BİLMEDİĞİMİZ BİRÇOK MESELE
Tanım
Bazı
vitaminler yönünden yetersiz olabileceğimizi ve bu eksikliğin giderilmesinin,
dolayısıyla hastalığın önlenme ve tedavisinin, eksik vitaminlerin çok fazla
dozlarda sindirilmesiyle mümkün olabileceğini öne süren tıbbi ve tıp-dışı
uygulama dalı.
Arkaplan
Megavitamin,
tıp bilimine oldukça yeni bir katkıdır. Daha önce düşünülemeyen ölçülerde fazla
dozda vitaminin hastalıkların önlenme ve tedavisinde kullanılabileceğiyle ciddi
olarak ilgilenen iki kişi, çifte Nobel ödülü sahibi ve C vitamini
savunucusu Dr. Linus Pauling’dir. 1963 yılında, en yüksek, en iyi anlamına
gelen orto kelimesinden ‘ortomoleküler’ tıp kavramını ortaya attı. İlk
çalışmaları, C vitamininin soğuk algınlığının önlenme ve tedavisinde kullanılması
üzerinde yoğunlaşmıştı. Fakat daha sonraki çalışmaları, çok fazla dozda
vitamin kullanımının ne kadar işe yaradığı üzerinde bazı şüpheler ortaya koydu.
Muhakkak ki, bu tartışma yıllar boyu sürecektir.
Soğuk algınlığı, megavitamin tedavisi uygulayıcılarının üzerinde çalıştığı
tek alan değildir. Çalışmalarını çok geniş tutup bugün alkolizm, aşın hareketli
çocuklar, bazı uyuşturucu bağımlılıkları, kemik ve eklem iltihapları, sinir
iltihabı, şizofreni, depresyon ve diğer ruhsal bozuklukların tedavisinde etkili
olduğunu iddia etmekteler.
Ortomoleküler tıp günümüzde özellikle ortomoleküler psikiyatri üzerinde
yoğunlaşmaktadır, zira toplum bu hiç te hoş olmayan hastalıklardan nisbeten
daha kolay bir şekilde kurtulmak istemektedir. Aynı zamanda, psikoanalitik
tedavi veya hastalan bir akıl hastanesinde tutma gibi metodlar hem çok
pahalıdır, hem de diğer birçok nedenle kabul edilemez durumdadır. Vitamin
haplarıyla şizofrenik bir hastayı tedavi edebilme düşüncesi de çok cazip
görünmektedir.
Ortomoleküler
psikiyatriyi ortaya atan kişiler, normalde insan vücudunda bulunan maddelerin
yoğunluklarının değiştirilmesiyle akıl hastalıklarının kontrolünün mümkün
olabileceğini düşünüyorlar. Teorilerine göre, vücuddaki değişik hücreler
farklı türde besinlere ihtiyaç duyarlar. Mesela, beyin ve sinir hücrelerinin
vücudun diğer kısımlarına göre çok daha fazla B ve C vitaminlerine ihtiyacı
vardır. Kısacası birçok psikiyatrik hastalıkların tıpkı diğer hastalıklarda
olduğu gibi bozulmuş biyolojik-kimyasal dengelerin anlaşılmasıyla
açıklanabileceğini ileri sürüyorlar. Mesela İngiltere’de, psikiyatri
çevrelerinin şizofreninin biyokimyayla ilgili olduğunu kabulde isteksiz olduğu
düşünülürse, bu fikir bir çok yönden umut vericidir. Psikiyatristler
şizofreniyi aile ve diğer kişilerle olan ilişkilerden doğan bir problem olarak
görmektedir. Bu ise. şizofrenik kişinin anne ve babasını fazlasıyla
rahatsız etmekte ve bu şanssız hastaların bazılarındaki biyo-kimyasal
anormallik ve yetersizlikleri gösteren umut verici gelişmeleri görmezlikten
gelmektedir.
Amerika
Birleşik Devletlerinde ise ibre ters tarafı gösteriyor. Ortomoleküler
psikiyatristler birçok akıl hastalığının, vitamin yetersizliğinden ortaya
çıktığını ve eksik olan vitaminin verilmesiyle tedavinin mümkün olabileceğini
söylüyorlar.
Ortomoleküler
psikiyatrinin öncülerinden Dr. Hoffer, insanda iki tür vitamin açığının
olduğunu ileri sürüyor. Birincisi, hepimizin vitamin yetersizliği dediğimiz ve
iskorbit (scurvy), pellegna gibi hastalıklarda gördüğümüz durum ki, tedavisi
eksik vitaminlerin normal dozlarda hastaya verilmesiyle mümkün olur.
Bağımlılık halleri ise çok farklı bir durumdur. Bu tür vitamin hastalıklarına
kişinin gıdasında almış olduğu vitaminlerin normal bir şekilde emıhm:yip,
özümlenememesi neden olmaktadır. Dr. Hoffer, bu tip hastaların aşırı dozda
vitamin almaları gerektiğini, böylece hiç değilse bir kısmının sindirim sonrası
kan dolaşımına katılabileceğini öne sürüyor. Tahmin ettiğimizden daha fazla
hastalıkta sindirim sisteminin iyi çalışmadığı bir gerçektir. Örneğin
şizofreni hastalarında, çölyak hastalarında olduğu gibi bağırsak dokusunda
değişiklik görülmektedir ki, bu hastalara vitamin emilmesinin çok yetersiz olması
sebebiyle fazladan vitamin verilmektedir. Bağırsak dokusunda değişme olan
her rahatsızlıkta, hastanın normalden daha fazla vitamine ihtiyacı olabilir.
Beyinin, yeterli çalışabilmesi için riboflavin (B2), nikotinamid,
piridoksin (B6), siyanokobalamin (B12), askorbik asit
(C), folik asit gibi vitaminlere ihtiyacı vardır. Sadece beynin dış yüzeyinin
biyo-kimyasını ele aldığımızda bile, bunların yanında bir çok kimyasal madde
beynin sağlıklı işleyebilmesi için gereklidir.
Resmi
beslenme uzmanlarının da belirttiği gibi bu vitaminlerden vücut için gerekli
miktar çok düşük olmasına rağmen günlük gıdalardan aldığımız bu değerli
maddeler gerekenden az olabilir. Bazı psikiyatristler vücudumuzun bu
vitaminlerden bazılarına gereğinden fazla ihtiyacı olduğunu öne sürmekteler.
Bazı ruhsal hastalıkları olan kişilerin diyetlerine pek çok vitamin ve
minerallerin eklenmesi bu alandaki yeni gelişmelerdendir. En çok B3
ve C vitaminleri kullanılmaktadır. Nikotinamid (B6) vitamini poilepra
ve bazı psikotik rahatsızlıkları tedavi eder. Bu vitaminin normal günlük
gerekli miktarı 20 mg olmasına rağmen ortomoleküler psikiyatrinin iki öncüsü
Hoffer ve Osmand günlük 3000 mg’lık doz öneriyorlar. Böyle aşın dozlarla bile
herhangi bir tehlike olmadığı öne sürülüyor. C vitamini de aynı şekilde fazla
dozda kullanılıyor.
Megavitamin tedavisiyle ilgili denemelerin sonuçlan en çok ABD’de
görülüyor. Detroit'teki Brighton hastanesinde alkolizm uzmanı olan Dr. Russell F.
Smith yoğun A vitamini tedavisine tabi tutulan 507 alkolikten % 77’sinin iyileştiğini
öne sürüyor. Bu
hastalardan 133'i mükemmel gelişme göstermiş ve tedavinin sona ermesinden bir
yıl sonra bile herhangi bir gerileme göstermeyerek sağlıklı hallerini
muhafaza etmişlerdir.
New York Manhasset’teki kliniğinde Dr. David Hawkins şizofreni ve alkolizm
tedavisinde bazı şaşırtıcı sonuçlar elde etmiştir. Bu klinik 600’ü alkolik
olan 4000 hastayı tedavi etmiştir. Amerikan Şizofreni Birliği'nin 1977’de yaptığı
bir araştırma, bu yeni ortomoleküler metodlarm şizofrenilerin tedavi
maliyetini % 90 azalttığını göstermektedir.
Bu klinik günde 400’er mg B3 ve C vitamini ile 50 mg B6
vitamini vermekte, bazı hastalara 400 mg E vitamini de ilave edilmektedir. Bu
derece fazla dozlarda bile hiç bir vak’ada herhangi yan etki görülmemiştir.
Şizofreninin
ortomoleküler yöntemle tedavi edilmesinin öncüsü 2000 hastayı sadece yüksek
dozda vitaminlerle tedavi etmiş olan Dr. Abram Hoffer’dir. Califomialı iki hekim
de E vitaminini deri soyulması, gece krampları ve bacak ağrıları gibi birçok
durumun tedavisinde kullanıyorlar.
Bu konuda
verilebilecek örnekler çok fazladır. Megavitamin tedavisinin faydalan hakkında
birçok kitap yazılmakta ve yapılan çalışmalardan olumlu sonuçlar alınmaktadır.
İşe yarıyor mu?
Bütün bu
sonuçların geçerli olması ve alkolizm, şizofreni, diğer akıl hastalıkları ve
hareketli çocukların tamamıyla tedavi edilebilir aşamaya gelmiş olmaları umut
vericidir.
Alkolizm
tahminen dokuz milyon Amerikalının hayatını olumsuz yönde etkiliyor. Amerika
hastanelerindeki yatakların yansını ruh hastaları doldurmakta ki, bunun yansı
şizofreniktir. Amerika’da ilkokul öğrencilerinin nerdeyse % 30 40'ı dengesiz
gıda yüzünden düzeltilebilir öğrenme bozuklukları gösteriyor. Ve soğuk
algınlığı Batı dünyasında milyonlarca işgününün kaybolmasına sebep oluyor. Bütün
bu problemlerin çözümü için basit bir açıklama aramamız ve onun getirdiği
çözüme sıkı sıkıya yapışmamız oldukça şaşırtıcıdır.
Ne yazık ki
olanlar aynen böyledir. Bu tür tedavilere halkın ilgisi ve umudu çok fazla
olmuştur. Amerika Psikiyatri Birliği’nin 1974'te megavitamin tedavisini
incelemek için kurduğu bağımsız kurul, konu hakkında yapılan yoğun reklamları
«acınası» olarak nitelemiştir.
Birçok
biyokimyacı ve psikiyatrisi faydasına inandıracak hadiselerin çok az olması
nedeniyle, aşın dozda vitaminin reçetelere yazılmasının gerçekçi bir
açıklaması olduğunu kabul etmektedirler. Tek bir vitaminle yapılan kontrollü
deneylerin tek tek olması bu yöntemin ne gibi faydalar sağlayacağının tahminini
güçleştirmektedir. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin B3 vitaminiyle
şizofreni hastalan üzerinde yaptığı denemeler bu uygulamanın fazla bir faydası
olmadığını ortaya koymuştur.
Hararetli
bir tartışmadan sonra 1974’de Alberta Ünivsisitesi doktorları üç bilim
adamından oluşan bir komiteyi konuyu gözden geçirmekle görevlendirdi. Bu
komite dünya literatürünü taradı, öncü uygulayıcılarla ve tedavi oldukları
iddia edilen hastalarla görüştüler. Bu çalışmanın sonuçlan 1977’de Kanada
Tıp Birliği Dergisinde yayımlandı. Bu üç uzman güvenli sonuçlara
ulaşamadıklarını açıklıyorlardı. Megavitamin tedavisinin faydalı olduğuna dair
kesin kanıtlar olmamasına rağmen bazı araştırmacıların elde ettikleri sonuçlar
da gözden kaçırılabilecek gibi değildi. Şizofreni, artrit, depresyon ve
çocuktaki aşın hareketlilik gibi durumların tedavisi için kontrollü klinik deneylerin
yapılması gereğini vurgulayan bu üç bilim adamı,
A ve D vitaminleri gibi fazla alındığında zehirli olabilen vitaminlere
karşı tedbirli olunmasını da özellikle belirttiler.
Shayvvitz ve
Yale Üniversitesi’ndeki meslektaşları, nöroloji kliniklerine başvuran
çocuklardan %10’unun beslenme uzmanlarınca megavitamin yöntemiyle tedavi
edilenlerden oluştuğunu ve şikayetlerinin beyin fonksiyonlarında bozulma olduğunu
belirten bir çalışma yayınladılar.
Bunun
üzerine Amerikan Tıp Birliği Dergisi’nde iki makale yayınlandı.
Birincisinde megavitamin tedavisinin öğrenme bozuklukları, otizm ve şizofreniye
faydalarının belirsiz olduğu ileri sürülüyor ve ABD’de önerilen normal dozların
80, 160, 320 katını içeren mültivitamin tabletlerinin satılmasını bir suç
olarak değerlendiriyordu. Diğerinde ise osteoartrit ve nöropsikiyatrik
rahatsızlıklar için A vitamini, kemik incelmesi için D vitamini, soğuk
algınlığını önlemek için C vitamini, nevrit için B vitamini ve kısırlık ve
koroner kalp hastalıkları için E vitamini kullanılması gibi bilinen vitamin
yanlış kullanım örnekleri sıralanıyordu.
Soğuk Algınlığı Batı Dünyasında Milyonlarca İşgücünün Kaybolmasına, Sebep
Oluyor
Birçok
megavitamin terapisti hastalarının, bu yazarların belirttiğinin aksine,
zararlı olabilecek dozlarda vitamin almalarına izin vermezler ve benim
inancıma göre Batı’daki halkın büyük bir kesimi vitamin ve minerallerden
yeterli miktarda alamamaktadır. Batı’nın beslenme rejimini oluşturan hazır
yemekler, basın yönünden çok fakirdir ve sağlıklı olmak için gerekli miktarda
vitamin ve mineral içerdikleri söylenemez. Yapılması gereken, megavitaminlerin
işe yaradığı iddia edilen alanlarda ciddi, kontrollü deneylerin tatbik
edilmesidir. Tek vitamini gözönüne almasının dışında, Amerikan Psikiyatri
Birliği’nin yaptığı deneme çok iyidir ve yaygınlaştırılması gerekir. Bitkisel
ilaçların etki biçiminden anladığımıza göre, bir maddenin yalnız olarak
verilmesi yerine başkalarıyla birlikte verilmesi daha yararlı olmaktadır. Bu
tür tedavi üzerinde kesin bir yargıya varmamıza yardım edecek türde ciddi ve
laboratuvara dayalı araştırmalar çok azdır. Bilim adamları megavitaminlenn
dozları üzerinde detaylı, aynı zamanda pahalı biyo-kimyasal araştırmalar
yapmalıdırlar. Bunun zor olduğunu ve yıllar alacağım biliyorum, ancak bu konudaki
tanışmalar ancak böyle nihayet bulacaktır. Öte yandan tıp camiası hadiselerden
daha iyi haberdar edilmelidir. Batı dünyasındaki hastalıklardan birçoğunda
mineral ve vitamin eksikliği görüldüğü bir gerçektir, buna da dikkat edilmesi
gerekir. Değişkenlerin çokluğu biyo-kimyasal araştırmaları
zorlaştırmaktadır. Kanda eksik olduğunu saptadığımız X maddesini hastaya
vererek hastalığı tedavi edeceğimize inanmak yanlış olur. Belki bizim
varlığından bile haberli olmadığımız Y maddesi tedavi için çok daha önemlidir.
Karmaşık
problemleri' çözebilen kolay çareler her zaman çekicidir. Megavitamin tedavisi
de böyle kolay bir çare olarak görülüyor. Ancak bunun faydalı olup olamayacağını
araştırmaların sonuçlan gösterecektir.
Kaynak:
Andrew STANWAY, ALTERNATİF TIP EL KİTABI,
Özgün Adı, alternative medicine -a guide to natural therapiespelican books, 1982, trc. Alp AKER Arif KUT Alptekin OKÇU, 1992, İnsan Y. İstanbul, s.167-163
Andrew STANWAY, ALTERNATİF TIP EL KİTABI,
Özgün Adı, alternative medicine -a guide to natural therapiespelican books, 1982, trc. Alp AKER Arif KUT Alptekin OKÇU, 1992, İnsan Y. İstanbul, s.167-163
KONU İLE İLGİLİ DAHA ÖNCE
YAYINLADIĞIMIZ
BELGESEL METNİNİ MUHAKKAK OKUYUN.
BELGESEL METNİNİ MUHAKKAK OKUYUN.
"Let
Thy Food Be Thy Medicine, And Thy Medicine Be Thy Food." –
Yönetmen:James Colquhoun, Carlo Ledesma
Senaryo: James Colquhoun, Laurentine Ten
Bosch
Sunanlar: Ian Brighthope, Jerome Burne
,Phillip Day
Belgesel: 80 dk.
"Let Thy Food Be Thy Medicine, And Thy Medicine Be Thy Food."
“Bırak yiyeceğin ilacın ve ilacın yiyeceğin olsun.”
HİPOKRAT
“Bırak yiyeceğin ilacın ve ilacın yiyeceğin olsun.”
HİPOKRAT
Bu yeni ve
cesur bir belgesel film yankılandı. “Food Matters” mevcut sağlık ve gıda
sektörü durumuna hızlı tempolu ve sert bir eleştiri getirdi. Milyarlarca
dolar finansman ve araştırma, kronik hastalıkların gizli sebepleri ve
hastalıkları yüzünden acı çekmeye devam eden insanların yeni sözde tedavileri
içine rağmen, toksik tedaviler ve besin değeri düşük gıdalar ile aşırı
hoşgörülü aldatmalarla insanlara kesinlikle yardımcı olmuyor, olduğunu
göreceksiniz.
Yunanistan
dolayları M.Ö. 400 Hipokrat modern tıbbın temellerini attı. İnsan
vücudunun doğuştan kendini iyileştirme kapasitesi olduğuna inandı. ''Hipokrat
Yemini'' tıp doktorları tarafından hala ezbere okunur. Hipokrat'ın
zamanından beri hastalıkların tedavisine yaklaşımımız her nasılsa
değişti... Bugünün doktorlarının beslenme eğitimleri varsa bile, çok
az. Modern tıp 'her hastalık için bir ilaç' etrafında dönüp
duruyor. Ve hastalık endüstrisinin devam etmek istediği yol bu. Bir
kere soru sormaya başladın mı, bir daha duramazsın. Görüyorsun, asıl
mantıklısı sağlıklı olmak, fakat sağlık para getirmiyor.
KALP VE KANSER AMERİKA'DAKİ ÖLÜM ORANI EN YÜKSEK İKİ HASTALIK.
Ek olarak
her yıl...
39 BİN KİŞİ
gereksiz ameliyat ve diğer hastahâne hataları yüzünden ölüyor,
80 BİN KİŞİ hastanelerdeki diğer enfeksiyonlar yüzünden ve şok edici olan,
106 BİN KİŞİ ters ilaç tepkimesi sonucu ölüyor. .
80 BİN KİŞİ hastanelerdeki diğer enfeksiyonlar yüzünden ve şok edici olan,
106 BİN KİŞİ ters ilaç tepkimesi sonucu ölüyor. .
1. Kalp
hastalığı = 652.486 ölü
2.Kanser = 553.888
2.Kanser = 553.888
Ölüm ve
beslenmeyi yeterince dikkate almayarak, bu insanlara çok büyük zarar
verdik.
Dünyadaki
her insan, her kültürden, dilden, ülkeden, dünyadaki herkes biliyor
ki, ne yiyorsan o’sundur.
Yiyecek fark
yaratır.
SÜPERMARKET; bugün, bu ülkede kaliteli yaşamın sembolü.
Bütün bu ürünler mesafe ve mevsim gözetmeksizin tarlalardan ve çiftliklerden geliyor. Mucizevi tarımın sonucu olarak, her şekilde masanıza taze ürün kalitesini taşır.
Bütün bu ürünler mesafe ve mevsim gözetmeksizin tarlalardan ve çiftliklerden geliyor. Mucizevi tarımın sonucu olarak, her şekilde masanıza taze ürün kalitesini taşır.
Yiyeceğiniz ne kadar taze?
Eğer bir
düşünürseniz, en iyimser şekilde yiyeceğiniz, siz onu satın alana kadar
bir haftalık ve ile 2000 ile 3000 km arası seyahat etmiş oluyor. Bir
sonraki soru ise: En az 5 günlük olan bir yiyecekten ne kadarlık besin
elde ediyorsunuz?
Eğer
şanslıysanız, ihtiyacınız olanın %40’ını alırsınız. Büyük şehirlerdeki
marketlerde bulduğunuz yiyeceklerin hemen hemen hepsi işlemden geçmiş,
yolda gecikmiş çoğunlukla tabağınıza gelene kadar besin değerleri azalmış ya da
tamamen yok olmuştur. Sebebi fark etmeksizin her şeyi her türlü tarım
ilacı, bitki ilacı, lavra ilacı, mantar ilacı ile spreylemeye ve
hakkında hiç bir şey bilmediğimiz şeylerin genleriyle oynamaya karara
verdik. Ve en büyük problemlerden biri tabii ki toprak ve bizim toprağa
ne yaptığımız ve havaya ve de suya, gıdamızı sağlayan her şeye. Toprak
defalarca ve defalarca kullanılıyor ve bütün besleyici maddeleri çekiliyor ve
yeni çöller haline geliyor ve bu bütün dünyada böyle. Bizim
gerçekten de tarım metodumuz, ne yediğimiz ve onu nasıl ürettiğimiz
hakkında düşünmemiz lazım.
Gübre dediğimiz şey başlıca üç mineralden oluşur:
N,F,P, NİTROJEN, FOSFOR, VE POTASYUM.
N,F,P, NİTROJEN, FOSFOR, VE POTASYUM.
Peki,
güzel, ama, problem şu ki, toprak ortalama 52 farklı minerale
gereksinim duyar. O zaman kalsiyum, magnezyum, manganez, çinko ve
demir ve adını sayamadığım diğer mineraller nerede?
Onlar kayıp. Ama toprak yetersizse bitkiler de yetersiz ve zayıf
kalıyor, ve savunmasız kalıyorlar, böylece böcekler, hastalıklar ve
mantarlar tarafından saldırıya uğruyorlar. Böylece ağlayarak ilaç
şirketlerine geliyorlar ve diyorlar ki; ekinlerimiz ölüyor ve
büyümeyecekler, ve haşerelerimiz var, ve tabii ki ilaç şirketleri
onlara tarım ilacı, mantar ilacı satmaktan ve bunlara ve diğer her türlü
şeye artan talepten dolayı gayet mutlular. İnsanoğlu zekası
sayesinde, diğer bütün hayvan türleri üzerinde üstünlüğünü
kurdu. Modern kimya, biyoloji ve adanmış araştırmalarından gelen ve
tarımda devrim niteliğinde verim artışı sağlayan binlerce etkili kimyasal
bileşim var. Yani sadece ticari vejateryan gıdalardan alsak bile eksik
ve toksik besin alıyoruz, çünkü bütün bu tarım ilaçları, kimyasallar,
spreyler ve diğer her şey yüzünden, yiyecekler sağlıklı değil.
Ve yetersiz. Sonuçta yetersiz ve toksik olmasından başka şansımız yok.
Ve sonra...
Ve
araştırmalar gösterdi ki, hafif bir pişirme bile içindeki enzimlerin yok
olmasına sebep oluyor. Yiyeceklerdeki en temel şey, vücudunuza
onların sindiriminde ve içlerindeki besin maddelerinin kullanımında yardım eden
canlı enzimler, ya da canlı işçilerdir, yani herkesin beslenmesinde
çiğ gıdalar yer almalı.
Pişmiş
gıdaya bağışıklık sistemi zehirmiş gibi tepki verir. Birçok insan bunu bilmez. Pişmiş
gıda aldığında vücut, buna tepki olarak sindirim lökositozu denen ve beyaz
hücre aktivasyonuna yol açan bir süreç başlatır. Muhtemelen pişirme
sürecinin yiyeceğin yapısını değiştirmesinden dolayıdır. Bir şekilde
vücut bunun ayrımına varamaz ve besine zehir muamelesi yapar. Beslenmeyi
umduğunuz gıdaya vücudunuzun bunu yapması hoş bir şey değil.
PAUL
KOUCHAKOFF ADINDAKİ İSVİÇRELİ BİR DOKTOR 1930 'larda ilk defa gösterdi ki;
diyetinizin %51'den fazlası pişmiş gıdalardan oluşursa, vücudunuz buna
yabancı bir organizma tarafından saldırıya uğruyormuş gibi tepki verir.
İlk defa Dr. Kouchakoff ispatladı ki; gıdanızın
%51'i çiğ olduğu takdirde lökosit olmayacaktır. Ya da beyaz kan hücresi reaksiyonu
olmayacak, böylece vücudun bağışıklık sistemi yanlış alarm
almayacak. Günümüzde çok fazla bağışıklık sistemi sorunuyla uğraştığımızdan,
çiğ gıdaların her öğünümüzün en az %51'ini kapsadığından emin olmalıyız.
Böylece zaten zorlanan bağışıklık sistemini daha da zorlamamış oluruz. Zayıf
malzemeler ile inşa ettiğin bir binanın yüz yıl dayanmasını nasıl beklersin?
Aynı
şey vücudun için de geçerli, eğer onu sağlam beslemezsen, uzun ve keyifli
bir hayat sürmesini nasıl bekleyebilirsin?
HERKES BİLİYOR Kİ, NE YERSEK OYUZ. EĞER ÇÖP YERSEN, ÇÖP OLACAKSIN.
Bunu kronik
gıdasızlık gibi düşün, çünkü olan o. İnsanlar bu yüzden yorgun
gözüküyor. Öğleden sonra yorgun olmaman lazım. Canlı ve hareketli
olman lazım. Bunun doğal sonucu olarak insanlar süper besinler ve çok
yüksek kalitede vitamin ve mineraller içeren özel besinler, her çeşit
çoklu etkileri olan enzimler ve özel kimyasallar keşfediyorlar, daha uzun
yaşamamızı ya da daha yumuşak bir cilde sahip olmamızı sağlayan gibi.
SPİRULİNA MEKSİKA'DA 5 BİN YIL BOYUNCA BAŞLICA PROTEİN KAYNAĞI OLARAK
KULLANILDI.
SPİRULİNA PROTEİN YÖNÜNDEN DÜNYADAKİ EN ZENGİN YİYECEKTİR. [1]
SPİRULİNA PROTEİN YÖNÜNDEN DÜNYADAKİ EN ZENGİN YİYECEKTİR. [1]
Max Planck
Enstitüsü her hangi bir yiyeceğin pişirildiğinde % 50 kadar proteinin yok
olduğunu bulmuştur. Bu yüzden, süper gıda bitkisel protein kaynakları
geleceğin anahtar besini olacaklar. Çünkü ihtiyacımız olan tüm proteini
ısıyla zarar görmemiş ve tamamen emilebilen bu kaynaklardan alabiliriz.
Kolayca sıvıya dönüştürülebilirler - emilebilirlikten kastım bu.
Spirulinayı sıvıya çevirmek ve tüketmek sizce ne kadar çaba gerektirir?
Spirulinayı suya ekle, işte sana sıvı hali, içtiğin gibi hücrelerinde
dolaşmaya başladı bile. Fakat bir bifteği sıvıya dönüştürmek ve sindirim
sistemi tarafından emilebilir hale getirmek çok fazla enerji gerektirir.
Bu süper yiyecekler sağlığınıza ve mutluluğunuza olağanüstü katkılar
sağlayabilir.
DÜNYADAKİ HİÇ BİR ŞEY MİNERAL YOĞUNLUĞUNDA KAKAO ÇEKİRDEĞİ İLE YARIŞAMAZ.
En yüksek doğal magnezyum kaynağı odur. En yüksek doğal kromyum
kaynağıdır. Aynı zamanda en yüksek demir kaynağıdır. Ve yine en
yüksek magnezyum kaynağı. Ayrıca en yüksek çinko kaynaklarından
biri. Bakır oranı en yüksek bitkilerden bir kakao. Sağlıklı bir
metabolizma için gerekli tüm bileşenler kakao çekirdeğinde mevcut.
DÜNYADAKİ EN YÜKSEK C VİTAMİNİ ORANINA SAHİP YİYECEKLERDEN BİRİ AMA SICAKLIK
C VİTAMİNİNİ ÖLDÜRDÜĞÜNDEN, İŞLEM GÖRMÜŞ ÇİKOLATADA HİÇ C VİTAMİNİ YOK.
En yüksek
anti-oksidan içeriğine sahiptir. Beslenmeyle ilgili öğrendiğimiz her
şeyden faydalandığımız takdirde bunun anlamı, anti-oksidanlar sayesinde
DNA bozulmasından, virüslerden, kanserden, cilt hastalıklarından vb.
korunmamız demek. Ya bu olacak ve onu yiyeceğiz, ya da bu olacak ve onu
yiyeceğiz. Ve burada tüm zamanların en korkunç kimyasal çorbası
olabilir, ya da tüm zamanların en olağanüstü süper yiyeceği... ve
ikisini de yemek aynı miktarda çaba gerektiriyor. Sanırım tüm değerleri
tepe taklak olmuş bir kültürüz. Paramızı en iyi gıda için harcamaktansa,
kiraya yatırmayı tercih ederiz.
ÇOCUKLARIMIZI
ŞİMDİYE KADAR KEŞFEDİLMİŞ EN İYİ SÜPER YİYECEKLE BESLEMEKTENSE PARAMIZI ARABA
YA DA EV İÇİN HARCAMAYI TERCİH EDERİZ. ÇÜNKÜ BİLMİYORUZ! KAFAMIZ
KARIŞTIĞI İÇİN DEĞERLER YER DEĞİŞTİRMİŞ.
Bizi bu
arabayı almaya ikna eden programlar izliyoruz ve birden bire o arabayı alıyoruz,
aslında o parayı en iyi yiyeceği alarak ailemizin sağlığına yatırmamız
gerekirken ki asıl önemli olan budur. Eğer
her gün ucuz sandviç ekmeği yersem, kahvaltıda bir fincan çay ve bir
dilim kızarmış ekmek, öğleden önce şekerli içeçek, öğle yemeğinde
çörek, ve akşam için fast-food kızarmış tavuk...
Her türlü
besleyici maddeden yoksun kalacağım ve bu sadece tek bir gün. Bu durumda
bazı tamamlayıcılara ihtiyacım olacak. Böylece ertesi gün durumu
düzeltmek için, kulaklarımdan çıkana kadar salata yiyeceğim yine de bir gün
önce verdiğim zararı hiç bir şekilde düzeltemem. Her zaman bir
yerlerde bir kalıntı, bir sorun olacak ve bunun cefasını çekmeden ondan
kurtulamayacaksınız. Şanslıyız, son yüz yıl içinde hiç vitamin
takviyesi almamaktan, onları her yerde hazır bulur hale geldik.
Ve hala birçok insan vitaminlerin ne kadar önemli olduğunu bilmiyor. Ve
onları yeterli miktarlarda alırlarsa, hastalıklardan korunabilirler ve
eğer yeterince fazla alırlarsa hastalıkları tedavide kullanabilirler.
Peki bu nasıl mümkün olur?
Haberlerde
duymadım, aslında haberlerde ''çok fazla vitamin almayın, zararlı
olabilir'' deniyor. Ve yine de buna hiç bir kanıt göstermiyorlar,
sadece söylüyorlar.
Doktorlar diyor ki;
''Vitaminlere
inanmıyorum.''
Peki..
Biz bir
şamana danışmıyoruz. Burada bilim adamlarıyla hareket etmemiz lazım.
İnançlardan değil, gerçeklerden bahsediyoruz.
Amerikan Zehir Kontrol Merkezi Birliği'ne göre, son 25 yılda 10
kişi, sadece 10 kişi vitamine bağlı olarak hayatını kaybetmiş. Bu 1
ve 0, 25 yılda 10 kişi.
İki yılda
bir ölümden bile az ve bunlar bile kanıtlanmamış, onaylanmamış ama vitaminlere
atfedilmiş ölümler. İnsanlara yardımı dokunacak şeyleri, aslında
tehlikeliymiş gibi göstermekte çok başarılı bir ülkemiz var. Bazı
çalışmalar, eğer her gün multi vitamin alırsan bunun sana zarar verebileceğini
iddia ediyor. Bu sadece
saçmalık.
Bazı araştırmalar C vitamininin böbrek taşına sebep olduğunu iddia ediyor. Tıp
kaynaklarını araştırdım, ve tüm öğrencilerimden araştırmalarını istedim,
meslektaşlarımdan da araştırmalarını istedim, ve C vitamininin böbrek
taşına neden olduğuna dair her hangi bir bilimsel kanıt bulurlarsa bana
göndermelerini istedim. Referans istedim. 30 yıl geçti ve hiç bir
şey almadım. Bu durumda
ya herkes dilsiz, ya da bu sadece söylenti.
Vitaminleri
ilaç gibi gören ve o şekilde değerlendirilmesi gerektiğine dair bir varsayım
var. Bir varsayıma göre iyileştirici özellikleri varsa, tehlikelidirler
de çünkü ilaçlar öyle. Bütün hayatımız boyunca tüketici olmayı öğrendik,
çoğunlukla da modern ilaçların, eczane ilaçlarının tüketicisi. Peki
ya;
Bugünlerde
bir çok kuvvetli ve doktor tavsiyesi dışında alınması tehlikeli olan ilaçlar
var ama doktorunuza ve eczacınıza bu konuda güvenebilirsiniz.
Her ikisi de alanında eğitim almış uzman kişiler. Bir eczacı
saygıdeğer bir üniversitede eğitim almış olmalı. Doktor tıp okuluna
gider, tıp eğitimi alır, tıp tecrübesi vardır, reçeteler yazar ve ona Tıp
Doktoru denir. Şimdi bunun yerine beslenmeyi koyalım ve nasıl gözüktüğüne
bakalım. Doktorum diyetisyen okuluna gitmiş, diyetisyenlik eğitimi almış
ve diyetisyenlik derecesi olan ve besin reçeteleri yazan bir diyetisyen.
Kulağa çok garip geliyor. Doktora gittiğimizi söylediğimizde tıp doktorunu
ima etmiş oluruz. Staj yıllarımda kimsenin hastaların diyetiyle
ilgilenmemesi beni şaşırtmıştı; profesörlerimle konuştuğumda diyetle
ilgilenmediler, hastalar diyetle ilgilenmediler ve hastaneler de
ilgilenmediler, yani beslenme hiç söz konusu olmadı.
AMERİKA'DA,
DİYET ÜZERİNE RESMİ EĞİTİM ALAN MEZUN DOKTORLARIN ORANI % 6'DAN AZ.
Ne
zaman beslenmeden bahsetsem, basitçe duymamazlıktan geldiler. Öğrenci
olarak vaktimi Boston'daki Bringham Hastanesi'nde geçirdim, Harward Tıp
Okulu'nun hemen yanındaydı. Ve bu hastane, 1974'de bile kriz
yeriydi. Hastadan çok doktor vardı. Gerçekten sevimsiz bir yerdi.
Tıbbın başarısızlığını izlemek ve gözlemlemek için bir şansım oldu. Benim
hatırladığım Lösemili kadın gibi yemesi için beyaz ekmek ve jöle verilen insanlar
görürdünüz. Beyaz ekmek ve jölenin kansere sebep olduğunu
söylemiyorum, ama çare olmadıkları kesin. Taburcu olan hastaların
%26 sı geldikleri güne göre daha fazla gıdasız kalmış oluyorlardı. Ve
hastaneye geliş nedenleri, vakaların % 80 ile 90’nında kötü beslenmeleriyle
ilişkiliydi.
William J.
McCormack ve Frederick Robert Klenner'ın çalışmalarını okumaya başladım;
Ve sonra
duraksadım. Şimdi bir dakika, bekle bir saniye. Bunlar tıp
doktorları ve vitamin kullanıyorlar, yüksek dozda vitamin kullanıyorlar
ve başarılı oluyorlar. Bunların hiç birini okulda görmedim.
Tıp mesleği, tıp eğitimi, bu amaçla lisans eğitimi, dergiler
ve televizyon yoluyla genel eğitim, hepsi oturma odasında gergedanlar
yürütmeye yarıyor. Ve ben onları oturma odasında görüp diyorum ki:
'
'Hey, oturma
odasında bir gergedan var!'' ve tüm bilgi yığını orada, ortada
duruyordu, tüm bilgi ve daha da içine daldıkça çok daha fazlasını
buldum. İlk kez LİNUS PAULİNG, C vitamininin soğuk algınlığına
karşı işe yarayabileceğini öne sürmüştü ama bu tahmin ya da seziye değil,
zamanın bilimsel verilerine dayanıyordu.
PAULİNG, ALBERT EİNSTEİN VE ZAMANIN DİĞER BİRÇOK DAHİ İSMİN
MESLEKTAŞIYDI. VE İKİ NOBEL ÖDÜLÜ VAR: KİMYA VE BARIŞ OLMAK ÜZERE.
YANİ HAFİFE ALINMAYACAK ZEKİ BİR ADAM.
Problem şu
ki; klinik tıbbın alanına giriyordu ve bu konuda uzmanlığı yoktu, böylece
eleştiriye çok müsait bir durum ortaya çıkıyordu ve C vitamininin
soğuk algınlığı üzerinde etkisi olabileceği önerisi tıp dünyası
tarafından fazlaca alaya alındı. Ve tıp dünyasının her zaman o kadar
bilimsel ve aydın fikirli olmadığını söylemem lazım. Sorun yaratan başka
bir şey daha, insanların yapı maddeleriyle olan ilişkisi ki bir yapı
maddesi birçok şeye iyi geliyor.
E Vitamini kalp hastalıklarıyla mücadelede,
kemiklerin güçlenmesinde ve ayrıca epilepsi hastalarının nöbetlerinin
azalmasında etkili. Şimdi bu oldukça değişik.
Mesela C
vitamini,
anti-toksin, anti-histamin, anti-virüs, kan şekerini düzenlemeye ve
depresif ruh halini yükseltmeye yardım eder, birçok şey için çok fazla
iyi ve benim bunun için bir cevabım var. Bir vitaminin birçok hastalığa
iyi gelmesinin sebebi, yine bir vitamin eksikliğinin bir çok hastalığa
sebep olmasıdır. Söz konusu olan sadece iki düzine yapı taşı ama yine de
vücudunuzda binlerce kimyasal reaksiyon var. Bir vitamin bir çok
reaksiyona dâhil olduğundan, her şeyin vitaminle ilişkili olduğunu kabul
edebiliriz. Mineraller için de aynı şey geçerli.
HER HASTALIĞA BİR İLAÇ GİBİ ESKİ BİR TIP İNANIŞIMIZ VAR.
Her
hastalığa bir ilaç; nokta atışı. Ve bu
yapı maddeleri için doğru değil. Tek bir bölgeyi iyileştiremezsin. Eğer
gerçekten iyileşirsen, her şey iyileşir.
Mesela bir
hasta sadece kanser ile değil yüksek tansiyon, ve şeker hastalığı ve
hatta lif dokusu iltihabı ve diğer rahatsızlıklarla gelse bütün
sorunlar ortadan kalkar. Bir
hastalığı iyileştirip diğer ikisini tutamazsınız, bu imkansız. Vücut
iyiye gittiğinde, her şey iyileşir. Siz bedeni beslersiniz ve beden
kendini tamir eder. İnsanlar vitamin aldığında, vitaminler özellikle
iyileşme sağlamaz onlar vücudun bunu yapmasına olanak verir, vücudun kendini
iyileştirmesine. Bu, olaya tamamen farklı bir bakış açısı. Vücudun,
babamın değişiyle, kendini iyileştirme mekanizması var ve biraz daha ileri
giderek demişti ki,
''DOKTORLARIN GÖREVİ BU MEKANİZMAYI TEKRAR VE TEKRAR AKTİVE ETMEKTİR.'' Ve rahatsızlığın ne olduğuna
bakmaksızın hastalar iyileşir. İnsan vücudundaki tek bir hücre bile
ilaçtan yapılmamıştır. Cerrahi müdahale size hiç bir şey katmaz.
İçinize plastik bir şeyler koyup, zararlı bir şeyleri
çıkartabilirler. Ama en sonunda, vücudu kesip biçmek onu daha iyi
yapmaz. Bedene ilaç yüklemek aslında daha fazla sağlık getirmez.
Yani yeni bir boyutta, buna tamamen yeni bir bakış açısıyla bakmamız
gerekiyor. Sağlığı arttırma henüz denenmedi, bu gerçekten de hiç
yapmadığımız şeylerden biri. Yapı maddeleri tedavi amaçlı test edildiğinde
çok düşük dozlarda kullanıldığından, halk ve doktorlar hep belirsiz sonuçları
olan araştırmaları görüyorlar. Yayınlanmış bir çalışma vitaminlerin az
bir yararı olduğunu ve diğeri vitaminlerin o kadar da faydası olmadığını
söylüyor ve siz ikisinin arasında gidip geliyorsunuz. Ama asıl sorun bu
çalışmaların düşük dozlarla yapılmış olması. Tavsiye edilen günlük
alınabilecek vitamin miktarı, nüfusun çoğunluğu tarafından eksiliğinde oluşan
rahatsızlıkları önlemek için gerekli görülen miktardır. Yani, eğer
Avusturya'da herkese günlük tavsiye edilen doz olan 60 mg C vitamini
verirsek, bu ülkede diş eti hastalığına rastlamamamız lazım. Ancak bu ülkede hala diş eti hastalığına
rastlıyoruz. Eğer çok stresli bir işin içindeyseniz ya da stresli bir
hayat tarzınız varsa, ev geçindiriyor, çocuk bakıyor ve aynı zamanda
çalışıyorsanız vücut adrenalin üretmek için C
vitaminini kullanacak. Kalp krizi ile stres arasındaki ilişki buradan
geliyor, stresli olduğunuzda vücut adrenalin üretiyor ve bu da vücuttaki
C vitamini seviyesini aşağıya çekiyor. Bu da C vitamini eksikliği
yüzünden dolaşım sisteminizin savunmasız kalmasına neden oluyor.
Modern tıp sadece hastalığı tedavi eder, bir çok şeyin ilk sebebine dönüp
bakmazlar çünkü anlayamazlar; egzersiz sonucu hangi kimyasalların
oluştuğunu, meditasyonla hangi kimyasalların ortaya çıktığını, ya da
yediklerimizden hangi kimyasalların çıktığını anlamazlar. Geleneksel
tıbbın uzun süredir tıkanmış olduğu nokta, başa çıkılması zor, kronik
problemler. Ve kronik sorunlarda tıkanmış olmalarının sebebi, hastanın en
başta rahatsızlanmasına neden olan sebebi değiştirmek için hiç bir şey yapmıyor
olmaları. Sadece belirtileri tedavi ediyorlar. Ve tüm yaptığınız
belirtileri tedavi etmekse, hastalığı iyileştirmezsiniz. Yapmanız gereken
asıl sebebi değiştirmek. Geleneksel tıbbın tahminlerine göre çoktan ölmüş
olması gereken hastaların, KLASİK KLİNİK ORTAMLARDA PEK MÜMKÜN OLMAYAN
ŞEKİLDE, BİR KAÇ AYDAN FAZLA YAŞAMAYI BAŞARDIKLARINI VE BİRÇOK HASTANIN
GELENEKSEL TIBBI İZLESELERDİ ÖLMÜŞ OLABİLECEKLERİNİ İDRAK ETMEM NEREDEYSE İKİ
YILIMI ALDI. Bir kaç yıl bir programa katıldıktan ve arka arkaya
iyileşen, gayet canlı hastaları gördükten sonra ve ortadan kaybolan tümörler,
çeşitli doku sertleşmeleri, kireçlenme ve egzamalar ve yok olan bütün bu
dramatik problemlerden sonra doğru yolda çalıştığıma ve bu çalışmaların
gerçekten çok değerli şeyler başardığına yüzde yüz ikna oldum. Kalp-damar
rahatsızlığı medeniyetin getirdiği bir hastalık, yaşam tarzının
hastalığı, çünkü çok fazla yanlış şey yiyoruz ve yeterince doğru gıda
almıyoruz. Ve büyükannen söylemişti, onun da büyükannesi söylemişti
ve herkes böyle olduğunu biliyor ama yine de... ...çok az vitamin
barındıran fastfood ve et, ve yağ, ve şeker, ve nişasta, ve işlenmiş gıda
ayrıca vitamin takviyesi de alma çünkü sana zarar verebilir! Tabii ki
- ne
bekliyorsun ki! En az 25 yıldır kalp-damar hastalığının geri
çevrilebileceğini söylüyorum. Geleneksel tıp uzun zamandır bunun geri
çevrilemez olduğunu iddia ediyor. Tedavi yöntemine göz atmak, bize sebep
hakkında ipucu verebilir. Dr. Dean Ornish ciddi kalp-damar rahatsızlığı
olan kişilerle, onları vejetarten beslenmeye dayalı sıkı bir diyete sokmak
yoluyla çok iyi bir çalışma yürüttü. Bu demektir ki, bitki temelli,
yüksek oranda lif içeren ve vitamin ve minerallerle dolu ve en iyisi de organik
bir şekilde topraktan yetişip gelmiş bir beslenme. Ornish ayrıca onların
sterslerini de azalttı ve bu insanların kalp-damar hastalıkları bir- iki yıl
içinde durakladı ya da geri çevrildi. Yani kalp-damar rahatsızlığının
sebebi, yeterince vitamin almamak ve yanlış beslenme. İyi haber
ise; ileri derecede damar rahatsızlığı olan kişiler bile beslenmelerini
değiştirip düzgün gıda almaya başladıklarında, ameliyat olmadan hastalığı
durdurabilir ya da geri çevirebilirler. Beni şaşırtan ise; sınırsız
bütçeli lider tıp kurumlarının koridorlarında dolaşan onca zeki, parlak ve en
iyi konumlarda olan insanlarımızın bu rahatsızlıklara sebep olan gıda ve batı
yaşam tarzı konusuna parmak basmaya hiç istekli olmamaları. Gerçek şu ki;
ölümlerin yarısı kalp-damar hastalıkları yüzünden ve bu ölümlerin yarısında da
ilk hastalık belirtisi ölüm. Yani insanlar ömür boyu hiç bir belirtiye
rastlamadan devam edebilirler ve sonra öldüklerinde her şey için geç
oluyor. İlaç almak için çok geç, by-pass için çok geç, ambulans için çok
geç, hatta hayata döndürmek için çok geç. Eğer her, kişiden biri,
tabii böyle bir canlı düşünebiliyorsanız, kalp-damar hastalıklarından can
veriyorsa, bu toplum temelde bir şeyleri yanlış yapıyor demektir.
Kazanmanın tek yolu oynamamak ve bu da hayatlarını değiştirmelerini
gerektiriyor.
Oysa biz ne
yapıyoruz?
Her yıl milyarlarca dolarlık by-pass ameliyatı yapıyoruz, aslında
sadece yeme-içme ve yaşam şeklimizi değiştirerek kontrol altına alınabilirler.
Daha güvenli olduğundan bahsettim mi?
Daha güvenli olduğundan bahsettim mi?
Ve
daha ucuz olduğundan?
Ve
gayet iyi işe yarıyor. Dolayısıyla neden tüm kardiyologlar bu yolu
tavsiye etmiyor?
ADİL OLMAK GEREKİRSE HEPSİNİN BU KONUDA ÇALIŞMASI
YOK. VE DOĞRUYU SÖYLEMEK GEREKİRSE... İLAÇ ŞİRKETLERİNİN BU KONUDA
EDECEK BİR İKİ LAFI VARDIR. BU UYGULAMADA İLACA YER OLMADIĞINI
FARKETTİNİZ Mİ?
Meditasyon ve vejetaryen diyetten oluşan tamamen ilaçsız bir tedavi.
Burada hiç kazanç yok!
...Prozak,
ADD tablet, taş, toz, yani biliyorsun numaralar çeviriyorum, çünkü
yaşayabilmek için kafayı bulurdum, TV’de gördüğüm her şeye inanırdım ,
yaşayabilmek için kafayı bulurdum, bana sattığın her pisliği yerdim...
İlaçlara
yaklaşımdaki büyük problemlerden biri yan etkileri; TERS İLAÇ
TEPKİMESİ
başlangıç
olarak, İngiltere'de her yıl ters ilaç tepkimesi sonucu oluşan ölümler
için genel olarak kabul edilen rakam yaklaşık olarak onbin. Olaya
başka bir açıdan bakacak olursak, her yıl araba kazalarında ölen
insanların sayısı 500. Hepimiz araba kazaları konusunda çok
endişeleniyoruz; ters ilaç tepkimeleri konusunda hiç endişeli
gözükmüyoruz. Bu ülkede prostat kanseri sonucu ölen insanların sayısı
ki gayet endişe vericidir ve bu konuda kampanyalar ve dahası var,
ortalama dokuz bin civarındadır.
AMERİKAN TIP BİRLİĞİ DERGİSİ'NİN YAYINLADIĞI ÇALIŞMALARA GÖRE,
REÇETELİ İLAÇLAR YÜZÜNDEN HER YIL YAKLAŞIK 106 BİN AMERİKALI HAYATA VEDA
EDİYOR.
Şimdi bunlar
olması gerektiği gibi reçetelendirilmiş, doktor hatası olmayan ve
beklenen yan etkileri olan ilaçlar. Ve bunlar da söylendiği şekilde
ilaçları kullanan insanlar. Aşırı dozlar ve yanlış kullanımlar konu
dışı. Yani sadece bir yılda ve sadece Amerika'da,
ilaçların beklenen yan etkileri yüzünden ölen insanların sayısı 106 bin
ise, yirmi üç yılda bu çok büyük sayıda insan demektir, milyonlarca
insanın reçeteli ilaçlar yüzünden ölmesinden bahsediyoruz. VE 23 YILDA, VİTAMİNLERLE İLİŞKİLENDİRİLEN
SADECE 10 ÖLÜM VAR.
VİTAMİNLERİ REÇETELENDİRMEYİ ÇOK DAHA CİDDİYE ALMAMIZ GEREKTİĞİ AÇIK. (Şu anda
vitamin almaya kalkmayın en pahalı ilaç ve reçeteye yazılmıyor. Cebinden
alacaksın)
Ve
panathenic asidin kaşifi, Roger Williams'ın da dediği gibi şüpheye düştüğünde
önceliği vitamine ver. Eczacılık sektörünün işi ilaç yapmak
değil. Onun işi para kazanmak. Ki bence bu gayet kabul
edilebilir, büyük uluslararası şirketler olarak hissedarlarına karşı
sorumlulukları var ve şirketlerin yaptığı şey budur, PARA KAZANMAK.
Kapitalist
bir toplumda yaşıyoruz ve ben bunun kötü olduğunu düşünmüyorum. Ve bence
kapitalizmin büyük avantajları var ve son derece suistimal edilebilir de,
biz her iki yönünü de gördük. Problem onu düzenleme şekillerinden
kaynaklanıyor. Bazı çok iyi düzenleyicilerimiz olduğuna inanıyorum ama
çok yetersiz düzenleyicilerimiz de var. İlaçları patentlendirmek ve
onlara daha sonra neler olduğunu izlemekle görevli kurumların ödemeleri ilaç
şirketleri tarafından yapılıyor. Eğer restaurantların hijyenini
denetleyenlerin ödemelerinin mekân sahipleri tarafından yapıldığını
öğrenseydeniz, onların sundukları sonuçlar konusunda şüpheci olmanız gerekirdi.
Bizim ilaçlarla ilgili olan ve değişmesi gereken durumumuz da böyle bir
şey. İlaçları denetlemesi beklenen düzenleyicilerin paralarını onlar
ödüyor, ilaç araştırmaları yapan akedemisyenlerin paralarını onlar
ödüyor ve yürütülen mahkemeler yine sıklıkla ilaç şirketiyle ilişkisi
olan kişilerce yürütülüyor. Ayrıca tıp dergilerine reklam
veriyorlar ki tıp dergilerinin çoğu ilaç şirketlerinin reklamları ile
destekleniyor. Eğer son 65-70 yıl içindeki tıp literatürüne göz
atarsak, yüksek dozda vitaminin hastalıkları tedavi ettiğini gösteren
binlerce çalışma var. Şimdi bu çalışmaların bazılarını
okuyamıyorsunuz. Çünkü bunların yayınlandığı dergiler, Birleşmiş Milletler
Ulusal Tıp Kütüphanesi tarafından indekse alınmamış. İlginç değil mi?
Yani
ortada kara listeye alınmış tıp dergileri var. Bazı tıp dergilerinde
yayınlananlar, benim asistan editörlüğünü yaptığım Doğru-Moleküler Tıp
Dergisi gibi, dergimizde son 41 yılda yayınlanan her ne varsa, ve
yüzlerce çalışma, hiç biri Amerika Ulusal Tıp Kütüphanesi tarafından
indekse alınmadı, dünyadaki en büyük tıp kütüphanesi olduklarını
söylüyorlar. Yani samimi gözüken bilimsel akademik çalışmalar, yayınlanan
dergiler ve tüm o ihtişamıyla bilim, aslında ilaç şirketleri tarafından onların
pazarlama departmanlarının birer kolu haline dönüştürülmüş. Ama
bize reklamlarla ulaşan sağlık bilgileri hakkında bilmek istediklerim?
Biz buna ticari sağlık bilgisi diyoruz. Bu güçlü, büyük bir
sektör. Sağlık ürünleri reklamlarına milyonlarca dolar harcandı
her türlü acı ve sancı için her çeşit tablet ve diğer ilaçlar.
Görüyorsunuz ki reklamlar bazen aldatıcı olabilir. Bu ülkedeki
reklamların %25'ini ilaç reklamları oluşturuyor. Her şeyden önce, neden?
Çok
para harcamayı sevdiklerinden değil elbette. Çünkü bir yandan TV deki
dakikalara yüz milyonlarca dolar harcarken, milyarlarca doları hasta
oldukları için bu ürünleri satın alan insanlardan geri alıyorlar.
Kendilerini iyi hissetmiyorlar. İlaçlara ihtiyacımız var. Sorgusuz
sualsiz. ACI KONTROLÜ, ÇOK ZEKİCE. Ve ilaçlar gerekli ama
burada şöyle bir noktaya geliyoruz, eğer azı yararlıysa çoğunun daha da
yararlı olduğuna inanan bir toplumda yaşıyoruz. Yani elimizde her şey
için ayrı ilaç bulmaya çalışan bir ilaç sektörü var. Biliyorsun kötü bir
alışkanlığın mı var- bir ilaç al. Depresif mi hissediyorsun mesala- al bir
ilaç, ve halk buna güvenir hale geldi, halk ilaç almanın hastalığı
iyileştirdiğini kabul eder oldu. Eğer herkes bolca taze organik gıda
alsaydı, en az işlem görmüş olanlardan ne olurdu acaba?
BENCE
SALGIN DERECESİNDE SAĞLIKLI OLURDUK. SANIRIM PİYASALAR SARSILIRDI.
İLAÇ SEKTÖRÜ, YILLIK DEĞERİ YARIM TRİLYON DOLAR OLAN DÜNYA ÇAPINDA BİR HOLDİNG. Yaklaşık 300 milyar dolarlık
kısmı sadece Kuzey Amerika'da. Bu gerçekten, gerçekten büyük bir
sektör. Herkes sağlıklı olsaydı ne olurdu?
Sağlık para getirmiyor. Görüyorsunuz ki asıl mantıklı olan sağlıklı
olmak, fakat sağlık para getirmiyor. Bence etik bir ilaç sektörümüz
olabilir. Gerçekten öyle düşünüyorum. Bence işe düzenleyicilerle,
ilaçları yapan insanların bölümlerini keskinleştirmekle başlamalıyız
ki burada tam bir dağınıklık söz konusu. Genel fikire göre bütün
ilaçlar kesin olarak kanıta dayanır, ve bütün ilaçsız tedaviler sadece
umut ve kuruntunun bir karışımıdır, ve placebo etkisi ve şarlatanlar
deneyimlere gerçekten göğüs geremezler. Mesela, bir ilacın patent
alabilmesi için iki ayrı olayda placebodan daha etkili olduğunu
göstermesi lazım. Bu demek değildir ki ilaç şirketleri başka bir sürü
deney yapamazlar, daha etkili olduğunu ispatlamayacağından dolayı, onlar
yayınlanma gereği duyulmaz. Yapılması gereken düzenleyiciye gidip ve
bizim şu iki deneyimiz var demek, bu ilacın placebodan daha etkili
olduğunu gösteriyor. Pazarlamak için patent alabilir miyiz lütfen?
Bunlar üreticilerin ünsilin ve antibiyotik yığınlarının arasından seçtiğimiz
örnekler. Onları satılmadan önce saflık ve etkileri için test
ederiz. Tabii her zaman yeni ilaçlar ortaya çıkıyor ve biz onların
pazara sürülmeden önce test edildiğinden ve güvenli olduğundan emin
oluruz. Doktorlar size ilaçların denendiğini ve test edildiğini
söyleyecekler fakat yeni bir ilaç aldığınızda farketmeniz gereken şey aslında kontrol
edilmemiş bir deneye girişiyor olduğunuzdur. İlaçlar sadece patent alma
amaçlı olarak, bir kaç yüz hadi en fazla bir kaç bin kişi üzerinde test edilmiş
oluyor ve sonrasında milyonlarca kişiye veriliyor. Ve bu milyonlarca kişi
arasında sistemlerinin çalışma şekli ve ilaçlara verdikleri tepkilerde çok
büyük farklılıklar olacak Ve böylece insanlar yan etkilerini görecek. Ayrıca
şöyle bir gerçeklik var; batıda insanların karşılaştıkları asıl problem
ilaçların çok kolay başa çıkabildiği akut rahatsızlıklar değil, kronik
rahatsızlıklar.
Depresyon, diyabet, kalp, kireçlenme vb. rahatsızlıklar.
Bunlar seni
öldürmeyecek şeyler, daha çok seni perişan hale sokup ve daha da
kötüleşmeni sağlayan ve uzun süre devam eden şeyler. Bunlar, bütün
ilaçların hedef olarak gösterildiği durumlar fakat aynı zamanda ilaçların pek
tedavi edemediği durumlar. Bazıları kısa dönemde gerçekten hayat
kurtarır, onlara ihtiyacınız var. Bazıları kortisoyid steroyidler ve
herkesin hayır, hayır dediği diğer başka şeyler. Kısa dönemde hayat
kurtatır, güzel. Antibiyotikler kısa dönemde hayat kurtarır, sorun
değil. Uzun ilaç tedavileri olan hastalarımın olmasından nefret ediyorum
ve dünyada hastalarınızın bırakmasını sağlamayacağınız ilaç yoktur. Bir
ilaç şirketinin gözünde mükemmel ilaç, insanları tedavi etmez çünkü işin
kar getirmesi için insanların o ilacı uzun süreli satın alması lazım.
Ayrıca, bunlar baştan beri tedavi için en iyi yöntemler mi?
Ve
cevap çok açıkça öyle olmadığı yönünde. Yani sonuçta birçok kronik durum
için, akla en yatkın olanı, başlangıçta ilaçsız olarak ne yapabiliyorsan onu
yapmak. Çünkü birincisi aynı çeşitlilikte yan etkilerinin olma ihtimali
pek yok ve ikincisi bir takım durumlarda sadece semptomları tedavi
etmektense, altında yatan problemi yakalama şansları daha fazlaymış gibi
gözüküyor.
Doktor Abram
Hoffer, Adsız Alkolikler'in kurucusu Bill W. ile çalıştı ve Bill W ve
Abram yakın arkadaşlık kurdular. Bill W. ağır depresyon geçiriyordu.
ABRAM O'NA NİASİN ALMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ.
GÜNDE 3000 MG NİASİN ÖNERDİ. BU BİLL W İÇİN DEPRESYONUN SONU OLDU.
GÜNDE 3000 MG NİASİN ÖNERDİ. BU BİLL W İÇİN DEPRESYONUN SONU OLDU.
Sonrasında
Bill W alkoliklere Niasin (B3 vitamini) [2]almayı
denemelerini, depresyon ve alkol probremlerine çözüm olup olamayacağını
görmelerini önerdi. Ve Niasini deneyen insanların büyük çoğunluğu çok iyi
gelişmeler gösterdi. Böylece Bill W, kurucusu olduğu Adsız Alkolikler'de
Niasin ve vitaminin tedavi amaçlı kullanılmasını istedi. Fakat çoktan
ilaç tedavileri tarafından, en iyi tabirle, işgal edilmiş olan Adsız Alkolikler
bunu reddetti. Bugün ise AA övgüye değer birçok adıma odaklanmış
durumda, alkoliklerin içmeyi bırakabilmeleri konusunda. Ama vitamin
tedavisini önermiyor. Zamanında bir endişe vardı, SSRI grubu
anti-depresan ilaçların intihara sebep olup olmadığı konusunda büyüyen
bir endişe ve bu ilaçlarda sorun olduğunu söyleyen bir kaç, belki
2000 dolayında kampanyacı ile bunu red eden düzenleyici otoriteler ve
ilaç şirketleri vardı.
Amerika'da
okullardaki öğrenci terörü üzerine tam bir çalışma yürüttük. Ve
çalıştığımız bir dizi olayın çoğunda, bir çoğunda... tetikçi suça
karıştığı zaman, ya bu çeşit psikiyatrik tedavide ya da tedaviden geri
çekiliyor oluyor. (Teröristlerde
aynı durumda) Ve hala bu tür şeylerin hiç biri mahkemelerde ortaya
çıkmıyor. Ve bir Amerikan araştırmacısının ortaya çıkardığı PROZAK GERÇEĞİ, tabii ki zamanın lider
markasından söz ediyoruz, patent almak üzereyken yeni bir ilacın ortaya
çıkıp çıkmadığını merak ettiler. Ve yaptıkları araştırmalar sonucunda
gerçekten de Prozak R adında, moleküler yapısı biraz düzeltilmiş bir
ilaç olduğunu buldular. Yeni bir ilaç üretmek için, ne gibi
gelişmeler olacağını söylemek lazım ve Prozak R için olan patent başvurusunda
mevcut olan ilaca atfedilen intihar düşünce ve duygularının bunda olmayacağı
söyleniyordu. Tam olarak da ilaç şirketinin son on yıl boyunca inkâr
ediyor olduğu şey. Ölümcül derecede depresyonu olan bir kadınla
çalışmıştım. Ailesiyle birlikte yaşıyordu. Ellilerindeydi ve bütün
günü bir köşede duvara dönük oturarak geçiriyordu. Kimseyle konuşmazdı.
Kimseyle yemek yemezdi. Tamamen iletişim kurulamaz durumdaydı.
Tabii ki psikiyatrist kontrolündeydi, olması gerektiği gibi, ve
beklenildiği gibi psikiyatrist ona çeşitli ilaç tedavileri uyguluyordu.
Ailesi vitaminleri merak ediyordu, onlara DR. HOFFERS'IN NİASİN İLE
OLAN ÇALIŞMALARINDAN BAHSETTİM, ve onlar da bu derece hasta biri için
ne kadarlık doza gerek olduğunu sordular. Ben de Dr. Hoffer'ın normalde
günde mg Niasin verdiğini, ama bazılarının özellikle çok hasta olanların çok
daha fazlasına ihtiyacı olduğunu ve onu iyileştirecek kadar çok vermeleri
gerektiğini söyledim. Bunu deneyebileceklerini anladılar. BÖYLECE
GÜNDE 11.500 MG NİASİN ile masada onlarla oturup muhabbet ediyordu,
sanki hiç bir şey olmamış gibi. Sonra psikiyatriste gidip ona bu
iyileşmiş insanı gösterdiler ve psikiyatrist onlara;
''Bu kadar
çok Niasin verebileceğinizi sanmıyorum, zararlı olabilir.'' dedi. Böylece Niasin vermeyi
kestiler ve ve o da köşedeki yerine geri döndü.
NİASİN GÜVENLİ Mİ?
NİASİN YÜZÜNDEN YILLIK ORTALAMA TEK BİR ÖLÜM BİLE YOK, SON 15-20 YIL
İÇİNDE ONA ATFEDİLMİŞ SADECE BİR KAÇ VAKA VAR.
Ama Niasin
yüzünden olan yılda tek bir ölüm bile yok. Ve intihar derecesinde
depresyonda olan kaç kişi gerçekten de hayatlarına son verdi.
İKİ AVUÇ DOLUSU KAJU
FISTIĞI, ÖNERİLEN PROZAC DOZUNA EŞİT BİR İYİLEŞME SAĞLIYOR.
Şimdi herkes
diyecek ki;
'' İki avuç
dolusu kaju, şişmanlatmaz mı?
'' Ve
benim sormak istediğim, umurunda mı?
BASİT BİR
TERAPİ ALMAKLA ZORLANIYORDUN. AMA BUNU YAPABİLİRSİN. DEPRESYONDA
OLANLARIN YAPABİLECEKLERİ İLK ŞEY, DEPRESİF OLMANIN SORUN OLMADIĞINI
BİLMELERİDİR. EĞER İYİ BESLENMİYORSANIZ, DEPRESİF OLURSUNUZ. Yani buna devam etme ve gidip
düzgün beslen. Zihinde, beyinde olup bitenler -zihin dediğimiz her ne
ise- vitaminlerden, kimyasallardan ve olanlardan etkilenebiliyor.
Psikolojik tedavilerin önemiz olduğu söylenmiyor, tabii ki önemliler ama psikolojik
ve psikiyatrik semptomları olan bir hastayla hiç bir yere varamazsınız,
eğer beyinleri aç kalmış, açlıktan ölmüş ya da zehirlenmiş ise. Tıptaki
acı gerçek şu ki, senin kemik ölçümünü yaptığım takdirde vücudunda, bir
Mısır firavununda olması gerekenden kat fazla kurşun bulurum. Eğer
senden yağ örnekleri alırsam, onlarda hala DDT, DDE ve DDD olacaktır, DDT
uzun süre yasaklanmış olmasına rağmen. Tabii başka çeşitli kimyasallar da
olacak. Ama kimse bunu duymak istiyor mu?
Hayır.
Ve hala kayıtlı değiller ya da belki de doktorlar sadece bunu yapmak
istemiyorlar. çünkü kullandıkları her şey zehirli, kullandıkları her
ilaç, reçeteli ilaçlar, tezgahlardaki ilaçlar bütün ilaçların
karaciğer toksik sınırı yok. 79
milyon kadar Amerikalı hergün ağızlarına CİVALI DOLGU koyuyorlar. Resmi olarak onların toksit olduğunu
söylemememiz lazım, yani hastalarıma bundan söz etmem. Ama bir belgesel
için, aynı mı?
Aynen
öyle. Eğer beynini inceler ve biyopsi
yaparsam, sisteminde büyük miktarda civa bulurum, ağızında amalgam
(civa karışımlı dolgu) dolguları varsa. Peki ne Amalgam ve civayı dişine
konduğunda, dişçinin tepsisinde durduğundan daha güvenli yapar?
Son
derece zehirli ve dişçi, insanoğlu için bilinen en zehirli maddelerden biriyle
başa çıkmak durumunda ama ağzınıza konduğu anda güvenli oluyor. Saçmalık
bu. ....eğer onu ağzına koyarsan zehirlenirsin. Hikayenin sonu.
Toksinleri
sisteme tıkmayı bıraktığınızda, dışarı çıkmaya başlarlar. Ve aslında
şimdi sadece diyetinizi organik beslenmeye çevirirseniz, bütün zehiri
serbest bırakırsın, dolaşım sistemine ve böbreklere geçer ve böbreklere onu
atması için yardım etmezsen yeni hasarlara yol açabilirsin. Bu bir hata,
bu yarım tedavi, tedavinin diğer yarısı ise DETOKS (Zehiri Giderme).
Kolonik, lavman, vücudunu temizlemene yardım eden şeyler. Bitkiler
toksiklerden kurtulmana yardımcı olur. Su detoksa yardımcı olur.
Bunlar temizlenme denklemindeki hassas faktörler, çünkü vücudumuzun
başlıca temizlenme ve detoks yöntemi bağırsaklardan geçer. Besinlerin
dokulara girmesine izin vermek için toksiklerden kurtulmak zorundayız.
Eğer zehirle doluysan, onları içeri alamazsın. Tek bir alana iki şey
sığdıramazsın. Temel fikir, en basit şeyi yaparak başlaman gerektiği, bol
bol su içemeye başlamak gibi.
Basitliği
kadar ne kadar az insanın gerçekten bunu uyguladığı da şaşırtıcıdır. Hiç
bir şey yemeden önce 1-2 litre su için, kahvenizden önce, ya da
çayınızdan önce, sabaha her ne ile başlıyorsanız. Sadece su için ve sonra
gününüze başlayın. İlk olarak farkettiğimiz şey, boom, boşaltım sistemi
çalışıyor. Kuzenim 18 aylık programımızın sonunda tam 67 kilo
verdi... Tüm seçenekler arasında çiğ, organik, doğal yiyeceklerden söz
ediyoruz. Ve kuzenim bütün toksikleri bağırsakları yoluyla vücudundan
attı. Günde 12 bağırsak hareketi. Bir keresinde, bir gün içinde
7 kilo verdi. Bu gayet ilginç ama topluma bundan bahsetmek çok
zor, çünkü kilo kaybetmekten bahsettiğimizde, egzersiz yapıp olanı kasa
çevirmeyi ve bolca terlemeyi düşünürüz, ama aslında bu çağda ortalama
yağ hüsresine sahip, ortalama bir insandaki toksikleri cildiniz yoluyla
vücudunuzdan atmak istemezsiniz. Onlardan bağırsaklarınız yoluyla ve
mümkün olduğunca çabuk atmak istersiniz. Kanser araştırmalarıyla ilgili
en büyük sorun, insanları tedavinin hemen köşe başında olduğuna inandırılmış
olmasıdır.
GAZETELERDE ÇOĞU HAFTA ŞÖYLE BİR HABER GÖRÜRSÜNÜZ;
KANSERDE YENİ TEDAVİ.
KANSERDE YENİ TEDAVİ.
Ve şöyle bir
geri çekilip gerçekte ne olup bittiğine baktığında görüyorsun ki akrabaların,
akrabalarım ölmeye devam ediyor, kanser buluşu yine kansere sebep olan
yeni bir ilaca dönüşüyor çünkü bu kemoların birçoğu, kendileri kansorejen ve
bütün olay şu ki; bunlar tümör hücrelerini tekrarlamamak üzere zehirlemek
için tasarlanmış toksik hücreler. Yani buradaki büyük yanlış kanser
endüstrisinin tümörü kanser olarak görmeye devam etmesi ve biz tümörün kanser
olmadığını biliyoruz, çünkü eğer öyle olsaydı, bu tümörü kesip vücuttun
atabileceğimiz ve bir daha ortaya çıkmayacağı anlamına gelirdi ve bunun doğru
olmadığını, tümörlerin yeniden büyüyebildiğini biliyoruz ve tekrar
büyümelerinin sebebi altında yatan metabolik süreci düzeltmemiş olman.
insanoğlunun
karşılaştığı en ölümcül ve ele geçmez düşmanlardan biri. Kanser
hücresi bir kere ortaya çıktı mı, doku parçasında büyüyüp tüm vücuda zarar
verecek şekilde yaşar. Bu doku diğer hücrelerden, dokulardan ve
organlardan besinleri çalar. Birçok insan geleneksel tıbbın işe
yaramadığını fark etmeye başladı.
ATB (Amerikan Tıp
Birliği)nin verdiğe bilgiye göre, kanser için doktora gelen hasta,
kaçıncı evrede olduğundan bağımsız olarak, 1. ya da 4. evre olsun -çoğu
kanser 4 evreye ayrılıyor- evresinden bağımsız olarak ilk defa doktora
gelenlerin %30'undan azı, kemo, ameliyat ve radyasyon ile 5 yıl yaşıyor.
Bu demektir ki %70'inden fazlası ölüyor. Bu kabul edilemez.
Ne kadarlık şansım var doktor?
(Marshall... Seni yanlış bilgilendirmek istemem
İyileşmenin kesin olmadığını anladığına eminim, fakat... ...mümkün
olduğunca çabuk ameliyat edebilirsek İyileşme şansının iyi olduğuna
inanıyorum.)
DR.
MAX GERSON'A AİT VE 1930 LARA DAYANAN ÖRNEK OLAYA GÖRE, VİTAMİNLER VE
ÖZELLİKLE BÜYÜK MİKTARLARDA TAZE SEBZE SULARI VE ORGANİK YİYECEKLER
KANSERİN GERİ ÇEVRİLMESİNİ SAĞLAYABİLİYOR VE GERSON ÖLÜMCÜL HASTALARDA %
50 BİR BAŞARI ELDE ETTİ,
ki gerçekten
yüksek bir oran. Kötü huylu tümürlerde, Gerson Terapisi olağanüstü.
Gerson Terapi'nin kendisi her doktorun öğrenmesi için yeterli sebep sunuyor,
ama öğrenmiyorlar. Tıp okulu bu tür alternatiflerden bahsetmez. Bu
görüntüler, kanser kurbanlarının Gerson Plus Besin Terapisi'nden önce ve sonra
çekilmiş resimleri. -şiddetli tümör- - ay sonra-
-non-Hodgkin's tümörü- - 18ay sonra- Normal insan vücudunun
savunma sisiteminin kuvveti kanseri imkansız kılacak noktadadır.
İNSAN VÜCUDUNUN SAVUNMASI O KADAR KUVVETLİDİR Kİ, NORMAL SAĞLIKLI BİR
VÜCUT KANSER YA DA BAŞKA BİR KRONİK HASTALIK ÜRETEMEZ VE ÜRETMEYECEK
DURUMDADIR.
Ayrıca iyi,
sağlıklı, normal, zengin, organik yiyeceklerle hastalıkları geri
çevirebilirsiniz, bizim yaptığımız da bu. Eğer kanseri geri çevirmek
istiyorsanız yapmanız gereken, içe dönüp kanserin gelişmek için
dayandığı içsel çevreyi tahrip etmektir ve bu kliniklerin yaptığı da budur.
Onların yapmadıkları ise, vücuda yığınla kemoterapi, radyasyon ve zehirler
yüklemek ve zaten zayıflamış olan bağışıklık sisteminde daha fazla
soruna yol açmak - kişi bu sebepten kanser oluyor zaten.
VE
G. EDWARD GRİFFİN'İN SÖYLEDİĞİ GİBİ, EĞER BİRİNİ KANSER ETMEK
İSTİYORSANIZ, ONA KEMOTERAPİ VERİN. ÇÜNKÜ ÇOĞU ZAMAN BU
KEMOTERAPİLERİN KENDİSİ KANSEROJEN.
Yılda
aldığım binlerce telefondan, pek de az olmayan bir kısmı hastanelerin
onlara verebileceği en iyi tedavilerden geçmiş ve tümörleri sürekli geri
gelen insanlardan geliyor... ve neden kanseri tekrar tekrar
yaşadıklarını sorduklarında ise doktor;
''Bilmiyoruz,
aslında kansere gerçekten neyin sebep olduğunu bilmiyoruz.'' diyor.
Doğrusu
Edinburg Üniversitesi'nden PROF. JOHN
BEARD'ÜN 1904'TE YAZDIĞI TEZDEN BERİ BİLİYORUZ Kİ; KANSER
DURDURULMAMIŞ BİR İYİLEŞME SÜRECİDİR.
Yine aynı yere geliyoruz, ilaç endüstrisi özellikle insanlara yalan
söylemiyor, sadece olayları olması gerektiği gibi ele almıyorlar.
Klasik bir örnek, hayatta kalma oranlarını değiştirmeleri. ''Yaşamak''
kelimesini bir reklamda duyduğunuzda demek oluyor ki;
'' TAMAM,
BİZE BAĞIŞ YAP, ÇÜNKÜ ARTIK GÖĞÜS KANSERİ OLAN KADINLARIN %80'İ HAYATTA
KALIYOR.'' VE
YAPTIKLARI ANCAK ''HAYATTA KALMAK'' İFADESİNİ İLK TEDAVİDEN
İTİBAREN 5 YIL ANLAMINDA YENİDEN TANIMLAMAK.
Teyzemi ele
alalım - teyzem kanser oldu, kanserden kurtulan olarak ölümsüzleştirildi
çünkü 5 yıl yaşadı ama bundan 6 ay sonra öldü. Yani iyileştirildi ve
öldü.
1972 'de
Başkan Nixon, eğer kanser sorununa yeterince para akıtırsak,
çözebileceğimizi belirtti. Aya insan gönderebildiğimize göre bu problemi
de çözebilmemiz lazımdı. Birlikte zor yeniliriz yeryüzünde hiç bir
güç yoktur ki Amerikan halkının şevk ve ruhuyla örtüşebilsin. Ve 'de
büyük miktarda para kaynağı sağlamaya karar verdi. O sene 25 bin
Amerikalı kanserden öldü. Tam 25 yıl sonra, USA TODAY,
büyük bir gazete, sanırım Newsweek de tam olarak ne olduğunu
rakamlarla yayınladı. Olan şey, Amerikan hükümetinin biz vergi
mükelleflerini, 39 milyar dolarlık kanser araştırması yükü altına sokmasıydı.
25
yıl sonra, 1996'daki sonuç ise 560 bin insan kanserden öldü, iki
katından fazla!
Neredeyse
her kanser türü için 5 yıl ya da biraz daha iyi olan yaşam oranları son
kırk yılda değişmedi. Gerçekten çok üzücü.
KANSER İNSANIN İKİ NUMARALI KATİLİ, İKİNCİSİ KALP
RAHATSIZLIĞI.
Bay Marshall
gibi kanser kurbanı biri depresif olur mu merak ediyorum. Savaşla ilgili
bir şey görüyorsun, ve bu kanser savaşı, savaşlar ancak çatışmaya devam
ettiğinde kazançlıdır. Kabul edelim ki; kanser yarın ortadan kalksa,
milyonlarca insan işsiz kalırdı. Yani ne yapmamız gerektiği konusunda
gerçek ortaya çıktığı taktirde, ortadan kaldıracağınız yıllık 200 milyar
dolarlık değeri olan bir endüstri.
Bir çok
insan niye Meksika'da olduğumu soruyor. İşte bu yüzden buradayım.
Amerikan vatandaşıyım, San Diego'da yaşıyorum, çocuklarım burada okula
gitti, doğru olduğuna inandığım şeyi doğduğum ülkede yapmak
isterdim. Hastalarımın birçoğu Amerika'dan geliyor. Hastalıklarının
tedavisi için uygun olduğunu düşündükleri programı kendi ülkelerinde
uygulayabilmeyi isterlerdi, bu ister Avustralya olsun, ister Yeni Zellanda,
ister Kanada, ister İngiltere ya da Amerika, fark etmez. Maalesef sağlık
hizmeti kanunları değişmedikçe bunu yapamayız.
Kansere karşı savaşta hep bir kol arkada dövüşüldü ve ben asla ringe çıkıp,
dünya ağır siklet şampiyon ile bir kolum arkada dövüşmezdim. Ve HALA
KANSER ARAŞTIRMASINI VE TEDAVİSİNİ TEMELDE İLAÇ, AMELİYAT,
RADYASYON TEŞEBBÜSLERİ İLE SINIRLI TUTUP VE BESLENMEYİ CİDDİYETLE DİKKATE
ALMAYARAK BU İNSANLARA ÇOK BÜYÜK ZARAR VERDİK.
Yani bu,
insanlar yalan söylüyor, kanser endüstrisinden çalışan herkes bir şekilde
şeytan ya da ahlaksız demek değil. Burada baktığımız şeyde gördüğümüz,
bir çok insanın en iyisi olduğuna inandığı şeyi yaptığı. İçten
olabilirsin ve içtenlikle yanılıyor olabilirsin. İyi haber ise bugün bunu
değiştirdiğimiz. Kişinin az sayıda olan özgür seçimlerinden biri de, neyi
yiyip yemeyeceğidir. Yani vücudu yıkmak için değil, güçlendirmek için her
şeyi doğru yaptığımızdan emin olmalıyız. Bu dünyanın her yerinde kabul görür,
değil mi?
Yapabileceğin
her şeyi yapmak ve güverteyi yararına şeylerle doldurmalısın, yani
bağışıklık sistemini beslenme ile güçlendirmek ve vitaminleri hastalığa karşı
vücuda destek için kullanmalısın çünkü yetersiz beslenme kanseri yenmene
yardımcı olmaz.
ERKEKLERDE
EN SIK SİNDİRİM SİSTEMİ KANSERE TUTULUR. KOLON KANSERİ BAŞLANGIÇ İÇİN
İYİDİR ÇÜNKÜ TEDAVİSİ PEK DE KOLAY DEĞİL.
çok ciddi
bir hastalık ve % 100 önlenebilir, tabii ki yüksek lif içeren bir diyet
ve kanseri ağırlaştıran şeylerden kaçınarak, bazı katkı maddeleri, gıda
koruyucular, çevresel kimyasallar...gibi her türlü kansere sebep
olabilecek şeyler. Japonya'da yaşayan ve standart Japon yemeklerini
yiyen, standart Japon yaşam sekline sahip Japonlar, dünyadaki en düşük
kanser oranına sahipler. Ve bu düşük oranın, çok miktarda deniz
ürünü, balık ve deniz sebzeleri tüketimi ile ilişkili olduğuna
inanılıyor. Bu diyet ile yüksek miktarda SELENYUM, ÇİNKO VE GERMANYUM
ALIMI OLUYOR, VE DİĞER BÜTÜN ANTİ-KANSER ELMENTLERLE BİRLİKTE. Ayrıca
sadece kansere karşı değil,
ALZHEİMER VE
KALP HASTALIĞINA KARŞI DA KORUYUCU ETKİSİ OLAN, YÜKSEK MİKTARDA OMEGA BALIK
YAĞI ALIMI DA OLUYOR.
Ve yeşil çay
içiyorlar, yeşil çayda bizi, hücrelerimizi, genlerimizi kansere karşı
koruyan bir dizi kimyasallar var.
Kadınlarda
meme ve rahim kanseri en yaygın olanları. Meme kanseri oranının çok düşük olduğu
Japonya'dan, bir Japon kadını alıp Amerika'ya transfer et ve yaşam
şeklini değiştirsin, kansere yakalanma ihtimali Amerikalı kadınlarınkine
ulaşacaktır, ki bu oran % 13 civarında. Yani Amerika'daki
kadınların % 13 ü meme kanseri riski taşıyor. Japonlarda bu oran % 1
den az. Biz doktorlar tekniklerimizi
geliştiriyoruz. Hiç kimse kansere karşı savaşında yalnız
değil. Araştırmacılar her gün daha fazla olgu buluyor ve
açıklıyorlar. Kanseri yeneceğiz.
ASIL
KEMOTERAPİK MADDE OLARAK, DAMAR İÇİNDEN YÜKSEK DOZDA C VİTAMİNİ VERİLENLERE
BAKTIĞIMIZDA, DÜNYADAKİ HER KANSER HASTASI İÇİN CANLANDIRICI, HARİKA
HABERLERİMİZ VAR.
Kolay ve
güvenli - ucuz olduğunu söyledim mi?
- enjeksiyon
yapacak bir doktor lazım. Sadece ısrarcı olmalısınız. Önümüzdeki on
yıl boyunca bunun daha çok kabul göreceğine inanıyorum ama kanserli
hastaların bekleyecek zamanı yok ve çoktan ölmüş olanlar ise tıp dünyası
ve sözüm ona her ihtimalin özgür araştırma ve geliştirilmesini
desteklediği varsayılan hükümet tarafından fena halde haksızlığa
uğradılar.
VE ORTAYA ÇIKIP KEMOTERAPİ İLE KANSERİ TEDAVİ ETMEK YERİNE DAMARDAN
GÜNLÜK 30, 60, 100 BİN MG. C VİTAMİNİNİ DOĞRUDAN KAN DOLAŞIMINA
VERMEYİ ÖNEREBİLİRSİNİZ VE BU KANSER HÜCRELERİNİ ÖLDÜRECEKTİR.
BU KADAR YÜKSEK DOZDA C VİTAMİNİ ÖZELLİKLE KANSER HÜCRELERİ İÇİN ZEHİRLİDİR
VE BU TAM OLARAK KEMOTERAPİNİN YAPTIĞI ŞEYDİR AMA C VİTAMİNİ SAĞLIKLI
HÜCRELERE ZARAR VERMEZ VE İNSANLARIN MİDESİ BULANMAZ, SAÇLARINI
KAYBETMEZLER, TEK YAPTIKLARI İYİLEŞMEKTİR.
Dozu 40.000
mg, 50.000 mg, 60.000mg'a yükselttik, 100.000 mg'a kadar çıktık, hatta 200.000
mg, bir günde nerdeyse çeyrek kiloya kadar enjekte yaptık. Ters etki yok,
ters bir yan etki yok sadece hafif bir sersemleme hali. Oysa büyük
miktarlarda C vitamini içeriği, 100 mg almanız halinde böbrek
taşına sebep olacağı anlamına geliyordu. Şimdi bunun neden
uygulanmadığını merak ediyoruz. Çünkü varsayıyoruz ki; eğer bu çok iyi
bir şey olsaydı doktorum zaten biliyor olurdu, eğer gerçekten iyi olsaydı
televizyonda olması gerekirdi, eğer çok iyi olsaydı tıp okulunda
öğretiliyor olurdu ve bu da başka bir varsayım. Tıp okulunda neden
vitaminleri öğretmek isteyeceksiniz ki?
Tıp okumuş ve bunun pratiğini yapmış tıp doktorları,
ve ilaç şirketleri tarafından yüklüce yardım alırken neden gidip
vitaminlerle ilgilensinler ki?
İLAÇ ŞİRKETLERİ VİTAMİNLERİN REKLAMINI
YAPMAYACAKLAR, BU İŞE YARAMAZ. HÜKÜMET BUNLARIN İLAÇ ŞİRKETLERİ,
DİĞER LOBİLER VE TIP LOBİLERİ TARAFINDAN SAKLANDIĞI KONUSUNDA HİÇ BİR ŞEY
BİLMİYOR. İNSANLAR HABERSİZLER ÇÜNKÜ ALDIKLARI EĞİTİMDE
ORTOMOLEKÜLER (VİTAMİN TEDAVİSİ) KELİMESİ HİÇ GEÇMEDİ.
Dr Hugh
ortomoleküler, yani tedavi edici besinlerin, ORTOMOLEKÜLER TIBBIN [3]tıp
fakültesinde ele alınan hiç bir konunun cevabı olmadığını söyledi.
Yani burada elinde olan, sağlık sektöründeki iki farklı görüş ve karşılaştığın
şey bizim şu anda tecrübe ettiğimizle aynı, imkânsız bir
çatallaşma. İnsanlara kanser için yüksek dozda C vitamini kullanımından
bahsettiğinizde, ve bunun sıkıca test edildiğini söylersiniz hatta
Ulusal Sağlık Örgütü tarafından da onaylandı. Dr. Reardon'un ekibi bunu
25 yıl ya da daha fazla zamandır yapıyor. Otuz yıldır, yüksek dozda
vitaminlerin bir kanser hastasının hayat kalitesini fazlasıyla yükselttiğini ve
ömrünü fazlasıyla uzattığını gördüm. Ve kaynaklara bakıp bir çok
yerde, yüksek dozda vitamin tedavisinin kanseri durdurduğunu ve hatta geri
çevirdiğini destekleyen yazılar bulabilirsiniz.
Ve
cevap tabii ki de, yeterince insan şikayet edene kadar ....
uygulanmayacak. Ancak herkes besin terapisini talep ederse durum
değişecek. Şu anda besin terapisi ister ve bunun için doktora
gidersen, bu bir şekilde Fransız restaurantında noodle (erişte)
ısmarlamaya benzer. Menüde yok ve nasıl yapılacağını bilmiyorlar,
ve sen de onu alamayacaksın. Kendine bakmak ve yardım etmek senin
hakkın. Düzenleyicileri, politikacıları doktorları ve üniversiteleri ve
tıp eğitimi alan insanları, anti-kanser özellikleri olan bitkiler olduğunu,
kemoterapinin sonucu olan mide bulantısına karşı kusmaya karşı bitkiler
olduğunu, isiliğe yardım edebilecek bitkiler olduğunu, yorgunluk ve baş
ağrısına çözüm olabilecek bitkiler olduğunu anlamaları için yeniden
eğitmeliyiz. Anne dinle... Artık eminim ki, hükümet
çalışanları işlerinde uzmanlar. Fakat Bay Kahumana'nın çayını
aldığımdan beri harika hissediyorum. Neden, bir tedavinin bu kadar
etkili olabileceğini bilmezdim. Neden her zamanki ataklarım olmuyor
artık. Peki ya Bay Kahumana'nın çayından dolayı değil ise?
Ya Amerika'daki herkese bedava sağlık sigortası verseler
ve kimsenin buna ihtiyacı olmasaydı?
Amerika'da herkese sağlık hizmeti sağlamak için nasıl finanse etmemiz ve
değiştirmemiz konusunda bir sürü tartışma var. Çoğu medeni ülkenin, hemen
hemen herkes için sağlık hizmetini garantileyen milli sağlık programları var.
Amerika'da ise bunun olmadığı çok açık. Birleşik Devletlerde sigortasız
olan belki milyon insan var. Bu durum, olması gerektiği gibi dikkat
çekiyor. Ama pek de iyi çalışmayan bir sisteme giriş hakkı vermek çözüm
mü?
Ya da
nasıl sağlıklı olunacağını öğretmek mi iyi bir fikir olurdu?
BENCE
TEDAVİYE DEĞİL, EĞİTİME İHTİYAÇLARI VAR.
İnsanlara
sağlıklarını geliştirmenin, büyük faydasının anlatılması lazım kanser ya da her
ne hastalıkları varsa. Tıp dünyasında olup bitenlerin büyük ölçüde
değiştiği bir dönemdeyiz, artık bütün bilgi sadece onların elinin altında
değil, internet bu durumu değiştirdi. Ve nüfusun giderek artan bir
kısmı, sağlığını kendi ellerine almaya başlıyor. Çok daha fazla
değişiklikler olacak, bu şekilde devam edemez. Yani artık sistem
parçalanıyor. Toplum için besini öncelikli koruma yöntemi yapmalıyız ve
bu konuda en az küresel ısınmada olduğu kadar istekli olmalıyız. Yapmamız
gereken şey halkı şunlara ikna edebilmek; ne yiyorsan osundur, yiyecekler
modunu değiştirebilir, sen, şu ana kadar kendine yaptıklarının
sonucusun, ve yaptığın seçimler hayatının sonucunu direkt olarak
etkiler. Ve yaşında gayet fit ve sağlıklı iken kötü beslendiğini unutmak
yeterince kolay olabilir ama40 lı, 50 li ve 60 lı yaşlara geldiğinde her
şey çok farklı gözükür ve bir seri dejeneratif hastalık ile yatağa
düşersin. Hala gerçekte hastalık hizmeti sektörü olan bir sağlık
sistemimiz var, doktorlar, hastaneler, pataloglar ve eczacılarla
donatılmış durumda. Ve bu şekildeki bir sistem kendisiyle ilgilenecektir,
daha fazla iş ister ve gerçekte hastalık ve rahatsızlıkları azaltmakla
ilgilenmez. Daha fazla iş, daha fazla kazanç demek ve bu da tıp
endüstrisinin bir parçası ve orada bulunması gerekiyor, bu son derece
önemli. Tıp endüstrisi birçok şeyi doğru yapıyor. Doğumda bebek
kalımtımı - dahice. A&K (Acil&Kaza) travma tedavisi -
dahice. Tanrı korusun otobanda paramparça oldunuz ve sizi tekrar bir
araya getirmek zorundalar, bunu yaparken çok başarılılar.
Tıp dünyası
bunu yanlış anladı. Vitamin öneren tıp okulları bile, çok büyük dozda
vitamin önermiyor. Alternatif tıp üzerine kurs veren fakülteler bile,
buna tam anlamıyla odaklanmıyor. Bence sadece kafa sallayıp
geçiyorlar. Bunu fark eden her insanın vereceği cevap, eğer bir şeyin doğru
yapılmasını istiyorsan kendin yapmak zorundasın. Okumak zorundasın.
Araştırmak zorundasın. Bu bilgiye ulaşmayı istemek zorundasın ve ayrıca
eklemeliyim ki, gerçekten vitaminleri almaya ve gerçekten sebzelerin
suyunu çıkarmaya istekli olmalısın. Bekleneni yapmak zorundasın. Ve
şu anda bunu seyreden, bir seçim yapma seviyesinde olan herkes kendi
hayatlarını, ailelerinin, çocuklarının ve gezegenin kendisinin hayatını da
iyileştirecek bir şeyler yapmak ister. Ve bütün bitkilerin ve her şeyin
hayatını da. Eğer bu bizim seçimimiz ise, gıda seçimlerimiz de bununla
ilişkilendirilmeli çünkü uçak yolculuğu yaptığında ve pencereden baktığında
aşağıda gördüklerin sadece tarlalardır. Gezegenimizle etkileşimde
olduğumuz öncelikli yol tarım ve eğer gıda seçimlerimizi değiştirirsek, tarımı
değiştiririz ve birden bire mısır, buğday, soya diyetlerinden süper gıda
diyetlerine ve organik diyetlere ve çiğ gıda diyetlerine geçeriz ve
gezegenle etkileşim şeklimizi tam anlamıyla ve tamamen değiştiririz.
Bu gezegende yaptığımız bir numaralı şey bir şeyler yetiştirmek. Bütün bu
kimyasal kontrollü dev tarım işine rağmen, yetiştiricilik hala ön
planda. Genetiği ile oynanmış mısır yetiştirebiliriz, ya da
dünyadaki en muhteşem goji börütlenlerini yetiştirebiliriz. Daha
birçokları alternatiflere dönüyor, çünkü öncesinde yapılan hiçbir şey işe
yaramadı, işe yaramadı işte.
Değişiklik
zamanı gelmiş. Eski yöntemlerin işe yaramadığı çok açık ve yapmamız gereken
ise, taze bir algılamaya ve esasa dönmeye ihtiyacımız var. Ve esas olan,
bu problemlerin hiç birine sahip olmayan kültürlere dönüp bir bakmak.
Aynı şekilde eğer bir milyoner olmak istiyorsan, git bir milyonerle
konuş, barda oturup, kaçırdığı son altın fırsatın enkazından kurtulmaya
çalışan adamla değil.
Git sıradan
bir şekilde kanser ve kalp hastalığına yakalanmadan yüz yıl yaşayan insanları
bul, ve bak bakalım bunu nasıl başardıklarını anlayabiliyor musun ve biz
bu çalışmayı yaptık, bunu bilimsel olarak geçtiğimiz yüz yıl boyunca
yaptık ve tamamen görmezden gelindi.
Verdiğim ilk
kurs 1976 yılındaydı ve tıpta unutulmuş araştırmalar adını
taşıyordu ve bugün de aynı çalışmayı yapıyorum. BÜTÜN KALBİMLE İNANIYORUM
Kİ DÜNYADAKİ EN İYİ DOKTOR, DÜNYADAKİ EN İYİ DİYETİSYEN SİZSİNİZ.
ASLINDA HER ŞEY SENİN İÇİNDE VAR, BİR ŞEYLERİN SENİN İÇİN DOĞRU OLUP
OLMADIĞINI HİSSETMENE YARAYACAK TÜM EKİPMANA SAHİPSİN.
İyi haber
ise insanların bir avuç aptal olmadığı. Abraham Lincoln bunu şöyle ifade
etmişti,
''BAZI İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRABİLİRSİN VE BÜTÜN İNSANLARI BAZEN
KANDIRABİLİRSİN, AMA BÜTÜN İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSIN.''
Ve bu yüzden
nüfusun yarıdan fazlası artık vitamin alıyor, doktorların çoğunun bunun
gerçekten gerekli olmadığını söylemelerine rağmen. Tıp profesörlerinden
daha çabuk anlayan bir halkımız var. Bir şekilde üzücü ama bir şekilde de
çok iyi. İnsanlar hasta olmayı bırakıp, kişi olmaya başlamalılar.
Neden sağlıklı ve mutlu olmayasın?
Hayatını değiştir, biraz egzersiz yap, doğru beslen, daha iyi
hissediyorsun, tamam çok iyi, daha iyi gözüküyorsun, peki güzel,
daha uzun yaşıyorsun, güzel, paranı kurtarıyorsun, güzel, ve bunu
kendine yapmaktan dolayı gayet memnun oluyorsun. İnsanlar düşünüyor ki; '
'TIP
EĞİTİMİM YOK, BEN BUNU YAPAMAM.'' Hadi
ama! Doğru beslenmek, sebze suyu içmek ve egzersiz yapmak ne kadar zor
olabilir?
Bu
bilgi için bir seviyede olman gerekmiyor. Çok basit işliyor. Ucuz,
basit, güvenli ve etkili. İnsanların bunu yapmamasındaki en büyük sebep
sorumluluk almayı gerektirmesi ve bu da tek çıkış yolu. Çiğ, organik ve
bitkisel temelli beslenmeyi seçtiğimizde, gücümüzü geri kazanırız ve
kalitemizin olacağına karar veririz ve kimyasalların içinde olan, daha önceden
adını bile duymadığımız farklı içerik yüzünden acı çekmeyiz. Vejeteryanizm, veganizm ya da çiğ beslenme konusunda vaaz
veren büyük bir savunucu değilim. Ama bir gerçeklik olarak biliyoruz ki;
% 80 çiğ, organik bitki bazlı, her türlü meyveyi, sebzeyi, kuru yemişi,
tohumu, deniz bitkilerini, lahanaları, otları, süper gıdaları ve yabani
otları kapsayan bir diyet, sağlıklı ve son derece bereketli bir hayatın büyük
değerli bir parçasıdır.
Sihirli
değnek yok; monoterapi yok kanseri ya da kalp hastalığını tedavi eden.
Ama yaşam tarzı değişikliği var; ciddi kronik hastalıkları önleyen,
durduran ve geri çeviren. Çözüm burada ve her zaman buradaydı.
Geriye kalan tek şey eğitim, çünkü insanların bir kez çözümün en olduğunu
bildikten sonra ona göre hareket edeceklerine eminim. Karar verecekler -
evet, bunu yapıyorduk.
“EV ALMAK İÇİN PARA BİRİKTİRECEĞİNİZE SAĞLIĞINIZ İÇİN DAHA İYİ BESLENİN.
Vücudunuz
karşılığı bulunmayan en güzel evdir. Allah Teâlâ’ya şükredelim, cihanda
sağlıklı vücut ve nesil gibi bir nimet yoktur”
[1] Spirulina
her ne kadar 21. yüzyılın süper gıdası olarak tanıtılsa da yüzyıllar önce
insanoğlu tarafından keşfedilmiş bir besindir. Spirulina'nın Texcoco gölü
kıyısında yaşayan Aztekler tarafından tüketildiğine ilişkin en eski kaynak 1524
yılına dayanmaktadır. Ayrıca Çad Gölü kıyısında yaşayan Kanembu kabilesi
yerlileri de bu besini çok eski çağlardan beri tanımakta ve yiyecek olarak
tüketmektedirler. Ancak ticari kültürlerinin yapılması ve bilimsel anlamdaki
çalışmaların başlaması; ürünün 1963 yılında Fransız Petrol Araştırma Enstitüsü
tarafından ortaya çıkarılarak. %60-70 oranında protein içeren spirulina algini
laboratuarlarında üretilmesiyle olmuştur. Daha sonra NASA astronotlara besin
tableti yapılması amacıyla bu alg üzerinde yapılan ilk çalışmalara öncülük
etmiştir. Dünya üzerinde bir çok ülkede spirulina üretimi yıllardan beri
yapılmaktadır. Geçtiğimiz yıl Birleşmiş Milletler ve Dünya Tarım Örgütleri
tarafından spirulina'nın çocuklar ve yetişkinler için güvenli ve faydalı bir
besin olduğu kabul edilmiş ve tüketimi önerilmektedir. Türkiye'de de 3 yıllık
bir çalışmanın sonucunda başarı sağlanarak ilk yerli spirulina Ege Üniversitesi
EBİLTEM ve Egert Ltd. işbirliğiyle üretilmiştir.
http://ekolojikurunler.ekoses.com/shopexd.asp?id=863
BU ÜRÜN
İTHAL Mİ EDİLİYOR?
Spirulina
uzun yıllardır ithal edilmekteydi. Ancak Ege Üniversitesi Bilim Teknoloji
Uygulama ve Araştırma Merkezi - EBİLTEM - bünyesinde gerçekleştirilen
çalışmalar sonrasında ülkemizin ilk yerli Spirulina üretimini İzmir'deki
tesislerde gerçekleştirmiştir.
Doğadaki en
zengin komple yüksek biyolojik değerde proteine sahiptir. Kendisine en yakın
soya fasulyesinden yaklaşık 2 kat daha fazladır.
Doğadaki en
zengin B-12 vitaminine sahip besindir. En yakın takipçisi dana ciğerine göre
2-6 kat daha fazladır. B-12 kısaca yüksek enerji anlamına gelmektedir. Doğadaki
en zengin organik demir oranına sahiptir. Ispanaktan 58 kat. dana ciğerinden 28
kat daha fazladır.
Doğadaki en
zengin antioxidant kaynağıdır. Başlıca sahip olduğu Antioksidantlar; vitaminler
B-1 . B-5 ve B-6. Mineraller çinko . mangenezyum ve bakır. amino asitler
methionine ve superantioxidant beta-carotene. vitamin E ve selenyum.
Doğadaki en
zengin E vitamini içeren besindir. Kendisine en yakın buğday filizinden 3 kat
daha fazladır. Sentetik E vitaminine göre. Biyolojik aktivitesi %49 daha
fazladır.
Doğadaki en zengin Gamma Linolenic Asit (GLA) içeren besindir. En yakın Çuha Çiçeği yağından 3 kat daha yüksektir.
Doğadaki en zengin Gamma Linolenic Asit (GLA) içeren besindir. En yakın Çuha Çiçeği yağından 3 kat daha yüksektir.
Doğadaki en
zengin klorofile sahiptir. Alfalfa ve buğday bitkisinden 5-30 kat daha
fazladır.
SPİRULİNA
HAKKINDA BAZI ÇARPICI GERÇEKLER:
[2] Niyasin:
Niyasin, Nikotinik asit veya B3 vitamini suda çözünür bir vitamindir. Türevleri
olan NADH, NADPH, NAD ve NAD+ hücrelerde enerji metabolizması, nükleik asit,
protein, yağ ve karbonhidrat metabolizmasında gereksinim duyulan zorunlu bir
vitamindir. Vitamin B3 terimine niyasinamit de dahil edilir çünkü bu bileşik
vücuda alındıktan sonra niyasine dönüşür.
Vitamin B3
Niacin, aynı zamanda Nicotinik asit veya Niacinamide olarakta bilinir. Yağların,
proteinlerin ve karbonhidratlerın metabolizması için gereken vitaminlerdendir.
Midedeki sindirimde önemli rol oynayan hidro klorik asit salgılanmasında da
niacin önemli bir yere sahiptir.
Hayvansal
besinlerin yanısıra kabuklu buğday, limon, kabak, soya, domates, patates, bira
mayası, hurma, incir, portakal gibi bitkisel besinlerde bol miktarda bulunur.
B3 vitamini eksikliğinde deriyi, sinir sistemini ve sindirim sistemini tutan
pellegra adlı hastalık ortaya çıkar.
Niacin
merkezi sinir sistemi içinde çok önem taşır. Beyin fonksiyonları ve düşünmek
içinde niacin gereklidir. Bazı ruh hastalıklarının tedavisinde de bir yardımcı
olarak niacin kullanılır. Enerji metabolizmamızın en önemli yöneticilerinden
insülin yapımı içinde niacin gereklidir. Seks hormonlarımız olan estrojen ve
testesteron yapımıda niacin gerektirir.
Niacin
eksikliğinde pellegra hastalığı ismi verilen bir hastalık ortaya çıkar. Bu
hastalık eskiden uzun süre denize açılan denizcilerde görülürdü. Merkezi sinir
sisteminin fonksiyon bozuklukları, sindirim bozuklukları, ishal, bunama,
depresyon, ve deride kalınlaşma bu hastalığın bulgularıdır.
Niacin’in
kan kollesterol seviyesini düşürücü etkileri konusunda ciddi çalışmalar
sürmektedir. Yüksek dozlarda niacin alımı özellikle yüzde ve deride kızarma,
yanma ve kaşıntı ile kendisini belli eden, zararı olmayan ve 20 dakika içinde
kendinliğinden geçen bir tablo yaratabilir. Bir bardak su içmek tablonun daha
kolay geçmesi için yardımcı olur. Yüksek dozlarda niacinin kullanımı bazı
hastalığı olanlarda hastalığın şiddetlenmesine neden olabilir. Mide ülserleri,
gut hastalığı, glokom, diabet (şeker hastalığı) ve karaciğer hastalıkları
şiddetlenebilir. Bu nedenle doktorunuza danışmadan yüksek dozlarda (1.000 mg
gibi) kullanılmamalıdır.
Niacin doğal
olarak kırmızı ette,havuçta, yoğurtta, yumurtada, balıkta, sütte, patates ve
domateste bulunur.
[3] Ortomoleküler
Terapi: İnsan organizmasında nice farklı maddeler bulunur. Bunların bir
kısmı vücudun kendisi tarafından üretilir, büyük bir kısmıda yiyeceklerle
alınır. Bunlar vitaminler, antioksidanlar, mineraller, esensiyel doymamış
yağlar, peptidler ve enzimlerdir ve sağlığımız için çok önemlidirler. Olmaları
gereken onsantrasyonda değillerse, eksiklikleri ve buna bağlı
hastalıkların oluşması sözkonusudur. Aşırı efor sarf edilen zamanlar ve
hastalıklar esnasında günlük yemekle alınan bu maddeler oranca açığı
kapatamazlar (Hele son yıllarda öğünler bu maddeleri içermek açısından hiç de
zengin olmadığı için) ! Hastayken vitaminlere, minerallere olan ihtiyacımız
yaklaşık yüz katına çıkar.
Bunun
üzerine, çok rahatsızlıklar esnasında bağırsakların hazımda zorlanması gerekli
maddeleri ayrıştıramaması gelir. Tabii hazım sıkıntısı vücutta gerekli besin
ögelerinin tutulmasını engeller. Aynı şekilde bağırsakların kendine has bakteri
tabakası değişime uğradığından ya da normalde zararsız olan Candida mikrobu
(Mantar hastalığı) yaptığında da zaruri ihtiyaç olan besin ögeleri alınamamakta
ve tam manasıyla bağırsaklarda boşaltımda olamamaktadır. Üreme tekniklerinin
kullanıldığı dönemlerde hastaların bu maddeler açısından dengede olması
şarttır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar