EROTİK AŞKA PSİKANALİTİK BİR BAKIŞ
Hzl: Mahan Doğrusöz
BİLİM VE DÜŞÜN DERGİSİ
SAYI: 28 / Aralık-Şubat 2011-2012
ISSN: 1309-3304
SAYFA: 64
SÜRELİ-ULUSAL YAYIN
Oysa, doğu masalları içinde yaşadığımız gerçekliği ne
kadar da iyi resmeder Aşk, kadının ve
erkeğin, dişil ve eril prensibin kavuşmasındaki imkansızlığı anlatır Aşk bir arayış ve yıkım süreci olarak
betimlenir Aşk, olabildiğince içsel bir
deneyimdir doğu masallarında, kahramanın imgeleminde doğan, onu gerçek hayatın
patikalarında "münzevi" eden, "ben"liğin yıkımını
hızlandıran, egoyu parçalayan, gerçeklik hissini elinden alan, aşkın
"nesne"siyle olan bütün bağları kesen ve ruhsal bir dönüşümü
şekillendiren bir deneyim Doğu
masallarında anlatılan "olgun" aşktır aslında, çünkü asla naif değildir
Masalsı olandan/fanteziden gerçekliğe geçtiğimiz alan bu
çerçevede doğu masallarının temalarına son derece yakındır Yetişkin hayatın "masalsılıktan"
arınmış çıplak gerçekliği bizi, solipsistik evrenlerinde kendi fantezilerini
deneyimleyen kadının ve erkeğin "trajik" çatışmasına taşır Modern yaşamın bütün göstergelerine
bakıldığında, kadının ve erkeğin iki ayrı fantezi dünyası olduğunu görmek hiçte
zor değildir Yaşam bu fantezilerin
uzlaşmazlığından doğan bir gerilim üzerine kuruludur Aşk, belki de bu gerilimi en derinden
deneyimlendiğimiz andır Aşkın belki de
bu kadar hayal kırıklığı yaratması, bu oranda derin narsisistik kırılmalara yol
açması kurgusal olanla, "gerçek" olan arasındaki bu uzlaşmaz
mesafeden kaynaklanmaktadır, çünkü "fantezi" onu deneyimleyen kişi
için o oranda gerçektir, ve reel hayatın göstergelerinden çok daha derin bir
kaynaktan, bilinçdışından beslenmektedir
Bizi aşkta harekete geçiren bütün temalar
bilinçdışı bir kaynaktan beslenir Aşkın
bu oranda kontrol edilemez bir deneyim olmasını açıklayan da budur Aşk, istemli bir seçim, kontrol edilebilen,
engellenebilen, ertelenebilen bir deneyim değildir Aşk bir seçim değildir, bu anlamda bilincin
alanında yer almaz Aşk içine düşülen,
bizi merkezine doğru çeken, benliği hakimiyetine alan bilinçdışı bir
süreçtir Aşkın bir hastalık olarak tanımlanmasının
altında yatan da budur Aşk aynen bir
hastalık gibi, beklenmedik bir zamanda, şiddette ve formda gelir, bedeni ve
ruhu hakimiyeti altına alır, bizi bitkin düşürür, egonun gücünü, savunma
mekanizmalarımızı -gündelik hayat içinde ayakta kalmak için geliştirdiğimiz
binlerce küçük oyunumuzu- elimizden alır
Aşkla beraber regrese oluruz
Yetişkin kimliğimiz dikişlerinden sökülür, bütünlüğü zedelenir, rasyonel
yanımız sendeler, eski akıllı, bütünlüklü, yetişkin kişi değilizdir artık İrrasyonel, çocuksu ve paramparçayızdır Aşkın paradoksu da burada yatar, aşka
bütünleş(/n)mek arzusuyla gireriz ve bu süreçte bütünlüğümüzü ve
sürekliliğimizi kaybederiz Çünkü aşkta
ve aşk dolayımıyla bütünleşmek mümkün değildir
Aşk ve benlik ilişkisine bu yönüyle de bakıldığında,
doğu masallarında resmedilenle ne kadar iyi örtüştüğünü gözlemlemek
mümkündür Doğu masalları “aşkta yaşanan
deneyimi” –batı masallarının aksine- benliğin parçalanması olarak tasvir eder Batı masallarında dişinin ve erilin
bütünleşmesini tasvir eden nihai sona oranla, doğu masalları benliğin
çözülmesini içeren sancılı bir süreçtir
Aşkta bütünleşmeyi imkansız kılan şey nedir?
Psikanalitik kuramın gücü, aşk denen olguyu
(yangını/hastalığı/uzlaşmaz deneyimi/yıkım sürecini/şiirlerin, edebiyatın,
masalların alanında tasvir edilen o sarsıcı deneyimi) bütün karmaşası,
irrasyonelitesi, gerçek üstü diliyle deşifre edebilmesinden ve anlaşılır
kılmasından gelmektedir Evet, aşk bir
hastalıktır, gündelik yaşamı, algıyı, deneyimleri, rutinleri parçalayan,
ayağımızın altındaki toprağı erozyona uğratan, rasyonel yanımızın
"tutulmasına" yol açan, bizi sendeleten, algı kapılarımızı açan,
hayal gücümüzü, spontan, çılgın ve toplum dışı yanımızı katalize eden,
rüyalarımızı, bilinç dışının dehlizlerini hakimiyeti altına alan bir
hastalık Evet, bir tür büyü,
tutulma ve psikanalizin gücü bilimin
rasyonel paradigmasının algı kapılarından dahi geçemeyen o "yakıcı",
"ölümcül" deneyimin derinliklerine inebilme gücünden ve yetisinden
geçmektedir
Psikanaliz bize kadının ve erkeğin
"bütünleşme"sini mümkün kılacak bir aşk deneyiminin imkansızlığı
konusunda ne tür ipuçları verir?
Psikanaliz en
temelde bunu kadının ve erkeğin gelişimsel öykülerinin son derece farklı
izleklerini tanımlayarak yapar
Yetişkin kadın ve erkek cinselliğinin temellerini
oluşturan ödipal dönem cinselliğinin ilk uyanışı sürecidir Oysa kız ve erkek çocuğu, ödipal süreci bütün
yetişkin cinselliğe damgasını vuracak biçimde “farklı” biçimlerde
deneyimler Cinselliğin uyanışı, cinsel
kimliğin şekillenmesi ile paralel bir süreçtir
Bu uyanış ve “oluşum” sürecinde her iki cinsin gerçekleştirmek zorunda
kaldığı gelişimsel aşamalar ve deneyimlediği korkular birbirinden son derece
farklıdır Kız çocuğunun toplumsal
cinsiyet kimliğinin oluşumu - anne ile süreklilik, anne "gibi" oluş,
anneyle "özdeş"leşme üzerine kuruludur Kız çocuğu, anneyle doğumda başlayan “birlik”
duygusunu devam ettirmek, anneyle deneyimlediği özdeşim sürecini sürdürmek
zorundadır Kız çocuğu dişi olmanın anne
gibi olmak olduğunu öğrenir Bu çerçevede
kız çocuğunun gelişimsel “ödevi” erkek çocuğuna oranla son derece kolaydır
çünkü anne son derece yakından bildiği, dokunduğu, kokladığı, taklit ettiği,
birlik duygusunu en yakından deneyimleyegeldiği “öteki”dir Kız çocuğu anneyle özdeşim dolayımıyla dişil
bir cinsiyet kimliğini oluşturur Özdeşim
dolayımıyla kurulan dişil cinsiyet kimliği kız çocuklarında ilişkisel benliğin
temellerini atar İlişkisel benlik, kız
çocuklarının (ve daha sonra kadınların) benliklerini ilişki dolayımıyla
tanımlamaları anlamına gelir Bu
çerçevede kız çocuğu için kendisi/benliği ötekinden kopuk bir “entite”
değildir Kız çocuğu kendi benliğini bir
“devamlılık” içinde deneyimler
Peki, kız çocuğunun ödipal
süreçte yüzleşmek ve başa çıkmak zorunda kaldığı zorluklar ve bu çerçevede
oluşan korkular nelerdir?
Bu süreçte kız
çocuğununda oluşan iki temel korku söz konusudur Birincisi kız çocuğunun babayı erotik nesne
olarak seçmesi ve bu çerçevede anneyle oluşan rekabet dolayısıyla annenin
sevgisinin kaybetme korkusu Özellikle
Ethel S . Person kız çocuğu için, en temel sevgi kaynağı ve bakım sağlayan
“öteki”yle/anneyle rekabete girmenin kız çocuğu için ne kadar kaygı yaratıcı
bir süreç olduğunu dile getirir Kız
çocuğu özdeşim nesnesi anneyle rekabete girerken, tamamen muhtaç olduğu annenin
sevgisini ve bakımını kaybetme riskini de yaşamaktadır (bu olgu ileride
göreceğimiz biçimde kadınların diğer kadınlarla açık bir biçimde rekabete girme
korkularının temelini de açıklar Anneyle
özdeşim dolayımıyla şekillenen ilişkisel benlik açıktan açığa rekabet yerine,
üstü örtük bir rekabet biçimini şekillendirir )
Babayı erotik nesne olarak seçme süreci başka bir
korkuyu da beraberinde getirmektedir: baba tarafından zedelenme korkusu Küçük kız çocuğu, baba ve kendisi arasındaki
cinsel organ farkı dolayısıyla cinsel organlarının zarar görmesinden
korkar Özellikle Karen Horney, kadınların
tecavüz ile ilgili korkuların temelini ödipal süreçte kız çocuğu ve baba arasındaki
bu “eşitsizliğe” bağlar
Oysa, erkek çocuğunun gelişimsel süreci, kız çocuğuna
oranla son derece zorludur Erkek
çocuğunda, cinsiyet kimliğinin oluşumu iki aşamalı bir süreci içerir: anneden
ve "içsel" olan kadınlıktan ayrışma/kopuş, ilk özdeşim figürü anneyi
"olumsuzlama" ve babayla özdeşleşme
Kız çocuğunun devamlılık üzerine kurulu sürecine oranla, erkek çocuğu
kopuş ve olumsuzlamayla başlayan ve yeni bir özdeşim süreciyle sonlanan ikili
bir süreç yaşamak zorundadır Bu sürecin
zorluğunu anlamak için -sanırım- sadece çevremize bakmamız yeterlidir Erkeklerde evrensel olarak gözlemlediğimiz
dişiliğe/kadınlığa regrese olma/gerileme korkusu, dişil olanın
aşağılanması/dışlanması, erkeklerin içsel dişil yanlarına karşı duydukları
korku, kadınlar tarafından yutulma ve anneye gerileme korkularının kökenleri,
bu gelişimsel sürecin zorluklarında yatar
Aslında bu zorlu gelişimsel süreç bütün misojin erkek kültürünün ve
şişkin machismo kültürünün temellerini de açıklayacak güçtedir
Bu gelişimsel süreçte erkek çocuğunun yüzleşmek zorunda
olduğu içsel deneyimler ve bu çerçevede gelişen korkular en az kız çocuğunun ki
kadar şiddetli ama o oranda da farklıdır
Erkek çocuğu anneyi arzulama ve bu çerçevede babayla oluşan rekabet
sürecinde baba tarafından cezalandırılma korkusu yaşar Devasa bedeniyle baba, annesini arzulayan
küçük erkek çocuğunu zedeleyecek güçtedir
Bu evrensel ve (bilinçdışı) iğdiş edilme korkusunun temellerini atan
korkudur
Son dönem analistler, bu süreçte erkek çocuğunun
deneyimlediği narsisistik yaralanmanın da altını çizer: erkek çocuğunun,
babanın cinsel gücünün yanında hissettiği yetersizlik duygusu Kız çocuğunun babanın devasa bedeniyle
imgeleminde karşılaştığında yaşadığı zedelenme/yaralanma korkusunun yerini
erkek çocuk da derin bir yetersizlik duygusu alır Babanın anneye haz vermeye muktedir “eril
cinselliğine” oranla erkek çocuğunun “küçüklüğü ve yetersizliği” Evrensel penis kıskançlığı olgusunun
temellerini atan da budur
Ayrıca, erkek çocuğu bu süreçte anne tarafından cinsel
bir nesne olarak reddedilme deneyimini de yaşar
Annenin erotik nesnesi oğlu değildir
Rekabette öne çıkan kişi babadır ve erkeklerde cinsel nesneyi kaybetme
korkusunun temellerini atan tam da bu korkudur
Ergenlik dönemi her iki cins için çocuklukta başlayan
izleklerin ayrımını daha da pekiştirecek güçtedir Ergenlikte her iki cins hem bedensel farklar,
hem de toplumsal cinsiyet kimliklerinin çocukluktaki kökleri dolayısıyla daha
da farklı iki sürece girer Erkek
çocukları kolaylıkla uyarılabilen bir cinsel doğaya sahiptir Erkek cinsel uyarımının görünür ve aynı
oranda istemden yarı bağımsız cinsel doğası, erkek cinselliğine damgasını
vurur Ergenlik sürecinde erkek kontrolü
dışında kolaylıkla uyarılan ve “görünür” olan bir cinselliğin uyanışını
gözlemler Yine bu süreçte erkekler için
cinsel performansın “ilişki”nin önüne geçtiğini gözlemleriz Bu haz için ilişkiyi feda etme eğiliminin
(cinselliğin ve ilişkinin yalıtılması) kökenlerini ödipal süreçte erkek
çocuklarının yaşamakta oldukları zorlu süreçte bulmak mümkündür Erkek olma sürecinde, anneden ayrılmak için
anneyi olumsuzlamak zorunda kalan erkek çocuğu, cinsel nesneye duyulan arzuyu,
ayrışma ile koşut olarak algılar Bu da
cinsel nesneyle ilişkisel bir birlik deneyimini zorlaştırır (hatta imkansız
kılar) İlişkisel birlik, zaten anneye
gerilemeye, anne tarafından yutulmayı ve dişiliğe (dişi evreye) geri dönüşü
çağrıştıracak kadar güçlü bir deneyimdir
Ve erkek çocuğu için cinsellik, ilişkiden yalıtılır Bu bize erkeklerin ergenlikten itibaren karşı
cinsi “insancıl” bütün yönlerinden ayrıştırarak, sadece bir cinsel nesne olarak
algılayabilmelerin de kökenlerini de açıklayabilir
Ayrıca bu dönemde, erkek çocuğunun gelişimsel süreçte
anneyle yaşamış olduğu hayal kırıklarıyla bağlantılı olarak geliştirdiği
sadistik fantezilerin doğuşunu da gözlemlemek mümkündür Karşı cinse karşı geliştirilen bütün sadistik
fantezilerin kökenini erkek çocuğunun annesiyle ilişkide deneyimlediği narsisistik
kırılmalara bağlamak mümkündür Öfkeye
dönüşen narsisistik kırılmalar ödip öncesi dönemin yutucu annesi, anal dönemin
cezalandırıcı annesi, ödipal dönemin reddeden annesinin izlerini taşıyabilir
Oysa, ergen kız son derece faklı bir izlekte
ilerlemektedir Çeşitli yazarların ve
hatta Freud’un yazılarında karşılık bulacak şekilde “kadınlığın gizemi” olarak
nitelendirilecek kadın cinselliğinin ergenlikteki görünümü, erkek çocuklarının
tam zıttıdır Kızlar, ergenlikte
kendileri için dahi gizem taşıyan bir cinsellikle yüzleşirler Kadın cinsel uyarılma ve hazzının görünmez
doğası ve kadın cinselliğinin erkeklere oranla görece zor uyanan doğası, dişil
cinselliği kız çocukları içinde gizemli bir sis perdesi ardında saklar Kadın toplumsal cinsiyet kimliğinin ilişkiyi
cinsel hazzın önüne yerleştiren yapısı da kız çocuklarını cinselliği sadece
bedensel bir haz olarak keşfetme eğilimde olan erkeklere oranla ilişkinin
koruyucuları haline getirir Person
özellikle ergen kızların ödipal süreçte anneyi kaybetme korkularından
kaynaklanan bir biçimde kopmadan/ayrışmadan/yalnızlaşmadan korkarak ilişki
adına hazzı feda etme eğiliminde olduklarını dile getirir
Hazzın peşindeki ergen erkek ve ilişki peşindeki ergen
kız çocuğu yetişkinlik sürecinin eşiğindedir
Karşımızda pornografik imgelemde karikatürize formlarda yansımalarını
bulan yetişkin erkek cinselliği ve aşk romanları ve “pembe” dizilerde
karşılığını bulan kadın cinselliğinin uzlaşmaz yapısı belirir Pornografik imgelemde karşımıza çıkan ve
erkeğin kolektif bilinçdışının dinamiklerini yansıtan performans odaklı ve o
oranda ilişkiden arınmış/yalıtılmış bir cinsellik durmaktadır Performans korkuları ile güdülenen ve ilişki
tarafından yutulma kaygılarına karşı güçlü bir yalıtmayla şekillenen bu eril
cinsellik, dişil göze son derece mekanik görünmektedir Oysa, psikanalitik bakış açısı bize bu
mekanik, performans odaklı ve yalıtılmış cinselliğin gerisindeki “erkek
çocuğunu” gösterir
Anneye/dişiye/dişiliğe gerilemekten korkan, babanın “gücü” karşısında
yetersizlik yaşayan, baba tarafından cezalandırılmaktan korkan erkek
çocuğunu Person, aynı zamanda erkeklerin
eş zamanlı çok eşli (ama o oranda da birbirlerinden haberdar olmayan
partnerlerle) ilişkilerinin kökenini ödipal süreçte erotik nesneyi kaybetme
korkusuna (ve reel deneyimine) bağlar Bu
aynı zamanda pornografik imgelemde, merkezdeki erkeği çevreleyen erotik
“nesne”lerin “çok”luğunu da açıklayan bir olgudur “Nesne”lerin çokluğu, kaybetme korkusuna
karşı bir kalkan görevi görür
Yetişkin erkek cinselliğinde gözlemlenebilecek sadistik
öğelerin kökenlerini anne çocuk ilişkilerinin değişik dönemlerinde bulmak
mümkündür Daha öncede belirtildiği
biçimde sadistik formlarda ifadesini bulabilecek narsisistik kırılmalar ödip
öncesi dönemin yutucu annesi, anal dönemin cezalandırıcı annesi, ödipal dönemin
reddeden annesinin izlerini taşıyabilir
Oysa, yetişkin kadın cinselliği ödipal dönemde
temellendiği biçimiyle ilişki odaklı bir cinsellik olarak karşımıza çıkar Kadın cinselliğinin ilişkiyi cinsel hazzın
önüne koyma eğilimdeki yapısı, ilişkiyi kaybetme korkusuyla beraber cinsel
hazzı feda etme eğilimi, cinsellik ve ilişkiyi bir bütün olarak algılama
eğiliminin altında anneyle özdeşleşen, babaya duyduğu haz ve anneye karşı
yaşadığı rekabet sonucunda anneyi kaybetme korkuları yaşayan küçük kız çocuğu
yatmaktadır Kız çocuğu için cinsellik ve
ilişki bir bütündür, cinsel arzu sevdiği ötekiyi kaybetme riskini taşır (Person
kız çocuğunun anneye karşı duyduğu bu korkunun daha sonra karşı cinse
aktarıldığını dile getirir) ve aynı zamanda cinsellik baba tarafından zedelenme/incitilme
riskini de içinde barındırır Yetişkin
kadınlarda patolojik formlarda görülen cinsel mazoşizmin kökenlerini ödipal
dönemde yaşanan aşırı suçluluk duygularına ve baba tarafından cinsel olarak
cezalandırılma/incitilme korkularına bağlamak mümkündür (Horney özellikle aile içinde reel anlamda
varolan ve kadına/anneye yönelik şiddetin kız çocuğunun ödipal dönemde
cinselliği saldırgan bir olgu olarak kodlamasını sağladığını düşünür )
Bu çerçevede psikanaliz bize dişi ve eril cinsel
gelişim öykülerinin ironik zıtlığını anlatır
Love reveals a
repeated fury
Pablo Neruda
Neruda, aşkın bitmek tükenmek bilmeyen, sonsuz bir
döngüyle ve güçle kendini üreten doğasını dile getirir Her aşkın, öfkeyle, şehvetle, heyecanla
şekillenen (ve kendini yeniden yeniden üreten) fırtınasının kendisini giz
perdesinin ardından belli edişini
Psikanaliz ise bu fırtınanın gücünün/ sertliğinin/ kontrol
edilemezliğinin/ hırçınlığının/ yıkıcılığının köklerini açıklayan bilinçdışı süreçleri
keşfetme sürecinde yol gösterir bize
Oysa ve yine de bilgi bizi teselli etmez fırtınayı dindirmeye gücü yetmez Yine ve yeniden şair/şiir bize hatırlatır “Mutlu Aşk Yoktur”
Mahan Doğrusöz
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar