“UNUTMA SANATI” ÜZERİNE
M. L. Guild
Çeviren: Işık UÇKUN
http://www.theosociety.org
Neşeli bir kadının söylediği şu sözü ne zaman birilerine
anlatsam kahkaha atmadan duramıyorum; “Unutmamda bir sorun yok ki, benim
hafızamın iyileşmesi gerekiyor!”
Gerçekten öyle mi?
Kendimizi bir an için dikkatle ve dürüstçe inceleyelim.
O zaman çoğumuz şunu kabul etmek durumunda kalacağız; istediğimiz zaman
hatırlamakta zorlansak bile asıl istediğimiz zaman unutmayı gerçekleştirmek
daha zor, hatta imkansızdır.
Hatırlamak alışkın olduğumuz bir şeydir çünkü unutmayı
gerçekleştiremeyiz veya tam tersi, unuturuz çünkü hatırlayamayız. Hatırlamak
ve unutmak nadiren iradeye bağlı olarak hareket ederler. Bu en çok da
unutma konusunda geçerlidir çünkü çoğu zaman istediğimiz şey; anlaşılmaz ve acı
veren geçmişin hoş olmayan anılarını silmektir. İstenmeyen anıları silmeye
ihtiyacımız vardır ve aslında silmeye olan ihtiyacımız gerçektir. Silmek,
hatırlama eylemindeki fiziksel varoluşun yüksek sesli çağrısı şeklinde bizi
devamlı baskı altında tutmaz.
Dünyayla iyi geçinmek ve endişeleri unutmak
istiyorsak hatırlamaya ihtiyacımız vardır diye düşünürüz, oysa kalbimiz
dinlenmek ve unutmak isteyecektir. Böylece her zaman olduğu gibi dışsal olanın
sert ısrarı içsel olanın yumuşak savunmasını boğar. Tek yanlı gelişim
çabalarımıza takılır ve tüm tek yanlı büyümelerin, içlerinde kendilerini tahrip
etme potansiyeli taşıdıklarını unuturuz.
İşinde mükemmel biri olan bay A’ya özlemle bakarız;
bütün girişimlerinin her bir detayının aklında oluşuna ve tüm eylemleri
üzerinde sahip olduğu olağanüstü kontrolüne gıptayla bakarız; çünkü onun
harikulade hatırası bize bunu hatırlatmaktadır.
Kontrol!
Zavallı Bay A! Aslında kendisinin dünyadaki en büyük
köle olduğunu bizden daha fazla göremiyor ne yazık ki!
İşini kontrol etmek mi?
Bu kontrol değil! Gerçekte iş onu kontrol ediyor ve
sanki kötü bir deha onu gece gündüz taciz ediyor. Ofisinin kapısını kapattıktan
sonra bile işi onunla birlikte eve geliyor. Akşam yemeğini onunla yiyor ve
yemekten sonra kendini sakinleştirmeyi umarak bir sigara içerse de sigaranın
dumanı ona Bay B’yle yeni bir iş teklifi görüşürken içtikleri sigarayı
hatırlatıyor ve yorgun beyni tekrar tekrar eski detayların ve hesapların
üzerinden geçiyor. Belki de yatağına yattıktan sonra bile saatler boyunca
tartışıyor, hesaplıyor, planlıyor ve en sonunda gözleri hayal kurmaya devam
eden beynini susturuyor. Yine de ertesi gün ofiste kendisine gıptayla yapılan
iltifatı hak ettiğinden emin bir şekilde kabul ediyor.
Öyle değil mi?
Ailesine, unutkanlığını sorduğunuzda ise eşi eğer aile
meseleleriyle ilgili çok ketum değilse size önemli günleri ona hep hatırlatmak
zorunda kaldığını, bir mektubu postaya vermek ya da bunun gibi bir iş için ona
güvenmenin asla güvenli olmadığını, kesinlikle unutacağını söyleyecektir. Başka
bir deyişle bu adamın hemen hiç hafızası yoktur. İş hafızası olarak görünen ise
sadece işle ilgili konuları unutabilme yetersizliğidir, çünkü bunlar o adamın
tüm doğasını ele geçirmişlerdir. İş ruhu o adamı ele geçirmiş ve iş detaylarına
ilişkin hafıza gibi görünen şey de gerçekte işle ilgili meseleleri unutabilme
yetersizliğidir.
Oysa iş hayatı
pek çok zorlukla doludur! Aynı koşullar hemen tüm insanlar için geçerlidir.
Örneğin Bay C’yi ele alalım, mesleği müzisyenlik olsun. Dalgın zihinli oluşunun
onun dehasından kaynaklandığını düşünürüz. “Harika bir müzik hafızası var”
deriz. Aslında böyle bir yeteneği hiç yoktur. O da en az diğer işadamının işi
tarafından kontrol edildiği kadar müziği tarafından kontrol edilmekte, müzik
onu bırakmamaktadır ve diğer adamın hesap defterlerinin gece gündüz onu rahat
bırakmaması gibi bırakmayacaktır. Bu adam müziği hatırlıyor değil, onu
unutamıyordur. İsterseniz deneyin. Tek bir küçük melodiyi zihninden
uzaklaştırmasını isteyin ondan. O melodi bütün gece kulaklarında çınlayacaktır.
Hepimiz için aynı şey geçerlidir, ister iş adamı, bilim
adamı, müzisyen ya da modacı olalım biz sadece bizi ele geçiren şeyleri
hatırlarız. Beyin hücreleri değişir ve hareket eder, açılır-kapanır ve yakın
veya uzak geçmişe ait sahneleri bir bir zihnimize getirir, bizse mecburen
oturup izleriz, izlerken de geçmişin üzüntüleri için yeniden ıstırap çeker ya
da geçmişin sevinçlerine öykünür ama yine de izlemeye devam ederiz. Yine de
bizler önümüze konulan etkilere uysalca tabi olacak makineler miyiz? Hayır,
bizler özgür irade adı verilen ilahi armağana sahip ruh varlıklarıyız ve
hepimiz tekamülümüzü (evrimimizi) kendi tasarladığımız şekilde ve kendi
yarattığımız çabayla sürdürme gibi bir misyona sahibiz. Ama evrim daha iyi
olana doğru gelişmek anlamına gelir ve daha iyi olmak değişim demektir,
dolayısıyla da şu sözü söyleyenin bunu neden söylediğini anlayabiliyoruz: “Hafıza
okült gelişimin en büyük düşmanıdır”.
Burada kastedilen gerçek hafıza ya da hatırlama yeteneği
değil, sahte hafıza ve unutma yetersizliğidir. İçsel bir amaç için kasıtlı
olarak geçmişe ait olanları düşünmekten değil, otomatik ve genellikle de
geçmişe yönelik istenmeyen düşüncelerden söz ediyoruz. Kasıtlı olarak üretilen
düşünce genellikle faydalıdır çünkü bu durumda kendi irademizi ve şuurumuzu
kullanırız ve bundan bir şey öğrenme şansımız vardır ama otomatik olarak
geçmişi düşünmek bize o anki benliğimizi kaybettirir ve geçmişe ait duyguların
ve tutkuların biraz daha oyuncağı haline geliriz ve bu da büyümemizi geciktirir.
Hiçbirimiz bizi kızdıracak ya da üzecek olan tanıdığımız o adamı kasti
olarak aramayız. Yine de sessizce oturur ve uyanıkken rüya gördüğümüz hayal
dünyamıza ait o insanların tekrar tekrar önümüzde canlanmasına izin verir ve
sürekli olarak, hiçbir yeni neden olmadığı halde o insanların gerçekte geçmişte
bizde yarattığı üzüntüyü veya kızgınlığı yeniden uyandırırız. Geçmişte
olanlara çok kızgınızdır (belki bizim hak ettiğimiz ya da İlahi Yasalara
uyamadıkları için onların neden olduğu bir olayla ilgili olarak) ve kendi
içimizde sürekli olarak onları cezalandırır dururuz; tıpkı kendi kuyruğunu
ısıran ve kızgınlıkla tekrar tekrar kendi kuyruğuna saldıran bir kedi yavrusu
gibi. Ya da sürekli içimizde canlandırdığımız geçmişe ait bir mutluluk hissi de
yine aynı etkiyi yaratabilir. Biz o geçmişi kendisine ait olmayan bir
parıltıyla çevrelediğimizden, onun hatırası sevinç yerine üzüntü getirecek,
mevcut anın bize boş ve keyifsiz görünmesine neden olacaktır. Böylelikle rüya
dünyamızı (Hayal-İmajinasyon dünyamızı) mecburen canlandırdığımızda kendimizi
mevcut an içinde zayıflatmış oluruz.
“Unutma Sanatına”
hakim olamıyoruz çünkü beyin hücrelerini, sadece kendi verdiğimiz emirlere göre
davranmalarını sağlayacak etkiler yaratmak suretiyle tam olarak kontrol etmeyi
bilmiyoruz ve beyni yeniden programlayacak, ona düşünceyi kontrol etmeyi ifade
edecek “Gerçek Hafıza Sanatının” olduğunun farkına varamıyoruz. Bu
kolayca fark edilebilecek bir gerçektir çünkü istediği zaman istediği şeyi
hatırlayamayan insan genellikle aynı zamanda unutamayan insandır, başka bir
deyişle beyni kendi kontrolünde olmayan insandır.
Bu materyalist bir düşünce de
değildir çünkü teozofide mümkün olmayan bir şey yoktur.
Beyin hücrelerinin kontrolü, tüm bedene ait hücrelerde olduğu gibi mümkündür çünkü
onlar kör birer madde değil, şuurlu, gelişebilen hücrelerdir ve bu yüzden de
yüksek zihnimize ve şuurumuza ve irademize yanıt verebilirler.
Evrimin büyük merdiveninde aşağı eğilip daha düşük
zekaların gelişmesine yardım etmek görevlerimizden biridir ve dolayısıyla
telafi yasası mükemmel şekilde işler tüm doğanın bağımsızlığı çok kesindir ve
bizler de ancak böylelikle kendimizi geliştirebiliriz.
Geçmiş, tüm geçmiş,
ister yakın ister uzak olsun unutulmalıdır. Bilerek ve isteyerek bu uygulama
yapılabilir aksi taktirde geçmiş anılar için acı çeker veya sevinç duyarsak,
şimdi geçmişe dönüşür ve bizler bundan hiçbir şey elde edemeyiz.
Peki bu şekilde geçmişi unuttuğumuzda edindiğimiz
tecrübeleri de kaybeder miyiz?
Kaybetmek?
Gerçekten bize ait olan hiçbirşeyi kaybetmeyiz. Unutmak
geçmişi silmek demek değildir çünkü bu yapılamaz, sadece geçmişin kayıtlarının
saklandığı odanın kapıları kapatılabilir. Hiçbir izlenim silinemez, tıpkı ölüm
vizyonlarında ve çocukluktaki gevezeliğin ortaya çıktığı yaşlanma döneminin
bunama aşamasında görüldüğü gibi. Hayatta edinilen derslerle ilgili olarak ise,
onları öğrenmek entelektüel olarak fark edilmelerinde değil, onlara asimile
olmakla (sindirmekte) ve kendi doğamızın bir parçası haline getirmekle mümkün
olur. Bu gerçek olmasaydı, Yasalar, geçmiş hayatlarımızın üzerine bir örtü
örtüp bizi her bir yeni enkarnasyona temiz sayfalarla yollamazdı. Bizler de
kendi seçimimizle bu hayatımızın kısa geçmişi için, geçip giden çağlar boyunca
bizim için yapılanı yapalım; “Unutalım”.
Gelişimimizde bize yardım etmesinin yanı sıra “Unutma
Sanatının” bize başkalarıyla olan ilişkilerimizde de epeyce yardımı olacaktır.
Bazen birinin bize gelip zamanın, mekanın
etkileriyle ve kendi geçici olarak zayıflamış iradesiyle daha güçlü bir
haldeyken söylemeyeceği şeyleri söylediği oluyor mu?
Size
böyle yapıldığı zaman söylenenleri unutun!
Bunu yapabilirsiniz. Eğer biz bunu yapmazsak o da
unutmayacak ve eğer anlayışlı biri de değilse kendinden duyduğu utanç bizden
hoşlanmamaya dönüşecektir. Bizim olanı unutmamız ona da bu
olanı unutmada yardımcı olacaktır. Bu durumda şahit olduğumuz şey bir zayıflık,
yanlış ya da aptalca bir davranış mıdır? Siz unutun ki olayı yaşayan da
unutsun. Eğer unutmazsak o da önce utanç, sonra kızgınlık hissedecek ve kendini
bize kapatacak ve böylece bizler de ona yardımda çok zorlanacağız.
Kendi eylemlerimizle ilgili olarak da “Unutma Sanatını”
uygulamak başkalarıyla olan ilişkilerimizde gereklidir. Geçmişimizi
hatırladığımız sürece, onlar da hatırlayacaktır. Ama eğer unutmak için gereken
güce ve cesarete sahipsek, hem iyi hem de kötü olanı, başarıları ve
başarısızlıkları, geçmişin üzüntüleri ve şöhretleri üzerinde durmazsak,
geçmişte olanları arkadaşlarımız da unutacak ve bizi iyi ya da kötü, olduğumuz
gibi, anlamaları gerektiği gibi anlayacaklardır. Bizi çevreleyen bu insan
yürekleri kendi derinliklerinde yaşamayı sürdürürler ve şu sözle söylenmek
istenenleri kabul etmeye hazırdırlar:
“Geçmiş mi!
O da ne?
Hiçbirşey.
Bitmiştir artık.
Kovun onu.
Siz kendi kendinizin
geçmişisiniz.
Dolayısıyla o sizi böyle
düşünmüyor.
O sadece sizi şu anda olduğunuz
gibi kabul ediyor.
Şimdide varolduğunuz sürece tüm
geçmiş varlığını şimdide sürdürmektedir”.
Erişim:
http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/newage64.htm
******
Eğitimci-Yazar Aydın UZKAN
Bir olayın, bir kişinin yada bir cismin zamanla
hafızadaki netliğini yitirmesi durumudur unutmak. Öyle bir durumdur ki bu,
bazen unutmak için çabalasanız da başaramazsınız. Bazen ise kendi kendini
gerçekleştirir, sizden bir yardım almadan. Ama insan aslında tamamen unutmaz.
Etkisi azalır sadece kişilerin, olayların ve cisimlerin. Alzheimer olmadığınız
sürece de durum böyledir.
Unutmak, Allahın insanoğluna verdiği büyük
bir hediyedir. Acılar
unutulmasa, hafiflemese üst üste gelen diğer sıkıntı ve hüzünler ile insan
yıkılıp giderdi. Düşünsenize acıları sürekli olarak ilk günkü gibi yaşadığınızı
?
Bu yönü ile unutmak, insan huzurlu bir zihne sahip olma
yolunda geliştirdiği savunma mekanizmalarının ilk basamaklarından birisidir.
Themistocles
‘’ Bana hatırlama sanatını değil
unutma sanatını öğretin.
Çünkü ben hatırlamak
istediklerimi hatırlıyorum ama unutmak istediklerimi unutamıyorum’’
demiştir.
Unutmak zamanın bir getirisi geçen zaman orantılı olarak
artar. Bazen bağışlamak, bazen de cezalandırmaktır unutmak. Söylemesi bir hece
olsa da gerçekleştirmesi aylar hatta yıllar alabilir. Unuttum demek bile
hatırlamaktır. Bu yüzden unutmak, bazen kendini kandırmak ile eş anlamlıdır.
Çünkü ne kadar aşınsa da gerçekler, detaylar hep saklı kalır ve unutulmaz.
Unutmak yok saymak olmadığı içindir ki ona vefasızlık etiketi yapıştırılamaz.
Hatta unutmanın Öyle bir tadı vardır ki, kendinizi kış uykusundan yeni uyanmış
bir ayıcık gibi hissedersiniz. Andre Mauroıs ‘’
unutma olmayınca saadette olmaz ‘’ der.
Bu duygu bir yara bandıdır. Ama o bandı kaldırıp yaranın altına yara iyileşmiş
diye ikide bir bakarsanız bir anlamı kalmaz. Gerçekten unutmak isteyen
parmağına bağladığı ipi çözendir. Unutmayınca zaman bile yavaşlar, geçmez
bilmez. Bu yüzden unutmak, canınızın yandığına inat yavaşlayan zamanı,
kollarından tutup ileriye itmektir.
Unutmak, yerinde kullanıldığında büyük bir nimete
dönüştüğü gibi, yerinde kullanılmadığı zamanlarda da vahamete sebep olur.
Dünyanın en büyük deniz facialarından biri olarak tarihe
geçen ve binden fazla kişiye mezar olan Titanik’in batışının ardındaki sırda
unutmayla ilgili. Geminin gözcüsüne kaptan tarafından yolculuktan sadece birkaç
saat önce bir başka gemiye nakledildiği haber verilir. Gözcü, sinirle gemiyi
terk ettiğinde içinde dürbünün bulunduğu gözcü dolabının anahtarını yerine
gelen yeni gözcüye teslim etmeyi unutur. Yeni gözcü gözcülüğü dürbün yerine
gözlerine güvenerek yapmak zorunda kalır. Ve Titanik’i batıran buzdağını çok
geç fark eder. Gözcünün facidan kurtulduğunda polise verdiği ifadede, “Önceki
gözcü dürbünlerin olduğu odanın anahtarlarını bana vermeyi unutmasaydı ve
dürbünümüz olsaydı bu faciayı önleyebilirdik” dediği ortaya çıkar...
İnsan kelimesi de zaten unutmak
anlamına gelen nisyan ile aynı kökten gelmektedir.
Öyleyse insan olduğunuzu
hatırlayın ve unutun.
İyilik yapıp denize atmaya ve
unutmaya devam edin. Balık bilmezse Hâlık bilecektir.
Çünkü unutmak iyi insanların
intikamdır.
Neleri mi unutacaksınız ?
Boş verin, unutun gitsin …
Erişim:
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=101663
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar