A. FARUK MEYAN “SÜLEYMAN KUKU”
Mülakat • Dündar Alikılıç
Hayatını, İslam
literatürünün klasik eserlerini bugünkü neslin irfanına kazandırmaya adayan
Süleyman Kuku (Ahmed Faruk Meyan) "Bütün insanlar Peygamberimizin
ümmetidirler" diyor
(O, bütün
peygamberlerin toplamıdır!)
Okurlar onu Ahmed
Faruk Meyan olarak tanıdı. Ahmed Faruk Meyan ismi "tarihin derinliklerinden
gelen" "bilgelik çağrıştıran" bir isim olarak çok sevildi.
Türk-islâm
kültürünün temel eserlerinin çevirisi ve bugünkü Türkçe'ye kazandırılmasında
"A. Faruk Meyan" imzası daima bir kalite simgesi oldu.
Belki de bir çok
A. Faruk Meyan okuru, bu ismin mahlas bir isim olarak Süleyman Kuku ya ait
olduğunu bu söyleşi vasıtasıyla öğrenecek.
İslam
literatürüne ait onlarca eseri 1966'dan beri Türk milletinin irfanına
kazandırma faaliyeti içerisinde olan değerli alîm Süleyman Kuku beyefendiden
istifadeye medar olacak bilgiler aldık.
- A. Faruk Meyan ya da Süleyman Kuku
kimdir?
- İsmim Muhammed Süleyman'dır.Trabzon
vilâyetinin Sürmene kazası Baştımar köyünde dünyaya gelmişim. İlk tahsilimi
köye en yakın okulda, ortaokulu Sürmene'de bitirdim.Bu okullarda okurken
okumaktan ve öğrenmekten başka bir şey düşünmezdim. Bundan dolayı çalışkan olarak
bilinirdim. Sonra Kuleli Askerî Lisesi'ne kaydoldum. Oradan da iyi derece ile
mezun oldum. Bir iki ay Harb Okulu’nda okuduktan sonra Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi'nin Rusça Bölümü'nde 4 sene yüksek tahsil edip oradan
"pekiyi" derece ile mezun oldum. Rus Dili ve Edebiyatı dışında
İngilizce ve Tarih Bölümü'nün "Orta Çağ" kısmından sertifikalarım
vardır. Bundan sonraki hayatım hep askeriyede "Rusça öğretmenliği ve
tercümanlığı" ile geçti. İki yıl Rusya sınırında sınır çalışmalarında
bulundum.
- Fakat siz Rusça ve İngilizce'den
çevirilerinizle değil, Türk-İslâm klasik metinlerinin yazıldığı dil olan Osmanlıca,
Arapça ve Farsçadan yaptığınız çevirilerle tanınıyorsunuz. Türk-İslâm kültürünü
oluşturan bu dillere, ustalıkla tercüme yapabilecek ve bugünkü kuşaklara
aktaracak düzeyde alakanız nasıl doğdu?
Temiz hocalarımız
oldu
-Askerî Lise'de
iken temiz hocalarımız oldu. Onların elinde ve terbiyesinde bir başka hayata
girdim diyebilirim. Yani din, tarih ve edebiyat duygularımızı okşayan,
okşadıkça geliştiren ve kuvvetlendiren nadir sayılabilecek askerî öğretmenlerin
rehberliğinde hayatıma yeni bir şekil ve düzen verdim. Onların sohbetlerinde
ruhumu okşayan, kalbimi Rabbime ve sevgili kullarına çeken ilim ve marifetlere
şahit oldum. Bu vesile ile Arapça ve Farsça öğrenmenin lazım geldiğini anladım.
Önce birkaç sene Osmanlıca ile meşgul oldum. Sonra elimden geldiği kadar bu
dillere vâkıf olmaya çalıştım. Yaptığım birçok telif ve tercümede, bilhassa
İslâm âleminde ve Osmanlılar'da klasik sayılabilecek eserleri ön planda
tuttum. Dindeki samimiyet ve hüsnüniyetimin neticesi olarak ilmimi ve boyumu
aşan kitapların dilimize aktarılması benim için zor olmadı. Halen aynı gayretle
Türk-İslâm gençliğine ve bütün Müslümanlara bilmeleri ve bulmaları zor
sayılabilecek olan eserleri kazandırmakla meşgulüm.
Bir ömrün muhassılası
;
- Ahmed Faruk Meyan imzalı telif ve tercüme
eserler 1966 yılından başlayarak 2011 yılına kadar devam ediyor. Bunların bir
hulasasını yapar mısınız?
-Rusça'dan
yaptığım tercümeleri hariç tutarsak çalışmalarım üç sınıfta toplanabilir. Osmanlıca'dan
yapılan sadeleştirmeler, Arapça'dan tercümeler ve Farsça'dan tercümeler.
Osmanlıca'dan,
Kadızade'nin Amen-tü Şerhi, Birgivi Vasiyetnamesi Şerhi, Dürr-i Yekta Şerhi,
İbrahim Hakkı hazretlerinin Marifetname'si, Hamza E-fendi'nin Bey ve Şir'a Risalesi.
Taşköp-rüzade hazretlerinin Mevzuat'ül Ulum'u (oğlunun şerhi), Abdulkadir
Geylani hazretlerinin Gunyetüt Talibin'i (Osmanlıca metninin bugünkü dile aktarımı),
aslı Farsça olan Mearicün Nü-büvve'nin Osmanlıcası olan Altıparmak
Peygamberler Tarihi kitabı, Ni-şancızade Mehmed Efendi'nin iki ciltlik
Mir'at-ı Kainatı. Mehmed Efendi'nin Akaidi.
Arapça'dan İbni
Kemal Paşa hazretlerinin Risale-i Münire'sı, Taşköprüza-de hazretlerinin
Şakaik-i Numaniye-sinden bazı bölümler. İmamzade Muhammed bin Ebü Bekir
hazretlerinin Şir'at-ül İslâm'ının Seyyid Ali Şerhi. Ab-dülvehhab-ı Şarani
hazretlerinin Mi-zanül Kübra'sı.
Farsça'dan
Kimya-yı Saadet, İmâmı Rabbani hazretlerinin menakıbını anlatan Berekât
kitabı, Vehhabilerle alâkalı Seyfül Ebrâr El Meslül alel Füccar ve Tashih-ül
Mesail kitabı. Bunlardan Seyfül Ebrar Urduca yazılmış beş-altı sayfalık bir
makaleye cevaptır. Bunu tercüme edebilmek için bir zaman Urduca da çalıştım.
Yine Farsça'dan Mev-lana Muhammed Rebhami'nin Rıyad-ün Nasihin'i, "Dört
Mezhebin Dört Büyük İmamı". Muhammed Fadlullah hazretlerinin
Umdet-ul-Makamatı. İmâm-ı Rabbani hazretlerinin Mebde ve Mead'ı. İmam-ı
Türpişti'nin "El Mutekat" Akaid Risalesi. Abdullah-ı Dehlevi
hazretlerinin eshabından Ahmed Rauf hazretlerinin Dürr-ül Mearifin. Abdullah-ı
Dehlevi hazretlerinin Mekatib-i Şerife'si. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin
Mektupları, tercüme-i hâli ve eshâbıru anlatan "Necd-i Tâlid: Menâ-kıb-ı
Mevlânâ Hâlid gibi birçok kıymetli eser...
Telif ve derleme
"Kutb-ul Evliya Muhammed Masum" ve yine derleme Ve siletün Necat.
İslâm Meşhurları Ansiklo-pedisi'ni te'lif ederken isim ve sayılarını
zikredemeyeceğim kadar çok kitaptan bugünkü dile uyarlamalar yaptım. 2500
sayfayı aşkın üç büyük cilt halinde neşredilen İslâm Meşhurları Ansiklopedisi
kitabı da senelerimi alan bir eser olmuştur.
Bütün bu eserleri
bugünkü dilimize çevirerek milletime bir parça hizmet etmenin hazzını
duyuyorsam da bu beni şımartmasın diye bir küçücük zaman dilimi sayılan ömrümde
okuduklarımla ameli ve inandığım gibi yaşamayı düstur ve şiar edindim. İnşallah
o büyüklerin kervanının uzaktan da olsa çıngırak sesleri kulağımagelerek
ruhumu imanla teslim ederim de okuyacağınız fatihaların faydasına kavuşurum.
- İslâm devletlerinin bugün içinde bulunduğu
durum için ne dersiniz?
Hak birdir
-İslâm devletleri
olmaz. İslâm, bir devlettir. Küfür, bir devlettir. Ne zaman dinden
uzaklaşmalar olur, o zaman nefisleşmeler olur. Bu nefisleşmeler; önce şahıslar,
sonra aileler, cemiyetler ile sonra da kavimlerle olur. Neticede, birer küçük
kavim ya da devlet hâlini alır. Bu şekilde dünyevî menfaatler işin içine
karışır. Hak birdir, teaddüd etmez. Birden fazla Hak olmaz. Birden fazla Hak
olma-dı-gına göre birden fazla da İslâm devleti olmaz. Mademki hepsi Hak
yoldadır, o halde ayrılık nerdedir ki, ayrılık konuşulsun, hudut konuşulsun,
bayrak konuşulsun. Bunlar, ayrılığın alâmetleridir. Bayrakların ayrıldığı,
hudutların ayrıldığı gibi şeyler, ayrılığın alâmetleridir. Gaye bir olunca ve
millet de bir olunca o zaman İslâm bir millet ve küfür de bir millettir. Küfür
kendi arasında taksim edilirse o ayrı!.. Kimi Komünist, kimi Ateist, kimi
Hıristiyan, kimi Yahudi, kimi Budisttir. İslâm bir millet olduğu hâlde, kendi
içinde ayrılıkları yok mu dendiğinde, o zaman İslâm'dan maksadı Ehl-i Sünnet
olarak aldık deriz. Yoksa İslâm'ı Ehl-i kıble olarak alırsak, yetmiş üç
fırkadır, deriz. Bu yetmiş üç fırkadan bir tanesi, kurtuluş fırkasıdır. O da
ameli bilgileri dört mezhep ile itikadi bilgileri iki büyük imamın bildirmesi
ile günümüze kadar gelmiştir.
- Son olarak
günümüzde çok konuşulan bir mesele olan "Dinler Arası Diyalog" için
ne dersiniz?
Hepsi nesh olundu
-İmâm-ı Rabbani
hazretleri bunu yetmiş sekizinci mektubunda çok güzel açıklıyor. Bunu her
Müslüman'ın çok iyi okuması lazımdır. Peygamberimizin, bütün peygamberlerin
toplamı olduğu; peygamberimizi inkârın bütün peygamberleri inkâr olduğu; İslâm'ı
inkârın bütün dinleri inkâr olduğu göz önüne alınırsa dinler arası diyalogun
mümkün olmayacağı anlaşılır. Eski dinler, hükmü geçmiş dinlerdir. Onların
yerine İslâm dini gelmiştir. "İslâm'dan başka din edinenden bu din kabul
edilmez" âyetini hatırlayınız. Şu anda başka bir din yoktur. O halde
başka dine "din" denmez. Hatta Âmentü Şerhi'nde der ki: "Şimdiki
Hıristiyanlar, İsa aleyhisse-lâm'ın ümmetidir, diyenin küfründen
korkulur." Niye? Çünkü şu anda bütün insanlar, peygamberimizin ümmetidir.
Ya "ümmet-i icabet'tirler, kabul etmişlerdir; ya da "ümmet-i
dâ-vet'tirler. Davet makamında kalmışlar, kabul etmemişlerdir. Artık, diğer hiçbir
peygamberin dini devam et-miyor. Şu anda dünyada başka bir din yok. Dolayısıyla
neyin diyalogu yapılacak. Eğer bir takım azaltmalarla yapılacaksa, Peygamberin
ve Kuran'-ın dışında olur. O da olmaz. Yani, yeni bir din mi ortaya
çıkarılacak. Eski dinlerin müşterek taraflarını mı ortaya çıkaracaklar. Bu da
zaten diyalog değildir. Eski dinler, yürürlükten kalkmıştır. Allahü teâlâ,
Peygamberimizi bütün kâinata göndermiştir. Peygamberimiz, bütün insanlığın
peygamberidir. O halde bu iş mümkün değildir. İslam itikadına göre eski
dinlerin hiç biri kalmadı. İslâm, hepsini nesh etti.
-İslâm tarihine vukufiyetiniz, sizi tanıyan
herkesçe malum.Muhakkak ki İslâm tarihi içinde çok etkileyici ve günümüz
insanına yol gösterici, binlerce anekdot bulmak mümkün.
Bunlardan sizi en
çok hangisidir?
-Belki sualinizin
en zoru budur. İslâm tarihinin hangi sa-hifesinde biz sona kalmışlar için
ibret, hayret hasret ve göz yaşı dökmeyeceğimiz bir menkıbe bulunmasın!
Büyüklerimiz
buyurular ki, Eshab-ı kiramın menkıbelerini konuşmak imanı kuvvetlendirir.
Evliya menkıbelerinden konuşmak muhabbeti artırır, imanın takviyesine çok
muhtaç olduğumuz şu zamanda Eshâb-ı kiramdan bir menkıbe arz edeyim:
Hicretin 20.
senesi... Adalet davulunun ismine çalındığı, Hazreti Ömer'in güzellik ve
insanlık numunesi devri. Amr İbni As (radıyallahü anh) şimdi Füstat denen
yerde çadırlarını kurmuş (zaten "füstat", "büyük çadır"
demektir.
Bu şehrin ismi de
buradan kalmıştır), sekiz bin askerle Mısır'ı fethe niyetli, koyun sürüsü kadar
çok. Çadırlar halinde sahrayı süslemiş, asgari yüz bin asker, iki kumandan
karşı karşıya gelir.
Amr İbni As,
Mukavkıs'a "Müslüman ol, harp etmeyelim!" der.
Mukavkıs,
"olmazsam?" deyince Amr İbni As: "İslamiyet! ve hakimiyetini kabul
et, harp etmeyelim!".
Mukavkıs yine diretip
"etmezsem" deyince Amr İbni As: "O zaman tebanızdan Müslüman
olacaklar vardır.
Harp kaçınılmaz
hâl alır. Çünkü biz Allah'ın askeriyiz. Allah'ın kullarına Allah'ın yeni
gönderdiği İslâm dinini tebliğ etmekle vazifeliyiz. Kulların dünya ve ahiret saadetini
temin etmek bizim canımızdan da kanımızdan da evvel gelir. Onun için biz sizi
öldürmeğe değil, kurtarmaya, oldurmaya geldik.
Eğer bu sözümü
şimdi anlamazsan sonra anlayacaksın.
" Mukavkıs cevap verir: "Kaç
askerin var? Neyine güveniyorsun?"
Amr İbni As: "Sekiz bin askerim
var" deyince Mukavkıs sahrayı gösterir ve "şu sahraya bak, yüz bini
aşan bir orduyla karşına çıktım. Korkmuyor musun da bu kadar cüret
gösteriyorsun" der.
Amr İbni As: "Hayır biz sizden
çoğuz." Deyince Mukavkıs "Nasıl olur? O zaman sen hesap bilmiyorsun.
Sekiz bin, yüz binden nasıl çok
olur?" Amr İbni As: "Çoğuz, çünkü bu sekiz bin kişiden her biri evinden
çıkarken bir daha geri dönmemek üzere ve geri dönersem rabbime karşı ne günah
işledim de, bana şehadeti nasip etmedi diye üzülecek olanlardan oluşuyor. Eğer
sizin içinizde böyle sekiz bin kişi varsa o zaman hesap yanlış olabilir.
Yoksa biz, sizden çoğuz." (Nitekim
daha sonra Mukavkıs, "Müslümanlar tarafındaki her kişi bizim yüz
askerimize bedeldi" demiştir.)
Harp olur ve Amr İbni As'ın askeri galip
gelir. Mısır Müslüman olur. Roma İmparatoru Heraklius, Mukavkıs'ı tecziye etmek
ister ama o sırada ölür. işte bu hadise senelerdir İslam’da cihadın manasını
taşımakla içimde hep taze durur.
Madem ki derginiz
'Tarih ve Düşünce" dergisidir, önceki menkıbe tarih kısmına ait olsun da
düşünce kısmından size Fahreddin-i Razi hazretlerinden (ki düşünce, tefekkür
ehli büyüklerindendir ve kendinden evvelki islâm'ı kendinden sonrakilere,
sonrakilerin dili ile aktaranların büyüklerindendir.) bir menkıbe arz edeyim.
Fahreddin-i Razi,
Rey şehrinden Merv şehrine gider. Şehrin ayanı yani ileri gelenleri kendisine
hoş âmediliğe (hoş gel-dine) gelip eşsiz ders ve sohbetlerinde bulunur.
Bulunurlar da sanki Merv'de yeni bir sahife açılır. Herkes Fahreddin-i Razi
hazretelerinin ilminden, büyüklüğünden konuşur.
Bir gün
Fahreddin-i Razi, "bu şehirde olup da bize hoş âmediliğe gelmeyen var
mı?" Der. "Herkes geldi, bir tek filanca gelmedi" derler.
"Ona da söyleyin, onun da gelmesi vacip idi" buyurur. Gidip
söylerler. Kendisine gelene, "siz söyleyeceğinizi söylediniz, buyrun
gidebilirsiniz" der o zat. Fakat yine gitmez. Şehirde bir şuriş
(karışıklık ve dalgalanma) sezilir.
Eşraftan biri bu
fitneyi önleyeyim der ve bir ziyafet verir. Bu ziyafette birçok kimseler
çağrıldığı gibi Fahreddin-i Razi ve onu ziyaret etmeyen kişi de davet edilir.
Her ikisi de davete gelip baş köşeye oturtulurlar. Fahreddin-i Razi, o zata
"herkes bizi ziyarete geldi de, siz niye gelmediniz", diye sorar. O
zat, "niçin gelecektim", diye buyurur.
Fahreddin-i Razi,
"zamanın şeyhülislâmı olarak bizi seçtiler, sizin de bizi ziyarete
gelmeniz hoş âmediliğe gelmeniz gerekirdi", der. O zat, "bu kadar
insan sizi ziyaret etti de bir ben gelmedim. Niçin bunun üzerine bu kadar
durdunuz? Ben gelseydim, Allah katındaki mertebeniz mi yükselecekti? Gelmedim
de dereceniz mi düştü? Niçin bunun üzerine bu kadar durdunuz anlamadım."
der Fahreddin-i Razi, "sizin verdiğiniz bu cevap ehli dîl'in cevabıdır.
Ben ise esas sebebi öğrenmek istiyorum. Dedim ya bizi zamanın şeyhülislamı
seçtiler." O zat, "o halde siz âlimsiniz. Size bir sual sorabilir
miyim?" Fahreddin-i Razi, "estağfirullah, buyrun" der. O zat:
"Allahü tealayı marifetiniz nasıldır?" der.
Fahreddin-i Razi,
"yüz delil ve burhan iledir" der. Bunun üzerine o zat: "delil ve
burhanın çokluğu, şüphelerin çokluğundan ileri gelir. Demek ki marifetiniz,
yakin mertebesinde değildir. Allahü teâlâ benim kalbime öyle bir yakinnuru
ihsan etti ki, rabbimi, delilsiz ve burhansız biliyorum", buyurup, kimya
nazarları ile Fahreddin-i Razi'nin yüzüne bir nazar edince Fahreddin-i Razi
titremeye başlar ve gayr-ı ihtiyari ellerine ve ayaklarına kapanıp özür diler.
Sonra yemek yenir, sohbet edilir ve herkes dağılır. O zat da kendi evine gider.
Fahreddin-i Razi'nin ardından cahil ve arzulu bir talebe gibi geldiğinin
farkındadır veya değildir, kapıdan içeri girer.
Arkadan kapı
çalar, döner, kapıyı açar.
Fahreddin-i Razi
ile yüz yüze gelir. Fahreddin-i Razi "efendim, anladım ki siz, Cenâb-ı
Hakk'ın sevgili kulusunuz. Bizim bilmediğimiz nice marifetlere sahipsiniz.
Biz zahir
ulemasına eğer merhamet edip böyle beyanlarda bulunmazsanız, sizi tanıyamazdık,
anlayamazdık. Bütün varlığımla kapınıza irşâd olmaya geldim. Beni irşâd
edin", deyip ellerini öper ve on beş gün sohbetlerinde bulunur.
Halbuki o zatın
bir nazarı "avam"ı "veli" yapacak kadar tesirli idi.
İşte Fahreddin-i
Razi, 'Tefsir-i Kebirini bu muameleden sonra yazmıştır.
Şimdi
diyeceksiniz ki, Fahreddin-i Razi'yi dahi terbiye eden bu büyük zat kim idi?
Gelin hep birden
ruhuna Fatiha-yı şerife okuyarak, o kimya nazarlarından bir zerre umarak,
Necmeddin-i Kübrâ hazretlerini, sevmek ile emr olunduğumuz evliya ordusunun
büyük kumandanlarına hususi yer verdiğimiz kalbimizin mutena köşesinde
muhabbetle saklayalım.
SÜLEYMAN KUKU ( A.FARUK MEYAN)’NIN
ESERLERİ
Arabcadan Tercümeler:
1. Tarık-un Necât Tercümesi: Kurtuluş
Yolu
2. Mîzân-ül Kübrâ: Dört Hak Mezhebinin
Büyük Fıkıh Kitabı
3. Vesilet-ün Necât
a) Risâle-i
Münire
b) Bey ve Şir’a
Risâlesi
c) Dört Büyük İmam
d) Esma-i Hüsna
4. Keşf-üz Zünun ve Zeyli (4 cilt)
5. Şir‘at-ül İslâm Tercümesi
Farsçadan Tercümeler:
1. Zûbdet-ül Makâmât [Berekât]: İmâm-ı
Rabbani Hazretlerinin Menâkıbı
2. Kimyâ-yı Seâdet
3. Evliyanın Kutbu Muhammed Masum Farukî
(Farsçadan Derleme)
-İçinde: Yevakıt-ül
Harameyn Risâlesi
4. Riyad-ün Nâsıhîn
5. Mekâtib-i Şerife
6. Dürr-ül Mearif
7. Umdet-ul Makamât
8. Mebde ve Mead
9. Türpüştî Risâlesi
10. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Divânı
11. Tashih-ül Mesâil: Vesikalarla
Vehhâbiliğin İç Yüzü
12. Seyfül-Ebrâr: Mezhebsizlik ve
Vehhabilik
Osmanlıcadan Tercümeler:
1. Birgivî Vasiyetnâmesi
2. Büyük Amentü Şerhi (Feraid-ül fevaid
fi beyân-il Akaid)
3. Dürr-i Yekta Şerhi
4. Mevzuat-ul Ulum (2 cilt)
5. Mir’at-i Kâinât (2 cilt)
6. Gülzâr-ı Saminî (Mektûbât) (2 cilt)
7. Altı Parmak: Peygamberler Tarihi
8. Mârifetnâme
9. Reşahât
10. Gunyetü-t Talibin: İlim ve Esrar
Hazinesi
11.Şemâil-i Şerîfe
Derleme-Te’lif Eserler:
1. Menkıbelerle İslâm Meşhurları
Ansiklopedisi (3 cilt)
2. Son Halkalar – Seyyid Abdülhakîm Arvâsî
Külliyâtı (2 cilt)
3. Çeşme-i Muhabbet (Mevlânâ Hâlid
Divânında)
4. İmam-ı Rabbânî ve Yolundakilerde Namaz
5. Ehl-i Beyt ve Bazı Şecereler
6. Ziyaeddin Mevlânâ Hâlid
a) Mecd-i Tâlid fî Menâkıb-ı
Mevlânâ Hâlid
b) Farisî Mektûbları
c) Arabî Mektûbları
7. Gün Batarken Gördüğüm Son Işık
8. Nâdir Risâleler
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar