FOOD MATTERS (2008)
'Gıda
Maddeleri ve Konusu Üzerine'
80 dk-
Belgesel
"Let
Thy Food Be Thy Medicine, And Thy Medicine Be Thy Food." –
Yönetmen:
James Colquhoun, Carlo Ledesma
James Colquhoun, Carlo Ledesma
Senaryo:
James Colquhoun, Laurentine Ten Bosch
James Colquhoun, Laurentine Ten Bosch
Oyuncular:
Ian
Brighthope, Jerome Burne ,Phillip Day
"Let
Thy Food Be Thy Medicine, And Thy Medicine Be Thy Food."
“Bırak
yiyeceğin ilacın ve ilacın yiyeceğin olsun.” HİPOKRAT
Bu yeni ve
cesur bir belgesel film yankılandı. “Food Matters” mevcut sağlık ve gıda
sektörü durumuna hızlı tempolu ve sert
bir eleştiri getirdi. Milyarlarca dolar finansman ve araştırma, kronik hastalıkların
gizli sebepleri ve hastalıkları yüzünden acı çekmeye devam eden insanların yeni
sözde tedavileri içine rağmen, toksik tedaviler ve besin değeri düşük gıdalar
ile aşırı hoşgörülü aldatmalarla insanlara
kesinlikle yardımcı olmuyor, olduğunu göreceksiniz.
TÜRKÇE ALT
YAZI METNİ (Altyazı Hzl. – Deepblue)
''Bırak yiyeceğin ilacın ve ilacın yiyeceğin
olsun'' Hipokrat (M.Ö. 460-370)
Yunanistan
dolayları M.Ö. 400 Hipokrat modern tıbbın temellerini attı. İnsan vücudunun doğuştan kendini iyileştirme
kapasitesi olduğuna inandı. ''Hipokrat
Yemini'' tıp doktorları tarafından hala ezbere okunur. Hipokrat'ın zamanından beri hastalıkların
tedavisine yaklaşımımız her nasılsa değişti...
Bugünün doktorlarının beslenme eğitimleri varsa bile, çok az. Modern tıp 'her hastalık için bir ilaç'
etrafında dönüp duruyor. Ve hastalık
endüstrisinin devam etmek istediği yol bu.
Bir kere soru sormaya başladın mı, bir daha duramazsın. Görüyorsun, asıl mantıklısı sağlıklı
olmak, fakat sağlık para
getirmiyor.
KALP VE
KANSER AMERİKA'DAKİ ÖLÜM ORANI EN YÜKSEK İKİ HASTALIK.
Ek olarak
her yıl...
39 BİN KİŞİ
gereksiz ameliyat ve diğer hastahâne hataları yüzünden ölüyor,
80 BİN KİŞİ hastanelerdeki diğer enfeksiyonlar
yüzünden ve şok edici olan,
106 BİN
KİŞİ ters ilaç tepkimesi sonucu ölüyor.
.
1. Kalp
hastalığı = 652.486 ölü
2.Kanser =
553.888
Ölüm ve
beslenmeyi yeterince dikkate almayarak,
bu insanlara çok büyük zarar verdik.
Dünyadaki
her insan, her kültürden, dilden,
ülkeden, dünyadaki herkes biliyor
ki, ne yiyorsan o’sundur.
Yiyecek
fark yaratır.
SÜPERMARKET; bugün, bu ülkede kaliteli yaşamın sembolü. Bütün bu ürünler mesafe ve mevsim
gözetmeksizin tarlalardan ve çiftliklerden geliyor. Mucizevi tarımın sonucu olarak, her şekilde masanıza taze ürün kalitesini
taşır.
Yiyeceğiniz
ne kadar taze?
Eğer bir
düşünürseniz, en iyimser şekilde yiyeceğiniz,
siz onu satın alana kadar bir haftalık ve ile 2000 ile 3000 km arası
seyahat etmiş oluyor. Bir sonraki soru
ise: En az 5 günlük olan bir yiyecekten
ne kadarlık besin elde ediyorsunuz?
Eğer
şanslıysanız, ihtiyacınız olanın %40’ını alırsınız. Büyük şehirlerdeki marketlerde bulduğunuz
yiyeceklerin hemen hemen hepsi işlemden geçmiş,
yolda gecikmiş çoğunlukla tabağınıza gelene kadar besin değerleri
azalmış ya da tamamen yok olmuştur.
Sebebi fark etmeksizin her şeyi her türlü tarım ilacı, bitki ilacı,
lavra ilacı, mantar ilacı ile spreylemeye ve hakkında hiç bir şey
bilmediğimiz şeylerin genleriyle oynamaya karara verdik. Ve en büyük problemlerden biri tabii ki
toprak ve bizim toprağa ne yaptığımız ve havaya ve de suya, gıdamızı sağlayan
her şeye. Toprak defalarca ve defalarca
kullanılıyor ve bütün besleyici maddeleri çekiliyor ve yeni çöller haline
geliyor ve bu bütün dünyada böyle. Bizim gerçekten de tarım metodumuz, ne
yediğimiz ve onu nasıl ürettiğimiz
hakkında düşünmemiz lazım.
Gübre
dediğimiz şey başlıca üç mineralden oluşur:
N,F,P,
NİTROJEN, FOSFOR, VE POTASYUM.
Peki,
güzel, ama, problem şu ki, toprak ortalama 52 farklı
minerale gereksinim duyar. O zaman
kalsiyum, magnezyum, manganez, çinko ve demir ve adını sayamadığım diğer
mineraller nerede?
Onlar kayıp. Ama toprak yetersizse bitkiler de yetersiz ve
zayıf kalıyor, ve savunmasız kalıyorlar, böylece böcekler, hastalıklar ve mantarlar
tarafından saldırıya uğruyorlar. Böylece
ağlayarak ilaç şirketlerine geliyorlar ve diyorlar ki; ekinlerimiz ölüyor ve büyümeyecekler, ve haşerelerimiz var, ve tabii ki ilaç şirketleri onlara tarım
ilacı, mantar ilacı satmaktan ve bunlara
ve diğer her türlü şeye artan talepten dolayı gayet mutlular. İnsanoğlu zekası sayesinde, diğer bütün hayvan türleri üzerinde
üstünlüğünü kurdu. Modern kimya, biyoloji
ve adanmış araştırmalarından gelen ve tarımda devrim niteliğinde verim artışı
sağlayan binlerce etkili kimyasal bileşim var.
Yani sadece ticari vejateryan gıdalardan alsak bile eksik ve toksik
besin alıyoruz, çünkü bütün bu tarım
ilaçları, kimyasallar, spreyler ve diğer her şey yüzünden, yiyecekler sağlıklı değil. Ve yetersiz.
Sonuçta yetersiz ve toksik olmasından başka şansımız yok. Ve sonra...
Ve
araştırmalar gösterdi ki, hafif bir pişirme bile içindeki enzimlerin yok
olmasına sebep oluyor. Yiyeceklerdeki en
temel şey, vücudunuza onların
sindiriminde ve içlerindeki besin maddelerinin kullanımında yardım eden canlı
enzimler, ya da canlı işçilerdir, yani herkesin
beslenmesinde çiğ gıdalar yer almalı.
Pişmiş
gıdaya bağışıklık sistemi zehirmiş gibi tepki verir. Birçok insan bunu bilmez. Pişmiş gıda
aldığında vücut, buna tepki olarak sindirim lökositozu denen ve beyaz hücre
aktivasyonuna yol açan bir süreç başlatır.
Muhtemelen pişirme sürecinin yiyeceğin yapısını değiştirmesinden
dolayıdır. Bir şekilde vücut bunun
ayrımına varamaz ve besine zehir muamelesi yapar. Beslenmeyi umduğunuz gıdaya vücudunuzun
bunu yapması hoş bir şey değil.
PAUL
KOUCHAKOFF ADINDAKİ İSVİÇRELİ BİR DOKTOR 1930 'larda ilk defa gösterdi ki; diyetinizin %51'den fazlası pişmiş gıdalardan
oluşursa, vücudunuz buna yabancı bir
organizma tarafından saldırıya uğruyormuş gibi tepki verir. İlk defa Dr. Kouchakoff ispatladı ki; gıdanızın %51'i çiğ olduğu takdirde
lökosit olmayacaktır. Ya da beyaz kan
hücresi reaksiyonu olmayacak, böylece
vücudun bağışıklık sistemi yanlış alarm almayacak. Günümüzde çok fazla bağışıklık sistemi
sorunuyla uğraştığımızdan, çiğ gıdaların
her öğünümüzün en az %51'ini kapsadığından emin olmalıyız. Böylece zaten zorlanan bağışıklık sistemini
daha da zorlamamış oluruz. Zayıf
malzemeler ile inşa ettiğin bir binanın yüz yıl dayanmasını nasıl beklersin?
Aynı şey vücudun için de geçerli, eğer onu sağlam beslemezsen, uzun ve keyifli
bir hayat sürmesini nasıl bekleyebilirsin?
HERKES
BİLİYOR Kİ, NE YERSEK OYUZ. EĞER ÇÖP
YERSEN, ÇÖP OLACAKSIN.
Bunu kronik
gıdasızlık gibi düşün, çünkü olan o.
İnsanlar bu yüzden yorgun gözüküyor.
Öğleden sonra yorgun olmaman lazım.
Canlı ve hareketli olman lazım.
Bunun doğal sonucu olarak insanlar süper besinler ve çok yüksek kalitede
vitamin ve mineraller içeren özel besinler,
her çeşit çoklu etkileri olan enzimler ve özel kimyasallar
keşfediyorlar, daha uzun yaşamamızı ya da daha yumuşak bir cilde sahip olmamızı
sağlayan gibi.
SPİRULİNA
MEKSİKA'DA 5 BİN YIL BOYUNCA BAŞLICA PROTEİN KAYNAĞI OLARAK KULLANILDI. SPİRULİNA PROTEİN YÖNÜNDEN DÜNYADAKİ EN
ZENGİN YİYECEKTİR. [1]
Max Planck
Enstitüsü her hangi bir yiyeceğin pişirildiğinde % 50 kadar proteinin yok olduğunu
bulmuştur. Bu yüzden, süper gıda
bitkisel protein kaynakları geleceğin anahtar besini olacaklar. Çünkü ihtiyacımız olan tüm proteini ısıyla
zarar görmemiş ve tamamen emilebilen bu kaynaklardan alabiliriz. Kolayca sıvıya dönüştürülebilirler -
emilebilirlikten kastım bu. Spirulinayı
sıvıya çevirmek ve tüketmek sizce ne kadar çaba gerektirir?
Spirulinayı suya ekle, işte sana sıvı
hali, içtiğin gibi hücrelerinde
dolaşmaya başladı bile. Fakat bir bifteği
sıvıya dönüştürmek ve sindirim sistemi tarafından emilebilir hale getirmek çok
fazla enerji gerektirir. Bu süper
yiyecekler sağlığınıza ve mutluluğunuza olağanüstü katkılar sağlayabilir.
DÜNYADAKİ
HİÇ BİR ŞEY MİNERAL YOĞUNLUĞUNDA KAKAO ÇEKİRDEĞİ İLE YARIŞAMAZ.
En yüksek
doğal magnezyum kaynağı odur. En yüksek
doğal kromyum kaynağıdır. Aynı zamanda
en yüksek demir kaynağıdır. Ve yine en
yüksek magnezyum kaynağı. Ayrıca en
yüksek çinko kaynaklarından biri. Bakır
oranı en yüksek bitkilerden bir kakao.
Sağlıklı bir metabolizma için gerekli tüm bileşenler kakao çekirdeğinde
mevcut. DÜNYADAKİ
EN YÜKSEK C VİTAMİNİ ORANINA SAHİP YİYECEKLERDEN BİRİ AMA SICAKLIK C
VİTAMİNİNİ ÖLDÜRDÜĞÜNDEN, İŞLEM GÖRMÜŞ ÇİKOLATADA HİÇ C VİTAMİNİ YOK. En yüksek anti-oksidan içeriğine
sahiptir. Beslenmeyle ilgili öğrendiğimiz
her şeyden faydalandığımız takdirde bunun anlamı, anti-oksidanlar sayesinde DNA bozulmasından,
virüslerden, kanserden, cilt
hastalıklarından vb. korunmamız demek.
Ya bu olacak ve onu yiyeceğiz, ya da bu olacak ve onu yiyeceğiz. Ve burada tüm zamanların en korkunç kimyasal
çorbası olabilir, ya da tüm zamanların
en olağanüstü süper yiyeceği... ve
ikisini de yemek aynı miktarda çaba gerektiriyor. Sanırım tüm değerleri tepe taklak olmuş bir
kültürüz. Paramızı en iyi gıda için
harcamaktansa, kiraya yatırmayı tercih ederiz.
ÇOCUKLARIMIZI
ŞİMDİYE KADAR KEŞFEDİLMİŞ EN İYİ SÜPER YİYECEKLE BESLEMEKTENSE PARAMIZI ARABA
YA DA EV İÇİN HARCAMAYI TERCİH EDERİZ.
ÇÜNKÜ BİLMİYORUZ! KAFAMIZ
KARIŞTIĞI İÇİN DEĞERLER YER DEĞİŞTİRMİŞ.
Bizi
bu arabayı almaya ikna eden programlar izliyoruz ve birden bire o arabayı
alıyoruz, aslında o parayı en iyi
yiyeceği alarak ailemizin sağlığına yatırmamız gerekirken ki asıl önemli olan
budur. Eğer
her gün ucuz sandviç ekmeği yersem,
kahvaltıda bir fincan çay ve bir dilim kızarmış ekmek, öğleden önce şekerli içeçek, öğle yemeğinde
çörek, ve akşam için fast-food kızarmış
tavuk...
Her türlü
besleyici maddeden yoksun kalacağım ve bu sadece tek bir gün. Bu durumda bazı tamamlayıcılara ihtiyacım
olacak. Böylece ertesi gün durumu
düzeltmek için, kulaklarımdan çıkana kadar salata yiyeceğim yine de bir gün
önce verdiğim zararı hiç bir şekilde düzeltemem. Her zaman bir yerlerde bir kalıntı, bir sorun
olacak ve bunun cefasını çekmeden ondan kurtulamayacaksınız. Şanslıyız,
son yüz yıl içinde hiç vitamin takviyesi almamaktan, onları her yerde hazır bulur hale geldik. Ve hala birçok insan vitaminlerin ne kadar
önemli olduğunu bilmiyor. Ve onları
yeterli miktarlarda alırlarsa,
hastalıklardan korunabilirler ve eğer yeterince fazla alırlarsa
hastalıkları tedavide kullanabilirler.
Peki bu nasıl mümkün olur?
Haberlerde
duymadım, aslında haberlerde ''çok
fazla vitamin almayın, zararlı olabilir'' deniyor. Ve yine de buna hiç bir kanıt göstermiyorlar,
sadece söylüyorlar. Doktorlar
diyor ki;
''Vitaminlere
inanmıyorum.''
Peki..
Biz bir
şamana danışmıyoruz. Burada bilim adamlarıyla hareket etmemiz lazım. İnançlardan değil, gerçeklerden
bahsediyoruz.
Amerikan
Zehir Kontrol Merkezi Birliği'ne göre, son 25 yılda 10 kişi,
sadece 10 kişi vitamine bağlı olarak hayatını kaybetmiş. Bu 1 ve 0, 25 yılda 10 kişi.
İki yılda
bir ölümden bile az ve bunlar bile kanıtlanmamış, onaylanmamış ama vitaminlere
atfedilmiş ölümler. İnsanlara yardımı
dokunacak şeyleri, aslında tehlikeliymiş gibi göstermekte çok başarılı bir
ülkemiz var. Bazı çalışmalar, eğer her
gün multi vitamin alırsan bunun sana zarar verebileceğini iddia ediyor. Bu sadece
saçmalık. Bazı araştırmalar C
vitamininin böbrek taşına sebep olduğunu iddia ediyor. Tıp kaynaklarını araştırdım, ve tüm
öğrencilerimden araştırmalarını istedim, meslektaşlarımdan da araştırmalarını istedim, ve C vitamininin
böbrek taşına neden olduğuna dair her hangi bir bilimsel kanıt bulurlarsa bana göndermelerini istedim. Referans
istedim. 30 yıl geçti ve hiç bir şey
almadım. Bu durumda ya herkes
dilsiz, ya da bu sadece söylenti.
Vitaminleri
ilaç gibi gören ve o şekilde değerlendirilmesi gerektiğine dair bir varsayım
var. Bir varsayıma göre iyileştirici
özellikleri varsa, tehlikelidirler de çünkü ilaçlar öyle. Bütün hayatımız boyunca tüketici olmayı
öğrendik, çoğunlukla da modern
ilaçların, eczane ilaçlarının tüketicisi.
Peki ya;
Bugünlerde
bir çok kuvvetli ve doktor tavsiyesi dışında alınması tehlikeli olan ilaçlar
var ama doktorunuza ve eczacınıza bu
konuda güvenebilirsiniz. Her ikisi de
alanında eğitim almış uzman kişiler.
Bir eczacı saygıdeğer bir üniversitede eğitim almış olmalı. Doktor tıp okuluna gider, tıp eğitimi
alır, tıp tecrübesi vardır, reçeteler
yazar ve ona Tıp Doktoru denir. Şimdi
bunun yerine beslenmeyi koyalım ve nasıl gözüktüğüne bakalım. Doktorum diyetisyen okuluna gitmiş,
diyetisyenlik eğitimi almış ve diyetisyenlik derecesi olan ve besin reçeteleri
yazan bir diyetisyen. Kulağa çok garip
geliyor. Doktora gittiğimizi
söylediğimizde tıp doktorunu ima etmiş oluruz.
Staj yıllarımda kimsenin hastaların diyetiyle ilgilenmemesi beni
şaşırtmıştı; profesörlerimle
konuştuğumda diyetle ilgilenmediler,
hastalar diyetle ilgilenmediler ve hastaneler de ilgilenmediler, yani
beslenme hiç söz konusu olmadı. AMERİKA'DA,
DİYET ÜZERİNE RESMİ EĞİTİM ALAN MEZUN DOKTORLARIN ORANI % 6'DAN AZ. Ne zaman beslenmeden bahsetsem, basitçe
duymamazlıktan geldiler. Öğrenci olarak
vaktimi Boston'daki Bringham Hastanesi'nde geçirdim, Harward Tıp Okulu'nun hemen yanındaydı. Ve bu hastane, 1974'de bile kriz
yeriydi. Hastadan çok doktor vardı.
Gerçekten sevimsiz bir yerdi. Tıbbın
başarısızlığını izlemek ve gözlemlemek için bir şansım oldu. Benim hatırladığım Lösemili kadın gibi yemesi
için beyaz ekmek ve jöle verilen insanlar görürdünüz. Beyaz ekmek ve jölenin kansere sebep olduğunu
söylemiyorum, ama çare olmadıkları
kesin. Taburcu olan hastaların %26 sı
geldikleri güne göre daha fazla gıdasız kalmış oluyorlardı. Ve hastaneye geliş nedenleri, vakaların % 80
ile 90’nında kötü beslenmeleriyle ilişkiliydi.
William J.
McCormack ve Frederick Robert Klenner'ın çalışmalarını okumaya başladım;
YÜKSEK
DOZDA C VİTAMİNİ KULLANIMININ ÖNCÜLERİ VE BU ADAMLAR 1940'LARDA BULAŞI HASTALIKLARI
YÜKSEK DOZDA C VİTAMİNİ İLE TEDAVİ
EDİYORLARDI. Ve sonra
duraksadım. Şimdi bir dakika, bekle bir
saniye. Bunlar tıp doktorları ve vitamin
kullanıyorlar, yüksek dozda vitamin
kullanıyorlar ve başarılı oluyorlar. Bunların
hiç birini okulda görmedim. Tıp
mesleği, tıp eğitimi, bu amaçla lisans eğitimi, dergiler ve televizyon yoluyla genel
eğitim, hepsi oturma odasında gergedanlar
yürütmeye yarıyor. Ve ben onları oturma
odasında görüp diyorum ki: '
'Hey,
oturma odasında bir gergedan var!'' ve
tüm bilgi yığını orada, ortada duruyordu,
tüm bilgi ve daha da içine daldıkça çok daha fazlasını buldum. İlk kez LİNUS PAULİNG, C vitamininin
soğuk algınlığına karşı işe yarayabileceğini öne sürmüştü ama bu tahmin ya da
seziye değil, zamanın bilimsel verilerine dayanıyordu. PAULİNG, ALBERT EİNSTEİN VE ZAMANIN DİĞER
BİRÇOK DAHİ İSMİN MESLEKTAŞIYDI. VE İKİ
NOBEL ÖDÜLÜ VAR: KİMYA VE BARIŞ OLMAK ÜZERE.
YANİ HAFİFE ALINMAYACAK ZEKİ BİR ADAM.
Problem şu
ki; klinik tıbbın alanına giriyordu ve
bu konuda uzmanlığı yoktu, böylece eleştiriye çok müsait bir durum ortaya
çıkıyordu ve C vitamininin soğuk
algınlığı üzerinde etkisi olabileceği önerisi
tıp dünyası tarafından fazlaca alaya alındı. Ve tıp dünyasının her zaman o kadar bilimsel
ve aydın fikirli olmadığını söylemem lazım.
Sorun yaratan başka bir şey daha,
insanların yapı maddeleriyle olan ilişkisi ki bir yapı maddesi birçok
şeye iyi geliyor.
E Vitamini kalp
hastalıklarıyla mücadelede, kemiklerin güçlenmesinde ve ayrıca epilepsi hastalarının
nöbetlerinin azalmasında etkili. Şimdi
bu oldukça değişik.
Mesela C
vitamini,
anti-toksin, anti-histamin, anti-virüs,
kan şekerini düzenlemeye ve depresif ruh halini yükseltmeye yardım
eder, birçok şey için çok fazla iyi ve
benim bunun için bir cevabım var. Bir
vitaminin birçok hastalığa iyi gelmesinin sebebi, yine bir vitamin eksikliğinin bir çok
hastalığa sebep olmasıdır. Söz konusu
olan sadece iki düzine yapı taşı ama yine de vücudunuzda binlerce kimyasal
reaksiyon var. Bir vitamin bir çok
reaksiyona dâhil olduğundan, her şeyin
vitaminle ilişkili olduğunu kabul edebiliriz.
Mineraller için de aynı şey geçerli.
HER HASTALIĞA BİR İLAÇ GİBİ ESKİ BİR TIP İNANIŞIMIZ VAR. Her hastalığa bir ilaç; nokta atışı. Ve bu yapı maddeleri için doğru değil. Tek bir bölgeyi iyileştiremezsin. Eğer gerçekten iyileşirsen, her şey
iyileşir.
Mesela bir
hasta sadece kanser ile değil yüksek tansiyon, ve şeker hastalığı ve hatta lif dokusu iltihabı ve diğer rahatsızlıklarla
gelse bütün sorunlar ortadan kalkar. Bir hastalığı iyileştirip diğer ikisini
tutamazsınız, bu imkansız. Vücut
iyiye gittiğinde, her şey iyileşir.
Siz bedeni beslersiniz ve beden kendini tamir eder. İnsanlar vitamin aldığında, vitaminler
özellikle iyileşme sağlamaz onlar vücudun bunu yapmasına olanak verir, vücudun
kendini iyileştirmesine. Bu, olaya
tamamen farklı bir bakış açısı. Vücudun,
babamın değişiyle, kendini iyileştirme mekanizması var ve biraz daha ileri
giderek demişti ki,
''DOKTORLARIN
GÖREVİ BU MEKANİZMAYI TEKRAR VE TEKRAR AKTİVE ETMEKTİR.'' Ve rahatsızlığın ne olduğuna bakmaksızın
hastalar iyileşir. İnsan vücudundaki tek
bir hücre bile ilaçtan yapılmamıştır.
Cerrahi müdahale size hiç bir şey katmaz. İçinize plastik bir şeyler koyup, zararlı bir şeyleri çıkartabilirler. Ama en sonunda, vücudu kesip biçmek onu daha
iyi yapmaz. Bedene ilaç yüklemek aslında
daha fazla sağlık getirmez. Yani yeni
bir boyutta, buna tamamen yeni bir bakış açısıyla bakmamız gerekiyor. Sağlığı arttırma henüz denenmedi, bu
gerçekten de hiç yapmadığımız şeylerden biri.
Yapı maddeleri tedavi amaçlı test edildiğinde çok düşük dozlarda
kullanıldığından, halk ve doktorlar hep belirsiz sonuçları olan araştırmaları
görüyorlar. Yayınlanmış bir çalışma
vitaminlerin az bir yararı olduğunu ve diğeri vitaminlerin o kadar da faydası
olmadığını söylüyor ve siz ikisinin arasında gidip geliyorsunuz. Ama asıl sorun bu çalışmaların düşük dozlarla
yapılmış olması. Tavsiye edilen günlük
alınabilecek vitamin miktarı, nüfusun çoğunluğu tarafından eksiliğinde oluşan
rahatsızlıkları önlemek için gerekli görülen miktardır. Yani, eğer
Avusturya'da
herkese günlük tavsiye edilen doz olan 60 mg C vitamini verirsek, bu
ülkede diş eti hastalığına rastlamamamız
lazım. Ancak bu
ülkede hala diş eti hastalığına rastlıyoruz.
Eğer çok stresli bir işin içindeyseniz ya da stresli bir hayat tarzınız
varsa, ev geçindiriyor, çocuk bakıyor ve aynı zamanda çalışıyorsanız vücut
adrenalin üretmek için C vitaminini kullanacak. Kalp krizi ile stres arasındaki ilişki
buradan geliyor, stresli olduğunuzda
vücut adrenalin üretiyor ve bu da vücuttaki C vitamini seviyesini aşağıya
çekiyor. Bu da C vitamini eksikliği
yüzünden dolaşım sisteminizin savunmasız kalmasına neden oluyor. Modern tıp sadece hastalığı tedavi eder, bir çok şeyin ilk sebebine dönüp bakmazlar
çünkü anlayamazlar; egzersiz sonucu
hangi kimyasalların oluştuğunu,
meditasyonla hangi kimyasalların ortaya çıktığını, ya da yediklerimizden
hangi kimyasalların çıktığını anlamazlar.
Geleneksel tıbbın uzun süredir tıkanmış olduğu nokta, başa çıkılması zor, kronik problemler. Ve kronik sorunlarda tıkanmış olmalarının
sebebi, hastanın en başta rahatsızlanmasına neden olan sebebi değiştirmek için
hiç bir şey yapmıyor olmaları. Sadece
belirtileri tedavi ediyorlar. Ve tüm
yaptığınız belirtileri tedavi etmekse, hastalığı iyileştirmezsiniz. Yapmanız gereken asıl sebebi
değiştirmek. Geleneksel tıbbın tahminlerine
göre çoktan ölmüş olması gereken hastaların,
KLASİK KLİNİK ORTAMLARDA PEK MÜMKÜN OLMAYAN ŞEKİLDE, BİR KAÇ AYDAN FAZLA YAŞAMAYI BAŞARDIKLARINI
VE BİRÇOK HASTANIN GELENEKSEL TIBBI İZLESELERDİ ÖLMÜŞ OLABİLECEKLERİNİ İDRAK ETMEM
NEREDEYSE İKİ YILIMI ALDI. Bir kaç
yıl bir programa katıldıktan ve arka arkaya iyileşen, gayet canlı hastaları
gördükten sonra ve ortadan kaybolan tümörler, çeşitli doku sertleşmeleri, kireçlenme ve egzamalar ve yok olan bütün bu
dramatik problemlerden sonra doğru yolda çalıştığıma ve bu çalışmaların
gerçekten çok değerli şeyler başardığına yüzde yüz ikna oldum. Kalp-damar rahatsızlığı medeniyetin
getirdiği bir hastalık, yaşam tarzının
hastalığı, çünkü çok fazla yanlış şey
yiyoruz ve yeterince doğru gıda almıyoruz.
Ve büyükannen söylemişti, onun da büyükannesi söylemişti ve herkes böyle
olduğunu biliyor ama yine de... ...çok
az vitamin barındıran fastfood ve et, ve yağ,
ve şeker, ve nişasta, ve işlenmiş gıda ayrıca vitamin takviyesi de alma
çünkü sana zarar verebilir! Tabii ki
- ne
bekliyorsun ki! En az 25 yıldır
kalp-damar hastalığının geri çevrilebileceğini söylüyorum. Geleneksel tıp uzun zamandır bunun geri
çevrilemez olduğunu iddia ediyor. Tedavi
yöntemine göz atmak, bize sebep hakkında ipucu verebilir. Dr. Dean Ornish ciddi kalp-damar rahatsızlığı
olan kişilerle, onları vejetarten beslenmeye dayalı sıkı bir diyete sokmak
yoluyla çok iyi bir çalışma yürüttü. Bu
demektir ki, bitki temelli, yüksek oranda lif içeren ve vitamin ve minerallerle
dolu ve en iyisi de organik bir şekilde topraktan yetişip gelmiş bir beslenme. Ornish ayrıca onların sterslerini de azalttı
ve bu insanların kalp-damar hastalıkları bir- iki yıl içinde durakladı ya da
geri çevrildi. Yani kalp-damar rahatsızlığının
sebebi, yeterince vitamin almamak ve
yanlış beslenme. İyi haber ise; ileri
derecede damar rahatsızlığı olan kişiler bile
beslenmelerini değiştirip düzgün gıda almaya başladıklarında, ameliyat olmadan hastalığı durdurabilir ya da
geri çevirebilirler. Beni şaşırtan ise;
sınırsız bütçeli lider tıp kurumlarının koridorlarında dolaşan onca zeki,
parlak ve en iyi konumlarda olan insanlarımızın bu rahatsızlıklara sebep olan
gıda ve batı yaşam tarzı konusuna parmak basmaya hiç istekli olmamaları. Gerçek şu ki; ölümlerin yarısı kalp-damar
hastalıkları yüzünden ve bu ölümlerin yarısında da ilk hastalık belirtisi
ölüm. Yani insanlar ömür boyu hiç bir
belirtiye rastlamadan devam edebilirler ve sonra öldüklerinde her şey için geç
oluyor. İlaç almak için çok geç, by-pass
için çok geç, ambulans için çok geç,
hatta hayata döndürmek için çok geç.
Eğer her, kişiden biri, tabii böyle bir canlı düşünebiliyorsanız, kalp-damar hastalıklarından can
veriyorsa, bu toplum temelde bir şeyleri
yanlış yapıyor demektir. Kazanmanın tek
yolu oynamamak ve bu da hayatlarını değiştirmelerini gerektiriyor.
Oysa biz ne
yapıyoruz?
Her yıl
milyarlarca dolarlık by-pass ameliyatı yapıyoruz, aslında sadece yeme-içme ve yaşam şeklimizi
değiştirerek kontrol altına alınabilirler. Daha güvenli olduğundan bahsettim mi?
Ve daha ucuz olduğundan?
Ve gayet iyi işe yarıyor. Dolayısıyla neden tüm kardiyologlar bu yolu
tavsiye etmiyor?
ADİL
OLMAK GEREKİRSE HEPSİNİN BU KONUDA ÇALIŞMASI YOK. VE DOĞRUYU SÖYLEMEK GEREKİRSE... İLAÇ ŞİRKETLERİNİN BU KONUDA EDECEK BİR İKİ
LAFI VARDIR. BU UYGULAMADA İLACA YER
OLMADIĞINI FARKETTİNİZ Mİ?
Meditasyon ve vejetaryen diyetten oluşan tamamen
ilaçsız bir tedavi. Burada hiç kazanç
yok!
...Prozak,
ADD tablet, taş, toz, yani biliyorsun numaralar çeviriyorum, çünkü yaşayabilmek için kafayı bulurdum, TV’de
gördüğüm her şeye inanırdım , yaşayabilmek için kafayı bulurdum, bana sattığın
her pisliği yerdim...
İlaçlara
yaklaşımdaki büyük problemlerden biri yan etkileri; TERS İLAÇ TEPKİMESİ
başlangıç
olarak, İngiltere'de her yıl ters ilaç tepkimesi sonucu oluşan ölümler için genel olarak kabul
edilen rakam yaklaşık olarak onbin. Olaya başka bir açıdan bakacak olursak, her yıl araba kazalarında ölen insanların
sayısı 500. Hepimiz araba kazaları
konusunda çok endişeleniyoruz; ters ilaç
tepkimeleri konusunda hiç endişeli gözükmüyoruz. Bu ülkede prostat kanseri sonucu ölen
insanların sayısı ki gayet endişe vericidir ve bu konuda kampanyalar ve dahası
var, ortalama dokuz bin civarındadır.
AMERİKAN
TIP BİRLİĞİ DERGİSİ'NİN YAYINLADIĞI ÇALIŞMALARA GÖRE, REÇETELİ İLAÇLAR YÜZÜNDEN HER YIL YAKLAŞIK
106 BİN AMERİKALI HAYATA VEDA EDİYOR.
Şimdi
bunlar olması gerektiği gibi reçetelendirilmiş,
doktor hatası olmayan ve beklenen yan etkileri olan ilaçlar. Ve bunlar da söylendiği şekilde ilaçları
kullanan insanlar. Aşırı dozlar ve
yanlış kullanımlar konu dışı. Yani
sadece bir yılda ve sadece Amerika'da, ilaçların beklenen yan etkileri yüzünden
ölen insanların sayısı 106 bin ise,
yirmi üç yılda bu çok büyük sayıda insan demektir, milyonlarca insanın reçeteli ilaçlar yüzünden
ölmesinden bahsediyoruz. VE 23
YILDA, VİTAMİNLERLE İLİŞKİLENDİRİLEN SADECE 10 ÖLÜM VAR.
VİTAMİNLERİ
REÇETELENDİRMEYİ ÇOK DAHA CİDDİYE ALMAMIZ GEREKTİĞİ AÇIK. (Şu anda vitamin almaya kalkmayın en
pahalı ilaç ve reçeteye yazılmıyor. Cebinden alacaksın)
Ve
panathenic asidin kaşifi, Roger Williams'ın da dediği gibi şüpheye düştüğünde
önceliği vitamine ver. Eczacılık
sektörünün işi ilaç yapmak değil. Onun
işi para kazanmak. Ki bence bu gayet
kabul edilebilir, büyük uluslararası şirketler olarak hissedarlarına karşı
sorumlulukları var ve şirketlerin yaptığı şey buduR, PARA KAZANMAK.
Kapitalist
bir toplumda yaşıyoruz ve ben bunun kötü olduğunu düşünmüyorum. Ve bence kapitalizmin büyük avantajları
var ve son derece suistimal edilebilir
de, biz her iki yönünü de gördük.
Problem onu düzenleme şekillerinden kaynaklanıyor. Bazı çok iyi düzenleyicilerimiz olduğuna
inanıyorum ama çok yetersiz düzenleyicilerimiz de var. İlaçları patentlendirmek ve onlara daha sonra
neler olduğunu izlemekle görevli kurumların ödemeleri ilaç şirketleri
tarafından yapılıyor. Eğer
restaurantların hijyenini denetleyenlerin ödemelerinin mekân sahipleri
tarafından yapıldığını öğrenseydeniz, onların sundukları sonuçlar konusunda
şüpheci olmanız gerekirdi. Bizim
ilaçlarla ilgili olan ve değişmesi gereken durumumuz da böyle bir şey. İlaçları denetlemesi beklenen
düzenleyicilerin paralarını onlar ödüyor,
ilaç araştırmaları yapan akedemisyenlerin paralarını onlar ödüyor ve yürütülen mahkemeler yine sıklıkla ilaç
şirketiyle ilişkisi olan kişilerce yürütülüyor.
Ayrıca tıp dergilerine reklam veriyorlar
ki tıp dergilerinin çoğu ilaç şirketlerinin reklamları ile
destekleniyor. Eğer son 65-70 yıl
içindeki tıp literatürüne göz atarsak,
yüksek dozda vitaminin hastalıkları tedavi ettiğini gösteren binlerce
çalışma var. Şimdi bu çalışmaların
bazılarını okuyamıyorsunuz. Çünkü
bunların yayınlandığı dergiler, Birleşmiş Milletler Ulusal Tıp Kütüphanesi
tarafından indekse alınmamış. İlginç
değil mi?
Yani ortada kara listeye alınmış tıp
dergileri var. Bazı tıp dergilerinde
yayınlananlar, benim asistan editörlüğünü
yaptığım Doğru-Moleküler Tıp Dergisi gibi,
dergimizde son 41 yılda yayınlanan her ne varsa, ve yüzlerce çalışma, hiç biri Amerika Ulusal Tıp Kütüphanesi
tarafından indekse alınmadı, dünyadaki
en büyük tıp kütüphanesi olduklarını söylüyorlar. Yani samimi gözüken bilimsel akademik
çalışmalar, yayınlanan dergiler ve tüm o ihtişamıyla bilim, aslında ilaç
şirketleri tarafından onların pazarlama departmanlarının birer kolu haline
dönüştürülmüş. Ama bize reklamlarla
ulaşan sağlık bilgileri hakkında bilmek istediklerim?
Biz buna ticari sağlık bilgisi
diyoruz. Bu güçlü, büyük bir
sektör. Sağlık ürünleri reklamlarına milyonlarca
dolar harcandı her türlü acı ve sancı için her çeşit tablet ve diğer
ilaçlar. Görüyorsunuz ki reklamlar
bazen aldatıcı olabilir. Bu ülkedeki
reklamların %25'ini ilaç reklamları oluşturuyor. Her şeyden önce, neden?
Çok para harcamayı sevdiklerinden değil
elbette. Çünkü bir yandan TV deki
dakikalara yüz milyonlarca dolar harcarken,
milyarlarca doları hasta oldukları için bu ürünleri satın alan
insanlardan geri alıyorlar. Kendilerini
iyi hissetmiyorlar. İlaçlara ihtiyacımız
var. Sorgusuz sualsiz. ACI KONTROLÜ,
ÇOK ZEKİCE. Ve ilaçlar gerekli ama
burada şöyle bir noktaya geliyoruz, eğer
azı yararlıysa çoğunun daha da yararlı olduğuna inanan bir toplumda
yaşıyoruz. Yani elimizde her şey için
ayrı ilaç bulmaya çalışan bir ilaç sektörü var.
Biliyorsun kötü bir alışkanlığın mı var- bir ilaç al. Depresif mi hissediyorsun
mesala- al bir ilaç, ve halk buna
güvenir hale geldi, halk ilaç almanın
hastalığı iyileştirdiğini kabul eder oldu.
Eğer herkes bolca taze organik gıda alsaydı, en az işlem görmüş
olanlardan ne olurdu acaba?
BENCE SALGIN DERECESİNDE SAĞLIKLI
OLURDUK. SANIRIM PİYASALAR
SARSILIRDI. İLAÇ SEKTÖRÜ, YILLIK DEĞERİ
YARIM TRİLYON DOLAR OLAN DÜNYA ÇAPINDA BİR HOLDİNG. Yaklaşık 300 milyar dolarlık kısmı sadece
Kuzey Amerika'da. Bu gerçekten,
gerçekten büyük bir sektör. Herkes
sağlıklı olsaydı ne olurdu?
Sağlık para getirmiyor. Görüyorsunuz ki asıl mantıklı olan sağlıklı
olmak, fakat sağlık para getirmiyor.
Bence etik bir ilaç sektörümüz olabilir.
Gerçekten öyle düşünüyorum. Bence
işe düzenleyicilerle, ilaçları yapan insanların bölümlerini keskinleştirmekle başlamalıyız ki burada tam bir dağınıklık söz konusu. Genel fikire göre bütün ilaçlar kesin olarak
kanıta dayanır, ve bütün ilaçsız
tedaviler sadece umut ve kuruntunun bir karışımıdır, ve placebo etkisi ve şarlatanlar deneyimlere
gerçekten göğüs geremezler. Mesela, bir ilacın patent alabilmesi için iki ayrı olayda placebodan daha etkili olduğunu
göstermesi lazım. Bu demek değildir ki
ilaç şirketleri başka bir sürü deney yapamazlar, daha etkili olduğunu ispatlamayacağından
dolayı, onlar yayınlanma gereği duyulmaz.
Yapılması gereken düzenleyiciye gidip ve bizim şu iki deneyimiz var
demek, bu ilacın placebodan daha etkili
olduğunu gösteriyor. Pazarlamak için
patent alabilir miyiz lütfen?
Bunlar üreticilerin ünsilin ve antibiyotik
yığınlarının arasından seçtiğimiz örnekler.
Onları satılmadan önce saflık ve etkileri için test ederiz. Tabii her zaman yeni ilaçlar ortaya çıkıyor
ve biz onların pazara sürülmeden önce test edildiğinden ve güvenli olduğundan
emin oluruz. Doktorlar size ilaçların
denendiğini ve test edildiğini söyleyecekler fakat yeni bir ilaç aldığınızda
farketmeniz gereken şey aslında kontrol edilmemiş bir deneye girişiyor
olduğunuzdur. İlaçlar sadece patent alma
amaçlı olarak, bir kaç yüz hadi en fazla bir kaç bin kişi üzerinde test edilmiş
oluyor ve sonrasında milyonlarca kişiye veriliyor. Ve bu milyonlarca kişi arasında sistemlerinin
çalışma şekli ve ilaçlara verdikleri tepkilerde çok büyük farklılıklar olacak
Ve böylece insanlar yan etkilerini görecek.
Ayrıca şöyle bir gerçeklik var; batıda insanların karşılaştıkları
asıl problem ilaçların çok kolay başa çıkabildiği akut rahatsızlıklar
değil, kronik rahatsızlıklar.
Depresyon,
diyabet, kalp, kireçlenme vb. rahatsızlıklar.
Bunlar seni
öldürmeyecek şeyler, daha çok seni perişan hale sokup ve daha da kötüleşmeni sağlayan ve uzun süre
devam eden şeyler. Bunlar, bütün
ilaçların hedef olarak gösterildiği durumlar fakat aynı zamanda ilaçların pek
tedavi edemediği durumlar. Bazıları kısa
dönemde gerçekten hayat kurtarır, onlara ihtiyacınız var. Bazıları kortisoyid steroyidler ve
herkesin hayır, hayır dediği diğer başka şeyler. Kısa dönemde hayat kurtatır, güzel. Antibiyotikler kısa dönemde hayat kurtarır,
sorun değil. Uzun ilaç tedavileri olan
hastalarımın olmasından nefret ediyorum ve dünyada hastalarınızın bırakmasını
sağlamayacağınız ilaç yoktur. Bir
ilaç şirketinin gözünde mükemmel ilaç,
insanları tedavi etmez çünkü işin kar getirmesi için insanların o ilacı uzun süreli satın alması
lazım. Ayrıca, bunlar baştan beri
tedavi için en iyi yöntemler mi?
Ve cevap çok açıkça öyle olmadığı
yönünde. Yani sonuçta birçok kronik
durum için, akla en yatkın olanı, başlangıçta ilaçsız olarak ne yapabiliyorsan
onu yapmak. Çünkü birincisi aynı
çeşitlilikte yan etkilerinin olma ihtimali pek yok ve ikincisi bir takım durumlarda sadece
semptomları tedavi etmektense, altında yatan problemi yakalama şansları daha
fazlaymış gibi gözüküyor.
Doktor
Abram Hoffer, Adsız Alkolikler'in kurucusu Bill W. ile çalıştı ve Bill W ve Abram yakın arkadaşlık
kurdular. Bill W. ağır depresyon
geçiriyordu. ABRAM O'NA NİASİN ALMASI
GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ. GÜNDE 3000 MG
NİASİN ÖNERDİ. BU BİLL W İÇİN
DEPRESYONUN SONU OLDU. Sonrasında
Bill W alkoliklere Niasin (B3 vitamini) [2]almayı
denemelerini, depresyon ve alkol probremlerine
çözüm olup olamayacağını görmelerini önerdi.
Ve Niasini deneyen insanların büyük çoğunluğu çok iyi gelişmeler
gösterdi. Böylece Bill W, kurucusu
olduğu Adsız Alkolikler'de Niasin ve vitaminin tedavi amaçlı kullanılmasını
istedi. Fakat çoktan ilaç tedavileri tarafından,
en iyi tabirle, işgal edilmiş olan Adsız Alkolikler bunu reddetti. Bugün ise AA övgüye değer birçok adıma
odaklanmış durumda, alkoliklerin içmeyi
bırakabilmeleri konusunda. Ama vitamin
tedavisini önermiyor. Zamanında bir endişe
vardı, SSRI grubu anti-depresan
ilaçların intihara sebep olup olmadığı konusunda büyüyen bir endişe ve bu ilaçlarda sorun
olduğunu söyleyen bir kaç, belki 2000
dolayında kampanyacı ile bunu red eden düzenleyici otoriteler ve ilaç şirketleri vardı.
Amerika'da
okullardaki öğrenci terörü üzerine tam bir çalışma yürüttük. Ve çalıştığımız bir dizi olayın çoğunda, bir çoğunda... tetikçi suça karıştığı zaman, ya bu çeşit
psikiyatrik tedavide ya da tedaviden geri çekiliyor oluyor. (Teröristlerde
aynı durumda) Ve hala bu tür şeylerin hiç biri mahkemelerde ortaya
çıkmıyor. Ve bir Amerikan
araştırmacısının ortaya çıkardığı PROZAK GERÇEĞİ, tabii ki zamanın lider markasından söz
ediyoruz, patent almak üzereyken yeni
bir ilacın ortaya çıkıp çıkmadığını merak ettiler. Ve yaptıkları araştırmalar sonucunda
gerçekten de Prozak R adında, moleküler
yapısı biraz düzeltilmiş bir ilaç
olduğunu buldular. Yeni bir
ilaç üretmek için, ne gibi gelişmeler olacağını söylemek lazım ve Prozak R için
olan patent başvurusunda mevcut olan ilaca atfedilen intihar düşünce ve
duygularının bunda olmayacağı söyleniyordu.
Tam olarak da ilaç şirketinin son on yıl boyunca inkâr ediyor olduğu
şey. Ölümcül derecede depresyonu olan
bir kadınla çalışmıştım. Ailesiyle
birlikte yaşıyordu. Ellilerindeydi ve
bütün günü bir köşede duvara dönük oturarak geçiriyordu. Kimseyle konuşmazdı. Kimseyle yemek
yemezdi. Tamamen iletişim kurulamaz
durumdaydı. Tabii ki psikiyatrist kontrolündeydi,
olması gerektiği gibi, ve beklenildiği
gibi psikiyatrist ona çeşitli ilaç tedavileri uyguluyordu. Ailesi vitaminleri merak ediyordu, onlara DR. HOFFERS'IN NİASİN İLE OLAN
ÇALIŞMALARINDAN BAHSETTİM, ve onlar
da bu derece hasta biri için ne kadarlık doza gerek olduğunu sordular. Ben de Dr. Hoffer'ın normalde günde mg Niasin
verdiğini, ama bazılarının özellikle çok hasta olanların çok daha fazlasına
ihtiyacı olduğunu ve onu iyileştirecek kadar çok vermeleri gerektiğini
söyledim. Bunu deneyebileceklerini
anladılar. BÖYLECE GÜNDE 11.500 MG
NİASİN ile masada onlarla oturup muhabbet ediyordu, sanki hiç bir şey olmamış gibi. Sonra psikiyatriste gidip ona bu iyileşmiş
insanı gösterdiler ve psikiyatrist onlara;
''Bu kadar
çok Niasin verebileceğinizi sanmıyorum, zararlı olabilir.'' dedi. Böylece Niasin vermeyi kestiler ve ve o da köşedeki yerine geri döndü.
NİASİN
GÜVENLİ Mİ?
NİASİN
YÜZÜNDEN YILLIK ORTALAMA TEK BİR ÖLÜM BİLE YOK,
SON 15-20 YIL İÇİNDE ONA ATFEDİLMİŞ SADECE BİR KAÇ VAKA VAR. Ama Niasin
yüzünden olan yılda tek bir ölüm bile yok.
Ve intihar derecesinde depresyonda olan kaç kişi gerçekten de
hayatlarına son verdi.
İKİ AVUÇ
DOLUSU KAJU FISTIĞI, ÖNERİLEN PROZAC DOZUNA EŞİT BİR İYİLEŞME SAĞLIYOR. Şimdi herkes diyecek ki;
'' İki avuç
dolusu kaju, şişmanlatmaz mı?
'' Ve benim sormak istediğim, umurunda mı?
BASİT BİR
TERAPİ ALMAKLA ZORLANIYORDUN. AMA BUNU
YAPABİLİRSİN. DEPRESYONDA
OLANLARIN YAPABİLECEKLERİ İLK ŞEY, DEPRESİF OLMANIN SORUN OLMADIĞINI BİLMELERİDİR. EĞER İYİ BESLENMİYORSANIZ, DEPRESİF
OLURSUNUZ. Yani buna
devam etme ve gidip düzgün beslen.
Zihinde, beyinde olup bitenler -zihin dediğimiz her ne ise-
vitaminlerden, kimyasallardan ve
olanlardan etkilenebiliyor. Psikolojik
tedavilerin önemiz olduğu söylenmiyor, tabii ki önemliler ama psikolojik ve
psikiyatrik semptomları olan bir hastayla hiç bir yere varamazsınız, eğer beyinleri aç kalmış, açlıktan ölmüş ya
da zehirlenmiş ise. Tıptaki acı
gerçek şu ki, senin kemik ölçümünü yaptığım takdirde vücudunda, bir Mısır firavununda olması gerekenden kat
fazla kurşun bulurum. Eğer senden
yağ örnekleri alırsam, onlarda hala DDT, DDE ve DDD olacaktır, DDT uzun süre yasaklanmış olmasına
rağmen. Tabii başka çeşitli kimyasallar
da olacak. Ama kimse bunu duymak istiyor
mu?
Hayır.
Ve hala kayıtlı değiller ya da belki de doktorlar sadece bunu yapmak
istemiyorlar. çünkü kullandıkları her
şey zehirli, kullandıkları her ilaç,
reçeteli ilaçlar, tezgahlardaki ilaçlar
bütün ilaçların karaciğer toksik sınırı yok. 79 milyon kadar Amerikalı hergün
ağızlarına CİVALI DOLGU koyuyorlar. Resmi olarak onların toksit olduğunu
söylemememiz lazım, yani hastalarıma bundan söz etmem. Ama bir belgesel için, aynı mı?
Aynen öyle.
Eğer beynini inceler ve biyopsi yaparsam, sisteminde büyük miktarda civa bulurum, ağızında amalgam (civa karışımlı dolgu)
dolguları varsa. Peki ne Amalgam ve
civayı dişine konduğunda, dişçinin tepsisinde durduğundan daha güvenli yapar?
Son derece zehirli ve dişçi, insanoğlu
için bilinen en zehirli maddelerden biriyle başa çıkmak durumunda ama ağzınıza
konduğu anda güvenli oluyor. Saçmalık bu.
....eğer onu ağzına koyarsan zehirlenirsin. Hikayenin sonu.
Toksinleri
sisteme tıkmayı bıraktığınızda, dışarı çıkmaya başlarlar. Ve aslında şimdi sadece diyetinizi organik
beslenmeye çevirirseniz, bütün zehiri
serbest bırakırsın, dolaşım sistemine ve böbreklere geçer ve böbreklere onu
atması için yardım etmezsen yeni hasarlara yol açabilirsin. Bu bir hata, bu yarım tedavi, tedavinin diğer
yarısı ise DETOKS (Zehiri Giderme).
Kolonik, lavman, vücudunu temizlemene yardım eden şeyler. Bitkiler toksiklerden kurtulmana yardımcı
olur. Su detoksa yardımcı olur. Bunlar temizlenme denklemindeki hassas
faktörler, çünkü vücudumuzun başlıca
temizlenme ve detoks yöntemi bağırsaklardan geçer. Besinlerin dokulara girmesine izin vermek
için toksiklerden kurtulmak zorundayız.
Eğer zehirle doluysan, onları içeri alamazsın. Tek bir alana iki şey sığdıramazsın. Temel fikir, en basit şeyi yaparak başlaman
gerektiği, bol bol su içemeye başlamak gibi.
Basitliği kadar ne kadar az insanın gerçekten
bunu uyguladığı da şaşırtıcıdır. Hiç bir
şey yemeden önce 1-2 litre su için,
kahvenizden önce, ya da çayınızdan önce, sabaha her ne ile başlıyorsanız. Sadece su için ve sonra gününüze
başlayın. İlk olarak farkettiğimiz şey,
boom, boşaltım sistemi çalışıyor.
Kuzenim 18 aylık programımızın sonunda tam 67 kilo verdi... Tüm seçenekler arasında çiğ, organik, doğal
yiyeceklerden söz ediyoruz. Ve kuzenim
bütün toksikleri bağırsakları yoluyla vücudundan attı. Günde 12 bağırsak hareketi. Bir keresinde, bir gün içinde 7 kilo
verdi. Bu gayet ilginç ama topluma
bundan bahsetmek çok zor, çünkü kilo
kaybetmekten bahsettiğimizde, egzersiz yapıp olanı kasa çevirmeyi ve bolca
terlemeyi düşünürüz, ama aslında bu çağda
ortalama yağ hüsresine sahip, ortalama bir insandaki toksikleri cildiniz yoluyla vücudunuzdan atmak
istemezsiniz. Onlardan bağırsaklarınız
yoluyla ve mümkün olduğunca çabuk atmak istersiniz. Kanser araştırmalarıyla ilgili en büyük
sorun, insanları tedavinin hemen köşe başında olduğuna inandırılmış
olmasıdır. GAZETELERDE ÇOĞU HAFTA
ŞÖYLE BİR HABER GÖRÜRSÜN; KANSERDE YENİ TEDAVİ. Ve şöyle bir geri
çekilip gerçekte ne olup bittiğine baktığında görüyorsun ki akrabaların,
akrabalarım ölmeye devam ediyor, kanser
buluşu yine kansere sebep olan yeni bir ilaca dönüşüyor çünkü bu kemoların
birçoğu, kendileri kansorejen ve bütün olay şu ki; bunlar tümör hücrelerini tekrarlamamak üzere
zehirlemek için tasarlanmış toksik hücreler.
Yani buradaki büyük yanlış kanser endüstrisinin tümörü kanser olarak
görmeye devam etmesi ve biz tümörün kanser olmadığını biliyoruz, çünkü eğer
öyle olsaydı, bu tümörü kesip vücuttun
atabileceğimiz ve bir daha ortaya çıkmayacağı anlamına gelirdi ve bunun doğru
olmadığını, tümörlerin yeniden
büyüyebildiğini biliyoruz ve tekrar büyümelerinin sebebi altında yatan
metabolik süreci düzeltmemiş olman.
insanoğlunun
karşılaştığı en ölümcül ve ele geçmez düşmanlardan biri. Kanser hücresi bir kere ortaya çıktı mı,
doku parçasında büyüyüp tüm vücuda zarar verecek şekilde yaşar. Bu doku diğer hücrelerden, dokulardan ve
organlardan besinleri çalar. Birçok
insan geleneksel tıbbın işe yaramadığını fark etmeye başladı. ATB (Amerikan Tıp Birliği)nin verdiğe
bilgiye göre, kanser için doktora gelen
hasta, kaçıncı evrede olduğundan bağımsız olarak, 1. ya da 4. evre olsun -çoğu kanser 4 evreye
ayrılıyor- evresinden bağımsız olarak
ilk defa doktora gelenlerin %30'undan azı, kemo, ameliyat ve radyasyon ile 5 yıl yaşıyor. Bu demektir ki %70'inden fazlası
ölüyor. Bu kabul edilemez. Ne kadarlık şansım var doktor?
(Marshall... Seni yanlış bilgilendirmek istemem İyileşmenin kesin olmadığını anladığına
eminim, fakat... ...mümkün olduğunca
çabuk ameliyat edebilirsek İyileşme
şansının iyi olduğuna inanıyorum.)
DR. MAX
GERSON'A AİT VE 1930 LARA DAYANAN ÖRNEK OLAYA GÖRE, VİTAMİNLER VE ÖZELLİKLE BÜYÜK MİKTARLARDA
TAZE SEBZE SULARI VE ORGANİK YİYECEKLER
KANSERİN GERİ ÇEVRİLMESİNİ SAĞLAYABİLİYOR
VE GERSON ÖLÜMCÜL HASTALARDA % 50 BİR BAŞARI ELDE ETTİ, ki gerçekten yüksek bir oran. Kötü huylu tümürlerde, Gerson Terapisi
olağanüstü. Gerson Terapi'nin kendisi
her doktorun öğrenmesi için yeterli sebep sunuyor, ama öğrenmiyorlar. Tıp okulu bu tür alternatiflerden
bahsetmez. Bu görüntüler, kanser
kurbanlarının Gerson Plus Besin Terapisi'nden önce ve sonra çekilmiş
resimleri. -şiddetli tümör- - ay sonra-
-non-Hodgkin's tümörü- - 18ay
sonra- Normal insan vücudunun savunma sisiteminin kuvveti kanseri imkansız kılacak noktadadır.
İNSAN VÜCUDUNUN
SAVUNMASI O KADAR KUVVETLİDİR Kİ, NORMAL
SAĞLIKLI BİR VÜCUT KANSER YA DA BAŞKA BİR KRONİK HASTALIK ÜRETEMEZ VE ÜRETMEYECEK DURUMDADIR. Ayrıca iyi, sağlıklı, normal, zengin, organik
yiyeceklerle hastalıkları geri çevirebilirsiniz, bizim yaptığımız da bu. Eğer kanseri geri çevirmek istiyorsanız
yapmanız gereken, içe dönüp kanserin
gelişmek için dayandığı içsel çevreyi tahrip etmektir ve bu kliniklerin yaptığı
da budur. Onların yapmadıkları ise,
vücuda yığınla kemoterapi, radyasyon ve zehirler yüklemek ve zaten zayıflamış olan bağışıklık
sisteminde daha fazla soruna yol açmak -
kişi bu sebepten kanser oluyor zaten.
VE G.
EDWARD GRİFFİN'İN SÖYLEDİĞİ GİBİ, EĞER BİRİNİ KANSER ETMEK İSTİYORSANIZ, ONA KEMOTERAPİ VERİN. ÇÜNKÜ ÇOĞU ZAMAN
BU KEMOTERAPİLERİN KENDİSİ KANSEROJEN. Yılda aldığım binlerce telefondan, pek
de az olmayan bir kısmı hastanelerin
onlara verebileceği en iyi tedavilerden geçmiş ve tümörleri sürekli geri
gelen insanlardan geliyor... ve
neden kanseri tekrar tekrar yaşadıklarını
sorduklarında ise doktor;
''Bilmiyoruz,
aslında kansere gerçekten neyin sebep olduğunu bilmiyoruz.''
diyor.
ASLINDA
BUNU 60 YILDIR BİLİYORUZ! Doğrusu
Edinburg Üniversitesi'nden PROF. JOHN BEARD'ÜN 1904'TE YAZDIĞI TEZDEN BERİ BİLİYORUZ Kİ; KANSER DURDURULMAMIŞ
BİR İYİLEŞME SÜRECİDİR. Yine aynı yere geliyoruz, ilaç
endüstrisi özellikle insanlara yalan söylemiyor, sadece olayları olması gerektiği gibi ele
almıyorlar. Klasik bir örnek, hayatta
kalma oranlarını değiştirmeleri. ''Yaşamak''
kelimesini bir reklamda duyduğunuzda demek oluyor ki;
'' TAMAM,
BİZE BAĞIŞ YAP, ÇÜNKÜ ARTIK GÖĞÜS KANSERİ OLAN KADINLARIN %80'İ HAYATTA KALIYOR.'' VE
YAPTIKLARI ANCAK ''HAYATTA KALMAK''
İFADESİNİ İLK TEDAVİDEN İTİBAREN 5 YIL ANLAMINDA YENİDEN TANIMLAMAK.
Teyzemi ele
alalım - teyzem kanser oldu, kanserden kurtulan olarak ölümsüzleştirildi çünkü 5 yıl yaşadı ama bundan 6 ay sonra
öldü. Yani iyileştirildi ve öldü.
1972 'de
Başkan Nixon, eğer kanser sorununa
yeterince para akıtırsak, çözebileceğimizi belirtti. Aya insan gönderebildiğimize göre bu problemi
de çözebilmemiz lazımdı. Birlikte zor
yeniliriz yeryüzünde hiç bir güç yoktur ki Amerikan halkının şevk ve ruhuyla
örtüşebilsin. Ve 'de büyük miktarda para
kaynağı sağlamaya karar verdi. O sene
25 bin Amerikalı kanserden öldü. Tam
25 yıl sonra, USA TODAY, büyük
bir gazete, sanırım Newsweek de tam olarak ne olduğunu rakamlarla
yayınladı. Olan şey, Amerikan
hükümetinin biz vergi mükelleflerini, 39
milyar dolarlık kanser araştırması yükü altına sokmasıydı.
25 yıl sonra, 1996'daki sonuç ise 560 bin insan kanserden öldü, iki katından
fazla!
Neredeyse
her kanser türü için 5 yıl ya da biraz daha iyi olan yaşam oranları son kırk yılda değişmedi. Gerçekten
çok üzücü.
KANSER
İNSANIN İKİ NUMARALI KATİLİ, İKİNCİSİ
KALP RAHATSIZLIĞI.
Bay
Marshall gibi kanser kurbanı biri depresif olur mu merak ediyorum. Savaşla ilgili bir şey görüyorsun, ve bu
kanser savaşı, savaşlar ancak çatışmaya
devam ettiğinde kazançlıdır. Kabul
edelim ki; kanser yarın ortadan kalksa, milyonlarca insan işsiz kalırdı. Yani ne yapmamız gerektiği konusunda gerçek
ortaya çıktığı taktirde, ortadan kaldıracağınız yıllık 200 milyar dolarlık
değeri olan bir endüstri.
BİRÇOK
ÜLKEDE KANSER HASTALARINI, BESİN TERAPİSİ İLE TEDAVİ ETMEK YASAK. BU ÜLKELERDEKİ TEK YASAL TEDAVİ YÖNTEMLERİ;
AMELİYAT, RADYASYON TERAPİ VE KEMOTERAPİ.
Bir çok
insan niye Meksika'da olduğumu soruyor.
İşte bu yüzden buradayım.
Amerikan vatandaşıyım, San Diego'da yaşıyorum, çocuklarım burada okula
gitti, doğru olduğuna inandığım şeyi doğduğum
ülkede yapmak isterdim. Hastalarımın
birçoğu Amerika'dan geliyor.
Hastalıklarının tedavisi için uygun olduğunu düşündükleri programı kendi
ülkelerinde uygulayabilmeyi isterlerdi, bu ister Avustralya olsun, ister Yeni Zellanda, ister Kanada, ister
İngiltere ya da Amerika, fark etmez.
Maalesef sağlık hizmeti kanunları değişmedikçe bunu yapamayız. Kansere karşı savaşta hep bir kol arkada
dövüşüldü ve ben asla ringe çıkıp, dünya ağır siklet şampiyon ile bir kolum
arkada dövüşmezdim. Ve HALA
KANSER ARAŞTIRMASINI VE TEDAVİSİNİ TEMELDE İLAÇ, AMELİYAT,
RADYASYON TEŞEBBÜSLERİ İLE SINIRLI TUTUP VE BESLENMEYİ CİDDİYETLE
DİKKATE ALMAYARAK BU İNSANLARA ÇOK BÜYÜK ZARAR VERDİK. Yani bu, insanlar yalan söylüyor, kanser endüstrisinden çalışan herkes bir
şekilde şeytan ya da ahlaksız demek değil.
Burada baktığımız şeyde gördüğümüz, bir çok insanın en iyisi olduğuna
inandığı şeyi yaptığı. İçten olabilirsin
ve içtenlikle yanılıyor olabilirsin. İyi
haber ise bugün bunu değiştirdiğimiz.
Kişinin az sayıda olan özgür seçimlerinden biri de, neyi yiyip
yemeyeceğidir. Yani vücudu yıkmak için
değil, güçlendirmek için her şeyi doğru yaptığımızdan emin olmalıyız. Bu
dünyanın her yerinde kabul görür, değil mi?
Yapabileceğin her
şeyi yapmak ve güverteyi yararına şeylerle doldurmalısın, yani bağışıklık sistemini beslenme ile
güçlendirmek ve vitaminleri hastalığa karşı vücuda destek için kullanmalısın
çünkü yetersiz beslenme kanseri yenmene yardımcı olmaz.
ERKEKLERDE
EN SIK SİNDİRİM SİSTEMİ KANSERE TUTULUR.
KOLON KANSERİ BAŞLANGIÇ İÇİN İYİDİR
ÇÜNKÜ TEDAVİSİ PEK DE KOLAY DEĞİL.
çok ciddi
bir hastalık ve % 100 önlenebilir, tabii ki
yüksek lif içeren bir diyet ve kanseri ağırlaştıran şeylerden
kaçınarak, bazı katkı maddeleri, gıda
koruyucular, çevresel kimyasallar...gibi
her türlü kansere sebep olabilecek şeyler. Japonya'da yaşayan ve standart Japon yemeklerini yiyen, standart Japon yaşam sekline sahip Japonlar, dünyadaki
en düşük kanser oranına sahipler. Ve bu düşük oranın, çok miktarda deniz
ürünü, balık ve deniz sebzeleri tüketimi ile ilişkili olduğuna inanılıyor. Bu diyet ile yüksek miktarda SELENYUM,
ÇİNKO VE GERMANYUM ALIMI OLUYOR, VE
DİĞER BÜTÜN ANTİ-KANSER ELMENTLERLE BİRLİKTE. Ayrıca sadece kansere karşı değil,
ALZHEİMER
VE KALP HASTALIĞINA KARŞI DA KORUYUCU ETKİSİ OLAN, YÜKSEK MİKTARDA OMEGA BALIK
YAĞI ALIMI DA OLUYOR.
Ve yeşil
çay içiyorlar, yeşil çayda bizi,
hücrelerimizi, genlerimizi kansere karşı koruyan bir dizi kimyasallar var.
Kadınlarda
meme ve rahim kanseri en yaygın olanları. Meme kanseri oranının çok düşük olduğu Japonya'dan, bir Japon kadını alıp
Amerika'ya transfer et ve yaşam şeklini
değiştirsin, kansere yakalanma ihtimali
Amerikalı kadınlarınkine ulaşacaktır, ki
bu oran % 13 civarında. Yani
Amerika'daki kadınların % 13 ü meme kanseri riski taşıyor. Japonlarda bu oran % 1 den az. Biz doktorlar tekniklerimizi
geliştiriyoruz. Hiç kimse kansere karşı
savaşında yalnız değil. Araştırmacılar
her gün daha fazla olgu buluyor ve açıklıyorlar. Kanseri yeneceğiz. ASIL KEMOTERAPİK MADDE OLARAK, DAMAR
İÇİNDEN YÜKSEK DOZDA C VİTAMİNİ VERİLENLERE BAKTIĞIMIZDA, DÜNYADAKİ HER KANSER HASTASI İÇİN
CANLANDIRICI, HARİKA HABERLERİMİZ VAR.
Kolay ve güvenli - ucuz olduğunu söyledim mi?
-
enjeksiyon yapacak bir doktor lazım.
Sadece ısrarcı olmalısınız.
Önümüzdeki on yıl boyunca bunun daha çok kabul göreceğine
inanıyorum ama kanserli hastaların
bekleyecek zamanı yok ve çoktan ölmüş
olanlar ise tıp dünyası ve sözüm ona her ihtimalin özgür araştırma ve geliştirilmesini desteklediği varsayılan
hükümet tarafından fena halde haksızlığa
uğradılar.
VE
ORTAYA ÇIKIP KEMOTERAPİ İLE KANSERİ TEDAVİ ETMEK YERİNE DAMARDAN GÜNLÜK 30, 60, 100 BİN MG. C VİTAMİNİNİ DOĞRUDAN KAN
DOLAŞIMINA VERMEYİ ÖNEREBİLİRSİNİZ VE BU
KANSER HÜCRELERİNİ ÖLDÜRECEKTİR.
BU KADAR
YÜKSEK DOZDA C VİTAMİNİ ÖZELLİKLE KANSER HÜCRELERİ İÇİN ZEHİRLİDİR VE BU TAM
OLARAK KEMOTERAPİNİN YAPTIĞI ŞEYDİR AMA
C VİTAMİNİ SAĞLIKLI HÜCRELERE ZARAR VERMEZ VE İNSANLARIN MİDESİ
BULANMAZ, SAÇLARINI KAYBETMEZLER, TEK YAPTIKLARI İYİLEŞMEKTİR.
Dozu 40.000
mg, 50.000 mg, 60.000mg'a yükselttik, 100.000 mg'a kadar çıktık, hatta 200.000
mg, bir günde nerdeyse çeyrek kiloya kadar enjekte yaptık. Ters etki yok, ters bir yan etki yok sadece
hafif bir sersemleme hali. Oysa büyük
miktarlarda C vitamini içeriği, 100 mg
almanız halinde böbrek taşına sebep olacağı anlamına geliyordu. Şimdi bunun neden uygulanmadığını merak
ediyoruz. Çünkü varsayıyoruz ki; eğer bu
çok iyi bir şey olsaydı doktorum zaten biliyor olurdu, eğer gerçekten iyi olsaydı televizyonda
olması gerekirdi, eğer çok iyi olsaydı
tıp okulunda öğretiliyor olurdu ve bu da başka bir varsayım. Tıp okulunda neden vitaminleri öğretmek
isteyeceksiniz ki?
Tıp okumuş ve bunun pratiğini yapmış
tıp doktorları, ve ilaç şirketleri
tarafından yüklüce yardım alırken neden
gidip vitaminlerle ilgilensinler ki?
İLAÇ ŞİRKETLERİ VİTAMİNLERİN REKLAMINI
YAPMAYACAKLAR, BU İŞE YARAMAZ. HÜKÜMET BUNLARIN İLAÇ ŞİRKETLERİ, DİĞER
LOBİLER VE TIP LOBİLERİ TARAFINDAN SAKLANDIĞI
KONUSUNDA HİÇ BİR ŞEY BİLMİYOR. İNSANLAR
HABERSİZLER ÇÜNKÜ ALDIKLARI EĞİTİMDE
ORTOMOLEKÜLER (VİTAMİN TEDAVİSİ) KELİMESİ HİÇ GEÇMEDİ.
Dr Hugh
ortomoleküler, yani tedavi edici besinlerin, ORTOMOLEKÜLER TIBBIN [3]tıp
fakültesinde ele alınan hiç bir konunun
cevabı olmadığını söyledi. Yani burada
elinde olan, sağlık sektöründeki iki farklı görüş ve karşılaştığın şey bizim şu
anda tecrübe ettiğimizle aynı, imkânsız
bir çatallaşma. İnsanlara kanser için yüksek
dozda C vitamini kullanımından bahsettiğinizde,
ve bunun sıkıca test edildiğini söylersiniz hatta Ulusal Sağlık Örgütü tarafından da
onaylandı. Dr. Reardon'un ekibi bunu 25
yıl ya da daha fazla zamandır yapıyor. Otuz yıldır, yüksek dozda vitaminlerin bir
kanser hastasının hayat kalitesini fazlasıyla yükselttiğini ve ömrünü
fazlasıyla uzattığını gördüm. Ve
kaynaklara bakıp bir çok yerde, yüksek dozda vitamin tedavisinin kanseri durdurduğunu
ve hatta geri çevirdiğini destekleyen yazılar bulabilirsiniz.
İMKÂNSIZ
BİR SORU. BU NEDEN UYGULANMIYOR?
Ve cevap tabii ki de, yeterince insan şikayet
edene kadar .... uygulanmayacak. Ancak herkes besin terapisini talep ederse
durum değişecek. Şu anda besin
terapisi ister ve bunun için doktora gidersen, bu bir şekilde Fransız restaurantında noodle (erişte)
ısmarlamaya benzer. Menüde yok ve nasıl
yapılacağını bilmiyorlar, ve sen de onu
alamayacaksın. Kendine bakmak ve yardım
etmek senin hakkın. Düzenleyicileri,
politikacıları doktorları ve üniversiteleri ve tıp eğitimi alan insanları,
anti-kanser özellikleri olan bitkiler olduğunu, kemoterapinin sonucu olan mide
bulantısına karşı kusmaya karşı bitkiler olduğunu, isiliğe yardım edebilecek
bitkiler olduğunu, yorgunluk ve baş ağrısına çözüm olabilecek bitkiler olduğunu
anlamaları için yeniden eğitmeliyiz.
Anne dinle... Artık eminim ki,
hükümet çalışanları işlerinde uzmanlar.
Fakat Bay Kahumana'nın çayını aldığımdan beri harika hissediyorum. Neden, bir tedavinin bu kadar etkili
olabileceğini bilmezdim. Neden her
zamanki ataklarım olmuyor artık. Peki
ya Bay Kahumana'nın çayından dolayı değil ise?
Ya Amerika'daki herkese bedava sağlık
sigortası verseler ve kimsenin buna ihtiyacı olmasaydı?
Amerika'da herkese sağlık hizmeti sağlamak
için nasıl finanse etmemiz ve değiştirmemiz konusunda bir sürü tartışma
var. Çoğu medeni ülkenin, hemen hemen
herkes için sağlık hizmetini garantileyen milli sağlık programları var. Amerika'da ise bunun olmadığı çok açık. Birleşik Devletlerde sigortasız olan belki
milyon insan var. Bu durum, olması
gerektiği gibi dikkat çekiyor. Ama pek
de iyi çalışmayan bir sisteme giriş hakkı vermek çözüm mü?
Ya da nasıl sağlıklı olunacağını öğretmek mi
iyi bir fikir olurdu?
BENCE TEDAVİYE
DEĞİL, EĞİTİME İHTİYAÇLARI VAR. İnsanlara sağlıklarını geliştirmenin,
büyük faydasının anlatılması lazım kanser ya da her ne hastalıkları varsa. Tıp dünyasında olup bitenlerin büyük ölçüde
değiştiği bir dönemdeyiz, artık bütün
bilgi sadece onların elinin altında değil,
internet bu durumu değiştirdi. Ve
nüfusun giderek artan bir kısmı, sağlığını kendi ellerine almaya başlıyor. Çok daha fazla değişiklikler olacak, bu şekilde devam edemez. Yani artık sistem parçalanıyor. Toplum için besini öncelikli koruma yöntemi
yapmalıyız ve bu konuda en az küresel ısınmada olduğu kadar istekli
olmalıyız. Yapmamız gereken şey halkı
şunlara ikna edebilmek; ne yiyorsan
osundur, yiyecekler modunu değiştirebilir,
sen, şu ana kadar kendine yaptıklarının sonucusun, ve yaptığın seçimler hayatının sonucunu
direkt olarak etkiler. Ve yaşında gayet
fit ve sağlıklı iken kötü beslendiğini unutmak yeterince kolay olabilir ama40
lı, 50 li ve 60 lı yaşlara geldiğinde
her şey çok farklı gözükür ve bir seri
dejeneratif hastalık ile yatağa düşersin.
Hala gerçekte hastalık hizmeti sektörü olan bir sağlık sistemimiz
var, doktorlar, hastaneler, pataloglar
ve eczacılarla donatılmış durumda. Ve bu
şekildeki bir sistem kendisiyle ilgilenecektir,
daha fazla iş ister ve gerçekte hastalık ve rahatsızlıkları azaltmakla
ilgilenmez. Daha fazla iş, daha fazla
kazanç demek ve bu da tıp endüstrisinin bir parçası ve orada bulunması gerekiyor, bu son derece
önemli. Tıp endüstrisi birçok şeyi doğru
yapıyor. Doğumda bebek kalımtımı -
dahice. A&K (Acil&Kaza) travma
tedavisi - dahice. Tanrı korusun
otobanda paramparça oldunuz ve sizi tekrar bir araya getirmek zorundalar, bunu yaparken çok başarılılar.
Tıp dünyası
bunu yanlış anladı. Vitamin öneren tıp
okulları bile, çok büyük dozda vitamin önermiyor. Alternatif tıp üzerine kurs veren fakülteler
bile, buna tam anlamıyla odaklanmıyor.
Bence sadece kafa sallayıp geçiyorlar.
Bunu fark eden her insanın vereceği cevap, eğer bir şeyin doğru yapılmasını
istiyorsan kendin yapmak zorundasın.
Okumak zorundasın. Araştırmak zorundasın. Bu bilgiye ulaşmayı istemek zorundasın ve
ayrıca eklemeliyim ki, gerçekten
vitaminleri almaya ve gerçekten sebzelerin suyunu çıkarmaya istekli olmalısın. Bekleneni yapmak zorundasın. Ve şu anda bunu seyreden, bir seçim yapma
seviyesinde olan herkes kendi hayatlarını, ailelerinin, çocuklarının ve gezegenin
kendisinin hayatını da iyileştirecek bir şeyler yapmak ister. Ve bütün bitkilerin ve her şeyin hayatını
da. Eğer bu bizim seçimimiz ise, gıda
seçimlerimiz de bununla ilişkilendirilmeli çünkü uçak yolculuğu yaptığında ve
pencereden baktığında aşağıda gördüklerin sadece tarlalardır. Gezegenimizle etkileşimde olduğumuz
öncelikli yol tarım ve eğer gıda seçimlerimizi değiştirirsek, tarımı
değiştiririz ve birden bire mısır,
buğday, soya diyetlerinden süper gıda diyetlerine ve organik diyetlere ve çiğ gıda diyetlerine
geçeriz ve gezegenle etkileşim şeklimizi
tam anlamıyla ve tamamen değiştiririz.
Bu gezegende yaptığımız bir numaralı şey bir şeyler yetiştirmek. Bütün bu kimyasal kontrollü dev tarım işine
rağmen, yetiştiricilik hala ön
planda. Genetiği ile oynanmış mısır
yetiştirebiliriz, ya da dünyadaki en
muhteşem goji börütlenlerini yetiştirebiliriz.
Daha birçokları alternatiflere dönüyor,
çünkü öncesinde yapılan hiçbir şey işe yaramadı, işe yaramadı işte.
YÜKSELEN
KANSER ORANLARINA BAKTIĞIMDA, KALP HASTALIĞI, FELÇ, ALZHEİMER VE YAŞLILIK BUNAMASI VE BİLİŞSEL
ÇÖKÜŞ...
Değişiklik
zamanı gelmiş. Eski yöntemlerin işe yaramadığı çok açık ve yapmamız gereken
ise, taze bir algılamaya ve esasa dönmeye ihtiyacımız var. Ve esas olan, bu problemlerin hiç birine
sahip olmayan kültürlere dönüp bir bakmak.
Aynı şekilde eğer bir milyoner olmak istiyorsan, git bir milyonerle
konuş, barda oturup, kaçırdığı son altın
fırsatın enkazından kurtulmaya çalışan adamla değil.
Git
sıradan bir şekilde kanser ve kalp hastalığına yakalanmadan yüz yıl yaşayan
insanları bul, ve bak bakalım bunu nasıl başardıklarını anlayabiliyor
musun ve biz bu çalışmayı yaptık, bunu
bilimsel olarak geçtiğimiz yüz yıl boyunca yaptık ve tamamen görmezden gelindi.
Verdiğim
ilk kurs 1976 yılındaydı ve tıpta
unutulmuş araştırmalar adını taşıyordu
ve bugün de aynı çalışmayı yapıyorum.
BÜTÜN KALBİMLE İNANIYORUM Kİ DÜNYADAKİ EN İYİ DOKTOR, DÜNYADAKİ EN İYİ DİYETİSYEN SİZSİNİZ. ASLINDA HER ŞEY SENİN İÇİNDE VAR, BİR
ŞEYLERİN SENİN İÇİN DOĞRU OLUP OLMADIĞINI
HİSSETMENE YARAYACAK TÜM EKİPMANA SAHİPSİN.
İyi haber
ise insanların bir avuç aptal olmadığı. Abraham Lincoln bunu şöyle ifade
etmişti,
''BAZI
İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRABİLİRSİN, VE
BÜTÜN İNSANLARI BAZEN KANDIRABİLİRSİN,
AMA BÜTÜN İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSIN.''
Ve bu
yüzden nüfusun yarıdan fazlası artık vitamin alıyor, doktorların çoğunun bunun
gerçekten gerekli olmadığını söylemelerine rağmen. Tıp profesörlerinden daha çabuk anlayan bir
halkımız var. Bir şekilde üzücü ama bir
şekilde de çok iyi. İnsanlar hasta
olmayı bırakıp, kişi olmaya başlamalılar.
Neden sağlıklı ve mutlu olmayasın?
Hayatını değiştir, biraz egzersiz yap, doğru
beslen, daha iyi hissediyorsun, tamam
çok iyi, daha iyi gözüküyorsun, peki
güzel, daha uzun yaşıyorsun, güzel, paranı kurtarıyorsun, güzel, ve bunu kendine yapmaktan dolayı gayet memnun
oluyorsun. İnsanlar düşünüyor ki; '
'TIP
EĞİTİMİM YOK, BEN BUNU YAPAMAM.'' Hadi ama! Doğru beslenmek, sebze suyu içmek
ve egzersiz yapmak ne kadar zor olabilir?
Bu bilgi için bir seviyede olman
gerekmiyor. Çok basit işliyor. Ucuz, basit, güvenli ve etkili. İnsanların bunu yapmamasındaki en büyük sebep
sorumluluk almayı gerektirmesi ve bu da tek çıkış yolu. Çiğ, organik ve bitkisel temelli beslenmeyi
seçtiğimizde, gücümüzü geri kazanırız ve kalitemizin olacağına karar veririz ve
kimyasalların içinde olan, daha önceden adını bile duymadığımız farklı içerik
yüzünden acı çekmeyiz. Vejeteryanizm,
veganizm ya da çiğ beslenme konusunda vaaz veren büyük bir savunucu
değilim. Ama bir gerçeklik olarak
biliyoruz ki; % 80 çiğ, organik bitki bazlı,
her türlü meyveyi, sebzeyi, kuru yemişi, tohumu, deniz bitkilerini,
lahanaları, otları, süper gıdaları ve
yabani otları kapsayan bir diyet, sağlıklı ve son derece bereketli bir hayatın
büyük değerli bir parçasıdır.
Sihirli değnek yok; monoterapi yok kanseri ya
da kalp hastalığını tedavi eden. Ama
yaşam tarzı değişikliği var; ciddi
kronik hastalıkları önleyen, durduran ve geri çeviren. Çözüm burada ve her zaman buradaydı. Geriye kalan tek şey eğitim, çünkü insanların
bir kez çözümün en olduğunu bildikten sonra ona göre hareket edeceklerine
eminim. Karar verecekler - evet, bunu yapıyorduk.
[1]
Spirulina her ne kadar 21. yüzyılın süper gıdası olarak tanıtılsa da yüzyıllar
önce insanoğlu tarafından keşfedilmiş bir besindir. Spirulina'nın Texcoco gölü
kıyısında yaşayan Aztekler tarafından tüketildiğine ilişkin en eski kaynak 1524
yılına dayanmaktadır. Ayrıca Çad Gölü kıyısında yaşayan Kanembu kabilesi
yerlileri de bu besini çok eski çağlardan beri tanımakta ve yiyecek olarak
tüketmektedirler. Ancak ticari kültürlerinin yapılması ve bilimsel anlamdaki
çalışmaların başlaması; ürünün 1963 yılında Fransız Petrol Araştırma Enstitüsü
tarafından ortaya çıkarılarak. %60-70 oranında protein içeren spirulina. algini
laboratuarlarında üretilmesiyle olmuştur. Daha sonra NASA astronotlara besin
tableti yapılması amacıyla bu alg üzerinde yapılan ilk çalışmalara öncülük etmiştir.
Dünya üzerinde bir çok ülkede spirulina üretimi yıllardan beri yapılmaktadır.
Geçtiğimiz yıl Birleşmiş Milletler ve Dünya Tarım Örgütleri tarafından
spirulina'nın çocuklar ve yetişkinler için güvenli ve faydalı bir besin olduğu
kabul edilmiş ve tüketimi önerilmektedir. Türkiye'de de 3 yıllık bir çalışmanın
sonucunda başarı sağlanarak ilk yerli spirulina Ege Üniversitesi EBİLTEM ve
Egert Ltd. işbirliğiyle üretilmiştir.
http://ekolojikurunler.ekoses.com/shopexd.asp?id=863
BU
ÜRÜN İTHAL Mİ EDİLİYOR?
Spirulina
uzun yıllardır ithal edilmekteydi. Ancak Ege Üniversitesi Bilim Teknoloji
Uygulama ve Araştırma Merkezi - EBİLTEM - bünyesinde gerçekleştirilen
çalışmalar sonrasında ülkemizin ilk yerli Spirulina üretimini İzmir'deki
tesislerde gerçekleştirmiştir.
Doğadaki
en zengin komple yüksek biyolojik değerde proteine sahiptir. Kendisine en yakın
soya fasulyesinden yaklaşık 2 kat daha fazladır
Doğadaki
en zengin B-12 vitaminine sahip besindir. En yakın takipçisi dana ciğerine göre
2-6 kat daha fazladır. B-12 kısaca yüksek enerji anlamına gelmektedir.
Doğadaki
en zengin organik demir oranına sahiptir. Ispanaktan 58 kat. dana ciğerinden 28
kat daha fazladır.
Doğadaki
en zengin antioxidant kaynağıdır. Başlıca sahip olduğu Antioksidantlar; vitaminler
B-1 . B-5 ve B-6. Mineraller çinko . mangenezyum ve bakır. amino asitler
methionine ve superantioxidant beta-carotene. vitamin E ve selenyum.
Doğadaki
en zengin E vitamini içeren besindir. Kendisine en yakın buğday filizinden 3
kat daha fazladır. Sentetik E vitaminine göre . Biyolojik aktivitesi %49 daha
fazladır.
Doğadaki
en zengin Gamma Linolenic Asit (GLA) içeren besindir. En yakın Çuha Çiçeği
yağından 3 kat daha yüksektir.
Doğadaki
en zengin klorofile sahiptir. Alfalfa ve buğday bitkisinden 5-30 kat daha
fazladır.SPİRULİNA HAKKINDA BAZI ÇARPICI GERÇEKLER:
[2] Niyasin:
Niyasin, Nikotinik asit veya B3 vitamini suda çözünür bir vitamindir. Türevleri
olan NADH, NADPH, NAD ve NAD+ hücrelerde enerji metabolizması, nükleik asit,
protein, yağ ve karbonhidrat metabolizmasında gereksinim duyulan zorunlu bir
vitamindir. Vitamin B3 terimine niyasinamit de dahil edilir çünkü bu bileşik vücuda
alındıktan sonra niyasine dönüşür.
Vitamin
B3 Niacin, aynı zamanda Nicotinik asit veya Niacinamide olarakta bilinir. Yağların,
proteinlerin ve karbonhidratlerın metabolizması için gereken vitaminlerdendir.
Midedeki sindirimde önemli rol oynayan hidro klorik asit salgılanmasında da
niacin önemli bir yere sahiptir.
Hayvansal
besinlerin yanısıra kabuklu buğday, limon, kabak, soya, domates, patates, bira
mayası, hurma, incir, portakal gibi bitkisel besinlerde bol miktarda bulunur.
B3 vitamini eksikliğinde deriyi, sinir sistemini ve sindirim sistemini tutan
pellegra adlı hastalık ortaya çıkar.
Niacin
merkezi sinir sistemi içinde çok önem taşır. Beyin fonksiyonları ve düşünmek
içinde niacin gereklidir. Bazı ruh hastalıklarının tedavisinde de bir yardımcı
olarak niacin kullanılır. Enerji metabolizmamızın en önemli yöneticilerinden
insülin yapımı içinde niacin gereklidir. Seks hormonlarımız olan estrojen ve
testesteron yapımıda niacin gerektirir.
Niacin
eksikliğinde pellegra hastalığı ismi verilen bir hastalık ortaya çıkar. Bu
hastalık eskiden uzun süre denize açılan denizcilerde görülürdü. Merkezi sinir
sisteminin fonksiyon bozuklukları, sindirim bozuklukları, ishal,
bunama,depresyon, ve deride kalınlaşma bu hastalığın bulgularıdır.
Niacin’in
kan kollesterol seviyesini düşürücü etkileri konusunda ciddi çalışmalar
sürmektedir. Yüksek dozlarda niacin alımı özellikle yüzde ve deride kızarma,
yanma ve kaşıntı ile kendisini belli eden, zararı olmayan ve 20 dakika içinde
kendinliğinden geçen bir tablo yaratabilir. Bir bardak su içmek tablonun daha
kolay geçmesi için yardımcı olur. Yüksek dozlarda niacinin kullanımı bazı
hastalığı olanlarda hastalığın şiddetlenmesine neden olabilir. Mide ülserleri,
gut hastalığı, glokom, diabet (şeker hastalığı) ve karaciğer hastalıkları
şiddetlenebilir. Bu nedenle doktorunuza danışmadan yüksek dozlarda (1.000 mg
gibi) kullanılmamalıdır.
Niacin
doğal olarak kırmızı ette,havuçta, yoğurtta, yumurtada, balıkta, sütte, patates
ve domateste bulunur.
[3] Ortomoleküler
Terapi: İnsan organizmasında nice farklı maddeler bulunur. Bunların bir
kısmı vücudun kendisi tarafından üretilir, büyük bir kısmıda yiyeceklerle
alınır. Bunlar vitaminler, antioksidanlar, mineraller, esensiyel doymamış
yağlar, peptidler ve enzimlerdir ve sağlığımız için çok önemlidirler. Olmaları
gereken onsantrasyonda değillerse,
eksiklikleri ve buna bağlı hastalıkların oluşması sözkonusudur. Aşırı efor sarf edilen zamanlar ve
hastalıklar esnasında günlük yemekle alınan bu maddeler oranca açığı
kapatamazlar (Hele son yıllarda öğünler bu maddeleri içermek açısından hiç de
zengin olmadığı için) ! Hastayken vitaminlere, minerallere olan ihtiyacımız
yaklaşık yüz katına çıkar.
Bunun
üzerine, çok rahatsızlıklar esnasında bağırsakların hazımda zorlanması gerekli
maddeleri ayrıştıramaması gelir. Tabii hazım sıkıntısı vücutta gerekli besin
ögelerinin tutulmasını engeller. Aynı şekilde bağırsakların kendine has bakteri
tabakası değişime uğradığından ya da normalde zararsız olan Candida mikrobu
(Mantar hastalığı) yaptığında da zaruri ihtiyaç olan besin ögeleri alınamamakta
ve tam manasıyla bağırsaklarda boşaltımda olamamaktadır. Üreme tekniklerinin
kullanıldığı dönemlerde hastaların bu maddeler açısından dengede olması
şarttır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar