“YOKSUL ÜLKELERDEN TOPRAK ARAKLANIYOR”
BM
Kalkınma Programı’nın raporuna göre, dünya nüfusunun yüzde 25’i dünyadaki toplam
sepetin yüzde 80’inine sahip. Milyonlarca kişi açlık sınırının altında yaşarken
zengin ve yoksul arasındaki makas giderek açılıyor. Bu olumsuz gelişme
özellikle son 20 yılda giderek hızlandı.]
Gelişmekte olan
ülkelerde ekilebilir nitelikteki arazileri satın alan uluslararası şirketlerin
ve ülkelerin sayısı artıyor. BM de küçük çiftçileri zor duruma düşüren "toprak
araklama"ya karşı yasal önlem almak istiyor. Dünya ekonomisinde söz
sahibi olan ülkelerin gözü, büyük tarım arazilerinde. Mali açıdan güçlü,
kalabalık nüfusa sahip, ancak su kaynaklan veya tarım arazileri açısından
yoksul olan ülkeler, fakir ve gelişmekte olan ülkelerde hızla toprağa yatırım
yapıyor. İleride çıkabilecek bir kıtlık veya gıda mahsulleri fiyatlarındaki
artışlara karşı korunmak amacıyla uluslararası dev şirketler ve ülkeler
tarafından fakir ve kalkınmakta olan ülkelerde yapılan toprak satın alımlarına
İngilizce’de “LAND GRABBİNG” yani “TOPRAK KOPARMA” veya “TOPRAK
ARAKLAMA” adı veriliyor.
Oxfam gibi yardım
örgütleri bu uygulamanın açİlk ve yoksulluğa arttırdığına dikkat çekiyor. BM
Gıda ve Tarım örgütü kapsamında ise gelişmekte olan ülkelerde halkın geçimini
tehdit eden bu alımlara karşı ne gibi önlemler alınabileceği tartışılıyor.
HALK YERİNDEN
SÜRÜLÜYOR
Çin, Güney Kore,
Körfez ülkeleri ya da Hindistan gibi ülkelerden kamu yatırımcıları ya da özel
şirketler, gelişmekte olan ülkelerde satın alma ya da kira anlaşmalarıyla dev
tarım arazilerini kendine bağlıyor. Buralarda üretilen gıda maddeleri, sadece
yatırımı yapan ülkeye ihraç ediliyor. Dev arazilerde yerli halk yerlerinden sürülüyor, en büyük
zararı fakir ve kalkınmakta olan ülkelerdeki halk görüyor.
Yardım örgütü
Oxfam’ın Almanya temsilciliğinden Marita Wiggerthale, kuşaklar boyu aynı aile
tarafından ekilen, ancak tapuda kaydı olmayan bir arazinin günün birinde
yabancı bir şirkete geçebildiğine dikkat çekiyor. Wiggerthale, "Bu
vakalarda Çoğunlukla toprakları kullanma hakkı çiğneniyor, ta yapan aileler yerlerinden sürülüyor ve sonuçta tüm geçim kaynaklan
ellerinden gidiyor” diyor.
Böylelikle savaş ya
da kıtlık olmamasına rağmen yoksulluk ve açlık da artıyor. Oxfam, Uganda’da bu
tür bir vakayı belgelemiş. İngiliz bir yatırımcının Ugandalı yetkililer ile
yaptığı anlaşma yüzünden, dev bir çam ve okaliptüs plantasyonuna yer açmak için
22 bin 500 kişi, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmış. Bu çiftçilere
ne önceden sorulmuş, ne haber verilmiş, ne de tazminat ödenmiş.
Alman Federal Tarım
ve Tüketiciyi Koruma Bakanı İlse Aigner, son yıllarda fakir ve gelişmekte olan
ülkelerde 50 ila 80 milyon hektar toprak satıldığını belirtiyor, ancak yine de
gıda üretimi alanında özel yatırımın önemine dikkat çekiyor, "Prensipte
ziraat alanındaki özel yatırımcılara tamamıyla kötü gözle bakmamak gerek"
diyen Aigner, "Ancak bu yatırımların, bölge halkının da kârına olması
gerek, işin zor tarafı da bu” şeklinde konuşuyor.
Birleşmiş Milletler
Gıda ve Tarım örgütü, hükümetler ve sivil toplum örgütleriyle birlikte bu
sorunu çözmek için uluslararası bir düzenleme üzerinde çalışıyor. İtalya’nın
başkenti Roma’da bu amaçla yapılan görüşmelere katılan Alman Bakan Aigner, En
önemlisi, toprak alımının yapıldığı ülkelerdeki hükümetlerin yatırımların
ülkedeki ziraatın geliştirilmesi için kullanılması yönünde bilinçlenmesi ve
halkın yaşadığı, ekim yaptığı topraklan terk etmek zorunda kalmaması ya da en
azından bu ticaretten kârlı çıkması” dedi. Bu arazilerin satışı çoğunlukla
gizli yapıldığından boyutu ile ilgili kesin rakamlar verilemiyor. Oxfam yardım
örgütünün tahminlerine göre, 2001 yılından bu yana sanayileşmiş ve kalkınmanın
eşiğindeki ülkeler, kalkınmakta olan ülkelerde yaklaşık 227 milyon hektarlık
arazi satın aldı. Bu neredeyse Batı Avrupa büyüklüğünde bir alana denk geliyor.
Yardım örgütleri,
bu yatırımların bölge halkına çoğu zaman pek bir yarar sağlamadığını ortaya
Ç1karmış. Oxfam yardım örgütünden Wiggerthale, "VERİLEN İSTİHDAM SÖZÜ TUTULMUYOR.
AYRICA YATIRIMIN HACMİ DE BAŞTA VAAT EDİLDİĞİ ORANDA OLMUYOR, İÇİ BOŞ SÖZLER
BUNLAR. ARAZİLER, KARŞILIĞINDA PEK BİR ŞEY YAPILMASINA GEREK KALMADAN UCUZA
SATIN ALINIYOR” diyor. Roma’da yapılan görüşmeler şimdilik bir sonuç
vermedi. Geniş arazilerin satışı sırasında kullanıcıların ve bölge halkının
haklarının nasıl korunacağı konusunda gelecek yılın başında BM Gıda ve Tarım
Örgütü kapsamında uluslararası bir düzenleme için yeni görüşmelerin yapılacağı
belirtiliyor.
AFRİKA'YI AÇ
BIRAKAN 'TARIM EMPERYALİZMİ'
Nasıl oluyor da
Etiyopya, çok geniş tarım arazilerine sahip olmasına karşın, kıtlık sorunu yaşıyor?
Mısır ve tahıl
ekili hektarlarca genişlikteki tarım alanları yemyeşil bir manzara oluşturuyor.
Bu ekili alanlar, ne Avrupa’da ne de Amerika Birleşik Devletleri’nin batısında
yer alıyor. Tarlalar, çok sayıda insanın kıtlıkla karşı karşıya olduğu
Etiyopya’da bulunuyor, ülkede tarım yapılabilecek yeterli arazi olmasına
rağmen, insanlar açlık çekiyor. Bu tarlalar ise yabancı yatırımcılar tarafından
satın alınarak veya kiralanarak, endüstriyel tarım için kullanılıyor. Bu
uzmanlar tarafından "TARIM EMPERYALİZMİ" olarak
adlandırılıyor. Etiyopya hükümeti, bu şekilde döviz gelirlerinin ve tarım
ajanında teknik bilgilerin artırılmasını ümit ediyor, ülkedeki verimli tarım
alanlarının büyük bölümü hâlâ kullanılmıyor.
ETİYOPYA'DAN
YABANCI YATIRIMCILARA AVANTAJLAR
Etiyopya Tarım
Bakanlığı'nın eski çalışanlarından, şu sıralar Bonn Üniversitesi’nce araştırma
yapan Dawit Tesfaye, Etiyopya'nın yabancı yatırımcılar neden cazip bir ülke olduğunu
şu sözlerle açıklıyor: “BİR YATIRIMCI SADECE İHRACAT YAPMAK İÇİN ÜRETİM YAPIYORSA,
BEŞ YIL VERGİDEN MUAF OLUYOR. AMA BİR YATIRIMCI İÇ PAZARA YÖNELİK ÜRETİM
YAPIYORSA, İKİ VEYA ÜÇ YIL VERGİDEN MUAF TUTULUYOR.”
Etiyopya hükümeti
geçen yıl üç milyon hektar verimli tarım alanım kiraya çıkardı. Afrika'nın
birçok ülkesinde hükümetlerin, tarım arazilerini yabancı yatırımcılara sattığı
veya kiraladığı gözlemleniyor. Büyük yatırımcılar, Hindistan, Pakistan, Suudi
Arabistan ve Çin gibi ülkelerden geliyor. Ağırlıklı olarak biyo-yakıt elde
etmek ya da kendi ülkelerindeki gıda ihtiyacım karşılamak üzere ekim yapılıyor.
Tarım ürünlerinin
sadece bir bölümü Afrika'da piyasaya sürülüyor. Washington Amerikan
üniversitesinden Çin-Afrika ilişkileri uzmanı Deborah Braeutigam, ürünlerin
Afrika piyasasında yer almasının, halka büyük bir yaran olmadığım belirtiyor.
Braeutigam, bunun nedenini “ÇİNLİLER, ÖRNEĞİN ZAMBİA'DA YEREL TARIM
PİYASASINA DA YATIRIM YAPIYOR. ANCAK BU İÇ PAZAR İÇİN SORUN YARATABİLECEK BİR
DURUM. ÇÜNKÜ ÇİNLİLER, KENDİ BUĞDAY, MISIR VE BÜYÜK BAŞ HAYVANLARIYLA ZAMBİALI
ÇİFTÇİLERLE REKABET EDİYOR” sözleriyle açıklıyor.
KITLIĞIN NEDENLERİ
Tarım alanlarının
yabancı yatırımcılara kiralanması veya satılması, Afrika Boynuzu'nda yaşanan
kıtlığın nedenlerinden biri olarak görülüyor. Kıtlıktan, Etiyopya, Somali,
Kenya ve Cibutu’de yaklaşık 12 milyon kişi etkileniyor. Almanya Başbakan Angela
Merkel'in Afrika Danışmanı Günter Nooke, kıtlığın farklı nedenleri olduğuna
dikkat çekiyor:
“Afrika
Boynuzu'ndaki kıtlığın nedenlerini anlamak kuşkusuz biraz zor. İklim
değişikliği ve aşırı hava koşullan nedeniyle kuraklık ve seller yaşanabiliyor.
Elbette başlıca sorunlardan biri de Somali, devlet sistemi çalışmıyor, ülkede
hükümet yok. İnsanlar da, yiyecek ve içecekleri kalmadığı zaman Kenya'nın
kuzeyine veya Etiyopya'ya kaçıyor.”
Somali'den binlerce
kişinin komşu ülkelerdeki mülteci kamplarını doldurması, bu ülkelerde de kıtİlk
tehlikesini artırıyor. Etiyopya Tarım Bakanlığı'nın eski çalışanı Dawit
Tesfaye, Afrika hükümetleri tarım politikalarını değiştirmezse, gelecek
yıllarda durumun daha da kökleşmesinden kaygı duruyor. Tesfaye, tarım
alanlarının yabancı yatırımcılara bir iki yıllığına değil, 80 veya 90 yıl gibi
oldukça uzun bir dönem için kiralandığına dikkat çekiyor.
TARIM
STRATEJİLERİNDE DEVRİM BEKLENTİSİ
Peki giderek artan
dünya nüfusu nasıl doyurulabilecek? Seri üretim ve tarımın sanayileşmesi yerine
sürdürülülebilirlik kavramı giderek öne çıkıyor. Dünya nüfusu 7 milyara yaklaşırken
tarım stratejisinin değiştirilmesi konusunda bilinç artıyor. Tarım Gelecek
Vakfı'ndan Benedict Haerlin, kitleleri doyura bilmek için yeni teknolojiler
yoluyla gıda üretiminin mümkün olduğunca artırılması düşüncesinin ölümcül sonuçlara
yol açabileceği uyarısında bulunuyor.
Haerlin,
endüstriyel tarım teknolojisinin açlık sorununu çözmekten ziyade daha da kötüleştirdiğini
belirtiyor: “Sanayi ülkelerinde sahip olduğumuz beslenme modelinin aşırı şişmanlamaya
yol açtığı artık açıkça görülüyor. Dünyada aşın şişmanların sayısı aşırı
zayıfları geçmiş durumda. Yanlış beslenmenin önümüzdeki en büyük sağlık sorunu
olduğu da aşikâr. Yani mevcut beslenme modeli, açlığın üstesinden
gelebileceğimiz bir araç olamaz.”
"ARTIK
SİYASETTE DE BİLİNÇ ARTTI"
Haerlin, 2008
yılında dünyada büyük ses getiren Dünya Tarım Raporu Teftiş Kurulu'nun da üyesi.
Dünya Bankası'nın
girişimiyle başlatılan ve Dünya Sağlık Örgütü ile Dünya Gıda örgütü'nün de katıldığı
çalışmalar sonucu ortaya çıkan rapor, endüstriyel tarıma karşı açıkça cephe
alıyor, organik tarım ve küçük çiftçinin desteklenmesini talep ederken, yeşil
gen teknolojisi, kimyasal tarım ve tohumların patentlenmesine savaş açıyordu.
Alman çevre kuruluşu Germanwatch'un dünya ticareti ve beslenme uzmanı Tobias
Reichert, raporun açıklanmasının üzerinden üç yıl geçerken, rapordaki pek çok
sonucun artık siyasette de kabul edildiğini belirtiyor.
"GIDA GERİNE
HAYVAN YEMİ VE YAKIT ÜRETİLİYOR"
Reichert, AB'nin
Avrupalı çiftçilere verdiği "Gıda gerine hayvan yemi ve yakıt
üretiliyor"
Reichert, AB'nin
Avrupalı çiftçilere verdiği yoğun sübvansiyonların sadece doğayı tahrip
ettiğini, aynı zamanda dünya çapında gıda maddelerinin eşitsiz dağılımına da
katkıda bulunduğunu belirtiyor ve “Gıda yerine hayvan yemi ve üretiliyor”
diyor. Reichert, “özellikle de Avrupa
örneğinde, endüstriyel tarımın dünya beslenmesi nedenden dolayı olumsuz etkisi
var. Birincisi hayvan üretimi olmak üzere AB'deki sanayi Avrupalıların beslenmesinde sağlıklı olandan daha
fazla hayvansal üretime yol açtı, ikincisi AB içinde tüketimin normal ölçülerin
üzerine çıkmasına, aşırı tüketime neden oldu" şeklinde konuş
YOKSUL ÇİFTÇİ
İTHALAT MAĞDURU
Tüketim fazlasının
ihracatı ise sorunun başka boyutu. Özellikle kalkınmakta olan ve yoksu ülkelerdeki
çiftçiler, AB'nin cömert teşviklerinden yararlanan Avrupalı çiftçilerle rekabet
edebilecek durumda değil. Bunun sonucunda sanayi ülkelerinden ihracat yerli
tarımı öldürüyor, bu da yoksul bölgelerde açlığa ve dünya çapında istihdam
kaybı açıyor. Endüstriyel et ve süt üretimi için hayvan yemi üretimine
odaklanılması ve bitkilerden yakıt üretimi dünya çapında çevreye de zarar
veriyor hayvan yemi ya da yakıt üretiminde kullanılan bitkilere yer açmak için
ormanlar tahrip ediliyor.
"SİSTEM
DEĞİŞECEK"
Dünya Tarım Raporu,
gıda maddelerinin, mümkün olduğunca tüketildikleri yerde üretilmesini tavsiye
ediyor. 2008 yılında yayımlanan raporun başkan yardımcısı ve Milenuyum
Enstitüsü Başkanı Hans Herren, üretimin mümkün olduğunca sürdürülebilir ve
ekolojik olması gerektiğinin de altım çiziyor. Kalkınmakta olan ülkelerde
onlarca yıl çalışan tarım uzmanı, tarımın gelecekte de Siyasîler için zorlu bir
ödev olacağım belirtiyor:
“Tamamen farklı bir
sistem gerekecek, o zaman her şeyi kontrol altında tutmak isteyen şimdiki büyük
tohum şirketlerine de gübre şirketlerine de ihtiyaç kalmayacak. Buna karşılık
çiftçiler odakta olacak, yenilenebilir kaynaklar üreten, sürdürülebilir ve yeni
nesillerin ihtiyaçlarını tatmin edecek bir sistem gelecek.”
ZENGİN- YOKSUL UÇURUMU BÜYÜYOR
BM Kalkınma Programı’nın
raporuna göre, dünya nüfusunun yüzde 25’i dünyadaki toplam servetin yüzde
80’inine sahip. Milyonlarca kişi açlık sınırının altında yaşarken zengin ve
yoksul arasındaki makas giderek açılıyor. Kamerun’dan Almanya’ya, Hindistan’dan
Brezilya’ya kadar, dünyanın her ülkesinde gelir dağılımındaki dengesizlik
artıyor. BM Kalkınma Programı’nın hazırladığı bir rapor, bu olumsuz gelişmenin
özellikle son 20 yılda giderek hızlandığını gösteriyor.
Zengin ve yoksul
arasındaki uçurum, kalkınmakta olan ülkelerde daha fazla açılıyor. Ancak sanayi
toplumlarında da durum bugüne kadar sanılandan daha vahim. ABD Başkam Barack
Obama’nın hazırladığı istihdam paketi bile, zengin ülkelerin dengeli bir gelir
dağılımından ne kadar uzak olduğunun göstergesi. İNSANLARIN GELİRLERİ GEÇİNMEYE
YETMİYOR. Hem zengin hem de yoksul ülkelerde. Geçim masrafları tüm dünyada
artarken, maaşlar yerinde sayıyor. Sağlık ve eğitime ayrılan para azalırken,
sosyal güvenlik alanı da sürekli kısıntılara maruz kalıyor.
YOKSULLUKLA
MÜCADALEDE ÖNERİLER
Sağlık, eğitim ve
sosyal amaçlı yardım için daha fazla mali kaynak ayrılması yoksullukla
mücadeleye destek olabilir mi? Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın
Cenevre temsilcisi Cecile Molinier, bu yöntemin bazı ülkelerde başarılı
olduğunu söylüyor. Molinier, "Alınabilecek çeşitli önlemler var. Örneğin
progresif vergi sistemi uygulanabilir. Bu sistemde yoksul insanlar, daha
zenginlere kıyasla, gelirlerinin daha küçük bir yüzdesini vergi olarak veriyor.
Ayrıca Brezilya ve Meksika’da hayata geçirilen ve yoksul ailelerin çocuklarını
okula gönderebilmelerini, annelerin doğum öncesi ve sonrası sağlık
kontrollerini yaptırabilmelerini sağlayan aile bursları var” şeklinde
konuşuyor.
EĞİTİM ÇÖZÜMLERDEN
BİRİ
Dünya nüfusunun
neredeyse yüzde 40’ı sıhhi tesislerden yoksun, bir milyar insan açlık çekiyor.
Ayrıca yoksulluk günden kalkınmakta olan ülkelerde, özellikle de kırsal
kesimlerde, çok sayıda çocuk okulu bitiremeden terk etmek zorunda kalıyor.
Sanayi toplumunda
da eğitim alanında fırsat eşitliği mevcut değil. Ekonomik Kalkınma ve işbirliği
Teşkilatı’nın (ÖECD) raporuna göre, dünyada gelir dağılımında giderek artan dengesizliğe
karşı temel ihtiyaçların giderilmesi ve eğitim aranan çözüm olabilir. Raporda,
söz konusu alanlarda dağılım daha kolay ve daha adil olmadığı sürece zengin ve
yoksul arasındaki uçurumun giderek daha derinleşeceği vurgulanıyor. (Alman
Devlet Radyosu, Berlin)
TILMANN KLEİNJUNG-
CHI VIET GİANG
(TURQUIE
Diplomatique KASIM 2011 – Sayı:34)
NOT: Bu yazıdan
birçok şey anlamadıysanız, bir daha okuyun.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar