ EN BÜYÜK BLÖFTÜ
Nükleer savaş
tehdidi en büyük blöf olarak tarihe geçmiştir. Ama doğal olarak insanları öyle
ya da böyle bir şekilde ömür boyu aldatmak imkansızdır. Bu yüzden Komünist
rejimin sonunun gelmesine karar verdik, daha da önemlisi komünist ülkelerin
serbest piyasa ekonomisine geçip Kapitalizme yönelmeleri gerektiği için sizin
de bildiğiniz gibi birkaç günde durup dururken ve hiç kan dökülmeden o çok
korkulan Sovyetler Birliği dağılıverdi; meşhur Berlin duvarı yıkıldı ve öcü
komünizm balonu söndürüldü.
GEREKTİĞİNDE ÇEŞİTLİ ÜLKELERDE
PROVOKASYONLAR ÇIKARDIK
Rotschild ben hayretten faltaşı
gibi açılan gözlerimize bakarak sözü devraldı.
Rotschild: Bu
arada, dünyanın çeşitli ülkelerinde karışıklıklar çıkarılıyor, ülkeler
provokasyonlar sonucu bir hiç yüzünden kanlı savaşlara giriyorlardı. Doğal
olarak bütün paralarını bizlerden silah almak için harcıyorlar, daha sonra
savaşta kaybedilen silahlarını yerine koymak ve savaşta harap olan şehirlerini
yeniden inşa edebilmek için yine bizlerden borç alarak ömür boyu bize bağlı bir
duruma düşüyorlardı. Eğer, bir ülke yöneticisi bizimle işbirliği yapmayı kabul
etmezse, o ülkede hemen bir darbe ya da ayaklanma çıkarılıyor, daha önceden
ayarlanmış ve istediklerimizi harfiyen yapacak bir kişi yönetime getiriliyordu.
TÜRKİYE'YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA
"MARSHALL YARDIMI" İLE EL ATTIK
Mesela Türkiye’yi
ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke
yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle
başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek
karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde
yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve
programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek
için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı
sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer
bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler
talep ettik Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve
bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor,
fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için
ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki
yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe
bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma
arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir
MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın
baskısıyla onu idamdan kurtardı.
1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ
DOĞRULTUSUNDA YAPILDI
Aynı ülkede
gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O
zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim
isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika
ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri
kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere
uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine
geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi
kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.
BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER
UĞRUNA CAN VERDİ
En sonunda bu
ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos,
sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları
başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan
sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz
bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete
düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor
olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar.
Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak
çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu.
İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef
olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti.
Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı.
Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı
bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm
sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş,
sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir
duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı
ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.
ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA
KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI
Askeri hükümet bir
süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi
devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda
ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir
piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak
yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı
mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans
şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle
borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak
adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda
başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi
şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı
olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek
faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.
TÜRKİYE'DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ,
DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR
UNUTULDU
Bu arada, Özal
bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu
ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile
düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar
artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet,
devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç
örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar
itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük
işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası
yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları
sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da
özelleştirme hikâyesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele
geçiriliyordu.
"KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ" HAYATA
GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK
Beyni yıkandığı için temiz
hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek
kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler
ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke
monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi
oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt
devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine
pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için bir örgüt
yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu
anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç toprakta
varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda
değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da
bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından
fedakarlık etmek zorunda kalacak.
TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ... SU
KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA
Rockefeller de sözü devralarak
başlıyor;
Türkiye hakkında
biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve
bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:
Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su
kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.
İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu
konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den
başlamalıyız.
Üçüncüsü, Avrupa
ve Asya arasında bir köprü durumdadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer
altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke
elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve
Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya
boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir
araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa
karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit
mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen
istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.
EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN
BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR
Dördüncüsü, ülke
bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın
bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.
Beşincisi ve belki
de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce
4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri
terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani
dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler,
Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar
kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.
Milattan Önce
3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan,
toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk
para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani
dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin
araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli
halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre
“kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi
bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı
bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi
erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay
Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır.
Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela
yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.
Fakat biz bunu
örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl
sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak
dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti
başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini
yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden
2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.
MEDENİYETİN
BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK
Medeniyetin beşiği
olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür
miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir
toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları
Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti
sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına
öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim
çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir
dağılımı aşırı düzeylerdir.
Aslında insanlar
tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için
duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.
Ben de o ana kadar
en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince
konuyu değiştirmek istedim.
OSMANLI'YI YIKMAK ZOR OLMADI
“Dünya ülkelerini nasıl ele
geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla
konuşmayı sürdürdü.
Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya
Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele
geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı. İsrail devletinin
kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e
giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi.
Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok
zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri
ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla
evleniyorlardı. Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde
söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim
istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar.
Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve
sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri
tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar
kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda
hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak
planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim
finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I.
Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i
yani sentezi oluşturdu.
HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ,
ÇÜNKÜ BURADAKİ YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR
İkinci Dünya
Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi;
diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan
Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye
dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman
ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde
olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik
kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya
savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü
Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir
Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu
tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından
evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla,
başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler
zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail
topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç
katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar
kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları
üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere
uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece
Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk
ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.
ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI
ALMANYA'YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI
Almanlar’dan
nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı
Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan
Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun
vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın
desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda
Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve
daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin
kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor
baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.
İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ'NİN
CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU
Ve böylece Büyük
İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında
Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe
yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri
için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından
aldıkları borç paralar devreye giriyordu.
SOVYETLER BİRLİĞİ'NE YETERİ KADAR ÜLKE
TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ
Sovyetler Birliği,
Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan
International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan
W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle
petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada
dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar;
Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması
ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.
ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE
AMA ABD EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK
Çin ise Amerikan
Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline
geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan
ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara
çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.
VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND,
ENDONEZYA, AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ'NİN DENEME VE
GELİŞMESİNE YARADI
Size dünyadan kısa
örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim; Vietnam savaşında, Amerika
Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği
silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet,
eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde
ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.
Kore savaşı ile bu
ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi
tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli
zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.
Kamboçya’da
Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile
devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler
geçirildi.
Tayland’da yine
ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi
yıllarca bize çalıştı.
Endonezya devlet
başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği
silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı,
binlerce insan öldü.
Afganistan savaşı
Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de
yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat
yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan
yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.
İran-Irak savaşı
Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol
kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki
bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini
iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri
yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla
borç almakla mümkün oluyordu.
Saddam dolduruşa
getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez
daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş
bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta
test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi
yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın,
tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları
öldürmeye devam ediyorlar.
1990 Yugoslav
savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere
yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde
hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını
bekliyorlar.
Rotthschild
konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu
sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller
devam etti.
ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ,
BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU,
URUGUAY, ANGOLA'DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI
Zaire devletinin
başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un
deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.
Çad Hükümeti 1982
yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu
geçiş sırasında on binlerce insan öldü.
Yemen 1990 yılına
kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim
şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.
Guatemala’da
hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında
devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz
bir kargaşa içinde yönetilmektedir.
Şili’de General
Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz
doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı
milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet
içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.
Brezilya da
komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe
ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en
güvenilir müttefiklerinden biri oldu.
Dominik
Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz
yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.
1990’lı yıllarda
Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele
geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli
ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.
Fiji, Grenada,
Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları
halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.
Bolivya, Gana,
Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü
dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir
parçasıydı.
BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA
TUTUYORUZ, AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ
Avrupa ülkelerinde
kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke
yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.
İstanbul’daki
sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu
ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için
yaptırıldı.
New York İkiz
Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları
ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.
Ben “dünyada el
atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle
beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini
tamamladı;
DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK
OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ
“Bu arada, bütün
organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise
vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan
bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya
kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması
için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü
para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir
daha çıkış yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında
çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü
en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu
parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu
faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve
rüşvetler dahildir.
NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA
VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ
İÇİN ÇALIŞIR
Bu örnekler inanın
bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her
noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne
kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı
Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken,
dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü
bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak
istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5
milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün
zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor.
Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya
ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete
sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve
zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.
Bizimle işbirliği
yapanlar, çok yakında yenidünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz
altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre
işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir
hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke
insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri
kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında, bütün
yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok az
bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle
geçirecekler.
İlk önce bütün bu
anlatılanları çok büyük hayaller olarak görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu
aklıma gelince gerçekleşme olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de
çok az televizyon seyretmeme rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme
çarpıyor, açlıktan ve sefaletten sürünen insanları seyrettiğimi hatırlıyorum.
Ama ben medya adamıydım ve bütün bunların sebeplerini araştıracak zamanım
yoktu....
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar