HİTLER'İN PSİKOPATOLOJİSİ
İkinci Dünya Savaşı
sırasında, 1943'te, İngiliz Haberalma Örgütü'nün Hitler'in kişiliğini tanımak
amacıyla Dr. Walter C. Langer başkanlığında bir bilim adamları kuruluna
yaptırdığı inceleme. İlk olarak 1972'de yayımlanarak gün ışığına çıkan bu "gizli
rapor", Hitler'in psikopatolojik kişilik yapısını ruhbilimsel
çözümlemelerle gözler önüne seriyor. Propaganda amacıyla değil, dönemin İngiliz
yöneticilerini bilgilendirmek üzere hazırlanmıştır. Aslında siyasîlerin güzel
bir analizidir.
1936'da, Rhineland'ın yeniden işgali sırasında,
Hitler kendisini yönlendiren etkiyi olağanüstü bir biçimde şöyle açıklamıştı:
"İnandığım yolda, bir
uyurgezerin sakınmazlığı ve inadıyla yürürüm ben."
Daha o zaman bile, uluslararası bir bunalımın
ortasındaki altmış yedi milyonluk bir halkın tartışmasız önderi olabilmek için
yapılan bu konuşma, dünyayı şaşkınlığa sürüklemişti. İzlediği yolun akla uygunluğundan
kuşku duyan ihtiyatlı yandaşların eleştirilerine karşı verilen bir güvenceydi
bu. Gene de bu sözlerde gerçeğe uygun bir itiraf payı vardı. İhtiyatlı
yandaşları, Hitler'in Rhineland'ı yeniden işgal etme önerisinden yalnızca daha
çok toprağa sahip olma anlamını çıkarmışlardı. Bu uyurgezer yürüyüşü, onu
kimsenin ayak basmaya cesaret edemediği yollara sürüklemiş; sonunda kimsenin
erişemediği bir başarının doruğuna ulaştırmıştı, ama bu yol onu aynı zamanda
bir felaketin kıyısına da sürükledi. Hitler, tarihin sayfalarına dünyanın
şimdiye kadar tanıdığı en sevilen ve en nefret edilen bir kişi olarak
geçecektir.
Çoğu kişi duraksayıp, şu soruyu sormuştur kendi
kendisine:
"Bu adam
girişimlerinde gerçekten inançlı mı, yoksa düzenbazın teki mi?"
Geçmişi konusundaki en küçük bir bilgi bile böyle
bir soruyu sormamızı zorunlu kılmaktadır. Dahası, onun yaşamına tanık
olanların verdiği bilgilerde bile, birbiriyle çelişen pek çok nokta
bulunmaktadır. Bir insanın hem bu denli içten olabilmesi hem de Hitler'in
yaptıklarına benzer işler yapması inanılmaz gibi görünüyor. Gerek onunla daha
önceleri ilişki kurmuş olan görüşebildiğimiz kişiler, gerekse bu konuda uzman
sayılabilecek yabancılar, Hitler'in, kendi büyüklüğüne kesin bir inancı olduğu
konusunda aynı şeyleri söylediler. Fuchs, Berchtesgaden'de Schuschning'e
Hitler'in şöyle dediğini aktarır:
"Gelmiş geçmiş en
büyük Alman'ın huzurunda bulunduğunuzun farkında mısınız?"
Bu sözleri ister söylesin ister söylemesin, şu
sıralarda bunun bizim açımızdan pek bir önemi yoktur. Bu cümlede özetlenen
bakış açısı, kişisel olarak görüştüğümüz tanıkların anlattıklarında da
belirtilmişti. Örneğin, Rauschning'e bir keresinde şöyle demişti Hitler:
"Benim tarihsel
açıdan büyüklüğüm, sizin onayınızı gerektirmeyecek kadar açıktır."
Bir zamanlar Hitler' den korktuğunu açıkça
belirtmiş olan Strasser'e göre, onun şöyle dediğini öğreniyoruz:
"Yanılmam ben.
Söylediğim ve yaptığım her şey tarihtir."
Bu konuda, daha başka örnekler de verilebilir.
Oechsner, Hitler'in bu düşüncesini, aşağıdaki gibi özetliyordu:
"Alman tarihinde, hiç
kimsenin Almanları kendisi kadar üstün duruma getirememiş olduğu inanandaydı.
Bütün Alman devlet adamları bu sanıya kapılmışlar ama gerçekte
başaramamışlardır."
Bu düşünce onu, bir devlet adamı olarak sınırlamaz
yalnızca. En büyük savaş tanrısı olduğuna da inancı vardı. Örneğin
Rauschning'e şunları söylemişti bu konuda Hitler:
"Bana göre savaş bir
oyun değildir. Generallerin bana emretmelerine izin vermem. Savaşı ben yönetirim.
Saldırı için en uygun anı ben belirleyeceğim. En hayırlı an olacak bu, onu
sarsılmaz bir azimle bekliyorum. Kaçırmayacağım o anı."1
Onun, birçok Alman saldırı ve savunma planına
katkısı olduğu da bir gerçektir. Kendisini, yargı konularında da yetkili bir
kişi olarak görmekteydi. Hatta, Reichstag'da bütün dünyaya karşı yaptığı bir
konuşmada şunları söylemekten yüzü hiç kızarmamıştır:
"Şu son yirmi dört
saat için Almanya'nın en yüce yargıcıydım ben."
Dahası, kendisini Alman mimarlarının en büyüğü
olarak da görür, çoğu zamanını yeni bina taslakları, yeni kent modelleri çizmekle
geçirir. Güzel Sanatlar Okulu giriş sınavlarında başarı gösterememesine
rağmen, kendisini bu alanda tek uzman olarak görür.
Birkaç yıl önce, bütün sanat konularında son
yargıyı vermek üzere üç kişilik bir kurul atamış, ama vardıkları sonucu beğenmeyerek
onları görevlerinden alıp, bu işi kendisi üstlenmişti. İktisat, öğretim, dış
ilişkiler, propaganda, sinema, müzik ve kadın giyimi konularında da bundan
farklı davranmaz. Her alanda, kendisini sorgusuz sualsiz bir otorite olarak
kabul etmektedir.
Kendi katı tutumu ve acımasızlığıyla da
övünmektedir.
"Belki de yüzyıllardan
beri, Almanya'da gelmiş geçmiş en kah tutumlu Alman’ım ben. Şimdiye kadar
hiçbir Alman önderinin sahip olmadığı yetkilere sahibim. Ama hepsinden öte,
kendi başarıma inanıyorum. Kayıtsız şartsız inanıyorum.”
Kendi gücüne olan inancı, "kaadiri
mutlak"lık duygusunun sınırındadır. Bu konudaki düşüncelerini
açıklamaktan da kaçınmaz:
"Son bir yıl içindeki
olaylar boyunca, onun kendi dehasına, içgüdülerine ve rahatlıkla söyleyebilirim
ki, yıldızına olan inancının sınırsız olduğu ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar,
kendisinin yanılmaz ve yenilmez olduğuna inancını dile getirir. Bu duygu,
eleştiriye ya da kendisininkiyle uyuşmayan bir düşünceye dayanamayışını da
açıklar. Ona karşı çıkmak demek, kendi açısından, Lèse Majesté
(devlete karşı işlenen) bir
suçtur. Her ne yönden gelirse gelsin, planlarına karşı çıkmak, tam anlamıyla
kaadir-i mutlaklığının vurucu gücünü gösteren bir tepkiyle karşılaşırlar,"
Sir Nevil Henderson diyorki;
“Onunla ilk karşılaştığımda
olaylar hakkında akıl yürütmesi ve gerçekler karşısında uyanıklığı, beni etkilemişti.
Ama zaman geçtikçe, gitgide akıl dışı tutumu benimsediğini, yanılmazlığı ve
büyüklüğü konusunda temelsiz ama kesin bir inanca sahip olduğunu anladım."
Görülüyor ki, Hitler'in kendi büyüklüğüyle ilgili
bu sarsılmaz inancı konusunda, küçük bir şüphe kıvılcımı bile ortaya
çıkmamaktadır. Şimdi, bu inancın kökenini araştırma sırası geldi. Hemen hemen
tüm yazarlar, Hitler'in kendisine güvenini, yıldız falına olan büyük inancına
ve kendisine tutacağı yol konusunda öğütlerde bulunan falcılarla olan sürekli
ilişkisine dayandırırlar. Kesinlikle söyleyebiliriz ki, bu doğru değildir.
Hitler'i oldukça yakından tanıyan, görüştüğümüz bütün kişiler, bunu saçma olarak
karşıladılar. Hepsinin birleştikleri nokta, Hitler'in tutumunu belirleyen
olguların kaynağının yine kendisinde olduğudur. Hollanda'nın Berlin'deki
elçiliğinin bir mensubu da bu görüşü paylaşıyor ve şöyle diyor:
"Führer, yıldız falına
inanmadığı gibi, bu tür şeylere karşıydı da. Çünkü farkında olmadan onlardan
etkilenme korkusu içindeydi."
Oldukça
anlamlı bir durum da, Hitler'in, savaştan bir süre önce Almanya'da yıldız
falcılığını ve her türlü falcılığı yasaklamış olmasıdır.
Hitler'in kendi yanılmazlığı hakkındaki kanısının
ve duygusunun ona bir çeşit kılavuzluk görevi yaptığı görülüyor. Yukarıda
belirttiğimiz aydınlatıcı bilgiler, olasılıkla, partinin kuruluş yıllarına
dayanır. Strasser'e göre, 1920'lerin başlarında Hitler, Hanussen adında, yıldız
falcılığı da yapan birinden etkili konuşma ve kitle ruhbilimi konusunda düzenli
dersler almıştı. Oldukça zeki biriydi bu. Strasser ve Hitler'e, kitleler
üzerinde etkili olmak için, yığınlara nasıl "hitap etmek" gerektiği
konusunda epey şey öğretmişti. Öğrenildiğine göre, Hitler'in Nasyonal Sosyalist
hareketin özü ve izlenmesi gereken yol konusunda herhangi bir özel düşüncesi
yoktu. Hanussen'in o zamanlar Münih'te epey etkin olan falcılarla ilişkisi olduğundan
söz ediyor Von Wiegand. Hanussen aracılığıyla, Hitler'in de bu falcılarla
ilişkisi olabilirdi. Von Wiegand şunları yazıyor bu konuda:
"Adolf Hitler'le ilk
tanıştığım 1921-22 yıllarında o, yıldız falına inanan bir çevre ile
ilgileniyordu. Yeni bir Reich ve yeni bir Charlemagne'in ortaya çıkacağı
söylentileri yaygındı. O günlerde, Hitler, bu yıldız falı ve kehanetlere ne
dereceye kadar inanıyordu, bunu bilmiyordum. Bunları ne yadsıyor, ne de onaylıyordu.
Gene de, bu fallardan ve kehanetlerden, içindeki inancı ve o zamanki yeni,
mücadeleci eylemini geliştirmek için yararlanmaya da karşı değildi."
Olasılıkla falcılarla olan yakınlığı söylentisi
gittikçe artmıştır da.
Çeşitli konularda epey kitap okumasına rağmen bu
"yanılmazlık" ve "her şeyi bilirliğinin" kitaplardan
doğduğuna inanmaz. Tam tersine iş, ulusların kaderlerini yönlendirmeye gelince
kitapları bile yok sayar. Gerçekte, akla hiç değer vermez. Bu konuda, çeşitli
yerlerde söylediği birkaç söze bakalım:
"Ussal yeteneklerin
geliştirilmesinin önemi ikincildir."
"Bilgi ve zekâya sahip
olan okumuş kişiler, içgüdülerin yönlendirici gücünden yoksundurlar."
"Herkesten çok şey
bildiğini sanan şu reziller (aydınlar)..."
"Akıl her şeye
hükmedecek bir biçimde gelişti, yaşamın bir hastalığı haline geldi."
Hitler'in uygulamalarına yön veren, bütünüyle
farklı bir şeydi. Açıkça görüldüğü gibi, Hitler kendisinin, Almanya'ya
kurtarıcı bir Tanrı olarak gönderildiğine, özel bir görevle (mission) yükümlü
olduğuna inanmaktadır. Gerçi, bu özel görevin boyutları konusunda kesin bir
fikri yoktur, ama Alman halkını kurtarmak ve Avrupa'ya yeni bir düzen getirmek
için seçilmiş olduğundan da kuşkusu
yoktur. Bu görev nasıl yerine getirilecektir?
Bu konuda açık bir düşüncesi olmamasına rağmen,
attığı her adıma yön veren "içindeki ses"in peşinden gidiyor,
onu yalnız bu ilgilendiriyor. İşte bu içsel ses, onun kendi yolunda bir
uyurgezerin sakınmazlığı ve güveni içinde yürümesini sağlıyor.
"Bana, Tanrı'nın
yüklediği görevleri yerine getiriyorum
"Dünya üzerinde hiçbir güç Alman devletini
sarsamaz şimdi; Yüce Tanrı, bu Germanik görevi başarıyla yerine getirmemi buyurdu."'
"Bu ses buyurduğunda, harekete geçmenin tam
vaktidir."
(Germanik görev: (Germanik Task) Alman ulusunu öteki uluslardan
üstün kılmayı amaçlayan metafizik inanç)
Bu özel göreve sahip oluş, Tanrı'nın koruyuculuğu
ve kılavuzluğu kanısı, Hitler'e Alman halkı üzerinde bu nitelikleriyle etkili
olma sorumluluğunu da aşılamıştır.
Çoğu kişi, Hitler'deki bu yazgı (kader) ve görev
duygusunun, kazandığı başarılarla ortaya çıktığına inanır. Doğru değildir bu.
İncelememizin Beşinci Bölümü'nde, sarsılmaz bir inan durumuna gelmesi çok
sonralara rastladığı halde, Hitler'in bu duyguyu uzun yıllar içinde taşıdığım
göstermeye çalışacağız. Bu sarsılmaz inancın, son savaş (II. Dünya Savaşı) boyunca
Hitler'in eylemlerine, her zamankinden çok yön vermesi zorunluydu. Bu konuda
Mend (arkadaşlarından biri) şöyle diyor:
"Bu hususta, garip bir 'kehanet'i akla
geliyor: 1915 Noelinden kısa bir zaman önce, bir gün kendisinin olağanüstü
işler başaracağım söyledi. Yapacağımız tek şey, o zamanın gelmesini beklemekti."
Daha sonraları da, kendisinin söylediğine göre, "Tanrısal
Koruma" altındadır. Bunun en çarpıcı örneği aşağıdaki sözleridir:
"Birkaç arkadaşla
siperde yemek yiyordum. Birden bir ses sanki bana, ‘Kalk yerinden, öte tarafa
geç,' der gibi oldu. Bu o denli kesin ve açıktı ki, elimde olmadan uydum.
Sanki bir askeri emirdi bu. Önce ayağa kalktım, yirmi adım kadar, elimde
yiyecek olarak verilen konserve kutusu olduğu halde, siper boyunca yürüdüm.
Sonra oturup yemeğime devam ettim. Kafam o anda bomboştu, yemeğimi yemeyi
sürdürdüm. Biraz önce terk ettiğim yerde, içimdeki sesin sağır edici somut
kanıtı, ani bir patlamayla belirdi; bir top mermisi, biraz önce birlikte
olduğum arkadaşlarımın başında patlamış, hepsi ölmüştü."'
Gazın yol açtığı ileri sürülen geçici bir körlükten
dolayı Pasewalk'taki hastanede acılar içinde kıvranarak yatarken, içine doğan
başka bir şey daha vardı:
"Yatağa çivilenmiş
olarak yatarken Almanya'yı kurtarıp, onu yüce bir devlet haline getirme fikri
içime doğmuştu. Bunu hemen yerine getirmeliyim."
Anlattıklarının, daha sonra, Münihli yıldız
falcılarının görüşleriyle tam bir uyum içinde olması gerekir; dahası, Hitler
bu falcıların kehanetlerinin altında bir doğrunun yattığına inanıyorsa, büyük
bir olasılıkla, onların kendisinden söz ettiğine de inanıyor olmalıdır.
Ama o günlerde, falcılarla kendisi ya da sahip
olduğuna inandığı Tanrısal önderlik arasındaki bir ilişkinin varlığına da hiç
değinmemiştir. Bu tür bir ilişkinin varlığını açıklamanın, daha işin
başındayken, kendisine bir yararı olmayacağını düşünmüş de olabilir. Gene de, Von Wiegand'in belirttiği gibi, amacına ulaşma yolunda, bu tür
kehanetlerden yararlanmanın da karşısında değildi. O zamanlar, gerçek kurtarıcının
ortaya çıkışını haberleyen "muştucu" rolü, tahmin edildiği
kadar önemsiz ve masum da değildi. Bu, 1923'teki, Almanya'da Nazi rejimini
getirmek için bir başlangıç olarak Bavyera Eyalet Hükümeti'ni devirmeyi amaçlayan başarısız girişimin duruşması
sırasında verdiği ifadede de kendisi tarafından açıklanmıştır. Şunları
söylemişti bu konuda:
"Ne koltuk hırsım var,
ne de bunun için mücadele etmek gerektiğine inanıyorum; bunu kabul etmelisiniz.
Tarihe, yalnızca bir bakan olarak adını yazdırmak isteyen bir büyük adam için
bunun ne değeri olabilir? Daha ilk günlerden beri aklımdan binlerce kez
geçirmişimdir: Ben, Marksizmi yok edip ortadan kaldırmakla yükümlüyüm. Bu
görevi yerine getireceğim. O zaman, hükümette bir unvan sahibi olmak, benim
gibi bir adam için, ne ifade edebilir? Richard Wagner'in mezarını ziyaretimde, daha ilk andan itibaren
kalbim övünçle doldu. İşte şurada bir adam yatıyor ki, mezar taşında şunlar
kazılı: 'Burada Şehir Senatosu Üyesi, Orkestra Başyöneticisi BARON RICHARD WAGNER cenapları yatıyor.' Şununla övünüyorum ki, o ve
Alman tarihindeki nice nice büyük adamlar, gelecek kuşaklara unvanlarını değil,
sadece adlarım bırakmakla yetinmişlerdir. Beni bir muştucu rolü oynamaya iten
alçakgönüllülük değildir; önemli olan da budur, gerisi hiçi"
Landsberg hapishanesinde geçirdiği günlerden
sonra, Hitler, artık kendisini bir "muştucu" olarak
adlandırmayacaktır. Arada bir kendisini Aziz Matta'nın deyişiyle "vahşet
içinde bir çığlık" ya da görevi, ulusu güçlülüğe ve zafere
ulaştıracak olanın (İsa'nın) çıkışı için yol açmak olan Vaftizci Yahya olarak
niteliyordu. Sık sık da, hapishanedeyken Hess tarafından yakıştırılan "Führer"
adıyla anardı kendisini.
Gittikçe, kaderin kendisini Almanya'yı zafere
ulaştırmakla görevlendirdiği bir mesih olarak düşündüğü ortaya çıkıyordu. İncil'den daha sık örnekler getiriyor, böylece
giriştiği eylem dinsel bir görünüm kazanıyordu. Konuşmalarında, İsa ile
kendisi arasındaki karşılaştırmalar gittikçe çoğalıyordu. Örneğin:
"Birkaç hafta önce
Berlin'e gelip de Kurfuerstendamm'daki bezirgânlığı, görkemi, baştan
çıkmışlığı, günahkârlığı, adaletsizliği ayyuka çıkmış görmüştüm. Yahudi
maddiyatçılığı beni o denli iğrendirmişti ki, çıldıracak gibi olmuştum. Bir
anda kendimi, Baha'sının tapınağına girip yağmacı para babalarıyla karşılaşan
Hz. İsa gibi düşündüm. Eline kırbacı alıp yağmacıları tapınaktan atarken, O
neler hissettiyse, ben de aynı şeyleri hissediyordum,"
Hanfstaengel'e göre, Hitler bu sözleri söylerken,
elindeki kamçıyı Almanya'nın ve Alman onurunun düşmanları olan karanlık güçleri
ve Yahudileri yok etmek istercesine, şiddetle sallıyordu. Hitler'in geleceğin
önderi olduğunu ilk anlayan ve bu çabalarına tanık olan Eckart, daha sonraları
"Bir adam kendisini
Hz. İsa ile aynı kaba koyarsa, onun yeri tımarhanedir,"
demiştir. Bu özdeşleştirme işi, çarmıha gerilmiş
İsa ile değil, öfkeli, yağmacıları kırbaçlayan İsa ile yapılmıştır gerçekte
oysa. Hitler, çarmıha gerilmiş İsa'ya pek saygı duymuyordu. Bir Katolik olarak
yetiştirilmesine ve savaş sırasında Komünyon törenlerine katılmasına rağmen,
sonraları kiliseyle ilgisini kesmişti. İsa'yı yumuşak, zayıf ve Alman
Mesihi'ne yakışmayacak nitelikleri olan biri gibi düşünüyordu. Alman Mesihi,
Almanya'yı kurtarıp muzaffer kılacaksa, haşin biri olmalıydı.
“Hıristiyan olarak
duygularım, bana yüce Tanrı'nın ve Kurtarıcı'nın (İsa'nın), mücadeleci varlıklar
olduğunu bildiriyor. Yine bu duygularımın bildirdiğine göre, bir zamanlar
çevresinde birkaç kişiden başka kimse bulunmayan yalnızlıklar içindeki adam,
bu Yahudilerin ne mene kişiler olduğunu ortaya koydu ve çevresine topladığı
kişilerle onlara 'cihat' açtı; Tanrı'nın Gerçeği (İsa), yalnızca ilahi acı
çeken birisi değil, aynı zamanda bir 'mücahit' olarak da en büyüktü. Sonunda,
İsa'nın nasıl öfkelenip kıyam ettiğini ve eline kamçısını alarak, o engerek ve
çıyan soylarını (Yahudileri) Baba'sının Tapınağından sürdürdüğünü anlatan
bölümleri, kitabından, sınırsız bir aşkla okudum. Yahudi zehirine karşı,
dünyanın selameti için çarpışmak, ne müthiş bir şeydi!"
Ve bir seferinde, Hitler'in Rauschning'e söz ettiği
gibi:
"Kadınsı duyarlığı ve
acıma ahlakıyla Yahudi tipi Hıristiyan inancı."
Yeni devlet dininin Hitler planının bir bölümü mü
olduğu, yoksa bunun gerçekleşebilir duruma girmesinin, gelişen olayların
sonucunda mı ortaya çıktığı sorunu açığa kavuşmadı. Bilinen bir şey varsa, bu
devlet dini anlayışını Rosenberg öteden beri savunmuştu, ama iktidara
gelinceye kadar Hitler böyle sert bir tutum takınmaya eğilimli değildi. Böyle
bir değişikliği yapabilmesi için güçlü bir duruma gelmeyi beklemiş olmalıydı,
yoksa kazandığı başarılar kendisine dinsel bir bağlılık duyan halkın gözünde
ürkütücü görünüm kazanacaktı. Bunu yapmadı. Her şeye rağmen, bu tanrınınkine
benzer rolü hiç duraksamadan benimsedi. White'm belirttiğine görene, Hitler, "Heil Hitler, kurtarıcımız!" diye selamlandığında hafifçe eğilir, bu gönül
okşayıcı selamlamadan memnun olduğunu belli eder, buna da inanırmış. Gittikçe,
Hitler'in kendisinin gerçekten "seçilmiş biri" olduğuna ve
dünyaya, zalimlik ve şiddetten kaynaklanan yeni bir değerler dizgesi getirmek
için görevlendirildiğine inancı artmakta, kendisini ikinci bir İsa olarak
kabul etmektedir. Kendisinin bu rol içindeki görüntüsüne âşık olmuş, çevresini
hep kendi resimleriyle donatmıştır.
Anlaşıldığına göre, bu görevi daha yükseklere
tırmanmada ayartıcı bir rol oynuyor ona. Bu geçici kurtarıcı rolünden pek
hoşnut değil, daha yüksek amaçlar peşinde artık: Gelecek kuşaklar için örnek
yaratmak... Von
Wiegand şöyle diyor:
"Hayati konularda Hitler, başarı ve başarısızlıklarla dolu tarihi eksiksiz
olarak gelecek kuşaklara bırakmak konusunda titizlik gösterir."
Bu örnek
yaratma işinin de, gelişigüzel gerçekleşmesine karşıdır. Geleceği güvence altına
almak için ilkelere bağlı olmak gereklidir, bu işi de tek başına yapabileceğini
düşünür ve bu yüzden, Alman halkı için
kendisinin ölümsüz bir varlık olduğuna inanmaktadır. Her şey yüce ve Hitler'in
onuruna yakışır bir anıt olmalıdır. En azından bin yıl sürecek sonsuz bir yapı
kurma düşüncesini içinde yaşatır. Yaptırdığı otoyollar "Hitler otoyolları" diye anılmalı ve Napolyon'un yaptırdığı yollardan daha uzun süre
dayanmalıdır. "İmkânsızı mümkün kılmalı" ve ülkeye damgasını
vurmalıdır.
Gelecek kuşaklar için, Alman halkının belleğinde
uzun yıllar kalabilmek için düşündüğü yollardan biridir bu. İçlerinde Haffner,
Huss ve Wagner'in de bulunduğu birçok kişinin belirttiğine göre Hitler, kendi ANITGÖMÜTÜ
(MAUSOLEUM) için ayrıntılı planlar hazırlamıştı. Görüştüğümüz daha önce
Almanya'yı terk eden kişiler, bu bilgiyi doğrulayacak konumda olmamalarına
rağmen, gene de bunun doğru olabileceğini düşünüyorlardı. Bu anıtgömüt,
Hitler'in ölümünden sonra Almanya'nın Kâbe'si olacaktır. Hemen hemen 210
metre yüksekliğindeki bu anıtın her taşı, ziyaret edenlerde ruhsal bir etki
yaratmak için, ayrı ayrı ince bir biçimde işlenecektir.
1940'ta Paris'in işgalinden hemen sonra Napolyon
adına yapılmış olan Dome
des Invalides'e gidip anıtı
incelediği de söylenir. Birçok yönden hatalı sayılabilecek bir şey bulmuştu bu
anıtta: Napolyon'u yer düzeyinden aşağıda, çukur bir yere gömmüşlerdi. Bu durumda ziyaretçiler aşağıdan yukarı bakmak
yerine yukarıdan aşağı bakmak zorunda kalıyorlardı.
"Hitler birdenbire,
'Ben asla böyle bir yanlış yapmayacağım,' dedi. 'Ölümümden sonra, halk
üzerindeki etkimi nasıl sürdüreceğimi ben bilirim. Halkın yüksekte yer alan
mezarıma bakıp beni anımsayacakları, evlerinde daima benim hakkımda
konuşacakları bir Führer olacağım. Yaşamım ölümle bitmeyecektir asla; tersine,
o zaman başlayacaktır.
Hitler'in şimdiye kadar benzeri görülmeyen
ve sonsuza dek yaşayan bir anıtgömüt olan Kehlstein'ı yaptırdığına bir süre
inanıldı. Hit- ler'in, bu konuda benzersiz bir tasarısı var idiyse bile bunu
daha görkemli bir tasarıyı gerçekleştirmek için bırakmış olması da olasıdır.
Belki de Kehlstein, büyük halk yığınlarının "huşuyla ziyaret" edip
manevi yönden etkilenmeleri için pek erişilmezdi. Bütün bunlara rağmen, pek çok
plan üzerinde çalışıldığı gerçek gibi görünüyor. Hitler'in planı, bu
amtgömütle histerik halk yığınları üzerinde sürekli bir duygusal etki yaratma
amacını güdüyor; bu duygusal etkiyle o, ölümünden sonra, başarılarını pekiştirecek
ve son amacına ulaşacak...
"Şuna kesinlikle inandı ki, içinde yaşadığı ve eylemde
bulunduğu o çağ açan atılganlık dönemi (bu dönemi biçimlendirme ve harekete
geçirme gücünün kendisi olduğuna tam olarak inanıyordu) ölümünden hemen sonra,
başlıca özelliği eylemsizlik olan uzun bir çözülme sürecine dönüşüp dünyayı
sarsa
rak kapanacaktı. 'Bin
yıllık Reich'ında Alman halkı, onun adına anıtlar dikecek, bu anıtların
çevresini tavaf edip yaptığı işleri anımsayacaklar... İşte böyle düşündü
Hitler. 1938'de Roma'ya yaptığı o ihtişamlı ziyaretini anlatırken bin yıldan,
yani o görkemli dönemden de söz etmiş ve bugünün çalkantılarının gelecek
kuşakların ilgisini çekmemesi gerektiğini söylemişti.”
-
|
Birkaç yıl önce Hitler,
amacına ulaştıktan sonra dinlenmeye çekileceğinden de epey söz etmişti.
Olasıdır ki, Berchtesgaden'e çekilecek ve ölümüne kadar bir Tanrı gibi,
Reich'ın kaderine yön verecekti. 1933'teki Birahane Ayaklanmasıyla iktidara
gelişi arasındaki o verimli on yılı nasıl heba ettiğini acı bir dille
anlatmıştı. Çünkü, ardılma bırakacağı işlerin tam anlamıyla olgunlaşabilmesi,
onun tahminine göre, yirmi yıl alacaktı.[1]
Çekildikten sonra Nasyonal Sosyalizm'in İncil'i
sayılabilecek ve sonsuzluğu dile getirecek bir kitap yazmak istediği de kimi
yazarlar tarafından öne sürülmüştür. Bu konu, Roehm'ün yıllar önce yaptığı bir
konuşmayı belirtirsek, daha da ilgi çekicilik kazanır:
"Bugün bile Hitler'in en sevdiği şey,
dağlarda durup Tanrı rolü oynamaktır."
Bütün bu kanıtların
incelenmesi, bizi, Hitler'in kendisini, dünyaya yeni bir toplumsal düzen
getiren bir Yapıcı ve Almanya'nın Yeni Kurtarıcısı olmak üzere Tanri tarafından
seçilmiş Ölümsüz Hitler olarak gördüğü sonucunu oluşturmaktadır. Bütün dertlere
ve belalara karşı azimle yürüyeceğine, sonunda amacına ulaşacağına kesinlikle
inanmaktadır. Geçmişte onu koruyan ve yolunu gösteren içsel sesin buyruklarını
izlemesi, tek koşuludur onun. Bu içsel sesin kendisine yol gösterdiği kanısı,
fikirlerinin doğru olduğundan değil, kendi büyüklüğüne inancından kaynaklanır.
Howard K. Smith ilginç bir gözlemde bulunuyor:
"Ben o zandayım ki, Hitler mitiyle
koşullanmış milyonların her biri, kendi içinde birer Adolf Hitler taşıyor."
******************
Hitler
kitle psikolojisine birçok etmenin önemini kavrayarak uygulama yoluna
gitmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir.
1.Bir
hareketin başarılı olmasında kitlelerin önemini tam olarak değerlendirmesi.
2.Gençlerin
desteğini kazanmada büyük başarısı.
3.Herhangi
bir toplumsal hareketin gelişiminde kadınların rolünü değerlendirmesi. (ve toplumu kadın gibi
görmesi)
4.Ortalama
bir Alman’ın duyarlılığını ve en temel gereksinimlerini ateşli bir dille ifade
etme, kendini onunla özdeş tutma yeteneği.
5.İnsandaki
en yüce eğilimleri olduğu gibi, en ilkel eğilimleri de ortaya çıkarma yeteneği.
6.Kitlelerin
günlük ekmeğe olduğu gibi, politik eylem içindeki sağlam bir ideolojiye de
açlık çektiğini değerlendirdi.
7.
Çatışan insan güçleri canlı bir biçimde anlatabilme ve sıradan bir insan için
bile anlaşılması kolay, somut imgeler yaratabilme yeteneği.
8.Halkın
geleneklerini bilme ve klasik mitolojik temalarına başvurarak dinleyicilerin en
derin heyecanlarını canlandırma yeteneği.
9.Coşkulu
olmayan bir siyasal eylemin gerçekleştirilemeyeceğini kavraması.
10.Kitlelerin
ruhsal değerler ya da toplumsal gelişim uğruna kendisini kurban etme isteğini,
giderek tutkusunu anlayıp değerlendirmesi.
11. Büyük
toplantı, gösteri ve şenliklerin düzenlenmesinde, sanatsal ve darmatik ögelerin
yoğunluğunun önemini kavraması.
12.
Sloganların gönül okşayıcı sözlerinin, dramatik etkisi olan ifadelerin ve ruhu
derinden kavrayan özlü sözlerin değerini bilmesi.
13.Zor
koşullar altında yaşayan halkın kaygı verici yalnızlık ve bir kenara atılmışlık
duygusunu bilme yetisi.
14.Üyeleri
arasında dolaysız bir ilişkinin bulunduğu sıra düzeni ( hiyerarşisi) olan
esaslı bir siyasal örgütün gerekliliğini kavrama.
15.Çevresinde
kendi yeteneklerini tamamlayan yeteneklere sahip olan, kendisine adanmış
denecek kadar bağlı kişiler bulundurma ve bunların bağımlılıklarını sürdürme
yeteneği.
16.Hükümet
ve parti içinde yeterlilik ve kararlılık göstererek, halkın güvenini kazanmanın
önemini kavraması.
17.Halkın
moralini oluşturmada ve sürdürmede sıradan insanın günlük yaşamını etkileyen
küçük şeylerin oynadığı rolün önemini bilmesi ve değerlendirmesi.
18.
Önder, halkın saygı ve güvenini kazanmışsa , onların yönetilme , bir şey
yapmaya istekli olma ve itaat etme eğilimlerini bilmesi.
19.O
bunu taktik alanında bir deha olması sayesinde başarmıştır.
20.Hitler’in
en önemli özelliği, belki de yüklendiği göreve olan o sarsılmaz inancı ve
yaşamını bu inanca tümüyle adamış olmasıdır. Ulusların yazgısı yalnız ve yalnız
ateşli tutkuların yarattığı bir fırtınayla değiştirilebilir, yeter ki bu
tutkuları içinde taşıyan bir adam var olsun.
21.Hitler’in
halkının koruyucu ve duygudaş ilgisini yükseltmek, kendisini halkın geleceğini
ve dertlerini yüklenmiş biri olarak sunmak yeteneği de vardır.
22.Hitler
toplumsal açıdan en sorumlu devlet adamlarının kararlarını ve kendisine göre
ipe sapa gelmez düşüncelerini etkisizleştiren siyasal kararlar almada vicdansız
davranır.
23.Hitler’in
korkutma yöntemlerini kullanması ve halkın korkularını harekete geçirebilmesini
sağladı.
24.İnandıkları
ve temsil ettikleri her şeye şiddetle karşı olduğu kişilerden bile çok şey
öğrenme yeteneği vardı.
25.Propaganda
sanatının ustasıdır o. Bir konuda birden fazla olasılık düşünmez; yapılan bir
hatadan dolayı suçlanmayı kabul etmez; yapılan her hatayı düşmana yükler ve onu
suçlar; halk , büyük bir yalana küçük bir yalandan daha çabuk inanacaktır ; bir
yalan kırk kez yinelenirse , halk er geç inanır elbet.
26.Bıkmaz
usanmaz bir ruh vardır onda. En can sıkıcı tersliklerden sonra , yakın arkadaşlarını
toplayıp hemen bunu giderme planları yapmaya başlayabilir. Başkalarını
yıkabilecek olaylar, hiç olmazsa geçici olarak ,Hitler’in gücünü artırmada bir
uyarıcı gibi rol oynar görülmektedir.
Hitler’in en iyi iki silahı öfke ve kötü
davranıştır. Zaman zaman pek derin ruh bunalımlarına düştüğü kesin olarak
bilinmektedir. İnsanlarla dengeli bir ilişki sürdürebilme gücü epey zayıftır.
O, diğer insanlarla kendisi arasında önemli sayılabilecek bir mesafe bırakmaya
dikkat etmiştir. Halkın özellikle arkadaşlarının dikkatlerini başka yana
yönelten kurnazlıklardan bir başkası unutkanlığıdır. Bugün söylediğinin yarın
tam tersini söyleyebilmektedir. Müthiş bir taklit yeteneği vardır. Hitler’in
zaaflarından biri de halktan bilinçli bir şekilde gizlenen merakıdır. Bütün
ilişkilerini gizli sürdürmüştür. Yirmi beş yaşlarındayken arkadaşlarının
yergisine konu olan tek yanı, üst rütbedeki subaylara karşı kul-köle tavrıdır.
Hitler’de iki kişilik vardır:
Birisi
oldukça yumuşak , duygusal ve kararsızdır; yöneldiği alanlar oldukça sınırlı,
özlediği, hoşlandığı ve istediğinden de azına razı olan bir kişilik bu.
Öteki
ise tam karşıtıdır bunun: Katı, acımasız, enerji yüklü ve karalı. Aynı zamanda
ne istediğini bilen, onun peşini bırakmayan, ne olursa olsun onu gerçekleştiren
kişilik.
Fry,’’Ruhsal
yalnızlık , Hitler’in yazgısı olmalı’’ diye yazıyor. Dünya Adolf Hitler’i
güçlü olma konusundaki doymak bilmez tutkusu, acımasızlığı, zalimliği,
duygusuzluğu, yerleşik kurumlara karşı nefreti ve ahlaksal kısıtlamalardan
yoksun oluşu ile tanımaya başladı.
Bir
deli olarak yalnız Hitler yaratmamıştı Alman çılgınlığını; bu çılgınlık da
Hitler’i yaratmıştı. Tanrı tarafından seçildiği ve yerine getireceği kutsal bir
görevi olduğu inancına da kaptırmıştır kendisini. Tüm kötülüklerin kaynağında
yahudileri görür. Yahudiler insanlığın kanını emen en büyük asalaklardır ve
büyüme yolunda olan her ulusun bulaşıcı hastalıktan kendisini koruması
gerektiğini düşünür. Dev binalar, stadyumlar, köprüler, yollar vb. inşa etme
tutkusunu , yalnızca özgüven eksikliğini giderme çabası olarak
yorumlayabiliriz.
Alman
halkının düşüncesi, duygusu ve eylemiyle aşırı bir özdeşleşme olmuştur. Sanki
Hitler , Alman bireyinin bütün önemli işlevlerini felce uğratmış ve kendisine
göre bir role uyarlamıştır onları Hitler'in izleyeceği yol kendisine
ölümsüzlüğü sağlayacağı kuşkusuz olan yoldur; aynı zamanda bu yol, kendisini
küçük gören dünyadan öcünü almasını sağlayacak olan yoldur ona göre.
Kaynak:
Hitler'in Psikopatolojisi Walter C. Langer Çevirmen
Kemal Bak Zeki Çakılalan Yayınevi: Donkişot (8/2002)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar