Print Friendly and PDF

SESSİZ YANlLTMA (Psikolojik Harp)

Bunlarada Bakarsınız



ALINTI
Bir belge:
Bu belgenin, 1979 yılına ait olduğu ve ABD Donanması Haber alma Servisi’nin elinde bulunduğu rapor ediliyor.
Bu belge, beyin yıkama tekniklerinin detaylarına giriyor. Medyanın, okulların ve iş yerlerinin bu beyin yıkamadaki görevlerine dikkat çekiliyor.
Gerisini David Icke’nin  kitablarından okuyalım:
“Bu belge seçkin dünya yönetim hiyerarşisinin dogmatik ve otoriter zihniyetini açıkça göstermektedir. Benim elimde bulunan sürüm Amerika’da ikinci elden satılan bir fotokopi makinesinin içinde bulundu ve kitlesel zihin kontrolünün politikasını anlatıyor. Bu uzun ve ayrıntılı belge 1979 tarihliydi, fakat 1950’lerden beri uygulanan politikanın anahtarlarını vermekteydi. Belge, ‘Sessiz Savaş, 1954 yılında uluslararası seçkinlerin bir toplantısında açıklandı’ demektedir. Bildenberg Grubu ilk defa 1954’te toplandı.”
Not : Kopenhag Kararlan, Bildenberg Grubu tarafından alınmıştır. Bu Grup ve kararları savunanların nasıl bir aymazlık ve ihanet içinde olduklarının ibret verici kanıtıdır bu belge!
işte belgede teşhir edilen yöntemlerden örnekler
“Tecrübeyle ispat edilmiştir ki, bir sessiz silahı korumanın ve halkın kontrolünü ele geçirmenin en basit yolu, onları bir taraftan şaşkın, organizasyonları bozulmuş, ilgilerini gerçekten önemi olmayan başka sorunlara çekilmiş bir durumda tutarken, diğer taraftan disiplinsiz ve temel sistem prensiplerinden habersiz tutmaktır.”
  • Zihni faaliyetlerini sabote ederek;
  • Matematikte, sistem tasarımında, ekonomi eğitiminde halk için düşük kaliteli programlar hazırlayarak;
(Niye gelişmiş ülkelerin 50 yıl önce terk ettikleri “Modern Matematik”te ısrar edildiğini anlamışsınızdır herhalde.)
* Teknik yaratıcılık cesaretlerini kırarak.
Diğer bir deyişle özgüveni yok etmek. Son dönemlerde yaygınlaşan Türk toplumunu aşağılayan ve küçümseyen deyim. Karikatür ve esprilerin amacı ortaya çıkıyor böylece. Bazıları hala mizah yaptığını zannediyor.
İmparatorluklar yönetmiş koca bir toplumun özgüveninin yok edilmesine alet olunuyor farkında olmadan.
Aşağıdaki yollarla duygularını meşgul ederek, onların kendilerine ve duygusal – fiziksel faaliyetlere olan düşkünlüklerini arttırarak;
Medyadaki -özellikle TV ve gazetelerdeki- sürekli bir cinsiyet, şiddet ve savaş gösterileri vasıtasıyla merhametsiz duygusal hareketler ve saldırıları bilinç altına yerleştirmek. (Zihni Ve Duygusal Tecavüz)
(Feodalizmi meşru gören “Kiralık Konak”, gençleri bireyciliğe ve vurdumduymazlığa iten “Tatlı Cadı”, “İşte Hayat” “Aman Çocuklar Duymasın”, “Avrupa Yakası” vb. diziler, Erbilgiller, Sayangiller vb programların reklamlarını boşuna yapmıyorlar demek ki. Tabii bu arada ulusal değerleri savunan anti Amerikancı “Kurtlar Vadisi” gibi filmleri yasaklayarak. Kan varmış. Sanki tekrar tekrar oynattıkları karate ve rambo filmlerinde kan yokmuş gibi. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Eğer film ulusal bilinci yükseltiyorsa tu-kaka, ABD’yi güçlü gösteriyor ve ABD korkusu yayıyorsa izin var!)
Onlara ne isterlerse -fazlasıyla- vermek.
“Düşünce İçin Değersiz Gıda!”
Onları gerçekten ihtiyacı olan şeyden mahrum bırakmak.
(Birileri vatanı satıyormuş!
Aman ne gam!
Sen dağlara doğru “Doğa Yürüyüşü”ne bak!
ABD Türkiye’nin Doğu’sunu Kürdistan yapıyormuş!
Buda mı dert?
Sen “Sağlık İçin Yürüyüş”ünü yapmana baksana!
Ülkede kargaşa yaratmak için değerli aydınlarımızı öldürüyormuş!
Ya boş ver şimdi!
Da Vinci’nin Şifresi içinde çözümü vardır onun.
Orda yoksa da “Simyacı”ya bakarız.
Hem baksana Bilge Ferrarisini de satmış.
Meditasyon, her şeyi çözer.
Bir uyuştun mu gerisi kolay.
Ha bir de şu kansere filan nasıl çözüm bulacağız.
Bir de yeni bir hastalık mı ne çıkarmışlar bu işi de çözelim.
Toplumca doktor, halkça dedektif, hep beraber paranoyak olursak sorun falan kalmaz ortada.)
(Haber programlarının neden yiyecek ve uzun yaşam formülleri ile bittiğini anlayabildiniz mi. Millete ne olursa olsun sen karnını doyur, uzun yaşamaya bak….)
(“Ne milleti, ne tarihi kardeşim, kıçını sıkarak yaşayan bir toplumun tarihi mi olur” Çetin Altan;
“Hangi Kurtuluş Savaşı, eşekten düşüp bir kişi ölmüş, Kurtuluş Savaşı diyorlar. Murat Belge.
“Bu Kurtuluş değil, kurtulamayış savaşıdır.” Mehmet Altan.
“Ben vatanı bir kadın memesine satarım.” Ahmet Altan.
Bütün bunlara Buket Uzuner’in “Gelibolu’sunu eklersin. Çanakkale Savaşı da neymiş. Orda ne Anzaklar acı çekti, senin vatanını koruman kimin umurunda.
Arkasından bir adet Elif Şafak “Babam ve Piç”, bir de Orhan Pamuk. Al sana tarih uzmanları. Bunlar romancı mı diyorsun.
Al sana bir de “Prof. ” Halil Berktay. Dikkat hepsi devşirme! Ne yapacaksın Atatürk’ün “Söylev”ini. Zaten Atatürk’ün de modası geçti.
Bak pırıl pırıl tarihçilerimiz var. Yakup Kadri de kim?
Mahmut Esat Bozkurt mu? Hiç duymadım. Zaten hepsi geçmişte kaldı boş ver.)
Genel Kural:
“Düzensizlikte kâr vardır; daha fazla karışıklık daha fazla kâr. Bu nedenle en iyi yaklaşım problemler yaratmak ve sonra çözümler sunmaktır.”
Özet olarak:
Medya : Yetişkin nüfusun dikkatini gerçek sosyal sorunlardan uzak tutarak gerçekte önemi olmayan meselelere çekmelidir.
(Memleket meselesi de neymiş?
Hele şu altılı bir tutsun, bak neler oluyor.
Cumhuriyet elden gitmiş. Bırak şimdi onu, şu ekolojik denge ne olacak onu bir anlat sen.
Kuvayı Milliye mi? O da neymiş? Sen asıl Green Peace bak. Kendini nasıl zincirlemişler ama.
Atatürk zincirleri mi kırıyormuş? Hadi canım, atma şimdi!
Nerden bulacağız şimdi o zamanı. Zaten iktidar kirli bir mekanizma. Sivil toplum hedefleri bize yeter.
Okullar:
Genç nüfusu, gerçek matematikten, gerçek ekonomiden, gerçek hukuktan ve gerçek tarihten habersiz tutmalıdır.
(“Acemi Cadı” dizisinden bir replik: “Senin tarih dersin yok mu? Gitmeyecek misin?” El cevap: “Ya boş ver tarihi. Bana ne geçmişte kim ne yapmış?”
Tarih dersini zannediyorlar ki geçmişte olan biteni öğrenmek. Aslında gençlere de hak vermek lâzım. Eğitim sistemi öyle sunuyor. Tarih hocaları öyle anlatıyor. Geçmişte ne olmuş bilmek. Peki evladım geleceği neyin üzerine kuracaksın? “Bu da ne demek? Ben niye kurayım geleceği. İşte AB var! Amerika’sı var. Orda düşünen bir sürü insan var. Onlar “yapar” benim geleceğimi!
“Tarih insana geçmişini bilmek için değil, geleceği kurmak için lazımdır evladım.”
“GEÇMİŞİ OLMAYANIN GELECEĞİ OLAMAZ!
Eğlence:
Halkın düşüncesini altıncı derece seviyesinin altında tutmalıdır.
(Altıncı seviye, maymunların düşünme seviyesinin bir üst basamağı oluyor. Aklıma bir arkadaşımın tanımlaması geldi, birden. Şöyle demişti bir gün: “Darvin insanın maymundan geldiği teorisini geliştirdi. Sistem bunu tersine çevirdi. İnsan şimdi maymuna doğru evrimleşiyor!” İlginç değil mi? Her türlü yaratıcılığı ve üreticiliği bırakıp sadece taklit ve önümüze sunulanla yetinen bir topluluğa dönüşüyor bütün insanlık. Gel de Aristo’yu anma. Ne demiş filozof insanı tanımlarken. “İnsan siyasal bir hayvandır.” “Bazıları bunu düşünen bir hayvan” olarak çeviriyor. Bu eksik tanımlamadır. Eşekten, hindiden daha fazla düşünen var mı acaba? Peki salt düşünmek yetiyorsa onları niye insan kategorisine sokmuyoruz. Burada “siyasal” kavramı önemli. Bu, bugünkü kaba anlamıyla bir siyasallık değil. Düşüncesine hayat vermektir. Düşüncesini pratiğe sokma yeteneğidir. Doğaya ve yaşama alanına müdahale etme becerisidir siyasallık. Üretmek ve yaratmaktır kısaca. İnsanı hayvandan ayıran temel özelliktir. Bu yoksa insan tanımlaması yanlıştır. İşte altıncı seviyeden kastettikleri budur. İnsan tanımlamasından çıkış! Eğlenmek, salt gülmek ve zıplamak demek değildir. İnsanlık ilkel dönemden bu yana eğlence ve oyun yöntemleri geliştirmiştir. Ama bunu çok boş zamanları vardı da onu doldurmak için yapmadılar. Hem kendileri bir şey öğrenmek hem de gelecek nesillere bir şey aktarmak için eğlence ve oyun yöntemleri buldular. İnsan için en önemli eğlenme yöntemi, yeni bir şeyler keşfetmek yeni bir şeyler ortaya çıkarmaktır. Eğlenmek, aynı zamanda düşünmek ve sorgulamaktır. Hatta bu eğlenmenin esasıdır.
(Yoruma n gerek var isterseniz altını çizelim
Ne diyor: “…çiftlikteki diğer HAYVANLARLA birlikte!” Herhalde bunu anlamayacak kadar maymunlaşmadık daha.) DİYOR!
İş: Düşünmek için zaman bırakmayarak, halkı çiftlikte diğer hayvanlarla birlikte meşgul, meşgul, hep meşgul etmelidir.
“Bu (Beyin yıkama tekniğini kastediyor), bir general yerine – bankacılık mıknatısının emirleri altında- bir bilgisayar programcısı çalıştırır, bir silah yerine, bir bilgisayar, barut tozu yerine veri kullanır; mermilerin yerine, durumları ateşler. Bu, aşikâr gürültüler çıkartmaz, aşikâr fiziksel yaralanmalara neden olmaz ve herhangi bir kişinin günlük sosyal hayatına alenen müdahale etmez.”

Psikolojik Harp
“Anlaşılmaz fiziksel ve zihinsel bozukluklara neden olan ve anlaşılmaz bir şekilde günlük hayata müdahale eden, yani ne aradığını bilen eğitimli bir gözlemci için anlaşılmaz olan sesler üretse bile halk bu silahı anlayamaz, bu nedenle de bir silahla saldırıya uğradığına ve baskı altına alındığına inanamaz. ”
SESSİZ SİLAH
“Sessiz bir silah tedricen uygulandığında, baskı (psikolojik baskıdan ekonomik baskıya kadar) çok artarak devam edemeyecek hale gelinceye kadar, halk bunun varlığına uyum sağlar/adapte olur ve bunun sinsi tecavüzüne tahammül etmeyi öğrenir. Bu nedenle sessiz silah biyolojik mücadelenin bir cinsidir.
Bu onların doğal ve sosyal enerji kaynaklarını, fiziksel, zihinsel ve duygusal güçlerini ve zaaflarını tanıyarak, anlayarak, manipüle ederek ve bunlara saldırarak bir toplumun bireylerinin hayatına, tercihlerine ve hareket kabiliyetine tecavüzde bulunur.”
“Halk içgüdüsü ile bir şeylerin yanlış olduğunu hissedebilir, fakat sessiz silahın teknik özellikleri nedeniyle, duygularını makul bir şekilde izah edemez veya kendi zekâsıyla problemle uğraşamaz. Bu nedenle, nasıl yardım isteyeceğini ve buna karşı kendilerini savunmak için diğerleriyle nasıl birleşeceğini bilmez.”
(işte sürecin vardığı nokta: Hayvani içgüdülerle bir tehlike, bir tehdit seziyorsun ama o tehlike ve tehdidi yok edecek veya engelleyecek bir şey düşünemiyor ve geliştir emiyorsun. Tehlike ve tehdidi hayvanlarda algılayabiliyor. Hatta bazı hayvanlar tırnaklarını ve dişlerini göstererek tehdid boşa bile çıkarabiliyor.
Düşünün! Kendini savunan hayvanlardan bile geride sayılırız. Hepimizin ağzındadır: “Ya biliyorum kötü olduğunu ama ne yapayım kardeş, çocuk istiyor! ”
Birincisi; aslında çocuk istiyor değil kendimiz istiyoruz ama söyleyemiyoruz. Çocuğun her dediğini yapıyor muyuz? Yapmıyoruz elbette. Hangi istediklerini yapıyoruz peki?
Bizim isteklerimizle örtüşenlerini. Burada çocuklar günah keçisi oluyor. İkincisi ve daha tehlikelisi. A benim canım kardeşim! Madem tehlikeli çocuğunu niye uzak tutmuyorsun ondan? Demek çocuğunu tehlikelere karşı koruma sorumluluğun olduğunu unutmuşsun! Bu daha vahim!)
Peki bunu engellemek için ne yapılabilir?
Bu sorunun cevabını verebilmek için, iki soru daha atalım ortaya. Saldırının amacı nedir?
Bu sorunun cevabı, faaliyetin kendi içinde var zaten. Amaç kitlelerin beynini ele geçirmek ve esir almak.
Nasıl bir güç tarafından yürütülmekte ve planlanmaktadır?
insanlığı kölesi haline dönüştürmek isteyen ve bir iktidar mekanizmasına sahip örgütlü bir güç tarafından yürütülmekte ve planlanmaktadır.
••
Genel olarak emperyalist devlet iktidarları. Özel olarak baktığımızda, yani ülkemiz açısından değerlendirdiğimizde ise karşımıza AB ve ABD gibi örgütlü güç çıkmaktadır.
Sorunun çözümüne de bulmaca çözer gibi tersten başlanarak gidilir.
Yani AB ve ABD ile boy ölçüşebilecek bir iktidarı hedeflemiş örgütlenme içinde olacaksın. Bunun örneğini en son Kurtuluş Savaşımız da göstermişiz zaten. Bu gücümüz ve yeteneğimiz var. Sorun ne o zaman? irade! Yani un var yağ var.
Sadece popomuzu koltuktan kaldırıp ocağın başına geçeceğiz.
İkinci hamle ise beynini özgürleştireceğiz.
Gerisi Ömer Hayyam’ın dediği gibi masal anlatmaktır.
Sevdiğini mertçe seven kişi
Pervane gibi özler ateşi
Sevip de yanmaktan korkanların,
Masal anlatmaktır bütün işi
Ömer HAYYAM
KORKUNÇ BOYUTLU BİR PSİKOLOJİK SAVAŞLA KARŞI KARŞIYAYIZ…

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar