HAZRET-İ ALİ Kerremallâhü Vechenin KASİDE-İ ERCÛZE SEKİNE-İ ÂLİYE'Sİ Ve İSM-İ ÂZAM
Hz. İmam-ı Ali kerrema'llâhü veche
tarafından bahr-ı recez vezni üzere yazılan ve istikbalden haber veren meşhur
kasidedir. [1]
Bu haberleri hakkında Bediüzzaman
kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Hazretleri kasidesi için şöyle demektedir.
"O Ercuzenin mevzuu ve içindeki
maksad-ı aslî; İsmi A'zamı tazammun eden altı ismin ehemmiyetini beyan etmek,
hem o münâsebetle istikbaldeki bir kısım umur-u gaybiyeye ve te'sis-i
İslâmiyette bir kısım mücâhedâtını işâret etmektir. Evet, Hz. İmâm Üstâdı olan
Habibullah'dan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden aldığı dersin bir
kısmını işarî bir surette zikrediyor.” [2]
Seneler önce bulduğumuz bir nüsha
ile tercümesini yapmaya çalışmıştık. Fakat tercüme yaparken toplu manaya
gidilince ister istemez tahrifat ve birçok yanlışlar yapmış olduğumuzu bir
zaman sonra gördük. Osmanlıca olarak elime geçen bir tercümeyi incelediğimde
yaptığım hataları ve noksanlıkları görünce düzeltmek ve meraklıları için tekrar
hazırlamak iştiyakı içimizde doğdu.
Elimize geçen Osmanlıca nüsha
tercümesi Mecmuat-ül Ahzab’taki metne sadık olması nedeniyle güzel bir çalışma
idi. Tercümeyi Risâle-i Nur Şakirdlerinden biri olduğu yazı üslûbundan
anlaşılıyordu. Fakat adını gizlemiş olan bu alim kardeşimiz için duacı olarak
istifade edilmiş ve gerekli ilaveler ile zenginleştirilme sağlanarak yeniden
hazırlamaya gayret ettik.
Niyetimiz büyüklerimizin bize bu
dini emanet ederken geçirdikleri sıkıntıları, fedakârlıkları, ileri görüşleri
ile gaybî hadiselere vukûfiyetleri göz önüne sermeleri yönünden bu kıymetli
kasideyi bizlere ulaşmasında emeği geçenlere ve başta Hz. Ali kerrema'llâhü
veche Efendimizin şefaat ve duaları için Allah Teâlâ arz u niyaz ederiz.
Allah Teâlâ yardımcımız olsun.
Âmin
İhramcızâde
بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
Hamd yüce ve sadık olan Allah
Teâlâ’ya mahsustur.
Allah Teâlâ; Vahid, Ferd, Alîm,
Râzık,
Melik, Kuddus, Celâl sahibi,
Rızıkları ve ecelleri takdir eden,
Her şeyi bilen benzersiz olan
Celâli yüce, benzeri olmayan
Kaderleri zamanın öncesinde ezelde
Kara, deniz ve dağ şeklinde
oluşunu takdir edendir.
Onun sıfatları celâl cihetiyle
yükseldi
(Allah’ın) Teâlâ (sıfatının)
benzeri asla olamaz
Nimetleri sayılmakla bitmez
Mahlûkâtı hakkında hükmü ret
edilemez.
O faziletli ve keremlidir.
Bize verilen ilmin en son
varıldığı nokta
Bizim yanımızda hak ve kesin olan
husus şudur ki;
O tek olan Rabb’dir
Mülkünde tek olan, ilmiyle eşsiz
olandır.
Gaybında dilediği şeye muttali
olur.
Bütün hayırları elinde
toplamıştır.
Âlemden zürriyetleri ve bir takım
kavimleri seçmiştir.
Onların saadetleri için kalemleri
çalıştırmış (iyi yazmıştır)
Onları hakikat vadilerinde
dolaştırmıştır.
Sonra onlara en doğru yolu
göstermiştir.
“Ben
sizin Rabbiniz değil miyim”[4] dediği günden beri
Bizi şahit tutmuştur. O halde
ahdinize hıyanet etmeyin.
Yine hamd o Allah’a mahsustur ki
bize hidayet etmiştir.
Şaşkınlığımız halinde (bocalarken)
bizi seçmiştir.[5]
Sonra salât ve selam sürekli
Değeri yanımızda çok yüce olan O
Nebi üzerine olsun
Ki hususî şerefe mazhar olan
Muhammed [6] dir.
Allah Teâlâ onu kıyamete yakın
bize göndermiştir.
O semâda Ahmet ismi ile
isimlendirilmiştir.
O takvâ hazinesi, cömertlik denizi
hidayet nurudur.
Mevlâmız[7] vasıflarında kâmil
sıfatlıdır.
Nurları bizâtihi kendinden yayılır
Levhi mahfuz onun nurundan
yazıldı.[8]
O ondaki yazılı olanları haber
vermek için (dünyaya) geldi.
Levh’de ne varsa hepsine muttali[9]
oldu.
Fakat o işittiğinden başkasını
söylemedi.[10]
Dostu (Allah Teâlâ) ne söylediyse
O’nun için
Söyledi. O’ndan (Allah Teâlâ’yı)
anlattı.[11]
Söylenmesini nehyettiği her ne
olursa olsun
Edebinden dolayı mecalsiz kaldı.[12]
Olmuş ve olacak şeylerin bilgisi
Göğsünde toplanmış ve
sırlanmıştır.
Bu sıfatlara sahip olan kimse
Dünyada herhangi bir şeyle nasıl
mukayese edilebilir.
***
Ben onun feyzinden avuçlayan kimse
(Ali) yim
Çünkü O vasf edilemez büyük bir
denizdir.
Sözü muhtaç olan bir kulun bir
âdeti üzere söylerim
Zengin ve muktedir olan mevlâmızın
affına sığınırım[13]
Ben Hidayet eden zâtın amcasının
oğluyum[14]
O Hakk’a davet eden Mustafa’dır.[15]
O beni Ali (isminden) sonra
Haydar diye de çağırmıştır.
Huneyn’de savaştık. Hayber’in
fethi bizimle oldu.
Zü’l Kerrâr denilen atın arkasına
bindiğimden.
Çarpışırken tozu dumana kattım [16]
Ordu Medine’den çıktığından beri[17]
Zafer ve sekinet ile yardım
edilmiş (tir)
(Çünkü) İçinde Emin diye çağrılan
bir zât vardır ki
Kat’î olarak Allah Teâlâ’nın
yardımı O’nunladır.
Ne zaman ki ordu vadide
konakladılar
İçlerinden Bilâl (Habeşî)[18]
kalkıp şöyle dedi
“Kim
bizim vardığımızdan geri kalırsa
İçinde benden başka gaip olan yok
idi (herkes gitmişti)
Gözüme bir hastalık isabet etmiş
(olduğundan gidemedim) [20]
Damadı Osman’ı[21] da göndermiş
Mustafa aleyhisselâm. Cahil kavmi
uyarsın diye.
Çünkü onda bir vakar var idi.
Arapların arasında hem bir
iftiharı vardı. [22]
O zaman Nebi [23] şöyle içten dua ederek
Dedi ki; “Ya Rabbî damadım Ali’yi getir (isterim)
Bir gizlice sesle (hasta halimden)
uyandım.
Şöyle diyordu: “Yâ Ali korkak
bir kimse olma
Hâdî
zâta[24] yürümekte gayretli ol
Düşmanlara
karşı O’na yardım etmen için
Yarın
sancağı taşıyacaksın”[25]
Hemen o an da kalktım ve ayeti
okudum.
Sonra zırhımı ve miğferimi giydim
Kılıcım Zülfekârı’mı [26]
aldım
Atıma seri bir şekilde yöneldiğim
zaman
Ona bindiğim zaman ağrılar
(hastalığım) benden gitti
Fakat iki gözümde rahatsızlığım
devam ediyordu.
Bu hal benim mutad (alışılmış) bir
halim de değildi.
Bunun üzerine Fatıma[27]
uykudan uyandı
Nerede ise yüzüne (üzüntüden)
ellerini vuracaktı.
Olanlardan kendisine haber verilmemişti.
Çünkü o biliyordu ki benim iki
gözümde elem var.
O zaman halimi (O’na) şerh ettim
(açıkladım)
Fatıma kendisine dedi ki “Yürü
aldırış etme”
“Şüphesiz
babam ve ordusu mansur olacaktır.”[28]
Sonra Hasaneyn’imi [30]
gördüm. İstiyordum ki;
Bir bakışla onlara veda edeyim,
olmadı[31]
Her ikisini de uykuya dalmışlarken
kokladım
Rabbime dua ettim ve oruç tutmaya
nezr ettim[32]
Allah Teâlâ için eğer selametle
dönersem
Velimeyi[33] yemeden ikrâm olarak oruca niyetlendim.
O gece sabaha kadar yürüdüm
Kavuşmayı arzulayan birisi olarak
Tâhâ’ya [34]
yaklaştım
Nebi aleyhisselâm beni görene
kadar yürüdüm
Selâm verdiğimi
(gördü)Kardeşlerime işaret eyledi
Buyurdu ki; “Sancağı
Behlül’e[35] verin”
“Allah
Teâlâ’yı ve Rasûlüllahı seven kimseye”
Sonra; “İki torunumun babası
bana yaklaş”
“Allah
Teâlâ’dan iki gözüne şifa isteyeyim”
Her ikisine şifalı tükürüğünden
sürünce
İkisini de iyileştirdi ve ikisi de
görür hale geldi.
Her ikisinin etrafında elini
gezdirdi
Onlardaki elem hemen şifa buldu
O anda O’nun[36] her iki elini arka arkaya
öptüm
Sora Rabbim Allah Teâlâ’ya şükür
olarak hamd ettim
Meydanın ortasına gitmek için
yürüdüm
Ümmetin savaşmaya hazır bir askeri
olarak
Şiddetli savaşçıya merhaba olsun
Bana dedi ki “Ey Ebî Tâlib’in
oğlu!
Şu
savaşmak isteyenin yardımına geldin”
Kendi
zannınca cehâletle savaşmak isteyen Muhammed’in
Biz
ona akıl yoluyla tabi olacakmışız
Kendisinden
önce gelen dini terk edecekmişiz
O
din ki ehline Tevrat hidayet etmiştir.
Heyhât!
O bizden asla bir şey göremez
Ancak
kafaların havada uçtuğu bir vuruşma görür.
Yine dedi ki; “Çok şiddetli
gücümle karşı karşıya geldin
Nice
kahramanları parçalayarak öldürdüm”
Hücum ederek bana vurmak istedi
Koluyla, eliyle, beş parmağın
hepsiyle
Zülfekâr ile vurarak ona hemen
karşılık verdim
Ölüme yaklaştıracak bir darbeyle
onu yere yıktım.
O zaman melekler tekbir getirdiler
Cinler yetişilecek[38]
korkusuyla kaçıp gittiler
Çünkü o (vuruş) Hâşim’in vuruşu
idi
Güçlü bir melek (kuvvet)[39]
tarafından yardım edilmiş idi.
Savaş ateşi şiddetli
alevlendiğinden beri
Sema boşluğundan haykırmalar
duydum
Muhtâr’a[40] dedim ki; “Ey beşerin en
hayırlısı
Bu
iş nedir? Buyurdu ki; “Sabitkadem ol,
zaferi müjdelerim
Allah
Teâlâ’nın yardımı geldi bize doğru koşuyor.
Çünkü
biz işimizi O’na havale ettik.
Cebrâil
ve melekler semâda
Dua
seslerini yükseltmektedirler
Kınanmış
kalabalığa galip gelmemiz için
Hayber
Kalesinin arkasındaki Yahudilere”[41]
O anda yüksek sesle tekbir
getirdim
Sevinçten dolayı Müjdeleyicinin[42]
zaferiyle
İslâm askerleri de tekbir
getirdiler
Kınanmışlara hep beraber hücum
ettiler
Rabbimin izniyle kaçarak hezimete
uğradılar
Korku ile doldular daha da
korktular
Hep beraber kale ehline göründüler
Onlar[43] zannettiler ki
zenginlikleri kendilerini korur.
Kale kapısına doğru azimle
yöneldim
Onu sarstım, civardaki tepelerde
(taşlar) sarsıldı
(Onlara bağlı olarak) Öyle ki o
çok sağlam idi.
Kırmızı renkli bir takım taşlar
(dan yapılmıştı)
Kale kapısının yıkıldığını
gördüklerinde
Her biri hezimete uğradıklarını anladılar.
Onların asileri bize itaat edici olamazdı
Ordu bana doğru toplandı. Tâ ki
Sonra elimle (kapıyı) köprü gibi uzattım
Tâ ki üzerinden ordu geçe, yürümeye başladı[47]
Bu derin hendeğin yarığından
Onun üzeri en kolay (geçilecek) yol halini aldı
Allah Teâlâ öyle bir kaleyi bize fetih ettirdi ki;
Tubba’ ve Âd kavmine ait idi.
Kerim olan Allah Teâlâ bizim hakkımızda değiştirdi[48]
Korkuyu emniyete, şefkate ve iyiliğe (değiştirdi)
Onun (Hayber) fethi Tâhâ’nın[49] mucizelerindendir.
Öyle ki O’nun ne benzeri ne de biriyle kıyas edilebilir.
Bundan dolayı iki isim sahibi oldum
Bir de künye ki daha önce hiç duymadım
****
“Ebâ Türab” [50]künyesini
bana vermişti
Adnân’ın Nebi’si Hâdi olan Mustafa [51]
Şöyle ki; Fatıma[52] ile bir kırgınlığım
olmuştu.
Sonra bu kırgınlığımın ardından (Fatıma) pişman olmuştu.
Ben mescidin köşesine gelmiş (yatmıştım)
Sıkıntılı bir halde uyuyup kolumu yastık yapmıştım
Tavandan üzerime toprak dökülmüştü
Bundan dolayı Rabbime yakınlığım arttı.
O anda Arâbî Nebi[53] gelmiş
Başıma gelen işi soruşturuyordu
Beni yatmış halde uykuda görünce
Kalbi bana acır oldu
Bana dedi ki; “Ey Ebâ Türâb uyan!
Sana isabet eden musibet bana ağır
geldi”
Şerefli elini bana doğru uzattı.
Dedi ki; “Azimet olan rızaya yaklaş”
“Yumuşak sözler söyle” diye başladı
(Sonra) Buyurdu ki; “Kalk Fatıma seni(n halini) görsün”
“Çünkü Sen kızıp (evden)
çıktığından beri
Göz pınarlarının yaşları hala
akmaktadır.”
O zaman Rasûlüllah’a hürmeten hemen kalktım
Sonra emirlerine uyarak kabul ettim.
Mahlûkatın en şereflisi önümde yürüdü
Tâ ki Marziye[54] (Fatıma aleyhisselâm)´ın evine geldik
Girdiğimiz zaman şeytan tekbir getirdi (çığlık attı)
Ferahlıktan dolayı, hem de iftirayı teyit etti
O anda O’na yöneldim elini öptüm
Dedim ki; “Ey zorlukların kendisine kolay olduğu kimse”
Sen Hakk’ın nurusun ey mertebesi
yüce olan
Ey gazaplanmış kimseyi kurtaran
Cânî bir kul olsam da
Şeytânî bir huya tabi olarak” (hata etmekten kurtardın)
Fatıma’da bana doğru yönelerek şöyle dedi
“Ben bu işimde cahillik etmiştim.
Ey babamız bizim hepimiz için
mağfiret dile
Rabbimiz dua edeni işitir”
Sözünü tamamlamıştı ki;
Cebrâil aleyhisselâm Tâhâ’ya[55] geldi, dedi ki;
“Ya Muhtar (aleyhisselâm) Yüce
Rabbimiz
Sana selam söylüyor, Ali’yi
müjdele
Yine tertemiz Seyyide’yi
Kendisinden Marziyye (razı olunmuş) Fatıma Sıddıka’yı
Sonra Allah Teâlâ buyurdu ki: “Ben ikisinde affettim
Aralarında geçen savaşmayı (kaldırıp affettim)
Çünkü ben çok affediciyim (yapacaklarına da) aldırmam[56]
Sizde yine hayırlı işler yapmaya
yönelin
Nebi aleyhisselâm bu güzel ikâle [57] çok
sevindi
Ve yalvararak Allah Teâlâ’ya dua
etmeye başladı
Sonra şöyle buyurdu: “Ey
merhametlilerin en merhametlisi
İkram olarak
âli beytin[58] günahını affeylemeni,
Onların
ilmini ve hayırlı amellerini artırmanı
Çünkü Sen
her şeye ezeli (devamlı) merhameti olansın”
****
Ey bana soru soran, “Bana ne
sorarsan sor
İstersen
geçmiş zamanlardan sor
İstersen
gelecek zamanlardan sor
Onların bütün haberleri (bilgileri)
benim yanımda açıktır
Fakat bazı zaman onların sırları
ifşâ olabilir[61]
İşte sana açık bir delili olan bir
söz
Sana tafsilatlı olrak gelecekten
haber veriyor
Dokuz ilmi[62], Farslıların hesabına göre
İsyanların olduğu dokuz karn [63] dan
sonra
Farslar Araplara galip gelecek
Onları köpeklerin öldürüldüğü gibi
öldürecekler [64]
Çirkin fitnelerin başlangıcı olacak
Hınzırların (domuzlar) karanlığı
gibi bir karanlık (gelecek)
O zaman bütün ülkeler (birbiriyle)
çarpışır
Kargaşa ve fesat çoğalır
Yeryüzü kendi üzerindekiler ile
sarsılmaya başlar (deprem)
Tâ ki mutrafları [65] helak
olur
***
Ey dâima necat (kurtuluşu) isteyen
kişi
Şu söyleyeceğime kuvvetlice sarıl
Tılsımlı[66] bir hakikat olarak yaptığım
işe yönel
Kabul edilenlerin hepsi tecrübe
edilmiştir.[67]
Ben onu “Cünnet-ül Esmâ[68]
Dâiretü’l
Celiletü’l Ahfâ”[69]
(olarak isimlendirdim)
Allah Teâlâ’nın bana gönderdiği bir
hediyedir
Onu Cebrâil aleyhisselâm Muhtar’a[70]
getirdi
Bedir gününde bize yardım etmek
için, o zaman
Semâların melekleri ile bize imdât
(yardım) eyledi
Buyurdu ki; “Ya Muhtar! Bil ve
idrâk et ki;
Biz bugün
Senin yardımına geldik (gece) yürüyoruz
Şübhesiz
Senin Mevla Teâlâ’n bir ikram olarak
Bize şerefli
bir tılsımı hediye etti
“Ya
Habîballah [71] ömrüne yemin olsun ki
Vasfedilmekten
çok yüce oldu
Çünkü onda
Rabbimin İsm-i âzam-ı vardır
Biz onunla
bütün âlemleri resm[72] ederiz”
(Bu tılsımı) Kim saadete mazhar
ise
Onun
boynunda gerdanlık hükmünde olur(sa)[73]
Ya da silah
üzerine yazılmış hükmünde olur(sa)
Çok keskin
ve kan akıtıcı kılıç gibidir
O anda Beşir aleyhisselâm beni çağırdı
Ve buyurdu ki; “Senin basîr olan
Rabbin şu müjdeyi verdi
Sana öyle
tılsım hediye etti ki, onunla düşmanlar
Kahr olup
zehr olur. Öyleyse o Hâdiye şükür et”
Bunun üzerine kucağıma sahife düştü
Onun yazısı şerefli bir dâire
şeklinde idi
Cebrâil aleyhisselâm dedi ki; “Yâ
Ali! Onu al
Çünkü o Yüce
Rabbinin sekinesidir.
Seni
korktuğun kötülükten korur
Düşmanla
karşılaşınca onları zayıflatır”
Sesini iştim fakat hayalini
(kendisini) göremedim
Fakat bana gök kuşağına benzer
olarak göründü[74]
Sonra benden ayrılıp bir iş yapar
oldu[75]
Ve şöyle buyurdu: “Kalk sana
Mevlâ’n kâfidir”[76]
Bilsinler ki kavmin meydanına
indiğiniz (zaman)
“Onların
sabahı ne kötüdür”[77] “Sen ise en şerefli”
Kâhredici
olan Allah Teâlâ’nın isimlerinin sırrı
Onların
üzerinde dönen şerlerine karşı (tılsımı
kullan)
(Bende) Savaşın kızışmasından beri
Kesiyorum ve boyunlarını vuruyorum
(koparıyorum)
Kavmin elleri zincirlendi
Pişmanlıktan ciğerleri parçalandı
İslâm askerleri galip geldi
Puta tapanlar üzerine
***
Bu mahlûkatın en hayırlısının
davetidir
Muhammed [78] bize sıdkı (doğruluğu)
getirdi
O bir gün ibadetlerin birinde
Kıbleye dönmüş olarak namazda
Lanetli Amr ve onunla beraber
Şeybe, Utbe ve dört kişi (hakkında)
Bedir’deki yedi kişinin geride
kalanı
(O) [79] Onların zulmünü ve küfrünü
almıştı
Arka arkaya kalpten darbe yemişlerdi
Ölümün tadını tattılar [80]
Alçak kavmin en eşkıyası ortaya
çıktı
Çok savaşçı olanların heybeti ile
karşılaştı [81]
Heybetinden müteessir oldu ve
koşarak döndü
Bütün hüzün ve pişmanlığını ilan
ederek[82]
Mustafa aleyhisselâm arkasında
tarassut[83] ederek
(durduk)
Nihayet çeneye kadar secdeye kapandı[84]
Onu (ridası ve izarı) kafa ile sırt
arasına attı (iyice eğildi)
Çünkü secde için en aşağı şükür idi
Nebi aleyhisselâm bir süre öyle
kaldı
Arkadaşları müşriklerin çirkin
durumları görmeye başladılar
Allah O’na[85] şöyle vahyetti: “Eğer
dilersen onunla beraber
Eğer
iyilikleri olmayacaksa düşmanlarının elleri kurusun [86]
Fatıma Betül geldi (deve
bağırsaklarını almıştı)
Râsül Mustafa’nın[87]
gözünün nuru
Kınanmışların hepsine beddua etti
Apaçık bir beddua sonra dönüp gitti
****
Bunların başına gelen işin sebebi
budur
(Bu) İsimlerin zikrini (bilin) ki
manaları (olaylar) süslendi[88]
Onları (isimleri) güneş gibi daire
içinde topladım
Bizzat aydınlatıcı olarak hissi
(hayalî) değil
Bana onu Allah Teâlâ hediye etti
Onların şerefini artıran kişinin
kadrini
Onu güzel Kûfe Şehrinde şerh ettim
Hikmetli manzumeler şekline getirdim
Onu kim okursa o kimseden şüpheler
gider
Çünkü bizim özümüz hâlistir ve şüphe
yoktur
İlimlerimiz nerede olursa deniz
olacaktır
Ona dalan ondan inci çıkarır
Her kim bizimle münazara etmek
isterse
Büyüklenmekten dolayı helak
olmasından korkulur[89]
Ey onun (isimlerin) yoluna ulaşmak
isteyen
Ârif [90]ol cahil olma
Onu ben nasıl yazdı isem o şekilde
bırak
Ondan başkasını araştırıcı olma
Ey (dâireyi) yapan (koyan) kişi
Allah’ın takvasını yerine getir
Kâinatın tamamı onunla ayakta
durmaktadır
Rabt (bağlanmak) ve çözülmek
onunladır.
Onun isimleri çok mukaddestir
O Musa aleyhisselâma parlak olarak
göründü
Açıkça zuhur etmiş olarak görünce
Ailesine dedi ki “Ben bir ateş
gördüm”[92]
Ona yaklaşınca etrafa yayılmış bir
nur gördü
Onu hayrette bıraktı. Baktı. Kaçmaya
çalıştı. (Ancak) dinledi.
Gördüğü şeye taaccüp ederek geçip
gitti
Hicaplı olduğundan dolayı O’nu[93]
görmemişti
O anda ezelî olan Rabb ona nida etti
Buyurdu ki “Ey Musa ben yüce
Allah’ım
Korkma! Sen
Tûvâ Vadisi’ndesin
Mukaddes
kılınmış düzgün bir mekândasın
Nalinlerini
çıkar, halıya basar gibi bas
Perdemizin
asıldığı yer yüksek (makam)[94] dır.
Tebliğimi de
en iyi dinleyensin
Onun ism-i âzamı ile sebat etti
(Musa konuşabildi)
Kelîm ismi O’nun (Musa) hakkında doğru
oldu
Ey İsm-i Âzam’ın faydasını arzulayan
kişi!
Yıldızlar gibi süslü(parlayan)
isimleri hıfz eyle
Ey talepte ısrar eden, benim nezrim[96] ile
başla
Çünkü onunla muradına edeb üzere
hemen kavuşursun
Bizim nezrimiz gücünün yeteceği bir
şeydir
Musibete uğramış kişiye kolaylık
olsun diye
Kim bu dediğimizi kabul ederek
karşılarsa
İstediğine kavuşmak nasip olacaktır
Biz nezrimizi şart kıldık[97]
Bu muhteşem daireye layık olan
Celâl ve
minnet olan Rabb’imin isimleri
Paha
biçilmez bir şeref sahibidir
Bu ancak
tasdikten dolayıdır.
Onu kısa ve
düzenli bir şekle koymak için[98]
Cahillik ile
maksatlı aleyhinde konuşana deki
Bu
maksadından vazgeç inatçı olma
Biz ancak
yeryüzünün melikleriyiz
Hükmümüz
doğu ile batı arasında geçerlidir.[99]
Değerli
ilimden her bir manayı
Dünyanın
başlangıcından kıyamete kadar
(Her şey)
bize şuhûd derecesinde inkişâf[100] etti
Şüphe
edenler zelil olacaktır
Onda
söylenen her söz ki, o nastır.(Kesin hükümdür)
Bizim
haberlerimizi anlatanın ta kendisidir.
Mesleğimiz
her ârif olana kolaydır
Bunlar
(isimler) kıymetli mevhibelerdir. (ihsan bağış)[103]
Mevlâ Teâlâ
onu mahlûkatına vermiştir.
Altı isimdir
ki senetle gelmiştir.
Harflerinin
sayıları ondokuzdur
Onunla nice
nefisler temizlendi
Ona parlak
bir daire ilave etti
Etrafında
harfleri yuvarlaktır
Her bir
harfin yanında kerrûb meleği [105]
vardır.
Harf onun
etrafında yazılmıştır
Allah
Teâlâ’nın sanatı yazdığı şeyde yücedir
Sakın sözümü
inkâr edici olma
Onların
adedi şerefli ondokuzdur[106]
Kâfirler
için şiddetli bir ateş yakmışlardır[107]
Onunla her
şehirdeki [108] sihri
iptal ederim
Başlangıcından
on ikisine kadar
Düşmanların
sana gelirken geri çevrilir
Sana tuzak
kurarak ve acele ederek (gelmiş olsalar da)
Altı ismi
gizlice oku
Peşinden
arka arkaya on tekbir getir
Onların
korku ile hezimete uğradıklarını görürsün
Korkularından
titremeye başlarlar
Yine bir
sultan (devlet yöneticisi) ki zalim ve azgın
Öyle ki işin
hakkında şaşkınlık içindesin
On defa
deki; HAKEMÜN, ADLÜN
YA
FERDÜ YA KUDDÛSÜ hemen gözü
kör olur[109]
Kızgınlığının
ardından sana gülecektir
Hem de
zorluktan sonra ondan kolaylık göreceksin
İsm-i Âzam’ın bazı
sırlarına kavuşan herkes
Şunu bilsin
ki bu bir kul işi değildir.
Gizlenmesini
istediğim sözü muhafaza et
Ey irşâd
dairesine kavuşmuş olan[110]
Çünkü bu
şerefli bir dâiredir
Vasıfları
açıkça zuhur etmiştir.[111]
Onun mekânı
gibi hiçbir mekân yoktur.[112]
Faydası
hakkında yanımda kesin deliller vardır
O keskin
vakıalara o bir kalkandır[113]
Hem hasta
olan cinlenmişe de şifâ olur
Sonra kim
durumunun darlığından şikâyet ederse[114]
Kazanç
durumunda genişlik olacaktır
Aksi
(insan)nın silahı için onu saklasın
Nefsi
hakkında Allah Teâlâ’dan korksun
Ey okuyan
sonra dinleyen kişi
Faydalanmak
için sözümü muhafaza ederek dinle
Geçtiği gibi
ondan bir iyilik ile
Manzum olan
şerhinden daha önce şunu bil ki;
Taun’un[115]
büyüklüğü için onu kullanmak fayda verir.
(Ancak)
Kabul ederek akd edilen şartı almak gereklidir
Kim onu
hafife alırsa
Onun izzeti hakkında zayıflığına
hükmet[116]
Bu isimlerin azîmeti yücedir
Bir cahile
verilmesi hususunda Rabb’ime yemin olsun[117]
Fakat en
azimetlisi ve faziletlisi
Odur ki;
kendisine hediye edilir o da kabul eder
Bir takım
Acem harfleri[118] ki
satır satır yazdırılmıştır
Zengin fakir
onunla gecelettirilmiştir.
De ki gözüktü vakit gözüktü hem yaklaştı.
Deccali
bekleyin, kim yalan derse azmıştır.
Çünkü o
beldelerde dolaşır
Kulları
arasında fitne çıkarır
Kim ki Allah
Teâlâ ona yardım etmek ister
Ona bu sekineyi
hediyedir
Sonra bilin
ey kardeşler cemaati
Şüphesiz
ahir zamanın azgınları
O
âlemlerdeki azgınları zevklendirdiler
Sonra
hevâlarına tabi olmaya yöneldiler
İlmi sevap
isteyerek okumadılar
Ancak
dünyada kolaylık için okudular[119]
Onların mal
ile genişlemiş (zenginleşmiş) görürsün
Ve
karınlarını haram ile doldurmuş
Bu yüzden
insanları zillette görürsün
Zira âlimin
(ayak) kayması bin kaymaya bedeldir
Zira âlimin musibeti amel etmediği zamandır
İlmiyle.
Başkaları ise sormadığı zaman (helak olmakta)dır
Ey kullar (insanlar)
o fitnenin tamamı
Onu icap
ettiren devamlı zinadır
Âlemde bu
çoğaldığı zaman
Onlara en
kötü azap getirilmesinden korkulur
Deccal olan
şu kâfirin fitnesi
Onu
anlatmaya kitaplar yetmez
Şanı yüce
olan Mevlâ’ndan iste
O zamana
yetişen kişi
Bu fitnenin
şerrinden seni koruması için
Her sıkıntı
ve musibetin şerrinden
Kim güvende
olmayı isterse
Her asır ve
zamanda
Sözümüzün
inceliğini temessük[120] etsin
Bizim
emrimizden sapmasın
Çünkü biz
kat’i (kesin) olarak
Her sıkıntı
ve darlığa imdat (yardım) ederiz.
Ve Allah
Teâlâ’dan isteriz. İsteyende öyle yapsın
Ondan
başkasından hiçbir halde istemeyiz.
Ömrümüzü
Salih ameller ile hitama (bitirmemiz)
Müminler
için ölüm anında rahatlıktır
Kim fitnesiz
ölürse (inancı bozulmadan)
Onun için en
güzel iyiliktir
Sonra ikinci
defa salât ve selâm olsun
Manaları
ihtiva eden Nebi[121]
üzerine
Muhammed [122]
mahlûkatın en çok hamd edendir
O zirveye
ulaşan en hayırlı kuldur
Bütün
mahlukâtın aciz kaldığı mucizelerle
Bunda ne şek
vardır ey genç ne şüphe
Onun âline
ashabına [123] Onun arkasından gelen
Bazı
kavimler ahdine vefâdan yüz çevirdiler
Salât ve
selamın en temizi ebedî olarak
Yıldızlar
parladıkça sabahın ziyası zuhur ettikçe[124]
Bu apaçık
bir ercûzedir [125]
İçinde
manalar ihtiva etmektedir
Acayip
kelimeler açıklanmıştır
Altın
değerinde nice acayipler bariz olmuştur
Onları daha
önce hiçbir kitap ihtiva etmemiştir
Nüshaları
asla ben derc etmedim [126]
Fakat o
benim cilâi fikrimin kızıdır [127]
Bakir
kafiyelerdir ki hiçbir mihir verilmemiştir[128]
Sonra
toplanmış bir kelamdır. Reczinin[129] içindeki
Hazinesinden
çıkarılmış cevherler (vardır)
Allah Teâlâ
hibe ettiği şeyi bildirdi
Sakladığım
şeylerden dolayı Allah Teâlâ’ya hamd olsun [130]
Hz. Ali Kerremallâhü veche
radiyallâhü anh
CÜNNETÜ’L
ESMÂ DÂİRETÜ’L AHFÂ
[2] Hz. Ali kerrema'llâhü veche Ercüze Kasidesi'nde istikbâle
dair bazı haberler de vermiştir. (18. Lem'a için bkz. Sikke-i Tasdik-i Gaybî,
s. 132-141. Osmanlıca esas nüsha)
[3] İkra, 5
[4] Â’raf, 172
[5] “Seni
şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedi mi?” Duha, 7
[6] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[7] Mevlâ:
Efendi, sahip, malik.
[8] Görünmeye
başladı.
[9] Muttali:
Öğrenmiş, haber almış, bilgi edinmiş.
[10] “O,
hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. Söyledikleri, kendisine indirilen
bir vahiydir” Necm, 3-4
[11] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem kendinden bahsetmedi.
[12] “Gözü
oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.” Necm, 17
[13] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin affına sığınarak
[14] Hz. Ebû
Tâlib aleyhisselâmın oğlu Ali’yim.
[15] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[17] İslamı
yaymak için İslam ordusu cihada çıktığından beri
[18]
Radiyallâhü anh
[19] Hayber
Seferi için
[20] (Kaside-i
Ercuze’de geçen beyitleri daha iyi anlamak için bu kısmı önceden okumak
faydalıdır.)
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem, bir gün sabah namazını kılıp mescitte ashabıyla oturup
sohbet ederken Cebrail aleyhisselâm Hayber Kalesi’ni fethetmesi gerektiği vahyini
getirir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Cebrail’in getirdiği vahyi
ashaba bildirmesinin ardından, ehl-i İslam olan ve din gayreti taşıyan herkes gaza niyetiyle Hayber
Kalesi’nin fethine çağırılır. Bu çağrıya kulak
veren yirmi bin Müslüman er, savaş tedariki görür. Yapılan bu hazırlıkların ardından İslam dinini
sembolize eden alemlerini de omuzlarına alan ashap, Mekke’den Hayber’e doğru Hayber
Kalesi’ni fethetme niyeti ile yola çıkar. Müslüman ordusu, Hayber’e varır varmaz
Hz. Ömer radiyallâhü anh, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından Hayber
Kale’sine elçi olarak gönderilir. Hz. Ömer, Hayber ehlini imana ve İslam’a
davet etmek için kaleye gider fakat burada taş, sopa ve od ile karşılanır. Hz.
Ömer’in İslam dinine
olan daveti, yedi kapısı
olan
Hayber Kalesi’nin on iki beyi ve kale içinde yaşayan halk tarafından kabul
edilmez. Bu olayın hemen ardından fetih
süreci başlar.
İleriki günlerde sırasıyla
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman radiyallâhü anhüm İslam sancağını alarak ashap ile birlikte Hayber Kalesi’ne
kaleyi fethetmeye gider. Lakin tüm uğraşlara rağmen
ashaptan hiç kimse bu konuda bir türlü muvaffakiyet gösteremez. Üstelik ashaptan pek çok kişi şehit
olur. Hayber’in yirmi gün geçmesine rağmen
fethedilememesi ve pek çok kayıp verilmesi ashabın ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
müteessir olmasına sebep olur. Bu sırada Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem,
ashaba Hz. Ali kerreme’llâhü vecheyi sorar. Hz. Ali’nin gözlerinin hasta olması sebebiyle Hayber Kalesi’nin fethine katılmadığının Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
söylenmesinin ardından Allah Teâlâ’ın
izniyle Hz. Ali’nin gözlerinin olağanüstü
bir tedavi ile yani Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ağzından tükürük çıkarıp
sürmesiyle tedavi edilir.
“Allah’ın
Arslanı” sıfatı ile
bilinen Hz. Ali kerreme’llâhü veche, gözlerinin iyileşmesinin ardından
hemen silahını kuşanıp Zülfikar’ı takar
ve Düldül’e binip Hayber Kalesi’ni fethetme amacıyla
tek başına yola çıkar.
Hayber Kalesi’nin etrafındaki kırk arşınlık su dolu hendeği
bir sıçrayışta
sıçrayarak geçen Hz. Ali, bu davranışıyla herkesi şaşırtır.
Hendeğin öbür tarafında
Hz. Ali, Hayber Kalesi beyinin kardeşi
Anter ile savaşmaya başlar.
Hz. Ali Anter’i İslam dinine davet eder; ama Anter bu
davete icabet etmez. İmana gelmeyen Anter, Hz. Ali’nin Zülfikar’ından eman
bulamaz ve tek vuruşta atı
ile
birlikte iki parçaya ayrılmak suretiyle canını
cehenneme
ısmarlar.
Kardeşinin
öldürüldüğünü gören
Amr, kısa bir şaşkınlığın ardından iki
çuvalı
üst
üste giyerek kaleden dışarı
çıkar ve Hz.
Muhammed’i, Hz. Ali’yi öldürmek, ehl-i beyti esir etmek niyetiyle Hz. Ali ile
savaşmaya başlar. Hz.
Ali kerreme’llâhü veche, Dehhak’ın neslinden gelen ve onun kılıcına sahip olan Amr’ı da imana
davet eder; ama Lat-ı Menat’a tapan Amr da kardeşi Anter gibi bu daveti kabul etmez ve
Hz. Ali’nin Zülfikar’ının bir
hareketiyle atıyla beraber
iki parça olup ölür. Hz. Ali’ye hamle yapmak isteyen iki leşkerin de
Hz. Ali’nin narası sayesinde sersem olup ölmesinin ardından Hz. Ali,
Hayber Kalesi’nin kapısına yapışır ve otuz
bin batman ağırlığında olan bu
kapıyı yerinden
koparır. Sonra bu
kapıdan Hayber
Kalesi’nin önündeki hendeğin üzerine köprü yapar. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem o sırada
kaleden Hz. Ali’nin üzerine atılan olağanüstü ağırlıktaki kaya
parçasını mucizevî
bir şekilde Hz.
Ali’ye haber verir. Hz. Ali de bu taşlardan İsm-i Azam duasını (Sekine
Duasını) okuyarak korunur ve taşlara Zülfikar’ı karşı tutarak iki
parça eder. Köprü üzerinden geçerek kaleye giren İslam askerleri, Hayber Kalesi’ndeki
askerlerinin kimini kırar, kimini Müslüman yapar. Böylece kale fethedilir ve kalenin
içindeki mallar, silahlar fethin yirminci gününde Müslüman askerleri tarafından
ganimet olarak ele geçirilmiş olur.
BÜLBÜL, E.
( Haziran/2008 ). Hazret-İ Ali Cenkleri Üzerine Bir Tetkik İnceleme-Metin).
Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim,
Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Halk
Bilimi (Folklor) Bilim Dalı İçin Öngördüğü 221236 Yüksek Lisans Tezi. s. 95-96
[21]
Radiyallâhü anh
[22] (Fakat fayda etmedi; Hayber Yahudileri
teslim olmadılar)
[23] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[24] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme
"Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki,
Allah ve resulünü sever, Allah ve resulü de onu severler.
Allah kaleyi onun eliyle fethedecektir"
Ertesi
gün sancağı Hz. Ali'ye verdi ve Hayber kalesini fethetti.”
(İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i
Dimaşk" Hadis no: 27 / Az bir farkla aynı mealde: Siret-i İbn-i
Hişam c.3, s.334 / Müsned-i Ahmed bin Hanbel c.5,s.33 / İbn-i Sa'd'ın
"Tabakat" c.3, s.158 / Tarih'üt Tabari c.2, s.93 / Tirmizi Hadis no:
3970)
[26] Zülfekar: (Zülfikâr) Çatal şeklinde iki
başlı kılıcının adıdır. Zû "sahip", fakara
"deldi" demektir. Kelimenin tamamı delici anlamına gelir.
Hz Ali
kerreme’llâhü vechenin Uhud savaşında Kureyş’in önde gelen savaşçılarından dokuz kişiyi
öldürdüğü, bu savaşta bedeninden yetmiş yara alarak son ana kadar peygamberi
savunduğu, bu sebeple de Cebrail'in, “Zülfikar'dan başka kılıç, Ali’den
başka da yiğit yoktur.”
("La fata illa Ali, la saif illa
Zülfekâr" لا فتى الا على لا سيف الا ذوالفقار) dediği
rivayet edilir. Zülfekâr'ın Topkapı Sarayı'nda olduğu iddia edilir. Diğer
rivayetlere göre Halife Ali'nin vasiyeti üzerine Necef'te denize atıldığı
belirtilmiş ve sonradan Med'den gelen Ebu Müslim Horasani bulmuş.
[27]
Aleyhisselâm
[28] “Babam
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve ordusu zafer kazanacaktır.”
[29] “Gayretleri beğenilmiş olacak ve
karşılığını görecektir”
[30] Hasan ve
Hüseyin aleyhimesselâm
[31] Vedalaşma
zamanı bulamadım.
[32] Oruç
tutmayı adadım
[33] Velime: Düğün münasebetiyle verilen yemek. Sevinç ve saadet ifade
eden her türlü merasim sebebiyle verilen ziyafetlere de velime dendiğini
söyleyen olmuştur (Şevkânî, Neylü'l-Evtar, VI, Mısır t,y., 198) “Savaştan dönüşte verilecek yemeyi bile yemeden önce
oruç tutmayı adadım.”
[35] Behlül:
Mizahı seven, Hayır sahibi, çok iyi kişi,
[36] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem
[37] Anter
[38] Ölüm
bizede ulaşacak korkusuyla meydandan kaçtılar
[39] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin manevi gücü
[40] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme
[41] Hayber’e
sığınmış Yahudilere
[42] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem
[43] Yahudiler
[44] “Ehl-i kitaptan inkâr edenleri, ilk sürgünde
yurtlarından çıkaran O´dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar
da kalelerinin, kendilerini Allah Teâlâ´dan koruyacağını sanmışlardı. Fakat
Allah Teâlâ´nın azabı, onlara beklemedikleri yerden geliverdi. O, yüreklerine
korku düşürdü; öyle ki evlerini hem kendi elleriyle, hem de müminlerin
elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri! İbret alın.” (Haşr,2)
[45] Yunus
aleyhisselâm
[46] Kapının
altına girerek köprü olması için destek verdim.
[47] Bkz: (BÜLBÜL, Haziran/2008
) , s. 95-96
[48] Bize bu
kaleyi onlardan almamızı ihsan etti.
[49] Rasûlüllah
sallallâhü
aleyhi ve sellemin
[50] Toprağın
Babası
[51] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[52]
Aleyhisselâm
[53] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem
[54] Rızayı kazanmış kadın
[55] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem
[56] “Allah
böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini
tamamlar, seni doğru yola eriştirir.” Fetih, 2
[57] İkal:
İkl, bağ, bend. * Daha ziyade Arabların başlarına koyup sardıkları bağ, agel.
Burada geçmiş ve gelecek olayların
birleştirilmesi
[58] Âl: Hz.
Fatıma aleyhisselâm, Hz. Ali kerreme’llâhü veche, Hz. Hasan aleyhisselâm, Hz.
Hüseyin aleyhisselâm
[59] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemden direk alınan ilim
[60] Allah
Teâlâ’dan ihsan edilen keşfî ilim
[61] Bazı zaman
ben açıklayabilirim
[62] Havas
kitaplarında kullanılan Dokuz rakamı esas alınarak yapılan cifir hesabı
[63] Karn:
"Zaman, devre. * Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene. * Yüz yıllık
zaman. Asır. * Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan
saç. (Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet,
bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki, ""hayrul kuruni
karni"" hadis-i şerifi bu mânayadır. Bunda sivrilmek veya mukarenet
etmek manası vardır. Bu mukarenet veya efradın yekdiğerine mukareneti veya bir
peygamber, bir âlim, bir reis gibi büyük bir şahsiyete mukareneti mülâhaza
olunur. Diğeri de müddet-i zamanın kendisine denir ki, asır gibi ekseriyetle
yüz sene takdir edilmiştir.)”
[64] Hz. Ali
kerreme’llâhü vechenin gelecekle ilgili ilk haberinin meali şu şekilde:
"Dokuz karn sonra (Fürs), yani akvam ı Şarkiye, Â'râb üzerine hücum
edecek, galebe edip Â'râbı hayvan gibi kesecek. Öyle müthiş fitneler ve
karanlıktı musibetler ki: en karanlıklı gecelerden daha ziyade karanlık olacak.
İşte Hazret-i Ali Radıyallahü Anh'ın bir keramet-i bahiresi ki kendinden beş
yüz sene sonra gelen ve Ar ab Devlet-i Abbasiyesini mahveden ve hadsiz kütüb-i
islâmiyeyi nehr-i Fırat'a döken ve Â'râbı gayet zalimane katleden Hülagû
vakıa-i meşhuresini haber veriyor. Çünkü meşhur olan kam kırk sene değil o
zamanın istilahınca ağleb-i ömür olan altmış seneden ibarettir. Çünki bir devir
altmış senede değişir. Bu suretle İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın hicretten otuz
sene sonra Kûfe'de yazdığı bu Ercüze'deki dokuz defa altmış, otuza ilâve edilse
beş yüz yetmiş oluyor ki. Cengiz'in ve Hülagû'nun hücum ve tahribat
zamanıdır."
Tarih: Hicrî 570. Yer: Bağdat. Hz. Ali
kerreme’llâhü vechenin haber verdiği hâdise bakın nasıl aynen gerçekleşmiş.
"Hülâgû ordusu. Bağdat'ı kuşattı.
Neft ateşleri ve mancılık taşları atmaya başladı. Kırk elli gün süren muharebe
esnasında. İslâm dünyasının en gözde şehirlerinden olan Bağdat yakıldı,
yıkıldı. Başvezir İbn-i Alkamî. barış teklifinde bulunmak üzere halifeden izin
aldı ve muhasara ordusuna gitti. Orada diyeceğini dedikten sonra dönüp geldi.
'Hülâgû. sizi makamınızda alıkoymak, hatta kızını oğlunuza vermek istiyor.
Ecdadınızın Deylemlilere ve Selçuklulara tabi olduğu gibi, siz de bunlara itaat
ederseniz. Müslümanların canını ve malını kurtarmış olursunuz, bir süre sonra
da dilediğinizi yaparsınız'dedi.
Zavallı halife, bu yaldızlı sözlere
aldandı. Çocuklarını ve ileri gelen devlet adamlarını yanına alarak Hülagû'nun
yanına gitti, fakat soğuk karşılandı. Bir odaya alındı. Sonra İbn-i Alkamî,
'Hülâgû, kızını halifenin oğluna verecek, siz de nikâh merasiminde bulununuz'
diye Bağdat âlimlerini, ediplerini, fakihlerini, davet etti. Takım takım
geldiler. İşte tam bu sırada vahşet başladı. Hepsi halifenin gözünün önünde
birer birer öldürüldü. Kendisini de keçeye sardılar. Moğol usulünce tekmelerle
hurdaya çevirerek şehit ettiler. Daha sonra Bağdat'a girip katliama başladılar.
Kırk gün süren bu vahşet esnasında sayılmaz yahut sayısına inanılmaz derecede
insan öldürüldü. Değerli mal ve eşya yağma edildi. Manevi kıymetlerine paha
biçilemeyen nefis kitaplar Dicle nehrine atıldı. Hülâgû taş üstünde taş, gövde
üstünde baş bırakmadı." (Ahmed Cevdet Paşa)
[65] Mutraf: Kendisine verilen bol
nimetlerle azıp şımaran ileri gelenler."dünya nimetleri ve şehvani
şeyler hususunda geniş bir bolluğa ve nimete sahip kılınan" manasında
kullanılır.
Mutrafîn, ise mal ve servet sahibi olmakla böbürlenip kendilerini
Allah Teâlâ'dan müstağnî görme hastalığına sürüklenmişlerdir. Ayrıca üstünlük
psikolojisi içerisinde kendilerinden başkalarını beğenmeyip küçümsemeleri ve
her konuda kendilerini haklı sayarak rasûllerin getirmiş olduğu Allah'ın dinine
karşı çıkmışlardır.
Kur'an-ı Kerim onların durumlarını
şöyle anlatıyor: "Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, (insanları)
yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoymaları gerekmez miydi? Fakat onlar
arasında, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler
ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp mutraflaştılar (şımardılar) ve suç
işleyen (kimse) ler olup çıktılar" (Hud, 116)
[66] Tılsım:
Herkesin bilip çözemediği gizli şey. * Gizli sır. Fevkalâde kuvvet ve
te'siri hâiz olan şey. * Definenin bulunmasına mâni olan mevhum şey.
[67]
Söylediklerimi ben ve inananlar tecrübe ettiler
[68] Cünnet:
Kalkan. Örtü, kadın başörtüsü. * Yağan.
Halk arasında Cennet-ül Esma olarak söylenir.
[69] Şerefli
Yüce Dâire
[70]Burada
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve Hz Ali kerreme’llâhü veche işaret
ediliyor
[71] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[72] Çizeriz,
seyrederiz,
[73] Kim değer
verip boynunda taşırsa
[74] “Ve o
en yüksek ufukta idi” Necm, 7
[75] “Sonra
yaklaşmış ve inmiştir.” Necm, 8
[76] “Allah'a
güven, Allah, vekil olarak yeter.” Ahzab 3
[77] Kureyş
müşrikleri, Bedir'e çıkıp gelmeden önce, Mekke'de Kâbe’nin örtüsüne yapışarak
Allah'tan yardım istemişler
"Ey Allah! İki ordudan en azîzine, iki
cemaattan en kıymetlisine, iki kabileden en hayırlısına yardım et!" diyerek
dua etmişlerdi.
Kureyş müşriklerii ve Müslümanları Bedir'de
birbirleriyle karşılaştıkları zaman, Ebu Cehil de:
"Ey Allah'ım! Muhammed hısımlık
ilişkilerini bize kestindi ve bize bilinmeyen bir şeyle geldi. Sabahleyin onu
helak et!" dedi. Kendisi aleyhinde ilk hüküm veren,
kendisi oldu
[78] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[79] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem
[80] Bir
defa, Kâbe'de namaz kılarken, Ebû Cehil'in teşviki ile Ebû Muayt oğlu Ukbe,
yeni kesilmiş bir devenin bağırsaklarını getirip,
secdede iken üzerine koymuş, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem başını
secdeden kaldıramamıştı. Kızı Hz. Fâtıma aleyhisselâm yetişerek, üzerini
temizlemiş, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem namazını bitirdikten sonra
etrafında gülüşen müşrikleri işaret ederek üç defa:
"Allah'ım
Kureyşten şu zümreyi sana havâle ediyorum" dedikten
sonra:
"Ebû
Cehil'i, Ebû Muayt oğlu Ukbe'yi, Haccâc oğlu Şu'be'yi, Rabîa'nın oğulları Utbe
ve Şeybe'yi, Halef'in oğulları Übeyy ve Ümeyye'yi, sana havâle ediyorum." diye
isimlerini birer birer saymıştı. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
isimlerini saydığı bu azılı müşriklerin hepsi de Bedir Savaşı'nda katledilip,
leşleri Bedir'deki "Kalîb" denilen kuyuya atılmıştır. (Bkz. el- Buhârî 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161
(Hadis No: 177) ve 2/377 (Hadis No: 314) ve 10/45, (Hadis No: 1544)
[81] Ebu Cehil;
müşrikleri Müslümanlarla çarpışmaya kışkırtıyor ve:
"Sürâka b. Cu'şum'un ayrılıp yardımını
kesmesi sizi aldatmasın!
O, ancak Muhammed'e ve ashabına vermiş olduğu
sözün üzerinde durmuştur.
Kudeyd'e dönünce, onun kavmine ne yapacağımızı
biliyoruz!
Utbe b. Rebia'nın, Şeybe b. Rebia'nın ve Velid
b. Utbe'nin öldürülmeleri de, sizi korkutmasın!
Onlar çarpışacakları sırada acele ettiler,
böbürlendiler.
Allah'a yemin ederim ki; bugün, Muhammed ve
ashabını tutup urganlara bağlamadıkça dönmeyeceğiz!
Sizden her biriniz, onlardan birisini
öldürebilirsiniz!
Fakat, onları öldürmeyiniz, yakalayınız!
Dinlerinden
ayrılmak için yaptıkları şeylerin, atalarının yapageldikleri ibadetlerinden,
Lât ve Uzzâ'dan yüz çevirmelerinin ne demek olduğunu onlara öğreteceğiz!"
diyordu. (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/346-347)
[82] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem "Yakında o cemaat bozguna uğrayacak, onlar
arkalarını dönüp kaçacaklar!" (Kamer 45) âyetini okumuştu
[83] Tarassut: Gözleme,
gözetleme, dikkatle bakma
[84] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem; Kureyş müşriklerinin harp meydanına geldiklerini
görünce:
"Ey Allah'ım! İşte Kureyşliler! Olanca
kibir ve gururları, kendilerini beğenmişlikleri ve övünücülükleriyle gelmişler,
Sana düşmanlık etmekte ve Senin Resûlünü yalanlamaktalar!
Biz, Senden, onlara karşı bana va'd buyurmuş
olduğun yardımını diliyoruz.
Ey Allah'ım! Sabahleyin onları helak et!" diyerek,
Allah'a dua ve münâcatta bulundu.
Hz. Ömer der ki:
"Bedir savaşı olduğu gün, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem, ashabına baktı: Onlar 300 küsurdu.
Bir de, müşriklere baktı: onlar 1000'di ve daha
da çoktu.
Kıbleye döndü. İki elini uzattı (kaldırdı).
Üzerinde ridası ve izarı vardı.
'Allah'ım! Bana yaptığın va'dini yerine getir!
Allah'ım! Şu bir avuç İslâm cemaatını helak
edersen, artık Sana yeryüzünde ibadet olunmaz!' diyor, hiç
durmadan Rabbinden yardım diliyor ve O'na yalvarıyordu.
Ridası omuzundan kayıp düştü.
Ebu Bekir gelip onu Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellem omuzuna koydu ve arkasından ayrılmadı.
Nihayet, Ebu Bekir dayanamadı:
'Ey Allah'ın Peygamberi! Rabbine niyaz ettiğin
yetişir artık!
O, sana olan va'dini muhakkak yerine
getirecektir!' dedi ."
Bunun üzerine Yüce Allah Peygamberimiz
Aleyhisselama indirdiği âyette:
"Hani, siz Rabbinizden imdad istiyordunuz
da, o da, 'Muhakkak ki, ben size meleklerden birbiri ardınca bin melekle imdad edeceğim!' diyerek
duanızı kabul etmişti" buyurdu.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:
"(İnsanları) Müjdele Ey Ebu Bekir! Sana
Allah'ın yardımı geldi!
İşte, şu Cebrail'dir. Nak' yokuşlarının
üzerinde, atının gemini tutmuş, harp silahı ve zırhı üzerindedir! Hücuma hazır
haldedir!" buyurdu.
Hz. Ali kerreme’llâhü veche der ki:
"Bedir günü, savaş şiddetlendiği zaman,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme sığınmıştık. O gün, insanların en
cesaretlisi ve en kahramanı o idi. Müşriklerin saflarına ondan daha yakın olan
kimse yoktu!"
"Bedir günü, biraz çarpıştıktan sonra;
'Ne yapıyor bir bakayım?” diye acele
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yanına geldim.
Peygamberimiz Aleyhisselam, secdeye kapanmış,
durmadan:
'Yâ Hayy yâ Kayyûm! Yâ Hayy yâ Kayyûm!' diyordu.
Çarpışmak için, savaş meydanına döndüm.
Resûlullahın yanına tekrar dönüp geldiğim zaman,
o yine secdeye kapanmış, Yâ Hayy Yâ Kayyûm!' diyordu. Sonra, tekrar
çarpışmaya gittim. Tekrar dönüp geldiğim zaman, kendisi yine secdede bunu
söylüyordu.
Yüce Allah, ona fetih ve zaferi ihsan
etti." (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/349.)
[85] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem
[86] Önceki dip
notta geçen devenin bağırsaklarını koyma meselesi
[87] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[88] Bu olaylar
bahsedeceğimiz isimlerin manaları içinde gizlidir. İşte bu cesaret bu isimlerin manalarından çıkan
zuhurattır.
[89] Bir kimse ki ona itiraz ederse büyük
bir helak ile karşılaşmasından korkulur.
[90] Ariflik
âlimlikten üstündür. Marifet ilimden üstündür. Çünkü ârifler hikmet sahibidir.
[91] İsm-i âzam “büyük isim” demektir. İsm-i âzam
vücudun zikridir. Lisan ile yapılamaz. Bütün vücuttan gelen bir sestir. Bunun
zikri yapana ağır gelir. Yani zikir zerrelerden çıkarak yapılır. Hangi ismin
İsm-i âzam olduğunu tayin etmekte çok zordur.
Allah Teâlâ’nın isimleri
hakkında en büyük ifadesi ile isimlerde derecelendirmek yanlış olabilir.
Gerçekte Allah Teâlâ’nın bütün isimleri büyüktür. Öyle ise bu ifâde niçin
kullanıldı sorusu aklına gelebilir. Aslında rivayetler incelendiğinde aynı
isimde birleşme olmadığı görülmektedir. Değişik ifadeler olması ismin, bir isim
olmadığı ve zamanla ve insanlarda farklılıklar göstermesindendir.
Allah Teâlâ´dan başka şeylerden
yüz çevirerek, tam bir ihlâsla zikredilen her isim, İsm-i Âzam´dır, zira
harflerin birbirine karşı farklı bir şerefi
yoktur.
Fakat bütün isimler İsm-i Âzâm´ın çerçevesi içinde
saklıdır. Şöyle ki, Ulvî ve süflî (dünya) alemde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve selleme muhtaç olmayan bir nesne olmadığına göre, Hakîkât-ı Muhammediye
ve İsm-i Âzâm birdir.
Hakîkât-ı
Muhammediye de İnsan-ı kâmil´de tecelli eder. İnsan-ı kamil ise, bulunduğu
zamanda İsm-i Âzam´ı görmede kullanacağın aynadır. Eğer bu aynayı bulamazsan bu
isme ulaşamazsın. İnsânı Kâmili idrak
etmek, İsm-i Âzam-ın göründüğü yer
olarak bilmek demektir.
Hz. Âişe radiyallahu anhâ ile
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem arasındaki olan konuşma çok şeyleri
açıklar.
“Fahri Âlem Muhammed Mustafa
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz bir gün şöyle yalvardılar:
“Allah’ım! Ben, senin pak, güzel, mübarek ve
yüce katında en sevimli olan, onunla dua edildiği takdirde hemen icabet
ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin, onunla rahmetin talep edilince
rahmetini esirgemediğin, onunla kurtuluş talep edilince kurtuluş verdiğin isminle
senden istiyorum.”
Başka bir gün Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem Hz. Aişe radiyallahu anhâ´ya
“Ey
Âişe! Kendisiyle dua edildiği takdirde icabet ettiği ismi, Allah Teâlâ’nın bana
gösterdiğini sen biliyor musun?”
diye sordu.
Hz. Âişe radiyallahu anhâ der ki:
“Ben: “Ey Allah´ın
Resûlü! Annem babam sana feda olsun, onu bana da öğret!”
dedim.
“Ey Âişe onu sana öğretmem uygun düşmez!”
buyurdu. Bu cevap üzerine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başıma
oturdum. Sonra kalkıp, başını öptüm ve:
“Ey Allah´ın
Rasulü! Onu bana öğret” diye ricada bulundum.
O yine:
“Onu sana öğretmem uygun olmaz, Ey
Âişe! Onunla senin dünyevî bir şey
talep etmen uygunsuz olur” buyurdu.
“Hz. Aişe radiyallahu anhâ devamla
der ki:
“Ben de kalkıp abdest aldım, sonra
iki rekât namaz kıldım, sonra:
“Allah’ım! Sana Allah isminle dua
ediyorum.
Sana Rahmân isminle dua ediyorum.
Sana Bir´rur-rahîm isminle dua
ediyorum.
Sana bildiğim ve bilmediğim güzel
isimlerinin hepsiyle dua ediyorum.
Beni mağfiret et, rahmet eyle”
diye dua ettim.”
Hz. Âişe radiyallahu anhâ devamla
der ki:
“Bu duam üzerine Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz güldü ve:
“İsm-i Âzam, senin yaptığın
şu
duanın içinde geçti” buyurdu.
Sonuçta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellem hangi ismin İsm-i Âzam olduğunu kesinlikle belirtmemiştir. Fakat
işaretler buyurarak ismin dolandığı çerçeveyi biz acizlere beyan etmiştir.
“Allah”,
“el-Hayyu´l-Kayyûm”,
“La ilahe illallah”,
“er-Rahmanu´r-Rahim”,
“Allahu´r-Rahmanu´r Rahîm”,
“Allahu la ilahe illa
huve´l-Hayyu´l-Kayyum”,
“Lâ ilahe illa
hüve´l-Hayyu´l-Kayyum”,
“Rabb”,
“Allahu lâ ilahe illâ
hüve´l-Ahadü´s-Samedü´llezî lem yelid ve lem yüled ve lem yekün lehü küfüven
ahad”,
“el-Hannânu´l-Mennânu
Bedî´u´s-Semâvat ve´l-ard zü´l-Celâli ve´l-ikram
el-Hayyu´l-Kayyum”...
İsm-i âzam burada bulunmayan isimlerden de
olabilir. Lakin hepsinde “Allah” kelimesi mevcuttur. Bu durumdan
hareketle İsm-i âzam´ın
“Allah” lafzı olduğuna görüşlerin yönelmesi vardır. Çünkü bu isim sıfat olmayıp, zat isimidir.
Bütün isimleri ve sıfatları kendinde toplamıştır.
Bize göre her şahsın
İsm-i Âzamı farklıdır.
Çünkü böyle olması daha uygundur. İnsan yaratılış yönünden mükemmel
yaratılmıştır. Fakat bu mükemmelliğin harekete geçmesi her insanda aynı
merkezden olmaz. Çünkü terbiye edilebilecek vasıfta olan insanoğlu, aynı
terbiye yolu ile terbiye olmadığı gibi, hepsi aynı manevî makamda olmadığı
kesindir.
Büyükler buyurdu ki;
“Senin için uygun olanı biz
söyleyebiliriz. Fakat sen kendin bulursan bu isimle tasarruf edebilirsin. Çünkü
Allah Teâlâ sevdiklerine bu ismi bağışlar. Bağışladığı zamanda Allah Teâlâ’nın
işlerine karışmamaya ve dünya nimetlerine rağbet etmediğin zaman olur ki, o
zamanda istek diye bir şeyde sende kalmamış olur. O zamanda bilmek ve bilmemek
sende aynı şeyler olmuştur.”
[92]“O, bir
ateş görmüştü de, ailesine: “Durun, ben bir ateş gördüm, ya ondan size bir kor
getirir, ya da ateşin yanında bir yol gösteren bulurum” demişti.” Tâhâ, 10
[93] “Musa,
tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: “Rabbim! Bana
Kendini göster, Sana bakayım” dedi. Allah: “Sen Beni göremezsin ama dağa bak,
eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin” buyurdu. Rabbi dağa tecelli
edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: “Yarabbi,
münezzehsin, Sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim” dedi.” Â’raf, 143
[94] Kutsal
yerlere ayakkabı ile girilmez
[95] “Ben
şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan
Tuva'dasın.” Tâhâ, 12
[96] Benim
koyduğum adak usulü ile
[98] İsimlerinin kadri o kadar büyüktür ki;
onu ölçüye vuramazsın.
[99] “Kim buna kasten cahilane itiraz
ederse, kabul ettirmeye çalışma. Biz
güneşin battığı ve doğduğu yerler arasında büyük hüküm sahibiyiz.”
[100] İnkişaf:
Açılma. Meydana çıkma. * Yetişme. * Terakki etme, ilerleme. * Gizli sırların
bilinmesi.
[101] Bu
sayacağımız isimler
[102] Bizim virdimiz avuçlayana güzel bir
içecek, yaptığımız tasnif arif olana kolay gelir.
[103] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ve ehli beyt vasıtasıyla yaratılmışlara ihsan
edilmiş en büyük ihsandır.
[105] Mukarrebun
(mukarrebîn): Büyük meleklerden bir zümre. * Takva ve ubudiyyet ile evliya
derecesine gelmiş, Allah Teâlâ’nın indinde çok kıymetli ve mübarek büyük
zâtlar. * Yakınlaşmış olanlar.
[106] Üzerinde
ondokuz (muhafız melek) vardır. (Müddessir, 30)
[107]
“Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarını bildirmekle
de, ancak inkâr edenlerin denenmesini ve kendilerine kitap verilenlerin kesin
bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine
kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalblerinde hastalık
bulunanlar ve inkârcılar: “Allah bu misalle neyi muradetti?” desinler.
İşte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir.
Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanoğluna bir öğütten
ibarettir.” (Müddessir, 31)
[108] Veya
zamandaki
[109] Basireti
bağlanır yapmak istediğini yapamaz.
[110] Bu
sözlerimizi duyan ve layık olan
[111] Tecrübe
edenler görmektedir
[112] Durumu
gibi
[113] Öldürücü
darbelere
[114] Geçim
darlığı, psikolojik durum
[115] Veba
hastalığı.
[116] Belanın büyüklüğüne göre ondan
faydalanmanın tek şartı inanman ve kabullenmendir. İnancında zayıflık olursa,
onun büyüklüğü zayıflığa döner.
[117] Cahillere
verilmesin, verilirse (kabul etmelidir, etmeyen cahildir)
[118] “Ucmin” ise o zamanın istılahınca Arabın gayrı Lâtince ve Frengî huruf
(harfler) demektir.
[119] Dünya
nimetine kavuşmak için okudular
[120] Temessük:
tutmak, sarılma. Sıkıca tutma
[121] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[122] Sallallâhü
aleyhi ve sellem
[123] Salât ve
selâm olsun
[124] (devam etsin)
[126] Metinde
Matvî: geçmektedir: Bükülü, dürülmüş, kıvrılmış şey.(ben dürülmüş saklı
ilim bırakmadım)
[127] Fikir
aydınlığımın doğurganlığıdır.
[128] Öyle ki o
fikirlere dokunmak için değer verilecek baha ve değer bulunamamıştır
[129] Ercûzenin
kısımlarında
[130] Size
söylemediğim daha neler vardır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar