TÜRK CASUSU İNGİLİZ KEMAL’İN İSRAİL MACERALARI
Atatürk’ün Alnından Öptüğü, İstiklâl Madalyası Sahibi Efsanevi Casus
İngiliz Kemal
Bir kitapçıda dolaşırken İngiliz Kemal’le ilgili çok sayıda
kitabın yayımlandığını görmek küçük bir şaşkınlık yarattı bende. Lise
öğrencisiyken televizyonda izlediğim, başrolünü Ayhan Işık’ın oynadığı, Lütfi
Akad’ın yönettiği İngiliz Kemal
Lawrence’a Karşı adlı film geldi aklıma. Meğer böyle bir adam
gerçekten varmış ve kitaplık çapta maceranın kahramanı olmuş. Geçit Yayınları
tarafından yeniden yayımlanıp gündemleştirilen İngiliz Kemal’le ilgili tam altı
kitap dizilmişti raflara. Kitapların içine onu tanıtan ve kitapların içeriği
hakkında bilgi veren bir broşür de eklemişlerdi. Meğer adam Türk büyüklerinden
biriymiş de benim haberim yokmuş!
Asıl adı Ahmet
Esat Tomruk olan İngiliz Kemal 1887’de İstanbul’da,
Cerrahpaşa’da doğmuş. Beş yaşındayken babası ölmüş, annesiyle birlikte
dayısının himayesinde büyümüş. Rivayet doğruysa 7 yaşındayken Galatasaray
Sultanisi’ne yazdırılan Esat Tomruk, 5 yıllık bir öğrencilikten sonra kaçak
olarak bindiği bir İngiliz gemisiyle İngiltere’ye gitmiş, bindiği geminin
kaptanı, onu manevi evlat edinmiş.
Babalığı tarafından, Londra’da bir koleje verilen Esat, okul
dışındaki saatlerde bir rejisörün yanında çalışmış. Dans ve akrobasi eğitimi
alan ve daha sonraları güçlü bir boksör olarak yetişen Esat, İngiltere’de
devrin ünlü boksörleriyle çeşitli müsabakalar yapmış ve spor çevrelerinde
tanınmış.
Babalığının ölümüne kadar çevresinde “Körli” namıyla tanınan
Esat, boks maçları yapmak üzere gittiği Paris’te, Eşref Şefik ile tanışmış.
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı sıralarda İstanbul’a dönen Esat Tomruk,
yedek subay olarak Çanakkale’deki 5. Ordu Karargâhı’na gönderilmiş. O sıralarda
henüz albay olan Mustafa Kemal’le de tanışmış. Yaralanarak hava değişimi
raporuyla İstanbul’a geldikten sonra; İngilizce, Fransızca ve Rumca bildiği
için Enver Paşa tarafından ilk kez casuslukla görevlendirilmiş. Bu görev,
İstanbul’dan geçen İngiliz denizaltılarını tespit ile birlikte bu konuda
ingilizlere yardımcı olanların ortaya çıkarılmasıymış. Esat Tomruk, bu görevi
dolayısıyla, o zamanların bütün ünlü sabıkalıları ile ilişki kurmuş, bunlardan
hırsızlık ve yankesicilik dersleri almış (denizaltında çok işine yaramıştır
herhalde). Daha sonraları ünlü İngiliz casusu Lawrence’ın, “Kürtleri ve
Arapları Türkler aleyhine başkaldırmak için faaliyette bulunmaya başlaması”
üzerine Lawrence’ın peşine gönderilmiş. “Sarı Şeyh” diye anılan
Lawrence gibi Arap kıyafetine bürünerek sahte Lawrence olarak Arabistan’da
dolaşmış.
Milli Mücadele döneminde, bir Türk casusu olarak büyük
hizmetler gördüğü belirtilen Esat Tomruk, o sıralarda bu başarılarından dolayı
Mustafa Kemal tarafından ‘alnından öpülmüş’. Cumhuriyet döneminde de çeşitli
maceralar yaşayan Esat Tomruk ona yakın dil bildiği için (!), ömrünün sonuna kadar
“turist rehberi” olarak çalışmış. “İstiklâl Madalyası” sahibi olmasına
rağmen devletten makam mevki istemeyen ve gerçek bir vatansever olarak
tanıtılan Tomruk, geçimini sağlamak için boksörlük, dansörlük, şoförlük ve
(sıkı durun) yankesicilik, kumarbazlık yapmış. Yayınevinin notuna göre, 1960 -
1980 yılları arasında pek çok kitap, çizgi roman ve filme konu olmuş; ama
sonraları eşsiz bir vefasızlık örneği olarak unutulmuş. 1966 yılında ölen
İngiliz Kemal lâkaplı Esat Tomruk’un kendisinin anlatıp yazdırdığı altı kitap
var: İngiliz Kemal Milli Mücadelede, İkinci Dünya Savaşı Maceraları, İngiliz
Kemal Ortadoğu’da, Kıbrıslı Çetecilere Karşı, İngiliz Kemal Lawrence’a Karşı ve
bu yazının asıl konusu olan İsrail Maceraları.
İsrail’in Hizmetinde Bir Türk Casusu
Yıllardır Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren, insan türüne ait en
iğrenç zulüm ve katliamları gerçekleştiren, iki askerinin kaçırılması
bahanesiyle Lübnan’ı harabeye çeviren İsrail’in son saldırılarına verilen
insani ve İslami tepkilerin yanı sıra, yaşadığımız ülkede, İsrail’in gücü,
şiddeti ve kararlığı karşısında hayranlık duyan, bundan âdeta büyülenen bir
yaklaşımın da öne çıktığı dikkatlerden kaçmamıştır.
Kökeni yıllar öncesine dayanan bu kanaat ve hayranlık, “Adamlar
iki askeri için neler yaptı!” şeklinde özetlenebilecek bir doruk noktasına
ulaşmıştı. Bunda elbette PKK karşısında aynı ‘kararlılık’ın gösterilememiş
olmasının yarattığı milliyetçi hıncın da payı var. Keza, ülkedeki kimi kişi ve
çevrelerin yerli ve milli oryantalist zihniyet dünyasında Araplara yönelik
kemikleşmiş küçümseme, hor görme tavrı da bu algının oluşmasında etkili.
Milliyetçiliğin çıplak gücü öven yapısı bilindiğine göre, İsrail’e duyulan bu
hayranlık fazla şaşırtıcı gelmemeli. Her ne kadar savaşın sonucunda İsrail,
karizmasından çok şey yitirmişse de lafı fazla uzatmadan iradesini şiddet ekseninde
dayatmasıyla, milliyetçi zihniyet dünyasında pekâla olumlu yankı bulabiliyor.
Kuzey Irak’a İsrail tarzında girmek için söylenen onca şeyin arkasında, elbette
stratejik ya da politik mülahazaların yanında böylesi bir güç algısının da
yattığı aşikâr. Bu, yerli milliyetçilerimizin birçoğunun aynı zamanda
antisemit olduğu; hatta Hitler’e sempatiyle baktığı gerçeğine ters değil
elbette. Çünkü gıpta edilen, İsrail’in kendisi ya da bölgedeki rolünden ziyade,
gücü ve iradesi. İşte, Ali Kemal Meram tarafından yazılıp hazırlanan Türk Casusu İngiliz Kemal’in İsrail
Macerası adlı kitap da İsrail’e dönük böyle bir algıyı
paylaşıyor ve popülerleştiriyor. İlk baskıları yıllar önce Kültür Kitabevi
tarafından yapılan kitap, İsrail’in mücadele ve hayatta kalma azmini olumluyor
ve James Bond’u aratmayan bir aksiyon kurgusuyla, Siyonistlerin yaptıklarını
ilham verici bir gerçeğe dönüştürüyor. Kitabın, böyle bir dönemde, ilginç bir
zamanlamayla yeniden rafları süslemesi de oldukça manidar kuşkusuz.
Türkçülük
Mücadeleleri adlı kitabın da yazarı olan Ali Kemal
Meram, son dönemde yayımladığı Padişah
Anaları adlı kitabın bir bestseller olması, art arda baskılar
yapmasıyla gündeme gelmişti. Bu kitapta, Osmanlı sultanlarının analarının
yabancı ırklardan gelmesinden hareketle, Osmanlı’daki gerileme açıklanmaya
çalışılıyordu. Kitap ırk merkezli temizlik kaygıları ve Kemalizmin ilk dönemine
has bir Osmanlı düşmanlığı ile bayat harem fantezilerini bir araya getiren bir
bulamaçtan ibaretti. Bu noktada, milliyetçiliğin sadece Hitler’in Kavgam adlı kitabıyla değil
sıradan insan için çok daha masum görünen popüler kitaplar eşliğinde
palazlandığını da söylemek gerekiyor.
“İsrail Maceraları”nda olaylar, 1948 yılının ocak ayının puslu ve soğuk bir
gününde, İngiliz Kemal’in yemeğini yiyip şarabını yudumlarken eski bir
tanıdığı olan Mişel Smith ile karşılaşmasıyla başlıyor. Mişel, PolonyalI bir
Yahudi'dir ve gizli Siyonist örgütünde çalışmaktadır. İngiliz Kemal, Mişel ile
daha önce Amerika’da tanışmış ve kendisini ona “Musevi olarak yutturmuş, hem
de Dünya Siyonist Teşkilatı ileri gelenlerinden Lindman’ın küçük kardeşi Samuel
Lindman olduğuna inandırmış”tır. (s. 12) Bu kimlikle Kemal’in Amerika’da
Mişel ile birlikte, her nedense, “Siyonist teşkilatına yararlı çalışmaları”
olmuştur. Mişel, Samuel olarak tanıdığı Kemal’den, karısı ile kız kardeşine
bir Avrupa seyahatinde rehberlik etmesini teklif eder. Kemal’in aklı buna
yatmasa da, macera tutkusu ona bu işi kabul ettirir. Mişel’in talimatı üzerine
Atina’ya gider ve burada “çok genç ve çok güzel” olan Magda ve Suzan
ile tanışır. Bu üçlü, hızla olayların içine dalar ve daha ilk andan itibaren
ölümle burun buruna gelirler. İngiliz Kemal zamanla, Magda ve Suzan’ın İsrail
istihbarat teşkilatı için çalıştıklarını, silah ve istihbarat temin ettiklerini
anlar. Ara sıra İstanbul’a dönmeyi tasarlasa da iki kadının onda yarattığı
çekim onu her defasında bundan vazgeçirtir. Nitekim, irtibata geçtiği Türk
Milli Emniyet Teşkilatı da ona kalması yönünde talimat verir: “Bir tesadüf,
sizi, önemli bir olayın içine alıp götürdü. Yeni gelişmeler olabilir.
Ortadoğu, ülkemiz için önemlidir. Sonuna kadar direnmeniz gerekli.” (s. 85)
İngiliz Kemal, böylece, İsrail istihbarat elemanlarıyla beraber
Atina’dan Roma’ya Arap ajanlarıyla köşe kapmaca oynar. Kahire ve İskenderiye’de
istihbarat toplar ve Filistin’de Arap- lara karşı sabotaj eylemlerine katılır.
Bu aksiyon dolu gelişmeler arasında kadınlara da sempati duymaya başlar. Bu
çekici kadınlardan oldukça etkilenmiştir. Çapkınlıkta James Bond’u aratmayacak
bir kişilik olarak anlatılır kitapta. Vatanperverlik duygularıyla
birleştirerek, bu kadınlarla birlikte de olur. Hatta Mısır casusluk
teşkilatından “gözlerinde aşk ateşi kıvılcımlanan” Ayşe ile de beraber olarak,
çok yönlü bir istihbarat faaliyetinin gereğini yapmış olur (s. 64). Ancak
İngiliz Kemal’in Magda ile Suzan’a ilgisinin aslı başka bir noktada düğümlenir.
O aslında, kadınların idealist vatanseverliğinden, “Siyonizm hesabına çalışan
idealist Museviler” olmalarından etkilenmiştir. Magda’nın “Hiçbir kişiyi,
vatanımdan ve ülkümden daha fazla sevemem.” sözleri üzerine gözleri
yaşarır: “Ne yalan söyliyeyim, ona gıpta ettim, kıskandım adeta bu kadar
yüce duygularla yetişmiş olmasını... Kendi vatanımda da, böyle ulusal
duygularla yücelmiş kızlar ve kadınlar olsun diledim.” (s. 63). İngiliz
Kemal’in, bu İsrail ajanı kadınların vatanseverliğini ve adanmışlığını takdir
eden sözleri kitapta sık sık karşımıza çıkar: “Bir vatan kurmak için her
şeyi göze almış ve bu yolda can vermeye gönüllü olan bu iki kız, kendilerini
kurulacak vatanları için adamış iki meçhul askerden başka bir şey değildi
gerçekte. Bir gün, adları tarihe bile geçmiyecek iki fedai!” (s. 76).
Sadece Magda ile Suzan’ı değil, Kemal’in karşılaştığı neredeyse
tüm Siyonistleri, İsraillileri karakterize eden bu ‘ülkücülük’ karşısında
Araplar tamamen yozlaşmış, satılık insanlardır: “O Araplar ki İngilizlerin
verdiği altınların hatırı için, I. Dünya harbinde bize ihanet etmişlerdi.” (s.
63).
Macera boyunca karşımıza çıkan Araplar ya kumar ve fuhuş
düşkünü, yüz otuz kiloluk Mısırlı generaller ya işkenceci / infazcı Ürdünlü
askerler ya da birkaç bin dolara ellerindeki silahları bile düşmana satmaya
hazır resmi görevlilerdir.
Kitapta, çeşitli karakterlerin ağzından ‘Milli Mücadele’
ile İsrail’in kuruluş süreci arasındaki paralelliklerin dile getirilmesi de
dikkat çekicidir. İsrail devletinin kurulması ve 1948 savaşı, okurun karşısına
adeta bir Kurtuluş Savaşı olarak çıkmaktadır. Sözgelimi Magda ile Suzan’ın
fedakârlıkları, adamımıza hep Milli Mücadeleyi hatırlatır: “Bir vatan nasıl
kurulur, nasıl kurtarılır; bunu bilirdim ben. Bizim kendi vatanımızın Milli Mücadelesinde,
içinde yaşayarak görmüş ve öğrenmiştim. Böyle yüz binlerce adsız fedainin,
vatanın kurtarılmasında ve yeniden kurulmasında ne büyük katkıları olduğunu
biliyordum.” (s. 76 - 77).
“Yaşından ve şuhluğundan umulmaz bir
ciddiyete” sahip Magda, mücadelenin başarıya
ulaşma şansına şüpheyle bakan Yahudilere karşı şöyle bir argüman ileri sürer:
“Böyle konuşanlara, biz,
Türkleri örnek gösteriyoruz. Vatanları, on iki devletçe paylaşılmış ve her
karış toprağı işgal edilmiş olduğu halde bir Mustafa Kemal Paşanın buyruğu
altına giren on dört milyon nüfuslu ülke halkı, toplam nüfusları üç yüz
milyonu geçen düşman devletlerin tümünü altederek vatanlarını, özgürlük ve
egemenliklerini ve en önemlisi özbenliklerini kurtardılar. O ortamda; Mustafa
Kemal’e de, Mustafa Kemal’e inananlara da tüm dünya gülüyordu! Olacak şey mi
bu, diyorlardı! Ama o olmaz sanılanın olduğunu gördüler.” (s. 88).
Böylelikle, Anadolu’daki hareketin hangi “mazlum” milletlere
esin kaynağı olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Bunları anlatıp aktaran Yahudi
asıllı yahut Soner Yalçın’ın “Efendi” adlı kitaplarında sayıp döktüğü yüz
binlerce Sabetayistten, dönmeden biri değil! Bir vatansever, madalyalı bir
kahraman, alnından öpülen bir Türk! İngiliz Kemal, bu sözler karşısında
gözyaşlarına boğulur. Bu yakınlık ve Araplara karşı ortak antipati, Türk -
İsrail dostluğunun da temeli olarak gösterilir kitapta. Magda’ya göre
“Türkler, yüzyıllardan
beri Arapların ne olduğunu bizden daha iyi bilirler. İsrail’i kuranlar,
İsrail’i yaşatacak olanlar, Türk devleti ile daima dost kalacaklardır.”
Eh, doğru söze ne denir!
Hiçbir edebi değer taşımayan bu roman boyunca, İsraillilerin
kendilerinden güçlü düşmanlarla dört bir yandan kuşatılmış bir halk olduğu ve
bu ölüm kalım savaşında en önemli güçlerinin kararlılık ve cesaret olduğu
vurgulanır: “Bir avuç İsrailli, altı Arap devletiyle boğuşuyor, Samuel! Bu,
o kadar kolay ve basit bir şey değil. Kuzeyde Lübnan, doğuda Irak, Suriye, Ürdün,
güneyde Mısır ve Suudi Arabistan var. Bir karış toprakta barınmaya çalışan, iki
bin yıl vatansız kalmışlığın ızdırabını gidermek ve devamlı kılmak için
kurulmuş olan bu küçücük İsrail devleti, dört bir yanı düşmanla çevrili olarak
yıkılmamaya çalışıyor.” (s. 103).
Bu orantısızlığın bir örneği olarak
İngiliz Kemal, kendini Arap uçak ve tanklarına karşı bir ‘kibutz’u (İsrail'de
ortak çalışma esaslarına göre oluşturulmuş tarımsal topluluk) savunurken bulur.
İsraillilerin yaptığı, vatan savunmasıdır. Bu sürekli olarak tekrar edilir.
Kitap boyunca Siyonist kolonileştirme projesi ve Filistinlilerin, katliam ve
sindirme yöntemleriyle göçertilmesi sonucu İsrail’in kuruluşu, bir kahramanlık
destanı haline getirilir. “Bu maceranın her sayfasında, damarlarında
ceddinin asil kanını taşıyan her Türk gencinin alabileceği pek büyük ilhamlar”
olduğu açıkça dile getirilir.
Şaşırmak yerine, İsrail’i en önce tanıyan ve
onunla sıkı bir siyasi ve askeri işbirliğine giden; Türkeş, Erbakan, Sezer, Bay-
kal, Erdoğan gibi farklı görüşlere sahip liderlerini ve en üst düzeydeki askeri
yetkililerini onların ülkesinde ya da sofrasında gören, MOSSAD ajanlarınca
vatandaşları öldürülen ilginç bir ülkede yaşadığımızı arada bir hatırlamakta
yarar var aslında.
Kaynak:
ALİ DEĞİRMENCİ, Yozlaşma ve
Baskı Ortamında-SANAT-Denemeler / Kitap Değerlendirmeleri, Eylül 2008,
İstanbul, s.205-211
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar