Hz. MEVLÂNÂ Kaddesellâhü Sırrahu’l Azizden GEL ÇAĞRILARI
Hzl: Dr.
Celâleddin Bakır ÇELEBİ
MESNEVİDEN BİR
KAÇ GEL ÇAĞRISI
Cefakâr nefis katırlarına
bakmak, yola getirmek için Mustafa Hakk'ın imrahorudur.
Kerem ve ihsanın çekişiyle "Kul
tealev" [De ki: geliniz… En'am,151]dedi...
Gelin de sizi riyazatla terbiye edeyim, azgın ve serkeş atları alıştırır,
getiririm ben...
Tanrı dedi ki: "Onlara
gelin de, ey terbiyeye alışkın olmayan katırlar, gelin de!"
Fakat gelmezlerse
gamlanma... o iki temkinsiz için kinlerime! Bazılarının kulakları bu, gelin
sözüne karşı sağırdır... her hayvanın ayrı ahırı vardır.
Bazıları bu sesten ürker,
kaçarlar... her atın ahırı ayrıdır...
Oğul, gelin de, gelin...
sizi Tanrı esenlik yurduna çağırmada!..." (Mesn.
C:4-B:2005...)
Çaresiz müflis... Beni
yaratan yalnız sensin. Rızkımı da sen düzene koy demekteydi.
Yıllarca bu duada bulundu.
Yüzünü yerlere sürdü, yalvarıp sızladı... nihayet ağlayıp yalvarışı tesir
etti...
Çalışıp çabalarken yorulup
ümitsizliğe düşünce Tanrı kapısında gel sesini duyuyordu... (Mesn. C:
6-B-.1839)
Kurdun
devri, Yusuf kuyunun dibinde. Kıptilerin nöbeti, Firavun, padişah şimdi.
Bu suretle de herkese
lüzumsuz gülüp duran ve kimseden esirgenmeyen rızıktan şu köpekler de birkaç
gün rızıklansınlar, hisselerini alsınlar bakalım.
"Gelin" buyruğu
verilinceye kadar aslanlar, orman içinde beklemedeler. (Mesn.C: 6-B: 1871)
O illetli adam, ulu
Yaratıcının cömertliğine güvendiğinden defsiz oynuyordu...
Ümidi, dilsiz, sessiz gel
demekteydi. O davet, gönlünden utancı silip süpürüyordu... (Mesn. C:6-B:
1987-89)
DÎVÂN-I KEBÎRDEN "GEL" ÇAĞRILARI
Onun yüce, geniş, hoş bir
ülkesi var. Nasıl olursan, ne olursan ol, ona lazımsın sen; dilersen akik ol,
la'l ol, dilersen kerpiç ol, taş ol; o ülkeye o da lazım, bu da.
Lal'sen de gel, taşsan da
gel, bela seline düş, yuvarlan, selle denize koş, o şuh aşka konuk ol...
Balıklar gibi denizde git,
gel. Kuruluğu hatırlarsan denizden karaya yüz tut... (Furûzanfer: C5/G2134 -
Gölpınarlı: C1/G121/S164)
Gönlün,
gönlün, gönlün için, gönlümü incitme... Niçin, niçin, manası ne? Perperişan
edersin beni.
Gel, gel gene gel, barış da
eve yönel... gitme, gitme önümden omuz silkme sen öyle...
Gel, gel de bir soluk ver
bana; güzelim solukların, Ab-ı hayat gibi gönlümün ömrünü artırır...
Sen Mustafa
nurusun; Kâ'be putlarla doldu... hadi, gel de Rahman'ın evinden putları at
dışarıya... (Furûzanfer:
C4/G1889 - Gölpınarlı.:C7/G226/S305)
Gel-gel ki tıpkı ab-ı hayat
içindesin sen; gel-gel ki her derdin şifasısın, devasısın sen.
Gel-gel ki gül bahçesi seni
övüyor; gel-gel de onu nerde besledin nasıl yetiştirdin, bir göster.
Gel-gel ki sen olmadıkça
hastahanede hiçbir hastanın benzindeki sarılık gitmiyor.
Doğ-doğ ey güneş, sen
olmadıkça havadaki acılıkta gitmez, soğukluk da.
Doğ-doğ ey Ay, gözlerin
hepsi de yaslı, herkes ağlıyor, sense dönüp duruyorsun; yazıktır bu yazık.
Gel- gel ki bütün kainatın
velinimetisin sen; dertten halas edensin; tavlanın zarısın sen.
Gel- gel de kuluna öğret,
bellet; çünkü imamlıkta da, öğretmede de anlayıp anlatmakta da teksin sen.
(Furûzanfer: C3/G3083 - Gölpınarlı: C3/G226/S305)
Gel-gel ki
sen, semâm canının canına cansın;
gel ki
semâ bahçesinin yürüyen selvisisin sen.
Gel ki
senin gibisi ne gelmiştir, ne gelir;
gel ki
semâm gözleri, senin gibisini ne görmüştür, ne görür.
Gel ki
güneş kaynağı bile gölgendedir senin...
Gel ki
Tebrizli Şems, şekle bürünmüş aşktır;
semâm ağzı
aşktan açık kaldı gitti.
(Furûzanfer: C3/G1295 -
Gölpınarlı: C3/G148/S225)
Gel-gel ki savaş
arslanlarının arslanısın sen; ormanlıktan Çıkta saflar yar... (Furûzanfer: C3/G1306 - Gölpınarlı:
C3/G149/S226)
Gel - gel ki sen, semâm
canının canına cansın; semâm soyuna, sopuna, semâ topluluğuna binlerce aydın
mumsun. ....gel, semâ göğüne doğan aysın sen.
Gel ki can da güzelim
yüzüne hayrandır, cihan da; gel ki semâ aleminde şaşılacak bir güzelsin,
görülmemiş bir yaratıksın sen. Gel ki sensiz aşk pazarında peşin bir alış-veriş
yoktur; gel ki semâ madeni, senin gibi bir altını görmemiştir.
Gel ki iştiyak çekenler,
kapında otura kalmışlardır; semâ merdivenini daya aşağıya in damdan.
Gel ki aşk pazarının
parlaklığı dudağından gelmede; şu semâ dükkanında da paralı bir güzel var...
(Furûzanfer: C3/G1296 - Gölpınarlı: C3/G147/S224) ...
Gel - gel ki halkın canı da
sensin, kurtuluşu da.
Gel - gel ki Yakub'un ışığı
da sensin, gözü de.
Gel - gel ki güzellik
bağışlamadasın, ululuk vermedesin
sen; gel - gel ki binlerce
Eyyub'a şifasın, dermansın sen.
Gel - gel; gerçi asla
gitmemişsin amma gene de gel, her sözü, güzellikledir hoşça söylerim sana,
gel...
Yüzlerce cana bedelsin,
canın yerine sen gel, gir bedenime, otur. Güzelsin, seni seveni çek, bas
bağrına...
(Furûzanfer: C3/G3050 -
Gölpınarlı: C3/G217/S295
Gel - gel; bu uzaklıktan
pişman olursun sonra, tatlı davetimize gel, ne diye köpürüp duruyorsun?
Bu mecliste yaşayıp, dalga
- dalga köpürüyor; Allah yardımcı, her yanda da Mansûr şarabı var...
Gel de Tûrdağı'na dek
Mûsâ'ya yoldaş olalım; Tür 'da Tanrı'yla konuşan Mûsâ'ya "Allah'la
konuştu" dendi.
(Furûzanfer: C3/G3073 -
Gölpınarlı: C3/G242/S323)
Gel - gel
ki bizim gibi bir dost bulamazsın sen; iki dünya da nerde bizim gibi gönüller
alan güzel?
Gel - gel,
her yana yel gibi koşup durma; senin geçer akçene başkasının yanında pazar
yoktur...
(Furûzanfer: C6/G3050 -
Gölpınarlı: C3/G144/S326)
Gel - gel ki sen, günlerin
eşsiz - örneksiz güzelisin; kardeşsin babasın, anasın, sevgilisin, gönül
huzurusun sen...
(Furûzanfer: C6/G3073 -
Gölpınarlı: C3/G253/S335)
Gel - gel ki derdinle kara
sevdalara uğradım; gir kapıdan gir kapıdan; yalnızlıktan canım dudağıma
geldi...
(Furûzanfer: C6/G3097 -
Gölp.noHı: C3/G16/S388)
A gönlümün hevesleri, gel -
gel - gel - gel.
A dileğim, isteğim, gel -
gel - gel - gel.
Bağlanmışım düğüm - düğüm,
dağılmışım bölüm - bölüm, tıpkı saçların gibi,
A benim düğümümü çözen, a
benim dağınıklığımı düzene sokan, gel - gel - gel - gel.
Yoldan, konaktan konuşma;
artık konuşma, konuşma artık.
A benim yolum, konağım gel
- gel - gel - gel.
Yerden alıvermiştin hani,
bir avuç toprak, bir avuç toprak; o toprağın içindeyim ben, gel - gel - gel -
gel.
Ayırırım iyilikten
kötülüğü, anlarım - anlarım bunu; güzelliğini ne anlamışım, ne bilmişim,
şaşkınım... gel - gel - gel - gel.
Aşkınla yanıp yakılmasın
aklım, aşkınla yanıp yakılmasın, hiçbirşey bilmiyorum, akıllı değilim hani, gel
- gel - gel - gel.
A padişah Selâhaddîn, hem
ortadasın, hem gizlisin; a şaşılacak şeyim, a temel direğim benim, gel - gel -
gel - gel.
(Furûzanfer: C1/G156 -
Gölpınarlı: C3/G16/S388)
Gökyüzünde cana, hadi geri
gel diye bir sestir, geldi. Can da a güzel davetçi, merhaba, geliyorum diye
seslendi.
Duydum dedi, başüstüne, her
an sana yüzlerce can feda olsun; bir kere daha gel diye çağır da "Hel
eta" [Geçmedi mi… İnsan, 1 ]makamına dek uçayım... " (Furûzanfer: C1/G17- Gölpınarfı:
C1/G15/S27)
Ey Yusuf,
sonucu şu gözleri görmeyen Yak'ub'a gel. Ey gizlenmiş İsa, şu gök kubbeninin
üstünde bir görün.
Ayrılıktan ünüm karardı.
Gönlüm yay gibiydi, kıla döndü. Yoksul Yakup ihtiyardı, ey genç Yûsuf gel.
Ey Imranoğlu
Musa, sana gönlümde, ne Tûr-u Sînâ'lar var.
Öküz tanrılık
etmede, gel artık Tûr-u Sînâ'dan.
Benzim safran gibi sarardı,
boynum büküldü, çenge döndü. Beden mezarında daraldım, sıkıldım, gel ey,
genişlik, ferahlık veren can. Muhammedi gözleyen gözüm gamınla, müştakım sana
diyor; "Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik" ayetinin sırrı, o
dağınık yüzünü göster, gel.
Güneş sana karşı sanki
akşam kızıllığı, ey padişahlardan bile ödülü kapan er, ey Tanrı'yla bakan,
Tanrı'yla gören göz, ey her şeyi bilen gönül, gel.
Bütün canlar, sana karşı
sanki beden, sense cansın. Cansız beden neye yarar? Çoktandır gönül verdim
sana, gel ey sevgili de canımı da vereyim gitsin.
Gönlümü aldığın gündenberi can
ekinim biçildi gitti; sonuncu dert sensin, git; sonuncu derman sensin gel.
Ey sevgili, ilacım da
sensin, çarem de sen, yüz parça olmuş gönlümün ışığı da sen; çaresiz gönlümde
senden gayri ne varsa yok oldu, gel.
Senin kadrini bilmedim de
felek, inadına, var diyor, okla gönlümü, vur başını taşlara; gel.
Ey mertebesi, 'Aralarında
iki ok atımı kadar yer kaldı' ayetiyle bildirilen, ey o yücelik devletine sahip
olan; ey padişahım kimsecik mahrem olmaz sana "Belki de daha yakın"
makamından gel.
Ey ay gibi güzel padişah,
ey yüzlerce güzelden güzel, ey su, ey ateş, gel. Gel ey inci, gel ey deniz.
Ey kendisine canımın kul,
köle olduğu Şemseddîn, ey ruh'ul Emin, Tebriz senin yüceliğin yüzünden
oturmaklı arşa döndü, Mescidi-İ Aksâ'dan gel. (Furûzanfer: C1/G16 - Gölpınarlı:
C1/G12/S14)
Gel - gel ki ayrılığınla ne
akıl kaldı, ne din, şu yoksul gönülden sabır da gitti, karar da.
Yüzümün sararmasını,
gönlümün derdini, içimin yanışını sorup durma; anlatışa sığmaz onlar; gel de
gözlerinle gör.
Senin ateşinle, senin
sıcaklığınla pişmiş somun gibi kıpkızıldı yüzüm; şimdiyse bayat ekmek gibi
un-ufak olmuşum, yerlere serilmişim; gel de yollardaki topraklardan topla beni.
Yüzünden, ayna gibi
hayaller devşirirdim; şimdi gel de sapsarı betime-benzime bak, bumburuşuk
yüzümü seyret...
Dedim ki; Başında kil bile
olsa yıkama, gel. Ayağına diken batmışsa çıkarmak için oturma gel;
Gel - gel de beni şu gel -
git sözünden kurtar, öylesine bir gel ki, canım şundan da halas olsun, bundan
da;
Haber yolladım seher
yeliyle; dedim ki; ey âşıklar peygamberi, ey emin elçi, Allah için olsun tez
git, tarafımdan de ki,
Suya batmışım, ateşe
yanmışım dalga - dalga göz yaşlarımla, yalım - yalım gönül ateşimle; bana ne
çare yazdı, bu- dur çaren diye ne dedi, gel de bildir.
(Furûzanfer: C4/G2084-
Golpınarlı: C3/G190/S269)
Gelin - gelin, gül
bahçesine gidelim; şu devlet, şu ikbal noktasının çevresinde pergel gibi
dönelim.
Gelin, bugün devletle,
kutlulukla, yeni aşka düşenler gibi o sevgilinin çevresinde dönüp dolaşalım...
(Furûzanfer: C3/G1473
-Gölpınarlı: C3/G10/S46)
Gelin, gelin, gül bahçesi
yeşerdi, güller açıldı. Gelin, gelin sevgili geldi çattı...
(Furûzanfer: C1/G329 -
Golpınarlı: C3/G4/S38)
Kaynak: Dr. Celâleddin Bakır ÇELEBİ, MEVLÂNA OKYANUSU'NDAN,II.
BASKI, Derleyen : Esin Çelebi Bayru, Kasım 2004 - Konya
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar