JONATHAN HAİDT: DİN, EVRİM VE KENDİNDEN GEÇMENİN COŞKUSU
[ted id=1389 lang=tr]
Size bir sorum var: Dindar mısınız?
Kendinizi dindar olarak görüyorsanız lütfen şimdi elinizi kaldırın. Bakalım,
sanırım yüzde üç ya da dört kadar. Bir TED konferansında bu kadar inananın
olduğunu bilmiyordum. (Gülüşmeler) Peki, başka bir soru: Herhangi bir şekilde
ruhani olduğunuzu kabul ediyorsanız elinizi kaldırın. Tamam, bu çoğunluğu
oluşturuyor.
0:38
Bugünkü konuşmam, insanların kendilerini
ruhani olarak görmelerinin asıl nedeniyle, ya da asıl nedenlerden biriyle
ilgili. Bugünkü konuşmam kendinden geçmekle ilgili. İnsan olmanın temel
gerçeği, bazen benlik kavramı ortadan kayboluverir. Ve bu gerçekleştiğinde,
ortaya çıkan duygu coşku vericidir ve biz bu duyguları açıklamak için
metaforlar yaratır dururuz. Yukarı çekildiğimizi ya da yükseldiğimizi söyleriz.
1:08
Bunun gibi soyut bir şeyi iyi somut bir
metafordan başkası açıklayamaz. İşte bugün kullanacağım metafor. Zihni, çoğunu
bildiğimiz odalardan oluşan bir ev gibi düşünün. Ama birden bire hiç olmayan
bir yerden bir kapı oluşuverir ve bu kapı merdivenlere açılır. Merdivenleri
tırmanırız ve değişmiş bir bilinç durumunu yaşarız.
1:36
1902'de, büyük Amerikan psikolog William
James dini deneyimlerin türlü çeşidini yazmıştı. Her çeşit durum çalışmalarını
topladı. Bu değişik deneyimleri yaşayan insanların sözlerini yazdı. Benim için
en heyecan vericisi Stephen Bradley adlı genç adamın, 1820'de İsa'yla
karşılaştığını sanıyor olmasıydı. Ve Bradley bu konuda şöyle demişti.
2:02
(Müzik)
2:05
(Video) Stephen Bradley: Bir saniye için,
kurtarıcıyı odada insan formunda gördüğümü sandım, kolları açık, bana
"Gel." diyordu. Ertesi gün sevinçten titriyordum. Mutluluğum o kadar
büyüktü ki, ölmek istediğimi söyledim. Duygularımın içinde bu dünyaya yer
yoktu. O ana kadar, çok bencil ve kendini beğenmişin tekiydim. Ancak o an, tüm
insanlık için iyi şeyler isteyip hisseden bir kalple tüm düşmanlarımı
affedebildim.
2:37
JH: Bradley'nin küçük ahlaki benliğinin
merdivenleri çıkarken nasıl öldüğüne bir bakın. Ve bu yüksek seviyede sevgi
dolu ve affedici birine dönüşüyor. Dünyadaki bir çok din, insanları
merdivenlere tırmadırmak için yöntemlere sahip. Kimisi benliği meditasyon
kullanarak kapatıyor. Kimisi halüsinojen ilaçlar kullanıyor. Bu 16. yy Aztek yazısından,
psilosibin mantar yemek üzere olan bir adamı ve aynı anda tanrı tarafından
merdivenlere çekilişini anlatıyor. Kimisi kendinden geçebilmek için dansı,
dönmeyi, daireler çizmeyi kullanıyor. Ama merdivenleri çıkmak için bir dine
ihtiyacınız yok. Çoğu insan doğada kendinden geçiyor. Diğerleri benliklerinden
çılgınlıklarla kurtuluyor.
3:21
Hepsinden de tuhaf olan bir yer ise:
savaş. Birçok kitap savaş için aynı şeyi söylüyor. Hiçbir şey, insanları
savaşın yaptığı gibi bir araya getiremez. Ve bu bir araya geliş sıradışı
kendinden geçme deneyimlerini mümkün kılıyor. Glenn Gray'in kitabından bir
pasaj çalacağım. Gray 2. Dünya Savaşında Amerikan ordusundaydı. Ve savaştan
sonra birçok askerle röportaj yaptı ve savaşan adamların deneyimleri hakkında
yazdı. İşte merdivenleri anlatan anahtar bölüm:
3:57
(Video) Glenn Gray: Eski askerlerin çoğu
savaş esnasındaki ortak deneyimlerinin hayatlarının en üst noktası olduğunu
söyler. "Ben" farketmeden "Biz"e dönüşür "benim"
yerine "bizim" gelir ve bireysel inanç merkezi önemini yitirir.
Bunun, ölümsüzlük teminatının o anlarda kendini kurban etmeyi
kolaylaştırmasından daha önemsiz olduğunu sanmıyorum. Düşebilirim, ama ölmem,
bunun için içimdeki gerçek ben ilerler ve onlar için hayatımdan vazgeçtiğim
dostlarımla yaşamaya devam eder.
4:38
JH: Tüm bu durumların arasındaki ortak
özellik öz-benliğin incelmesi ya da eriyip gitmesi, ve bu çok çok iyi
hissettiriyor, normal hayatlarımızı yaşarkenki hiçbir şeye benzemiyor.
Canlandırıcı bir his yaratıyor. Yükseldiğimiz firkri, Fransız sosyolog Emile
Durkheim'ın yazısında anafikirdi. Hatta Durkheim bizi birbirini tamamlayan, iki
seviyeli insan olarak tanımlıyor. Bunun bir alt seviyesine dindışılık seviyesi
diyor. Dindışı kutsallığın zıttı oluyor. Sadece sıradan anlamına geliyor. Ve
sıradan hayatlarımızda bireysel olarak varoluyoruz. Bireysel arzularımızı
tatmin etmek istiyoruz. Bireysel hedeflerimizi gerçekleştiriyoruz. Ama bazen bu
seviyenin değişimini tetikleyen bir şeyler oluyor. Bireyler birleşiyor ve bir
takım, bir hareket ya da bir ulus oluyorlar, tek tek parçalarından çok farklı
bir oluşum.
5:30
Durkheim bu seviyeye, kutsallık seviyesi
diyor çünkü dinin işlevinin insanları bir grup içinde, ahlaki bir topluluğa
dönüştürmek olduğuna inanıyordu. Durkheim bizi birleştiren her ne ise kutsallık
havasında yükseldiğine inanıyordu. Ve insanlar kutsal bir değerin ya da
nesnenin etrafında döndüklerinde, onu savunmak için de beraber savaşabilecek
bir takım oluveriyorlar. Durkheim yoğun ortak duygularla ilgili "Hepimiz
biriz" mucizesini yaratabildiğini ve bireylerden bir grup
oluşturabildiğini yazmıştı. 2. Dünya savaşı bittiğinde Britanya'daki ortak
neşeyi bir düşünün. Tahrir Meydanı'ndaki bir diktatörü deviren ortak öfkeyi. Ve
9/11'den sonra hepimizi bir araya getiren hepimizin hissettiği ortak acıyı.
6:23
Nerede olduğumuzu özetleyecek olursam,
Diyorum ki, kendinden geçme kapasitesi sadece insan olmanın doğasında var.
Kafamızın içinde var olan bir merdiven metaforunu kullanıyorum. Hepimizin
aslında birbirini tamamladığını, ve bu merdivenlerin bizi dindışı seviyeden
kutsallığa taşıdığını söylüyorum. Bu merdivene tırmandığımızda, benliğimize
olan ilgi azalıyor, daha az bencil oluyoruz, ve bu bizi daha iyi, daha asil ve
yükselmiş hissettiriyor.
6:53
Şimdi benim gibi sosyal bilimciler için
milyonluk sorumuza gelelim: Bu merdiven evrimsel tasarımın bir parçası mı?
Doğal seleksiyonun, ellerimiz gibi birer ürünü mü? Yoksa sistemdeki bir virüs
mü — bu dini şeyler, beynimizde bir şeylerin ters gitmesiyle oluşan bir hata mı
— Jill bir felç geçirdi ve bu dini deneyimi yaşadı, bu sadece bir hata mıydı?
7:20
Din üzerine çalışan bilimadamları böyle
diyorlar. Mesela, Yeni Ateistler dinin parazit gen taklitlerinden ortaya
çıktığını iddia ediyor, bu parazitler zihnimize giriyor ve her türlü çılgın
dini şeyi yapmamızı sağlıyor. Kendimizi yok eden şeyler, mesela intihar
bombacılığı. Yine de, kendimizi kaybetmenin bize ne yararı var? Nasıl oluyor da
organizmalar kişisel çıkarlardan vazgeçmenin edinilmesi gereken bir özellik
olduğuna karar veriyor? Şöyle göstereyim.
7:52
"İnsanın Türeyişi" kitabında
Charles Darwin ahlakın evrimi üzerine çok şey yazmıştı — nereden geldiğini ve
neden sahip olduğumuzu. Darwin erdemlerimizin çoğunun kendimize az yararı
olduğunu, ama içinde yaşadığımız gruplar için yararlı olduğunu söyler. İlk insan
kabilelerinden ikisinin iletişime geçip, rekabete başladığı bir senaryosu
vardı. Şöyle anlatıyor: "Eğer bir kabilede hatrı sayılır sayıda cesur,
anlayışlı ve inançlı üyeler varsa ve bunlar birbirlerini korumaya hazırlarsa bu
kabile başarılı olur ve diğerini fetheder." Şöyle devam ediyor:
"Bencil ve çekişmeli bir halk birbirine tutunamaz ve birlik olmayınca
hiçbir etki yaratılamaz." Başka bir deyişle, Charles Darwin grup
seleksiyonuna inanıyordu.
8:40
Bu fikir, son 40 yıldır tartışmalı bir
konu olmuştur, ama bu yıl büyük bir sonuca bağlanmak üzere, özellikle E. O.
Wilson'ın kitabı nisanda çıktıktan sonra, bizim ve bazı başka türlerin grup
seleksiyonunun ürünleri olduğumuz konusunda iddialı bir kitap. Ama bu konuyu
düşünmenin yolu çok-seviyeli bir seçim.
8:59
Şimdi bir de bu yönden bakın: Kendi
grubunuz içinde ve başka diğer gruplarla rekabet içerisindesiniz. Bir
üniversite kürek takımı. Bu grup içinde rekabet var. Birbiriyle yarışan gençler
var. En yavaş kürekçiler, en zayıfları, takımdan çıkarılacaklar. Ve bu
gençlerin sadece birkaçı bu spora devam edecek. Hatta biri olimpiyatlara bile
katılabilir. Yani takım içinde, benlikleri birbirlerine karşı yarışıyor. Ve
bazen, birisinin diğerlerini sabotaj etmesi kendisine avantaj sağlayabilir
Belki de koça en iyi rakibini kötüleyecek. Ama bot içindeki bu rekabet
sürerken, botlar arası bir yarışma da devam ediyor. Ve bu çekişmeli gençleri
başka bir botla yarışsın diye bir bota koyduğunuzda, ortak çalışmak dışında bir
şansları kalmıyor çünkü artık aynı bottalar. Sadece takım olarak
çalıştıklarında kazanabilirler. Size klişe gibi gelebilir, ama bunlar derin
evrimsel gerçekler.
9:59
Grup seleksiyonuna karşı kullanılan
argümanlar her zaman şöyle olmuştur: grup içerisinde ortak çalışanların olması
çok iyi ama ortak çalışanlar varsa, diğerlerinin çalışmalarını sömürerek
üstünleşecek beleşçiler de ortaya çıkacaktır. Şöyle açıklayayım. küçük
organizmalardan oluşan bir grubunuz var — bakteriler olabilir, hamsterlar
olabilir; ne olduğu mühim değil. — ve diyelim ki bu küçük grup ortak çalışmak
üzere evriliyorlar. Gayet iyi. Birbirlerine destek olup koruyorlar, beraber
çalışıyor ve rahatlığa ulaşıyorlar. Bu simülasyonda göreceğiniz gibi, kazanç
noktalarına ulaştıklarında, büyüyorlar ve boyutları iki katına ulaşınca,
bölünüyorlar ve böylece çoğalıyorlar ve nüfus artıyor.
10:39
Ama diyelim ki, bir tanesi mutasyona
uğruyor. Geninde bir mutasyon oluşuyor ve bencil bir yol izlemeye
programlanıyor. Diğerlerini kullanmaya başlıyor. Ve bir yeşil, maviyle
karşılaşınca, yeşilin büyüdüğünü ve mavinin küçüldüğünü görüyorsunuz. İşler bu
şekilde yürüyor. Sadece bir yeşille başlıyoruz, ve diğerlerine ulaşınca
güçlerini, puanlarını ya da yiyeceklerini alıyor. Ve kısa zamanda, ortak
çalışmacılar tükeniyorlar. Beleşçiler herşeyi ele geçiriyor. Eğer bir grup
beleşçi problemini çözmezse ortak çalışmanın faydalarından yararlanamaz ve grup
seleksiyonu başlayamaz.
11:17
Ancak, beleşçi probleminin çözümleri var.
O kadar da zor bir problem değil. Aslında, doğa bunu pek çok kez çözdü. Ve
doğanın en sevdiği çözüm herkesi aynı bota koymak. Mesela, her hücrede
mitokondrinin neden kendi DNAsı var? Neden çekirdeğin DNAsından tamamen ayrı?
Çünkü ikisi eskiden ayrı yaşayan bakterilerdi ve biraraya gelerek bir
süperorganizma oluşturdular. Öyle ya da böyle — belki biri birini yutuverdi;
nasıl olduğunu asla bilemeyeceğiz — ama çevrelerinde çeperleri oluşunca artık
aynı çeperin içinde olunca, çalışmalarının üreteceği bolluk ve güç, ortaklığın
yarattığı tüm iyilik, çeperin içinde kalacak ve artık bir süperorganizmamız var.
12:04
Hadi simülasyonu yeniden oynatalım ve bu
sefer süperorganizmamızı beleşçilerin, asalakların, sahtekarların olduğu
topluluğun içine atalım ve bakın ne oluyor: Bir süperorganizma istediği şeyi
kolayca alıyor. O kadar büyük, güçlü ve etkili ki, kaynakları yeşillerden,
beleşçilerden, sahtekarlardan kolayca alıyor. Ve çok kısa sürede tüm popülasyon
bu süperorganizmalardan oluşuyor. Burada size gösterdiğim şeye bazen evrimsel
tarihte büyük geçiş deniyor. Darwin'in kanunları değişmez, ama şimdi sahada yeni
bir tür oyuncu var ve herşey farklılaşmaya başlıyor.
12:45
Bu geçiş doğada sadece bir defa ortaya
çıkan ve bazı bakterilerin başına gelen bir kaza değil. 120-140 milyon yıl önce
yine ortaya çıktı: yalnız yaşayan yaban arıları basit ilkel yuvalarını, kovanlarını
yaparken. Birkaç yaban arısı aynı kovana yerleşince, beraber çalışmaktan başka
şansları kalmadı, çünkü kısa sürede kendilerini diğer kovanlarla rekabet
içerisinde buldular. Ve Darwin'in dediği gibi en uyumlu çalışan kovan kazandı.
13:14
Bu ilkel yaban arıları dünyayı kaplayan ve
biyosferi değiştiren arılara ve karıncalara bir başlangıç oldular. Ve sonra
tekrar oldu, bu defa daha olağanüstü şekilde, son yarım milyon yıl önce
atalarımız toplumsal varlıklar olmaya başladıklarında, kamp ateşinin etrafında
bir araya gelip işleri paylaştıklarında, vücutlarını boyayıp, ortak dillerini
konuşmaya başladılar ve zamanla ortak tanrılarına tapındılar. Aynı kabileden
olduklarında, ortaklıklarının faydalarını da içeride tuttular. Ve bu gezegen
üzerinde bilinen en güçlü silahı buldular, ortak çalışma — yapıcı olduğu kadar
yıkıcı bir silah.
13:59
Elbette, insan grupları hiç bir zaman arı
kovanlarındaki kadar uyumlu olmadılar. İlk başlarda arı kovanı gibi görünseler
de sonradan dağılmaya meyilliler. Bizler ortak çalışmaya arılar ya da
karıncalar kadar sıkıca bağlı değiliz. Aslında, sık sık Arap Baharı
ayaklanmalarında da gördüğümüz gibi, bu bölünmeler dini çizgiler üzerinde
ortaya çıkıyor. Ancak, insanlar bir araya geldiklerinde ve aynı hareketin
parçası olduklarında dağları yerinden oynatabilirler.
14:27
Size gösterdiğim fotoğraflardaki insanlara
bir bakın. Sizce sadece kişisel çıkarları için mi oradalar? Yoksa,
kendilerinden vazgeçip bir bütünün parçası olmalarını sağlayan bir toplumsal
çıkar için mi oradalar?
14:45
Tamam, işte bu, benim konuşmamın TED
standartlarında yapılmış haliydi. Ve şimdi, tüm konuşmamı yeniden üç dakika
içinde görüntülü şekilde yapacağım.
14:56
(Müzik)
14:58
(Video) Jonathan Haidt: Biz insanların
çeşitli dini deneyimleri vardır, diye açıklar William James. En yaygını gizemli
merdivenleri tırmanıp kendimizi kaybetmektir. Bu merdiven bizi dindışı ya da
sıradan hayatlarımızdan çıkarıp kutsal ya da derinden bağlı hayat deneyimlerine
götürür. Durkheim'ın açıklamalarına göre biz birbirimize bağlıyız. Darwin'e
göre de bağlıyız çünkü çoklu seçimlerden geçerek evrimleştik. Bu merdivenlerin
bir adaptasyon mu yoksa sadece bir hata mı olduğunu bilemiyorum, ama
adaptasyonsa, bunu anlamı çok derin. Adaptasyonsa, dindar olmak üzere evrildik.
15:42
Devasa dini oluşumlara katılmak için
evrildiğimizi söylemiyorum. Tüm bunlar çok yeni ortaya çıktı. Demek istediğim
etrafımızdaki kutsallığı görmek ve diğerlerine katılarak kutsal nesneleri,
insanları ve düşünceleri tavaf etmek için evrildiğimiz. Bu yüzden siyaset
böylesine kabul görüyor. Siyaset biraz profan, biraz da kişisel çıkarlara hitap
ediyor. Ama aynı zamanda da kutsallıkla ilgili. Diğerleriyle bir araya gelip
ahlaki fikirleri takip etmekle ilgil. İyi ile kötü arasındaki o sonsuz savaşla
ilgili, ve hepimiz kendimizin iyi tarafta olduğuna inanıyoruz.
16:17
Ve daha da önemlisi, merdiven gerçekse, bu
bize modern hayattaki daimi tatminsizlik eğilimini açıklar. Çünkü insanoğlu,
bir bakıma, arılar gibi toplu yaşayan varlıklardır. Biz arıyız. Aydınlanma
sürecinde kovanlarımızdan çıktık. Eski oluşumları yıktık ve ezilenlere
özgürlüğü getirdik. Dünyayı değiştiren yaratıcılığı serbest bıraktık ve sonsuz
rahatı ve zenginliği başlattık.
16:43
Bugünlerde ise yalnız arılar gibi
özgürlüğümüzü kutlayarak etrafta uçuşuyoruz. Ama bazen de merak ediyoruz: Hepsi
bu mu? Hayatımla ne yapmalıyım? Eksik olan ne? Eksik olan birbirimize bağlı
olmamıza rağmen, modern ve laik toplumun, dindışı ve sıradan olan
benliklerimizi tatmin etmek için kurulmuş olması. Bu aşağı seviyede hayat
gerçekten rahat. Gel ve ev-eğlence merkezimde yerini al.
17:09
Modern hayatın en zor yanı ise
merdivenleri tüm o karışıklığın ortasında bulmak ve tepeye tırmanarak asil ve
iyi bir şey yapmak. Bu isteği Virginia Üniversitesi'ndeki öğrencilerimde
görüyorum. Kendilerini içine atabilecekleri bir çağrı ya da bir amaç bulmak
istiyorlar. Hepsi kendi merdivenini arıyor. Ve insanların sadece bencil
olmadıklarını görmek bana umut veriyor.
17:34
Çoğu insan küçüklüklerinin üstesinden
gelmek ve daha büyük bir şeyin parçası olmak istiyor. Ve bu da 400 yıl önce
ortaya çıkan metaforun olağanüstü yankılanışını açıklıyor. "Hiç kimse
sadece kendinden oluşan bir ada değildir. Herkes anakarayı oluşturan bütünlüğün
bir parçasıdır."
17:56
JH: Teşekkürler.
17:58
(Alkışlar)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar