ÇERKEŞLİ ŞEYH MUSTAFA EFENDİ Kaddesellâhü sırrahu’l azîz
Meşâyıh-ı izâm-ı Şa’bânîyye’dendir.Neş’etleri
Çerkeş’tendir. Şeyh-i mükerremleri Muhammed Efendi’nin vâris-i kemâlâtı olup,
ziyâret-i Haremeyn’e dahi muvaffak olarak kemâlât-ı ârîfâneleri şuyû’
bulmuştur. Halka-i irşâddan onüç halîfesi yetişmiş 1224/(1809) senesinde âzim-i
dâr-ı ahiret olmuşlardır. Çerkeş’te medfûndur.
Oldu Şeyh vâsıl-ı cânân Yâ Hû
İstanbul’da bir silsile-i urefâ vü ulemâ teşkîl eden
Çerkeşli-zâdeler müşârünileyhin ahfâdındandır.
Osmanlı Müellifleri’nde, Çerkeşî Mustafa Efendi
hazretlerinin irtihâli 1229/(1814) gösterilmiş ise de yanlıştır. Hz. Şeyh’in
ahvâl ve asnâf-ı tarîkata dâir Risâle-i Türkiyye’lerinin matbû’ olduğunu
Osmânlı Müellifleri’nde Tâhir Bey yazmaktadır. Mezkûr risâle ahîren
görüldü, gâyet mühimdir. Teberrüken ve kısmen âtîde naklolundu.
/57/ Çerkeşî Mustafa Efendi
hazretlerinin mürîdlerinden olup, Tokat’ta ikâmet etmekte olan Cebbâr-zâde
Süleymân Bey, azîz-i müşârünileyhi Tokat’a da’vet etmekle, da’vete rû-yı icâbet
gösterip Tokat’a şeref-i muvâsaletlerine müsâdif yevm-i mes’ûdda bütün ahâlî
istikbâline çıkmışlar. Hattâ on dakîkalık yola kadar şal döşemişlerdir. Hz.
Şeyh, gâyet mahviyyet-perver olduğundan Çerkeş’teki dergâh pek harâb olduğunu
ve hattâ binânın birçok yerleri iplerle bağlı bulunduğu hâlde kimseye bu bâbta
teklîfte bulunmamış idi. Hz. Azîz’in Tokat’a azîmeti sırasında Süleymân Bey
kâhyası vâsıtasıyla tevsîan ve müceddeden derhâl bir binâ-yı âlî vücûda getirmiş
ve kimin tarafından yapıldığını kimseye bildirmemiş idi. Hz. Şeyh Çerkeş’e
avdet ettikte binâ-yı cedîdi görünce hayrette kalmış ve fakat bilâ-tereddüt
ikâmet eylemişlerdir. Hakîkat-ı hâli merâk ederek kendilerinden suâlde
bulunanlara,
“Cânım biz sormadık.
Girip oturduk. Siz niye soruyorsunuz?” buyururlar imiş.
Bir gün
hastalanmışlar. Süleymân Bey, Hıristiyan hekîm celbedip, Hz. Azîz’i tedâvî
eylemek istemiş. Hekîm muâyene edince Hz. Şeyh ona hitâben,
“Hastalığımı teşhîs
ettin mi?” diye sorunca o da,
“Onbir de ilâc
tertîb eyledim. İçince bi-inâyeti’llâh şîfâ bulacaksınız.” cevâbını vermiş
idi.
“Öyleyse ben bu işi
bir kere hastalığıma danışayım.” deyip yorganı başına çekmiş, bir müddet
sonra tabîbe hitâben,
“Hastalığım bana
lisân-ı hâl ile dedi ki : ‘Vâkıa verilecek ilâcla ben geçerim. Ama senin
ile yirmi beş senedir hem-bezm oldum. Benim yerime hiç tanımadığın bir hastalık
gelir, tedâvîsi bulunmazsa ne yaparsın?’ Düşündüm ben o ilâcı içmekten
vazgeçtim.” demiştir.
Şeyh Seyyid Kerâmeddîn Efendi,
“Şu hastalık ve
tabîb hikâyesi Hz. Pîr Nasûhî’de de aynen vukû’ bulmuştur. Demek ki Çerkeşî
hazretleri de, eser-i cenâb-ı Pîr’e imtisâl buyurmuşlardır.” buyurdular. Hastalıkları kesb-i
şiddet edince, tâcını Beypazarlı Ali Efendi hazretlerine ihsân buyurmuşlar. Beypazarlı,
azîzinin huzûruna gidince, azîzinin kucağında yatmakta olan geyik yavrusu hemen
firâr edince,
“Hâlâ adam olamamışım. Geyik
bile beni adam yerine saymıyor, benden kaçıyor.” demiştir.
Hulefâsının en güzîdeleri Geredeli Azîz nâmıyla benâm
Şeyh Hacı Halîl Efendi ile Beypazarlı Şeyh Ali Efendi’dir. Bu iki halîfe-i
muhterem her ma’nâsıyla şeyh-i mükerremlerinin feyz ü kemâlini hâiz idiler. Her
ikisinden teselsül eden silsile-i tarîkat elyevm bâkî olup, ehl-i tarîkatın
melâz-ı uşşâkıdır.
Sultân Mahmûd-ı sânî müşârünileyhe pek ziyâde hürmet
etmiştir. Hattâ emriyle yazdığı risâleden bir bahis teberrüken aynen derc
olunmuştur:
Ulemâ ve meşâyıh arasındaki ihtilâf-ı sûrî
münâsebetiyle bunun izâlesine hâdim olmak üzere Sultân Mahmûd-ı sânî’nin
ricâsıyla yazdıkları Risâletün fî-Tahkîkı’t-Tasavvuf [2]nâm risâlesi vardır.
(Ahmed Amîş Efendi Efendinin
raftan indirip yazdırdığı risâle budur. Melâmiler hakkındaki müteala dikkate
şayandır.)
“Ma’lûm ola ki, erbâb-ı kulûbun tahsîl ve tahsîlinde
sa’y-i belîğ eyledikleri tasavvuf ahvâl-i selâseden ibârettir. Onlar da budur:
Tecellî-i ef’âl, tecellî-i
sıfât, tecellî-i zât.
Lâkin hîn-i ifâdede ahvâl-i selâse (üç halin)
sâhibleri hâlât-ı selâsede fırak-ı dâlleden üç fırka-i bâtılaya müşâbihlerdir.
Tecellî-i ef’âl sâhibleri, Cebriyye’ye;
tecellî-i sıfât sâhibleri, Hulûliyye’ye;
Tecellî-i zât, sâhibleri, İlhâdiyye’ye
müşâbih (benzer) görünür.
Lâkin cebr, hulûl ve ilhâddan
müberrâdırlar. (temizdir.)
Bu tecellîyât-ı selâseye mazhar olan zevât-ı kirâm ile
tavâif-i selâse-i mezkûrenin beynlerini tefrîk eden şer’-i Muhammedî ve erkân-ı
cenâb-ı Ahmedî’dir ki, eğer bir kimse dâire-i şerîatta dâhil ve merkez-i
nâciye-i istikâmette sâbit olur, makâmât-ı selâseden ve tecellîyyât-ı sâbıkadan
tekellüm ederse, irfân-ı ilâhî ve esrâr-ı Rabbânîdir ve kendinden zuhûr eden
hârık-ı âde kerâmettir. Lâkin ında’llâh ve ınde’r-Rasûl ve ınde’l-mürşidîn
mezmûm ve bî-edebliktir. Ve eğer dâire-i şerîattan hâric ve merkez-i
ittikâdan zerre mikdârı mâil olursa kendisi dâll ve kelâmı ilhâd ve ifsâddır.
Ve zuhûr eden hârık-ı âde sihir ve istidrâctır.
Sûfiyyeden Melâmiyyûn Hazerâtı avâmm-ı nâs ındinde ve mahcûbîn
katında hasebü’z-zâhir şerîata muhâlif akvâl u ef’âl ü etvâr ile görünürlerse
de, lâkin tahkîk ve tedkîk olundukta kat’iyyen ve kâtıbeten ser-i mû şerîat-ı
Muhammediyye’ye muhâlefetleri yoktur. Ancak tabâyı’-i şerîfelerinde sırr u ahfâ
muhabbeti merkûz (istenilmiş) olmağın mahcûbîn ındinde zâhir-i şerîata muhâlif
ve hakîkatta mutâbık akvâl u ef’âl ü atvâr ile nefislerini mestûr ve mahfî
kılarlar. Zâtlarında bu fırka mestûrîn-i kâmillerdir; mükemmiller
değillerdir. Ve nefsinde râşidler ve fakat gayr-i mürşidlerdir.
Onlardan istid’â ve istirşâd ve iktidâ sahîh değildir. Zîrâ
tâlib-i tasfiye olanları şek ve şübheye ilkâ ederler. [3]
Mürşidiyyet, şek ve şübhe ilkâ
etmek değildir. Belki
cemî’-i nâsın reyb u şekkini ihrâc ve izâle etmektir ve emr-i irşâd, Allâhu
zü’l-celâl hazretlerinin inâyet-i ezeliyye ve cezbe-i Rabbânîyyesidir ki, bir
kulunu ef’âlen ve sıfâten ve zâten kendine cezbedip, nice müddet, kasr-ı
cemâlinde mihmân ve taht-ı visâlinde sultân kıldıktan sonra tekmîlen li’l-irşâd
makâm-ı beşeriyyete inzâl u irsâl edip, tavâif-i selâse ki, küffâr, avâm,
havâs; küffârı küfürden îmâna ve avâmmı ma’siyyetten tâata ve havâssı
mâ-sivâdan vuslata da’vetle me’mûr ve taraf-ı Rabbânîden hilâfetle mansûr ve
müeyyed kılınmıştır. Bu abd enbiyâdan ise, nübüvvet-i teşrîiyye ve evliyâdan
ise, nübüvvet-i ta’rîfiyye tesmiye olunur.[4]
Mürşid-i kâmil ve mürebbî-i vâsıl zât-ı akdes-i
peygamberîden hisse-mend olmalarıyla enbiyâ-yı ızâm ne gûnâ ferâiz ve vâcibât
ve sünen ve müstehabâtı ve sâir erkân-ı şerîatı kavmi beyninde iktidâ etmeleri
kasdıyla alenen icrâsıyla me’mûr oldukları gibi, mürşidler dahi evrâd u ezkâr
ve halvet ü uzlet ve ferâiz u nevâfil ve sâir erkân-ı turukun mürîdleri belki
sâir nâs beyninde iktidâları kasdıyla cehren ve alenen icrâsıyla me’mûrlardır.
Ve mahall-i ithâmdan ihtirâzı mültezimlerdir ve ibâdet ü tâatlarında ve sünen-i
Muhammediyye’ye ittibâ’larında ve siyer-i Ahmediyye’ye sülûklarında aslâ ucub u
riyâ olmaz. Onlar bir kavimlerdir ki, (لا أعبد ربا لم أره ) [5] ikrâmıyla mükerrem olmuşlardır. Kavilleri, ayn-ı
tevhîd ve fiilleri ayn-ı ihlâstır.
Ammâ gürûh-ı melâhiden;[6] “İbâdât-ı zâhiriyye, ebrârın hali; ibâdât-ı
bâtıniyye mukarrabînin hâlidir.” diye i’tikâdları küfr ü ifsâddır.[7]
İbâdât-ı zâhiriyyeyi terk ayn-ı ilhâd olduğundan
mâ-adâ safha-i kalbleri, sırf dînden ve nokta-i tasavvuftan hâlî ve
lisânlarında nice nice hurâfât ve şatah ve tâmât ve muîn-i şerîat-ı garrâ olan
ulemâ-yı etkıyâya buğz birle ma’rifet-i Bârî ve tasavvuf iddiâsında olup,
tarîkat-ı aliyyeyi, şerîat-ı garrâdan ayrı bir tarîk addedip, hâl ve zevk ile
sudûr eden ehlu’llâhın kelâm-ı mutlaklarını lisâna getirip, kendilerine kâl ve
meşâyıh ve ulemâ beyninde müttefakunaleyh olan ibâdât u tâati ve riyâzât u
mücâhedâtı terk ve muhtelefunfîhâ olan ba’zı ef’âli vücûb mertebesinde
kendilerine âdât u hâl ve belki ma’siyyete âlât kılan ol zümre-i dâllîn ve ol
fırka-i hâsirînden tasavvuf dûr ve ma’rifet-i Hak onlardan mehcûrdur.
Bu cihetten ulemâ-yı selef ve haleften ba’zısı
tahkîkan ve ba’zısı taklîden ol gürûh-ı melâhideyi zecr u men’ husûsunda ârif u
kâmili fark etmeyip, sûret-i ıtlâkta nice resâil tahrîr u tahşiye-i kelimât ile
takrîr eylediler. Lâkin ârifi mahcûbdan ve kâmil-i nakıstan mukbûli merdûddan
fark etmeyerek zecr ü red, emr-i metbû’ olmadığı ecilden bu bâbda eimme-i
sûfiyye dahi nice kitaplar te’lîf ve nice risâleler tasnîf eylediler. Ulemâ
ile meşâyıh meyânında olan nizâ’ lafzîdir. Ma’nâda onlar müttehiddirler. İttihâd-ı
ma’nevîyyeyi fehm etmeyen bî-edeblerin lafızda teksîr-i nizâ’larına ehlu’llâh,
kaddesa’llâhu esrârahum, râzî olmazlar.”[8]
[1] Bu ibârenin hesaplanmasından 1145 çıkmaktadır. (H)
[2] Atatürk Kütüphanesi, İstanbul; Tahkik et-tasavvuf /
Mustafa Halveti el-Çerkeşi, 297.7 – O. E. Yazmaları - OE_Yz_001585; 297.7 MUS,
O.E. Yazmaları - OE_Yz_000059/04
[3] Aslında bu fırka zâtlarında gizlenmiş kâmillerdir.
Ancak mürşid-i kâmil değillerdir. Ve nefislerini irşad ederler fakat başkaları
için mürşid değillerdir. Onlardan irşad olmayı istemek, Hakk yola gitmek ve
peşlerinden gitmek sahih değildir. Zîrâ nefsini temizlemek isteyen
tâliblerini şek ve şübheye düşürürler.
[4] Mürşidlik, şek ve şüpheye düşürmek değildir. Belki
bütün insanların şek ve şüphesinden çıkarıp ve izâle etmektir. Mürşidlik
vazifesi, Allâhu zü'l-celâl hazretlerinin ezeliyye inâyet-i ve cezbe-i
Rabbânîyyesidir ki, bir kulunu ef'âlen ve sıfâten ve zâten kendine
cezbedip, nice müddet, cemâl köşkünde misafir etmek ve visâl tahtına sultân
kıldıktan sonra kâfir, avâm, havâs dediğimiz üç taifeyi irşâd için
tamamlanmış ve görevlendirilmiş olarak beşeriyyete irşâd emri ile
gönderilmesidir. Yani, küffârı küfürden îmâna ve avâmmı ma'siyyetten tâata ve havâssı
mâsivâdan vuslata da'vetle me’mûr ve taraf-ı Rabbânîden hilâfetle yardım
edilmiş ve desteklenmiştir. Bu kul enbiyâdan ise, nübüvvet-i teşrîiyye ve
evliyâdan ise, nübüvvet-i ta'rîfiyye tesmiye olunur.
[5] Hazret-i Ali kerremallâhü veche buyurdu ki; “Görmediğim
rabbe ibâdet etmem.”
“Hz. Ali, bu sözü ile acaba ne anlatmak istiyordu?”
“Yalan şahadet Allah'a şirkle
bir tutulmuştur!”
[6] Melâhi:Oyunlar, eğlenceler. Cümbüşler.
Melahide: Mülhidler. Dinsizler.
İmânsızlar.
[7] Mülhidlerin, zâhirî ibadetler, ebrârın hali;
bâtınî ibâdetler mukarrabînin hâlidir, diye söylemeleri küfür ve ifsattır.
[8] (VASSAF, et al., 2006), c. IV, s.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar