Print Friendly and PDF

EHL-İ BEYTİ SEVMENİN BEDELİ

Bunlarada Bakarsınız



Geçmiş zamanda Bağdat şehrinde çok zengin ve zengin olduğu nisbette de hayırsever muhterem bir zât varmış. Rivâyet edildiğine göre bu zât Kâbe'yi ziyaret için gelen kimselerin faydalanması için dörtbir taraf yollara haymeler [Çadırlar]  kurdurmuş. Her isteyen insanlar bu­ralardan ihtiyaçlarını temin etsinler diye. Bu haymelerin adedi üç yüz altmışa yakınmış. Buralara yiyecek ye içecek taşınması için dört bıri deve tahsis etmiş. Ayrıca Harem-i Şerifin içine de bir çadır kurdurtmuş kı bunun emrine de ayrıca dört yüz deve görevlen­dirmiş. Bunlara ilâveten elli deve de daha uzaklara göndermek su­retiyle hacıların susuz kalmamalarını temine çalışılmış.
Her fâni gibi bir gün bu zat da ömrünü tamamlayarak âhirete göçmüş. Azizlerden birisi, mezkûr hayırsever kişiyi rüyasında gör­müş. (Cennette dil ile ta’rif edilemiyecek güzellikte) bir köşk üze rinde oturuyor. Sormuş:
Hepimiz biliyoruz, sağlığında birçok kervansaraylar, hanlar, hamamlar, imarethaneler ve medreseler yaptırdın. Fakir fukarayı doyurdun. Acaba bunlardan hangisi Hakk’ın rızasına muvafık gel­di de bunu sana ihsan etti? dedikte, o zât cevap olarak şöyle de­miş:
Dünyada iken yaptığım onca hayır ve hasenat, benim yap­tığım kötülük ve günahları bile karşılamadı. Yalnız benim devamlı gidip geldiğim yolumun üzerinde tembel, miskin bir adam oturur­du. Her geçişimde ben buna hışımla ve nefretle bakar, o adama selâm vermezdim. Bir gün içimden nefsime karşı sövle bir isyan belirdi.
Şu adama bir selam versem n’olur” dedim. Nefsim bu is­teğime mani olmak. istedi. Amu ben nefsimin bu isteğini yenerek o fakirin huzuruna vardım.
Edeble, “Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû” dedim. Olduğu yerden (tebessüm ederek) doğruldu: «Ve aleykümüsselâma» diyerek redd-i selâmda bulundu. Meğer ol derviş evlâd-ı Resûl’denmiş. İşte bu gördüğün köşk ve ni'metlere sahip olmamın sebebi, günahlarımın bağışlanması hep bu selâmlaşmanın neticesidir.
Zira bir selâm verip almanın yüz sevabı vardır. Ellisi selâmı ve­renin, ellisi de alanındır. Yalnız selâmı verenle alanın izzetleri be­raber olmalıdır ki bu taksim gerçekleşsin. Aksi takdirde selâmı ve ren veya alan kimselerin birinden biri selâmın bilincinde değilse, biri doksan sevap, diğeri de on sevap alır. Daha açık bir ifade ile bu niyete bağlıdır. (İnnemel âmâlü binniyat)buyurulmuştur.
Dikkat buyurulacak olursa, yapılan bunca hayır ve hasenat halis bir niyetle verilen selâmın karşılığı olamıyor. Bir de ehl-i beyt- ten bir azizle beraber olmak, onun sohbetlerinde bulunup sofrasın­da yemek yok, o azizin iltifatlarına nail olmak, şereflerin en bü­yüğü ve en gözelidir (*).
(•) Dikkat buyurulursa yukarda bahsi ge­çen hayır sahibi zâtın bir dervişe selâm verip vermemekteki tereddüdünün açık sebebi hakikat ehlinde nişan bulunmadığını, bunların nişandan muarra oldu­ğunu bilmeyişinden doğmaktadır.
Kaynak: MELİH YULUĞ,  Yâsin-i Şerifin Havâssı ve Esrâru-  Yâsîn-i Şerifin Meâl Tefsir Ve Hâssaları, 1991, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar